"Enter"a basıp içeriğe geçin

18 Temmuz 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

18 Temmuz 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=otSwhfU9YaY.

Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, natrif, mübârek, pâk, rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in esâb-ı kirâmın, enbiyâ-i zâmın, sâdât-ı kirâm hazarâtına, şehidlerimizin cümle geçmişlerinin rûh-u şerîflerine, dinimizi, matervizimizi, bütün milletimizin selâmetine,
şerîflerin şerlerinden muhafazısına. Bu niye bu duayla? Bifâtiha şerîfleri şerîflerine, ashâbullah, müslüman, müslüman. Mâlâ sezîn âmâde, âlâfetâhu, şerîflerine, müslüman, müslüman. Efendim, girerken sünnet çocukları gördük. Allah mübarek eylesin. Anne babaları inşâallah, yavranın mürüvvetini güzel günler görürler inşâallah. Diğer taraftan yine gelirken burada hafız evlâtlarımızı gördük. Burada da hafız hanım kızlarımızı gördük.
Bu da annenin babanın en büyük mirasıdır. Esas zenginlikte budur. İlk hafız, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’den. Rasûlullah Efendimiz, muhâciri çok severdi, ashâbı çok severdi. Fakat esas iştigâl alanı ashâb-ı suffaydı. Ashâb-ı suffada yetiştiriyordu, onu dünyanın her tarafına gönderiyordu. Tabi orada Efendimiz şu şekilde yetiştiriyordu. Bir defa üç şart vardı yetişemeyenin. Birinci, hurûfat. Düzgün bir hurûfat. Çünkü namazda kıyam farzdır. Fakat oturduğun yerde de kılabilirsin. Fakat kiraat, kiraat de farzdır. Bozuk bir kiraat olmaz. Tahyûf-urûfat zaruridir.
İkincisi, hudut. Emirler, yasaklar. Bunlar Rasûlullah Efendimiz’in yaşatıyordu Kur’ân-ı Kerîm talebelerine. Mesela infak âyetleri indiği zaman, onlar ormanlara çıkıyor, dağlara çıkıyorlardı, odun kesiyorlardı. Medîne çağrısı satarak Allah Rasûlü önüne koyuyorlardı. Yani her inen âyet bir tatbikat hâlinde. Yine hulk, Allah Rasûlü’nün ahlâkıyla ahlaklanmak. Âyette Fâtır Sûresi’nde, biz Kur’ân’ı miras kıldık diyor. Bu mirasçılar üç kategoride. Birincisi, nefsine zulmedenler. Kur’ân okuyor vs. hafız olmuş fakat Kur’ân-ı Kerîm’i yaşamıyor. Hayatında Kur’ân-ı Kerîm yok. Hayatında velhattâ âlim var Allah korusun. Bu nefsine zulmedenler buyruluyor. İkincisi, muktesitler buyruluyor, orta yolda gidenler. Yine bu dağ, ehven.
Fakat üçüncü hayraatta öne geçenler. Demek ki bir mü’min, bir mü’mine yaşayacak, yaşatacak ve Kur’ân-ı Kerîm’in lezzetini alacak. Hem dünyada âbât, hem de âhirette âbât olacak inşâallah. Cenâb-ı Hakk’ın yavrularımızı, o mümâde olması nasip eylesin. Diğer anne-babalara da hayırlı miras bırakmayı nasip eylesin. En hayırlı miras, Rasûlullah Efendimiz’in bıraktığı miras.
Ömer bin Abdüla soruyorlar. Sen diyorlar, varlık sahibiydin, şöyleydin, böyleydin diyorlar. Fakat şimdi bir şey kalmadı, evlâtlarla ne bırakıyorsun diyorlar. Evlâtlar benim yolumdaysa, onun himayeleri Cenâb-ı Hakk’a aittir. Takvâ sahibi olarsa. Eğer yok, sefil olurlarsa, ona da Cenâb-ı Hak, Allah korusun sefillere karşı bir yardıma olmaz.
Velhâsıl anne-babanın, bilhassa bu zamanda, modern bir câhiliye döndüğümüz zamanda, en mühim anne-babaların mirası, evlâtlarını Allah yolunda yetiştirmektir. O niyetli olacak ki Cenâb-ı Hak da muhafaza eder o evlâtları. Aksi âdet, televizyonun, internetin veyahut da yanlış yerlerin evlâdı olurlar.
Sonra anne-babaların hem dünyada feryatları hem de âhirette feryatları bir fayda vermez. Allah inşâallah evlâtlarımızı sâlih ve sâlâ eylesin. Anne-babalara sadıkayı câriye eylesin inşâallah. Efendim bugünkü sohbetimiz, iki bayram var. Bir Ramazan bayrama, bir de Kurban bayrama. Bu bayramlar mâhiyetinde, niye Cenâb-ı Hak bayram veriyor?
Bu bayramlar nasıl hayatın her safhasına teşmil edilecek? Nasıl bir son nefes bayrama? Cenâb-ı Hak, وَلَا تَلْمُتُمْ لِلَّا وَاَنْ تُوْمُمْ مُسْلِمَنَا Ancak Müslümanlar olarak can verin buyuruyor. Sakın ha başka türlü ölmeyin diyor. Ve takvâya da şart koyuyor. Îmân, Allâh’ın azamet-i lâyzı, takvâ sahibi olun. Ancak Müslüman olarak ölün buyuruyor Cenâb-ı Hak. Cenâb-ı Hak iki tane bayram veriyor. Bu bayram, bir tâtil değildir.
Demek ki bu Ramazân-ı Şerîf bayrama, bir takvâ, riyâzat, cömertlik, fedakârlık geçen bir Ramazân-ı Şerîf’in bir mükâfâtı, bir kadir gelisi ihsan ediyor. Bu da Rasûlullah Efendimiz’in büyük bir nîmeti bize. Onun nîmeti sayesinde biz kadir gelisiyle perverdeyiz. Onun vesîlesiyle biz Kur’ân-ı Kerîmli’ye bir perverdeyiz. Burada tabi Rasûlullah Efendimiz’i, bu Ramazân bayramı daha çok yakından idrâk etme ve bir gölgeniz gövdeye sadakledi gibi Rasûlullah Efendimiz’in izinde bir hayat tanzim etmemiz. Yani her an bir muhasebe içecek, ashâb-ı kirâm gibi, Allah Rasûlü benim bu hâlimden memnun mu? Evime gelse memnun mu evimden? Evlâtlarımı yetiştirmekten memnun mu?
Tecâret hâleme gelse memnun mu? İçtimâî münâsebetinden Allah Rasûlü memnun mu? Diyeni temsil etmekten, isşat bekleyenleri isşat etmekten, bu vazifeden Rasûlullah’a memnun olur mu? Bir mü’min daima bu idrak içinde olacak. Kurban bayramı ise, burada da düşünceğimiz, İbrahim aleyhisselâm, malıyla Allah dostu oldu.
Zikir o kadar bir rûhânî durumdaydı ki, kendisine Cebrâl geldiği zaman, sen Rabb’imi zikret vereyim dedi, al senin olsun dedi. Yani Cenâb-ı Hak’la beraber olma lezzeti, bütün lezzetlerin üzerine çıktı. Canıyla imtihan gördü. Nemrut’a karşı büyük bir cesaret gösterdi. İman celâdini gösterdi.
Bir imandan bir tâviz vermedi. Çaresiz Nemrut ateşe atalım dedi. Dağ gibi ateş yaptı. İbrahim aleyhisselâm hiç bir tesir olmadı. Gelen meleklere de, yardımı meleklere de, ateşi yandıran söndürür dedi. Siz rahat olun dedi. Ben râzıyım dedi. Eğer yanarsanız bu benim cezamdır dedi, benim günahlarımdır dedi. Kurtuğu zaman cezâmeti yandırır dedi.
Ve ateş, en nâr, İbrahim’e selâm ve selâmet ol.” buyuruldu. Ateş, İbrahim’i yakmadı. Burada Mevlânâ’nın bir nüktesi var. Diyor ki Mevlânâ, ateş diyor, İbrahim’leri tanır diyor. Bak diyor, sende diyor, İbrahimlik varsa diyor, ateş seni tanır, ateş seni yakmaz diyor. Fakat sende diyor, İbrahimlik var mı, yok mu? Kendini kontrol et.
Yani İbrahim gibi fedakârlık var mı, yok mu sende diyor. Üçüncü, hocamızın okuduğu âyet-i safhâ suresinde, burada Cenâb-ı Hak bir kurban bildiriyor. Esas kurbanın mâyeti de bu. Niye kurban kesiyoruz? Kurbanın mâyeti de bu. Burada Cenâb-ı Hak, nasıl bir Hacer Vâdemiz, İbrahim’e demiz, nasıl bir terbiye etti İsmailen ashâbın, nasıl İbrahim’e selâmın gönlü bir rûhâniyet de doldu. Babası gibi şeytana mukâhmet gösterdi, şeytanı taşladı. Enne, Allah’ın emri geldiği zaman da orada Allah rızası için, babasına da hatta İbrahim’in terkinde bulundu.
Babacığım dedi, gözüm bağlı ve bana bakma dedi. Merhametin dolayı tereddüt edersin dedi. Seninle inşâallah biz âhirette buluşacağız dedi. Cenâb-ı Hak buyuruyor, okunan âyet-i kerîmede. Babasıyla beraber örüp geçecek çağa gelince, yani demek ki dokuz, on yaşlarına gelince,
İbrahim aleyhisselâm, yavrucuğum diyor, rüyada seni kurban ettiğimi görüyorum. Bir düşün ne dersin dedi. Çünkü daha evvel İbrahim ağabey söz verdi. Yâ Rabbi! Bir oğlum olursa sana onu kurban edeceğim dedi. Yani senin muhabbetin, sevgin, evlâdın sevgini çok üzerinde demek istedi. Bir düşün oğlum dedi, ne dersin dedi.
İsmailen cevap veren, babacığım emrolunun şeyi yap, inşâallah beni sabredenlerden bulursun dedi. Her iki teslim olup, bu kurban mevkiinde bugün Hüccacı, alnı üzerine yatırınca Cenâb-ı Hak, «–Ey İbrahim dedi, rüyanı gerçekleştirdin dedi. Biz dedi, sâlihleri böyle mükâfaatlandırırız dedi.
Bu gerçekten çok açık ve çok zor bir imtihandır. Yani evlâdının kendi parçasını kurban edecek. Biz oğluna bedel olarak bir kurban indirdik diyor, bir kurban verdik. Geride kalanlar için de İbrahim’e iyi bir nam bıraktık.» Teyyattan sonra İbrahim aleyhisselâm’ı zikrediyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’i okuduğumuz zaman Hatemî’nin adı, İbrahim’in adı, İbrahim’in adı, İbrahim’in adı, İbrahim’in adı, Kur’ân-ı Kerîm’i okuduğumuz zaman Hatemî’lerde İbrahim aleyhisselâm sık sık mevzûk geçiyor. Cenâb-ı Hak, «–İbrahim’e selâm dedik.» buyuruyor. Yani büyük bir İbrahim aleyhisselâm’ı tebrik ediyor. Neyini tebrik ediyor? Sadâkadını tebrik ediyor, fedakârını tebrik ediyor, muhabbetini tebrik ediyor. «–Biz sâlihleri, iyileri böyle mükâfaatlandırırız.» buyuruyor. Çünkü o bizim mü’min kullarımızdandır. Demek ki burada mü’min kul olabilmek.
Zaten Cenâb-ı Hak diyor ki, «–Kat-eflâvü l-mümînîn»’in mü’mine felâf buldu.» O felâf bulma şartları da devam ediyor. Velhâsıl Kurban Bayramı, böyle bir fedakârlık bayramıdır. Takvâ bayramı, Ramazan bayramı, Kurban Bayramı, Fedakârlık bayramı. Demek ki ömürde takvâla fedakârlık, zaten takvâ, fedakârlık onun bir parçasıdır, ikili birleşecek.
