"Enter"a basıp içeriğe geçin

Türkiye Suriye İlişkileri | 1996

Türkiye Suriye İlişkileri | 1996

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=p2gmSWK7QK0.

Sevgili seyirciler bu arada ikinci bir krize geçmek istiyorum. Suriye. Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiler eee bir süredir iyi gidiyordu. Iıı hiç değilse karşılıklı olarak suçlamalar yapılmıyordu. Ancak birdenbire ilişkiler gerginleşiverdi. Birdenbire Su yüzünden, PKK yüzünden ve diğer başka nedenlerle Türkiye ile Suriye adeta birbirlerine daha fazla ters bakmaya başladılar. Türkiye’de ilk defa Ankara, Suriye ile bundan sonra pek kolay dost
olunmayacağına dair sözler edilmeye başladı. Şimdi hem yanımızda hem öbür yanımızda iki krizle karşı karşıyayız.
Bakın Suriye’den bakılınca bu kriz nasıl ortaya çıkıyor? Suriye ile Türkiye’nin ilişkileri hiçbir zaman iyi olmadı. Ancak
geçen yıllarda durum biraz farklıydı. Sürekli bir anlayış havası yaratılmaya çalışılıyordu. Karşılıklı mesajlar gidip geliyor. Mesela Suriye PKK’yı kısıtlayacağı yolunda siyerler veriyor. Türkiye’de Şam’ın en duyarlı olduğu su konusunda banalarını sonuna kadar açmış, söz verilenden daha fazla su akıtıyordu. Ancak gerçekte iki ülke de diğerine güvenmiyor ve inanmıyordu. Yine de gerilim yaratmaktan kaçınılıyordu. Sonra havalar birdenbire bozuluverdi.
Suriye’nin Yunanistan ile bir askeri iş birliği anlaşması yaptığının açıklanması PKK’nın eskiden pek görümediği Hatay bölgesindeki baskınları ve ardından da Suriye’ye kaçışları yani hala Suriye topraklarının kullanıldığı kuşkusu Ankara’da çoğu kişinin taşını kaldırdı. Hele bu ilişkileri incelemek isteyen Türk Dışişleri Bakan Müsteşarı Onur Öğmen’in Şam ziyaretinin reddetilmesi kalkan taşların birdenbire çatılmasına
ulaştı. Işler bununla da bitmedi. Işkilerin rengi Aralık ayından itibaren daha da bozuluyor. Suriyeliler Şam’da beş Arap ülkesini topladılar ve Türkiye’nin su konusundaki tutumunu eleştirttiler. Arap ülkelerinde girişimler başlattılar. Hatayla ilgili sözler yeniden etrafta dolaşmaya başladı. Karşılıklı protestolar ve notalaşmalar oldu. Hatta Suriye’nin İsrail’le anlaşma
yaptıktan sonra Türkiye’ye döneceği konusunda söylentiler dolaşır oldu. Acaba acaba Suriye ileride İsrail’le anlaşma yaptıktan sonra Türkiye’ye karşı askeri yönden bir tehdit oluşturabilir mi? Suriye’nin nüfusu ancak İstanbul kadar. On üç milyon. Kara ordusu ise sadece üç yüz bin kişi. Hava seksen bin,
deniz dört bin. Yarısı eski model dört bin beş yüz tankı, yüz ellisi üstün yetenekli beş yüz on beş uçağı, yüz sekiz uzun menzilli füzesi var. Ordunun yüzde seksen beşi güneyde İsrail sınır boyunda bulunduruyor. Suriye ordusunun asıl en büyük sorunu yedek parça kıtlığı ve modernizasyon eksikliği. Bunun nedeni de çok basit. Eski büyük patron Rusya artık krediyle silah vermiyor. Her şeyi nakit satıyor. Üstelik de her şeyden önce Suriye’nin on iki milyar dolarlık eski borcunu ödemesini istiyor. Suriye’nin tüm silah sistemini batıya çevirmesi de şimdilik imkansız. Zira batının silah ambargası hala devam ediyor. Batılı gözlemcilere göre Suriye ordusu eski model, hantal, ateş gücü düşük ve eğitimi zayıf bir güç. Işte manzara bu. Suriye’nin Türk ordusu ile karşılaştırılması ve önemli bir tehdit olarak literendirilmesi bu aşamada imkansız. Durum böyle olunca gözler bu defa Suriye’nin Yunanistan’la imzaladığı askeri işbirliği anlaşmasına dönüyor. Sorulan soru da bu anlaşmada ne var? Resmen hiçbir şey yok bu anlaşmada. Resmen bu çerçeve anlaşmasının ne anlama geldiği hakkında hiçbir açıklamada yapılmış değil. Diplomatik kaynaklar Yunanistan’ın Suriye’den
