"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Hayati Develi | 8. Bölüm

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Hayati Develi | 8. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=L5PMwNi6VF0.

Müzik Merhaba sevgili seyirciler. Hepinizi en içten, en samimi, en sıcak duygularla, sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Her biriniz için hayırlı, uzun, güzel, mutlu, müreffeh bir ömür diliyoruz. Tabii aynı zamanda da biraz gezen, biraz gören, biraz merak eden.
Bütün bunları yaparken de zamanından geleceğe irili ufaklı notlar düşen, zamanımızı farklı yönlediyle, farklı boyutlarıyla, farklı duygularıyla geleceğe taşıyan insanlar olmanızı da niyaz ediyoruz. Efendim bu programdaki misafirimiz İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı. Ülkemizin önde gelen dil bilimcilerin olmasının yanında, dil bilimciler arasında yer almasının yanında.
Aynı zamanda Evliya Çelebi ve Seyahatname’si üzerine çalışan ve dolayısıyla da Seyahat Darihimiz ve kültürümüz üzerine çok önemli çalışmalara, eserlere imza atan bir hocamız, Prof. Dr. Hayati Develi. Hocam hoş geldiniz. Hoş bulduk efendim. İyisiniz inşallah. Elhamdülillah. Sizler nasılsınız?
Teşekkür ediyorum. Şimdi bizim sizinle yolculuklarımız da oldu, çok az da olsa. Dikkatimi çeken bir şey var. Seyahatinizde çok meraklısınız. Fotoğraf çekiyorsunuz, not alıyorsunuz, kitabeleri okuyorsunuz, ara sokaklara giriyorsunuz, tatlara, lezzetlere bakıyorsunuz. Bu alışkanlık veya bu kültür nereden geliyor?
Gençliğimizde yapabiliyorduk bunu tabii. Şimdi bürokratik birtakım görevlerle dışarıya çıkınca bunu pek yapamıyorsunuz. Rahmetli Dengdaş yapardı biliyorsunuz. Her yerde fotoğraflar sekerdi. Ama bürokrasinin ayrı işleri var. Serbest gezmeye fazla imkan tanımıyor. Tabii gezmek, öğrenmek, başka diyarları keşfetmek herhalde insanda fıtri bir özellik. Siz programın başında bütün seyircilere güzel bir duada bulundunuz.
İnşallah dergahı izzet de kabul olur. Herkes birer evliya çeyre bulur. Çünkü günümüzde… Yalnız bir fark var, biz rüya görmedik henüz. Herkese de gönlüne göre bir rüya versin Allah. Amin, aynısını. Günümüzde imkanlar çok daha fazla, seyahat etmek çok daha kolay.
Ve coğrafyamızda seyahat etme uygun şartlar var. Yani daha yakın zamana kadar Anadolu’da otelin bile olmadığı düşünürse bugün bütün bu imkanlar varken insanlar da geziyorlar. Ama ne var? Herkes gezdiğini yazmıyor. Sizin duanızda bir eksik taraf bence vardı. Allah herkese dünyayı doya doya gezmeyi nasip etsin. Ama yazmayı da nasip etsin. Söyledim ya geriye notlar bırakan diye onu biraz finaile söyledim. İşte bu evliya çelebiyi belki imparatoluk coğrafyasında gezen binlerce insandan farklaştıran özellik bu. Not bırakmak geriye. Yazmak yani. Evliya çelebi seyahat namizesini okuyanlar bilirler. Okumayanlar da ben söylemiş olayım. O gördüğü rüyadan, meşhur rüyadan başlayarak ona üç nasihat edilir.
Birincisi rüyadadır. Sa’d bin Akvaz der ki gördüklerini yaz. Sonra rüyayı tabir ettirir ertesi sabah. Kasımpaşa Mevlevehanesi post işini. O da bir nasihat olarak gez, dünyayı gez, gör ama gördüklerini mutlaka yaz ve sen yazmaya İslam’ı bolca ağzımızdan başladır.
Sonra aradan zaman geçer babasıyla böyle bir konuşması olur. O da evliya çelebiye birçok nasihatler de bulunur ve der ki gördüklerini mutlaka yaz. İşte evliya çelebi bu nasihatler tutmuş, o amaca ulaşmış, onu elde etmiş ve bugün elimizde 17. yüzyılı biraz daha öncesini de içine alacak bir şekilde belki 16. yüzyıla kapsayacak şekilde
yeni iş bir coğrafyanın bugün Türkiye’den çok uzakta olan toplumların, devletlerin, halkların tarihine, kültürüne, diline, mutfağına dair çok güzel gibi bir döküman bırakmıştır. Allah hepimize bu anlamda yazmayı nasip etsin. Amin hocam. Tabi ben biraz daha iddialı bir söylemde bulunacağım belki siz 15. 16. yüzyıl dediniz 17. yüzyılda yaşıyor ama aslında Seyyad-i Nami’yi bir bütün olarak okuduğumuz zaman Hz. Adem’e kadar giden bir süreç ve ondan kendi zamanına ulaşan yaşanmışlığı aktarım da var evliya çelebi de.
Tabi bu arada bir de haberi vermek isterim ben bu münasebetle Kasım Paşa Mevlevi Hanesi dediniz biliyorsunuz orası yıkıldı yok olmuştu. Şimdi vakıtlar genel müdürlüğümüz ve Kültür Turizm Bakanlığımız o Mevlevi Haneyi yeniden ihya ediyor ve ciddi anlamda tamamlandı Mevlevi Hanesi çok güzel bir şekilde.
İstanbullu olarak bir Türk olarak Osmanlı bakiyesi bir vatanlaşı olarak seviniyorum bir çok yok olan eserimiz ihya ediliyor mescitler tekkeler sadece Türkiye coğrafyasında değil Tika eliyle biliyorsunuz eski Osmanlı coğrafyasında da bu ihyalar restorasyonlar devam ediyor. Bunlar güzel önemli şeyler mutlaka elbette yapılması lazım. Yani hakikaten bu ihya deyince şunu ifade etmek belki yerinde olacak yani İstanbul tarihini çalışan birisi olarak son 10-15 yıllık sürece baktığımızda İstanbul’un tarihinde bu kadar yoğun tarihi eserlerin ihya ve inşa edildiği bir döneme rastlamıyoruz. Neredeyse her tarih eser bir iskeleyle kuşatıldı ve inşaat alanına dönüştü. Yapanlardan Allah razı olsun. Amin evliya çelebi tabi bunları görse ne derdi onu merak ediyor insan. Mutlaka takdir ederdi bu seyahat namide ta hazreti Adem’den günümüze kadar olayların anlatılması bu kadar içerisindir. Elbette seyahat naminin eski metinlerin belki günümüzde de böyle bir şey anlatmaya başladığınızda en dipten başlayarak anlatıyorsunuz. Ulaşabildiği kaynakları kendince yorumlayıp aktarıyor.
Ama evliya da eğer bir sınır çizmemiz gerekirse yani onun bizatihi yani aynel yakın vakıf olduğu bilgiler nelerdir. Dediğim 17. yüzyıl insanı kendi gördüklerini anlatıyor ama Fetih’ten beri İstanbul’da yaşayan bir ailenin soyundan geliyor. Yani büyük dedesi İstanbul’un Fetih’inde bulunmuş.
İşte Fatih’te Zeyrek civarında ona bir ev düşmüş ganimetmanından orada doğmuş, orada büyümüş, orada yaşamış. Ancak ta o dedesinden beri gelen uzun hatıraları da evliya çelebi naklediyor. Bir de babası yüzyıl yaslını aşmış. O konağa gelen, babasının konağına gelen imparatorluğun her tarafından gaziler, dervişler, devlet adamları hatıralarını anlatıyorlar. O 100 yıllık hatırayı da aslında evliya çelebi sanki kendi hatırasıymış gibi bize naklediyor. Belirtiyor tabii babamdan duydum, filancadan duydum diye. Böylece evliyanın kulağıyla duyduğu veya gözüyle gördüğü bir tarih en az 200 yıllık bir dönemi aslında canlı şahit gibi içeren bir seyahatname evliya çelebi. Tabii evliya çelebi bugünkü programın ana konusu olarak ele alacağız ama ondan önce isterseniz evliya çelebi öncesine bir gidelim. Türkler’deki, Osmanlığa’daki seyahat kültürü alışkanlığı nasıldı ve bu konuda ne söyleyebiliriz? Literatür olarak, isim olarak, alışkanlık olarak. Aslında çok fazla bir şey söyleyemiyoruz. Yani İslam dünyasında, isterseniz biz de biraz da hadipten başlayalım.
İslam dünyasında seyahat, Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim’de seyahat etmeyi aslında emrediyor. Sihru emriyle ve başka emirlerle ama bilhassa da Sihru ile en az 6-7 ayette bildiğim kadarıyla geçiyor bu. Yeryüzünü geziniz, seyahat ediniz. Sizden önceki toplumların başına ne geldi onu görünsiniz, ibret alınız diye. Bu bir emirdir. Bugün bize de bu emir vakidir aynen. Devam ediyor çünkü hüküm. İslam alimleri bilhassa tabiinden sonra hadis toplamak için. Efendim, Kuran’ı daha iyi anlamak için, Arapça’yı daha iyi öğrenmek amacıyla bulundukları yerlerden çıkıp, İslam coğrafyasının dört bir tarafına sürekli seyahatler yapmışlardır. Bunlara işte rihle deniliyor.
Rihle de tabi seyahat etme anlamında, göç, irtihal vesaire aynı yerden geliyor. Bilgiyi elde etmek için birçok coğrafyayı dolaşmışlardır. Bu 400 yıl boyunca yoğun bir şekilde sürüyor. Tabi bunların içerisinde hadis toplama var. İşte fıkhi soruları öğrenmek var, cevapları öğrenmek var. Kuran’da geçen birçok kavramı, terimi daha sahih Arapça konuştuğu kabul edilen çöl bedevilerinden öğrenmek için yapılan geziler var.
Bu bir külliyat ve temeli teşkil ediyor. Ondan sonraki yüzyıllarda da, sonraki diğer toplumlarda, Osmanlı’da da seyahat elbette edilmiştir, yapılmıştır. Ancak biz çok seyahat eden çeşitli vesilelerle bir toplum olduğumuzu varsayabiliriz. Bunları yazıya geçirmekte biraz cimri davrandığımız düşünülebilir, kabul edilebilir.
Benim bildiğim bizim Türkçe literatürde en eskili seyahatname nedir? Seyahatname benzeri metin nedir denirse Ahmet Fakih’in kitabı Evsaf-ı Mesacedi Şerifesi var.
Yani bir hac yolculuğunu anlattığı bir kitaptır. Bu belki ilk seyahatname sayılabilir. Ondan sonra Seyyidi Ali Reis’in eseri, Efendimize söyleyeyim, Âşık Mehmet’in Menazur-ül-Avalimi vesaire gibi… Mahmud Ak neşretti değil mi? Mahmud Ak İslam Üniversitesi rektörü, Mahmud Ak doktora çalışması olarak hazırladı ve neşretti. Çok geniş bir eserdir.
Bunun dışında bir takım… Mesela Katip Çelebi’nin eserlerini de bir kısmını seyahatname olarak verebiliriz. Kitabı Bahriye’yi seyahatname olarak Piri Reis’in değerlendirmek mümkün. Bunların adı seyahatname değildir. Çünkü o denizcilere adeta yol gösteriyor. Ama bunu görmek için buraları tek tek gezmiş, dolaşmış kendi bilgilerini aktarıyor. Tecrübi bilgiler.
Tecrübi bilgiler. Elbette kitabı bilgiler de var ama Kitabı Bahriye bilhassa tecrübi bilgilerdir. Bunların bir kısmı tarih metinleri içerisine yedirilmiştir. Tarih olarak anlaşılmıştır. Evliya Çelebi seyahatnamesi de öyledir. Bakın burada ilk Türkiye’de ilk seçmelerden bir tanesi, müntehabatı Evliya Çelebi. Başlıkta, başlıkta tarih yazar. Seyahatname yazmaz. İkinci Abdülhamid Devri.
Evet, ikinci Abdülhamid Devri. Bu Batı’da ilk neşiri yapıldıktan sonra seyahatname’den seçmeler. Bizde bunun tercümesi gibi böyle bir seçmeler başlamış. Ama başlık önemli tarih. Birçok kaynakta tarih olarak zikredilir. Ancak Evliya Çelebi kendi eserine seyahatname adını veriyor. Kendisini de seyah olarak tanımlıyor. Seyahı alem. Yani dünyayı gezen bir gezgindir Evliya Çelebi. Kendisini tanımlaması bu. Hocam şimdi seyahatname deyince müsaadenizle sizin de katkınızda hazırladığımız Evliya Çelebi atlası. 2016-2011 Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yılıydı. Herhalde o yıldan kalan somut, müşahhas ürünlerden başlayacağız budur. Birkaç eser daha, önemli eser daha. Çok teşekkür ederim. Kendi bir hissetmemi sağladınız hazırlayan birisi. Sizin emeğiniz çok büyük burada. Estağfurullah. Herhalde beraber yapmıştık. Bu kitabın ön sözünde şu ifadeleri kullanmıştım. Biraz bunun üzerine isterseniz yürüyelim. Her şey bir rüya ile başladı. O rüya bir seyahın rehberi oldu, kalemi oldu, kelamı oldu. Şefaat Ya Rasulallah yerine, dile gelen seyahat Ya Rasulallah’ın kabulü, sayfaları kapladı.
O rüyadan zamanına milyonlarca kilometre kareye, onlarca topluma şahitlik eden renkli, zevkli, zengin, dev, emsalsiz, muhteşem olarak tanımlanan döneminin siyasi, sosyal, kültürel, edebi, tıbbi, askeri, mimari, hukuki, folklorik, duygusal ve günlülük yaşamına kaynaklık eden bir eser kaldı geriye.
Asırlar geçti. Geçen her asır bir öncekini geride bırakırken rüya, seyyah ve seyahatname meçhulden maluma, malumdan meşhura, meşhurdan meşhuda dönüştü. Bu süreç kısa sürmedi. Bu değişim kolay olmadı. Hâlâ da bitmedi seyahın çilesi.
Yalancılıkla, palavracılıkla, abartıyla itham edilen seyahımızın şimdiki imtihanı ise modern zamanın diliyle kurguculuğu diye bir tanımlamayla başlamışız.