Böyle Cenâb-ı Hakk’a bir kulluk olacak. O kulluk, لَغَغَفُونَ عَلَيْهُمْ وَلَحُمْ يَحْزَنُونَ O zor günler, zor şartlar, son nefes, kabir, بَعْدِبَاتِ الْمَوْتِ اَخْرَةٍ Orada o kul, korkmayacak, üzülmeyecek. Cenâb-ı Hak da dost olduğu için, Cenâb-ı Hak o dostlarını koruyacak orada. Demek ki İbrahim ile Selâm malıyla dost oldu. Demek ki biz malımızda, fedakârımızda ne kadar?
Canımız da dost oldu. Canımız ne kadar kıymetli, Allah yolunda ne kadar sarf ediyoruz? Mesela ashâb-ı kirâm, takvâ ile hallendikten sonra, müzeyyen hâle gelince, bu, canın bedelini vermeye çalıştı. Semerkant’a gitti, Çin’e gitti, Keyrâvan’a girdi, Afrika’ya girdi, insan olan her yere sefer etti.
Hatta Medîne, Mekke-i Mükerreme’de 20.000 metfun sahibi var yok. Yüz küsur birinin bütün dünya her gittiği yer onun kabri oldu. Kıyamette de oradan kalkacaklar. Velhâsıl demek ki fânih hayatı, bu bayramı tâlim ettiği takvâ ve fedakârlık ufkunda yaşamaya gayret etmemiz tavsiye ediliyor.
Allah yolunda fedakârlığı bulabildiğimiz kadar sevinelim. Malımızı verdikçe sevinelim. Ne mutlu! Bunun bedeli, âhirette karşımızda çıkacak. Canımızın bedeli, o da âhirette karşımızda çıkacak. Evlâdımızı Allah yolunda yetiştirir miyiz? Dîni tedirsat mı evvel, fânî tedirsat mı evvel, tercih ne kadar?
Allah’ı ne kadar seviyoruz? Rasûlullah’ı ne kadar seviyoruz? Kur’ânı ne kadar seviyoruz? Hangi tahsilâtı ön planda tutuyoruz? En büyük problem bu. İlâki tâhsil, tâhsil-i fâ. Tâhsil nedir? Cenâb-ı Hak onu terbiye etti. En büyük tâhsili verdi. Onu bütün kâinate mûallim olarak gönderdi. Velhâsıl her nîmetinin şükrü, kendisi, her şeyin şükrü. Kurban bayramında evvela hikmet ve ibretleri kalben tekstif olmak lâzım. Onun için Mevlânâ Hazretleri diyor ki, diyor, keçilin diyor, gölgesini kurban etme diyor. Onu diyor, zâhine takılma diyor. Onun şuuruna in diyor. Kurban hakîkatine er de, onu bir et bayramına takılma diyor.
Kurban kesmekten asıl maksat, Allâh’a teslîmiyet ve takvâ ve kulluktur. O şuura erebilmek. İşte bu şuurda olduğu zaman, İbrahim aleyhisselâm, Ebu’l-Enbiyâ oldu, peygamberler babası oldu. İki oldu da peygamber oldu. İsmail aleyhisselâm, o göğsü fedakârlıkla, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm,
İsmail aleyhisselâm, o göğsü fedakârlıkla babasıyla beraber Kâbe’yi inşa etti. Onun sülbünden Rasûlullah Efendimiz geldi. En büyük şeref. Velhâsıl İbrahimlerden, İsmailerden bir hisse alabilmek. Yani bu Kurban Bayramı’nın esas bize idrâki, şuuru bu olmalıdır.
Kalp âlemi çok mühim. Kalbin Cenâb-ı Hak’la beraber olması. Yine Mevlânâ Hazretleri diyor ki, hadce gidenler diyor, orada diyor, Kâbe’nin Rabbi’yle buluşsunlar diyor. Eğer Kâbe’nin Rabbi’yle buluşurlarsa, her yerde Kâbe’yi bulurlar diyor. Velhâsıl takvâ ve fedakârlık, kalbin sanatlıdır. Bütün ibadetler, kulluklar, muâmelât, muâşeret ancak takvâ ile kabûle lâyık hâle gelir. Hâbil ile Kâbil, kısasında. İki kardeş, Allâh’ı Teâlâ birer kurban takdim ettiler. Takvâlığı samimi olan Hâbil’in cömert ve değerli kurbanı Cenâb-ı Hak kabul etti. Çünkü en gürbüzünü çekti, en fedakârlık olarak hangi kurban keseceğini iyi tayin etti. Samîsiz ve takvâsız, Kâbe’nin indiği değersiz mallarına sunduğu kurban reddedildi. Dedi ki, burada fedakârlık, kalplerde zirveleşmesi lâzım. Ufak bir fedakârlık, gözümüzde büyümemesi lâzım. Yine âyette buyruluyor, mâhid-i sezân, Allah ancak takvâ sahipleri kabul eder. Yani siyret ve sûret bir âhenk teşkil edecek. Fidâî Hazretleri buyuruyor ki, her kim yüce yâri bulmak isterse, varının yolunu, onun yolunu cömertçe bezdetmiş, cömertçe harcamalıdır. Kurban, esas mânâde demek olan Hakk’a yakınlığı ermek isteyen, Hazret-i İsmail gibi canını Allah yolunda adayacak. İşte sahâbî Çin’e gitti, Semerkant’ın insanları her yere gitti. Allah’ın verdiği en büyük nîmet, îman nîmeti.
En büyük nîmet, Allah Rasûlü’ne ümmet olmanın nîmeti. Bunun bedelini ödeyebilmek, Cenâb-ı Hak Sûresi’ne yöme izin, anînâim verdiği nîmetlerden soracaksınız. Bu îmanın bedeli olmak üzere, ashâb-ı kirâm dünyanın dört tarafına gitti. Krallara Rasûlullah’ın mektubunu götürdü. Cellâtların, kelle uçuran cellâtlarını hiç ürpermeden Rasûlullah Efendimiz’in mektubunu okudu.
Cenâb-ı Hak kendisine gurbet, yani yakınlık ve dostluk iklimine nâil olabilmesi için, biz kullarından kurbanlar istiyor. Yani canımız da, manımız da, bütün imkânlarımız da rızâsı yolunda fedakârda bulunmamızı istiyor. Cenâb-ı Hak, لَاَنْ تَرَامَ بِاللَّا تَعْطِيُونَ مُنْ مَنْ تُبْبُّونَ Sevdiklerinizden vermedikçe birre vâsıl olamazsınız. Bu âyet indiği zaman ashâb-ı kirâm büyük bir faaliyete girdi.
Malı, canı, ne varsa Allah’ın fedakârına girdi. Hiçbir malı yoksa dağlar içinde odun kesilir. Malı varsa, hem malıyla hem canıyla. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, Tevbe-i Hüsnü’nün 111. âyetinde, Allah mü’minler canlarını ve mallarını kendine verecek cennet karşısında satın almıştır. Dünya bir çarşı. Ticârî, dünyevî çarşılar var. Esas çarşısı, bir âhiret çarşısı var.
Burada mü’minler, canlarını ve mallarını kendilerine verecek cennet karşısında satın almıştır. Daima bir muhasebe hâlinde olacağız. Rasûlullah Efendimiz, hayat boyunda nefsânî meşru arzularını, meşru isteklerini bir tarafa bıraktı. Allah’a kul olmanın sevdasıyla yaşadı. Aman ben şu ağacın altında bir gün dinleneyim demedi. Daima irşad bekleyerek irşad etmese, bir gün bir gün bir gün dinleneyim demedi.
Daima irşad bekleyerek irşad etmek, O’nun îmâna davet etmek, Efendimiz’in en büyük lezzeti buydu. Hattâ vefat ederken dair malı üç beş tane dinar kalmıştı. Aman diyor, bunu ben vefat etmeden dağıtın, ilâhî huzura tertemiz gidin buyurdu. Tabi bundan şunu anlamak lâzım. Bir mü’min çalışacak, gayret edecek, helâlden kazanacak, Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a Allah’a
Allah’a
Yani demek ki bir düşünceyiz. Biz de Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’dan, Hazret-i İsmail aleyhisselâm’dan ve Hacer Vâlidemiz’den. Hacer Vâlidemiz’den nasıl bir teslimiyetti? Mekke’de İbrahim’i bıraktığı zaman ve yalnız olarak bıraktığı zaman Allah’tan emir öyleydi. Bu Allah’tan mı dedi Hacer Vâlidemiz? Evet dedi. O zaman Rabbim bizi zayi etmez buyurdu. Tabi Cenâb-ı Hak bizden böyle bir teslimiyet istiyor.
Yine Cenâb-ı Hakk’ın sâlih mü’minlerin hâlini bildirirken, Enfâl Sûresi’nde, Allah’ı anıldığı zaman kalpleri titrer. Nasıl bir, dünya bir hâdise karşısında bir kalpim titriyorsa, mâneviyet yolunda kalplerimiz ne kadar büyük titriyecek? Allah’ın âyetleri okunduğu zaman imanları artar, Allah’tan râzı olurlar. Allah da onlardan râzı olur.
Bu vicd, bu istirak ile namazdan ikame ederler. Allah’ın verdiği nîmetlerden Allah’ın da infak ederler. Cenâb-ı Hak Cennet’i ikramını vâd etmiş oluyor. Demek ki bu, ta ölüm yakın gelene kadar, son nefese kadar bu cihanda bir imtihanın içindeyiz. Allah cümlemizin yardımcısı olsaydı inşâallah. Kurban bayramını, Hakk’a yakınlığı müstesna bir fırsatı alabilerek,
salih ameline ihya etme gereken toplumdaki gâfirlerin rüzgârlarına kapılarak, nefsânî rahatlık ve eğlencelere hasret edilmiş bir tatil fırsatı olarak görme gafletini, Allah bizleri muhafaza buyursun. Ne Ramazan bayramı, ne Kurban bayramı bir tatil değildir. İstimâî hizmetler, fedakârlıklar ve bir kardeşliği yaşama, Cenâb-ı Hakk’a bir kul olman, Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e daima onu bir tefekkür etme,
gölgenin gövdeye sadâkati hâlinde olabilmedir. Velhâsıl hakîkî bayram, dünyadaki takvâ ve fedakârlık imtihanına yüz akı ile çıkabilmek, Cenâb-ı Hakk’ın huzûna kalb-i selîm ile müsterih bir vicdanla varabilmektir. Yalnız insan doğduğu zaman tertemiz doğuyor, hatta mis gibi kokar.
Demek ki son nefeste Cenâb-ı Hakk’a ibadetlere, tâatlerle, muâmelâtla, muâşerretle kalbin rafine olmaya tertemiz hâle gelmesi, kalb-i selîme ilâhî huzûra çıkabilmek. Tabi bu, hac yapılacak. Hac bir farzlar indir. Hacdan bir tâviz verilemez. Fakat bazı ameller var ki, o da nâfile hac kadar mühimdir. Tabi’nden âlim, fazıl, muhaddis, sufi, Abdülhamid-ül Mubârek Hazretleri var. Mekke’de, hâlemde, yakıza hâlindeyken, yani uyku-u uyanıklık arasındayken, semadan iki melek gelir. Biri diğerine der ki, bu sene altı yüz kişi hac etti. Hepsinin hac’ı Şam’da, alîm-i muvaffak isminde bir ayakkabı tahammül için yaptığı sâlih amel hürmetine makbul oldu.
Bu kişi hacya gitmeye niyet etti, lâkin gidemedi. Onun yaptığı bu amel hürmetine bu kadar Hüccâc’ın hacca kabul edildi der. Abdülhamid-ül Mubârek Hazretleri, yakaza arasında bu hâlden uyarınca merak etti ve hayret etti. Hem hacca yapmıyor, hem onun bereketiyle Hüccâc’ın haccı da kabul ediyor diyor. Şam’a gidip bir kervan buluyor. Kervan da Şam’a gidiyor.
Ali bin Muvaffak’ın evine soruyor, bir baraka. Ona diyor ki, zaten o gördüğü zaman Abdülhamid-ül Mubârek şaşırıyor. Böyle mübârek bir Allah dostu kapısına gelmesi. Abdülhamid-ül Mubârek soruyor, sen diyor, ne amel ettin diyor, bana onu söylesene diyor. O da diyor ki, ben diyor, hacca hazırlık yaptım. Ben bir ayakkabı tahammülcisiyim diyor. Üç yüz dinar biriktirdim diyor. Hanım tek simet yaptı diyor. Yol hazırlıkları yaptım diyor. Tam diyor, hacca gideceğim diyor, yola çıkacağım diyor. Komşudan bir et kokusu geldi. Hanım dedi ki, bak efendim ben hamileyim. Şu et kokusundan bana bir parça al, bir parça getir dedi. Ben de komşuma gittim. Komşu dedi, hanımım hamile, ufacık bir et parçası bana verebilir misin dedim. O da vereyim ama dedi, bu size haramdır, bize helâldir. Niye dedi? Çünkü ben dedi, şu kadar gündür evlâtlarımın aç, bunlara bir gıda aradım, ölmüş bir hayvan eti buldum, onu kaynatıyorum. Bir helâl et gelinceye kadar bekletiyorum. Helâl et gelirse bunu dökeceğim, helâl eti yiyeceğim. Ben dedim, yâ Rabbi dedim, bu kul senin kulun. Onun evlâtları da senin kulların. Ben biliyorsun yâ Rabbi, otuz sene hacca niyet ettim. Bak bir türlü kısmetlerden bir şey yapıyorum.
Niyet ettim. Bak bir türlü kısmet olmadı. Sen haccımı kabul et dedim, o hâleye verdim. Demek ki burada da bu kısada şunu görüyoruz ki, muhakkak bunun hakikatleri var, kısı olarak geliyor. Demek ki buradan fedakarlık bir gönül al ki hacca ekber olsun buyuruyor. Tabi bundan yanlış anlaşılmasın, hac muhakkak yapılacak. Hac yapılmadan olmaz. Hac, iştimâî bir kardeşlik, esasında mânevî bir kongre. Hem oradan hacdan insan çok ders alacak. Kefen ithîmeniyle ders alacak. Bir takım câiz olan şeyler kalkıyor. Avlama yok, avcıya av gösterme yok, ot koparma yok, vs. vs. Diğer taraftan şeytan taşlama var, hep bir ibret. Hayatta şeytan mı bizi taşlıyor, biz mi şeytanı taşlıyoruz?
Evlâdımız da tahsil, tahsil derken, biz mi şeytanı taşlıyoruz? Şeytan bizi taşlıyor. Aman kazanalım da sonra tövbe ederiz vs. Şeytan bizi taşlıyor, biz mi şeytanı taşlıyoruz? İşte Yusuf Sûresi’nde Yusuf Hazretleri kardeşleri ne dediler? Tam bir gaflet numarası. Biz de Yusuf’u ortadan kaldırırız dediler. Sonra tövbe ederiz, kendimizi kurtarırız dediler.
Ne bu işte şeytanın taşlamasıdır. Velhâsıl kurbanın en büyük fazîleti, fedakârlıktır. Bir misal, sayısız binlerce misalden, bir kurban kesildi. Ayşe de bunları dağıt buyurdu Efendimiz. Ayşe ne yaptığını dedi akşamleyin. Ya Rabbi! Bir kürek kemiği bize kaldı, hepsini dağıttım. Çok iyi yaptın Ayşe dedi. Demek ki bütün dağıtlıkların bize kaldı dedi. Mûsâ –aleyhisselâm- «–Yâ Rabbi! Seni ben nerede arayayım, nerede bulurum?» diye sorduğu zaman, Mûsâ dedi, «–Sen beni yalnızların, kalplerin arıkalıkların yanında bulursun.» buyurdu. Demek ki bayramlarda böyle bir iştimâîlik üç günü, bir tatil günü, aslâ diye. Tek başımda bir bayram namazı kılamayız, iştimâîleşme. Kendi kendimize bayramı tebrik edemeyiz. Çünkü bayramı tebrik etmek, bir fedakârın tebriğidir.
Ramazan bize bir takvânın Cenâb-ı Hakk’ın verdiği o büyük mükâfatın tebriğidir. Tabi burada en mühim benim bahsetmek isteğim bir virüs geçirdik. Tabi bu virüste biraz seherler ihmal edildi herhâlde. Bu seherler çok mühim. Bu, rûhen dolu olabilmek. Nasıl beden gıda ile doluyor, bedenin gıdaya ihtiyaçları var. Bunun gibi rûhî inkişaf içinde mânevî bir şey oluyor.
Bunun gibi rûhî inkişaf içinde mânevî gıdalar ihtiyaç var. Bu seherler, mânevî gıdalar alındığı bir zaman olmuş oluyor. Bu seherlerde uyanık olabilmek. Bütün peygamberler uyanıktır. Sâlih kullar uyanıktır. Velî kullar uyanıktır. Horoz uyanıktır. Horoz bir çalar saat gibi seherin geldiğine haber verir. Atmosferden oksijen daha fazla gelir. Velhâsıl demek ki bu seherleri de ihman etmemek lâzım.
Velhâsıl o seherin geldiği rûhâniyetle gündüzün nefsânî arzulara mukâhmet gösterebilmek. Cenâb-ı Hak sabah akşam Rabbini zikret, O’nu hiçbir zaman unutma, buyuruyor. Genin bir kısmında O’nu secde et, buyuruyor. Genin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et, buyuruyor. Efendimiz bu uzun seferlerde bile teheccüd namazını Efendimiz devam ediyor.
Seherlerde istiğfar var. Cenâb-ı Hak vel-Müstâfirine bir eshar buyuruyor. Cenâb-ı Hak kapıları açıyor. Yaptığın hataları düşüneceksin, gafletini düşüneceksin. Aman yâ Rabbi diyeceksin. Bu son nefeslerden sonra faydası yok düşünmenin. Bitti zaten. Onun için istiğfar çok mühim. Seherlerde istiğfar var, seherlerde zikir var. Kur’ân-ı Kerîm okuma var, duâ var, bir ölümü hatırlama var. Nasıl bedenin birtakım merkezleri var, kalpte, mideydi, safra kesseydi vs. yediğimiz lokmalar oralardan geçiyor. Bir de letaif denilen bir zikir merkezleri var. Bundan canlanması lâzım.
Canlanırken zikir yerine oturacak. Zikir nedir? Zikir, her gördüğün şeyleri Cenâb-ı Hakk’a hatırlayacaksın. Ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? Onlar ayaktayken, otururken yanları üzerinden Allâh’a zikrederler. Fakat göklerin ve yerin yanında derinlerinden derin tefekkür ederler. Demek ki her gözünün gördüğü yerden Rabbini hatırlayacaksın. Yâ Rabbi! Sen bunu boşuna yaratmadın. Subhansın derler. Bir cehennem adamından koru derler.
Demek ki kalp bu durumda olacak. Yani bir çiçeğe bakacak, şu çiçeklere bakacak, aman yâ Rabbi! Bir buket getirene teşekkür ediyoruz. Cenâb-ı Hak bütün bu çiçek bahçelerini bizim için verdi. Bu çiçeği getirene hatırlıyoruz, teşekkür ediyoruz. Fakat bu çiçeği halk edene kadar hatırlayacağız. Velhâsıl bu seherler, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmanın büyük bir zamanı olmuş oluyor. Yangınlar oluyor. Yangın kendi kendine mi yanıyor? Evet, birtakım fizik hâdise var ama yangının sahibini düşünmüyor. Bir tarafta sel geliyor, bir tarafta kuraklık oluyor, düşünmüyor. Bugün bir enflasyon geldi. Enflasyon tebessümle mi geldi? Demek ki ne kadar Cenâb-ı Hakk’a istiğfar edeceğiz ki, bu yapılan hatalarımızdan dolayı gelen îkazların farkında olacağız. Seher vakitleri, böyle tefekkürün derinleştiği bir vakit. Velhâsıl bu tefekkür-met var. Efendimiz buyuruyor, Bütün lezzetleri kökünden yok eden ölümü çok çok anı buyuruyor. Velhâsıl bu seher, büyük bir nîmet. Yarın bir yolculuğumuz olsa, gece ikide çıkacak olsa, biz bir saat evvelden kalkarız. Fakat her kaçırılan bir seher, büyük bir nîmete zayi etmektir. Tabi, maalesef hastalık olur, vs. olur, birtakım şeyler olur, o zaman mazhar. Ondan sohbetler. Sohbetler çok mühim. Sohbetler de kısmen ihmal edildi. Cenâb-ı Hak, sen öğüt ver, bazı nasihatlar var. Çünkü nasihat, hatırlamak mü’mine fayda verir buyuruyor. Sahâbî sohbet, sahâbî sohbet aynı kökten geliyor. Rasûlullah Efendimiz’in sohbetinde bulunmakla sahâbî sahâbî oldu.
Demek ki sohbetler, bir sünnet-i müekyet oluyor. Efendimiz, kimsenin de kağıt-kalem yani diyerek kalem vermedi, bunları yazın demedi. Kalpten kalbe bir akım oldu. Onun için sohbetler, dört duvar arasında bir beraberlik değil. Rûhânî bir enerjiyi paylaşabilmek. Velhâsıl bu sohbetleri de ihmal etmemek lâzım. Esrâb-ı Kerâm buyuruyor ki, sanki diyor, başımızda bir kuş var, kıpırdasak uçacak sende. Bu nasıl oluyor? Rasûlullah Efendimiz’in gelen feyizler. Demek ki ne kadar bu sohbetlere feyz ve rûhânî hattete girersek, o kadar bir tesir altında kalırız. İnşâallah. Diğer bakımdan biz daima hayatın akışında tefekkür etmemiz lâzım. Vazifemiz nedir? Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, işte böyle sizi vasat, mûtedil bir ümmet olarak yarattık.
Bütün insanlara şahit olun. Rasûl de sizin üzerine şahit olsun. Bu şahitliğe ifade etmelisiniz için, her mü’min kendi durumuna göre bir vazifesi var. Zira insanların istidat ve imkânları aynı değil. Kimi zengin, kimi fakir, kimi aslı, kimi güçlü, kimi genç, kimi yaşlı, kimi anne, kimi baba.
Yani mes’ûliyetimizin hudutları da Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmet ve imkânlar karşılığında. Cenâb-ı Hak, مَا لَا تَعْقَدَ اَلَنَا بِهِ تَعْقَدْ فَازَدَ استefakat, takat istiyor Cenâb-ı Hak. Zengin bir mü’minin vazifesi nedir? Sahibi olduğu serveti, Allah’ın bir emaneti ve imtihanı olarak görmek. Zira Allah’a aittir. Kul sadece bir veznedar, bir tazafsızdır. Lâkin bu taraftan mes’ûldür. Riyâzat hâlinde yaşayacak, ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infak edecek. Yani hayat, riyâzat hâlinde, ashâb-ı kirâm riyâzat hâlinde yaşıyordu. Âyetle Rasûlüm, hayır-hasenat hususunda sana ne harcayacağını sorarlar. وَاَلْكُلُ عَفْ فَازَصَنَا وَرْبُ بُعِرِهِ ِلْيَهِ ِلْيَهِ İslâf ve pindirikten uzak durmak. İslâf, aşırı derece kendini harcamak.
Cimrik ise haddinden fazla kendini biriktirmektir. İkisi de bencillik ve hudgamlıktır. Zaten bu şekilde, bu kulluğu reddediyor. Âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor, El boyuna bağlanmış ki cimri olma, elini büsbüs açık, israfa da kaçma. Bu da çok mühim. Bunu da Allah’ın verdiği nîmetlerden hesaba çekileceğiz. Tabi bilhassa bugün dînin zayıfladığı zamanımızdır.
Bugün Allah önümüzü açtı. Kur’ân kurslarımıza, imam etipleri, dînin müesseselere bir revaç verme mecburiyetindeyiz. Bunlardan da mes’ûlüz. Kendimizden seviyor olarak, maddi olarak aşağılık kardeşlerimizin ihtiyacını görmek, mânevî olarak aşağılık kardeşlerimizle onlara da mânevî olarak fevz ve rûhâniyeti için gayret edilmemiz.
Benim vermemden Allah memnun mu? Minci, verirken sevinebiliyor musunuz? Yâ Rabbi ne olur senin yolunu ben hîb-i ediyorum diye, bunu gizli olarak, fazla ifşa etmeden sevinebiliyor muyuz bunu? Evliyâvvâ hep verirken sevinirlerdi. Sevinerek verirlerdi. Çünkü Cenâb-ı Hak’ın en uzun sadakat, ben alırım buyuruyor. İhyâda bir şey var, bir hadîs rivâyet ediyor. Veren, Allah’ın eline verir, mecazî olarak. Allah’ın velinden verilen yere geçer. Sadece şunu da düşünce, kendimizin imtihanı, para daima geldiği yere akar. Yani bir kişinin malını, hayırını, sarf ediyorsa o malın helâlliğini gösterir.
İrade paradıdır, şahıs da irade yoktur. Eğer kadans helâse o helâle akar, ortaysa ortayla gider, bulanıksa o şerre gider. Rasûlullah Efendimiz daima ganimetler geldi, doldu. Fakat Efendimiz yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verdi. Bu sebeple dünyevî arzuları bir tarafa bıraktı. Efendimiz’e daima insanları, insanları, insanları, insanları,
bir tebessüm hâlindeydi. Mahzun gömülünü sevindirmekle. Bir şey daha hidâat-ı erdivenin sevinciyle yaşardı. Aşkları doyurmanın lezzetini doyardı. Ayşe Vâlidemiz doyurdu. Gelirse dağıtırdı diyor. Aynı Esâb-ı Kirâm da öyle. Yarmuk Harbi’nde üç şeylerin ortasında kaldığı bir bakraç su.
Fakir bir mü’minin vazifesi nedir? Sabır, hâde, rızâ, kendi imkânları kulluk ve gayretlere devam ettirmek. Gerçek saâdet, hayatın meccazelerine olduğu gibi kabullenmek, iniş-çıkışlarına olduğu gibi kabullenmek, meşakkatlerine tahammül etmek, eskâline rızâ yani. Her şeyin güzel hatalarını görüp âlem-i Rabbine teslim olman mümkündür. Dokman-i Hekim diyor, yavrucuğum diyor, gönlünü kederlerle, üzüntüyle meşgul etme. Diğer tarafından aç gözlükleri de sakın. Allah’tan sana verilene kanaat et. Hayatın güzelliği için gönlünün sururla dolsun, hayattan zevk alasın. Bu tabi bu, hanımlar âyet bir mesele. İbrahim aleyhisselâm, İsmail aleyhisselâm ziyarete gitti. Ziyarete gittiği zaman İsmail aleyhisselâm yoktu. Hanımlara dedi ki, neyle meşgulsün kızım dedi, beyin nerede dedi, çalışmaya gitti dedi.
Sen nasılsın dedi, şikâyette bulun devamla. Şöyle zorluk dedi, böyle zorluk değil filân dedi. Efendim gelme söyle, evinin eşini değiştirsin dedi. İsmail aleyhisselâm geldi, güzel bir babasının kokusunu gördü İbrahim aleyhisselâm’ın. Kim geldi dedi hanımına? İhtiyarın biri geldi dedi. Ne dedi dedi, böyle böyle dedi. Ben de hâlimizi anlattım dedi, şikayemi söyledim dedi. Ne dedi dedi, eşini, eşini, eşini, eşini,
eşini değiştirsin dedi. Bak dedi, babam dedi, seni bir şükür hâlinde değil, bir isyan hâlinde gördü. Senden ayrılmamı istedi. Bir müddet sonra tekrar ziyarete gitti. Yeni hanıma, kızım nasılsın dedi. Elhamdülillah, çok şükür, kanaat içindeyiz. Huzurlu bir ömrümüz var. Allah’a kullukla geçiriyoruz. Kızım dedi, efendinin yanına söyle, eşini sağlam tutsun dedi.
İsmail ile birlikte, babasının güzel kokusunu gördü. Kim geldi dedi, güzel bir, yaşlı bir dede geldi dedi. Çok güzel dedi, nurlu bir dede geldi dedi. Ne dedi dedi? Ben anlattım hanım, şükrümüzü anlattım. Çok memnun oldum, eşini sağlam tutsun dedi. Bellâhısıl, Cenâb-ı Hak İnsan Sûresi’nde, İster şükredici ol, ister nankör ol.” buyuruyor. Yani mahrumiyetleri, hata ve isyanlara mazeret kılmamak. Cenâb-ı Hak buyuruyor, hoşlanmadığının bir şey sizin için hayır olabilir, sevdiğin bir şey hakkında şer olabilir. Kavrun baştan fakirdi, fakat sâlih kimseydi. Sonra bir zengin oldu, zenginliğe tamah etti.
Hattâ kavmi dedi ki, böbürlenme dedi. Allah dedi, gururlan, böbürlen sevmez dedi. O böbürle devam etti. En son servisleriyle beraber, yeri gibine girdi. Bellâhısıl Cenâb-ı Hak hep peygamberlerin yaşayınca, ayrı ayrı misaller çok, hasta bir mü’minin vazifesi nedir? Nasıl bunu kendini bir Cenâb-ı Hak’tan tahammül dileyecek, sabır dileyecek ve tahammül edecek, büyük mükâfat kazanacak. Günahların bir kefâret olacak. Mahrum olduğu her nevî mes’ûliyeti hesabını kurtuluş için sevmelidir, buyruluyor. Eğer sabredilse, nâzımca ecirleri tefek ve huzuru bulmadır, buyruluyor. Muhtelif hastalıklar, imtihanlar, peygamberler kendisine örnek almamdır, buyruluyor. Güçlü, kuvvetli bir mü’min vazifesi nedir? Cenâb-ı Hak bütün kullarına, sana verdiğim güçlü kuvveti nerede kullandığını diye soracak. Beş şeye gelmeden beş şeye ganimet bil, onlardan bir de bu verdiğin gücü nerede kullandın? İlbel-Ensar’a çeksen küsur yaz, İstanbul’un sefere geliyor. Genç mü’minin vazifesi nedir? Erden gitmeden önce şu iki şeyin diğerini takdir etmese olsun, birisi sağlık, diğeri gençliktir. Onun için gençlik çok büyük bir nîmettir. Bir sefere mahsudur. Her nevsim gelir geçer fakat gençlik bir mevsimdir.
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِثُ سُّ فِي الْحَقَّ فَلَا يَعْقِلُونَ Mümîn heyecanine daim Allah yolunu kullanacak. Mevlânâ’nın ne mutlu o kişi? Gençlik gününe ganimet bilir, kulluk borcunu öder, buyuruyor. Ve sahâbî o gençlik devrinde dünyanın dört tarafını sefer etti. Efendimiz’in hep yanında gençler vardı. Yani gençlik, mevsimini değerlendirme hususunda idraklerini, boş hevesleri ziyan etmeme.
Gün görmüş aile büyükleri, takvâ sahibi, hocalar tarafından daima hayra gönderilecek, gönülleri aç da gençlerin boş bırakılmayacak. Tabi bu en mühim anne-babanın vazifesi. İslâm, kadın ve erkeğin vazifesini ayırdı. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürüsün en mes’ûlsünüz. Erkek, ailesinin çobanının sürüsün en mes’ûlüdür. Kadın, kocasının evinin çobanının odusunun en mes’ûlüdür. Erkeğin çobanı evinin mayişe teyemiz, evinin meş’ûlün en mes’ûlüdür.
Erkeğin çobanı evinin mayişe teyemiz etmek, ev hakkı maddî mânevî ihtiyar karşılığında. Annenin vazifesi de ümmül medresi olabilmek. Kendi yavrularının ebedî saâdıyla kazanmasını hasd edecek. Şahit anne, zarûr lise ve çalışma geliyorsa ancak hanımlık fıtratına uygun işlerde çalışması mümkün olacak. Anne yüreği, çocuğun eğitimi gördüğü ilk mekteptir. Şefkatin en büyük mevbâ annelerdir. Anne terbiyesi, mahrum çocuğunun terbiyesi güçleşir.
Müksek karakterli kişiler, sâliha annelerin yetiştirilir çocuklardır. Topluma yön veren görünmez kahramanlar, sâliha annelerdir. Evlâtlılığın din, îman, vatan, mukaddesat sevgisi yetiştirilmiş, âdeta düğüne gönderir gibi askere yollanan sînesi, îman dolu, anneler ömürlük bir teşekkürle lâyıktır. İşte onlar, evlâtlılığın aslan yürekli olarak geçirdiler. İşte onlardan bize daima bu vatan bize kaldı.
İşte Çanakkale şehidleri, vesâlihî emsalleri… Bugün hanımların birinci cihâdı nedir? Birinci cihâdı, ailesini Allah’ın emrettiği şekilde muhafaza etmek, mü’min bir neslin yetişmesi için gayret göstermektir. İkinci cihâdı da daima nezâkiyet, zerafet, İslam’ın güzelliğini sergileyebilmek. Böyle sâliha hanımlar, toplumun gerçek mîmâlarıdır. Bir annenin tesvürtdüğünde çok dikkat etmesi şarttır.
Eğer bir anne gayr-i İslâmî kıyafetlerle gezer, kendini bitirine ederse, bunu hem evlâtlığına hem de âhiretine büyük bir zarara verecek, unutmamalıdır. Bir insanın yapıldığı en büyük hizmet, onun ebedî saâdetini kazanmaya yardımcı olmaktır. Bunun yolunda ise istikâmeti de bir kullar göndermekle. İçinin bulunduğu asır, âhiretine unutulduğu bir asır. Nasıl cahiliye devri. Âhiret unutuldu, âhiret istenmiyordu. Yine bu cahiliye devri, insanların tem planında yaşadığı, insan olduğunu unuttuğu bir asırdır. Nefsinin azgınlaştığı, modern bir cahiliye devrine girmiş buluyoruz. Gulebâl güçlerindeki bütün imkânlarla insanların nâmus iffetini sarsmaya çalışılıyor. Toplumu koruyan aile kalesini yıkmayın gayretindeler. Pek çok gençlerimiz maalesef bu gırdaplarda boğulup gidiyor. Bütün bir insanlık sefâreti yaşıyor. Sefâretini saâdet zannetiyor. Çünkü İslam’dan haberi yok. Dolayısıyla bir mü’min, kendi kurduyu sırf kendi istegamelerinin düzgün olmasını yeterli görmeyecek. Kendisi devrin akışından mes’ûl, çevresinden insanlara da kendini zimmetli birecek. Kılaçta yanlışlıklar, bilhassa zulmeler eli, diliyle bertara çalışacak. İmkânları ölsün de tebliğde bulunmanın bir imam mes’ûzü olduğunu hatırından çıkarmayacak. Tebliğ, Rabb’im bizim bize yüklediği kutsî bir emanet. Âdü kermin, siz insanların içinde ortaya çıkarmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Mûhârruf’u emreder, müngerlerle ehye edersiniz. Velhâsıl gayret zarûrî. Yani örnek insanların gökten inmesini bekleyemeyiz. Bunun için evvela kendimize örnek bir müslüman olma gayret göstereceğiz. Bu şekilde inşâallah müsterşede irşad, irşad bekleyenleri irşad etmenin gayreti içinde olacağız inşâallah.
Cenâb-ı Hak, Ramazan bayramı, Kurban bayramı, bunları bir hayatımızın bir muhtevâsinde yaşayabilmek, inşâallah son nefesimizin bir bayram sahibi olabilmesi, Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.
Duâmızın kabûlliğini yazın. Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir