Küçük Bir Dükkandan 80 Ülkede Mağazaya | Süleyman Orakçıoğlu 40 Yıllık İş Hayatını Anlattı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=qhLYNPPH-XE.
İş hayatında bu konuma gelmemin nedeni, çıraklığına yapamadığınız işin ustası olamazsınız. Rahmetli Özal’ın ihracat kapılarını açması, iş dünyasının ihracatla tanışma dönemleriydi. Bizdeki kendi koleksiyonumuzu yapacağız ve kendi markalarımızı tüm dünyaya satacağız. Çok dayak yedik ama bunlardan en önemlisi, könde uluslararası bir faardayız. Çok önemli bir faar. Aynı anda 4-5 farklı ülkeden siparişler yazılıyor. Arkadaşlarımız çok yüklü bir sipariş alıyorlar. Daha sonra iş adres seçmeye gelince İstanbul, Türkiye bir anda vakti ortada bir gerginlik oldu. Bu söylediğim benim 1997-1998 gibi o dönemlerde. Tabii o gerginlikten sonra hiçbir neden olmadan sipariş iptal ettiler. Sonra öğrendik ki Türkiye ve İstanbul şeyini görünce iptal ediyorlar. O bende inanılmaz derecede bir travma yarattı. Kendi çabalarımızla bir marka oluşturarak dünyada başarılı olmak mümkün değil. O zaman ülke imajı, sektör imajı, bunlarla ilgili de bir şeyler yapmamız lazım. Bireysel başarı bir yere kadar. Bulunduğumuz sektörün algısı ve başarısı için de yıllarca çok önemli fedakarlıklar ve çalışmalar yaptım. Ben Elazığ’da doğdum. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okudum. Daha sonra master konusunda İstanbul’a geldim.
O dönemde hiçbir zaman için eğitim hayatı devam ederken iş hayatının dışında olmadım. Yeri geldiği zaman işte ürün düzenlemesi, yeri geldiği zaman içeride toz almak. Ben İstanbul’a 80’li yılların ikinci yarısı. O dönem İstanbul’da işte iş hayatı, fırsatlar, kendimizde de bir girişimcilik ruhu var, altyapı ve iş hayatına atılmaya karar verdim. Tabii iş hayatında ben şuna inanıyorum. Önce insanın iyi bir gözlemci olması lazım, iyi bir oyuncu olabilmesi için. O dönem belli arkadaşlarımız vardı. Onların yanında üretimin içinde nasıl olunur, kumaş nereden alınıyor, üretim nasıl yapılır, malzeme nasıl yapılır falan. Sahaya antrenman yapmadan çıkmak mümkün değil. İstiklal caddesinde ikinci yoncan. İş yapmaya karar verdin ama senden daha güçlü firmalar var. Sen gittiğin zaman yani bir ürün almak istediğin zaman yani bununla ilgili bir kredibiliten olması lazım. Ama bunların hepsini belli bir sürede açtık. Ondan sonra tek şey şu, sıradan ürün yapmamak, farklılaşmak. Yeri geldiği o ürünleri farklılaştırma konusunda çok enteresan şeyler yaptım. Mesela pantolonla ilk deriyi kullanan benim.
Hazır ürünlere müşteri ilgi göstermiyor ama o ürünler numune halinde düşünün. Bir anda müşteri geldiği zaman yok mu bunlardan falan şeklinde soruyor. Diyorum ki çok satıyor. Müşteri bir anda şaşırıyor. Üretilmemiş ürünler için sadece model olarak göstererek 10-15 bin tane sipariş aldığımı bilirim. 93’te Akmerkez mağazası ama ondan önce de bir bağiliğimiz var. Galeriya’da 92. İlk mağazanın da şöyle bir hikayesi var. O zaman dünyanın her yerine ürün satıyoruz, yok satıyoruz. Mağazayı açtık. İlk üç gün mağazada iş yok. Bir ay sonra biz dedik ki bu mağazayı ne yapacağız?
Kapatalım falan gibi. Çünkü o alıştığınız bir moddan başka bir alana geçiyorsunuz. İşin paraykenli boyutu da bambaşka bir boyut. Deneyim kazanmak, o boyutta başarılı olmak için çok fedakarlıklar yaptık. Her şeyden önce bu iş bir mühendislik paraykenli. İş hayatında başlangıçta kendi finansmanını kestikten sonra, o işin başlarına kadar bir şey yapmak için çok fedakarlıklar yaptık.
O zaman başlangıçta kendi finansmanını kendin yaratıyorsun ama girişimciliğin içinde de bir farklılığı ortaya koymak. Kurumsallaşmaya ben çok inanıyorum. Bir hayal kuruyorsun ama o hayali planlamak, projeyi haline getirmek, uygulamada başarılı olmasın, bunların hepsi birbiriyle bir bütün diye düşünüyorum. Ama daha sonra da iş hayatında ben şunu gözlemledim. Biz kadın markalarının çok güçlü olduğu bir dönemde işe başladık. Erkekte herkes lajaj ceket giyecek, beyaz gömlek giyecek, başka bir şey yok erkeğin. Onun dışında erkek herhangi bir şey giydiği zaman farklı gözle bakılıyordu. Biz erkeğin dünyasına renk getirdik ve çok eleştirildik. Blazer ceketlerde turuncu renk, sarı renk, saks mavisi. Bunları yaptığımız zaman ya bunu kimler yer?
Bizim toplumda bir de dalga geçme şeyi vardır ya, giyen insanların cesaretiyle bizim cesaretimiz birleşti aslında. İlk ihracat deneyimimiz şöyle, 25 yıl önce yapılan bir girişim 96 yılı falandır. Hatırladığım zaman duygulanırım. Bizim o dönem Güney Afrika’da bir mağazamız açıldı. Şimdi bugün 10 saatte 11 saatte uçabiliyorsunuz ama o dönem direkt uçuş yok. Yaklaşık olarak en az 25-26 saat sürüyor. Hiç unutmuyorum büyük elçimiz Kutlu Bey. Mağazanın kurdeleisini kesiyor ve o ülkenin sanatçıları çok güzel bir açılış oldu. İnanılmaz bir ilgi vardı. Kutlu Bey kırmızı kurdeleyi keserken gözünden iki damla yaş geldi.
Bir Türk markası olarak dedi bana bu duyguyu kendi dönemimde yaşattığınız için size çok teşekkür ederim dedi. Dünyanın en ünlü tasarımcılarıyla çalışmak.
Onlarla ilk karşılaştığımız zaman onların bana tavrı, hareketleri mesela Londra’nın en ünlü otellerinin birinde. Aynen bana John Kennedy’nin söylediği şey şu idi bu kalabiş şekilde. Mr.Suleiman bir İngiliz, bir Fransız, bir İtalyan bir Türk markasından niye ürün alsın ki? Kendi ülkemlere diyor ki sen para da kazanıyorsun, ne ihtiyacın var, neden yapıyorsun, neden yapmak istiyorsun?
Ben onları ikna ettim ve Türkiye’ye getirdim ve şu anda bizim erkekte tasarımcı olarak çalışan birçok arkadaşımızın aslında eğitimi de bu ünlü ülkemize getirdiğimiz tasarımcılarımız sayesinde oldu. Bunların içinde işte İtkip Başkanlığı var, dünyaca ünlü tasarımcılarımızın yurt dışına götürülmesi, fuarlarda ve diğer moda günlerinde onlarla ilgili aktiviteler, algının belli bir farklı yöne taşınması için yapılan projeler, çalışmalar. Mesela Hüseyin Çağlayan’ı Tokyo’ya götürmüştük. Tokyo’da bir defile yaptı, inanılmaz bir defile. Hüseyin Çağlayan’ın Hollywood selebritisinden yüz kat daha fazla ilgi gördüğünü orada kendi gözümde gördüm. Bence sektöre yaptığımız en büyük katkıdır İstanbul Moda Akademisi. Biz kendi gençlerimizin ayağına eğitimi getirdik çünkü bir çoğunun imkanı yok yurt dışına gitmesi. Geçtiğimiz o dönemlerde baktığımız zaman tasarımcı sayımız belki bir elin parmakları kadardı ama şu anlı moda tasarımcıları derneğine de üye herhalde 400’e yakın tasarımcımız var. Bunlar aslında bir iklim ve atmosfer oluşturucu. Sadece bireysel olarak bizim markalarımızın başarısı değil. Her şeyden önce bütüne katkıda bulunup o bütündeki başarıyı bir şekilde her yere hissettirebilmek. Bunlar çok önemliydi. Dünyada şöyle bir araştırma yaptık biz. Tüketici alışkanlıklarında inanılmaz bir değişim var. Yani ben bunu bir mesaj olarak vermek istiyorum. İnsanlar ne istiyor?
Bir, kalite istiyor. İki, tasarım istiyor. Üç, farklılık istiyor. İnnovatif ürün istiyor. Son, çevreye ve doğaya saygılı bir üretim istiyor. Peki bunların hepsini yaptınız. Bunlar olmazsa olmazlar. Ne istiyor ondan sonra? Çok para ödemek istemiyor. Ulaşılabilir lüks. Biz lüksün tanımını yeniden yaptık.
İtalya’da başarılı olmamızın nedeni o. Tabii ki kırılma anları var. 2001 krizinde biz Las Vegas’ta Fahar’a gittik. Hızımız inanılmaz, tempomuz inanılmaz. Çok iyi bir siparişle döndük. 16 Şubat falandı herhalde. Türkiye’ye geldik. Bambaşka bir gündem. İnsanlar bankalardan parasını çekemiyor. Şunu düşünüyorsunuz.
Doğru işi yanlış yerde mi yapıyorum? Kendi iradeniz dışında gelişen olaylar nedeniyle inanılmaz derecede bir sorun yaşıyorsunuz. Tabii bunlar bizim için o dönemde kolay olmayan şeyler. 2001 yılının benim için şöyle bir farklılığı var. Kurucu Başkanlığını yaptığım Birleşmiş Markalar Derneği’nin kurulması. Bir sivil toplum örgütü nasıl bir güç haline gelir
biz bunun temel yapılarını o zaman rahmetli Hüseyin abiyle birlikte yaptık. Hüseyin Kurtuluş’la birlikte. Bunlar kolay şeyler değil. Ve bunları yaparken de birbirine selam vermeyen, rakip gibi gören markaları bir araya getirdik ve bir dayanışma içinde bir güç gösterisi ortaya koyduk. Ve bu sorunları bu şekilde açtık. Yeni normaldi. Her şey farklılaştı. Kendimizi geliştirmek zorundayız.
Yaşımız kaç olursa olsun. Şu dijital devrimin biz neresinde olmamız gerekiyor kişisel olarak ve aynı zamanda firma olarak neresinde olmamız gerekiyor. Bunlara da bir şekilde kayıtsız kalmamak gerekiyor. Başarı her şeyden önce bir deneyim, tecrübe, birikim. Kendiniz kullandığınız zaman başarılı olursunuz ama paylaştığınız zaman efsane olursunuz.
Her şeyden önce bizim kendi adımıza gençlere vereceğimiz şeyde de empati yapmamız lazım. Biz gençlerin bizim gibi olmasını istiyoruz ama onlar ne istiyor onu bilmiyoruz.
O yüzden de bu iş her şeyden önce sihirli sözcük empati diyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın