Yeni Dünyadan Umutluyum | Mandıra Filozofu Müfit Can Saçıntı Covid-19 Sonrası ‘Yeni Dünya’yı Anlattı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=qE12BO_mM3M.
Devlet, milletin derdi, tatil. Sokağa çıkma yasağı diye düşünmüyorum, tatil. Bu dünyayı neresinde tutsan elinde kalıyor. Ben bu dünyaya kökten karşıyım. Ne yeni normali ya? Ne yeni normali? Diyor bak yeni normali, bedavaysa olur.
En son mesaili işim 1993 benim de ATV. Liseden saat takıyordu kararı. Liseden sonra bir de gravat takmayacağım, saat takmayacağım. Saatin baskısı da sadece alarmın baskısı değil, vaallığının bile baskısı. Zaman geçiyor, zaman geçiyor, yetişerken falan. Kardeşim ben artık mesaili işte çalışmayacağım. Gerekirse bedelini öderim. 1993’ten beri bedelini ödedim vesaire bir işte çalışmadım. Çok sıkıntıya düştüm. Gelirim düzenli olmadı hiçbir zaman. Ve sürekli bir gelirim olmadı. Dengeli bir gelirim olmadı. Çok güzel günlerde yaşadım maddi anlamda. Çok çöktüğüm günlerde oldu. Çok sıkıntılar çektim ama hep mutluydu. Niye? Bir karar aldım hep sevdiğim işleri yaptım.
Faşist ülkelerde işkenceyle, üstelik de en ağırlığından bir tane uykusuz bırakmak. Bir uyama uyuma, iki uyutup uyutup uyandırılmak ikide bir. Bunu sistem ve sana yapıyor. Sıkıntıyla mutsuzluk aynı şey değil sevdiğin işi yaparsan. Ve bu dünyayı nereli tutsan elinde kalıyor.
Ben bu dünyaya kökten karşıyım. Şunu da çok açık üretimle itiraf ediyorum. Ve bütün çocuklardan, bizden, gençlerden özür diliyorum. Abi biz tamam kötü gitsin diye bir şey yapmadık ama engel de olamadık. Ve çok kötü bir dünya bırakıyoruz çocuklara da, gençlere de. Çok özür diliyorum. Ve gerçekten bu dünya nesiniz? Trump’ın bile bir devlet başkanı, oğlu,
bir dünyada hangi zekayla dinliyorum. Putin’e bak. Ya Ceberut, ya Kural Tanımaz, ya Akıldan Noksan. Kim varsa, bir bak ülkelerin başına geçen. Sözüm meclistan dışarı. Çok umutluyum.
Bak niye umutluyum? Çünkü süzgürlemez olduğu için bu kötülük. Bu bütün bahsettiğim şeyle ben yanlış anlamayın. Ben karamsar ya da umutsuz değilim. Çünkü bu kötülük ve bu süsten süzgürlebilir değil. O yüzden hem umutluyum hem iyi misalim. Her şey güzel olacak. Para neye ifade ediyor? Ev sahibine vermem gereken bir şey.
Çocuğun okuluna vermem gereken bir şey. Taksiye bineceksem taksiye ödemem gereken bir şey. Para yokken değerli bir şey. Varken hiçbir değerli bir şey yok kardeşim. Asıl mutluluk da satın alamayacağın şeylerdir. Bütün hepimiz mutlu olduğumuz anlara dönelim bakalım. Ya sevgilinle bir andır, ya eşinle dostunla bir andır, ya arkadaşına sohbeti andır. Girdiğiniz bir şeydir. Hep bedava şeylerdir.
Para sadece sana bunlar varsa ortam hazırlar. Hazırlayabilir. Bunlar yoksa parayı ne yapacaksın? Mutlulukla ilgili çok kafa yordum. Konfikyosun bir lafına rahatsız edin. Diyor ki mutlu olmak istiyorsanız mutluluğu aramaktan var dik.
Ama adam şunu söylemek istiyor. Bir mutlu olma baskısını üzerimizde hissetmeyin. Üzerimizde bir mutlu olma baskısı hissederek mutlu olunmaz. Çünkü o bir arama kaygısını gerektirir. Bulduğun zaman kaçırmama, elinde tutma kaygısını getirir. Hani meşhur Yeşilçam’da bir şey yapmak istiyor.
Çok korkuyorum saadetimiz bozulacak diye. Şimdi bu mutluluk fetihizmi de insanı mutsuz eden bir şey. O yüzden ben pazarlarımı iyi geçirmem lazım baskısı. Senin pazarını iyi geçirmene engel olur. Sen ömrünü ömrünü ortalama 70 yıl. Emeklilik yaşı 65 yıl alıyor. 65 yıl alıyor. 5 yıl sana veriyor. Bunun farkına var. Bu dünyaya ona buna işçilik etmeye de gelmedin. Ona buna illa birilerinin tarif ettiği mutluluğu yaşamaya da gelmedin. Kolayı gösterişi işte mutluluk bu. Çünkü onu satabiliyor. Ama baktığınızda inanın bana. Gerçek mutluluğun hepsi bedava kendi tarihimize var.
Şimdi mutlu eden şeyleri düşündüğünüzde de hepsinin bedava olduğunu göreceksiniz. Ve hepsinin de bir sevdiğinizle ilgili olduğunu göreceksiniz. Gerçek mutluluk bedava olandır. Bence herkes kendi bir ritmini bulup kendi ritmine göre yaşaması lazım.
Ve hayatınla hiçbir zaman hızlısı yavaşı yok. Dünyanın kendine göre bir döngüsü var. İnsan, evladı enteresan hem öleceğini bilen tek canlı diyorlar. Ama bu bilgiyle de yaşamak kolay değil.
Öleceğimizi de sık sık unutuyoruz. Unutmak zorundayız. Biz ölümü unutup zaman zaman hayatı sonsuzmuş gibi düşünüyoruz. Ve yaşayacak günlerimiz çokmuş gibi düşünüyoruz. Çok olduğunu sanmak da bir enflasyonu bir değerleştirmeyi getiriyor.
Sık sık hatırlamak lazım günlerimizin de sayılı, nefeslerimizin de sayılı olduğunu. Hayatı anlamlı hale getiren şey de ölümün varlığı. Hayatı anlamsız hale getiren de ölümün varlığı. Mandıra filozofu olmak bile gerçek hayatta bir para istiyor. Yani filmdeki karakterin neresinden bir talla bir arsa arazi kalmış.
Üstelik de denizin kenarında. 35 yıldır çalışıyorum. Ben öyle bir arsa alamam yani. Dededen de kalmadı. Öyle bir hayat yaşamadım. Yaşamamada imkan yok. Ama bizim de orada anlattığımız zaten her türlü deniz kenarında bir arsa bulsun.
Balık tutsun. Kafasına göre orada yaşasın demiyoruz. Sadece kardeşim yani dünyaya çalışmak için gelmedim. Ve çalışma da eşittir bu sistemle sömürülmek. Bu dünyaya sömürülmek için gelmedim. Hayat denen bir şey var. Çalışmak çünkü sömürülmek demek başkaları için çalışmak. Dünyada yine başkası için çalışan bir canlı yok.
Patron tavşan diye bir şey yok. İşçi tavşan diye bir şey yok. Bizim asıl anlatmaya çalıştığımız biraz yani beynin özgürleşmesi. O filmde. Bedenin değil. Çünkü beynin özgür değilse ister deniz kenarında yaşar.
İster dağ başında yaşar. İstersen cennette yaşar. Karşıyım sloganımızdı. Çarşı gibi. İnsanlar mesela her şeyi anlıyorlar da abi insan paraya nasıl karşılıyor? Bunu anlamıyorlar. İnsanlığın tarihiyle, doğuşuyla beraber para vardı sanıyorlar. Ya para çok matah bir şey olsaydı parayı bulan NİDİA devleti yıkılmazdılar.
Parayı bulmadan önce değil, parayı bulduktan sonra yıkılmışlar. Parayı bulmadan önce 300 yılı kür sürmüşler. Parayı bulduktan sonra 200 yıl sonra dağılmışlar. Ya para biraz sahtekarlığı kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramayan bir şey.
Takkas yönteminin dijitalleşme sayesinde tekrar dönebileceğini ve birtakım sahtekarlıkların önüne geçebileceğini de düşünüyorum. Korona’da herkes durduğu yerden bir şey çıkarttı, bir ders çıkarttı. Ben de şunu gördüm. Kardeşim liberal kapitalist ekonomiler korona gibi salgınları yenemiyor.
Devletçi politikaları uygulayan ülkeler korona’ya karşı bir zafer kazandı ya da kazanmak üzere. Nedir? Diyelim ki Almanya, Türkiye’yi de katalım. Devletçi ruhunu hatırlayarak devletçi politikalarla özel hastaneleri bile geçici olarak kamulaştırdı. Hepsi pandemi hastanesi. Devletleştirdi, kamulaştırdı.
Bu insanlık belasını defedebildiler. Dünya gelirleri %82, nüfus %1’nin elinde. Devletin bile değil artık. Bu artık bir ekonomik kriz değil kapitalist krizi. 2009-2011 sene olmuş. 11 senede bir kriz aşılmaz mı ya? Bütün krizler doğup olduğu senede aşıldı için yaşandıkları senenin adıyla anılıyorlar. Mesela diyelim ki en meşhur 1929 krizi. O sene oldu, o sene çözdüler. 2009 krizi diyoruz. Nasıl ya? 2020’deyiz. Böyle kriz mi olur?