bir hava üssü istediği ve Şam’ın da Türkiye’yi kışkırtma kaygısıyla bunu reddettiğini söylüyorlar. Suriyeliler bu anlaşmanın içinin doldurulmadığını belirtmekle yetiniyorlar. Suriye’nin Ankara’da hayret uyandıran diğer girişimi Birecik Barajı’nın ihalesinin tamamlanması oldu. Aslında Birecik Barajı daha önceden de bilmiyordu. İhalesinin alınacağı daha önceden de belliydi. Şam birden bire sert bir nota ile Türkiye’yi protesto etti. Onun da da kalmadı. Fırattan akan suların giderek kirlendiğinden
şikayet etti. Aslında Suriye’de hafif bir panik yaşanıyor sıralarda. GAP projesindeki her ilerleme Suriye’ye soğuk terler döktürüyor. Bugün aldıkları su miktarından memnunlar. Ancak yarın ne olacak diyorlar. Yarın susuz kalmaktan korkuyorlar. Tabii bir de Türkiye’ye karşı duydukları büyük güvensizlik var. On beş yıldır Suriye’nin su bakanlığını yapan ve ilk defa televizyon kameraları karşısına çıkan Abdurrahman Madani eee
tepki göstermek zorundaydık. Diyorum. GAP projesi yeniden hızlandı. Bireciğin yapılması seksen bin dönüm arazinin sulanması ve bir milyon metreküp suyun tutulması demektir. Bu yıldan itibaren Harlan ovasında dört yüz bin dönüm arazi sulayacaksınız. Hem bize gelen su azalacak hem de tarım başlayınca gübre ve kimyasal maddeler suya karışacak. Su kirlenecek. Yani hem suyumuz azalacak hem de bize kanalizasyon suları kalacak. Bu duruma tepki gösterdik. Yoksa Türkiye’ye karşı bir hareket yapmadık. Sayın Bakan neden Türkiye’ye karşı birdenbire cephe oluşturmaya başladınız? Burada Arap ülkelerini bakıyoruz, burada topluyorsunuz. Türkiye aleyhine eee deklarasyonlar yapılıyor. Bir cephe mi yapıyorsunuz bize karşı? Hayır hayır cephe oluşturmuyoruz. Son açıklama çıkarları bir olan ülkelerin görüşlerini birlikte açıklamalarından başka bir şey değil. Bizim zorluğumuz sizden kaynaklanıyor. Ne danışıyorsunuz, ne görüşüyorsunuz, ne de müzakereye yanaşıyorsunuz. Üstelik Demire resmen söz vermişti. Bin dokuz yüz doksan üçte su anlaşması yapılacak demişti. Oysa hiç ses yok. Çünkü kamuoyu diyor ki bu benim suyum. Bunu verip vermemek bana ait bir şey. Ben sizden bunu paylaşıp paylaşmamak bana ait bir şey. Ben sizin petrolünüzü istiyor muyum? İstemiyorum. O zaman bırakın, siz de ben kendi suyumu istediğim gibi kullanayım diyor. Ne
diyorsunuz? Suyla petrol arasında çok çok önemli farklar var. Petrol bir masrafla çıkarılır, bir maliyeti vardır. Su Allah’ın bir lütfudur. Petrol bir gün biter. Suysa bitmez. Su hayattır. Su olmadan yaşayamazsınız. Petrol ise sadece servettir. İçemezsiniz. Hayat vermez. Petrol olmazsa başka enerji kaynağı bulursunuz. Suyun paylaşılması da Allah’ın
emridir. Petrolden vazgeçebilirsiniz ancak sudan vazgeçemezsiniz. Su bir ülkenin de tek başına malı değildir. Paylaşma hakkınız vardır. Uluslararası anlaşmalarda bunu gerektiriyor. Yani hakkımız olmayan bir şey istemiyor. Sayın bakan bir taraftan siz bize diyorsunuz ki Fırat Nehri’ni kısıtlıyorsunuz, bize yeteri kadar su vermiyorsunuz diyorsunuz. Aynı şeyi siz yapıyorsunuz. Asi
Nehri’nde eee barajlar yapıyorsunuz ve Türkiye’nin bir bölgesi de su alamıyor. Hayır hayır yanlış biliyorsunuz. Asi Nehri’nin suyunu azaltmıyor. Bu yıl su yok. Yağmur yağmadı. Biz ne yapalım? Yağmur azalınca Asi Nehri de azalıyor. Bizim bu nehir üzerindeki küçük barajlarımız bile bomboş. Ona rağmen Türkiye’ye geçen su miktarı bizim kullandığımızdan daha fazla. Aslında kimse açıkça söylemiyor ancak asıl pazarlık Apo’ya karşılık su anlaşması etrafında dönüyor. Türkiye önce Apo’yu PKK’yi topraklarından çıkart, bize teslim et eğer mümkünse ondan sonra su anlaşmasını düşünerebilirim diyor. Suriye ise hayır. Önce sen su anlaşmasını yap, ondan sonra ben Apo’yu düşünürüm şeklinde konuşuyor. Ancak müthiş de bir güvensizlik var karşılıklı olarak. Biri ben adımımı atarım, karşısı sözünde durmazsa işte o zaman ne olur diyor. Yani tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar, kısır döngüsünün içine giriliveriyor. Suriye’nin elindeki en önemli kart PKK. Ancak bu kart fazla kullanılırsa oynayanın da elini yakabilecek cinsden. Türkiye Suriye’den PKK ve Apo’ya topraklarını tamamen kapatmasını istiyor. Şam ise bu konuda çok temkinli. Kürt kartını elinden kaçırmaktan çekiliyor. Zira Kürt kartı sayesinde hem Kuzey Irak’ta hem bölgedeki Kürt sorunun da söz sahibi olabiliyor. Hem de Türkiye ile pazarlığında bunu kullanabiliyor. Üstelik kendi topraklarında da iki milyon Kürt yaşıyor ve büyük çoğunluğu bu Kürtlerin de PKK senkatizanı. Ancak öte yanda da Türkiye var. İşte bütün bu karışık dengeleri bozmamak aynı zamanda elindeki kozu da kaybetmemek için adeta cambazlık yapıyor. Bu konuyu en yetkililerine sorduğunuz zaman eskiden olduğu gibi yine aynı yanıtı alıyorsunuz. PKK Suriye’de faaliyeti yasaklanmış bir örgüttür. Yasaklarımızı çiğnedikleri anda tutuklanıp mahkemeye çıkarılıyorlar. Politik veya uluslararası faaliyet gösteremezler. Türkiye ile Suriye arasındaki sınır tam sekiz yüz kilometre. Hükümetinizle bir anlaşma
imzaladık ve bu bölgeyi sıkı şekilde denetim altına aldık. Karakollar kurdu. Ancak bizim gücümüz fazla değil. Örneğin karakolların arasındaki mesafe kırk elli kilometre. Her karakolda beş on polisi var. Gizlice geçmeye kalkanları hemen yakalıyoruz ve hapse atıyoruz. Halen hapishanelerimizde PKK’lılar var. Bunların listesini Türkiye’ye de verdik. Suriye hapishanelerinde şu anda dört yüz PKK’lı mahkum var. Hele en son bir mahkumiyet kararında mahkemenin PKK’lı suçludan bölücü bir örgüt mensubu diye söz etmesi PKK çevrelerinde büyük tepkilere yol açtık. Ancak bütün bunlar Türkiye’ye
yine de yetmiyor. Ankara APO’nun yakalanması ve PKK’ya Suriye’de hayat hakkı tanınmamasında ısrarlı. Şam’da Türkiye’nin su konusunda vereceğini görmeden adım atmak istemiyor. Dışişleri Bakanı Şar’a bu yaklaşımını bundan önceki söyleştilerimizde de hep aynı şekilde ortaya koymuştur. Eğer Türkiye bizimle ilişkilerinde hızlı ve toptan bir düzelme görmek istiyorsa biz böyle bir adıma hazırız.
Bakın size burada açıkça söylüyorum. Türkiye’nin istikrarı ve toprak bütünlüğü bizim için son derece önemlidir. Su konusu gibi önemli bir noktada anlaşırsak halk da Türkiye’ye daha sempatiyle bakar. Bu çerçeve içinde böyle bir paralel anlaşmaya hazırız.
Türkiye’yi de Suriye’ye burun buruna yaşayan komşu iki ülke. Buna rağmen aralarında doğru dürüst hiçbir diyalog yok. Suriye, Türkiye’nin nasırına basmaktan kaçınmıyor. Türkiye’de Suriye’yi hala Osmanlı imparatorluğunun küçük bir vilayeti, Hafız Esad’ı da Şam’ın kaymakamı gibi görüyor. Bu yüzden de zaman zaman kılıçlar çekiliyor. Üstelik araya girip iki tarafı ayıracak kimseler de yok şu sıralarda. Suriye’den baktığınızda iki ayrı Türkiye görülüyor. Biri resmi görüş. Hafız Esad’ın emrinin dışına çıkmayan ve Türkiye’yi potansiyel bir tehlike olarak gören bir de sokaktaki Suriye’linin tanıdığı Türkiye var. O ise bambaşka. Sıcacık hatta gıpta ile bakılan bir Türkiye. Ben yıllardan beri Suriye’ye gidip bu halkın nabzını tutarım. İlk defa bu sefer önemli bir farkla karşılaştım. Türkiye inanılmayacak şekilde popüler olmuş. Nedeni de basit. Sekiz aydır Çanak antenlerden Türk televizyonlarını izlemeye başlamışlar. Yasak olmasına rağmen göz yumulduğu anlaşılınca kıyametler kopmuş. Şam’ın kapalı çarşısında dolaşırken Türkiye’den geldiğimizi duyunca hemen etrafımız sarılıverdi. Bu arada en çok hangi programın seyredildiğini soracak olursanız merak her yerde yine aynı. Muhafazakar Suriyeliler Türk televizyonlarının bu kadar fazla izlenmesini Türkiye’nin resmi saldırısı diye niteliyorlar. Hatta Türkçe’nin yaygınlaşması için bunu bir kampanya gibi görenler de var. Gerçekten de Türkçe bu sayede epey yaygınlaşıyor. En yakınımızda olan ancak en az tanıdığımız Suriye’de diğer komşularımıza benziyor. Ne şeytan ne melek. Eğer bu iki ülke arasında bir gün gerginlikler sürtüşmelere dönüşürse bunun sorumlusu halk olmayacak. Birbirini anlamak istemeyen ve diyalog kurmaktan kaçınan iki ülke temsilcileri sorumlu
olacaklar. O zaman da iş işten geçmiş olacak tabii.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir