04 Temmuz 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=f1-SBqBpg1M.
Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latif, mübârek, pâk rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtının, cümle geçmişlerimizden ve şehidlerimizin rûh-u şerîflerine,
dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslâm dünyasının selâmetine, şerîflerinin şerlerinden muhafızlığına, bu niyazıyla bir Fâtiha-i Şerîfe üç işlas, muhterem kıymetli kardeşlerimiz. Fetih Sûresinin son âyetleri okundu. 29. âyette Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’in yanında kimler var, kimler yanında.
Tabi bu dünyada kimler yanındaysa, âhirette de onlar yanında olacak Efendimiz’in. Orada âyette Cenâb-ı Hak vasıfları bildiriyor. Cenâb-ı Hakk’ın bize en büyük lütfu, Müslüman olarak yaşıyoruz. Müslüman olarak dünyaya geldik. 124.000 küsür peygamber arasında en yüce peygambere Cenâb-ı Hak, bir bedel ödemeden meccânen bize ümmet kıldı.
Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir nîmeti. Fakat Cenâb-ı Hak, o gün verdiğimiz nîmetlerden sorulacaksınız buyuruyor. En büyük iki nîmet, İslâm hayatı üzerine olmamız. İkincisi de Rasûlullah Efendimiz’in ümmeti olmamız. Ve bunun bedelini ödeyebilmemiz. Bunun bedelini ödeyebilmek için de,
Cenâb-ı Hak Ahzâb Sûresi 21. âyetinde, andolsun Allah Rasûlü sizin için bir örnek şahsiyettir buyuruyor. Demek ki öyle bir hayatımız olacak ki, gölgenin gövdeyi olan sadâkati gibi, büyük mü’min, Rasûlullah Efendimiz’in o sadâkatle hayatını devam ettiği en büyük nîmet. Cenâb-ı Hakk’ın lakât, mernel-Allah buyuruyor. Mü’minlere en büyük nîmet, Rasûlullah Efendimiz.
Ve bu nîmetin kıymetini idrâk edebilmek. Şimdi biz, aşağı yukarı 1400 küsur sene sonra geldik Efendimiz’le, Asr-ı Saâdet’ten. Bir kısa nakledeceğim. Rasûlullah Efendimiz’in Muaz bin Cebel’i Yemen’e gönderiyordu. Yemen’e gönderirken bazı tavsiyeler de bulundu. O tavsiyelerden sonra Muaz dedi,
Sen dedi, Medîne’ye geleceksin dedi. Fakat ben o zaman, olabilir ki şurada kabrim olacak. Benim kabrimi ziyaret edersin dedi. Muaz ağlamaya başladı. Ağlama, ağlama Muaz dedi. Bana en yakınlar, hangi zaman ve hangi mekânda olurlarsa olsunlar, onlar müttakîlerdir. Yani Allâh’a yakın olanlardır. Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir, o zor günlerde buyuruyor. Yani biz 1400 sene sonra geldik ama bizim de, Efendimiz buyuruyor, benim ümmetin bir yağmur tanesi gibidir. Başı da rahmettir, son da rahmettir. O rahmet olan, bir yağmur damlası olabilmek bugün. Bu dünya, Cenâb-ı Hak bir imtihan, dünyası olarak halketti. Âdem aleyhisselâm’dan itibaren başladığı insanlarda son insana kadar devam edecek. Son insandan sonra bu kâinat infilâk edecek. Yeni baştan bir düzen, yeni baştan bir ömür başlayacak. Son nefesten sonra kazanma, kaybetme yok, bitiyor.
İmtihan dünyası burada. Kabirde bir imtihan yok, âhirette bir imtihan yok. Buradaki durumumuz da, takvâmız da, ebedî hayata devam edeceğiz. Efendimiz kabirden manzaralar bildiriyor. Kur’ân-ı Kerîm, âhiretten manzaralar bildiriyor çok. Bizi hepsi bir ihtar, bir telkin. Meselâ Efendimiz’in kabirden bildirdiği bir manzara.
Kişi ölür diyor bir mü’min. Kirâmen, kâtiben sorular sorar. Ona sâlih bir, sâlâha bir insandır, mü’mindir. Ona düzgün cevaplar verir. Sonra güzel bir sulet gözükür kabirde, güzel bir şekil.
Der ki o kişi, benim bu yalnızlığımda geldin, o güzel sulet sen kimsin der. O da der ki benim dünyadayken kıldığın ibadetler, ameli sâlicler, Cenâb-ı Hak bir temessül ettirdi, ben sana arkadaş olarak geldim der. Mü’min de, mü’min de sevinir. Sonra ona iki tane pencere açılır. Biri Cennet’ten pencere, diğeri Cehennem’den bir pencere. Ona der ki, sen dünyadayken Cennet’i tercih ettin denir. Fâsık bir insan ölür. Ona da kokulu, pis bir sulet teşhîb eder.
Ölü der ki, ben de bu zor zamanımda der. Bir de sen dersen sen kimsin der. O da der ki, ben senin dünyada yaptığın kötü amellerim. Allah bir sulet şeklinde sana gönderdi der. Ona da iki tane pencere açılır. Bir Cennet’ten bir Cehennem’den. O da der ki, sen dünyada yaptığın kötü amellerin, Allah bir sulet şeklinde sana gönderdi der.
Ona da iki tane pencere açılır. Bir Cennet’ten bir Cehennem’den. Ona da der ki, sen dünyadayken Cehennem’i tercih ettin. Fakat kurtuluşta yok, bitiyor. Son nefesten sonra bitiyor. Yine Cenâb-ı Hak Fâtır Sûresinde Cehennem’den bir manzara bildiriyor. Orada kişi diyor ki, yâ Rabbi diyor, ben çok pişman oldum. Beni yine gönder dünyaya.
Ben o kötü amellerim yanında amelân-ı sâlâ, sâlih amelleri işleyeyim. Onun için Cenâb-ı Hak iki tane soru sorar. Bir, dünyada sana düşünecek kadar bir ömür vermedik mi? Yani geliş niye, gidiş niye, bu akış nereye? İkincisi, bir peygamber, bir ihşâ edilecek kişi gelmedi mi?
Evet, ikisi de oldu. Yâ Rabbi diyecekler. O zaman Cenâb-ı Hak, azâbımı çekin, buyuruyor. Velhâsıl bir imtihan dünyası içindeyiz. Burada en mühim Rasûlullah Efendimiz’i benzeyebilmek, Efendimiz buyuruyor, bir yağmur damlası olabilmek. Yine Efendimiz buyuruyor, kardeşlerimi çok özledim diyor. Sahâbî diyor ki, Ya Rasûlullah senin kardeşin, biz değil mi? Yok diyor. Siz benim sahâbimsiniz. Kardeşlerimi ben görmeyeceğim. Onları ben kıyamet günü bir havz kalırında bekleyeceğim. Onlar gelecekler, ben onları orada karşılayacağım. Diyor ki sahâbî, Ya Rasûlullah, o kadar kalabalığın içinde, ümmetin içinde, sana bu kardeş olanları nasıl tanıyacaksın? Nasıl, diyor Efendimiz, bir siyah at sürüsü üzerinde, anınları, ayakları beyaz olanları hemen tanır. Ben de onları öyle tanıyacağım. Yine onlar içinde, benim cemaatim içinde bir grup daha gelecek. Denecek ki, bunlar sünnet-i seniyye yaşamada. Onlara ben diyeceğim, siz o zaman uzak olun diyeceğim.” buyuruyor. Velhâsıl öyle bir ömrünün içindeyiz ki, mühletimiz son nefese kadar, o da ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Âyetçe buyrulan, Rasûlullah Efendimiz’in yanında olabilenler, kimler bunlar? Birincisi, İslâm’ın haysiyetinin şerefini koruyabilirler. Küffâra karşı şedîd. İslâm’dan bir tâviz vermeyenler, yaşayışıyla, hâliyle bir tâviz vermeyenler. İkincisi, ibadette dahî benzememek. Şekilde, kılık kıyafetle vs. hiçbir şeyle benzememek. Çünkü bize Cenâb-ı Hak en güzel bir karakter verdi, şahsiyet verdi. Bu karakteri muhafaza edebilirler. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, sizler yerlerinde Allâh’ın şahitlerisiniz. Siz ilımlı bir ümmet olarak yarattık. Yani Allâh’ın dinini yaşarsınız. Hayatınızın bütün muhtevâsını da yaşarsınız. Peygamber de size şahit olsun buyuruyor. Demek ki bu şekilde bir ömrümüz olacak. Fâtiha da okuyoruz. İhtina sırâtan mustakîm diyoruz. Sırâtan mustakîm nedir? Rasûlullah Efendimiz’in yolu.
Cenâb-ı Hak, sen sırâtan mustakîm üzüresin diyor Efendimiz’e. En amt-ı aleyhim diyoruz ondan sonra. Nîmet verdikleri, kimler bunlar? Peygamberler, sıddıklar, şehitler, sâlihler, onlar gibi olmamızı. Onların karakteriyle karakterimizin olmasını Rabbimiz arzu ediyor. Fakat asla bu gayr-i mâdûb, âle-i mîrattâlin, dâil-i âle-i dîkîleri benzer. Demek ki birinci madde bu, akâyit bu. Fakat bu, eğer dikkat edilmezse akâyit bozulur. Demek ki îman, lâyıkına muhabbet. Allah’a, Rasûlullah Efendimiz’e, o yolda olanlara sırâtı, bu süstakîm ucura olanlara muhabbet, müstakîn-nefret, fâsıklardandır uzaklaşmak. Çünkü oradan inikâs gelir.
Demek ki birinci madde bu, akâyit maddesi. İkinci madde, rûhâni bir durum. Cenâb-ı Hak mü’minî mü’mine kardeş olduğunu bildiriyor. Rûhama birbirlerine merhametli çok. Mü’min, mü’min karşısında merhametli olacak. Bende var, onda yok. Demek ki Allah onu bana zimmetli kıldı. Ben onun boşluğunu telâfî edeceğim. Ben dünyada bir şey yapmam, bir şey yapmam, bir şey yapmam, bir şey yapmam.
Ben dünyadayken ona yardım edeceğim, onun duâsını alacağım. Cenâb-ı Hak da bana onun mükâfâdını âhirette verecek. Ben, hastaya bu dünyada yardımcı olacağım, onun şifâsını gayret edeceğim. Âhirette onun duâsına nâil olacağım. Velhâsıl, dünyadayken âcizlerin duâsını alabilmek.
Musa, lîsselâm, yâ Rabbi dedi, ben seni nerede bulayım dedi. Cenâb-ı Hak Musa dedi, Sen beni kalbi kırıkların yanında ara buyurdu. Velhâsıl bu mü’minî mü’mine karşı vazifesi. Ondan sonra gelen ibadet geliyor. Sen onları rükû ederken ve secde ederken görürsün, buyuruyor Cenâb-ı Hak. Demek ki büyük mü’minin namazı çok ayrı bir güzellik olacak.
فَوَيْلُنْ لِلْمُسَلِّمُ Yazıklar olsun o namaz kılana buyuruyor. Demek ki gerçek namaz istiyor. قَدْ اَفْلَٰلْ مُمْنِينَ Müm’inler felâf buldu. Onlarki namazlarını huşû ile kılarlar. Yani zâhirle beraber, bâtında da kalp Cenâb-ı Hak’a beraber olacak. Secde et ve yaklaş, buyruluyor. Demek ki bu çok mühim namaz. İbrahim aleyhisselâm bilâ, ilk başta namaza dua ediyor.
Yâ Rabbi diyor, benim namazı huşû ile, yüksek bir takvâ ile kılanlardan eyle, buyruluyor. Beni ve zürriyetimi. Onun için en mühim zürriyetimiz. Cenâb-ı Hak zürriyetimizi, evlâtlarını bir emânet olarak veriyor. Ve bu emânetle bir imtihan için değiliz evlâtlarımızla. Onlar bize ya sadaka-i câriye olacak, Allah korunuyor, veyahut da seyyî-i câriye olacak. Dünyada ölümler oluyor, vefatlar oluyor.
Anne ölüyor, baba ölüyor, evlât ölüyor, vs. oluyor. Bir hüzün kaplıyor. Fakat bu hüzün geçici bir hüzün. Yavaşça o hüzün azalıyor. Fakat esas hüzün, öbür tarafta olacak, kıyamette olacak. Cenâb-ı Hak, o cennetliklere, baba, oğul, kardeş, hepsi beraberler. سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبِّ الرَّحِيمِ Buyurun cennette diyecekler. Bir selâmla karşılaşacaklar.
Fakat ana ayrı, baba ayrı, çocuk ayrı, vs. سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبِّ الرَّحِيمِ وَمْ تَازِلُوا اَلْيُّهَا لَا مِنْ مُجْرِمٍ Siz mücrimler bu tarafa, siz cehennem yolcusunuz, bu tarafa değinecek. Bu dünyadaki yakınlarımız da en zor ayrılık orada olacak. Biri cennete, biri cehenneme. Hüznünüzü bir düşünmek lâzım. Onun için evlâtlarımız emanettir. Akrabalarımız bir emanette ilk başta oradan tebliğe başlıyor. اَمْلِ الْبِلْمَعْرُفُ نَيْ أَلْمُ مِنْ كَالْةِ Namaz çok mühim. İbn-i Mektûm var, bu âmâ idi. Sonra Efendimiz’in müezzin oldu. Sonra çok yüksek bir sahâbî oldu bu. Âmâ idi. Yâ Rasûlâllah! Benim evim uzak dedi. Ben dedi, namazı evde kılsam olur mu dedi.
Efendimiz şöyle bir durdu. Buyurdu ki, sen dedi, hayyâle-sallâhî, hayyâle-felâhî duyuyor musun dedi. Duyuyorum yâ Rasûlâllah! O zaman dedi, ne pahasına olursa olsun, muhakkak cemaate devam et, buyurdu. Bu âmâya verilen Efendimiz’e evir. Efendimiz zaten mescide girdi ama şöyle bakardı. Kimler var, kimler yok. Eğer seyyatteyse dua ederdi. Hastaysa şifa dilerdi. Eğer mazerete gelmemişse, onu ağır şekilde îkaz ederdi Efendimiz. Onun için namazlarımız çok mühim. Allah hepimize namazı çok sevdirsin. Namazı huşû ile kılmayı nasîb eylesin. Namazı cemaatle kılmayı nasîb eylesin.
Çünkü rahmet, cemaatin üzerindir. Ondan sonra yine âyet, Rasûlullah’ın yanında bulunan kalbi hayata geçiyor. Onlar Cenâb-ı Hak’tan ne dilerler? Dualarında ne vardır onlara? Onlar, fazilet ve Allah rızâsını isterler. Demek ki daima Cenâb-ı Hak’tan biz, لَا هَوْبُونَ عَلَيْهُمْ وَلَا هُمْ يَحْشَنُونَ Onlar korkmayacaklar, onları korkmayacaklar.
Cenâb-ı Hak’tan bir faziletli bir mü’min olmak, hayatın bütün muhtevâsına İslâm’ı yaşabilmek. Ve Allah rızâsı, daima ev hayatında, aile hayatında, iş hayatında, ben Allah rızâsında mıyım değil miyim? Allah rızâsını dilerler. Bu şekilde bir muhtevâlı Efendimiz’in yanında bulunanlar.
Bunlarda ne alâmet vardır? مِنْ اَسَرِ السُّجُودِ Bunlarda secde alâmet vardır. Bir nurâniyet vardır, bir güzellik vardır, bir huzur hâli vardır. Bunlar Efendimiz’in yanında bulunanlar. Tevrattaki tasvir bu şekilde. İncil’deyse, onu da Cenâb-ı Hak bildiriyor, bir bahçıvan, bir tohum ekler.
Tohumdan filiz çıkar, filiz kalınlaşır, gövde olur, ağaç olur. Bu, kufârı, kâfirleri öfkelendirir. Yani müslümanların ilerlemesi, tarakki ise, müslümanların İslâm’ı yaşaması öfkelendirir kâfiri. Onun için bugün de bunu görüyoruz, ne diyorlar? İslâm fobi diyorlar. Korku diyor, esasen kâfirleri öfkelendiriyorlar.
İslâm’ın rahmettir, güzelliktir, huzur hâledir. Dünyada da huzur, âhirette de huzur. Hiçbir asıl saate baktığımız zaman Efendimiz’in evrinde hiçbir psikolojik bir rahatsızlık geçen bir insan var mı? Yok. Bir ekonomik vs. bir enfilasör, patlama vs. var mı? Yok. Hep Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti tecellî hâlinde.
Demek ki bütün mü’min bir gayret içinde. Ben nasıl mü’minim? Bir muhasebe hâlinde. Acaba Allah benden râzı mı? Rasûlullah benden râzı mı? Kıyamet gününde ben Allah Rasûlü’ne beraber olabilecek miyim? Allah Rasûlü’nün sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’de mânevî hayatın lezzetine, bütün ashâb-ı kirâmın gâyesi, ben acaba kıyamette de Allah Rasûlü’ne beraber olabilecek miyim? Bu endişe başladı. Demek ki bir mü’minin en büyük endişesi bu olması lâzım. Dünya endişesi, bir tarafa bırakacak âhiret endişesi. Onun için bir mü’min hen kendisine işgâh edecek, bir mü’min en büyük endişesi bu olması lâzım. Onun için bir mü’min hen kendisine işgâh edecek, donatacak, hem de şu evlâtlarından, akrabalarından başlayarak, memleketin devrin akışından kendisini mes’ûl edecek. Zorluklardan sonra rahatlık gelir, huzur gelir. Onun için bu dünyada şerîat yaşanacak. Kur’ân-ı Sûresi’ne muhtâzımızda bir hayatımız olacak. Onun neticesinde de bitmeyen bir saâdet olacak. Bunun için ne olacak?
فَيذَا فَرَوْتِ فَنْصَبْ بَيْلَا رَبِّكَ فَرْغَبْ Bir hayırlı amel, bir amelen sâlihâ işleyeceğiz. Arkadan boş yok, ikinci bir ameli sâlihâye doğru istikâmetleneceğiz. Ashâb-ı kirâm, bir gölgenin, bir gövdeye olan sadâkati gibi. Yani gölge bir taraftan, vücut bir taraftan gitmez.
Ashâb-ı kirâmın üstün vasfı buydu. Bir gölgenin vücuda bir sadâkati gidiyor, Efendimiz’e bağlık vardı. Efendimiz’e derin bir tefekkür başladı. Bir insanın yok kadar bir sudan gelmesi, bir ağacın, koca bir ağacın, yok kadar bir çekirdekten meydana gelmesi,
bir kuşun ufacık bir yumurtadan gelmesi. Ashâb-ı kirâm derin bir tefekkür başladı. Onun için bir takvâ hayatı başladı. Oburluk, dünya ihtilâsı, israf vs. cimrilik ömrünü tüketti. Yarın bu hayatın bir kabir olacağı idrâki içinde yaşandı.
Efendimiz’in yanındakiler bu şekilde. Efendimiz bir âyet indiği zaman, o âyeti Ashâb-ı Sufâyâ, Ashâb-ı kirâmı kendisi yaşardı, yaşatırdı. O infak âyetleri, Allah için verebilme âyeti indiği zaman, hiçbir şey olmayanlar bile ormanlara gittiler, odun kestiler, Mekke çağrısı sattılar, Allah Rasûlü önüne koydular.
Bu Efendimiz’e benzeyebilmek. Daha misaller sonsuz. Efendimiz’in sahâbî bütün sünnetleri ifâ ediyordu. Hattâ bu teheccüd âyetleri, makâma Mahmûdâ’a erebilme, hüküslik bir makâmı erebilme âyeti indiği zaman,
Efendimiz gece yarısı Medîne sokaklarında dolaştı. Acaba ümmetim uyanık mı değil mi? Hattâ oradan Kur’ân sesleri, zikirler, bir sese duyunca bir huzur içinde döndü. Bizden de Cenâb-ı Hak onu istiyor, bir seher hayatı istiyor. Bu seher hayatı eksile eti, ihmâle geliyor.
Çok uzun seferlerden gelirdi, gazvelerden gelirdi Efendimiz. Tâkkati kalmazdı. Bak, çok yorgun olduğun zamanlar bile kalkardı, oturduğu yerde teheccüdü kılardı. Velhâsıl seherler çok mühim. İnsanın cismâni gelişimi için gıdalara ihtiyaç var.
Cenâb-ı Hak o bütün gıdaları veriyor, insana bedenî gelişmesi için. Fakat aynen bunun gibi rûhî inkişâb için de mânevî gıdalara ihtiyaç var. Rûhun gıda alabileceği en bereketli, en mühim zaman da seherler oluyor, teheccüd vakitleri olmuş oluyor. Cenâb-ı Hak buyuruyor, sabah ve akşam Rabbimiz’e, Allah’ın teheccüdünü verir.
Yani hayatın her safhasında Rabbini zikret. Hiçbir zaman Rabbini unutma. Yine Cenâb-ı Hak âyette, gecenin bir kısmında O’na secde et, buyuruyor. Gecenin uzun bölümünde de O’nu tesbih et. Demek ki bir, gecenin karanlığında bir mü’min o hâlde olacak, bir teheccüd olacak, bir viltleri olacak, bir teheccüd olacak, bir teheccüd olacak. Hâl de olacak, bir teheccüd olacak, bir viltleri olacak, istiğfar olacak. Allah’ı sevmenin alâmeti, Allah’ı zikretmeyi sevmektir. Bir insan, neyi seviyorsa onu çok zikreder, ondan çok bahseder. Demek ki Allah’ı zikreden, Rasûlullah’ı zikreden de Allah ve Rasûluluk’unu unutmayacak, tâbî olacak.
Yine Cenâb-ı Hak, ârâf suresi 205. âyetinde, Rabbini kendi içinde, kalbinde yalvararak ve ürpererek yüksek olmayan bir sesle, gece gündüz zikret ve gâfirlerden olma, buyuruyor. Demek ki zikretmeyince insan, gâfirlerden oluyor. Zikir neticesi şudur. Her gördüğün şey, Cenâb-ı Hakk’ındır. Her gördüğün şey, Cenâb-ı Hakk’a atılacaksın.
Suyu içerken Cenâb-ı Hakk’a atılacaksın. Hep âyetler bize istikâmet verir. Vakıa suresinde Cenâb-ı Hak, biz onu gökten, semâdan tuzlu olarak indirsek, ne yapardınız? buyuruyor. Hep Allâh’ın nîmeti. İlkbaharda ayrı sebzeler, ayrı meyveler. Şu güle bakarken düşünce Allah bunu bizim için veriyor.
Gıdalar öyle. Her mevzum ayrı. Kışın karpuzu vermiyor. Karpuzu yazın veriyor Cenâb-ı Hak. Hep ihtiyacımız var ve Cenâb-ı Hak hep bir ikram hâlinde. Onun için en mühim, şükür. Cenâb-ı Hak insan suresinde, isterse şükret, isterse nankör ol, buyuruyor. Yani o zaman şükür nedir? Her an Allâh’ın sana ihsan ettiklerine karşı,
Cenâb-ı Hakk’a zikir, teşekkür ediyor. Aman yâ Rabbi! Subhânâ Allâh! Elhamdülillâh! Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak. Gecenin en feyizli olan anları, seherlerde namazdır. Efendimiz’in mesela o çok zor zamanları var. Meselâ bir Tebük sefiri vardı. Medîde’den kalkıyor sahâbî, ta bin kilometre gidiyor. Tekrar bin kilometre de dönecek. Yaya gidecek, deveyle gidecek, atla gidecek.
O zaman da daha Efendimiz bu tevcüd namazlarını terk etmiyor. Çünkü Cenâb-ı Hak makamın Mahmûd’a, en yüksek makama erişini belirliyor. İstifarda bulunmak, zikretmek, Kur’ân okumak, dua etmek, Efendimiz’in hiç terk etmediği husûsiyetlerde. Hak dostları buyur ki, virdi olmayanın vâri de olmaz. Yani düzenli bir şekilde, zikirden nasîb olmayanın, gönlünde ilâhî fuyuzat, sunuhat, tûlâat olmaz buyruluyor. Âişe Vâlidemiz’e naklediyor. Efendimiz’in ayaklaşıncaya kadar tevcud namazı kılardı. Ey Allâh’ın nasûli diyor! Allah geçmiş gelecek her sene affetti. Hâtan’ın bağışladı. Niçin böyle bu kadar kendinizi yıpratıyorsunuz? Efendimiz buyuruyor ki, çok şükreden bir kul olmayayım mı? Çünkü Cenâb-ı Hak âyet, ister şükret, ister nankör ol buyuruyor. Velhâsıl geceleri, Rasûlullah Efendimiz’in seher vakitinde benzemek, bizim için çok mühim. Efendimiz buyuruyor, اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ Kişi sevdiğiyle beraberdir. İnsan sevdiğini taklit eder. Biz ne kadar Efendimiz’i taklit edebiliyoruz? Yine Efendimiz buyuruyor, evet diyor, Rabbinin kulu en yakın olduğu zaman, gecenin son kısmının ortasıdır. Yani seher vakitleri olmuş oluyor. Eğer o saatte Allâh’ı zikreden kimselerden olmaya gücün yeterse, o saatlerde bol bol Allâh’ı zikret, buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. Yine âyette buyruluyor, Şuarâ Sûresi. Ey Rasûlüm! Allah, gece namazına kalktığın vakit, senin ve secde edenler arasından dolaştığını görüyor. Onun için Efendimiz, bu Kâsı Beyzâvî’nin buyurduğu, o beş vakit farz olduktan sonra,
Efendimiz yine gece vakitleri dolaştı. Gece vakitleri ümmetin hâli nasıl? Efendimiz buyuruyor ki, bana diyor, ümmetlerin hâli diyor, arz olunur diyor. Kabrimde diyor. Onun diyor, güzel hâlleri görünce ben ona mesrur oluyorum, sevinirim diyor. Uygun olmayan hâlleri görünce onun için istiğfar ederim, buyuruyor. Demek ki bizim seherleri ihya etmemizle Rasûlullah Efendimiz memnun edecek.
Yine Efendimiz buyuruyor, dirilme günü. Bağsüb-Bâd el-Meft dirilme günü çok zor bir gündür. Ter boğacak. O gün ferahlamak için şimdiden oruç tut, buyruluyor. Maalesef Ramazan’da bu farzdır. Ramazan’dan sonra da gücü kuvveti kadar kardeşlerimizin. Ondan sonra Şuarâ Sûresi çok mühim. Yalnızlığı için, dehşet bir gurbet hayatı kabir hayatı. Yalnızlığı için, gece karanlığında tevcud namazı kıl. Herkes uyurken uyanık olabilme. Cenâb-ı Hakk’ın rahmet iklimine girebilme. Muhabbet ve mârifet meclisinde tâil olan müstesna okullardan olabilme. Yine Efendimiz buyuruyor, aman diyor gece kalkmayı, gayret edin çünkü o sizden önceki sâdîk kimselerin âdetidir, buyuruyor.
Allah’a yakınlık vesîlesidir. Bu gece kalkmak, günahlardan alıkoyar diyor. Çünkü gıda alıyor, mânevî gıda alıyor. Bu nefsânî arzular karşı bir emniyet olacak. Hataları kefâret olur, buyuruyor Efendimiz. Bedenden dertleri gidilir, buyuruyor. Farzlardan sonra en fazlalık, namazda gece kılınan gece namazı, tevcud namazı buyuruyor.
Yine Efendimiz buyuruyor ki, gecenin öyle bir ânı vardır ki, o ânı yakalayıp da Allah’la hayırlı bir şey dileyen müslümana, Allah ne dilersin verir. Fakat o hangi ân? Onu Efendimiz bildiriyor. O seherlerde olan bir ân.
Efendimiz buyuruyor ki, eğer kişi diyor, geceleyin, uyanıp hanımını kaldırırsa yahut hanımın kaykında o da beynini kaldırırsa, hattâ yüzüne bir su serpip onu uyandırırsa, Allah o âliyeye rahmet etsin, buyuruyor. O zevceye, o zevceye rahmet etsin, buyuruyor. Burada ne görüyoruz? Zevci-sevciye karı-kocanın ikisinin de bir takvâ hayatı olmasın.
İkisinin de bir takvâ hayatında destek olmaları. İkisi de samimiyette, onların samimi olmasa kızar. Neye kaldırır, benden ne istiyorsun, sen kılarsan kıl der. Fakat takvâ hayatı olursa, ona bir teşekkür edâsı içinde kalkar. Yine Efendimiz buyuruyor ki, bana Cebrâil geldi, mü’min şerefi değeri tevcud namazındadır, buyurdu. Yine Cenâb-ı Hak İstrah Sûresi’nde, gecenin bir kısmında sadece sana mahsus bir fazlalık olmak üzere tevcüde kalk, buyuruyor.
Kur’ân, namaz ve zikirle meşgul olur. Umudun ki Rabbin senin makamını Mahmud’a eriştirir. En yüksek makamı eriştirir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri tevcud namazını çok kıymetli tut. Şefaat makamı olan makamı Mahmud’dan nasip almak isteyenler, tevcud namazını hiç kaçırmazlar.
Velhâsıl mü’min, seherleri ihya ederek rûhî bir kuvvet kazanacak ki, gündüz karşılandığı nefsânî, şeytânî arzulara karşı mukâhmetli olacak. Günahlardan sakınma hassâsiyeti geçirecek ki, seher vakitinde kalkıp Rabbinin huzûzunda durabilirsin.
Hasan Basrî Hazretleri diyor ki, dedikodu da zevk alıyorsan diyor, ananın babanın dedikodu et diyor. Hiç o sevaplarına ananın babana gitsin diyor. Dedikodu da ne var? Dedikodu şu var, kişiyi dedikodu edin kendini üstün görüyorsun. Bak şu, şu, şu, bunları, bunları yaptı. Yani bu yapıyan, bu bende yok demektir o. Onun için Hucurât Sûresi’nden Cenâb-ı Hak, ölü eti yemekse giran gelmez, iğren gelmez mi buyuruyor.
Gıybet ettiğin kişi seni duymuyor. Nasıl ölü duymaz? O da duymuyor. Ölü eti yemekse giran gelmez mi buyuruyor Cenâb-ı Hak. Velhâsıl mü’min, Güneş batınca ayın doğması, geceyle günün sürekli vardiye değişmesi gibi, geceden gündüze, gündüzden gece mânevî iznindelikle girmeye gayret edecek. Onun için seherden ihya edecek, o seherin gücüyle gündüze girecek, kendi dedikodudan, boş laflardan, mânevî den koruyacak. Onun o şekilde gündüz geceye hazırlanacak, o rûhânî seherlerde kalkacak. Bir adam geldi, İbrahim Ethem Hazretleri’ne dedi ki, Ben gece kalkamıyorum dedi, bana bir çare öğret dedi. İbrahim Ethem Hazretleri ona şu cevap verdi, Gündüz den Allah’a isyan etmeyelim dedi, dedikodudan, boş şeylerden uzak kaldık ki, o senin huzurunda bulundursun.
Yeni gecelerin onun huzurunda bulunmak en güzel bir şereftir. Günahkârlar bu şerefi bilmezler. Bütün peygamberler, Hak dostları hep seherlerde uyanık geçerler. Meselâ bakın, kümesi olanlar horoz başlar seher vaktinde. Sanki horozu Cenâb-ı Hak bir çalar saat olarak gönderdi. Çiçekler, yeşil bahşiş, güzel bir koku verir.
Hak dostları buyuruyor ki, üç türlü insanı Allâh’a göreceği müjdelemiştir. Bunların biri, samî ve saf kalpler, temiz kalpler. Yani o kalplerde nefsâliyet kalmamış. O kalplerde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatları tecellî etmiş. Rahmet insanı olmuş. İkincisi, gecenin karanlığında güneşi bulanlar.
Gecenin karanlığında güneşi, yani o teheccüd-i seher vakti bir rûhâniyetle bürünenler. O ceserleri ihya edenler. Üçüncüsü, ölüm ötesini ömür boyu hiç unutmayanlar. Her amelinin hesabını vereceğini hiç unutmayanlar. Havf ve reca arasında yaşayanlar. Onun için en mühim biri de, helâl gıda çok mühim. Helâl gıdayı dikkat etmek lâzım. Çok.
Bir hak geçmesin. Bir hayvanımız, birisinin bahçesi yine onun otunu yersin, orada bile büyük hak geçiyor. Onun için bu, helâl gıda çok mühim. Onun için helâl gıdanın zekâtı verilecek. Haram gıdanın zaten zekâtı yok. Meyhânecinin bir zekâtı yok. Helâl kadancının zekâtı var. Hatta o zekâtı biraz da fazla vermek lâzım.
Zekât en askeri ölçüdür. İnfak etmek lâzım. Cenâb-ı Hakk’a, ye uzun sadakat, sadaka da ben alırım, buyuruyor. İhyâda buyuruyor Hadîs-i Şerîf’de, sadaka başlarında mecazî, Allah’ın eline geçer, Allah’ın elinden verilen kimsenin eline geçer. Demek şahsiyet üzerine bir mühim şey, iki şey çok mühim. Birincisi, helâl gıda. Bâdîn’den Şerîfe Bende Hazretleri bununla çok dururdu. İkincisi de,
beraberinde bulunan insan, beraberinde bulunan insan eğer sâlih bir insansa, o seni sâlâ götürür. Yok eğer fâsık bir insansa seni fıskâ götürür. Boş yerlere meşgul eder seni. Uluyan’ın rûhunu karartır. Mevlânâ diyor ki, bir seher diyor, benden bir tûlât, bir sunât olmadı diyor. Bir hikmet doğmadı kalbimden diyor, kalbim diyor. Anladın mı?
O gece diyor, şüpheli bir lokma mideme girmiş diyor. Onun için Mevlânâ diyor ki, tene aşırı beşleyip gelişme bakma. Çünkü o sonunda toplar verecek bir kurbandır bedenin. Sen gönlünü beslemeye bak. Kalp hayatını beslemeye bak. Yücelere gidecek, şeriflenecek ancak O’dur. Cenâb-ı Hakk’a yaklaşacak O’dur. Gecelerde ne var seherlerde?
Gecelerde, Estâf-ı Lûlâh’il-Azîm var. Cenâb-ı Hakk’ı bir bildik, bilmedik, unuttuk. Birçok gaflete geldik. Hatalarımızda istiğfar var. Yani burada, Estâf-ı Lûlâh’il-Azîm, şânı çok yüce olan Allâh’tan bağışlamamı diliyorum. Estâf-ı Lûlâh’il-Azîm budur. Yani Cenâb-ı Hakk’ın af denemenin maklumudur.
En feyizli zamanı seherlerdir ki Cenâb-ı Hakk’ın vel-müstafirine bil-essar buyuruyor, seherlerde istiğfar ederler buyuruyor. Ne kadar istiğfara ihtiyacımız var, hatalarımız var. Boş geçen lâbâli zamanları var, onlar da istiğfara ihtiyaç var. Cenâb-ı Hak vel-asrı buyuruyor, zamanın boş geçmesini istemiyor.
اِنَّا الْاِنْسَانَ رَفِحُوْسُ اِنْسَانَ حِجْسَانَ ضَلَلْدَهُواْ ضَلَلْدَهُواْ buyuruyor. Efendimiz buyuruyor, bir diyor, günah işini dedikodaya ettin, bir şey yaptın, bir haksızlık yaptın, kalbine siyah bir nokta vurulur. Şayet onu eğer hemen terk edersen, helâleşirsen, istiğfara sarılsan o, tövbeye yönelir.
Böyle yapmazsan o tekrar günahlara döner, siyah noktalara artar vs. Onun için Efendimiz buyuruyor ki, dünyadaki rezil olmaktan, âhirette rezil olmak beterdir buyuruyor. Onun için diyor, helâlleşin buyuruyor. Fakat neler geçti, unuttuk çoğunu, geçti gitti. Onun için, üzerimizde hakkı olanlar için dua etmek lâzım. Üzerimizde hakkı olan için, onlar için sadaka vermemiz lâzım.
Çünkü kıyamette karşı karşıya geleceğiz. Bir kimse, dilinden izle, fare düşürmezse, Allah Teâlâ ona her dağlıktan bir çıkış yolu verir. Her üzülden bir kurtuluş yolu gösterir. Ona ummadığı yerden bir rızık gelir buyuruyor Efendimiz. Yine âyet de buyruluyor. En fazlalık, 30. âyet. Sen aralarında bulunduğun zaman, Allah ona umum bir azap indirecek değildir. Mekke Devri’nde büyük bir zulüm vardı, 13 sene. Fakat Efendimiz onun içindeki olduğu için, o Mekke’nin müşriklere kâfirlere bir azap inmedi. Fakat Efendimiz Medîne-i Müric’e hicret ettiği zaman, azap inmeye başladı. Semâî’yi beyaz görüyorlardı, gözleri neredeyse göremez hâle gelmişti. İkinci eman, kurtuluş. Onlar arasından acıdıktan sonra, seherlerinde istiğfar-ı kıyamete ve ümmetime bırakıyorum bu. Demek ki bu kadar mühim. Kul devamlı gelip giderken, yolda, esnafı, lâzım, esnafı, sıf seherlerde değil, daima hatalarına, ihmallerine düşünecek devamlı istiğfar hâlinde olacak. Yine Efendimiz buyuruyor, Rabbimiz her gece dünyanın semâsına tecellî eder. Bu mânevî. Tövbe eden yok mu? Onun tövbesini kabul edeyim.
İsteyen yok mu? Onun istediğini vereyim. İstifâ eden yok mu? Onun bağışlayayım. Günahlardan vazgeçmek, istifâ, bunun dört tane şartı var. İstâf-ı lâzım demek kâfidi, bir de bu mânevî tarafa. Birincisi, o günahlardan vazgeçmek. Dedikodu yönü dedikodu vazgeçmek. Lâb-ı âle-i hâllîmân, ondan vazgeçmek. Üzerinde hayvan hakkı varsa, eğer hayvanın bir kamçı fazla vurmuşsan, o da kıyamet günü dirilecek. Bir tarlaya yakmışsan, oraya karıncalar yanmışsan, o karıncalarda dirilecek kıyamet günü. Velhâsıl birinci şart, günahlardan vazgeçmek. İkinci şart, pişmanlık. Üçüncüsü şart, bir daha o günahlara dönmemek. Amelî sâlihler göstererek telâfî gayret içinde olabilmek.
İkinci durum, lâ ilâhe illâllâh, melekûl hakkûn bin. Efendimiz, kelimeyi tevhid getirerek, îmânınıza yenileyin, tecrîd edin buyruluyor. Lâ ilâhe. Allah’tan başka her şeyi bir tarafa atıyorsun. İllâllâh, ancak Cenâb-ı Hak’la beraber olmak. Güncü de bunun tatbikâti lâzım. Lâ ilâhe. Bütün nefsânî hayatları bertaraf edeceksin.
İllâllâh, Cenâb-ı Hak’la beraber… Bu seherlerde ki, lâ ilâllâh, melekûl hakkûn bin, günümüzde bunun tatbikâti olacak. Ondan, selevâtı-i şerîfe seherlerde. Efendimiz, bana selevâtı getirir mi? Ben icâbet ederim, cevap veririm buyruluyor. Cuma günleri doğrudan doğruya gelir buyruluyor. Selevâtı-i şerîf, bir yakınlığı ifade eder.
Demek ki selevâtı-i şerîf, insanın sevdiğini çok katırlar, onu unutmaz. Demek ki bir mü’min de seherlerde, selevâtı getirecek ama seherlerinin dışında da daima selevâtı-i şerîfe getirecek, Rasûlullah Efendimiz’i de düşünecek, onunla beraber olmanın Cenâb-ı Hak’la bir ilticâzı hâlinde olacak. Cenâb-ı Hak bunu şüpheyle, Allah ve melekler, Peygamber’e selât eder diyor. Allah selât ediyor, melekler selât eder, melekler selât eder.
Siz de selât edin ey mü’minler, tam bir teslîmiyetle selâm verin.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yani seven sevdiğini daima yâd eder. Ne derse bu selevâtı-i şerîfinin ecirleri var çok. Duaların kabul olmasına vesîle. Rasûlullah Efendimiz bir kişi gördü. Namazdan sonra Allah’a hamdetmeden, Efendimiz’e selevâtı-i şerîfi getirmeden dua eden bir kişi gördü.
Namazdan sonra Allah’a hamdetmeden, Efendimiz’e selevâtı-i şerîfi getirmeden dua eden bir kişi gördü. Bunun üzerine Efendimiz’e bu adam dedi, acele etti dedi. Biriniz dua edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamdü senâ etsin, elhamdülillâhü ve billâhi ve sellem’i indesin, sonra bana selâtı selâm getirsin, buyuruyor. Duanlığı kabulünün bir şartı da bu. Yani dualara selevâtı-i şerîfi başlamak, selevâtı-i şerîfiyle bitirebilmek.
Yine Efendimiz buyuruyor, bir topluluk, bir meclise oturur. Orada Allah Teâlâ’na zikretmez. Peygamberine salât getirmezse bu işi büyük bir noksanlıktır. Kendisi acı bir hasret ve nedâmet sebebidir. Yine Efendimiz Kâbin-i Ücre anlatıyor. Bir gün mümbere yaklaştı. Birinci basar vansiyle amin, ikinci basar amin, üçüncü basar amin dedi. Sahâbî-i Yâ Rasûlullah! Bir muhatap yok. Kimin üzerine bir amin dediniz? Birincisi, anne-babası ihtiyarlar. Ona bakmaz. Cenâb-ı Hakk’a, Kavlen Kerîmâ buyuruyor. İkramkâr konuşuyor. O rahmetleriniz okusun dedi. Nasıl o ufakken çocuk ya, ona anne-babaya baktı, büyüttü vs. mekverdi. Yaşlandığında aynısını evlâdı babasına yapacak, annesine yapacak. Sıçakalın hâlâ üffin buyuruyor âyette. Üff deme buyuruyor. Kavlen Kerîmâ buyuruyor.
Ona diyor, hoşuna gidecek, ikramkâr sözü söyle diyor. İkinci basamakta yine amin dedi. Cebrâl dedi ki, yâ Rasûlullah! Senin ismin geçer, Salavâs-ı Şerîf’e getirmez. Hâlbuki en büyük nîmet o, asıl o ümmet olmak. Onun şefaatine sığınacağız. Üçüncüsü Ramazan’da Şerîf gelir, o da gelişi güzel geçer, o da rahmetini uzaklıyorsun. Velhâsıl yine, seven sevdiğinin sevgisi nisbette taklit eder.
Seven sevdiğini taklit eder. Onun gönlünden çıkardığında, dilinden düşürmez. Efendimiz ile böyle bir kalbi, irtibat, en mühim alâmeti, onu bol bol Salavâs-ı Şerîf’e getiriyor. Ondan sonra havanın loş karanında seyahatlerde tefekkür var. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, bütün nezettir, kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın buyuruyor. Bütün irtibatlar gibi gidiyor, gırbete çıkıyorsun. Evlât, çocuk, çocuk, muhâllum yok.
Tarla, mağarra, hepsi bitiyor. Âyette, emmî başından geçecek yerinde, Kaf Sûresi’nde, ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, «Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir. Ne kadar kaçacaksın?» Sonra üfürülür, bu da geleceği vâdilen bir gündür. Ne kaçacak yer var, ne mekân var.
Ondan sonra letaifler var. Bunları nasıl yediğimiz gıdalar, muhtelif fakültelerden geçiyorsa, bu şekilde mânevî olan fakülteleri de, buna bir letaifle öncelendirmek, zikirle müzeyyen hâle gelmesi. Bu beş letaifi canlı olarak tutabiliyor. Bu da seherlerde zikrin devamıyla oluyor. Ondan sonra murâkabeler, Cenâb-ı Hakk’ın büyük kuvvet yakınlık başlayacak. Cenâb-ı Hakk’ın okulluğunun kalbinde rahmetli, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlisi ve tecellî edecek. O zaman işte kıyamete korkmayacak, üzülmeyecek. Velhâsıl bu seherler çok mühim kardeşler. Cenâb-ı Hak buyuruyor, «Sen öğüt ver!» diyor. Vâz ve nasihatte bulun! Çünkü nasihat ve hatırlarımı mü’minlere fayda verir.» buyuruyor.
Bu nasihatlerin en bereketi zemminde tasafî sohbetlerdir. Sahâbî ve sohbet, kelime aynı kökten geliyor. Sahâbî, Efendimiz’in sohbetinde bulduğun için onlara sahâbî denildi. Sohbet nedir? Bir enerjidir. Nasıl bir atom infilak ettiriyor, bir radyoson veriyor. Işınlar veriyor. O buçuk yerlerde faydalı zarar kullanılıyor. Birçok ışınlar var okuduğumuz fizikte. Alfâ, beta, gamma, mor ötesi, daha bölümlenen bir ışınlar var birçok. Kalplerinde çıkan ışınlar var. Bunun sâlih kimselerden çıkan bu ışınlara feyc, rûhâniyet deniyor. Bâtıldaki insanlardan çıkan bu ışına da gaflet deniyor. Onun Cenâb-ı Hakk’ın kûnûmâ sâdıkîn, sâdıklarla beraber olun.
Sâdıklarla beraber olun, buyuruyor. Sâdık olun buyurmuyor, dikkat edin. Sâdıklarla beraber olun. Demek ki insan, birbirisi sâdıklarla beraber oldukça sâdıklaşıyor. Kendi kendine sâdık olamıyor. Onlardan inikâs alacak. Bu, zeminlere bile işler. Tebük seferi zor bir seferdi. Haçlı seferiyle ilk başlangıcıydı.
Sahâbî bin kilometre gitti, bin kilometre dönecekti. Orada Semûd Kavmi’nin taştan oyma olan evlerine girdiler. Serin sıcakta. Efendimiz, îkâlde sakın burada su almayın dedi. Su içmeyin burada dedi. Ya Rasûlullah! Hamur yaptık dedi, dökün dedi, deverinde verin dedi. Çünkü Cenâb-ı Hak burada Semûd Kavmi’yle kahretti buyurdu. Bellâhısın, yani maddî hayatta bile bu Cenâb-ı Hakk’ın kahrettiği yerlerde bulunmak, orada dolaşmamak. Yahu onun karşı sokağından geçmek. Onun için kûn-i mâ sâdîn, sâdıklarla, sâdiklerle beraber olmak. Yani bu, kitap okumadan bir enerjiyi paylaşmaktır. Yoksa dört duvarlarında bir beraberlik değildir. Zaten o ihlâsla girilirse, insan orada, içindeki suallerin sorulma cevaplarını alır orada. İkazlarını alır o sohbette.
Onun için sohbet, Rasûlullah Efendimiz’in bir irşad metodudur. Bâti’-i Nakşibend’ler dedi ki, bizim yolumuz sohbet yoldur buyuruyor. Yine Mevlânâ Hazretleri buyuruyor ki, bak diyor, Kur’ân-ı Kerîm’de diyor, Cenâb-ı Hak’ın kevsûresini diyor, kelpten bahsediyor diyor.
Hattâ o kelp birkaç sefer geçiyor, sayı itibarıyla. Bak bu kelp diyor, sâdıklarla beraber olduğu için Kur’ân-ı Kerîm’in bir ifade kazandı. Yine Tahrim Sûresi’nde iki peygamber karısı, Nûh aleyhisselâm’ın ikinci karısı, Lût aleyhisselâm’ın karısı, Cenâb-ı Hak, kocalarının diyor, bunların sadece olması, peygamber onlara fayda vermedi diyor. Çünkü onlar fâsıklarla beraber oldular. Tabi o peygamber de ne kadar zor. Onlar cehennemlik oldu buyuruyor. İki peygamber onla mı? Onun için sohbetler çok mühim. Sohbetlere ihmal etmek kalbe kasvet verir zamanla. O enerjiden mahrum eyler. Onun için inşâallah kardeşler, sohbetlerimize bir ibadet vicdî, ibadet heyecanı ne kadar devam edersek, o kadar üzerimiz rahmeti ilâhî tecellî eder.
Bu da Efendimiz’in irşad metodudur. Cenâb-ı Hak serlerde uyanık kalmayı, sohbetlerin fetheti istifade etmeyi nasîb eylesin. Daha Kur’ân-ı Kerîm’de çok âyetler var. Bir kundan nasıl olacak bu? Allâh’a yaklaştıkça, وَجِلَةْ قُلُوبُهُمْ Allah’ın kalpleri titrer buyuruyor. Zikir, öyle bir rûhâniyet veriyor. Allah’ın âyetleri okunduğu zaman imanları artar buyuruyor.
Değişen şartlar, tevekkül ve teslîmiyet hâlinde olurlar diyor. Onlar o namazlarını ikâme ederler. Bir, kalp ve beden âhengeci gibi bir namaz kılarlar. Fahşâdan, mümkândan koracak bir namaz. Allah’ın verdikleri nîmetleri, zekât, sadaka, hayır-hasenat, bunları da infak ederler buyuruyor.
Cenâb-ı Hak, varlıkta da infak, yoklukta da infak. Varlık da varlığın hacmana göre infak, yoklukta da yokluğun durumuna göre infak. Onun için yoklukta ne kadar? Efendimiz buyuruyor, hurmayı diyor, yarımını vererek infak ediyor. Eğer bir hurman varsa, eğer çok fazla varsa, ona göre ver buyuruyor. Yine Efendimiz buyuruyor, bir dirhem diyor, yüz bin dirhemi geçti diyor. Sahâbî diyor, yâ Rasûlâllah diyor, nasıl diyor, bir dirhem, yüz bin dirhemi geçer diyor. O diyor, bir dirhem veren yokluktan verdi diyor. Yüz bin dirhem veren diyor, varlıktan verdi diyor. Orada bir dirhem, yüz bin dirhemi geçiyor. Yarmı sefere oldu. Orada üç şehid, tam böyle güneşin kızgın zamanı, su, su, su derken üçü birbirine ikram ettiler, konuşmaya tahkâtlıyordu,
işaret ettiler. Bir bardak su ortada kaldı ve üçü de şehid oldu. Orada belki bir bardak su, bir caminin ötesine bir hayra bitirdi. Velhâsıl bir mü’min cömert olacak, infak sahibi olacak. Seherlerde feyz-i rûhâniyet alacak, gündüzlüğün o şekilde girecek. Sohbetlerden ayrı feyz alacak. Bir de her an bir muhasebe hâlinde olacak. Allah Rasûlü benim evime gelse, cebâ tebessüm eder miydi? İş hayatıma gelse tebessüm eder miydi? İnfak, zekât verirken sevinerek mi verdim? Yoksa acaba malım eksildi diye üzülerek mi verdim? Sevinerek verdim. Allah Rasûlü görse memnun olur muydu? Velhâsıl Allah hepimizi, zor bir imtihanın içindeyiz. Kalp Cenâb-ı Hak’la beraber olur.
Kalp Rasûlullah’la beraber olacak. Kalp, mü’min kardeşleriyle beraber olacak. İnşâallah bu şekilde Cenâb-ı Hak bize, إِلَّا مَنْ اَطَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ Bir kalbin selîmine nasîb eder. Cenâb-ı Hak, selâmın kavmiyle ve Rabbin rahîm, cennete davet et çıkar.
İnşâallah. Lûtfuyla, kerimiyle. İzzatü aleyhi ve fâtiha.
İlk Yorumu Siz Yapın