Bu çünkü ekonomik krizi değil, bu sistemin krizi. Sistemin sürdürülemek olduğu ortaya çıktı kapitalist sistemin. Kapitalistin bitti kardeşim, yerine ne koyacağız? Ama maalesef yine bunu tartışan da kapitalistler. Bak sosyalizm falan demiyorum. Türkiye’de tartışma yoktu, safsata vardı. Fikirden çok şahsa saldırılırlar. O yüzden Türkiye’de sosyalizm falan tartışamaz. Hangi politikalar zafer kazandı? Devletçi politikaları. Kim eline yüzüne bulaştırabilir, bir facaya döndürdü? Amerika. Niye? Amerika olduğu için mi Trump olduğu için mi? Yok. Liberal sağlık politikalarından vazgeçmediği için. Param varsa tedavi. Maske fiyatları, ilaç fiyatları aldı başımı gitti. Devlete herhangi bir destek bulundu. Diyorlardı sigortan olsan bile koronadan hastaneye yattığında 5000 dolar ödemen gerek. Devletçi politikalar kazandı salgını. Liberal ekonomik politikalar facaya döndürdüler. Bedelini parayla değil insan canını ödüyorlar. Huzur evlerinde çalışanlar yaşlıları bırakıp bırakıp kaçtı İspanya’da. Ama arkadaşlar, biz ve bizim doktorlarımız zaten ruhi itibariyle devletçi insanlar, devletçi babaların, devletçi annelerin çocukları. Onlar görmüş ve onlar bırakıp kaçmaz bu toprağın doktoru. Bak öldü, ölümün. 5000 lira maaş alan doktor var. Atatürk’ün sağlık sistemiyle iyi bir şeyin altını çizeceksek, devletçi politikalarının altını çizeceksek. Bugünkü doktorlarımız hemşirelerimiz, o devletçi bir ülkede yaşayan anne babaların çocukları. Herkes affetsin annesi babası affetsin sen hastanı nasıl bırakıp kaçarsın diye.
Bir aranın bile nesi tükense, 5 yıl içinde bütün insanlık, canlılık daha doğrusu bitiyormuş. Bütün dünyada. Bunun gibi, hakikaten hangi canlının nesi tükenirse tükensen doğanın dengesi bozuluyor. Ama tek istisnası var teorik olarak insan. İnsanın nesi tükendiğinde doğanın dengesi düzeliyor, dünya kendine geliyor.
Bu teorik bir gerçekti. Bunun pratik olabileceğinin yipeceğini gördük. Hakikaten kuş sesleri duymaya başladık. İstanbul gibi bir yerde cıvıl cıvıl. Denizler temizlendi. Yani pratikte pek çok şeyi gösterdiği gibi korona bu sırdın doğruluğunu gösterdi. Kapitalist insanlık kar hırsıyla denizin, doğanın her şeyin içine etti. Kimse İstanbul’da metrobüslerde 5 ile 8 arası ettan duvar öyle baraj hiçbir futbol liginde yok. O barajı aşıyorlar yani metrobüslerde bir. Kimse meraklı değil bu koşullarda yaşamaya. Ama ne yapsın? Hiçbir şey yok.
İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da toplamış iş yerleri. İnsanlar geliyor. Köye dönenler kim? Bak görülenmiyorum ben de ama dolu çocuğum. Emekli olanların büyük bölümü artık geçim derdi azalmış bir maaşı var. Büyük şehire yetmiyor. Ama diyelim ki 1500 lira bile ağırsa 2000 lira bile alabilir.
Köyde güzel para doğanın kucağında emekli olanlar içinde köye dönenleri hep iyi bir süredir gözlenmiyor. Üretimin biçimi değişiyor. Bir yere bağımlı olmadan üretimi mümkün kalıyor. Şehirlerde yaşama zorunluluğumuz, şehirlerde üretim zorunluluğumuz yavaş yavaş ortadan kalkıyor.
Şehirlerde yaşamayıp yayılacağımızı düşünüyorum. Yeni normalin bir maliyeti var kardeşim. Bu maliyeti kime ödeyecek? Yeni normalin uygulanabilir olması için mesela gelirlerin de yeni gelir olması lazım. Yeni asgari ücret olması lazım. Neymiş işte belediye otobüsü, otobüsü, otobüsü, otobüsü.
Neymiş işte belediye otobüsüne yarısı kadar oturacağız. Yeni normal bu. Belediye otobüsüne yarısı kadar oturmak demek belediye otobüs sayısını iki katına çıkartman lazım ki eski ihtiyali karşılayabilirsin bir. Yetmez. Her birinin de maliyetini karşılayabilmek için bilet fiyatlarını iki katına çıkartman lazım. Ne yeni normali ya? Ne yeni normali?
Eski normali yakalayabilmem için bu dediğin politikaların uygulanabilmesi için her şeyi iki katına çıkartman lazım. Münibüsler ayakta yolcu taşıyor. Lan daha atlatmadık göbeğindeyiz. Yarı yolcu alacaksın. Adam da diyor ki yarı yolcu alırsam para kazanamıyorum. Abi demesi kolay. Yeni normali bedavaysa olur. Sana bana ödetebilirse bu yeni normali maliyetini uygulayabilirler. Yoksa zor. Sürdürülebilir olabilmesi için bir ekonomik model haline gelmesi lazım. Beyaz yakalı bunu ekonomik bir modele dönüştürdüğü sürece başarılı olanlar var. Geliyor burada işten atılıyor. Tabunatını alıyor. Gidiyor diyor ki ne yaparım bir şarapçılık eğitimini bilmem ne. Gidiyor orada bir ekonomik model kurduysa başaranlar var.
Ama yani böyle yallah.
İlk Yorumu Siz Yapın