"Enter"a basıp içeriğe geçin

MEVZULAR 28 – Atilla UĞUR 19 Mayıs

MEVZULAR 28 – Atilla UĞUR 19 Mayıs

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=rxRkXHh1q4I.

Herkese merhabalar. Aslında sevgili babam tek başına bir format yapacaktı. Öyle karar almıştık. Fakat biraz zor hükmetmesi. Rica ile istekle ya da bunun reddedilmesiyle bir ilgisi yok. Onun için sen soracaksın, ben cevap vereceğim. Ya da başka konuklarım gelecek onlar soracaklar, biz cevap vereceğiz. Konukların geliyor mu peki? Gelecekler. Birçok arkadaşım beni aradılar. Onlar da bu mecrada bulunup Türkiye’nin geleceği olarak gösterdiğimiz mevzular izleyicilerine hitap etmek istiyorlar. Bu benim için de çok önemli ve çok değişik konularla buraya geleceğiz.
Hiçbir yerde insanların rastlayamadığı konuları burada dile getireceğiz. Türkiye’nin geleceğinde çorbada birazcık tuzumuzun olmasını hedefliyoruz. Evlat programa başlamadan önce mevzular izleyicilerine çok teşekkür ediyorum. Programımızdan sonra yaptıkları 12.802 yorumun tamamını okudum. Tabi bu yorumlardan bir takım notlar aldım. Şimdi izin verirsen onlarla ilgili bazı şeyler söyleyeyim. Bir izleyicimiz şunu söylemiş. Atilla Uğur haklı adam ama şöyle bir şey de var. Her Kürdüm diyen terörist değildir. Hiç mi Kürt arkadaşınız olmadı demiş. Ergenekon kumpasında cezaevine düştüğüm zaman buna sen de tanıksın. Benim Kürt kökenli arkadaşlarım ilk ailemi arayıp herhangi bir şeye ihtiyacınız var mı? Komutanımız orada ama siz yalnız değilsiniz dediler. Mustafa Kemal milli mücadeleyi başlattığı zaman Kürt Teali cemiyeti de vardı ihanet eden ama Anadolu’nun birçok yerinde de Düzcehenn’deki ayaklanmalarında ve diğer bazı yerlerdeki ayaklanmalarda da Türk kökenliler ayağa kalkıp ihanet etmişlerdi. Onun için ihanetin, hırsızlığın, şerefsizliğin Türk’ü Kürt’ü olmaz. Türkiye’de ilk defa iki aşireti barıştırdın sen. Bize nasip oldu. Görevimiz de buydu. Ben oradan jandarma komutanıydım. Hatta o dönemde bugün bize belki faşist, ırkçı diyenler şöyle bir eleştirde bulunmuşlardı. Babam iki Kürt aşiretini barıştırdığı zaman kan davasını sonlandırdığı zaman bırakın yahu birbirlerini öldürsünler gebersinler işte diyenler olmuştu. Üzgünüm. Bunu da ben bir bilgi olarak ekleyeyim istedim.
Bir ve aşiti aşireti diye iki tane aşiret var. Bu aşiretler kendilerinde unuttuğu bir sebepten dolayı yıllardır birbirlerinden insanlar öldürüyorlar. Ankara’ya İstanbul’a oğulları kaçıyor. Gidip Ankara’da İstanbul’da birbirlerini vurup da infaz ediyorlar. Bir sürü insan cezaevinde bir sürü insan da mezarda. Onları ikna ettim. Fakat ben onları ikna ederken PKK’da bundan haberdar aşiretlere tehditler yağdırmaya başladı. Eğer devletin bu çağrısını kabul ederseniz keseriz, biçeriz. Her zamanki taktiği tavuklarınıza kadar öldürürüz dediler.
Fakat o aşiretler bizim de güvencemizle bir köyde binlerce kişinin katıldığı barış emeği verdik. Oralarda adettir. Devlete güvenmelerinin de daha üst seviyeye gelmesi adına bunu yaptık. Kürt de biziz, Türk de biziz. 1995 yılıydı yine Kızıltepe İçer Jandarma Komutanlığı. Mezra’lılardan bir tanesine PKK’lı teröristlerin geldiğini ve gittiğini ve orada da beslendiklerini, lojistik destek aldıklarını test ettik. Artık o mezraya girdiklerini biliyoruz ve o mezradaki insanlardan bir kısmının da yardım ettiklerini biliyoruz.
Bir gün benim korucu çocuklardan bir tanesi geldi dedi ki komutanım bir konu görüşmek istiyorum size buyur dedim otur. Dedi ki komutanım falanca mezra var ya bir adam geldi bana dedi ki ya böyle böyle bir sıkıntım var ama komutana ben bunu nasıl anlatayım komutan zaten bizi hiç sevmiyor dedi. Ben de dedim ki ben komutana bu konuyu arız ederim sen korkma komutanımızı öcü gibi görmeyin dedim ve size geldim dedi. Dedim oğlum nedir konu nedir dedi ki bu adamcağızın evinden bir gün timler arama yaparlarken çeyiz sandığından iki tane altını çalınmış dedi.
Şimdi bak oğlum devleti temsil eden jandarma komutanı olarak halkın malından canından ve ırzından sorumluyum. O vatandaşın Kürt mü olduğu Türk mü olduğu beni hiç ilgilendirmez benim görevim odur. Beynimden vurulmuşa döndüm. Tim’in komutanını derhal çağırdım dedim ki böyle bir şey olmuş bu işi çöz ve gitti çözdü biliyor musun? O hırsızlığı yapan askeri getirdi derhal Tugay’ın mahkemesini arayarak elleri kelepçeyle olarak gönderdim ve tutuklandı.
Biz kendi aramızda para topladık o kadıncağızın iki tane bileziğiyle bir tane yüzüğünü kendimiz Kızıltepe’de bir kuyumcudan aldık. Adamı getirttim adam geldi ayaklarıma sarılıyor dedim ne yapıyorsun kalk ne oldu biliyor musun? O köy bir daha o PKK’lı teröristleri oraya almadı ve geldikleri zaman da bize haber verdi. Sonuç olarak burada İstanbul’un göbeğinde yaşıyoruz Ankara’nın göbeğinde yaşıyoruz Antalya’da yaşıyoruz şurada yaşıyoruz burada yaşıyoruz. Coğrafyaları çorak medeniyetten uzak insanlar belirli kararlar verdiğinde direkt onları hain diye haftalamamak mı lazım yani?
Onlara bir şekilde devlet baba elini uzattığı zaman onlar da doğru yolu buluyorlar mı? Tam yerinde söyledim yine bana başka bir olayı hatırlattın onu da anlatmak zorundayım. 1993 yılı Kızıltepe’nin çarşısında kimse dışarıya çıkamıyor. Mardin’den kimseye Kızıltepe’ye gelmiyor. Kızıltepe PKK ve Hizbullah’ın birbirini vurduğu bir yer haline gelmiş. Hizbullah Takarov marka tabanca kullanarak kahpeci ensesinden vuruyor. Öbür taraf bombalı eylem yapıyor çoluğunun çocuğunu öldürüyor. Artık kimsenin güvencesi kalmamış. Bir gün timlerimden bir tanesi telsizde bildirdik komutanım bir evde arama yaptık. İki Kaleçinkov bulduk iki tane de Takarov silah bulduk iki kişiyi de yakaladık. Getirin dedim aşağıya nezarethaneye koyduk ben savcılığa haber vereceğim. Kim komutana geldi yanıma dedi ki komutanım bunlar dedi PKK’ya benzemiyor bir de çok rahatlar dedi. Hemen nezarethaneye indim kimsiniz siz dedim bir tanesi döndü hiç unutmuyorum. 35 yaşlarında böyle sakallı biri. Yüzbaşı dedi senin bize dişin geçmez bizi bırak dedi. Bu aldığın silahları da güzel bir temizlettir öyle ver bize dedi. Sana. Bana diyor. Yanlış karakola oldu. Şimdi tabi kendimize hakim olmak zorundayız. Hemen yanındaki atıl dedi ki biz Hizbullah’ız. Bizi hemen bırak. O sırada yukarıdan asubayım koştu komutanım dedi Diyarbakır’dan telefon var. Askeriattan geliyorum dedim. Yukarıya çıktım açtım çok üst düzey bir yetkili. Dedi ki sen oraya yeni geldin bırak dedi onları. Dedi ki onlar bizim düşmanlarımızı vuruyorlar PKK’ya karşı savaşıyorlar. Dedim ki terör örgütünün iyisi kötüsü olmaz. Kesinlikle bırakmıyorum ve biraz sonra da tutuklanacaklar dedim. Büyük bir memuniyetsizlikle telefonu çat diye suratıma kapattı.
Aşağıya indiğimizde tabi daha değişik bir sorgu yaptık. Gene konuşarak tabi ki gayet sakin bir şekilde. Ve anında tutuklandılar. Peki Kızıltepe’de ne oldu? Bu kulaktan kulağa yayıldı ve Kızıltepe halkının bize güveni arttı biliyor musun? Diğer bir konu çok aşırı yağmur yağdı 1994 yılında yine Kızıltepe’ye. Şular seller götürdü zaten altyapı diye bir şey yok. Hiçbir şey yok. Dere yatağı taştı. Dere yatağına çok yakın yerlere gariban insanlar gecekondu misali evler yapmışlar.
Aynı evlerin olduğu yeri sel bastı. O kadar rezil bir durum ki damlara çıktı insanlar. O kadınların, bu çocukların bağırışları hala benim kulağımdadır. Tabi hemen bir kriz masası kurduk. Yardıma gitmemiz lazım fakat böyle bir durum olmuş ki anafor yapıyor su. Bir sal ya da kayıkla falan oraya ulaşma imkanı da yok. Dalgıç yok, mimlenme yok, şu yok. Bu yok ama insanlar gözünün önünde bağırışıp duruyorlar. İki tane betere aracım vardı benim. Betere 60 dediğimiz, betere 80 dediğimiz zırhlı araçlar. Amfibik araçlar bir de. Amfibik araçlar. Bunların arkasında pervaneler de var ve bunlar çok devasa araçlar olduğu için evlere bulaşıp o insanları kurtarmaya imkanımız vardı. Oradaki bazı yetkililer bana itiraz ettiler. Komutan mı dediler size ne yapıyorsunuz? Bu aracı oraya soktuğun zaman, o araçla anafora kapıldığı zaman, içindeki Mehmetçik de ölebilir, başka şey de olabilir. Dedim ki ben bu riski göze alıyorum. O betereleri oraya soktuk ve hala çok duygulanırım. O damda kalmış olan çoluğu, çocuğu, kadını aldık beterelerle buraya getirdik. Ve ben o kadınların gözünde ne gördüm biliyor musun o gece vakti? Bizi düşman gibi gören o kadınlar, kendilerine yapılan telkinlerle bizi öcü gibi gören o çocuklar nasıl bir milletle bakıyorlardı ve Allah razı olsun’dan başka hiçbir şey söylemediler. Sürekli vatan, milletten bahsediyoruz, toprak bütünlüğünden bahsediyoruz. Milliyetçi yorumlar yapıyoruz. Milliyetçiyiz çünkü, elbette. Ama bu bizim Kürt düşmanı olduğumuzu göstermiyor. O kadar çok Kürt kökenli olup da Türk milliyetçisi olan insan var ki oğlum. Buna inan. Irkçılık değil çünkü Türkçülük. Mustafa Kemal’in anlattığı gibi bu ülkede yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Türkiye Cumhuriyeti halkı Türk milletidir. Biz o millete sevdalıyız. Biz tarihimize sevdalıyız. Bu coğrafyada yaşıyoruz biz. Kürt’ten dahi çıkar, Türk’ten de çıkar. Her yerden çıkar. Önemli olan yaşadığın vatan toprağına sımsık bağlanmak ve orada yaşayan insanları, vatandaşlık bağıyla bağlı olduğunu insanları da sevmektir. Yıllardır bunu yapıyoruz. Bir arkadaşımız demiş ki benim babam iki yıldır felçli, konuşamıyor ve yürüyemiyor. Babalarınızın kıymetini bilin diyor. Şuradan etkilenmiş. Ben sana programın en sonunda seninle gurur duyuyorum dedim. Şunu söyleyeyim. Babasını kaybeden insanlar akıllarına gelsin. Babası olmayanlar var şu anda. Babası felçli de olsa gene de çok şanslı gitsin ona sarılsın. Ben de çok küçük yaşta babamı kaybettiğim için bunu rahatlıkla söyleyebilirim. O baba o köşede de otursa onun nefesi yeter. Bir arkadaşımız şunu sormuş. Reklam çıkmayacak dediniz. Niye reklam çıkıyor demiş. Sana bir eleştirim var. Onu hemen söylemek zorundayım.
Oğlum sen Şehit ve Gaziler Derneğine bir bağışla bulunma. Ve bunu da burada açıkladın. Bu açıklamandan rahatsızlık duydum biliyor musun? Baban olarak. Neden? Çünkü alan el veren eli bilmemeli. Reklamı çok yanlış anlamışlar. Reklamdan kastımız şudur. 1 milyon TL’nin üzerinde reklam geldi mevzular programına. Bu nedir? Sponsordur arkadaşlar. Oluyor ya biz konuşurken bir anda reklam çıkıyor. Buna biz reklam almak demiyoruz. Bunu zaten YouTube otomatik olarak koyuyor bir videonun içine. Eğer 10 dakikadan fazlası bir sürü kendisi diziyor.
Biz hatta mevzuları onları kaldırıp başındakini sonundakini ortasındakini bırakıyorduk. Sponsor almıyoruz mevzulara. Birçok bankadan, birçok finans grubundan reklam teklifi geldi. Sponsor teklifi geldi. Yani ben size mevzuları anlatırken bir anda elimde binden ne kuruluşunun bardağıyla şu banka çok iyiymiş, bu banka şöyleymiş falan demem istendi. Onu da kabul edemedik. Çünkü bizi de bozacağını düşündüğümüz için reklam almanın mevzulara. Biz de komple mevzular formatına reklam almamaya karar verdik. Bunu söylemiştim. Bu yanlışlığı da düzelteyim. Eleştirin de ben çok doğru buluyorum. Bence de şımırtlık olarak gözükmesin ama benim o duyurduğum tam olarak bir tepkiydi baba. Çok daha fazlasını yaptık. Sen bizzat biliyorsun. Onların da hiçbirini duyurmamışımdır. Onu da biliyorsun. Alan el veren eli bilmeyecek. Aynen. Haklısın. Hala vatan partisinde midir diye çok yorum var. Yaklaşık bir sene önce partiden istifa ettim. Şu anda hiçbir siyasi partiyle bağlantım yok. Bir siyasi partiyle bağlantım olsaydı zaten mevzular programına sen ne kadar da ısrar etsen gelmezdim. Şimdi yorumlardan bir tanesini de şöyle yazmışsınız. Atilla abi yorumları okuyorum.
Dedin. Pinç’teki belaltı mizahı neden onay verdiğini anlamadım. Kusura bakma sana yakıştıramadım diye bir yorum var. Küfürlü de konuşabilirsin. Yorumlar da yapabilirsin. Ama bu kadar abartılı belaltı mizahı girersen bundan sonra senin bacaklarını kırarım yaşına başına bakmadan. Anlaşıldı mı? Anladım. Burayı koymasam olur mu? Anladım. Tamam. Bazı izleyicilerimiz Yunanistan’ın adaları işgali ve Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili sorular sormuşlar. Öncelikle hemen şunu söyleyeyim. Yunanistan’ın orada işgal ettiği uluslararası hukuk krallarına göre belli olan ki sen de bu konularda yayınlar yaptın. Bana göre Çerez. Gece kondu işi bunlar. Amiral Cem Gürdeniz’in dediği gibi Doğu Akdeniz’e bakalım biz. Biz Türkiye’de ufak tefek şeylerle uğraşmayı bırakıp da olayın geneline bakmayı öğrenebilseydik yönetim olarak da millet olarak da halk olarak da. O zaman zaten Yunanistan o adalardan derhal kaçar gider. O adalar bizim için bir gece kondu misaldir. Gider yıkarsın gelirsin. Ama mesele Doğu Akdeniz. Çünkü Doğu Akdeniz’de İsrail, Güney Kıbrıs, Rum Kesimi, Amerika, İtalya, Avrupa Birliği hepsi var. Uluslararası hukuk gereğince bizim olan arama araştırma yapmamız gereken yerlerde onlar arama araştırma yapıyorlar. Ve bizim Kıbrıs’taki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk soydaşlarımızın haklarını da gasp ediyorlar. Bizi de Antalya kıyılarına hapsetmek istiyorlar. Bu çok önemli. Buraya inşallah önümüzdeki günlerde Cem Gürdeniz Amiral’in bir de görüşeceğim. Kendisini de konuk almak istiyorum. Burada detaylı olarak mevzular izleyicilerine Doğu Akdeniz konusunu en iyi anlatabilecek arkadaşımız olur. Babam şimdi iptal kararı onaylanmış İstanbul Belediye Seşimleri için. Tekrarlanacakmış. 23 Haziran diyor sanıyorum ama tabii kesin bilgi değil. Yani ben şu anda internetten görüyorum. Bir de şöyle bir durum var. Abdullah Hocaalan’a 8 aydan sonra ilk defa avukatlarıyla görüşme hakkı veriliyor. Ve Abdullah Hocaalan avukatlar aracılığıyla bir açıklama yapıyor. Ve açıklamayı da tam bu iptal kararının olduğu gün yayınlıyorlar. Diyor ki…
Apo Sözleri Bildiğimiz apo sözleri, kendi örgütünü satan adamın sözleri bunlar. Yine duruma göre şekil değiştirmiş. Ve demiş ki yani yumuşayalım. Bu çözüm sürecini maalesef bana hatırlatıyor. Böyle bir şeyin ihtimali söz konuşulmuş ki zamanında PKK’ya Apo’ya, en sert söylemlerde bulunan, İlletçilik kozunu kullanan hükümet, hatta benim programımı aldığım siyasetçiler dahi Süreçten ne kadar pişman olduklarını anlatmışlardı biliyorsun burada. Şimdi tekrar böyle bir şeyin olması durumunda halk ne tepki verir? Yine kabullenir mi? Aslında halkın ne tepki vereceğinden çok şunu bir kere bilmemiz lazım. Özellikle 2002-2003 yıllarından sonra İmralı’da yatan Terörist Başı mahkumiyetini almış. Orada cezası infaz edilmekte olan Terörist Başı ne zaman konuşsa ya da ne zaman konuşmasına izin verilse altında mutlaka bir Çapanoğlu vardır. Mutlaka bir sıkıntı vardır. Çünkü Abdullah Hoca’nın kendi iradesiyle bunları söyleyecek kapasite birisi değildir. Bugün hem Yüksek Seçim Kurulu’nun açıklama yapması ve aynı güne denk gelecek şekilde
İmralı’daki Terörist Başı’nın avukatları aracılığıyla bir takım mesajlar vermesi bu mesajlarda da son derece yumuşak bir tablo çizmesinin altında yatan sebepler vardır. Aklıma gelen bir hikaye anlatmak istiyorum sana. Osman Aydogan Üstadim’in yazılarından faydalandığım bir hikayeyi anlatmak istiyorum. Anadolu uygarlıklarına baktığımız zaman Hititler var, Urartular var bir de Firigyalılar var. Bu Firigyalıların Midas isminde bir kralı var. Efsaneye göre Midas o kadar hırslı ki topraklar elde ediyor, zenginleşiyor, kesiyor, biçiyor fakat doymak bilmiyor hırs içerisinde.
Bir gün Diyanisos sarayda misafir oluyor ve çok memnun kalıyor. Midas’a diyor ki dile benden ne dilersen. Midas diyor ki dokunduğum her şeyin altın olmasını istiyorum diyor. Diyanisos iyi düşün Midas, bir kere diyor bunu söyleyebilirsin. Tekrar diyor ki Midas dokunduğum her şeyin altın olmasını istiyorum. Şarap tanısı Diyanisos bir işaret yapıyor. Midas’ın elindeki asa birden bire altın oluyor, som altın. Gidiyor tahtın kenarına oturuyor, taht bir anda som altın oluyor. Çatala dokunuyor, som altın. Müthiş seviniyor ve diyor ki akşam ziyafet sofraları kurulsun bunu kutlayalım diyor.
Hazırlanıyorlar, sofraya oturuyor bir tutuyor ekmek altın oluyor. Suyu alıyor altın pülçe oluyor. Aç kalıyor Midas, pişman oluyor ama geri dönüşü yok bunun. Ve yalvarıyor Diyanisos’a diyor ki beni bundan kurtar. Benim seni artık kurtarma şansım yok ben seni ikaz ettim. Hırsına gem vuramadığın için bunu da yaptın. Ancak diyor gideceksin düşman ülkenin sınırları içerisinde bir ırmak var. O ırmakta diyor yıkanacaksın ama diyor oraya giderken de onlara biat edeceksin. Midas da o ülkeye savaş hazırlığında filan. Kurtulmak için Midas oraya gidiyor ve o ırmağa girip yıkanıyor, kurtuluyor.
Allah kimseyi bu tür ırmaklara girip de günahlarından arınmak zorunda bırakmasın. Artık kendi ilginden netice ortaya çıkıyor. Ben tekrar o ihanet sürecine dönülmesinin Türkiye’nin 50 yıl kaybetmesi anlamına geleceğini çok iyi biliyorum. Ve bizi yönetenlerin de şu anda iktidar sahiplerinde böyle bir tezgaha gelmeyeceklerini ummak istiyorum. Benim bir yorumum var. Bir yorum yani bir düşünce. 17 yıl bir makamın oluyor, bir kuvvetin oluyor. 17 yıl içinde pozitif şeyler yaptığını düşünüyorsun. Negatif şeyleri biz tartışıyoruz. Aşk dediler biliyorsun belediyesi açımlarında bu bir aşk işi dediler. Malum 3’ün sayfı haberlerinde terk edilen sevgili haberleri vardır biliyorsun. Onu terk etmesin diye sevgilisini öldürdü falan filan diye haberler duyuyoruz. Bu aşk bir tutkuya döndü de biz mevcut sistemi terk etmeye çalıştığımız için zarar mı göreceğiz? Şimdi güç zehirlenmesi dediğimiz bir hadise var. Bilim adamların da yaptığı araştırmalar da ortaya çıkmıştır. Güç zehirlenmesi yanındaki hainlerin görülmemesine, hain olanların iyi mevkilere getirilmesine, birbirleriyle didişmesine ama her türlü şey bendedir nasıl olsa, bundan ne yaparsa yapsın denmesine kadar varabilen ve çok kötü sonuçları olan bir hadisedir. Bir sendromdur yani bu güç zehirlenmesi. Her anlamda olabilir bu. Bir ve birlikte olmamız gereken bir dönemde şimdi yeniden başımıza İstanbul seçimlerinin yenilenmesi gibi bir hadise çıktı. Peki bu gergin ortam kime yarıyor? Bunları saymaya bile gerek yok. Bize yaramıyor oğlum. Bu bizim enerjimizi yanlış noktalara harcamamıza neden oluyor. O kadar çok derdimiz var ki. Dün ve bugün yine ona yakın şehidimiz var. Deniz yüzbaşımız, erimiz, çavuşumuz, asrubayımız şehit oldu. Bu ateş düşen evlerde seçimin ne olduğu, seçimin sonucunun ne olduğu konuşulmuyor. Kanlı gözyaşları döküyorlar anneler, babalar. Sadece kanlıları yerde kalmayacak demenin yetmeyeceği bir döneme geldik artık. Bu başka bir dönem. Peki biz ne yapıyoruz? Biz ona bakalım. Samuel Beckettit, Godot’u beklerken diye bir hikayesi var. Burada Vladimir ve Estragon diye iki tane şahsiyet var. Bu iki şahsiyet hiçbir şey yapmıyorlar. Sürekli konuşuyorlar, ahkam kesiyorlar.
Kanunların, yasaların kendilerine verdikleri hiçbir hakkı kullanmıyorlar. Sürekli Godot diye birini bekliyorlar. Hayali. Godot diye birisi yok. Godot gelsin bundan sonra şunu yapalım. Godot gelsin bize önderlik yapsın. Biz bunu o zaman yaparız diyorlar. Ve hikaye sonuna kadar böyle devam ediyor. Bugüne uyarlarsak herkes hala sarı saçlı mavi gözlü birisini bekliyor. Senin anayasal hakların var. Kanunun sana vermiş olduğu haklar var. Sarı saçlı mavi gözlü devi tekrar Samsun’dan gel deyip bekleyip alkışlayacağına sen Mustafa Kemal Atatürk gibi olmaya çalış. Mustafa Kemal Atatürk zaten geldi. O geldiği için bu hakları zaten elde ettik arkadaşlar. Hukukun size verdiği hakları kullanıp o şekilde düşünmeye gayret etmenizi tavsiye ediyorum. Godot gelmeyecek. Şimdi tabii bu konulara çok fazla girdik. Daha çok sıcak olduğu için bu konular. Daha sonra biz Mevzular izleyicisiyle bunu zaten dolu dolu ve uzun uzun inşallah konuşacağız oğlum. Anladım. Şimdi ben tweetlere baktım. Efendim yüksek seçim kurulundan şöyle bir karar çıkarsa bilmem kimler sokağa çıkacakmış. Şöyle bir karar çıkarsa bilmem kimler sokağa çıkacakmış. Şunu düşünmüyorlar mı bu adamlar?
Türkiye’de böyle bir iç savaş tezgahı düzenlendiği zaman küçük gruplar da olsa herkes buna zaten itibar etmez. Küçük gruplar da olsa bu bir dış müdahale sebebi sayılabilecek konuma gelmez mi? Birçok ülkeden büyük bir yerden bahsediyoruz. İstanbul’dan bahsediyoruz. Dünya başkenti bana göre de. Bir adam AKP tişörtüyle elinde Türk bayrağı AK Parti tişörtüyle düşümde olur adama reklam falan alıyor mu o pinçe? Tamam kızdı. Neyse. AK Parti tişörtüyle köprüye çıkıyor. Atlayacağım ben atlayacağım ben falan filan. O çıkacak Bunun altını çiziyorum. Ey mazlum AK Partililer sizi ben kurtarmaya geliyorum. Birincisine de Davutoğlu makam aracıyla geçerken adamı görecek…. Müthiş bir… Köprüye, trabzanları aşıyor. Bekliyor. O sırada da Davutoğlu’nun makam aracı trafiğe takılıyor arka tarafta. Adam bekliyor bekliyor. Fotoğrafları var arkadaşlar. Girip bakabilirsiniz. Habersizelerinde de mevcut. Yok gelmiyor. En son adam çıkartıyor telefonu batak oynuyor bayağı. Polis orada diyor atlamıyor herhalde falan. Polis de başka yere bakıyor. Derken nihayet geç gelen Davutoğlu geliyor. Adam cep telefonu tekrar koyuyor ağlamaya başlıyor. Gidip Davutoğlu’na sarılıyor. Tamam sayende ölmeyeceğim diyor. Burada Davutoğlu, Alenen, AK Parti’ye ve AK Parti seçmenine büyük mesaj vermiyor mu? Oğlum bu tür tezgahlara yapanlar Türk milletini gerçekten geri zekalı zannediyorlar. Böyle saçma sapan tezgahlara tevessül etmek bir kere son derece iğrençtir. Eğer bu söylediğin doğruysa ben bilmiyorum. Türk milletinin aklıyla dalga içmektir bu. Oğlum sen şimdi beni Mevzular izleyicisiyle bir yalnız bırak olur mu? Tabii.
Baş başa bırak. Öyle olaylar var ki insanlar bu olayları yaşarlar. Yaşadıktan sonra hiç kimseye anlatmadan, bunları aktarmadan ödür giderler. Fakat öyle şeyler var ki insanlar yaşadıkları hadisede kitaplaştırdıkları zaman ya da anlatırlarken hep kahramanlıklar anlatırlar. Başarılarından bahsederler. Ama ben bu işin içinde olan birisi olarak diyorum ki bu operasyonların terörle mücadelenin, mafyayla mücadelenin ya da bu işlerin içinde bulunan insanların inişleri de olur, çıkışları da olur.
Onun için yaşadığımız her şeyi kamuoyuna, devlet sırrın nitelinde olanlar hariç anlatmalıyız ki gençliğimiz bunları öğrensin ve geleceğe umutla bakabilsin. Bazı örnekler vereyim ben size. Çok komik bir tane vereceğim örnek var. Ankara’da istihbarat grup komutanıyken uyuşturucu operasyonu yapacağız. Uyuşturucu satan ve bunun parasını da PKK’ya gönderdiğini tespit ettiğimiz bir adam var. Arkadaşlarımızı görevlendirdim alıcı kılığında. Bunlarla irtibat kurdular. Gizlendikleri bir yerden. Kubar Esrar dediğimiz daha işlenmemiş esrar alımı için gittiler. Fakat adam diyor ki benim arabam şu anda burada yok.
Başka bir yere sevkiyete gönderdim. Sizin arabanız varsa getirin diyor. Benim de o zaman istihbarat hizmetlerinde kullandığım bir minibüs var. Sivil görünümlü minibüs. Başka çare yok. Dedim ki arkadaşlara binin ikiniz gidin adam buraya koysun ne koyacaksa adamı da alın. Buraya getirin biz de adamı gözaltına alalım işlemlerimizi yapalım. Benim iki asubayım da çok disiplinli, çok akıllı, çok ciddi çocuklar. Biz de orada komutanız tabi netice itibariyle. Bir baktık bizim minibüs geliyor. Fakat minibüsün gelişinde bir yamukluk var. Yani minibüs böyle bir duruyor, kalkıyor, gidiyor. Bir gariplik var.
Bizim asubay kullanıyor, kontrol noktası dediğimiz yerde durdurduk. Aşağı indiler biz adama kelepçeyi taktık. Fakat benim asubay geldiği araba baba ne haber dedi. Baba ne haber? Getirdik bak falan malı dedi. Öbür asubay da bana gülerek bakıyor. Sürekli gülüyor. Tabi minibüsün içi kubar esrarda olur. Onun için yaşanılan olayları eğrisiyle doğrusu ile, traji komik olanıyla, her şekliyle yansıtmakta büyük faydalar vardır. Mafyaya karşı operasyonlarımız oldu. Terör örgütlerine karşı çok başarılı olduğu bu noktalar elbette ki var. Ama bunlar da var. Mesela Bitlist’e özel bir ekiple görevdeyiz. Operasyon halindeyiz. Gece intikal ediyoruz. Gece intikal en zor intikalilerden birisidir. Hem ses çıkartmayacaksınız, hem uzun süre yürüdüğünüz için birbirinizi kaybetmeyeceksiniz. Zifiri karanlık var. Gece görüş gözlükleri o dönemde sadece tim komutanlarında var. Tabi Mehmetçiklerimiz de var yanımızda. Onun için kol halinde giderken, tim tamam mı değil mi diye arkadan öne doğru bir sayı parolası geliştirmişizdir. Çeşitli yöntemleri vardır. Bir dersin arkadaki arkaya doğru iki der. Devam eder gider. Bizim tim on bir kişi o sırada eksikleri vardı. Bizim tim giderken on bir kişi olmaları gereken on iki kişi çıkıyorlar. Tekrar tim komutanı saydırıyor gene on iki. Meğerse o bizimkilerin geçtiği bölgede kendi terörist grubundan kopmuş, daha terör örgütüne yeni katılmış ve daha yeni çıkmışlardan bir tanesi, Danyo affedersiniz, gelmiş bizimkilerin arasına girmiş. Bakmış ki ön tarafında asker var. Arka tarafında asker var. O da onlarla birlikte yürümeye başlamış. Arkadaşlar bu tür hadiselerde yaşanmış gerçeklerdir. Her neyse başlayalım mı? İçinde bulunduğumuz yıl 2019 Mayıs ayındayız. 19 Mayıs 1919’un 100. yılındayız. 19 Mayıs’ı sadece Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı olarak görmek doğru değil. Bunun bir geçmişi var. Bunun ondan sonraki aşamaları var. Mustafa Kemal’in de çok büyük hayalleri vardı elbette. Ama hayat gerçeklere göre yaşandır. Mustafa Kemal hayallerini kurdu ama gerçeklere de her zaman bağlı kaldı. Ona göre hareket etti. 19 Mayıs 1919’a gelmeden önce neler yaşandı? Onu bir konuşalım. Daha Birinci Dünya Savaşı bitmeden önce,
1917 yılında Mustafa Kemal Paşa ordu komutanı iken Filistin cephesinde Enver Paşa’ya, Talat Paşa’ya, Cemal Paşa’ya yani iddia Terakki’nin iktidarda bulunan üç kuvvetli paşasına şunu yazdı. Dedi ki halk ile devlet arasında bir bağ kalmamıştır. Ordularımızın mevcudu beşte birine inmiştir. Ordularımızın lojistik ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Büyük bir çürümüşlük vardır. Ayrıca Birinci Dünya Halbine girdiğimizden bu yara Almanlar bizden ne istediyse onu yapmışızdır. Almanlar da neyi istemişlerdir? Kendilerinin rahatlamasını istemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu yani Türk ordusu iki büyük cephede savaşı verdi. Birisi Kafkas cephesi, Şarlık Rusya’sına karşı, Diğeri de İngilizlere karşı Bağdat, Irak toprakları, bizim olan topraklar, Suriye topraklarında mücadeleyi verdi. Elbette Galicce’de de verdi, Çanakkale’de de verdi ama esas iki yer çok önemliydi. Ve 1917 yılına geldiğimiz zaman İngilizler savaşı da sonlandırmak adına iyice yüklenmeye başlamışlar. Mustafa Kemal Paşa öngörüsünü burada da kullanarak hükümeti ve iktidar partisini ikaz etmişti. Derhal önlemlerinin alınması gerekir diye.
Mustafa Kemal bu ikazları yaptıktan sonra ne oldu? Yaklaşık bir sene sonra Almanlar teslim bayrağını çekti. Elbette ki Almanların yanında savaşa girmiş olan Osmanlı Devleti de teslim bayrağını çekmiş oldu. Mondros müteharekesi geldi. Mondros müteharekesinin şartları o kadar ağırdı ki Mustafa Kemal Paşa bunları kabul etmedi. Mondros müteharekesine karşı çıktı. İlk isyan harekesini aslında o zaman başlattı. Ve Mustafa Kemal’in 7. ordusunun iki tane kol ordusu vardı. Bu kol ordularından birisinin başında Mirelay İsmet yani İsmet İnönü,
diğerinin başında da Ali Fuat Cebesoy Paşa vardı. Ve ne oldu biliyor musunuz? Mondros müteharekesine gelindiği dönemde bizim yıldırım orduları dediğimiz bu grubun komutanı Alman Liman Von Sanders. Bu paşa stratejik olarak düşünemediği için her cephede yenildikten sonra çekilmeyi düşünüyor. Halk prensiplerinden olan geri çekilme tekrar toparlanma harekatını uygulamıyor. Mustafa Kemal de buna sürekli itiraz ediyor. Ve artık en son noktaya gelindiğinde Liman Paşa Mustafa Kemal ile görüşme talebi diyor. Mustafa Kemal trenebiliyor, Şam’a gidiyor. Şam’da bakıyor ki Liman Paşa yok.
Rayak’a geçiyor, orada da yok. Şam’da bulamadığı, Rayak’ta bulamadığı Liman Paşa’yı en sonunda Humus’ta buluyor. Ve orada Yıldırım Ordular grubu komutanı diyor ki, komutayı sen al. Mustafa Kemal’e söylüyor bunu. Mustafa Kemal, Yıldırım ordular komutanı oluyor. Üç tane ordudan müteşekkir. Bir tanesi dördüncü ordu, bir tanesi yedinci ordu, birisi sekizinci ordu. Sekiz ve dördüncü ordular perişan durumda, paramparça olmuşlar. İngilizlerin baskısı, dojistiğin gelmemesi sebebiyle. Mustafa Kemal komutayı aldıktan sonra önce orduları bir gecede Halep’e çekiyor. Halep’e geldiği zaman Halep’te isyan eden, Osmanlı’yı arkadan vuran Arap cenagı, İngilizlerin de teşvikiyri, bulundukları damlardan bizimkilere bomba atmaya başlıyorlar. İngiliz uçakları arada bir geçiyor. Bir iki bomba da onlar atıyor. Mustafa Kemal gülüyor. Diyor ki, bu salaklar benim burada kalacağımı zannediyorlar diyor. Mustafa Kemal, Halep’in hemen Kuzey Batısında bir yeri gösteriyor. Halep’teki komutana diyor ki, buraya çek birliklerimizi. Ve burada yarın İngilizlerle ve Araplarla savaşacağız diyor. Burası neresi biliyor musun? Artık Toroslara doğru yaklaşıyorlar.
Hakikaten de ertesi gün en son Birinci Dünya Harbi’nin çatışması orada oluyor. İngilizler ve Araplar büyük bir güçle yükleniyorlar ama Mustafa Kemal’in oraya çektiği ve tahkim ettiği güçler, İngilizler ve Arapları yenip geri çekilmelerini sağlıyor. Mustafa Kemal burada şunu söylüyor diyor ki, Daha önceki topraklar Arapların yaşadığı, Osmanlı tebaası olan yerlerdi. Ama şimdi artık Türk sınırlarına geldik. Torosların olduğu yerden itibaren öyle bir millet var ki tüylerin diken diken oldu. Kanının son damlasına kadar oraları savunur. İngiliz odaya geçemez diyor. Ve ordumuzu kalan mevcutlarıyla daha fazla zayiat görmeden oraya çekiyor. Peki daha sonra ne oluyor? Emrindeki kolordu komutanına Ali Fuat Cebeci diyor ki, Asla silahlarını teslim etmeyeceksin. İskender’ına İngilizler diyor, çıkarlarsa diyor, İngilizlere karşı silah kullanırım diyor, zaman kazanıyor. İstanbul hükümeti diyor ki, Ya Mondros müteahhitlerine göre oraya asker çıkaracaklar, şunu yapacaklar. Hayır diyor. İngilizler çıkarsa ateş emri verdim diyor. Taktik, zeka. Mustafa Kemal’i sevmeyebilirsiniz ama onun taktik zekasının Türk’ü kurtardığını çok iyi bilmek zorundayız. Hepimiz. Mustafa Kemal böyle vakit kazandıktan sonra oradaki bütün silahları, mühimmat hepsini topluyor ve Ali Fuat Cebeci’nin emrine veriyor. Kafasında kurtuluş mücadelesi olduğu için. Ve sonra İstanbul’a geliyor. İstanbul’da 6 ay kalıyor. Bu 6 ay zarfında kurtuluş şareleri aramakla vakit geçiriyor. Herkesle görüşüyor. Basın mensupları ile görüşüyor. İngiliz gazeteci var onunla görüşüyor. Padişahla 4 kez de görüşüyor. Fakat bakıyor ki, Hiçbir şekilde işgal altındaki İstanbul’dan Anadolu’yu, insanımızı ve milletimizi, vatanımızı kurtarma imkanı yok. Bunu anlıyor. Ondan sonra düşünüyor diyor ki, benim Anadolu’ya geçmem lazım ve kurtuluş mücadelesini burada başlatmam lazım. Peki, herhangi bir yetki ve görev olmadan o tarafa geçerse, Çanakkale kahramanı bir paşanın tek başına oraya gidip, savaştan çok büyük zararlar görmüş, savaştan bıkmış, hem bir İjduya Harbi’nde hem ondan önceki Balkan Savaşları’nda artık yığılmış, zararlar görmüş bir milleti kurtuluş mücadelesi gibi çok büyük bir mücadeleye ikna etmesi mümkün müydü? Hayır, değildi. Onun için çok büyük bir yetki ile oraya gitmeyi planlıyor. Mustafa Kemal son ana kadar önüne ordu müfettişliği gibi bir görevin seve seve verileceğini de bilmiyordu. Peki, neden Samsun bölgesine bir ordu müfettişi görevlendirildi? Samsun İngilizler için de çok kritik bir yer. Çünkü orası Rumların, Ermenilerin ve Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve artık birbirlerine bu Birinci Dünya Harbi sırasında diş bilemeye başladıkları bir yer. Ayrıca orası Orta Anadolu’ya açılan bir liman, kapı, stratejik bir anlamı da var. İngilizler Samsun’a, Mustafa Kemal Paşa daha oraya gitmeden Mart ayında asker çıkarıyorlar küçük miktarda.
Küçük miktardaki askerin bir kısmını da merzifona gönderiyorlar. O zaman ilk tepki Samsun’dan geliyor. Samsun’daki makinal tüfek bölüğünden Teğmen Hamdi, bunu herkes bilsin Allah rahmet eylesin. Teğmen Hamdi yanındaki askerleriyle birlikte dağa çıkıyor. İsyan ediyor İngilizlere. İngilizler bu kadar ufacık bir olaydan bile çok telaşlanıyorlar. İngilizler padişaha ve hükümete diyorlar ki oraya çok yetkili etkili birisini göndereceksin. Orada Türk çeteler kuruluyormuş, Teğmen Dağ’a çıkmış. Orada herhangi bir olay olmasını engelleyeceksiniz. Ağsa-i Şir de siz temin edeceksiniz. Baskı yapıyorlar, hükümet araştırıyor kimi göndereceğiz, nasıl yapacağız, ne olacak ne bitecek diye. Akıllarına Mustafa Kemal gelmesini kim sağlıyor? Ali Fuat Cebesoy’un babası da paşa. O sağlıyor. Bir de İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey. O da bunu sağlıyor. O zamanki Bahriye Nazırı Avni Paşa da bunun için uğraşıyor. Çünkü o da Mustafa Kemal’in çok iyi bir dostu. Mustafa Kemal böyle bir fırsatı bulunca bunun üzerine çalışıyor. İşgal altındaki bir başkentte bunlarla uğraşıyor Mustafa Kemal Paşa. Ve neticede hem padişah hem hükümet hem de İngilizler neden Mustafa Kemal Paşa’na gitmesine izin veriyorlar biliyor musunuz? Çünkü Mustafa Kemal iddiatçı aslında fakat Enver Paşa ile ters düşmüş. Diyorlar ki bu Enver’i sevmiyor. Onlar da hiç sevmiyorlar. Mustafa Kemal Almanlarla sürekli kavga etmiş. Birinci Dünya Harbi sırasında. Onların emirlerine karşı gelmiş. Burada yanlış yapıyorsunuz demiş. Çanakkale’de de bunu yapmış. Filistin bölgesinde de bunu yapmış. Onun için diyorlar ki evet bu da Alman düşmanı bizim gibi. Bir de Ceval bir paşa, genç bir paşa bizimle denetimimiz dahilinde bunu gönderelim diyorlar. Yani izinle gidiyor. Hani diyorlar ya Mustafa Kemal’i Anadolu’ya padişah gönderdi. Vatanı kurtarsın diye. Arkadaşlar gerçekçi olacağız.
Elbette aslan gibi padişahlarımız var zamanında. Hepsi de bizim atamız. Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen tabi ki padişah. Fermanın altında imzası var. Ama Mustafa Kemal 16 Mayıs’ta Bandırma vapuruna bindiği zaman kendi karargaha kendisi dahil 18 kişi. Bu 18 kişi ile 16 Mayıs’ta çıkıyor. 19 Mayıs’ta Samsun’a intikar ediyor. 20 gün kadar sonra fazla değil. 8 Haziran’da döön diye emir veriliyor. Nereden? İstanbul’dan. Onları oyalıyor. Telgrafınız bana geç ulaştı. Yoldayım vesaire gibi şeylerle zaman kazanmaya çalışıyorum. Ve ne oluyor bu arada? Amasya tamimini yayınlıyor. Oradan Erzurum kongresine gidebilmek için bir takım hazırlıklar yaparken bu sefer 24 Haziran’da tekrar daha sert bir tebliğ geliyor hükümetten. Dön! İngilizler emir veriyor. Padişah emir veriyor. Hükümet de yazıyor. Mustafa Kemal’e telgraf çekiyor. Bunları bileceğiz. Bunların hepsi arşivlerde. Hemen arkasından 2 Temmuz’da Padişah Vahdettin Mustafa Kemal’e yaveri vasıtasıyla bir telgraf gönderiyor. Diyor ki Padişah Hazretleri Zat-ı Alinizin iki ay hava değişimi alıp
gidip istediğiniz yerde dinlenmenizi emrediyorlardı. Şimdi akıllı olalım. Mustafa Kemal’i git Anadolu’ya Türk milletini kurtar. Kurtuluş mücadelesi başlat diyen bir padişah daha sonra bunları yapar mı? Yapmaz. O halde akıllı olacağız. Ondan sonraki süreci zaten hepimiz biliyoruz. Erzurum kongresi, Sivas kongresi ta Ankara’ya gelen süreç. Onun için 19 Mayıs, 19.19’u 100. yılını kutladığımız bu yıl da çok iyi anlayıp değerlendirmemiz gerekir. Bağnaz olmamamız gerekir. 8 Haziran’da Mustafa Kemal geri çağırılıyorsa
askerlikten istifa etmesini neden sağlasınlar? Sonra da idam fermanını neden imza alasınlar? Düz cihendek ayaklanmaları bunu hükümetin ve padişahın desteklemesi. Düz cihendek ayaklanmalarına katılanlara padişahın nişan vermesi. Vahdettin. Atalarımızın kıymetini bileceğiz. Bugün içinde bulunduğumuz süreçte Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili atıp tutanlar var. Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili iğrenç sözler söyleyenler var. Hepsinin atası dedesi onun sayesinde nefes aldı. Allah onu Türk milletine nasip etti.
O da Türk milletini kendi arkadaşlarıyla birlikte kurtardı. Ve o cumhuriyet sayesinde rahat nefes alıyoruz. Hepinizin 19 Mayıs Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramınızı gönülden kutluyorum. Atatürk başta olmak üzere bütün silah arkadaşlarını da Allah’tan rahmet diliyorum. Hadi gel programını bitir. Babacım çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim. Estağfurullah. Bir de şöyle bir duyurum olsun. Sen istemedin aslında bunu söylemem ama. Niye istemiyorsun onu da anlamadım. İnsanlar kitap çıkartınca biliyorsun reklamını yaparlar. Önüne gelen kitap çıkarıyor ve ona şey yapıyor.
Bunu benim için söylemiyorsun değil mi? Senin için söylemiyorum tabii ki. Yardığın kitapları ben okudum. Bu olup olman meselesi değil ama ikinci kitabın birinci kitabından çok daha iyi. Evet çünkü o mevzular arşiv. Teşekkür ederim babacım. Senin bir kitabın var şimdi. Hatta ilk baskısı bitmiş. İnsanlara biz duyurmadık. Ben bir tane hikaye paylaştım. İkinci baskıya şimdi girdi. Devam ediyor satışlar. Kimse okumasın diye mi yazdın o zaman? Yani burada birazcık da ben seni eleştireyim babacım. Tamam sen de sıkıldın sürekli kitap reklamı o çıkartıyor bu çıkartıyor falan ama gerçek hikayeleri anlatan bir kitap bu. Dün bugün yarın.
Reklam gibi olmasın diye istemedim. Ama yani bu reklamı olmak zorunda. Kendimize bir saygımız var. Onlar duyarlar alırlar okurlar. Enteresan bence kitap konusunu sen söylemeden hiç açmayacak değil mi ama az önce ben bu haberi aldığımda ben demiştim dedim. Bu kitabın içinde de var. Bugün olabilecekleri öngördüğün noktalar da var. Bu kitap konusunu kapat artık. Çok teşekkür ediyorum hepinize beni dinlediğiniz için. Hoşça kalın. Oğlum sen çok güzel bitiriyorsun şu programı. Bir iki cümlen her zaman vardır. Var baba var. Estağfurullah. Haddim alın. Ben senin yanında o zaman şey yapayım.
Bence bugünün kaderi yine tabi ki her zaman kaderimizi elinde tutan halkındır. Şunu unutmamanızı tavsiye ederim size. Bugün bir restoranı açmanız gereken yer kalabalığın olduğu yerdir. Bugün köfteci arabanızla statların yanına sinemaların yanına tiyatroların yanına gidersiniz. Kalabalık demek arz demek talep demektir. Kalabalık demek ticaret demektir. Bugün biz youtube kanalı açtığımızda o aşağıda yazan sayıya binaen bize reklam verirler. Bugün instagramımıza gelen takipçinin sayısından dolayı bizi değerli bir insanmışız gibi hissettirirler.
Fenomen falan derler bir şeyler derler. Sayının çok önemi vardır. Siz bunca insan bizi takip etmeseydiniz buraya gelmezdi siyasetçiler. Buraya gelmezdi o çok ünlü konuklar. Unutmayın ki sayı çoğaldığı anda birileri bunun üzerinden bir kazanç elde etmek isteyecektir. Kimisi köfte satacaktır size kimisi reklam yapacaktır. Kimisi sizi galeane getirmeye uğraşacaktır. Bugün İstanbul bir çok ülkeden bile fazla nüfusu olan bir il. İstanbul babamın da söylediği gibi bir dünya başkenti.
Buradaki sayı buradaki farklılıklar bir çok insanın dikkatini çekecektir. Sizin elinizdeki güç sayınız cebinizdeki paralar attığınız adımlar bunu her türlü kazanca çevirmeye çalışanlar olacağı gibi manipüle edip güce çevirmeye çalışanlar da olacaktır. Lütfen saçma sapan oyunlara gelmeyin. Bizim hukuki haklarımız var. Evet biz de denedik hukuki haklarımızı. Sen içeride yaptın bir çok vatansalere içeride yaptın. Ama biz o gün millet olarak ses çıkartsaydık siz değil 6 sene 10 sene bir gün bile içeride kalmazdınız. Kesinlikle doğru.
Bugün sen şucusun sen bucusun kavgalarıyla birbirimize ülkemize vatanımıza geleceğimize zarar vermeyelim. Hepimiz akılcı olalım. Çok sinirlisiniz birçok insan çok sinirli çok gergin. Bunun da farkındayız. Ama sinirle kalkan zararla oturur. Lütfen sakin olun. Toprak hepimizin ne görüşü de olursa olsun insanlar bizim insanlarımız. Siz biz diye bir şey yok. En azından ülkenin şu anda içinde bulunduğu karmaşayı bu şekilde atlatalım. Mevzuların sonuna geldik. Herhalde yine yakın zamanda senin konuklarında bu sefer senin programında devam edeceğiz. Ve yine inşallah ben belki kötü niyetli bir adamımdır. Belki benim aklım öyle kötü çalışıyordur ama tam bu olayların bu kadar uzatılması tam bu döneme denk getirilmesi. 19 Mayıs’ın 100. yılına gölge düşürecek şeylere sebep olmaz inşallah. Çünkü birçok insan hani 19 Mayıs’ta elinde bayrakla sokağa çıkacak birçok insan bunu kutlayacak. Belki de birçok gerginlik insanların doğru düzgün şanlı şerefli bir tarihi kutlamasına da belki engel olacak. Belki bunu da istiyorlardır onu bilmiyorum. Komple teorisi benim söylediğim. Ama yani inşallah böyle basit oyunlarla bizi hıpratmazlar diyeyim.
Neden gülüyorum biliyor musun? Acı acı gülüyorum şu anda. 19 Mayıs’ta 100. yıllar boyu devam edecek. Onu engellemeye ya da onu yok etmeye onu unutturmaya, manövbe etmeye kimsenin gücü yetmez. 3-5 kanı bozun ya da hainin galeyana getirmesiyle bu millet manipüle olmaz. Hiç merak etme. Milletine güven.
İnşallah babacığım sağ olun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir