YERALTINDAN NOTLAR – 4.Bölüm | Yalnızlık Bir Hastalık Mıdır?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=pu8mzMtQx08.
Merhaba. Yer altından notlar başlıyor. İlk bölümde aşkı, ikinci bölümde arzuyu, üçüncü bölümde acıyı ve özgürlüğü işlemiştik. Bu bölümde ise yalnızlığa bir bakacağız. Kimdir bu yalnızlar? Uzaylı gibi bir şey mi yoksa bunlar? Ne yer ne içerler neden bu kadar yalnızlar?
Çok sevdiğim bir yönetmen olan Tarkovsky’dan bir alıntı ile başlayalım. Bir röportajında gençlere ne tavsiye edersiniz diye sormuşlar. O da demiş ki, yalnız olmayı öğrenmelerini ve kendi başlarına zaman geçirmelerini tavsiye ederim. Çünkü yalnız hissetmemek için sürekli başkaları ile beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge. Bu açıdan bakınca yalnızlığın aslında gayet faydalı olabileceğini ve yaratıcı sürece de fayda sağlayabileceğini görebiliyoruz.
Yani diyor ki çılgın kalabalıklardan uzakta şöyle olmak da fayda var. Peki günümüzde yalnızlara ne gözle bakılıyor? Bir kere yalnızlar gittikleri her yerin yabancısıdır. Otelde mi kalacaksın? Tek de olsan çoğu kez iki kişilik ödemek zorundasın. Acıktın ve bir lokantada yemek mi yemek istiyorsun?
Tek kişilik yemek masaları olmadığı için bir an önce yiyip kalkmanı beklerler. Çünkü insanlar yalnızlarla değil kalabalık gruplarla ilgilenmek ister. Ya da daha geçenlerde bir kahve içeyim dedim mesela. Oturdum bir kafeye önce etrafımda üç tane koltuk vardı. Ben de birinin üstüne sırt çantamı koydum. Hemen akbaba gibi üşüşmeye başladılar. Pardon boş mu bu? Alabilir miyim bunu? Biri gelecek mi? Yalnız mısınız? Birkaç dakika içinde tüm koltukları çekip aldılar ben de kalktım gittim.
Yani nereye tek başına gidersen git vebalı gibi muamele görüyorsun. İnsanlar yalnızları yadırgarken etraftaki gürültülü kalabalıkları normal karşılıyor. Hep böyle bir baskı hissedince de insan düşünmeye başlıyor tabi. Yahu diyor yoksa ben hasta biri miyim? Oysa yalnızlık güzeldir abi. Kendi kendinizle randevulaşın. Ben mesela doğum günlerimi genelde tek başıma geçiririm. Yazın ortasında doğduğum için de genelde bir yerlere gidip kamp falan atar. Kendi kendimle oturup dertleşirim.
Pisagor demiş ki kendisiyle yalnız kalamayan bir insan başkalarıyla da bütünleşemez. Peki İbrahim Tatlıses ne demişti? Hatırlayın o şarkıyı. Beni benden alırsan seni sana bırakmam. Ciddiyim. Bireysellik vurgusu bu kadar yoğun olan ve varlık felsefesinin bu kadar güzel işlendiği kaç tane şarkı var? Peki besle kimin dersiniz? Tabi ki Yılız Tilbeni. Peki böyle bir çağda gerçekten yalnız olabilmek mümkün müdür yoksa bu sadece romantik bir tutku olarak mı kalacaktır? Gelişen teknoloji bizi daha sosyal insanlar haline mi getirdi yoksa daha da mı yalnızlaştırdı? Yapılan araştırmalara göre insanlar günde ortalama 150 defa telefonuna bakıyormuş. Günde 150 defa. Artık her yerde başları önde zombi gibi dolaşan insanlar görmeye başladım. Geçen günlerde bir fotoğrafa denk geldim. Ekrana getirelim birlikte bir bakalım. Bu fotoğraf Hollanda’daki en büyük tarih ve sanat müzesinde çekilmiş. Bu arkada gördüğünüz Rembrandt’ın bir tablosu. Ve Rembrandt sanat tarihinin en önemli ressamlarından biri. Van Gogh gibi o da Hollandalı. Işığın ve gölgelerin ressamı olarak anılır. Bu fotoğraftaki tablosunun ismi ise The Night Watch. Yani gece devriyesi. 1642’de tamamlanmış bir resim bu. Yani yaklaşık 400 yıllık barok stilinde bir yağlı boya. Şimdi bir de böyle bir kare var. Peki burada ne oluyor derseniz? Ölüm döşeğindeki bir kadına son isteğini soruyorlar. O da diyor ki Rembrandt tablolarına bakmak. Ve akabinde onu sedye ile bu müzeye getiriyorlar. Dikkat ettiyseniz tabloya sırtını dönmemiş. Elinde bir telefonla fotoğrafını falan da çekmiyor tablono. Ona bakıyor. Peki sizce hangi karedeki insanlar daha yalnız? Telefon, televizyon ya da internet bağımlılığımız fena bir halde. Televizyonlarımız inceldi. Ama biz onun karşısında oturmaktan obeziteye doğru gidiyoruz. Telefonlarımız akıllı ama biz gitgide beyinsizleşiyoruz. Hız ve görsel üstüne kurulu bir çağdayız.
Kimse bir cümleden fazlasını okumak istemiyor artık. Ne demişti Gülten Akin? Kimsenin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya. Derine inmiyoruz. Yüzleşmiyoruz. Sürekli konuşuyoruz ama dinlemiyoruz. Soru sormuyoruz. Artık okumak yerine zaplıyor, retevitliyor, çekin yapıyoruz. Tüketiyoruz. Kendimizi tüketiyoruz. Doğal kaynakları tüketiyoruz. Birbirimizi tüketiyoruz. Ve tükettiklerimizin yerine daha iyi, daha yeni bir şey koymuyoruz. Bir kültür çölünün içindeyiz. Yanı başımızdaki güzelliklere sırtımızı dönüp kalabalıkların içinde kaybolup gidiyoruz. Artık biraz sakinleşmenin, oturup düşünmenin vakti gelmedi mi? Neydi o replik? Bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Acaba sosyalleşmeyi yanlış algıladığımız için olabilir mi? Ben demiyorum ki telefonlarımızı atalım. Üstüne de keşişler gibi hep tek başımıza yaşayalım. Ben bir denge kurmalıyız demek istiyorum. Tabii ki telefonu daha interneti de kullanacağız. Ne kadar güzel bir teknoloji. Ama bunu boş işler için değil, verimli şeyler için kendimizi geliştirmek için kullanmalıyız. Ya da tabii ki sosyalleşeceğiz. Dışarı çıkacağız, eğleneceğiz, gülüp ağlayacağız. Ama bunu zaman zaman kendi başımıza da yapmalıyız. Utanmayın abi. Yalnızlık utanılacak bir şey değil ya. Hatta gurur duyun yalnızlığınızla. Ona sahip çıkın. Başını okşayın. Cebinizde gezdirin. Yalnızlık güzeldir. Konsere de tek gidebilirsiniz. Sinemaya da, tiyatroya da. Bunda utanılacak hiçbir şey yok.
Gelelim yalnızlıkla ilgili yazılmış kitaplara. İlk önerim, filmi de bir hayli meşhur olan Yabana Doğru. Bu kitapta Christopher McAndle’s isimli bir gezginin gerçek yaşam öyküsü anlatılıyor. Christopher banka hesabındaki 25 bin doları bir hayır kurumuna bağışlayıp, Alaska’ya gidip doğada ve tek başına yaşamaya başlıyor. Tabii gittiği bu yerde statüyü, kariyer kavramını, toplumu, yalnızlığı, gerçek mutluluğu ve hayatı sorguluyor. Peki genç bir adam okulu dereceyle bitirmesine ve ekonomik açıdan şanslı bir aileye doğmuş olmasına rağmen, neden sahip olduğu her şeyi elinin tersiyle iter? Cevabı kitapta. İkinci kitap önerim, Wernher Herzog’un Buzda Yürüyüşü. Tek başına ve bir sır çantasıyla Münih’ten yola koyulan yazarın tek bir amacı vardır. O da yürüyerek ama sadece yürüyerek Paris’e gitmek. Buz tutmuş yollarda, tarlalardan, köylerden ve patikalardan geçer. Yüzükleri ise ona yaşam ve ölüm hakkında birçok ipucu verir. Onu okurken ben de o yollardan geçmiş, o soğukta üşümüş ve yalnızlığı iliklerime dek hissetmiştim. Size de tavsiye ederim bu yolculuğu. Üçüncü kitap önerim ise çok sevdiğim bir yazar olan Emil Çoran’dan Çürümen’in kitabı. Gerçek yalnız varlık, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil, insanlar arasında acı çekendir diye yazmış bu kitabında.
Taşı gediğine koymak diye ben buna derim. Çoran, 1911-1995 yılları arasında yaşamış karamsarlığıyla ünlü Rumen bir yazar ve filozof. Kendisi de bir röportajında hep depresyon anlarında yazdığını söylemiş. Böyle zamanlarda yazmak, keyfimce tasarladığım bir tür tedavi haline geliyor demiş. Çünkü dans etmek istediğiniz zaman yazmazsınız.
Aristokatarsis diyordu bu arınma yöntemini. İnsanın özellikle bilinç dışına attığı, genelde onda öfke ya da üzüntü uyandıran hisleri dışa vurması bu. Bir köpeğin yarasını yalayarak kendi kendini iyileştirmesi gibi bir şey. Bazısı yazarak, bazısı çizerek, bazısı da besteliyerek yapar bunu. Çoran da karamsarlığını yazarak aslında kendi kendini iyileştiriyordu. Ve aslında ben de bir okur olarak rahatlıyorum onu okuduğumda. Çünkü eski bir dostumla dertleşiyormuş gibi hissediyorum bu sırada.
Yani çift taraflı bir tedavi yöntemi gibi onun kitaplarını okumak. Örneğin Kafka da çok melankolit bir yazardı. Ama onu okuduğumuzda da bir rahatlık hissederiz. Çünkü kötü de olsa bize gerçeği karamsar yazarlar söyler genelde. Tabi bir de bunu Suç ve Cezad’ı ki Raskolnikov gibi derinlikli karakterler üstünden, Paul Auster’ın Ay Sarayı’ndaki gibi ilginç bir hikaye ile ve Metin Altıok şiirlerindeki gibi zengin bir dil ve üslubla anlatır.
Yani estetikle, tutkuyla, zevkle, edebiyatla yaparlarsa o zaman başucu yazarı mı olurlar? Şiirsiz bitirmeyelim bölümü. Sözlüklerle neler yapılabileceğinin en güzel örneklerinden biri olan bu kısacık ama çok etkili şiir Metin Altıok’tan tüm yalnızlar için gelsin.
Bir sonraki bölümde sürpriz bir konum da olacak. Görüşmek üzere.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın