"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mustafa Budak | 9. Bölüm

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mustafa Budak | 9. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=ZOgJQqULfyQ.

Müzik Merhaba sevgili seyirciler. Hepinize en işten, en samimi, en sıcak duygularla, mazinin, halin ve istikbalin birlikte harmanlayacağımız bir programdan
sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Tarih Söyleşilerinde misafirimiz Prof. Dr. Mustafa Budak. Hocam hoş geldiniz. Hoş bulduk, teşekkür ederim. İyisiniz inşallah. Sağ olun, teşekkür ederim, hamdolsun. Ben de çok teşekkür ediyorum icabetiniz için. Sevgili seyirciler, üzerinde yaşadığımız coğrafya, üzerinde yaşadığımız vatan, binlerce yıllık geçmişi barındırmasının yanında, nice tehlikeli günleri, nice yoklukları, nice varlıkları, nice kahramanlıkları barındıran bir coğrafya. Bu coğrafyanın ve bu vatanın tarihinde en önemli dönüm noktalarından birisi, hatta yakın tarihimizin en önemli dönüm noktası, hiç şüphesiz milli mücadele ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı.
Bu senede Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 99. yılını kutluyoruz. Bu programda da Mustafa Budak hocamızla, kendisi yakın tarihimizin önde gelen uzmanlardan birisi ve doktora çalışmaları da bu konuyla ilgilidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını ele alacağız, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk yıllarını ele alacağız ama ondan önce tabii
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını hazırlayan, gerektiren o yılları, o olayları da ana hatlarıyla hatırlamaya, hatırlatmaya çalışacağız. Evet hocam, Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı coğrafyasının, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, sonra Mondoros tarihisi derken milli mücadelenin başlangıcı. İsterseniz 1918’lerden başlayalım ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru uzanan tarihi süreci
kısaca birlikte izleyicilerimizi de hatırlayalım. Memnuniyetle. Mondoros mütarekesi resmi olarak Osmanlı Devleti’ni 4 yıl 1914’den itibaren dahil olduğu, Birinci Dünya Savaşı’na çıkaran ve Osmanlı Devleti’ni savaş dışına bırakan bir ateşkes antlaşmasıdır.
Bu ateşkes antlaşması, Mondoros ateşkes antlaşması itiraf devletinin özellikle İngilizlerin dikter ettirdiği anlaşma maddelerinden oluşmaktadır. Yani Mondoros mütarekesini İngilizlere, özellikle İngilizlere dikter edilen bir mütareke, bir ateşkes antlaşması olarak tanımak mümkündür. Tabii Mondoros mütarekesinin imzalanması Osmanlı Devleti’nin askeri açıdan savaş çişi bırakırken,
aynı zamanda bir taraftan askeri açıdan etkisi haline getirmeye çalışırken, Mondoros’un arkasından itiraf devletleri Trakya ve Anadolu’da birçok yeri vatan parçasını işgal etmeye başlamışlar. Yani işgalin de, itiraf işgalilerin de başlangıcını oluşturmaktadır. Fakat Mondoros mütarekesinin bir önemli tarafı da, çok üzerine durulmayan bir başka tarafı da,
İstanbul’da mütareke imzalandıktan sonra mütareken çok hafif imzalandığı şartları içerdiği şeklinde, İstanbul’da kamuoyunda imser bir hava oluşunca, bundan İngilizler rahatsız olmuşlardır. Ve İngiliz Dışişleri Bakanı James Balfour, İstanbul’u yüksek komiserle gönderdiği bir yazıda demiştir ki, Mondoros mütarekesini Türkler çok hafif olarak anlaşmalı bir şekilde imzalandığını ifade ediyorlar.
Bu yanlıştır. Mondoros mütarekesi, Mısır ve Nisan Müslümanlarının da panistemizm altında Osmanlı’ya güvenek yapmış olduğu faaliyetlerinden dolayı, artık Osmanlı’ya güvenilmeyeceğini anlamaları gerekir. Bunun anlatılması ve bu imajın verilmesi gerekir demektedir.
Ve ben bunu, Mondoros mütarekesi sadece biz Türklere, Osmanlı Devleti’ne imzalatılmış, imzalamakla bir mesaj verilmiş olmamakta, Mısır ve Nisan Müslümanlarına da Osmanlı Devleti’ne artık güvenilmemesi gerekir, Osmanlı Devleti’ne artık tarihe karışmıştır şeklinde siyasal psikolojik bir mesaj yaşadığını kanaatindeyim. Sadece bir devleti savaştan alıkoyan bir anlaşma değil, aslında o devlete güven bağlayan, umut bağlayan,
daha doğrusu İstanbul’a gönülden ve fikirden bağlı olan geniş bir coğrafyanın da psikolojik dumura uğratarak ki, bu sözün ettiğiniz Hindistan ve Mısır bölgesi, İngiltere’nin sömürgesi işgali altında kendilerine karşı aynı zamanda bunu bir isyan veya direnç noktası olmaktan çıkarma amacını gidiyor anlaşmalar. Evet, Mondoros’un üçüncü bir yönü de onu da ifade edelim, işgal dedik efendim söyleyim, sömürge Müslümanlarına bir mesaj olduğunu söyledik, aynı zamanda Mondoros mütarikisi bu işgallere karşı Anadolu’da yer yer bölgesel, perakende olarak direniş hareketleri de başlangıcını oluşturmaktadır. Yani kendinde oluşan bir harekettir bu.
Ondan önce bir şey soracağım hocam, Mondoros mütarikisi veya Sevr anlaşması, aslında anlaşmalar mütarikeleri bizim çok ne yazık ki veya mağlubiyetlerimiz, üzerine durup derinlemesine irdelediğimiz konular değil, sanki onlardan bir kaçış söz konusu, halbuki tarihin yaşanmış alanları ve bunları öğrenmek bizim için zaferler kadar önemli ki tekrarı olmasın. Mondoros mütarikisine bakarken bir yazılı anlaşma var, bir de yazılı anlaşmanın arkasında Osmanlı delegasyonunun güvendiği sözlü beyanlar var diye biliyorum. Yani Rauf Orbay’dı yanlış hatırlamıyorsam, ki milli mücadeleninden önemli kahramanlarından aldığı birtakım sözlü garantiler vardı ve bunları İstanbul kamuoyuyla ve saltanatla paylaşmasının da verdiği bir imsellik hali vardı.
Evet mesela bunlardan bir tanesi Yunan kuvvetlerinin işgal hareketine girişemeyeceği, İstanbul’u fiili olarak işgal edildiğinde, böyle bir durum söz konusu olduğunda, Yunan askerlerinin İstanbul’a gelmeyecekler olsuzdur. Bu hiç gerçekleşecek bir durum olmamıştı, Yunan askerleri 13 Kasım’da İstanbul’u işgal edildiğinde İstanbul’a asker çıkartmışlardır.
İlk hayal kırıklarından bir tanesi budur. Bir başka şey, bizimkilerin fark edemediği, müttariye geçen Suriye ve Irak’ın bizim anladığımız Suriye ve Irak olmayıp, İngilizlerin antik Irak ve Suriye’yi kastettiklerini, yani bizim Güneydoğu, Anadolu bölgesini, hatta Çukurova bölgesini için alacak, yani Suriye söz konusu olduğunda Çukurova’da için alabilecek,
Irak söz konusu olduğunda bizim Diyarbakır, Hakkıyağri o bölgeleri de için alabilecek şekilde bir Irak’ı algıladıklarını görmekteyiz. Bizim heyetimizin bu konulardaki bir an önce anlaşma yapmak, savaş dışına çıkmak noktasındaki bir aceleci tavrı, bir de İngilizlere 19. de Osmanlı padişahlarının İngiliz krallık ailesiyle olan dostların ilişkilerine güvenerek, bu konulara çok fazla üzerine durulmamış ve bu anlaşmanın uygulamasının da çok hafife olacağını, bu kadar sonuçlara itibariyle olduğu gibi ceren etmeyeceğini, sert olmayacağını düşünememişlerdir. Bir İngilizlere güvenin ki diplomaside olmaması gereken bir şeydir. Maalesef bu da beklentileri boşa çıkartmıştır. İlginç bir şey söylediniz, Irak ve Suriye tanımlamasındaki farklılıklar aslında diplomaside coğrafi bilgi eksikliğini ve tanımlamalarının da çok çarpıcı bir örneğini oluşturuyor. Burası aceleciliklerinin bir sonucu olarak bir an önce yani oraya giderken iki şey önemliydi. HAYET’e verilen talimatın içerisinde bir hilafet saltanat hukukunun korunması ve devletin bir an önce belli şartlarda en az zararla bir mütehraki yaparak savaşı bitirmek, savaşçı kalmak, barış dönemine geçebilmek, Osmanlı Devleti için böyle bir amaç vardı. Bir kemocu gerçekleştirmek için zaten Mondros’a mütehrak imzalamaya gidilmişti. O yüzden çok ayrıntılara fazla bakılmadı. Zaten İngilizler de buna müsaade etmediler. Yani anlaşma maddesini önüne koydular. Ufak küçük rötüşlerin dışında çok ciddi bir İngilizlerin taleplerinin diktatili madderin dışında değişik olmamıştır.
Ali Türkeldi’nin Mondros’un mütehaya müteharekeleri tarihi isimli eserine ilgilenen izleyicilerimize bakarlarsa orada İngiliz talepleriyle müteharekenin niyahi madderini karşılaştırdığında İngilizlerin bu müteharekenin imzalanması ne kadar hakim, dominant bir karakterde olduğunu, belirleyici olduğunu çok rahatla görebilirler. Çok da müteharikaya benzemiyor zaten. Evet, dikli anlaşmasıdır bu. Diktedir yani tek taraflı bir dikli ettirilen bir anlaşmadır. Müzaket edilebilen bir metin değildir.
Olmamıştır. Bir de tabi bu mütehareke imzalandığında henüz işgal edilmemiş bölgelerin işgal edilmeyeceği gibi bir algı var. Evet, tabi şu daha sonraki dönemlerdeki özel dış politika süreçlerinde karşımıza çıkan Sivas ve Erzum Kongre’e beyanı metinlerinde yaralan Mondros müteharekesi sırasında diye bir ibare vardır.
Şöyle bir algı da vardı bundan dolayı, sanki Mondros müteharekesinde bir sınır çizilmiştir diye bakılır. Mondros müteharekesinde böyle belirlenmiş sınır şuradan geçecektir, şuradan şuradan geçecektir şeklinde bir sınır belirlenmesi söz konusu değildir. O metinlerde geçen Mondros müteharekesi sırasında ifadesi daha ziyade İngiliz ve Osmanlı ordularının çünkü Güneytarı Mondros mütehareke imzalandığında hem Suriye hem Irak kısımları da bugünkü ifadeyle söylüyoruz.
Cephelerinde İngilizler hakimdi ve mütehareke imzalandığında İngiliz ve Osmanlı ordularının bulunduğu yer Mondros mütehareke imzalandığı sırasındaki sınır olarak algılanması gerekir. Doğru tanımlama budur yoksa çizilmiş bir sınır bulunmamaktır. Yoksa işgal devam edip gitti aslında. Tabii işgal. Güneydoğu Anadolu bölgesinde Bilahar’a İngilizler tarafından işgal edilecektir.
Bir yıl sonra da Fransızlara bırakılacaktır o sınır bölgesi ama bizim açımızdan en önemli belki meclisin açılışına kadar giden süreç içerisindeki en önemli gelişme işgal sonrasında Anadolu’da müdafak hukuk çoğunlukla müdafak hukuk adını alan bazen reddi ilhak adını alan, muhafaza hukuk adını da taşıyan bir takım cemiyetler kurulmuştur. Bu cemiyetlerin öncülüklerini daha da o şehrin o beldenin o yerin vilayetin okumuş insanları, entelektüelleri, gazetecisi, öğretmeni, avukatı, doktoru gibi subayı gibi üç süzey eğitimli kişileri yapmıştır.
Ve çoğunlukla belki üzerinde durulması gereken bu cemiyetlerin kuruluşlarında itahtaraki örgütlerine göre yapmış ama tabi itahtaraki resmi olarak ortadan kalkınca insanlar ortadan kalkmıyor tabi. İtahtaraki mensubu, eski mensuplarını da örgütlenme tecrübesi olan bu kişilerin de müdafak hukuk cemiyetlerinin örgütlenmesinde öncülü rol oynadıklarının altını çizmememiz gerekiyor.
Evet. Bunlara geçeceğiz hocam zaten Anadolu’ya geçiş, işte beyanlameler, kongreler bunları programımızda zamanımızın el verdiği ölçüde biraz daha ayrıntılı ele alacağız ama Mondoros’tan devam edelim. Mondoros imzalandı ve bir anda İstanbul ve Anadolu coğrafyası patır patır işgal edilmeye başlandı. Evet. Bu sürece ilk İstanbul’un işgalini…
İstanbul 13 Kasım’da İstanbul işgal edildi. 3 Kasım’da Batum, İskenderun ki bunlar hep Osmanlı Devleti’nin stratejik mevkileridir. Batum, Kafkas petrollerine denizden intikal merkezlerinden bir tanesidir Batum. İskenderun, İskender-i Körfez’in de bulunduğu için o da yine petrol bölgelerinin Hindelantı’nda petrol olan ve önemli bir mevkidir.
İtilaf Devletleri İskender’i de kendi kontrolünü altına almaya çalışma. Yani Osmanlı Devleti’nin Batum, İskenderun efendim’e söyleyeyim ve tabiatıyla Musul, bilhariye Musul işgal edilecektir. Bunlar stratejik enerji kaynaklarının ya ulaşılmasına yakın olan bölgeler ya da doğrudan petrol bölgeleri olmaktadır.
Ve buraları iyi özellikle İngilizler kendi kontrolüne tutmaya çalışmışlardır. Buna mukabil dediğim gibi Anadolu’da ve Trakya’da kendiliğinden spontane bir şekilde müdafıklık hareketleri, direniş hareketleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Aynı şekilde o tarihlerde yani İstanbul’un işgal edildiği tarihte Mustafa Kemal Paşa da Suriye cephesinde görevini tamamlayarak 7. Ordu Komutanlığı’ndan İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’a geldiğinde ilk yaptığı şeylerden bir tane o süreç içerisinde yani İstanbul’a geldiği andan 21 Aralık onun için önemli olduğunu söyleyeceğim 21 Aralık’a kadar dönem içerisinde dört kere Sultan Vahdettin’le görüşmesi var çeşit vesilelerle. Ve o tarihte 10 Kasım’da Ahmet İzzet Paşa Hükümeti mütari kimselerine hükümet istifa edecek yerine Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti kurulacaktır. Ve Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti Mustafa Kemal ve arkadaşları özellikle ihtiyaççı kökenli kendi arkadaşlarının bu kabinelerde görev alması konusunda keba göstermiş. Bunlardan netice alınamayınca Mustafa Kemal Paşa Tevfik Paşa Hükümeti’nin güveni almaması için siyasi faaliyetlerde kulis faaliyetlerde bulunmuştur. Hatta bu hükümetlerde ki Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’ne daha çok bu söz konusuydu, Harbe Nazırı olmak istemiştir. Yani işgali niye Harbe Nazırı olmak istediğinde daha sonraki yıllarda vermiş olduğu mülakatlarda söylediği vecih ile Harbe Nazırı olursam Sultan’ı da yanıma almak sureti Anadolu’ya geçer. Bir mini mücadele hareketini bir direniş hareketini başlatırım düşüncesiyle bu talepte bulunduğunu ifade eder ve 21 Aralık tarihi önemli diyorum. 21 Aralıkta Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti 21 Aralık 1918’de Tevfik Paşa Hükümeti güveni alınca yani Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuda başarılı olamayınca artık 21 Aralık o açıdan önemlidir.
O tarihi itibariyle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ki bunu Ali Fuat Paşa mini mücadele hatıralarına yazmaktadır artık İstanbul’da kalınarak İstanbul’da siyasi mücadele yapılarak itilaf işgalinin sonra erdirilmesi mümkün değildir.
Yani Mustafa Kemal Paşa’nın işgalinin sona erdirilmesinde siyasi faaliyetlerin artık yetersiz ve geçersiz olduğunu anladığı tarih bu 21 Aralık sonrasıdır. 21 Aralık bu Tevfik Paşa Hükümeti’nin güvenayı almasına sonraki bir tarih.
Artık şu çıkmıştır onların zihinlerinde belirlen bir İstanbul’da kalınarak işgale karşı hiçbir şey yapılamaz. 2 çoğu asker bunların komutanları önemli kısmı silah ve cephane düşmana teslim edilmemelidir.
3 bir önce resmi görevle askeri görevle Anadolu’ya geçmek aldıkları 3 tane önel kararı bu 21 Aralık 1918 sonrasında Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bu kararı almıştır. Bu kararı Kazım Karabekir Paşa’da Edirne’deki Cafer Tayyar Paşa’da birçok dönemin önde gelen paşaları Revzi Çakmak da şey yapacaktır. İsmet İnönü içinde mi bu sıralar bu hareketler? İsmet İnönü ile Kazım Karabekir arasındaki malum görüşmede İsmet Paşa’nın çok Anadolu’ya geçerek mücadele etme taraftar olmadığını Kazım Karabekir Paşa’nın anlatımlarına öğreniyoruz. Yani bir kenara çekilerek bu faaliyetlerden bu süreçte bulunmama noktasında bir düşüncesi mevcut idi.
Zannediyorum Mustafa Kemal Paşa Kazım Karabekir’in telkinleriyle onun Harbi Nezaretinde müsteşel olmasını sağlamak surette çok sıcık bir mevkidir o. Ve dikkat edinirse Feclü Paşa ve İsmet Paşa Anadolu’ya bu komutanlar grubu içerisinde Anadolu’ya en son geçen Ankara’ya geçenlerden bir tanesidir. Bu sebepsiz değildir. Bir görev itibarlılığıdır. İşte Nisan işinde Mart-Nisan tam tarihlendiremiyoruz. Çünkü bu tarihli arasında Şakir Paşa, Feclü Paşa ve Cevat Paşa’nın içinde bulunduğu belki Mustafa Kemal Paşa’nın da çok net olmamakla birlikte paşaların bir toplantısı vardır. Buna bizim tarihimiz Üçlü Misak adı verilir. Üçlü Misak adı verilir. Ve bir takım kararlar var. Niye Üçlü Misak? Üç kişi olduğu için. Üç paşanın bulunmasından dolayı. Birkaç üçten Fazla Paşa ismi geçti de. Şakir Paşa, Feclü Paşa ve Cevat Paşa. Üç paşa. Bunlar daha yaşlı kuşak paşalar. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, Ali Fuat Paşa. Daha 38-42 yaş grubu arasında. Sözünetimiz paşalar Feclü Paşa’nın grubu biraz daha yaşlı kuşak. Daha ağabey konumunda, daha tecrübeli konumunda öyle söyleyeceğim.
Bu kararlar Mustafa Kemal Paşa’nın 21 Aralık sonrasında Ali Fuat Paşa ve arkadaşları almış olduğu kararlardan çok farklı değildir. Yani Osmanlı ordusunun barış dönemine geçtiğini, Anadolu’da üç ordu müfettişi kurulması gerektiğini, silah ve cephanenin mümkün olduğunca düşmana teslim edilmemesi gerektiğini ve Anadolu’daki mücadelesi, Anadolu’da birtakım silah yığınakların yapılması gerektiğini ve bunların özel silah ve cephanenin düşmana tesliminin mümkün olduğu geciktirilmesi gerektiğini eğer çok zorda kalınırsa, gibi birtakım kararlar alınmıştır. Tabi bu süreç içerisinde zaten Ali Fuat Paşa 20. Kolordu komutanı olarak Ankara’daydı.
Canfer Paşa Edirne’deydi. Bilare 1. Ordu Kıtaatı müfettişi olacaktır. Yani müfettiş olarak tayin edecektir. Mersinli Cemal Paşa Konya’dadır. 2. Ordu Kıtaatı müfettişi olarak bulunmaktadır. Kazim Karabekir Paşa önce Tekirdağ 14. Kolordu komutanı, daha sonra işte o arkadaş grubunun desteğiyle Erzurum Merkezi 15. Kolordu komutanlığına tayin edilecektir, gidecektir.
Ve işte bu arada Nisan ayı şerisinde İngilizler Orta Karadeniz Bölgesinde Müslüman çetelerin Rum ahaliye, Ortuzluk Rum ahaliye saldırılarda bulunduklarını söylemesi ve Osmanlı Hükümeti’nin tedbir almasını istemesi üzerine Osmanlı Hükümeti bir değerlendirme, Harbe-i Nezarete değerlendirme de bulunur. Buraya yetkili bir kişinin gönderilmesi ister. İşte Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesi de işte bu süreçte karşımıza çıkar. Önce şunu sormak istiyorum. Böyle bir süreç olmasaydı Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya geçmeyi elbette düşünüyordu. Nasıl geçeceğine dair bir yaklaşım ortaya koymuş muydu? Yani eldeki belgelere baktığımızda Anadolu’ya geçilmesi gerektiği düşüncesinde hem fikirler,
hem de birçok bilgi var. Ama bu daha sonra görev alacağı, üstleneceği görevin dışında hangi şartlarda geçeceği konusunda çok açık bir bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen ya sivil olarak, askerlikten istifa edip sivil olarak geçecekti. Tabii zor şartlarda, yer geçenler gibi geçecekti. Ama işte şans talih diyelim, memleketin de talih noktasında böyle bir görev ortaya
koymuş. Mustafa Kemal Paşa ile ilgili biraz da olumsuz görüşler de serdedilince Mustafa Kemal Paşa ile ilgili uygun olmadığı noktasında hem Sultan Vahdettin’in hem Fevzi Paşa’nın bu görevi için en uygun ismin Mustafa Kemal Paşa olduğunu, Sultan Vahdettin de yavveri olarak kendi yakınla tanıdığını düşünerek onun kalitesini ve askerlikteki maharetini görerek Mustafa Kemal Paşa’nın en uygun isim olduğu konusunda uzlaştılar.
Yıldız Sarayı’nda Sultan Vahdettin de bir görüşmeler. O daha sonraki dönemdedir. 30 Nisan tarihi itibariyle Sultan Vahdettin iradesi ile 9. Ordu Kıtaatı Müfettişi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilme, Samsun’a çıkması, Samsun’a gitmesi kararlaştırılır. Tabii ilginçtir. 9. Ordu Kıtaatı Müfettişi diyoruz.
Bizde ne yazık ki hep bu anlatılırken 9. Ordu Müfettişi, 9. Kolordu Müfettişi ya da 3. Ordu Müfettişi olarak gönderildiği söyleniyor ama Nisan başında 9. Ordu kaldırılmış bir ordudur, 9. Ordu. Yani Mustafa Kemal Paşa kaldırılmış bir ordunun geri kalan işlerini görmek ve Orta Karadeniz Bölgesi asayiş problemini çözmek amacıyla Harbe Nezaretindeki işte
sözünü ettiğimiz kişiler, askeri şahsiyetlerin bir yönlendirmesi ve yardımıyla bir taraftan Sultan Vahdettin ile görüşmesi, Damat Ferit Paşa’nın bir şekilde ikna edilmesi ve Bakanlar Kurulu’nda Mescidi Hükela’nın da hem tayininin gerçek hem talimatın çıkması sonucunda Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkma kararı alır.
Burada iki şey önemli, hızlı bir şekilde onu söyleyeyim. Bir Mustafa Kemal Paşa kendi karargahının yani kendi mayatının kurma heyetinin seferi karakterde olmasını istemektir. Bu şu demektir savaş yapabilme ehliyeti olan, yeteni olan bir kurma heyetinin kendisine verilmesini talep eder ve bu talebi kabul eder Mustafa Kemal Paşa’nın. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa savaş yapabilecek bir kurma heyetiyle yani sıradan bir asayiş
problemi çözmek için gönderilen bir kişinin savaş yapabilecek ehliyete kurma heyeti verilmesi Sinop Mersin adının doğusunda kalan bütün bölgedeki askeri ve mülke erkana emir verebilecek bir konuda görevlendirilmesi bu görevlendirmenin son derece olağanüstü neli taşıdığını belki verenler ne kadar bilirler eldeki belgeler ama Mustafa Kemal
Paşa’nın şunu söylemek lazım sadece basit bir asayiş problemi çözmek üzere Samsun’a görevlendirmediğini bu talimat namedeki sorumluluk alanını ve görevlerine bakıldığında çok rahatla anlaşılabilir. Evet Sultan Vahdettin ile görüşmesi çok konuşulan konulardan birisi Yıldız Sarayı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın o görüşmeye ve kısaca Anadolu’ya geçiş. Evet 16 Mayıs’ta hareket ediyor İstanbul’dan.
Sultan Vahdettin ile görüşmesi aynı şekilde Kazım Karabek ile de benzer bir görüşmesi söz konusu ve Mustafa Kemal Paşa’nın görevi hatırlatır. Mustafa Kemal Paşa da bir Osmanlı Paşa’sı gibi sultana gereken saygı içerisinde muamele eder ve Sultan der ki bir kitabı göstererek kara kitap diye söylenir. Paşam bugüne kadar yaptıkların hizmetleriniz bu kara kitapta kaydedilmiştir. Bundan sonra yaptıklarınız daha önemli olacaktır.
Paşam Paşam vatanı siz kurtarabilirsiniz şeklinde bir konuşma yapar. Mustafa Kemal Paşa da buna herhangi bir cevap da vermez, tahsil eder ve o şekilde sultanın zorundan. Bir maddi katkıda bulunma falan söz konusunda öyle bir kitap var. Yani tabi birtakım iddialar var ama bu konulara söyleyebilir ki belgeye ihtiyacımız var. Yani Anadolu’ya gönderilmesinde maksadın git Anadolu’ya sen bir direniş hareketi başlat gibi bir niyetle gönderildiği noktasında da iddialar var ama bunları dillendirmek, delillendirmek şu aşamada mümkün gözükmemektedir. Ama mantıklı olarak düşündüğümüzde bunun olması ihtimalinin yani bu niyette olması
ihtimalinin ya da şöyle söyledim belki daha efendi bir ifadeyle bu kadar geniş olan yetkilere sahip yani bir asayiş problemini çözmek için gönderilen bir paşaya bu kadar geniş yetkilerin tanınmış olması mantıken izaha biraz güçtür, göreviyle uygun değildir. Demek ki başka maksatlarla, niyete matuf bir görevlendirilmiştir. Evet başka maksatlar da tahmin edilmiştir ama en azından şunu çok rahatla söyleyebiliriz
Mustafa Kemal Paşa’nın görevlendirilmesi Osmanlı Harbe Nezaredindeki bir grup vatansaver diyeceğim vatansaver asker kadronun bir tertibinin kolaylaştıran, gidişini kolaylaştıran bir tertibinin sonucu olduğunu söylemek belgeleşimde mümkündür. Ötesi mantıken birtakım değerlendirmede bulunmak kapsamındadır. Güçlü bir kurumay hiyette Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuruyla İstanbul’dan yola Samsun’a çıkıyor ve ondan sonra Samsun, Havza genelgeci var, Amasya tamimi var, Erzurum kongresi var çok belirleyici ve orada Kazım Karabeker ile yaşadıkları ben hep onu merak ederdim ama cevabını şimdi buldum.
Erzurum’da zaten mutabık kaldıkları için Erzurum’da bütün yetkilerden arındırılması rağmen Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabeker hani tutuklayacak mı ne yapacak diye merak edilirken emrinizdeyim Paşa’m deyip o benim mücadelem kırılma anıdır, kader anıdır benim kanaatime göre. Kazım Karabeker’in Mustafa Kemal’e Erzurum’daki 8 Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa askerlikten
istifa etmiştir, Erzurum’dadır, yanında Rauf Bey vardır tabi Yaveri vesaire o kişilerde bulunmaktadır ve Rauf Bey ile artık biz askerlik görevinde istifa ettik, bizim milletimiz üniformaya çok kıymet verir artık ne olacak tarzında biraz kötümsel bir yaklaşım içerisinde
bu konuşma yaparken Yaveri Kazım Karabeker Paşa’nın gelmekte olduğunu söyler, Mustafa Kemal Paşa yine endişeleri artar, Karabeker’in kendisini tutuklayacağını her şeye rağmen Karabeker’in kendisini tutuklayacağını düşünür, Karabeker gelir ve sivil olmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında bir asker selamıyla Paşa’m emrinizdeyiz bütün birliğimle, bütün mahiyetimle emrinizdeyiz Paşa’m demesi
ve Mustafa Kemal Paşa’nın o endişe bulutları değil mi yerindeyse dağılır ve Kazım Karabeker Paşa’ya çok candan samimi bir şekilde sarılır ve ondan sonra Erdurum kongresi süreci başlatılır. Tabi bu şeyde ben Mustafa Kemal Paşa’nın bu terörist halinde terörist tütünü Mustafa Kemal Paşa’nın ihtiyaççı kimliğinin bir tezahürü olarak görüyorum. Yani ihtiyaççılık her halükarda şüpheci olmayı efendim söyleyeyim, tedbirli davranmayı, sürekli endişe halinde olmayı, en yakından bile belki dikkat etmen gereken bir zihniyet içinde bulunmayı gerektiren bir husustur. Ben Mustafa Kemal Paşa’nın ihtiyaççı oluşunu değerlendiren bir tanesi olarak görüyorum. Bunları kişilik karakteri olarak da ele almak mümkün yani o ekola mensup olmasa da bu şekilde vardır ve başka şahsiyetlerin de benzer özellikleri vardır. Yani ortak karakterler bir araya gelmeli. İşte o dönemin şahısların genel karakteri. Erzurum kongresi ve Sivas kongresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış kararı. Evet şimdi. Soru şu. İstanbul var, İstanbul’a bir meclisi Mebus Han var ve bu meclisin kapatılması. Tarihi süreklilik açısından yani tarihimizdeki sürekliliği vurgulama açısından. Aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılırkenki meşruiyet kaynaklarını oluşturması hem devlet kadimesinde, resmi görevlerde hem toplumda hem de gözünü Anadolu coğrafyasına ve bu mücadirin kazasına çevirmiş topluluklardaki moral, motivasyon, itaat ve irtibat ilişki gelişme noktasında nasıl bir ilişki vardır? Bu olayın yani Osmanlı Mevzus Han Meclisi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geçiş
sürecinde iki tane boyutu vardı. Bir Mustafa Kemal Paşa’ya bakan tarafı vardır, ona ilişkin tarafı vardır. Bir de kurumsal durumu söz konusu. Birincisi Mustafa Kemal Paşa’nın son Osmanlı Meclisi’nin seçimleri yapılıp meclisi nereden toplanması konusundaki tartışmalar içerisinde bu meclisin Anadolu’da bir yerde toplanması taraftarıdır. Fakat Kazım Karabekir Paşa özellikle İstanbul’da bir resmi meclis varken Anadolu’da bir meclis toplamak bizim hareketimizde meşhuriyetini zedeler. Çıkış üzerine Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da meclisin toplanmasına razı olur. Bu şunu gösterir, Mustafa Kemal Paşa mücadele döneminde bütün milli mücadele döneminde mevcut sistemin meşhuriyet kurallarına dikkat ederek mücadelesini sürdürmüştür, devam ettirmiştir.
Dolayısıyla yani İstanbul’da meclis vardı, biz Ankara’yı Anadolu toplayacağız ısrında bulunmamıştır. Bunun başka tezahürleri daha sonra süreçlerde karşımıza çıkacak meclisin açılması, açılma biçimini de kendisi gösterecek. İkincisi Osmanlı Mevsim Meclisi’nden TMM’ye geçiş süreci içerisinde. Bir tanesi Osmanlı Mevsim Meclisi’nde olduğu gibi TMM’nin açılışında da Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mart tarihli yeni seçim yapılıp meclisin açılacağı çağrısını
genel çağrısını yaparken ve yapılan seçimler 1876 anayasasının seçim kanununa göre yapılmıştır sürekli açısından bakında. Yani son Osmanlı Mevsim Meclisi hangi kanuna dayanarak seçim yapmışsa ilk TMM’de Mustafa Kemal 19 Mart tarihli 19 Mart 1920 tarihli çağrısı da çağrısının sonrasında yapılan seçimler de o kanuna istinaden yapılmıştır.
İkincisi, ikinci olarak söyleyeceğimiz şey meclisi katılım katılanlar açısından bakıldığında yani son Osmanlı Mevsim’den TMM’ye 87 vekil yanlış söyleyeyim miyim evet 87 Osmanlı Mevsim Meclisi’nden milletvekili TMM’ye dahil olmuştur, katılmıştır.
Üçüncüsü belki bu anlamda söylenecek olan son Osmanlı Mevsim Meclisi’nde konuşulan görüşülen daha da yarım kalan koyun vergisi anan vergisi TMM açıldıktan sonra 24 Nisan’daki süreçte ilk görüşülen kanun tasarası olacaktır. Yani Osmanlı Mevsim Meclisi’nin görüşemediği kanun tasarası TMM açıldığı zaman ilk
bir konuşma müzakere edilen kanun maddesi ve kanunlaşan kanun maddesi olacaktır. Sürekleri takip ettiğimiz takdirde bunu görmekteyiz. Tabii 1920 Nisan’ını şöyle bir değerlendirdiğimizde 20’de bir taraftan damat Ferit Paşa yeni hükümet kurar. Efendim o süreçte hükümet Sultan Vahdehdin son Osmanlı Mevsim Meclisi’ni tamamen kapıdır. Yani 16 Mart 1920’de İstanbul’a işgal edilince meclis faaliyetlerine ara vermiş, tadil etmişti. Fakat Sultan 5 Nisan’da meclisi fes etti. 2 aynı süreç içerisinde İstanbul ve İstanbul’da hükümet Sultan Vahdehdin ile birlikte Anadolu hareketinin Mustafa Kemal ve arkadaşlarını katlinin vacip olduğunu ifade eden idam fetvaları yayınladılar.
Buna mukabel Mustafa Kemal Paşa da Ankara Müftül Fahm Börekçi Efendi’nin öncülüğünde Anadolu’da bulunan müftüle din adamların öncülüğünde karşı bir fetva yayınlayarak girişçileri mücadelenin bir vatan mücadelesi, kutsal mücadele olduğunu söyleyerek bu karara karşı çıktılar. Bunu şunu için anlatıyorum. Mesin açılışının bu kadar yoğun bir dini atmosferde yaşanmasında bu gelişmelerin de öne bir payı bulunmaktadır. Yani kendilerine karşı din karşıdı, İslam karşıdı bir hareket olarak gösterilen Anadolu milli mücadele hareketi ve meclisin açılması müdafık hareketi bu tarz yoğun bir dini kutlamaları içerisinde cennet etmek suretiyle de dolaylı bir şekilde millete ve kan boyuna da böyle bir mesaj verilmek istenmiştir benim nazarımda. Ve 21 Nisan’da da Mustafa Kemal Paşa vilayetlere ordu komutanlarına gönderdiği bir genelgeyle de 23 Nisan’da meclisin açılacağını, 23 Nisan 2020’de meclisin açılacağını söylemiştir. Meclisin hangi pozisyonda açılacağını da onu söylemeyi unuttuk. 19 Mart 2020’deki o genel seçim yapılacağıyla ilgili genelgesiyle ifade eder.
Olanüstü yetkilere haiz bir meclis açılacağı vurgusunu yapar ve ondan dolayı da meclisin adının ne olacağı hususunda meclis kebir gibi, kurultay gibi, ihtilal meclisi gibi isimler zikredilir, tartışılır. En sonunda Büyük Millet Meclisi isminde karar kılınır. 23 Nisan 2020’de açılan meclis. O fikri sahibi kim Büyük Millet Meclisi isminin?
Mustafa Kemal Paşa’nın bu isimde ittifak eder, bu ismin daha uygun isim olacağını düşünür ve 23 Nisan 2020’de de Hacı Bayram Camii’nde kılınan cuma namazından sonra dini törenlerle okunan dualarla efendim söyleyim. Şefa-i Şefrala, Kur’an-ı Kerimlerle. Kur’an-ı Kerimlerle meclisin açılması gerçekleştirilir.
Mustafa hocam, Türkiye Büyük Millet Meclisiye, daha doğrusu Büyük Millet Meclisi ile Osmanlı Meclisi Mebusa’nın birbirinin devamlılığını vurgulayan konuları ifade ettiniz. Zaten milli mücadelede yine bir süreklilik tarihi, dini, milli fikri bir süreklilik üzerine inşa ediyor. Bütün söylemler Osmanlı kavramları, dünyası, ilafetin kullanılması vesaire kurtarılması ve benzeri kavramlar üzerine inşa ediliyor.
Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında, biraz önce çok hızlı geçtiğim zaman onu biraz açalım diye ifade etmek istiyorum. Hacı Bayramı Veli Camii’nde, türbesinde başlıyor meclisin açılış süreci. Dualar ediliyor, Kur’an-ı Kerimler okunuyor. Zaten bu önceden de duyuruluyor. Merasim orada başlıyor. Aslında biz bunu Osmanlılarda bir kılıç kuşanma merasimini olarak görüyoruz. Yani yeni padişah tahta çıktığı zaman Eyüp Sultan Türbesi’ne gidiyor, kılıcını kuşanıyor ve devleti yönetmeye devam ediyor. Kılıç kuşanma merasimi Osmanlılarda padişahın meşruiyetini sağlayan temel unsurlardan birisi. Ankara’da padişah olmadığına göre Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de yine Hacı Bayramı Veli’de açılmış olması, sürecin oradan başlatılması, biraz önce sözünü ettiğiniz
kamuoyunu ikna da dinin rolü ve ona atıfın yanında bu kılıç kuşanma merasimine de bir sürekli aslında atıf benzerlik meşruiyet kaynağı olabilir mi? Yani ben hiç düşünmemişim için açıkçası. Bunun üzerinde düşünülebilir ama. Çünkü bir süreklilik var her şeyde ve bir benzerlik var. Ben onun devamıyım ve ben onun için varım. Tabii ben tabii bunu şöyle yorumluyorum yani sizin söylediğiniz tarza da bir değerlendirme yapılabilir. Yani yeniden üzerini düşünüp gerçekten bu niyetle mi yapıldı belki hatıralar buna benzer metinlerde bakılarak bir kanaate oluşturulabilir ama ben onu bile yani o törenin o tarza yapılmasını iki açıdan önemsiyorum değerlendiriyorum.
Bir tanesi o dönemde bu tarz açılışları yaparken başka türlü yani dini törenine yapmayacaksınız da çünkü o dönemin meşruiyet unsurları daha çok bu tarz törenlerle zaten bunu gerektiriyor. Onun dışında bir şeyi yapmanız zaten bir idam fetvasına muhatap olmuşsunuz.
Yani İslam karşılığı bir hareketiniz hem hükümeti hem dine bir mukayir hareket olarak tanımlanmışsınız suçlanmışsınız. Şimdi böyle bir ortamda en uygun yapılan şey mevcut sistemin meşruiyet kurallarına riayet ederek bir açılışı gerçekleştirmektir ve Mustafa Kemal Paşa meşruiyet kurallarına hassaset riayet eden bir kişiliktir buna çok geleneğe riayet eder. Meşruiyet kurallarına riayet eder ta ki kendi meşruiyet kurallarını iktis edene kadar o kurmaya başladığı anda yavaş yavaş kendi istediği şeyleri kuralları yerleştirmeye çalışır ve onları takip eder. Bu bir siyaset anlayışı. Meclis ilk meclis işte Ankara’da açılıyor hatta çok büyük yokluklar içinde açılıyor. Kiremit namdan sular akıyor para toplanıp kiremitler tamir ediliyor.
Böyle bir yokluk içerisinde neticede milli mücadeleyi yöneten bir gazi meclis ortaya çıkıyor ki bugün 15 Temmuz ihanet darbesine dahil olmak üzere bütün atıflarımız hala o güne yaparız gazi meclis. Bu gazi meclisin ilk teşekkülü ve milli mücadeledeki üstlendiği rol hocam çok ana hatlarla aktarmanızı rica edeceğim çünkü zamanımızın azaldığını yaklaşık son 10-12 dakika girdiği güzel haber veriyor arkadaşlar.
Güzel ifade ettiniz Türkiye Büyük Devleti aslında bir gazi meclistir. Yani milli mücadele, işgale karşı, düşman işgaliyle karşı vatanın kurtarılması mücadelesini bir hakkın büyük bir özveriyle fedakarına bir şekilde gerçekleştirmiş bir meclistir. Yokluklar içerisinde gerçekten yokluklar içerisinde gerçekleşen bir harekettir. Meclisin açılışı o şartlarda gerçekleşmiştir. Zorluğu anlatmak noktasında malum ilk meclis binası İhtiyat Terakki’nin Ankara Şubesinin binasında gerçekleşecektir. Binanın çatı sorunu vardır ve bir imece usulüyle halktan halkın destiliyle beraber tedarik edilen kiremitler döşenmek suretiyle meclisin çatı problemi halledilir. Yakacak problemi de aynı şekilde yine halktan tedariklerle temin edilir.
Ankara’ya gelen kişilerin barınma sorunu vardır. Çok olmayacak yerlerde zor şartlarda Hanlardaki Han odolarında kalmak suretiyle Ankara günlerini birçok insan geçirmiştir. Hatta bu konuda hatıralarda da bununla ilgili o zorlukları ve zorlukları anlatan satıları okumaktayız. Gerçekten meclis zor şartlarda faaliyetleri yürütmüştür.
Bu görev kutsaldır, bunun bilincindedirler ve o dönemin meclisinde de farklı en önemlisi belki meclisin örnek alınması gereken noktası hedefi belirlenmesi ve bunun dışında da batıcısından İslamcısına sosyalisinden efendimime söyleyeyim farklı düşünce sahiplerine din darından dinsizliğine varıncaya kadar farklı eğilimlerden, farklı mesleklerden birleştirilmiştir. Bu konuda birçok insanın bir hedef için toplamışlardır. Tek hedefleri vardır. Birinci hedef olarak vatanın düşman işgalinden kurtulma, vatanın halasıdır. Onların ana şeyi buna eklenerek dönemin anlayışı içerisinde de bakıldı. İkinci şey de söylenen ondan da mutlaka ikisi beraber zikredilir. Vatanın halası, saltanat ve hilafet kurulun korunması. Bu iki şey beraber zikredilir.
Mustafa Kemal Paşa o dönemdeki yayınlanmış olduğu genelgelere bakıldığında hep bu ikisini beraber görürsünüz. Yani vatanın kurtarılması ve saltanat ile hilafet kurulunun korunması şeklinde geçer. O da bir mecburettir zaten. Başka türlü mücadelenin, retorinin, söylemini, hedefin açıklaması zaten mümkün değil. Çünkü meclisin genel kompozisyonu da bunu ortaya koymakta. Genel kompozisyon hakkında bir şey söyleyeyim.
İlk meclisi çok önemli, hakikaten kurucu meclis, gazi meclis, vatanı kurtaran meclis ve aslında ideal birliğinin yanında fikir müzakere açısından son derece yoğun tartışmaların yaşandığı, çok ciddi görüş alışverişinin ve müzakerelerin ve tartışmaların yaşandığı bir meclis. Mesela müsaade edilse, rakam olduğu için, rakamlar çok aklımda kalmaz, meclisin genel
yapısına bakıldığında, o dönem içerisinde 426 milletvekili seçiliyor. Meclisin o dönem içerisinde açılan milletvekili, katılan 115 kişi meclise katılıyor. Tabii meclise gelmeleri Batu’ndan ya da Anadolu’nun uzak köşelerinden gelmeleri ayları buluyor. 2 ayda 3 ayda meclise gelme süreci söz konusu 115 kişiyle, ilk açılırken, 115 kişi katılıyor. 426 kişinin gelmesi gerekiyor bu mecliste.
Bunun %34’ü sivil bürokrasiden, %24’ü serbest meslek sahiplerinden, %12’ü askerlerden, %8.6’lı din adamları, %12.7’i yerel yönetim görevlileri, %4 doktor, eczacılar, %1.2 aşiret reisleri, %1’e teknik elemanlar gibi farklı meslek gruplarından insanlar bulunmakta.
Eğitim noktasına bakınca %39’u yüksek öğretim, %27’i orta öğretim, %20’i medrese, %4’ü de meslek okulu mezunu bulunmaktadır. Yabancı dil bilmekte dediler, bilinen yabancı dillerde daha çok Fransızca bilmekte, Arapça, Farsça bilenler de bu mecliste bulunmakta. Dolayısıyla çok farklı bir meslek ve eğitim kombozisyonu bulunmakta. Farklı düşünce mensupları da bu mecliste bulunmakta, mecliste oluşan gruplara bakıldığında da bunu görmekteyiz. Dediğimiz gibi Mustafa Kemal Paşa da stratejisini ortak noktaları ön plana çıkarak, ortak vatan, daha ziyade ortak vatan, ortak din ve milli irade kavramları etrafında kenetlenen bir insan topluluğunun desteğiyle mili mücadeleyi yürütmüştür.
Bu iki kelime çok önemlidir. Ortak vatan ve ortak din. Kanaatim odur ki, mili mücadele bu iki kavrama ortak din ve ortak vatan dinde İslam, ortak vatan ve ortak din denilerek temelinde görüşlere dayanılarak mücadele verilmiştir ve zaferin de anahtarı da bu iki kelimedir, iki kavramdır. Din ve vatan kavramı, bir tanesi yeni oluşacak kurulacak Türkiye Cumhuriyada, Türkiye Devleti’nin toprağını ifade etmekte de neresi olacağını anlatmaktadır. Din ise o vatanda yaşayacak insan unsurunun en temel ortak özelliğine işaret etmektedir. Yani o dönemde Çerkezi var, Türk’ü var, Araba var, Kürdü var, Arnavut’u var, farklı kökenlerde ama bunlar hepsini bir araya getiren tutan ortak bağ hepsini Müslüman olmalarıdır.
Dolayısıyla Mayıs başında mecliste yapılan bir Rıza Nur’un Sıhıye Vekili olarak Türklerin sağlığının korunması gereken şeklindeki bir açıklaması üzerine mecliste tepkiler ortaya çıkar, bakar ki ortalık karışıyor Mustafa Kemal Paşa deyim yerinde ise Kürt’ü çıkar der ki arkadaşlar, efendiler bizim mücadelemiz bir Türk’ün, bir Kürt’ün, bir Kerkiz-Arab’ın mücadelesi değil, anasını İslamiyenin, İslam ünsurlarını mücadelesidir der. Dolayısıyla mücadelenin bu özetlere sahip insanların yaşadığı toprakların işgalden kurtarılması mücadelesi olduğunun altını özetle çizer ve bunun dışında bir hedefte gözetmez. Ta ki 30 Ağustos’a zaferinden sonra o sürece geldikten sonra Mustafa Kemal Paşa yavaş
yavaş zaten ondan önce dönemde de başlamıştı. Kendi esas görüşleri daha fazla tebaraj etmeye başlar. Tabi bir de bu meclisin açılışını konuşurken bir de 23 Nisan’ın tarihini konuşmakta fayda var. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ne zamandan itibaren kutlanmaya başlıyor ve ne tür etkinliklerle kutlanıyor ve bu toplumda nasıl kabul görüyor? Tabi burada kademe bir kaç kademe vardır. Yani bir yıl sonra yani 2 Mayıs 1921’de meclis tarafından 23 Nisan’ın bir bayrama olarak kutlanması kararlaştırılıyor. 1929 yılına kadar 23 Nisan bir milli hakimiyet bayrama olarak kutlanıyor. O tarihte Himayet vel Cemiyeti yani bugün Çocuk Esirgeme Kurumu 23-29 Nisan’ı çocuk haftası olarak kutlamaya başlıyor. Mustafa Kemal Paşa da bu etkinliklere katılıyor ve o tarihten sonra bunun bir milli hakimiyet ve çocuk bayrama olarak kutlanması kararlaştırıyor. O şekilde kutlanmaya başlanıyor. Yani işte balolar yapılıyor, sergiler açılıyor, işte konuşmalar yapılıyor. Bugün bildiğimiz tören dediğimiz etkili yapılıyor. 1935’den sonra da bu daha kanuna dönüşerek bugüne kadar geliyor.
1983 yılında da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak bugüne kadar geliyor. Şöyle bir görüş var, iddia var. 1936’ya kadar 23 Nisan Mevlid Kandili’nin hicri takmına göre ve Mevlid Kandili’nde kutlanıyordu diye ne dersiniz? Yani şöyle bir uygulama var, o belki karıştırılabilir.
Çünkü 1936’de, 1936’de, 1936’de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak bu hizmetlerinden beri var. Bu hizmetler, 21 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak bu hizmetlerden beri var. Bir süre sonra bu hizmetler, 21 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak bu hizmetlerden
…25. Açılmasından 1 yıl sonra, 21’de de……Milli Hakimiyet Bayramı’nın kanunlaşmasıyla……ikisi birleştiriyor benim zannımca. Ve 35’e kadar giden süreç……Milli Hakimiyet Bayramı……29’da da çocuk bayramı eklenerek……Milli Hakimiyet……bizim çocukluğumuzda da ilkokulda da biz……Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı’ya kutlardık. Siz o kadar var mısınız? Milli Hakimiyet bizde geçti bizim…
…60’ların sonu, 70’lerin ilk yarısı……ilkokul dönemimizde Milli Hakimiyet Bayramı olarak kutlamıştık. Onu hatırlıyorum. Şiir okur muydunuz? Şiir… Ben okudum birkaç tane. Şiir okudum ama çok şiirle aram yoktur. Daha çok nesille……daha çok konuşmalar yapmışımdır ben. Bu da önemli günlerde kutlamalarda. Sesimden dolayı herhalde tercih ediliyordu. Ben konuşmalar yapıyordum daha ziyade.
1983’de ulusal egemenlik daha da Türkçeleştirilmiş……Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı’na dönüştürülmüştür. Çok teşekkür ediyorum. Çok önemli bir dönümü, çok yoğun bir anlatımla bizlere aktardınız. Sevgili seyirciler, 23 Nisan 1920……Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 99. yılı……Mustafa Budak Hocamızla o günleri kısaca yad etmeye…
…hatırlamaya ve hatırlatmaya çalıştık. Allah’a bir daha yaşatmasın niyazı ve……istikbale doğru yolculuğumuzun……coşkulu bir şekilde devamı temennisiyle hepinizi…
…saygıyla selamlıyorum efendim. Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir