Fatih Terim | “Başarısının 5 Sebebi” #5EBEP
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=6olifnId2Cs.
Hastalık Bu Futbol’dan hepinize merhabalar. Evet gün geçmiyor ki hastalık bu futbol yeni bir format üretmezsin. Bugün böyle ambalajından yeni çıkmış, yepyeni bir konseptle karşınızdayım. Hayat hikayeleri, hikayesi olan goller, top 20 listeler, challenge, monolog bir sürü formatımız var ve açıkçası sizlere sunduğumuz kadar kağıt üstünde tasarlayıp size hiç göstermediklerimiz de var. Birçok fikir vardı kafamda ama sanırım en iyisini buldum diyebilirim.
5 sebep. 5 sebep formatında söylemeyi çok istediğimiz, aramızda konuşmanın bize yetmediği, Instagram’ın 1 dakikalık video sınırlamasına sığmadığımız, Twitter’ın 280 karakter sayısında anlatamadığımız her şeyi bu formatla konuşacağız. E böyle güzel bir formatında ilk bölümünün ilk konusu, bir nevi şeref konuğu. Siz videonun kapağından çoktan biliyorsunuz ama ben böyle uzatarak anons edeceğim. İtalyanların deyimiyle grande, biz Türklerin deyimiyle imparator, sayın Fatih Terim.
Hikayesi olan gollerin 1. ve 6. bölümünde ama özellikle beyefendiler masasından birçoğunuz biliyorsunuzdur. Bilmeseniz de en azından tahmin ediyorsunuzdur. E tahmin etmemiş olanlarınız varsa da varsın şimdi öğrensin. Ben Deniz Alican doğmaz, bir Fatih Terim hayranıyım. Şöyle söyleyeyim, hoca benim kırmızı çizgim. Kendisine büyük bir sevgi, daha büyük bir saygı duyuyorum ki kendisiyle birebir yaşadığım. Bu videoda da bahsedeceğim, yarın öbür gün Allah kısmet ederse çocuklarıma anlatacağım çok güzel bir anım var. Onu da bu videonun ilerleyen dakikalarında öğreneceksiniz. Dolayısıyla bu videoda söyleyeceklerimin hepsi bana göre doğru. Bunlar benim şahsi fikirlerim ama size göre yer yer objektif kalamayabilirim. Bu yüzden küfür edenlerden değil ama uslubuna dikkat ederek aksi görüşte olanlardan şimdiden özür dilerim. Zira dediğim gibi, hoca benim kırmızı çizgim.
O halde bu kadar laf salatası yeter, geçelim konumuza. Fatih Terim’in başarısının beş sebebi. Sebep 1. Liderlik. Liderlikle ilgili yüzlerce kitap, binlerce makaleye yayınlanır. Her sene liderlik eğitimi adı altında sayısız panel, konferans düzenlenir. Bu kadar geniş çaplı bir konu hakkında kalkıp ahkam kesecek değilim.
Fakat bana göre liderlik doğuştan gelen bir yetenektir. Kimi insanlar böyledir. Bir ekibe, bir topluluğa liderlik etmek için doğarlar. O çok izlenen yarışma programından görüyoruz. İnsanlar hemen iki liderin etrafında toplanıp gruplara bölünüyorlar. Hayat böyledir. Yani bir liderler vardır, bir de onları takip edenler. Kimi futbolcular görüyoruz kaptan olmak için doğmuş. Yani yetenekle bir ilgisi yok bu mevzunun. Messi dünyanın en yetenekli futbolcusu ama iyi bir lider değil.
Hani yetenek olarak belki Messi’den 20 kat daha az yetenekli olan bir oyuncu Puyol. Futbol üzerinde söylüyorum. Bana göre dünyanın en iyi lideri. Fatih Hoca da şüphesiz şu bahsettiğim doğuştan liderlerden biri. Yani Fatihlerim doğduğu kasaba Gökselye’de de liderdi. Adana Demir Spor’da futbol oynamaya başladığında da liderdi. Galatasaray’a geldiğinde de liderdi. 1985 yılında şu meşhur helikopter jübileği yaparken de liderdi. Ve 2000 yılında UEFA kupasını kaldırırken de.
Liderlikle ilgili bildiğim başka bir şey ise şudur. İnsanlar ne zaman bir lidere ihtiyaç duyar. Her şey olması gerektiği gibiyken, her şey güllük gülüş tanlıken insanlar hiçbir lider aramaz. Kafasını çevirip bakmaz bile lider kim diye. Ancak ne zamanki işler sarpa sarar, ne zaman işler kötüye gider, ne zaman bir problem çıkar. İşte o vakit insanlar lidere kafayı çevirir. Nasıl çevirir? İş yerinde her şey dört dörtlük. Operasyon olması gerektiği gibi hiçbir problem yok.
Umursamazsınız bile lider kim diye. Ama başınız sıkıştı, ortada çok büyük bir problem var, sattığınız mal hasarlı çıktı. Göndermeniz gereken ürün zamanında teslim edilmedi karşınızda müşteri bas bas bağırıyor. İşte o an kafanızı lidere çevirdiğiniz andır. Ya böyle böyle bir durum var ne yapacağız? Sorusunu sorduğunuz adamdır lider. O soruya çözüm üretebileceğini düşündüğünüz adamdır lider. O soruna sunacağı çözüm yolunun başarılı olacağına sizi ikna etmiş adamdır lider. Fatihlerim hatalı karar veriyor mu? Veriyor. Ama futbolcularını o kadar ikna etmiş ki, ya hoca böyle dediyse bir bildiği vardır. Dediğini uygulayalım arkadaşlar noktasında ve dikkat edin birçok oyuncu hocasını mahcup etmemek için oynuyor. Ya şöyle söyleyeyim, hani ayağım kırılsa demeyeyim çok egzecere etmiş olurum. Ama ben bir oyuncu olsam darbeye bağlı bir sakatlık yaşasam, ayağım incinse kenara baksam, Fatihlerim bana devam yapsa acımı unutur, 90 dakikayı tamamlarım.
Yani ya da sakatlığa gerek yok. Ben yorgunluktan ölsem, bitsem, kaptırılan bir topla. Hoca bana kenardan şöyle yapsa, abi koşarım yani geriye. Ciğerlerimin koju kapasitesi 90 dakikada 15 kilometre olsa kenarda hoca varsa 17 koşarsın. Hoca böyle bir artı iki ekler yani. Toparlarsak Fatih hocanın liderlik tarzı budur. İşler kötü gittiğinde kafayı çevirmek zorunda kaldığınızda onu kulübede görmek, ya hadi beyler noktasına getirir sizi.
Aslında hoca sizi o hale getirmiştir çünkü hoca bir dava yaratır ve o davaya çaycısından malzemecisine, futbolcusuna 40-50 kişilik ekibi ikna eder. O dava artık hocanın değil ekibin takımın davası olur. Peki bunu yaparken kullandığı yöntem nedir? Sebep 2’ye geçelim. Sebep 2. Motive etmek.
Şimdi evvela dilimizde İngilizceden geçen motivasyonun tanımını yapmak istiyorum. Çünkü aslında anlamı böyle dolu dolu olan kelimeler yeterince iyi tanımlanmadığı için içi boşalıyor ve motive etmek, eşitleri gaza getirmek, gaz vermek gibi anlamca çok dolu olmayan bir şey ortaya çıkıyor. Motivasyon Türkçesiyle güdülenme. Yani bir şeyi, bir davranışı yapma isteği. Mesela sabah kalkarsın ve canın hiçbir şey yapmak istemez. İşte o motivasyonunuzun düşük olduğu bir durumdur.
Motivasyon anlık bir tepkime değildir. Hani biri geldi, size afilli bir iki cümle kurdu, işte yaparsın yapamazsın ve siz birdenbire o adamın söylediği cümlelerden sonra aydınlanıp o işi harika yapmaya başladınız. Hayır. Motivasyon böyle bir şey değil. Dediğim gibi anlık bir tepkime değil. Motivasyon bir süreç. Bir davranışı başlatan, o davranışın yön ve sürekliliğini belirleyen, belli bir hedefi olan, hedef başarılana kadar hatta başarıldıktan sonra da tekrar eden bir süreçtir.
Uzun bir süreçtir. Ve bu sürecin aşamaları şudur. Yapmıyorum, yaparım da yapmak istemiyorum, yapamam ki kilit yer. Nasıl yaparım? Bir deneyim. Aslında yapabilirim. Yaptım, yapmaya devam edeceğim. Dolayısıyla motivasyon bir günde harikalar yaratmaktan ziyade aşama aşama ilerleyen davranış değişikliği yaratan bir süreçtir. Daha iyi anlamanız için şöyle örnek vereyim size.
Okuyorsanız okuldaki öğretmeniniz, çalışıyorsanız iş yerindeki amiriniz size bir ödev veya bir görev verir. Kimisininkini hiç yapmazsınız. Ya onun dediğini yapsam ne olur dersiniz. Kimisininkini korktuğunuz çekindiğiniz için yaparsınız. Ama şimdi yapayım kızar yoksa. Ama kimisininkini o üstünüze, öğretmeninize boşlu hissettiğiniz için seve seve güdülenerek yaparsınız. Ulan bu adama ayıp etmek, yanlış yapmak olmaz.
Hani hakkıyla yapalım ve dikkat edin o öğretmenin verdiği ödevi kalem kitap bile taşımayan sınıftaki en yaramaz, en tembel öğrenciler bile yapar. İşte bu davranış değişikliği öğretmeninizin motivasyon yeteneğiyle alakalıdır. Ve bu anlamda Fatih Terim bir numaradır. Dil kendisi ceketini floriya’ya assa o gün o antrenmandaki futbolcuların güdülenmesi, motive olması, yüzde yüzünü vermesi için yeterlidir. Herkese farklı davranır. Neyin kimi daha çok motive edeceğini iyi bilir, yeri geldiğinde şaka yapar, yeri geldiğinde sert yapar fakat bir şekilde o süreci müthiş yönetir ki bundan sonra söyleyeceklerimin hepsi sebep üçe girer. Sebep 3 İletişim Bu sanatta da böyledir, edebiyatta da, sosyal medyada da her yerde. Az lafla çok şey anlatmak. Bunun gerçek anlamda büyük bir yetenek olduğunu düşünüyorum ve açık yüreklilikle Fatih Terim’in bu yeteneğinin koca holdinglerin halkla ilişkiler departmanlarına eğitim verebilecek seviyede olduğuna inanıyorum. Algıyı, baskıyı yönetme konusunda üst hattır. Yani bana göre ki bence Fatih Terim’i Fatih Terim yapan en net özellik sebep üçtür. Mesela benim Galatasaray’ın maçını ya da maçın özetini izlemediğim çok olmuştur. Ama hocanın kaçırdığım basın toplantısı bir elin parmaklarını geçmez ve emin olun her biri küçük bir ders niteliğindedir. Hoca yavaş konuşur, bakın onu söyleyeyim. Yani eğitim seviyesi yüksek bir adam değil. 16 yaşında motor meslek lise terk. Dolayısıyla yavaş konuşur, konuşurken kelimeleri çok arar ama hiç boş konuşmaz. Hani bazı teknik adamlar çok hızlı akıcı konuşuyormuş gibi gözükür ama dediklerinin hepsini toplasan bir şey etmez. Geçiş oyunu, pozisyon oyunu, rakibin eksikleri hani bir ton laf salatası. Yani hocanın o ıı yaptığı araları kesin veya metin olarak okuyun. Efsane mesajlar, efsane manşetler verir her röportajında, her basın toplantısında. Onlarca kamera karşısında bile bu kadar mesaj veren bir adamın futbolcularıyla birebir ortamlarda verdiği mesajların yapısını varın siz düşünün. Yani zaten hocanın oyuncuları arasında hocayı sevmeyen, gol attıktan sonra hocaya sarılmayan, birebir de hoca ile iletişim problemi yaşayan, çalışırken ya da çalıştıktan sonra hocanın arkasından kötü konuşan ben bir tek Pirlo’yu gördüm. Arda Turan, Burak Yılmaz, Tayfası dahil beraber oynarken hocaya taparlardı bu adamlar. İşte Emre’si, Melos’u, Gomis’i, Drogba’sı, Hacı’si kim isterseniz.
He tabi hoca Hacı’ya ayrı davranır, Emre Belez oğluna ayrı davranır, Melo’ya bambaşka davranır ama herkes de çok kuvvetli bir iletişim yolu bulur. İşte Galatasaray’ın UEFA kupasını kazanan kadrosunun demeçleri ortada. Öyle farklı iletişim metotları varmış ki hocanın, Hakan Üstam anlatıyor, hocayı kestirmek mümkün olmazdı diyor. Bazen mükemmel oynamışız, 3-0 öndeyiz, devre arası soyunma odasına güle oynaya gidiyoruz.
Hoca bir fırça çekerdi, ne olduğunu anlayamazdık, hani birbirimize skoru sorardık, 3-0 değil mi? Ama bazen de mağlup girmişiz, eyvah hoca bizi kesecek diye girerdik diyor ama hoca içeri girerdi, böyle hepimizin yüzüne tek tek bakardı 30 saniye. Sonra şöyle bir hareket yapıp tek bir kelime söylemeden çekip giderdi diyor. 15 dakika yerimizden kımıldamadan kafamız önde beklerdik, çıt çıkmazdı. Herkes nerede hata yaptım, ikinci yarı nasıl kurtarabiliriz diye düşünürdü diyor. Hoca tek kelime etmeden hatamızla yüzleşmemizi sağlardı. İşte az lafla çok şey anlatmak dedim ya başta, biz bitti demeden bitmez. Futbolcularına mağlubiyet benim, galibiyet sizin, çıkın oynayın, hiçbir başarıyı kabul etmeyin, dünü de yarına mahkum etmeyin. Abi lafa geldi ya. Bazen yürekli kayıplar korkak zaferlerden daha önemlidir. Sorulan soru üzerine biz Türkler tarih yazmayı da severiz.
Hocanın az lafla çok şey anlattığı söylemleri saymakla bitmez. Ama gelin yeri gelmişken Hoca ile birebir yaşadığım ilk ve tek anımı sizlerle paylaşayım. Çok yakından takip eden takipçilerimiz biliyor, ben turizm sektöründeyim. İşte İstanbul’un en iyi otellerinden birinde orta kademi yönetici olarak çalışıyorum. Bir gün bizim otelde bir düğün var, çok ünlü birinin kızının düğünü ama çok ünlü birinin böyle en ünlülerden. Neyse efendim, topçular, popçular, bakanlar, milletvekilleri yıkılıyor ortalık.
Hani bakarız ediyoruz ama açıkçası benim hiçbiri gözümde değil. Derken Hoca girdi kapıdan, jilet gibi, böyle simsiyah takım elbise çekmiş, içinde bembeyaz gömlek, ten zaten bronz, bütün ışıklar onun üzerinde ya da bana öyle geliyor. Neyse girdi düğünden içeri zaten görevli olmayan kimseyi almıyorlar. Ama tabi ben işi gücü bıraktım, ne yapıp ne edip çıkarken bir temas kurmam lazım. Yani en kötü ihtimal ona olan sevgimi anlatan bir cümle kurmalıyım. O da bana sağ odası şöyle bir kafa sallasa yeter. Otelde bu düğünde görevli bir şef arkadaşıma mesaj attım. Dedim oğlum gözünü seveyim, Hoca çıkarken bana bir mesaj atsan yeter. Bir saat kadar sonra telefon titredi, arkadaşım yazmış, Hoca masasından kalktı. Hemen lobide asansörleri gören sota bir yerde konumlandım. Geçerken, Hoca’m iyi ki varsınız tarzı bir şey söyleyeceğim. O zaman Hoca, Milli Takımlar Direktörü, asansör bir açıldı abi, Hoca’nın bir yanında Göksel Gümüşdağ, diğer yanında eski spor bakanı. Etrafında bakanın korumaları, tanımadığım 3-4 adam daha var, konuşa konuşa geliyorlar. İçimden önüne atlamak geliyor ama ne mümkün efendim, diyemedim hiçbir şey. Far görmüş, tavşan gibi dondum kaldım. Ama Hoca’nın gözünün içine içine bakıyorum ki Hoca beni fark etti. Algısı, farkındalığı çok yüksek. Burayla konuşurken orada ne olup bittiğini görebilen bir adam, neyse diyemedik hiçbir şey. İkinci fırsat bunlar ağır adımlarla döner kapıya doğru yönelirken ben depar atıp personel kapısından dışarı çıktım ve dışarıda bir kez daha konumlandım. Döner kapıdan çıktılar, tam hamle yapacağım ki Hoca orada bir kere daha gördü beni fakat bu kez bir basın ordusu. Abluk altına aldılar Hoca’yı, durmadan flashlar patlıyor, Hoca’yı çember aldılar.
Hoca’nın her adımıyla bir adım geri atıyorlar ve Hoca’nın arabasına kadar bu şekilde eşlik ettiler. Mümkün değil giremiyorum. En son Hoca arabasına tek ayağına attı, gözü kararttım, hafifçe ittirdim basın mensuplarının arasından soktum kafayı. Allah sizi başımızdan eksik etmesin Hoca’m dedim. Basın mensupları hafif açıldı, döndü, bana bakıyor, herkes Hoca’da bana bakıyor. Hoca böyle yaptı, buraya gel.
Buyurun hocam, içeri gir dedi. Arabaya bindim, kapıyı kapattılar, araba şey van tipi araç böyle hafif yüksek tavan, ayakta hafife eriti duruyorum. Otur bakayım dedi, oturdum böyle Hoca’ya bakıyorum. Biri Hoca’yla konuşmaya başladı, işte ayağınızda sağlık Hoca’m, şeref verdiniz falan. Kafayı bir çevirdim, Acun mızcalım. Düğün Acun’un kızının düğünüydü. Belli ki Acun Hoca’nın kalktığını görmüş, Hoca’yı geçirmek için gelmiş, arabasına girmiş. Ama yanda ben full Hoca’ya konsantre olduğum için görmemişim. Ve laasıl Hoca’yla bir iki kelime ettik. Şey dediğimi hatırlıyorum, hani bu dünyada rahmetli babamdan sonra en çok saygı duyduğum adam sizsiniz. Allah sizi başımızdan estiketmesin, uzun ömürler versin hocam dedim, teşekkür etti. Gel bir fotoğraf çekelim, bu güzel anı ölümsüzleştirelim dedi. Sağ olsun fotoğrafı da Acun mızcalı çekti. Telefonumu Acun Bey’e verirken yere düşürdüm, ellerim zangır zangır titriyor.
Acun Bey hatta şey dedi, genç arkadaşımızı nasıl etkilemişseniz hocam gözü sizden başka bir şey görmüyor. Yani sıradan insanlar için önemsiz olabilir ama bana hayatımın en güzel anılarından birini yaşattı. Ki iletişime dönersek, Hoca benim gözümde onu gördü. Daha önce iki kez fırsat kolladığımı, en son gözümü karartıp, temasda bulunduğumu gördü. Ve aracına davet etmesi, ben teklif dahi etmeden gel fotoğraf çekilelim demesi.
Hani ben daha istemeden aklımda olanı bilmesi ve onu bana vermesi. Yani çok konuşmadı ama dediğim gibi, Hoca’nın birini etkilemesi için konuşmasına gerek yok bence. En son inerken elini öpmek istedim, öptürmedi. Ben seni gördüm tanıdım ve ben bir gördüğümü bir daha asla unutmam. Bundan sonra dostuz dedi ve öpmek için uzattığım eli tokalaşarak geri çevirdi. Ellerinizden öpüyorum Hoca. Sebeb 4. Felsefe. Bakın taktik diyemem. Çünkü Hoca’nın yarattığı şeyin tam karşılığı bu değil. Cesaret deyip geçemem çünkü Hoca’nın yarattığı şey bu kadar basit değil. Ama İngiliz futbol terminolojisinde de yeri olan, futbol manajör oynayanların bir çırpıda hatırlayacağı, rigid, flexible, katı esnek gibi opsiyonları olan filozofi. Yani felsefe. Bence tam karşılığı bu. Hoca bu işe yeni bir boyut kattı, yeni bir felsefe getirdi. Sadece rakibe önde basmayla ya da hücum futbolu oynatmakla açıklayabileceğiniz bir şey değil bu. Hoca’nın futbol oynadığı dönemde 70-90 arası diyelim, Milli Takım birçok büyük maça çıktı ve ülkece mantığımız felsefemiz hep şuydu. İyi defans yapalım, yiyebildiğimiz kadar az gol yiyip maçı bitirelim. Hani kazanmak, puan almak ihtimallerimiz arasında değil. 2-0 bitse onu kar sayacağız.
İşte maçlara 4 stoper ile 8 defansik oyuncuyla çıkıyoruz, 3 yiyoruz, 4 yiyoruz. Bakın Hoca bir günde imparator olmadı. Hoca’nın yolculuğu Galatasaray’a teknik direktör olarak gelmeden çok daha önceye dayanır. Hoca’nın getirdiği yeni felsefe tam olarak şuydu. Dedi ki, yenilmekten, gol yemekten neden bu kadar korkuyoruz? Neden kaderimize teslim oluyoruz? 4 stoper ile çıkıp 3 yiyeceğimize 7 tane, 8 tane hücuma dönük oyuncuyla çıkalım, gerekirse 3 yemeğelim de 5 yiyelim.
Ama belki arada 2 tane de biz atarız, belki arada bir maç kazanırız, taraftarlarımızı mutlu ederiz. Kendisinin bugün bile kullandığı kaybetmekten korkma mottosu 90’lı yılların başında yine kendisinin yarattığı bu felsefe ile ortaya çıktı ve 1993 yılının yaz ayında Fransa’da düzenlenen Akdeniz oyunlarında Türkiye 21 yaş altı milli takımı Fatih Terim yönetiminde yarı finalde ev sahibi Fransa’yı eleyip finalde Cezayir’i 2-0 yenerek altın madalyanın sahibi olacaktı.
Bu başarı, hocanın felsefesinin ürünüydü. Bu bir isyanın ürünüydü. Yeter artık defans yapmayacağız’ın ürünüydü. En iyi defans hücumdur deme cesaretini gösterenlerin ürünüydü. Hocanın taktik bilgisini eleştirmeden önce bilmeniz gereken şey tam olarak şu. O gün şartlarında bahsettiğim bu rejim değişikliğini bu felsefe reformunu yapmaya kalkmak ancak hayalleri dünyalardan daha büyük olan insanların cesaret edebileceği bir iş.
Bunun yanında Hoca başarının çok önemli olduğunu her ne kadar çok dalga geçirmiş olsa da tabelada yazanın her şeyden daha önemli olduğunu çok iyi bilir ve 2000’de Arsene’l maçı, 2016’da Çek Cumhuriyeti maçı öncesi takımını idmanlarda penaltı çalıştırmayan, beraberlik bizim seçeneklerimiz arasında yok diyen Fatih Terim için kazanmak tek ihtimaldir. Dolayısıyla kazanmak için her şeyi yapar. Fatih Hoca yeri gelir 30. dakikada oyuncu değişikliği yapar.
Yeri gelir 45’te iki oyuncu birden oyuna sokar. Yeri gelir çıkmaza girmiş bir maçta oyuna iki stoker sokup yüksek toplarla gol arar. Deal football tavla bile oynasa kazanmak için her şeyi yapar. İşte onu imparator yapan başarısının sebeplerinden en önemlisi bana göre budur. Sebep 5. Vazgeçmemek.
Vazgeçmemek yapabilmenin %95’idir. David Schwartz. Bakın geldik hocanın en karakteristik özelliklerinden birine. Hoca asla havlu atmaz, yenilebilir, elenebilir, başarısız olabilir ama asla vazgeçmez ve her şey bittiğinde konuşulacak olan hocanın nasıl başarısız olduğu değil, başarmak için neler yaptığı olur. Hoca insandır ve her insan gibi hatalar yapar, hatalarından ders çıkarır, hayalperest bir insandır, hayal kurar, hayal ettirir, hayal kırıklığı yaşar
ama vazgeçmez. Rakipleriyle uğraşır, yönetimlerle uğraşır, futbolcularıyla uğraşır, federasyonla, basınla ve daha birçok itibarsızlaştırma kampanyası ile uğraşır. Ancak vazgeçmez. Biliyorsunuz Fatih Terim birkaç sene önce dede oldu. Hoca 2000 yılında babalarımıza ve 2006 yılında o babaların çocuklarına yani koskoca iki jenerasyonu etkisi altına alan bir miras yarattı ve şimdi sorulduğunda diyor ki
motivasyonum her zamankinden daha yüksek çünkü üçüncü jenerasyona yani torunlarıma da gurur duyabilecekleri bir miras bırakmak istiyorum. Bazı adamlar böyledir. Hiçbir şey onları vazgeçiremediği gibi hiçbir şey onları daha fazlasını istemekten alıkoyamaz. Bu sezon Galatasaray rakibinin 8 puan gerisine düştüğü haftada bile vazgeçmiyor. Normal bir adam çıkıp şunu diyebilir. Bundan sonra işler bizim için çok zor, maç maç bakacağız. Ancak Hoca 8 puan farkı kapanır mı diyen muavire çıkışıyor. 8 puan farkı da kapanır, 18 puan farkı da kapanır, ortada 30 puan var yeter ki biz kazanalım. Sezonun ilk yarısında Galatasaray kağıt üstünde tek bir forvetinin bile olmadığı maçlarda çıkıp umut dağıtıyor. 7 eksikle gidilen şelke maçı öncesi eksikler tabii ki önemli ancak sahaya 11 kişiyle çıkacağız bence şartlar eşit diyebiliyor. Ne kadar büyük zorluklarla karşı karşıya gelirse gelsin vazgeçmiyor.
Camia forvet diye çalkalanırken devre arası kampında hocanın antrenmanda gülerken bir fotoğrafı basına yansıyor. Bir anda bir adamın gülümsemesiyle bütün camiaya pozitif bir enerji pompalanıyor. Galatasaray taraftarları öyle emin ki hocasından. 97 yılında kalecisiz, 2012 yılında solbeksiz, 2013’te stoppersiz şampiyon yaptı, 2018’de de forvetsiz şampiyon oluruz. Hoca mutlaka bir yolunu bulur diyorlar. Misal Hoca hatalı bir oyuncu değişikliği yapıyor. Bir Igor yapsa yer yerinden oynar kimseden çıt çıkmıyor. Hoca yaptıysa bir bildiği vardır diyor herkes. Hani sebep bir de söyledim ya beraber çalıştığı 40-50 kişilik ekibi davasına ikna etmiş diye aslında az söylemişim. Hoca sadece o 50 kişiyi değil 30 milyon Galatasaray taraftarını ikna etmiş davasına hem de davasından hiç vazgeçmeyerek. Liderlik, motive etmek, iletişim, felsefe ve vazgeçmemek olarak beş sebeple açıklamaya çalıştım Hoca’nın başarısını. Başta söylediğim gibi yer yer taraflı bir video olmuş olabilir ama emin olun ya Fatih terim gaza getirmekten başka bir numarası yok diyenler kadar taraflı bir yorum yok hiçbirinde. Üstelik Fatih terimin 23 yılda kazandığı 17 kupayı gaza getirmekten başka bir sebeple de açıklamak gerekirdi ki onlara beş farklı sebep daha sunmuş oldum. Kimse Fatih terimin şanslı olduğunu hep şanslı kadrolara denk geldiğini söyler. Ne diyebilirim ki? Haklılar.
O da yanında dediği gibi başarı bir şans işidir.
Anlıyorsanız başarısızlara sorun.
İlk Yorumu Siz Yapın