Böyle sizin ne kadar ehli kalem olduğunuz da bu satırlardan ortaya çıkıyor. Bir edebiyat metni okur gibi zevkle dinledim. Seyahatname’nin etkisi belki. Seyahatname’den yaklaşık 3 asır sonra Hamer tarafından ilk defa keşfediliyor. Şimdi siz Fatı’daki ilkleşinden sonra deyince aklıma geldi.
Sonra da bizim Osmanlı tarihçileri, Basip Efendi ve benzerleri ele alıyor. Onlar da mesela Basip Efendi’nin ifadesi, kezaptan rivayet ile bazı akasiz ve hikayetten söz eder seyahatname diye büyük bir yalancılıkla vurgulanıyor. Şimdi seyahatname’nin gerçekliğini konuşmadan önce isterseniz Evliya Çelebi’yi tanırsak, seyahatname’nin doğruluğu ve kaynaklığında biraz daha ele almış oluruz.
Kimdir Evliya Çelebi? Evliya Çelebi dediğim gibi Fetih ile beraber İstanbul’a yerleşmiş, Fetih’te bulunmuş bir ailenin ahvada olarak dünyaya gelmiş. İstanbul’lu genç bir adam. Tabi az önce de söyledim babası sarayda kuyumcu başı ve aristokrat bir aile ve bu aileye imparatorluğun her tarafından sürekli misafirler geliyor.
O günün İstanbul’unda da kahvehanelerde, medreselerde, tekgelerde yine imparatorluğun her tarafından gelen hatta ecnevi seyyahlar bu dünya ile ilgili çok enteresan hikayeler anlatıyorlar. Televizyonun, radyonun, sinemanın olmadığı bir dönemde bütün muhayyileyi, zihniyet dünyasını oluşturan şey bu anlatılar. Bu anlatılar genç evliyanın ruhunda inanılmaz bir seyahat tutkusuna yol açıyor.
Ve bu tutku adeta bir kompülsif obsesyona yani bir takıntıya dönüşüyor. Evliya Çelebi her zaman dünyayı gezip görmek istiyor, seyahı alem olmak istiyor. Bu tutku ile yanıp tutuşuyor adeta. Diyor ki acaba ne zaman ana baba kahrından kurtulur da seyahı alem olurdum diye düşünüyordum diyor. Öyle düşünürken tabi bu kadar çok düşününce bir rüya olarak bir şey gerçekliyor.
Rüyasında önce biraz da yetişmesinin o çocukluk devresini nasıl bir eğitim alıyor? Tabii iyi bir eğitim alıyor. Hem klasik bir eğitim hem de iyi bir eğitim. İşte Sıbyan mekteplerine gitmiştir. Onlardan çok bahsetmez.
Medresede okur. Ahveş Efendi dediği bir zattan klasik medrese derslerini tamamlar. Hafızlık eğitimi alır. Ciddi anlamda Kur’an-ı Kerim’in 10 farklı okuyuşundan 7’si üzerine hafızlığı tamamlar. Yani seb-a-kıraatin tamamladım der. Aşaradan sebayı tamamlıyor. Evet. Arapça ve Farsça’yı ortalama bir şekilde öğrenmiştir. Bunun yanında arkadaşı olduğunu söylediği bir Rum gencine Arapça öğretir kendisi.
O da ondan Rumceyi ve Latinceyi öğrenir. Böylece Grekçe ve Latince tarih kaynaklarına ulaşabildiğini ima eder ki bunlardan da sık sık alıntılar yapmıştır. O zaman bayağı iyi biliyor Grekçe, Latinceyi. Evet. Yani 20’li yaşlarına geldiğinde Evliya Çelebi aslında 4 dili buna Türkçe’ye de eklerseniz 5 dili anlayabilecek şekilde bilen bir entelektüel seviyeye ulaşmış. Ve tabi bütün bu anlatıların imparatorluğun merkezi olan İstanbul’da duyduğu inanılmaz hikayelerin onda oluşturduğu dünyayı gezip görme arzusu nihayet bir rüya ile taçlanır. 19 yaşındayken bir rüya gördüğünden bahsediyor. Bu uyku ile uyanıklık arasında yani beynen navm vel yakaza der esnet. Yakaza hali. Uyku ile uyanıklık arasında rüyamısı bir şey görmüştür. Rüyada işte Ahi Çelebi Camii’nde bugün Eminönü’de İskelede olan görür kendisini o camiye nurani bir cemaat girer. Kimdir bunlar? Peygamber Efendimiz aleyhisselam, ashabı, evliyalar, önceki peygamberler onlar ruhları o camiye girerler ve rüya başlar. Hemen yanı başında oturan zata sorar siz kimsiniz? Bu cemaat kimdir? Der ki ben Sa’d min Vakkas’ım sahabeden. Bu cemaatte Peygamber Efendimiz, önceki peygamberler ve onun ashabı Moskov ile savaşan Kırım Hanı’na yardıma gidiyoruz. Onun için İstanbul’dan geçiyoruz buraya uğradık sabah namazını Eda için derler. Tabii evliya hafızlık eğitimi gördüğü için Sa’d min Vakkas ona der ki farz namaz için kahmeti sen getir ondan sonra da ona müezzinliği talim eder. Evliya kahmet getirir, namaz kılınır sonra der ki şimdi Peygamber Efendimiz’in elini öp, mihraba git. Hemen mihrabın yakınındadır zaten.
Gider Peygamber Efendimiz’in elini öper tabii şefaat dilenir Peygamber’i görünce değil mi o kadar heyecanlıdır ki aklında da hep seyahat etme planları arzuları olduğu için diline şefaat Ya Rasulallah yerine, seyahat Ya Rasulallah geri verir. Öyle bir rüyayı sizinle bu Kur’an’da belki ufak bir şeyimiz olabilir. Evliya bu bir kurgu mudur o modern işkence dediğiniz şey bir kurgusal tarafı var.
Böyle bir rüyayı görmüştür Evliya Çelebi. Onun dini bütün bir Müslüman olması, rüya konusunda da kendisine görmediği bir rüyayı isnade etmemesi kabul edilebilir bir gerçek ancak gördüğü bir rüyayı kendi projelerini geleceğe dair gerçekleştirmek için bir vesile olarak kullanma ve onu biraz da ballandırarak anlatmak. Bu ayrıntılı tabi anlatır. Bu kadar ayrıntılı bir rüya görmek bilmiyorum mümkün oluyor mu? Mümkündür diye düşünüyorum hocam. Bilmiyorum ben görmediğim için böyle sahih rüya göremediğim için bilemiyorum ama Evliya’nın bir aynı zamanda eli kalem tutan sizin gibi yazı yazmayı bilen bir insan olarak gördüğü rüyayı güzelce anlatmış olduğu açık.
Bu rüya onun sonraki gezileri için dini bir zemin oluşturacak. Aynı zamanda da anne ve babasından izin almasını kolaylaştıracaktır. Ama bu izin alma işi 10 sene sürer. Ancak 10 sene sonra bu rüyadan İstanbul dışına çıkabilir Evliya Çelebi. Bu izin alma işinden önce şu rüyayı biraz daha ayrıntılı ele alalım istiyorum. Çünkü hemen hemen herkes bu rüyayı anlatırken bu bir kurgu diyorlar. Aslında kurgunun yalan dediği yalan. Olmayan bir şeyi anlatmak. Böyle bir rüya yoktur dün. Bu aslında varlığı ve yokluğu Evliya Çelebi de malum. Ama kültür anlayışıyla ve inançla da yakından ilgili. Evliya Çelebi’nin kişiliği aslında burada bu rüyanın doğruluğu ve yanlışlığı konusunda bize temel ipucunu veren unsur diye düşünüyorum. Kişilik olarak siz Evliya Çelebi’yi yalancı, sahtekar, hikaye anlatan birisi olarak tanımlayabilir misiniz?
Hikaye anlatır tabii. Ben yalancı… Nasıl bir kişiliğe sahip bir? Evliya Çelebi’nin doğru söylediğine inananlardanım. Evliya Çelebi yalan söyleyen bir adam değildir. Abartı olabilir ifadesinde.
Çünkü burada kime inanacağız? Evliya’nın kendi anlattıklarını. Evliya Çelebi bütün yazdıklarını, inanılması güç olayları dahi anlatırken bunu gördüm, bunu yaşadım, bunu duydum. Ama bunu görmedim. Böyle derler. Yani kaynak gösteriyor. Evet kaynak gösteriyor. Böyle derler ama ben şahit olmadım diye bunlar sık sık ifade eden bir adam.
Bütününü okuduğunuzda Evliya’nın o zaman gördüm dediğine inanmanız. Görmedim dediğine de evet bunu görmemiş ama anlatıyor, duymuş demeniz lazım. Yalancı Musahibleri yahut yalancı Nedimleri eleştirir bir yerde. Halep’te işte ismini hatırlamayacağım bir, hatırlamadığım bir paşanın konağında sohbetler ediliyor.
Tabi uzun sohbetler. Orada Nedimler’den bir tanesi inanılması güç bir hikaye anlatıyor. İşte filanca tarihte biz Erzurum’dan sefere çıktık ancak bir geçidiyi aşamadık. O kadar kar vardı ki her şey mahvoldu geri dönmek zorunda kaldık.
Paşanın hazinedarı hazineyi bir yere gömdü karların içinde hançeriyle eşerek gömdü. Aradan zaman geçti bahar geldi tekrar gitti hazineyi buldu. Nasıl buldu? İşte gömdüğü sırada yukarıda olan bulutu işaret olarak koydu. Sonra bahar geldiğinde gitti o bulut orada duruyordu.
O bulutun altından hazineyi kazdı çıkardı. O Nedim böyle anlatıyor ve herkes de diyor ki ee olabilir böyle bir şey. Evliya Çelebi diyor ki böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir şey olamaz. Bu tabiat kanunlarına aykırı. Bulut orduyu yerde durmaz böyle bir şey. Bu yalan. Riyalist bir tarafı var. Yalan söylüyor diyor ve paşalar da buna inanıyor diyor. Paşa’ya dedim ki o mecliste efendim böyle bir şey olması mümkün değil ama olabilir, olabilir demiş paşada. Bunu eleştirir. Böyle bir eleştiri getiren bir adamın kendisinin yalan söyleyeceği bence çok makul bir şey değildir. Bizim bugünkü daha pozitivist, daha realist her şeyi adeta gözüyle görmeye dayalı bir toplumda, dünyada evliyanın bazı anlattıkları inanılması güç hikayeler gibi geliyor. Mesela ve bazıları da evliyaya isnat ediliyor. Yanlış yorumlanıyor. Diyorlar ki evliya çelebi işte Erzurum’u anlatırken demiş ki kedi o kadar soğuk olur ki Erzurum kedi damdan damı atlarken donar. Sonra bahar gelince miav diye tekrar yaşamaya devam eder. Evliya çelebi böyle bir şey demiyor.
Diyor ki halk Erzurum’un soğuğunu anlatmak için böyle bir şaka anlatırlar diyor. Bunu anlatan Erzurum’un ahalisi. Erzurum ahalisi de bunu bir latife olsun şaka olsun diye anlatıyor. Evliya çelebi bir halk anlatsın bize naklediyor. Ama gerçekte diyor Erzurum çok soğuktur o zemheri günlerinde ıslak elle demire yapışırsanız eliniz oraya yapışır kalır elinizin derisi adeta orada kalır diyor.
Evliya son derece kendisini böyle inanılacağını da belki biliyordu. Ben filanca kaynaklara baktım filanca kitaptan aldım. Sicillere baktım. Bu şehrin yaşlı ihtiyarlarına sordum. Onlardan öğrendim diye kaynaklarını yazılı ve sözlü kaynaklar olarak kendisi tasvif etmiş. Mesela Hint diyarını anlatıyor. Diyor ki Urduya adı şundan şundan bahsediyorlar. Ama ben gitmedim görmedim bilmiyorum diyor.
Gitmediği yeri orada söyleyen adam Amsterdam’ı niçin söylemesin diyor ki Amsterdam’ı gördüm diyor. Ama nasıl gördüm? Uzaktan gördüm diyor. Şimdi diyorlar ki Evliya çelebi Amsterdam’a gitmemiştir yalan söylüyor. Yok böyle bir şey. Bir akın faaliyetine katılıyor. Tatar akıncılarla beraber birkaç bin kişilik belki son akınları Osmanlı toplumunun. Bu at sırtında gece gündüz devam eden bir hareket.
Ve bu harekette Amsterdam yakınlarından geçmiş olmaları muhtemeldir. Şehre girdim demiyor uzaktan şehri gördüm diyor. Şehir hakkında bazı bilgiler veriyor. Bunu nasıl yapıyor? Oradan yakalanan bazı esirleri konuşturuyorlar. Onlarla sohbet ediyor. Onlara soruyor. Onların anlattıklarını kaydediyor. Gittiği zaman gittim gördüm. Gözümle gördüm. Duyduğu zaman duydum.
Gitmediği zaman gitmedim. O zaman ben Evliya Çelebi’nin anlattıklarından niçin inanmayayım? Veya okuyucular niçin inanmasın? Bir de tabi dini kimliği var. Bildiğimiz kadarıyla bütün yoğun seyahat namesine ve hemen hemen çok farklı topluluklara, Müslüman toplumlar dışında da çok farklı toplumlara mesela Viyana ve benzeri tasvirle çok önemli. Girip çıkan birisi ama orada bir istikamet sahibi bir tavır sergiliyor diye biliyoruz ne dersiniz? Dili kimliği konusunda… Evliya Çelebi’yi şöyle bir insan olarak ayırıp kendi anlattıklarından yola çıkarak tanımlamak istiyorsak Evliya Çelebi dini bütün bir adamdır. Bugünün ölçülerinde aslında sofu bir Müslüman bile sayılabilir. Adı Evliya. Adı Evliya. Evliya Çelebi’nin seyahat etme sebebi Evliya ve Enbiya ziyaretidir. Yani kutsal mekanlar ziyaret etmektir. Birincisi, ikincisi cihat ve gazadır. Yani hayatını din ekseninde yaşamış bir adamdır. 17. yüzyıl Osmanlı toplum zaten böyleydi ama Evliya bunun ortasında. Ancak Evliya bugünün ölçülerine göre sofu bir adamdır.
Ama kendi ölçülerine göre vasat bir din anlayışına sahiptir. Mesela diyor ki ben İstanbul’un bütün meyhanelerine girdim. Orada oturdum. Oradan bize bir şeyler anlatıyor. Bütün içki isimlerini sıralar ancak diyor ağzıma neşarap, ne rakı ve uzunca bir liste bütün alkol içecekleri veriyor. Bunların içerisinde boza da dahildir, çay da dahildir, kahveli dahildir. Bunları asla ağzıma sürmedim diyor.
Bu hiç alkol kullanmadım ifadesi Seyyad-ı Nehmen 3-4 yerinde yemin billahlarla tekrar eder. Evliya Çelebi çok softa bir Müslümanlık anlayışını eleştirir. Onu kadızadelilik olarak görür.
Bu anlayışında tasavvuf neşvesi, hafif bir bektashi neşvesi, farklı kültürleri de hoş gören bir geniş bir anlayış vardır. Ama Evliya Çelebi harama helale riayet eden bir adam. Yani onun bakın kimliği nasıl oluşturuştur derse bir baba öğüdünü hatta Sa’d bin Vakka’sın öğüdünü bu öğütleri zikreder.
Peki Sa’d bin Vakka’sına gezdiğini gördüğün yerleri yaz. Ancak diyor tarihi hakkı yani hak yolunu doğru yolu elden bırakma. Dedikodudan uzak ol. Nanu nemek hakkını yani tuz ekmek hakkını gözet. Bir yerin ekmeğini yediysen ona hıyanet etme. Yar sadık ol yani sadık bir dost ol. Kötülerle dost olma, iyilerden iyilik öğren diyor. Aradan on yıl geçiyor. Babadan habersiz bir yolculuğa çıkıyor. Malum ilk yolculuğu böyledir. Mudanya’ya oradan Bursa’ya gidiyor. On gün kadar geldiğinde babasından korkmaktadır tabi. Babasının kendisini azarlayacağını hatta belki bir iki şaplakta ensesini indireceğini düşünür. Ancak babası bir rüya görmüştür. Rüya çok önemli. 17. yüzyıl toplumunda. Seyahatname de de çok önemli. O rüyada babası Emir Buhari Hazretlerini görür. Emir Sultan’ı görür Bursa’da. O rüyadan anlar ki oğlu Bursa’ya gitmiştir. Ve ondan sonra onun seyahat etmesine artık gönlü razı olmuştur. Babanın gülerek karşılar. Evliya Çelebi gel oğlum der. Önce onu affettiler. Ne kadar rahatlar değil mi o? Evet. Sonra ona birine seyahatte bulunur. Aslında bu metin alıntı bir metin.
Ancak 17. yüzyıl Osmanlı toplumunun ahlak anlayışını, edep anlayışını bize özetliyor. Bunu babasından denir. Babası kulağını sıkıca tutuyor ve dinle oğul diyor. Kulağı böyle tutmuş değil mi? Tabi. Kulağımı sıkıca çekti diyor ve bunu dedi yani kulağını aç anlamda. Bazı yerlerini okuyayım size. Lütfen. Kulağı verecek sözün var ise, sırrın var ise sakın avratına deme. Esbabını yani elbisenin söküğünü üzerinde dikme. Efendim alayı bozma yani düzeni bozma. Toplumsal yürüyüşü aksatma. Tarla basma. Yaren payına sarkma yani kimseye kötülük etme. Komadığın yere el uzatma. Yani sana ait olmayan bir şeyi alma.
İki kişi söyleşirken dinleme. Nanun emek hakkını gözet yani tuz ekmek hakkını gözet. Mahreme esrar ol yani sır sakla vesaire gibi. Yani mesela senden ulular önünden gitme. Senden büyüklerin önünden yürüme. Onların arkasına yürü. Onlara saygılı ol. İhtiyarlara riayet eyle.
Yani metroda bir yaşlı adam gördüğünde. Bir daha tekrar. Yer var hocam yaşımız geliyor yavaş yavaş. Ben de onun için söylüyorum zaten. İhtiyarlara riayet eyle. Daima temiz ol. Muharremat ve menhiyattan uzak dur diyor. Yani haram ve yasaklanmış şeylerden de uzak dur diyor.
İşte beş vakit namazına devam et vesaire gibi. Sonra bunu bir manzun metin olarak da buraya nakletmiş. Yani evliyanın… Tabii kendi anlatımı çok keyifli bir dil. Çok neşeli tabii. O birazcık o dile dinleyicilerimizin yaklaşmaları gayret göstermeleri lazım. Zor bir metin değildir. Yani şöyle birkaç yüz kelimeyle halledilebilecek bir metindir. Evliyan Çelebi o ahlak anlayışına sahip bir adam doğru söylemeyi kendine şiar edinmiş. Ve doğru sözlü olduğu için sır saklamayı bildiği için de evvela dördüncü maradın has nedimi olmuş. Yani padişahın toplumun en üstündeki adamın sırlarını dinlemiş. Sonra paşaların sırlarını dinlemiş. Asla laf getirip götürmemiş. Harama helale riayet eden bir adamdır.
Onun için ben söylediklerinin inanılır metinler, inanılmayacak gibi gelen metinler var. Bunların sebepleri olabilir. Nereden aldı? Ne anlatmak istiyor? Çünkü evliya şunu sıkça yapıyor. Bir takım metafor ve inanılması güç hikayeler gibi şeyler anlatıp aslında siyasi bir eleştiri de bulunuyor. Paşalara hatta padişaha ötürük eleştiriler veriyor. Evliya Çelebi siyasi eleştiri belki bir araştırma konusu olabilir.
Epeyce malzeme vardır ama bunu asla açık yapmaz. Hep örtülü bir şekilde, münasip bir dille yapar. Mesela bir tanesinden bahsedeyim isterseniz. Evliya Çelebi ne zaman öldü bilmiyoruz. Onun için de ben diyorum ki sohbetlerinde evliya çelebi önümsüzlüğe karşımıştır. Çünkü öldüğüne dair elimizde bir malumat yok. Mezar bilinmiyor.
Ama Mısır tarafında. Mısır’da öldüğü kabul edilebilir. Son yazdığı son notları oraya at çünkü. 1683 yani Viyana bozgununa kadar geliyor. Ancak Viyana’da bozulduk diye bir şey anlatmaz. Bu 2. Viyana kuşatmasından bahsetmez. Sadece yorumlarsak evliya çelebi 2. Viyana kuşatmasını haber almış ve bozgundan da haberdar olmuş olmalıdır.
Çünkü kuşatmayı yapan merisporlu Kara Mustafa Paşa’nın henüz sadrazam olmadığı bir dönemde Edirne’de kaimi makam iken padişahın yerine onun sohbetinde bulunuyor. Çünkü evliya çelebi bundan yaklaşık 1 sene kadar önce bir elçilik heyetiyle Viyana’ya gitmiştir. Viyana’da uzunca bir süre kalmıştır. Sonra oradan başka Avrupa ülkelerine ve Rusya taraflarına geçiyor, Kafkasya’ya geçiyor, dönüp geliyor.
O dönüşünde Mustafa Ağa ile konuşuyor. Mustafa Ağa henüz sadrazam değil, belki paşa bile değil.
Ona merisporlu şunu soruyor, bana diyor Viyana’dan bahset, Viyana’nın surları nasıldır, işte bir muhasara olsa nereden gelir. Yani evliya çelebi de ona efendim Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri Viyana’yı kuşattığında ve yenildiğinde alamadığında evlatlarına demiştir, nasihat etmiştir benim soyumdan hiç kimse Viyana’yı kuşatmasın. Kuşatana beddua ediyorum demiştir. Viyana’nın kuşatılması yanlış olur. Tekrar Viyana bir daha kuşatılmamalıdır gibi ifadeler geçer. Yani evliya çelebinin tam da merisporlu Mustafa Paşa’ya bunu daha çok erken bir dönemde bahsetmesi, onun aslında bu olayın gerçekleştiğini bildiği anlamına gelir ve üstü kapalı bir eleştiridir. Bunun yapılmasının yanlış olduğuna dair.
Şimdi rüyaya dönecek olursak bir de Peygamber Efendimiz’in kendisine yalan isnade edilmesiyle ilgili uyarıcı hadis-i şerifleri var.
Yani her kim beni görmediği halde gördüm derse, bana bir yalan benden sadır olmayan bir söz söylerse, bana bir yalanla bana atıp da bulunursa elim konucuna azabına hazır olsun diye hakikaten çok ağır cezala vurgulayan hadis-i şerifleri var. Ama evliya çelebinin bunları da bildiğini elbette… Evliya’nın bunu bilmemesi imkansız tabi. Muhakkak ki bunu biliyor ve ben evliya çelebinin bu rüyayı gördüğüne inanıyorum. Tabi anlatışı biraz süslenmiş bir anlatış olarak kabul edebiliriz. Ayrıntıları kendisi uygun bir şekilde anlatmıştır.
Ya da gördüğü bütün ayrıntıları güzel bir şekilde anlatmıştır. Peki ya artık ama rüya görmediği konusunda bir şey ben inanmıyorum. Rüyayı gördüğü, bunu da bize uygun bir şekilde anlattı. Ondan sonra daha birçok salih rüyalar gördüğünü fark ediyor. Var bahsediyor. Eserinin içerisinde birçok rüya var. Ben biraz merak ettim rüyanın gördüğü rüyaları ve onlar arasında söyleyen bağ kurarak da biraz bu rüyanın sahi olduğu gibi bir şahsi kanaate ulaştım.
Hayati hocam siz evliya çelebi daha doğrusu seyahatname üzerine tabi burada Musa Duman hocamızı da hayırlı analım. İkiniz ülkemizde ilk doktorayı yapan dil açısından da inceleyen insanlarsınız. Aslında ülkemizde en önemli akademik anlamda evliya çelebi bir uzmanla şu anda biz beraberiz sevgili seyirciler. Buradan biraz seyahatnameye geçmek istiyoruz. Tabi ki sona doğru şunu söyleyeceğim.
Neyi biz bugün nasıl okumalıyız, nasıl anlamalıyız, sizin bu konuda çalışmalarınız var. Onlara da temas edeceğiz ama sohbet arasında zaman zaman atıplarda bulunuruz ama bir bütün olarak on ciltlik bu eserin hikayesini, muhtevâsını, üslubunu bir ele alsak, değerlendirsek. Ve seyahatname nasıl gün yüzüne çıktı? Asıl hikaye orada gizli biraz. Tabi evliya çelebi seyahatnameye de muhteşem bir eser. Hazmiyle de muhteşem bir eser.
Yani birçok seyahatnameler vardır. İşte bir cilt, küçük bir isale vesaire yazılmıştır. 50’yle yakın bir ömrün hikayesini on ciltlik yazması bile, okuması bile bugün çok zor olan zaman açısından bir eseri yazabilmek büyük bir başarıdır. Tabi seyahatname nasıl bir eser dersek öncelikle nasıl yazıldığını düşünmek lazım.
Yani evliya çelebi şimdiki gibi konfor içerisinde seyahat etmiyordu. O ya bir görevle gidiyordu, ya bir cihat gaza faaliyetine katılıyordu, ya kaçıyordu, ya kovalıyorlardı onu vesaire gibi. Çok tehlikeler atlattı. Birkaç örnek. Mesela ilk seyahatlerinden bir tanesinde Karadeniz’den dönerken o Karadeniz’in yaman fırtınalarından birisine tutulurlar.
2-3 gece devam eden bir fırtınadır bu. Bütün gemi batar. Onlar bir filika’ya atlarlar. Hatta filika da dolar. Artık gelenler o filika’yı batırmasın diye gelenleri öldürürler. Öldürüldüğünü anlatır. Sonuçta o filika da batar. Evliya çelebi bir direğe tutunur. Birkaç kişi daha tutunmuştur. Yarı baygın bir şekilde bugün Varna, Bulgaristan’ın Varna şehrinde Kaligra denilen bir buruna çıkar. Orada bir Bektaşi tekkesi vardır. Bugün yok. Ne yazık ki orası bir Hristiyan Aziz’in kabrine dönüştürülmüş. Bektaşi dervişleri Evliya Çelebi’ye yanındakileri kurtarırlar. 6 ay kadar tedavi ederler.
Evliya Çelebi bir daha Karadeniz’e çıkmamaya yemin ederek o seyahatini yine Karadeniz’den döner ama kıyıdan kıyıdan. Yani karadan gelir. Karadan değil. Yine denizden ama kıyıdan geliyor. Denizin ortasına açılmıyorlar. Esir olması var, savaşması var. O şeyde birçok şeyini kaybeder. Savaşlara katılır. Bir savaşta ölümle burun buruna gelir.
Bütün adamlar ölür aslında. Kendisi bir ormanda saklanır 10 gün kadar. Orada onulmaz bir hastalığa da yakalanır. Defalarca eşkıya takibine uğrar. Eşkıya tarafından yine adamları öldürür. Kendisi bir şekilde kurtulur. Yanı başında insanlar öldürülür. Yani böyle bir macera içerisinde geçmiş bir hayat.
Benim kanaatim senaristlerimiz, film yapımcılarımız, Evliya’ya böyle inanılması güç hikayeler anlatan bir adam değil de inanılabilecek hikayeler anlatan bir macera perest gibi görseler en az 10-15 tane Indiana Jones filmi çıkarır. Evliya Çelebi seyahat namazından. Tabi bu eser bugünkü konfor olmadığı için Evliya Çelebi’nin cep telefonu, laptopu, tableti vesairesi olmadığı için
bu notlarını nasıl muhafaza ediyordu veya edebiliyor muydu? Bu bir soru işaretidir. Bir takım notlar aldığını, bir takım müsveddeler oluşturduğunu kabul edebiliriz. Ancak esas bizim elimizdeki seyahatlemeyi, yazma işini bir hatırat şeklinde Mısır’da artık ömrünü son demlerinde gerçekleştiriyor. Mısır’a niye gidiyor?
Dokuzuncu ciltte biliyorsunuz, hac yolculuğuna çıkar. Baştaki temel amacı hacdır. İlk yolculuğuna da, legal yolculuğuna da bu amaçlarla çıkar ama bir türlü nasip olmaz hac. En sonunda artık direkt olarak bir paşanın himayesinde olmadan, kendi malıyla hac yolculuğuna çıkar.
Standart yollardan gitmez, Ege üzerinden iner, Rodos’a kadar Rodos’tan, yine Akdeniz bölgesinden bu sefer Halep, Şam ve hac’a gider. Hacı olur, dönüşte Mısır’a gider. Niçin Mısır? Mısır o günkü İslam dünyasının daha doğrusu Osmanlı dünyasının ikinci başkenti gibidir adeta. Birinci başkent elbette İslam’ındır ama Mısır büyük bir coğrafyadır, Kahire çok büyük bir şehirdir. Orada Osmanlı öncesinden başlayan bir Türk kültürü vardır. Yani bir Türk, Türkçe konuşan bir adam orada yabancılık çekmez. Kahire’deyken eserini kaleme almaya başlıyor. Orada da bir ihami bulur, rahata erer, yine seyahatler yapar. Ama hatırat şeklinde eserini burada alır ve muhtemelen de hayatı da burada tamam eder ama o kendi kitabını büyük ölçüde tamamlamıştır. Tabii Evliya Çelebi seyahat namesi bir süre unutuluyor. Birkaç tarihçi ondan bahseder, küçük notlar halinde, çok da dikkate almazlar çünkü. Ama daha çok 19. yüzyılda.
Ondan önce de bir iki not var. Alışıldık bir tarih kitabı değil, bir coğrafy kitabı alışıldık değil, bir hatırat değil. Tam tür olarak nedir? Kendisi seyahatname dediği için seyahatname. Biz seyahatname olarak kabul ediyoruz. Unutulmuş ancak Hacı Beşir ağa denilen bir önemli saray ağalarından birisi vardır.
Buna Mısır’dan, Mısır’da bundan bu takım gönderilir. Hacı Beşir ağayı burada rahmetle yad etmemiz lazım. O günün şartlarında… Kaçıncı yüzyıl? Hangi yılda da anlaşılıyor? 18. yüzyılda hatırlıyorum. 18. yüzyılda bu eserden iki üç kopya çıkartılıyor. Çok pahalı bir iştir.
Yani bugünün şartlarında tıpkı basımını yapmak gibi, haddatlara binlerce altın muhtemelen ödemiş ve böyle bir hayırda bulunmuş. Yani Hacı Beşir ağa bence evliyanın kıymetini ilk görüşte anlayan bir adamdır. Bugün elimizdeki nüsaların çoğu Hacı Beşir ağadan gelen. Zaten bir nüsa Süleymaniye Kütüphanesi’nde var, iki nüsada Topkapı. Topkapı da var. Dışarıda birkaç böyle mükefellik, eksik bazı şeyler var.
Merakları için müsaadenizle hatırlatalım isterseniz. Uğur Demir Hoca’nın Evliya Çelebi’nin Seyahat Namesi’nin serencamını ve Hacı Beşir ağa koleksiyonunu bulunuşu anlatan bilimsel çalışmaları var bu Evliya Çelebi adlasında da yer alan. Son yıllarda üniversitelerimiz de çoğaldıkça bilim insanların Evliya Çelebi’ye merakı ilgisi arttı. Birçok araştırma yapıldı.
Bir defa Evliya Çelebi’nin eksiksiz, sansürsüz bir metni artık elimizde. O ilk Mısır’dan gelen nüsada Topkapı Sarayı’nda muhafaza ediliyor. Son iki cildini kayıp olduğunu biliyoruz. Ancak Allah’tan Hacı Beşir ağa ismini sahiptirmiş. Onun nüsaları var. Yani Evliya Çelebi Seyahat Namesi kaybolmamış. Bugün belki ilk dikkat çeken bir batılı olsa da bugün hem dünya hem Türk entelektüel hayatı, bilim hayatı Evliya Çelebi’yi bir kaynak olarak kullanabileceğini biliyor.
Ama şunu yapmanız. Evliya Çelebi’yi biz bilimsel kaynak olarak kullanırız ama onu bir dünya markası haline getirmek. Onu hem turizm hem kültür hem tarih açısından değerlendirmek ve Türk kültür hayatının önemli zirvelerinden biri olarak hak ettiği bence yere Evliya Çelebi yerleştirmek lazım.
Tabii burada Seyahat Namesi’nin yayından bahsettik ama biraz onu da konuşalım. Öncelikle Yücel Dağlı’yı rahmetle anmak istiyoruz. Rahmetle anıyoruz Yücel kardeşimizi, arkadaşımızı Allah ona inşallah cennetini nasip etsin. Kaç cilt halinde yayınlandı Seyahat Namesi? On cilt halinde yayınlandı. Bu neşirde Robert Dankof’un Seyid Ali Kahramanı.
Robert Bey sonradan ona dahil oldu. Seyid Ali Kahraman, Yücel Dağlı her citte de değişen birkaç isim de vardı başlangıçta. İlk dört cildi önce redaksiyonunu İskender Palay yaptı. Bilahere tabii ilk cildi hatırlayalım Orhan Şahik Gökkay rahmetli hazırlandı. Çok eksik olurdu haksızlık olurdu hatırlamasaydık.
Evet tabii onda birtakım filolojik kusurlar hocanın son yaşlık zamanına geldiği için belki vardı. Sonradan o da Robert Dankof’un kontrolünde yeniden yayınlandı. Önemli olan metnin eksiksiz ve sansürsüz olarak ve de ayrıntılı bir indeks ile okuyucuya sunulmuş olması.
Daha akademik daha filolojik neşirler hazırlanabilir gelecekte ama bu metin elimizde tam latinize edilmiş bir metin olarak duruyor. Anlamak da çok zor değildir. Evliya Çelebi’yi anlamak her Türk entelektüelenin borcudur. Öyle çevrilerden falan değil bakın doğrudan doğru kendi metninden latinize edilmiş metinden.
300-400 tane kelimeyi de lütfen öğrenelim ve her bilgiyi kaynağından edilmiş olalım. Evliya Çelebi tam pınar gibi okunmalıdır. Evliya Çelebi diyor ki ben Evliya Çelebi’yi inanarak okudum ve her seferinde karlı çıktım. Tam pınar söylüyor.
Bursa’yı anlatırken veya başka şeyler sık sık Evliya Çelebi’ye müracaat eder. Onun anlatılarını, onun yorumlarını, onun bakış açısını mutlaka değerlendirir. Bu orijinal bir bakış açısıdır. Dünyada da çok örneği yok bunun.
Yani Evliya Çelebi gibi profesyonel olarak ömrünü seyahate adamış, orada geçirmiş, aynı zamanda çok şey bilen, her toplumsal kademeye girebilen, her katmanla iletişim kurabilen bir adam. Düşünün Padişah’ın Nedim’i, orada nasıl davranması gerektiğini biliyor ama aynı zamanda meyhaneye de gidebiliyor.
İşki işmese bile. Toplumun en üstüyle en alt arasında her kesimle diyalog kurabiliyor. Sadece Müslüman toplumlarla değil, gayrimüslimlerle de aynı diyalogu kuruyor. Bu sayede mesela işte Suriye, Libyan, Bülbistan normalde Müslümanların giremeyeceği kiliselere girmiş, göremeyeceği belgeleri görmüştür.
Aynı izni Avusturya İmparatoru’ndan alıyor ve bütün Doğu Avrupa’yı o izinlerle geziyor. Papamonta dediği şeylerle, izinlerle o coğrafyayı geziyor. Bu nedir? Evliya Çelebi diplomat gibi bir adam. Herkesin kültürüne saygı gösteriyor. Ben ona hep şöyle derim Evliya Çelebi bir İstanbullu, bir Müslüman, bir Osmanlı, bir Türk ama bir dünya insanıdır. Çünkü bütün o kültürlere adetler böyledir, gariptir ama hoş görürüz, kınamazız der. Herkesin yaşama biçimine saygı göstermeyi başarabilmiş bir dünya insanı olarak görüyorum. Bence de bu yönetileriyle bunu bir dünya markası haline bizim getirmemiz gerekiyor. Ne kadar ilginç. 25 Mart 1611’de dünyaya gelen bir seyahı aradan geçen asırlar sonra yeniden keşfetmeye çalışıyoruz. Üstelik 3-4 asır unutulmuş olmasına rağmen bir hazine gibi ele alıyoruz. Hocam tabi Evliya Çelebi deyince konuşulacak o kadar çok konu var, seyahatname var ki ben zaman nasıl geçtiğini fark etmedim. Arkadaşlar da zaman zaman hatırlatması yapıyorlar. Şu soruyla son dakikalarımızı paylaşalım istiyorum. Tabi bir de bazı çalışmalar var önümüze, sizin de yaptığınız onları da tanıtalım. Kültür envanterimize ya da dünya insanlık envanterine, tarihine Evliya Çelebi’nin katkısı nedir sorusunu sizden 2-3 cimri uzmanlık cevabıyla bekliyoruz. Şöyle söyleyeyim en azından bugün unutulmuş ondan fazla dilin tek örneği Evliya Çelebi’dedir.
Bugün artık bir daha kaydedilemeyecek bilinen toplumlarla ilgili bazı adetler, gelenekler, konuşma biçimleri sadece Evliya Çelebi’dedir. Hiçbir Osmanlı arşiv kaynağına girmemiş, tarihçinin yazmadığı birçok olay sadece Evliya Çelebi’dedir. Bugün unutulmuş yerler, kaybolmuş mahalleler, adı değiştirmiş köyler sadece Evliya Çelebi’dedir.
Yani Evliya Çelebi sadece Türkleri değil, hem çevremizdeki değişik halkları İtalyanları, Almanları, Arapları, Kürtleri, Kafkas halklarını, Ukraynanları da çok yakından ilgilendiren bir dünya meddedir. Tabii sizin rehberinizle hazırladığımız bir Evliya Çelebi haritası vardı. Geliş-gidiş güzergahlarını belki arkadaşlar da gösterirler. Geliş-gidiş güzergahlarını oklarla göstermeye kalkışsak, göstermeye kalkıştık bir türlü çizemedik. O kadar çok birbirine girmiştik ki. Hocam bir soru daha çocuklarım adına sormak istiyorum, ellerinizden öper. Çocuklarımızın bir seyahat kültürü kazanmalarında Evliya Çelebi’yi nasıl bir eğitici olarak değerlendirebiliriz?
Tabii bunu eğitim bilimciler daha iyi beceriler ama yani Evliya Çelebi’nin yolculuğa nasıl başladığı, nasıl o aşkın ve şevkin kendisine yerleştiği ve daha da önemlisi gördüğü kültürlere saygı, karşılaştığı kültürlere saygı göstermeyi Evliya Çelebi’ye dayanarak öğretebiliriz. Ama daha da önemlisi gördüklerimizi yazmayı öğretmeliyiz Evliya Çelebi’ye dayanarak.
Çünkü hepimiz geziyoruz, herkes bir yerlere gidiyor, fotoğraflar çekiyoruz ama yazmıyoruz. Yazmadığımız şeyde unutulur. Evliya Çelebi de yazmasaydı kendisi gibi imparaturluğu gezen binlerce insanı unutulur giderdi. Ama Evliya Çelebi yazdığı için bugün 400 sene sonra onu yeniden hatırlıyoruz ve keşfediyoruz. Tabii bu sözün burasında TRT2’nin hem genç nesillere hem bizim gibi yaşını başını almak üzere olanlara sunduğu çok güzel bir hizmet var. Onu hatırlatmakta fayda var. Sevgili seyirciler bilmiyorum izleme imkanınız oldu mu ama fakir her fırsatta iki küçük oğluyla birlikte izlemeye çok önem gösterdiği bir belgesel var TRT2’de. Evliya Çelebi belgeseli. Tabii Faruk Aksu’yun çok tatlı anlatımını ama arka planda da Hasan Aksu’yun o fedakâr, derviş ve Evliya Çelebi gönüllü emeğini de burada hatırlatmakta fayda var.
Bilmiyorum hocam gerçekten. Ben de zevkle seyrediyorum. Çok keyifli. Çok güzel bir anlatımı var. Evliya Çelebi’yi anlatır yani bu keyifli anlatımdan uzaklaşmamak lazım. Çünkü kendisi öyle keyifli bir anlatıcı. Hayati Hocam çok teşekkür ediyorum. Ben teşekkür ederim. Çok güzel çok keyifli bir program oldu. Sevgili seyirciler programa veda etmeden önce size bir iki eser de hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Bunlardan birisi biraz önce de Atık’ta bulunduğumuz, Bendeniz’in editörlüğünü yaptığı ama ana bölümlerden birisini Hayati Deven’in yazdığı Evliya Çelebi adlasıdır. UNESCO tarafından 400. yıl Evliya Çelebi yılı hatırasına hazırlanan önemli bir eserdir. Tabii bu eser Evliya Çelebi’nin şehirleri dünyası, zihniyet dünyasına ve tarihi serüvenine önemli ışık tutuyor.
Bunun yanında Evliya Çelebi’nin 10 cildini okumaya fırsatı olamayanlara Hayati Develi ile epeyce uğraşarak bir eser hazırlattık. Evliya Çelebi’nin izinde. Yine Evliya Çelebi üsluğuyla Hayati Hoca bize 10 cildi özetliyor. En azından Sehatnama okumaya bununla başlayabilirsiniz diye hatırlatmak istiyorum. Yine Evliya Çelebi’nin dünyası, zihniyet dünyası, yaşantısı, hayatı ve Evliya Çelebi’nin şehirleri isimli şu iki kitabı da hatırlatıyoruz. Son olarak bir de hocamın çok önemli bir çalışması var. Onu söylemezsem eksiklik hissedeceğim. Sahi Mustafa Çelebi’nin Yapılar Kitabı daha doğrusu Mimar Sinan’ın Tezkretül Bünyan isimli kendi kaleme aldırdığı eseri.
Çok bilimsel bir şekilde Hayati Develi tarafından neşredildi. Tabi Hayati Hocamızın başka çalışmaları da bulunuyor. Efendim, umarım bu program geçmişi anlamamıza, Evliya Çelebi’ye hakkını teslim etmeye ve bir vefaya vesile olduğu kadar,
bu günü yaşadığımız dünyayı, yaşadığımız zamanı, gezip gördüğümüz coğrafyayı daha iyi idrak etmeye ve geleceğe güzel notlar da bırakmaya vesile olur.
Çok teşekkür ediyorum. Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir