21 Mart 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=2Jw_KIA7CZA.
Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, tatsîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i zâmın, sâdât-ı kirâm azar hâtına, cümle şehidlerimizin ve geçmişlerimizin rûh-i şerîflerine, dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslam dünyanın selâmetine, inşâallah Ramazân-ı Şerîf’i bir bereket, bir rahmet olarak Cenâb-ı Hak lûtfetmesinin yazduğasıyla bir Fâtiha-i Şerîf, üç İhlâs… Muhterem kardeşlerimiz! Fetih Sûresi’nin 29. âyetinde Cenâb-ı Hak, Rasûlullah Allah’ın elçisidir, Allah’ın Rasûlü’dür.
Onun yanında bulunanlar kimlerdir? Onların vasfını bildiriyor. Demek ki bu, inşâallah Ramazân-ı Şerîf’te bu vasfı kazanabilmek, Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin inşâallah. Bir kısayla başlamak istiyorum. Muâz bin Cebel, radıyallâhu anh, Efendimiz çok severdi. Ona uzun uzun nasihat ederdi. Aman Muâz derdi, şunlara dikkat et derdi.
Bir müddet susardı Efendimiz, o şekilde yürürlerdi. Sonra Muâz, bu da kâfiye değil, şunlara şunlara dikkat et buyururdu. Yine bir müddet yürürlerdi, Muâz, bu da kâfiye değil, şunlara şunlara dikkat et buyururlardı. Muâz da Efendimiz çok severdi. Efendimiz Muâz’ı çok severdi.
Yemen’e gönderdi. Yemen’e gönderirken dedi ki, Muâz dedi, sen Yemen’den geleceksin fakat benim kabrim olabilir ki şurada olacak, benim kabrimi ziyaret edersin. Arda, bu dünyada seninle bir son görüşmemiz dedi. Muâz ağlamaya başladı. Ağlama Muâz, ağlama dedi. Bana en yakınlar dedi, hangi zaman, hangi mekân da olursa olsun müttakîlerdir.
Cenâb-ı Hak bizi de inşâallah müttakîlerden eylesin. Bu Ramazân-ı Şerîf’i de inşâallah takvâmızı daha öteye geçirmeye nasîb eylesin inşâallah. Yine Efendimiz hutbeye çıktılar. Üç sefer âmin âmin âmin buyurdular. Eshab-ı Kerâm da şaşırdı. Yâ Rasûlâllah dedi, bir muhatap yok. Hangi duâya âmin dediniz? Efendimiz buyurdu ki, Cebrâil geldi, üç şey üzerine îkaz etti. Birincisi, anne-baba ihtiyarlar, evlâdı bigâne kalır, rahmetten uzak olsun dedi. Efendimiz’e âmin dedi Cebrâil’in bu duâsını. İkinci olarak, Ramazân-ı Şerîf’e girer, çok mühim, Ramazân-ı Şerîf girer, affolmadan çıkar, o da rahmetten uzak olsun dedi.
Yani Ramazân-ı Şerîf, mağfiretin tuğyan ettiği bir âhid. Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu, mânevî kazanç, mânevî saltanata erebilme. Cenâb-ı Hak da dost olabilme. Muazzez dedi, hangi zaman hangi mekinde olursa olsun, bana en yakın müttakillerdir buyurdu. Yine Efendimiz buyurdu, benim ümmetim bir yağmur gibidir, başım mı sorum mu hayırdır, bilinmez buyurdu. Yani başı da hayırdır, o takvâ sahibi olan sondan gelenler de hayırdır. İkinci olarak, işte yâ Rasûlâllah! Senin ismin geçer, bir iğgâne kalırlar, herhangi bir isim gibi. Allah’ın bu lûtfuna, bu ihsanı, bu ikramı bir iğgâne kalır, o da rahmetten uzak olsun dedi. Hattâ sürünsün dedi. Ben de âmin dedim buyuruyor. Mü’minlere Cenâb-ı Hakk’ın en büyük nîmeti, Allah Rasûlü’nün ihsan etmesin.
Allah Rasûlü’nü biz peygamber olarak seçmedik. 124.000 peygamber içinde Cenâb-ı Hak lütfen bizi en sevgili peygamberi ümmet kıldırdı. Fakat zira bunu bedelini ödemek şarttı. سُلْمُ مَلَثُ أَنْ يَوْمِي ذِنْ عَنِ النَّعِيمِ Verdiği nîmetler sorulacaksınız. İşte Peygamber Efendimiz’e çok uzak bir zamanda, mekânda da gelsek, Rasûlullah Efendimiz gönlümüzde olmasın. Daima Rasûlullah Efendimiz benim bu hâlimi tebessüm eder miydi? Bu duygular içinde yaşamamız. Üçüncü olarak da, Mü’min Ramazân-ı Şerîf’e girer, gafletle geçirir, o da rahmetten uzak olsun, buyurdu. Çok büyük bir mağfiret ayına gireceğiz. Demek ki çok teyakkuz hâlinde bir Ramazân-ı Şerîf geçirebilmek.
Nasıl dünyevî olarak birçok sanâcilerin, ticrâllerin, esnafın, zaman zaman toplantılar yaparlar, biz nasıl daha öteye gideriz diye, esas olan mü’minlerin ise en güzel zamanı, Allâh’a yakın olma zamanı Ramazân-ı Şerîf olmuş oluyor. Tabi bu Ramazân-ı Şerîf, Kur’ân-ı Kerîm’i indi mevsim. Kur’ân-ı Kerîm de Cenâb-ı Hakk’ın çok büyük bir lûtfu.
Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz’i indi. O bütün Rasûlilerin Seyyidi oldu, âlemlere rahmet oldu. Kur’ân, Ümmet-i Muhammed’e geldi. O ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu, ümmet-i merhûme oldu. Kur’ân, Ramazân ayında indi. O ay, ayların en hayırlısı oldu. Kur’ân-ı Kerîm, Kadir gecesi indi. O gece bin aydan daha hayırlı oldu, min elf-i şer.
Cenâb-ı Hakk’ın nasıl mü’minleri bir cömertti. Bütün gecenin en hayırlısı ve en fazîletlisi oldu. Ey mü’min! Eğer sen de Kur’ân ile hemhâl olursan, sen de rahmet insanı olursun demek ki. İnsanların en hayırlısı olursun. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm’i gönlümüzde ve hayatımızda bütün ihtişamıyla hem yaşayıp hem yaşatmak.
Kur’ân-ı Kerîm müesseselerine gönül vermek. Evlâtlarımızı en büyük nîmet, Kur’ân-ı Kerîm müesseselerinde yetiştirebilmek. Hayatımızı Kur’ân ve Sünnet’in talimatıyla müzeyyen hâle getirebilmek. Evlâtlarımızı bilhassa Kur’ân ve Sünnet ikliminde yetiştirip, onları İslâm şahsiyet ve karakterini miras olarak bırakabilmek. En büyük miras da bu. Balın akıbeti belli değil.
Fakat bu İslâm karakter ve şahsiyetinin mirasının neticesi ise cennettir. Bu rahmet mevsimini Ramazân-ı Şerîf’e en güzel şey istifade edebilmek, Cenâb-ı Hak nasîb eylesin, O’nun ecir ve sevabını zayıf etmekten Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun. Rabbimizin sonsuz hamd-ü senâdlar olsun ki, bizleri bir Ramazân-ı Şerîf’e daha mülâkî eyleyecek.
Ramazân-ı Şerîf, Cenâb-ı Hakk’ın ikramı, bir ferdin, bir fânînin ikramı değil. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor, «Ey îmân edip, oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi sizlere farz kılındığı umulur ki takvâ sahibi olursunuz.» Demek ki Ramazan çok büyük bir nimet, kulun bir takvâ sahibi olabilmesi. Demek ki insan, nefsânî arduları bertaraf etmeye, gönlünü teskî etmeye ve riyâzat hâlinde yaşamaya ihtiyacı var.
Riyâz hâlinde yaşayacak ki duygular artacak. Böyle bir insan, Cenâb-ı Hak, sizler eğer takvâ sahibi olun ki, Allah size bilmenizi öğretsin. Cenâb-ı Hak zihne değil, kalbe ufuklar açıyor. Yine «Ey îmân edenler!» Allah’a karşı gelmekte sakının. Yani şerâti-i ihmal etmekten sakının. O simp hakkı-bâtan ayıracak bir anlayış verir. Yine bize emredilen nedir? Takvâdır.
Takvâ nedir? Nefsânî arduları bertaraf etme, rûhânî istidâda inkişâf ettirme, ilâhî kameranın altında olduğumuzu, ilâhî müşahede altında olduğumuzu, katte bir şuur ve idrak hâline getirebilme. Takvâ bu olmuş oluyor. Bütün Ramazân-ı Şerîfler, takvânın bir tahsil mevsimidir. Ramazân-ı Şerîf, sanki kirlenen dünyaya karşı bir arınma fırsatı Cenâb-ı Hak sunuyor. O rûh sâyesinde nefsânî ardular zayıflayacak, rûhânî istidâtlar kuvvetlenecek. Yani nefsânî arduları bertaraf edilecek, kalp, Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı hâline gelecek. Yine bu ay, amel-i sâlihlerle, hayır-hasenatla, hal-vedâ-i mânazla güzelleştirip, Hakk’ın rızâsına tahsil edildiği bir takvâ mektebi oluyor. Takvâ kursu oluyor. Nâdan bir kalple bakıldığı zaman Ramazân-ı Şerîf’in diğer aylardan bir farkı yok. Fakat Ramazân-ı Şerîf, evvelî rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş vesilesi. Mevlânâ’nın güzel bir ifadesi var. Ramazân geldi, artık maddî yiyeceklerden inecek ki, sana gökten mânevî rızıklar gelsin, rûhâniyet gelsin, huzur hâli gelsin. Cemâle sıfatların tecellîsi kalbinde olsun. Bu ay, gönül sofrasında kurulduğu aydır. Gönlün bedenin hatalarından kurtulduğu aydır. Gönlün aşk, vecd ve îmânî dolduğu aydır. Ramazân-ı Şerîf, sanki bir rahabilite merkezi, bir rahabilite ayı. Bir iş adımı, işiyle yoğunlaşır. Bir çiftçi, toprağıyla haşır neşir olur. Sporcular, kendi mesleğiyle gayret ederler. Daha evvel de kamplara çekilirler. Kamplarda konsantre olurlar. İhtilattan men kararı alırlar. Yani bu yoğunluk meselesinde muvaffak olmaya gayret ederler.
Bir Müslüman da Ramazân-ı Şerîf’e bütün mânevî yoğunluğunu sarf ederek arttıracak, güzel bir bayram sabahına nâil olacak. Kulluk için yaratıldık. Bize emredilen her ibadet, bizim için bir vitamin. Ramaz, oruç, zekât, hac… Aslında ruhlarımıza birer vitamin. Cenâb-ı Hak cümlemize inşâallah, böyle bir Ramazân-ı Şerîf’e bir huzur ile îfâ etmeyi Rabbimiz nasîb eylesin inşâallah. Yunus Emre’nin güzel bir ifadesi var. Yaratıldığını severiz, yaratan da nötrü. Hâlık’ın şefkat nazarıyla mahlûkâta baktığı zaman, şefkat ve merhamet insanı olur. Cenâb-ı Hakk’ın da 99 ziyade Rahman sıfatı geçiyor. Yercülünün, Allâh’ın temsilcisi, dînîn şahidi olarak yaşarsa, şefkat ve merhamet insanı olur. Nefsânî arzularını bertaraf edip rûhânî istîdatlarını inkişlerle, nefsânî arzularını bertaraf edip rûhânî istîdatlarını inkişaf ettirebilirse, şefkat ve merhamet insanı olur. Nefsânî arzular nelerdir bertaraf edeceğimiz? Kibir, Allah korusun, kökü cehennemde. Enâniyet, dedikodu, iftirâ, yalan, israf, cimrilik, mü’min bu kötü vasıflardan ateşten kaçar gibi kaçacak.
Bu kötü vasıfların yerine cömertlik, merhamet, şefkat, hizmet, tevâzu, nezâket, sabır, edep, hayâ, vakar ve fazîletlerin üzerine olacak. Merhamet, îmânın ilk meyvasıdır. Merhamet, bir mü’minin îmanı tescil eden bir alâmet-i fârikasıdır. Kur’ân ve Sünnet bu hütevâsında yaşayan bir mü’min, şefkat ve merhametlerden rasip almaması düşünülemez. Mü’min bir rahmet insanıdır.
Rasûlullah Efendimiz Efendimizin
Feth-i heyecanı içinde bulunurlar. Fedakârdır. Çoraklaşmış gönülleri bir yağmur misali rahmet olabilmenin derdindedir. Merhametten rasipsiz bir insana dahi merhametle muamele eder, onu ebedî arkub etmelerine düşünenler, onu acır merhamet eder. Bütün mü’minlerin kendisi zimmetli olduğunun idrâkiyle yaşar. Gönlü bir dergâh hâlindedir. Bütün insanın neşeyse ve hüznü onun gönlündedir.
Değişen şartlarda muazzeyi kaybetmez. Allah rızâsı hâlindedir. Râdı yeten ver diye. Daima hamd ve şükür hâlinde olur. Ölümü hiçbir zaman unutmaz. Râvun endişesi âhirettir. Yine Efendimiz’in hâlinden misaller. Biz bu hâleye ne kadar yakınız? Biliyor ki, ben bir mü’mine kendi nefsinden daha yakınım. Bir ananın, babanın yakından daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa, o mal kendi yakınlarına aittir, terekeye aittir.
Fakat borç ve yetimler bırakırsa, o borç bana aittir. Yetimlere bakmak da benim vazifemdir. اَلْمَرْ رُمَ عَمَنْ اَحَبَةٍ Sevdiğiyle beraberdir. Demek ki bu hâl bizde var mı yahut bunun gayreti içinde miyiz? Yine Efendimiz ümmetin hiç boş zamanı geçmesini istemezdi. Maalâyâyına dalmasını istemezdi. En kıymetli nîmet zamandır.
İnsanın en çok âhirette, kabirde pişman oluyor zamanı boşa geçirmesidir. Sık sık sorardı, ümmetin bugün bir yetim başı okuyordunuz mu? Bir aç doyurdunuz mu? Bir hasta ziyâeti bulundunuz mu? Bugün bir cenâat eşliğinde bulununuz mu? Bir hidâyete vesîle oldunuz mu? Hiç boş vakit istemiyor Cenâb-ı Hak’ta. فَاِذَا فَرَوْتَ فَنْ صَبْ بِهِلٰهِ رَبِّكَ فَارَقَةٌ Bir işini bitirdin mi hayır işini, diğer hayır işine koş buyuruyor.
Arada bir boşluk olmayacak. Ulu cârimeden tespih çekersin, hiç boş zaman yok. Kazan namazı kılarsın, Kur’ân-ı Kerîm okursun, bir garibin elinden tutarsın. Efendimiz vefat ederken de emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkun. İki zayıf hakkında Allah’tan korkun. Bul kadın ve yetim çocuk. Yani sahipsizler. Yani sahipsizlerin sahibi olabilmek. Namaz hususunda Allah’tan korkun. Bilhassa evlâtlarımıza, ufak yaşta namaz alıştırmak. Sonra kılar, sonra kılar dersek kılmaz. Efendimiz’e nezâket, zerafet man başkaydı. Bir mü’min de öyle olacak. Daima kimsenin aymını, yüzünü vurmazdı. Bana ne oluyor ki ben şöyle şöyle görüyorum, kalıtı, rüyayı kendine izah ederdi. Ya da filân filân filân filân böyle böyle yapıyordu. O kadar bir nezâket vardı ki, sofralar deve eti yendi, tam namaza duracaklar, affedersiniz bir yellenme oldu. Kim yellendi, gidip abdest alsın buyurmadı. O yellenen kimse mahcup olmasın diye, deve eti yendiler, abdest alsın buyurdu. Yine Efendimiz nezâket, mihrabın yanında bir tükürük gördü. Birden bir rengi değişti. Yani bir mü’min nasıl tükürebilir? Esâb-ı kirâm hemen onu kapattılar, ondan sonra oradan geçtiler. Ebû Kursâfe diyor, ben diyor, çocuktum diyor. Annem ve teyzem diyor, Allah’ın huzuruna gittik diyor. Annem ve teyzem dedi ki bana o zaman diyor, yüzü ondan daha güzel, elbisesi daha temiz, süsü daha yumuşak, başka hiçbirini şimdiye kadar bilmiyoruz dediler. Sanki mübârek ağızından nur saçılıyordu.
Demek ki bir mü’minin lisânında böyle olacak. Din kardeşlerinin kendilerini tercih ederdi. Âişe Vâlidemiz şöyle naklediyor, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem âle-i ferâzı Medîne’ye geldiğinden vefat ettiği güne kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeği yemedi. Diğer bir rivâyete göre, dileseydik doyabilirdik fakat Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem kendisinden ferâgat ederek, yani mü’min kardeşlerinin tercih ederdi, îsâr ederdi.
Yani hayatının lezzetini bir tarafa atar, mü’minlerin derdiyle dertlenirdi. Endekte çok zor bir günlerdi, açlık vs. Cabir geldi, davet gitmedi. Esâb-ı kirâmını topladı, onlarla beraber gitti. Baştan onlara dağıttı, Cabir’in yemeğini. En sonra kendisi aldı. Beşeriyet, insanlık, gerçek adâleti ondan öğrendi, ondan tahsil etti. Buyuruyor ki, nihâyet ben de senin gibi bir insanım. Aradan bazı kimselerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin sırtına vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun. Kimin malını bilmeden almışsam, işte malım gelsin alsın. Efendim, aman helâlleşin, dünyada rezil olun, âhirette rezil olun, beterdir.” buyuruyor. Âhirette ne olacak? Kul hakkına giren hak-ı ibad, ona kendi sevaplarından verecek. Sevapları bitti, onun günahını üstüne düşecek. Efendimiz savaşta dahi bugünün tamamen zıdı bir rahmet tevzî ederdi.
Bedir Harbinde müşrik düşmanlar geldi, Efendimiz oradan su istedi, Efendimiz su verdi onlara. Orada bir İslâm’ın bir insanın bakış tarzını Efendimiz seyrettirdi. Mekke fethinden sonra tam kısas yapma zamanıydı, af buyurdu. Müşteriler dedi ki, sen ne güzel bir insansın dediler, ne güzel bir kardeşsin dediler. Kızı Zeynep’i şehid eden Abbar bin Esvet geldi, kelimeyi tevd getirerek onu da affetti. Tevâzı da zirveydi. Mekke fethinde bir kişi geldi, titreyerek geldi Müslüman olmak için. Efendimiz, sakin ol kardeşim dedi, rahat ol kardeşim dedi. Ben bir kral ve hükümdar değilim. Annelerini kastederek Kureyş’te, Güneş’te kurtulmuş, Edeb’i kralı bir kralı bir kardeş. Ben bir kral değilim. Annelerini kastederek Kureyş’te, Güneş’te kurtulmuş, Etken, senin eski komşunun ben yetimiyim.” buyurdu. Mâlukâta şâmil merhamete. Yavrusunu, hemziren kelp gördü, köpek gördü, öbür taraftan geçin buyurdu. Deve üzerinde sohbet eden insanlar gördü. Niçin bu hayvana eziyet ediyorsunuz? Yere inseniz, yerde sohbet etseniz, bu hayvana dinlensin buyurdu. Sevaad-i Min Rebi diyor, bana dedi, zekât demelerinden verdi diyor. Bana dedi ki, eve döndüğün zaman ev halkına söyle, yemlerini güzelce versinler. Yine onların tırnaklarını kesmelerini emret ki, hayvanları sütlerini sığarken memelerini incitmesinler. Büyük bir kanaat ve istinâ üzerine yaşadı. Efendimiz’in evinde hurma yaprağından örülmüş bir hasır, bir köçe, bir ölçek arpuğunu, bir de eski bir kırba vardı. Hazret-i Ömer içeri girdi, ağlamaya başladı. Yâ Rasûlâllah dedi, krallar nasıl bin bir saatten sen Allah’ın Rasûlü’sün. Böyle bir hiçlik içinde bir hayatın devam ediyor. Efendimiz ağlamaydı, ağlama dedi. Dünyanın bütün nimet ve zevkleriyle onların âhirette bizim olmasını istemediğimiz için buyurdu. Demek ki israftan kaçabildiğimiz kadar kaçacağız, fazlasını infak edeceğiz.
Yine Efendimiz’in gönlünde ne vardı? Hep ikram vardı. Büyük züt ve takvâ üzerine yaşıyordu. Ey Ebû Zer dedi, Uhud da benim için altın ve gümüş olsam, hepsini Allah’ın yolunda harcarım. Öldüğüm gün ondan bir krat bile kalmasını istemem dedi. Yine Fâtıbem Vâlidemiz bir çörek yapıp Efendimiz’e getirdi. Dedi ki, baban üç gündür ağzına giren ilk tokmadır buyurdu.
Daima istinâ hâlinde yaşardı, ikram ederdi. Herkesin derdine dertlenirdi. Herkes de Rasûlullah Efendimiz’e o kadar yumuşak, o kadar hâlimsizliğiyle, bir babadan daha şefkatle görürdü ki, gelip her derdini açardı ve tamir olup giderdi. Affedersiniz, zinâ etmek isteyen bir genç geldi, tamam ya ben müslüman olayım ama zinâya müsaade dedi. Sahâbî kızdı, yok dedi, gel yana otur, delikanlı dedi.
Bunu annen yapsın ister misin dedi, bacın yapsın ister misin dedi, şu yap. Yâ Rasûlâllah! Canım sana fedâ olsun dedi, bundan sonra dedi, istemiyorum dedi. Yine cömertliğin şahıydı. Bir kurban kestirdi, Âişe Vâlidemiz’e dedi ki, bunu dağıt Âişe dedi. Akşam geldi, ne yaptın Âişe dedi. Yâ Rasûlâllah dedi, hepsini dağıttın, bir kürek kemiği bize kaldı dedi. Âişe de demek ki, bir kürek kemiği hariç, hepsi bizim oldu.
Bir kürek kemiği hariç, hepsi bizim oldu. Dağıttıklarımız bizim oldu. Ahiret sermayesi oldu. İnsanların hidâyeti için çırpınırdı. Cenâb-ı Hak şu hâranı söylüyor, Rasûlüm, onların îman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın. Efendimiz Efendimiz diyor, benimle diyor, sindirmiş ona benzer diyor, bir adam ateş yakar diyor. Ateş etrafı aydınlanıyor, pervâneler, yani gece kelebekleri aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşi kendilerine atmaya başlar.
Ben ise onları kovalarım derdi. Ben de sizin için bu şekildeyim. Siz de daima nefsânî arzularla menetmenin gayreti için değil. Bir sınıf farkı diye yoktu. Arabın acemi, acemin araba, bir siyâme beyaza yoktu. اِنَّا اَكْرَمَكُمْ اِنْدَ اللّٰهَ اَتْقَاكُمْ Kimin Allah’a karşı takvâsı fazlaysa, Cenâb-ı Hak yakın odur. En keramliniz müttakî onlandır buyuruyor.
Efendimiz Ebû Zer’i çok severdi. Bir gün onun gafletten, kölesine sert davranana şahit oldu. Çok üzüldü. Ebû Zer dedi, sen hâlâ câhili âdeti üzülmesin dedi. Allâh’ın yarattığına zarar verme dedi. Meşrebin uymuyorsa onu âzat et, fazla yük yükleme. Yüklediğinde ona yardımcı ol buyurdu. Buyurdu, Allah yolunda hiç kimsenin görmediği eziyetlere mâvûs kaldı. Yani en çok çile çemberinde geçen Peygamber benim buyurdu.
Onun ibadetlerindeki rûhâniyet nasıldı? Âişe Vâlidemiz diyor, ezan duyduğu zaman diyor, sanki bizleri tanımaz hâle gelirdi diyor. Namaza durduğu zaman diyor, sanki fukurlayan bir kazan vardı diyor. Efendimiz’in demek ki onun ibadetindeki rûhâniyet, muâmelâtındaki zarâfet, ahlâkındaki nezâhiyet, gönlündeki hassâsiyet, tîmâsındaki nurâniyet, duygularındaki incelik, nazarlığın derinlik…
Velhâsıl örnek hâl ve davranan, bizlere katri miktarı Cenâb-ı Hak bizlere nasip eder inşâallah Efendimiz bu hâlinde. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, and olsun diyor, Rasûlullah sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmaya umandır için, Allâh’ı çok zikredenler için, Üst-Füyâ’çen örnek şahsiyet buyuruyor. Bu örnek şahsiyetten bir misal alabilmek. اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّكِ سَوْدِيَ لَبَرَابَرْدِرُ
Demek ki bir müslüman, İslam karakteri ve İslam şahsiyetini yaşayacak, hiçbir gayrı bir müslümanın hâlini kendine örnek almayacak. Eğer alırsa, İslam mükemmeldir ve bu mükemmelliğe, bu rûhânede zarar vermiş olur. Senab-ı Şerîf gibi vs. gibi, onlara kat’î olarak kaçınmak… Hattâ Rasûlullah Efendimiz ibadette bile men etti.
10 Muharrem’de Yahudilerin oruç tuttuğunu gördü. Siz de dedi, seneye bir güne ver yahut bir gün sonra tutun. Yine Yahudiler, sahur vakti yoktu. Onlara benzemeyin burada. Sahurda muhakkak iç yolda bir su için, onlara benzememe. Bunun çok misalleri var. Demek ki, bu farra karşı İslam şahsiyeti, İslam karakterini koruyabilmek.
Onlara hiçbir zaman bir tâviz vermemek. Zaten âyette de, غَلَى الْمَعْضُوبِ عَلَيْكِمْ وَلَتَّحَالِمُ buyuruyor. Galâlettekilerden uzak olabilmek, onlara benzememek. Cenâb-ı Hak tâvizsiz bir îman istiyor. Kim bir kavmi severse, Allah Teâlâ onların arasında haşheder buyuruyor. Büyük bir felâket. Ondan sonra mü’minler arasında merhametli.
Demek ki bir mü’min, kendinden madden aşağı olan bir mü’mine karşı, o mü’minin kendisine zimmetli olduğunun idrâki içinde olacak. Onun şu yokluğu var. Allah bana onu zimmetli kıldı. Yat onun nasihata ihtiyacı var. Yat onun bir hükmünü taşımaya ihtiyacı var. Demek ki bir mü’min tam bir kardeşliğini yaşayacak.
Tam o kardeşliği yaşarsa, bu kıyamet günü o arşın arkasından yedi kişiden biri olur. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne bir şey var. Bir kez hasta bir şahısını ziyaretine gitmiştim diyor. Ölüme yaklaştırmıştı diyor. Hâlinde teveccüh edip gördüm ki diyor, kalbi şiddet de karanlıklar içindeydi. Her ne kadar bu karanlığın kalkması için teveccüh ettiğimizedek hiç kalkmadı. Çokça teveccüden sonra mâlum oldu ki bu karanlıklar küfür etmiştir.
Sonra mâlum oldu ki bu karanlıklar küfür ehlinden kendisi sirâyet eden mühim hâllerden kaynaklanmaktadır. Bu zât, Muddistlerin ibadet yerine gitmiş, onların çalgılarını dinlenmiş. Velhâsıl îman, lâyıkal ve muhabbet, müstahakkın nefret. Onu Cenâb-ı Hak Tebbet-i Yedâ Sûresi’ne bildiriyor. اَبُوْ لَهِبٍ اَلَّرِ كُرْصُمُ اَبُوْ لَهِبَ لَعِنَةَ ۚ
Demek ki lâyıkal ve muhabbet, Allah ve Rasûlüne muhabbet, O’na sevenlere muhabbet, O’na uzakta olanlardan da uzakta olmak. Ashâb-ı kirâm daima bir bîat hâlindeydi. Bu îmânını tezhît etmek için. Akabî de bir bîat hâlindeydi. Yâ Rasûlullah dedi, biz Allah bîat hâlinde, sana bîat hâlindeydi. Ne vardı dedi karşılığında, Efendimiz Cennet var buyurdu.
Onun üzerine âyet-i kerîmi indi. Onlar, mallarıyla canlı canlı canlı satın aldılar. Demek ki mal ve can, Allah’ın iki emaneti, onları Allah yolunda ne kadar sarf edebilirsek, o kadar Allah’ın rahmetine nâil olacağız. Ölüler öldürürler buyuruyor. Tâ şehidliğe kadar gidecek. Allah’la yaptığın alışverişlerden sevineyim buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bedir’de sahâbî bey’e âyet ettiler. Yâ Rasûlullah! Üzülme dediler. Müslüman sayısı çok azdı.
Üç müslîdi müşriklerin şeyi. Harp aletleri de fazlaydı. Efendimiz çok dua ediyordu Bedir’de. Sabaha kadar dua ediyordu. Sahâbî toplandı. Yâ Rasûlullah! Allah dediler. Sen yâ Rasûlullah! Kendini denize atsan, biz de kendimizi denize atarız dediler. Biz o Yahudilerin yaptığı gibi yapmayacağız dediler. Uhud’da yine sahâbî Efendimiz Mahzun gördü. Hazret-i Hamza şehid oldu, Musav şehid oldu, çok ciğer pârî şehid oldu. Gözlerinden yaş geldi zamanlar oldu. Sahâb-ı Kerâm toplandı. Yâ Rasûlullah! Allah dediler. Biz şehid olmaya beyat ediyoruz dediler. Canımızı fedâ ediyoruz dediler. Hudeybiye’de yâ Rasûlullah! Senin gönlün ne var senin? Biz gönlüne beyat ediyoruz dediler. Demek ki biz de inşâallah bu muhabbetten bir nasîb alabilmek, Ramazan-ı Şerîf’e o şekilde inşâallah bir takvâ üzerinde inşâallah yaşayabilmek. Merhamet, bir mü’minin îmanını tesir eden bir alâmet-i fârikadır. Merhamet, îmânın ilk meyvasıdır. Merhamet olmak, Rahman ve Rahîm esmasından mü’minin şahsiyetindeki bir tecellîsidir. Merhamet nedir? Sen de olanı, O’nda mahrum olanı ikram etmendir. Diğer ifadeyle merhamet, başkanın mahrumiyetini telâfi için onların yardımına koşmaktır. Onların eksikliğini telâfi etmektir.
Zira mü’min, mü’min zimmetlidir. Bir mü’minin bütün mazlumları, mağdurların, yetimlerin, gariplerin, hayvanatın, bütün mahlûkatın, kendisi zimmetli olduğunun telâkisi için yaşayacak. Efendimiz, Rahûf ve Rahîm çok merhametli, çok şefkatli. Efendimiz’in yanında olmak isteyenler de o kadar merhametli ve şefkatli olacak.
Bir gün Efendimiz buyurdu, nefsim, kudret, elinim, Allâh’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe Cennet’e giremezsiniz. Es-Sâb-ı Kirâm, yâ Mesebîn merhametli izin edin. E yok dedi, hayır dedi. Benim kastim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilek bütün mahlûkata şâmil olan merhamettir. Evet, bütün mahlûkata şâmil olan merhamettir buyuruyor.
Bazı zaman Allah’ın rahmeti ufak bir şeydir, bazen orta, bazen büyük. Bir köpeğe su veren günahkarı Cenâb-ı Hak affediyor. Bir kediyi aç bırakan kadına da cehenneme hak ettiğini bildiriyor. Efendimiz buyuruyor, merhamet edenlere rahmet olan Allâh’a Teâlâ merhamet buyuruyor. Yerzündeki şefkat ve merhamet gözsünün gökyüzündeki ise merhamet etsin. Abdullah bin Câfer Hazretleri bir yerden geçiyordu. Baktı siyahi bir köle, yanında bir köpek üç ekmeğini ona yavaş yavaş veriyordu. Yaklaş da kimsin dedi, ben köleyim dedi. Ne yapıyorsun dedi, çalışıyorum dedi. Günlük kazancın ne dedi, üç tane ekmek dedi. Bu köpek nedir dedi, bu herhâlde uzaktan geldi dedi, çok aç dedi. Bu köpeği bana Allah gönderdi dedi. Fakat ne verdim de yutuyor.
Herhâlde bu üç ekmeği de ona vereceğim dedi. Bu köle nerede tahsilini yaptı? Abdullah bin Ömer diyor, bir tane zühteydik. Çoban süreli geçiyordu. Çoban dedi, bu sürelerden bize bir kuyun satar mısın? Benim değil ki dedi, sahibi vardı. Yani çobanın bir derinliğini ölçmek için bunu dedi, kalb ettim dersin dedi. Sana da para veririz dedi. Oruçlusun dedi, iftara et ayırırız dedi. Yani ne kadar bir takvâ oldu, ne kadar bir takvâ oldu dedi.
İftara et ayırırız dedi. Yani ne kadar bir takvâ olduğunu ölçmek için. Çoban semâya baktı, alnındaki damar kabarı da, peki Allah görmüyor mu dedi. Demek ki bu çok mühim, bu ihsan duygusu. Allah görmüyor mu? Cenâb-ı Hak kulunun bu ihsan duygusuna kavuşmasını istiyor. Nereye gitseniz Allah sizinle beraberdir buyuruyor.
Demek ki bir mü’min rahmet insanı olacak. Bulunduğu her yere huzur veren bir kişilik yaşayacak. Yaşadığı zaman ve mekânda âlemler rahmet olan, Peygamber’in temsilcisi olmanın gayreti içinde olacak. Belliğini bertaraf edecek. Çoraklaşmış gönülleri bir yağmur misali, rahmet olabilmenin derdinde olacak. Vakıf insan olacak, gönlü bir dergâh olacak, diğergâm olacak. Önce kendini düşünmek yerine daima karar verecek, önce sen diyecek.
Evliya Allah da bunun misalleri çok. Velhâsıl bir mü’min bu merhametle dolup taşacak. Ondan sonra onda rüke varırken, secde ederken görürsün. Yani namazda cemaatle edâ edebilmek. Namazı mümkün mertebe cemaatle kılabilmek. Efendimiz cemaatle kılmamış, bir maziyeti kabul etmezdi, îkaz ederdi.
Ümr-i mektûm âmâ idi. Evimde kılsam olur mu dedi. Efendim, yok dedi, olmaz dedi. Yolda haşerat var yâ Rasûlallah dedi. Yok dedi, yine hayâle salâye, hayâle filâde duyuyorsan, yine mescid-i devâm et.” buyurdu. Bu namaz, Cenâb-ı Hak ile baş başa gerçek bir mülâkâat, bir beraberlik. Namaz mü’minin mirâcı. İlk farz ibadet namazı. Cenâb-ı Hak’ta beraber olabilmek.
Cenâb-ı Hak’ta beraber olabilmek. Hac, kişinin diğer mü’minlerle buluşmasıdır. Oruç, kişinin kendisiyle buluşmasıdır. Zekât, kişinin kalbiyle buluşmasıdır. Ramaz ise kişinin Rabbiyle buluşmasıdır. Cenâb-ı Hak da namazını secde et ve yaklaş buyuruyor. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, ey âdemoğulları! Her secde edişinizde, her mescide gidişinizde güzel elbiseler giyin.
Yani kul daima ilâhî huzurda olduğunu idrâki içinde olacak. Cenâb-ı Hak insan anotomisini en güzel secde edecek şekilde halketti. Namaz yaşadığımız hayatın muhtevâsını gösterir. Hayatımızın röntgenin mesâbesindedir. Kazancımızın gittiği yerler, paramızı hangi yollarda kazandığımızı gösterir. Zira helâl mal, helâlâ akar, haram mal, haram akar.
Yine İbrahimî Resûl’ün duası, benim ve suyumdan geleceklerin namazı devamlı kılanlardan ele. Rabbimiz duamızı kabul buyur. Rasûlullah Efendimiz’e üç tane talimat var çok mühim. Birincisi, namaza durduğun zaman dünya veda eden bir kimse gibi ol. Son namazın gibi ol. Nasıl kalp ve beden âhengi içinde namazı kılabilmek. Zira Cenâb-ı Hak, kat-elfler mü’minler, mü’minler felâha erdi, onlardır namazları huşû ile kılarlar buyurdu. İkincisi, bu da bir nezâket, özür dilemini gerektiren bir sözü konuşma. Demek ki baştan düşüneceksin, ondan sonra konuşacaksın. Cenâb-ı Hak bizlerle Kur’ân-ı İfâdeler’in muhtevâsından konuşmamızı arzu ediyor. Cenâb-ı Hak anne-babaya üf bile deme buyuruyor. Yani kavlen kerîma buyuruyor, iltifatkâr konuş buyuruyor. Fakir fukaraya, muhtaç, mahrumlar yanına geldiği zaman kavlen meysûra buyuruyor.
Ona hiçbir şey veremezsen, gönülle sevinç verici birkaç söz söyle buyuruyor. Başa kalkmak Allah korusun, gönül incitmek sözüyle eccizâden bir sadakadan, bir sadaka verir, zekât verir. Sana kâfir bu kadar, zaten her zaman veriyoruz. Bu bir fukaranın gönlünü incitmek. Cenâb-ı Hak, kavlen meysûra, tatlı bir söz, bundan daha hayırdır, böyle verilen hayırdan daha hayırdır buyuruyor.
Onun için verirken bir teşekkür edâsı içinde verebilmek. Çünkü o, Âdî-i Şerîf’te, baştan Allah’ın eline geçer, Allah’ın elinden fukaranın içine geçer. Yani mecazebî ifade. Cenâb-ı Hak, ben alırım sadakaları buyuruyor. Onun için sadaka, zekât, hayrat verirken bir nezâyet, bir teşekkür edâsı içinde vermedi.
Kanıda kırık bir kuş gibi himayese muhtaç yetimlere, yakın akraba, yoksullara karşı yine güzel söz, tatlı dille konuşmuyor. Yine kendine mânevî hastalık bulunan kimselere kadar herhangi bir töhmede, fitneye, bir yanlış anlaşılmaya, mal vermemek için yerinde ve uygun bir söz söyle buyuruyor. Zalimlerin kalplerini yumuşatmaya için kavlenle yena buyuruyor. Yumuşak bir söz söyle buyuruyor.
Üçüncü de insanların elinde bulunanlar, dünyalıklar, ümidini kesmeye karar ver ve bunu azmet. Yani gönül, Allah’a bağlanacak. Onda var, bende yok demeyecek. Demek ki Allah’ın taksimi böyle, benim için bu hayırlıdır diyecek. Müstâniye olacak. Ondan sonra gelen âyette, Allah’tan rütuf ve rızâ isterler buyuruyor. Gönülden ne olacak? Mal müşubi değil, ne hayırlı ne değil bilemeyiz.
Demek ki kul, Cenâb-ı Hak’tan fazîlet ve Allah rızâsını isteyecek her zaman. Tabi bu sâlih kulun, müttekil kulun hâlidir. Ve onları bir secde alâmeti görürsün. Bu bir rûhâniyet olur. Efendim yanında bulunanlara bu rûhâniyet olur. Hangi zaman, ham mekânlarda olurlarsa olsunlar.
İnşâallah Ramazân-ı Şerîf’e, bu şekilde inşâallah bir îman ile, vecd ile, istirak ile, ibadet huzuru ile, kardeşliği yaşayarak, namazı bir huşû ile edâ ederek, Kur’ân-ı Kerîm’e Cenâb-ı Hakk’ın bir emaneti olarak, bir hidayet rehberi olarak, bir yol haridesi olarak, Kur’ân-ı Kerîm’e evlâtlarımızı bilhassa yavrularımızı Allah’a bağlayarak,
Kur’ân-ı Kerîm’e evlâtlarımızı bilhassa yavrularımızı Allah’ın emanetleridir. Onları Kur’ân kursusuna göndererek, Kur’ân terbiyesine yetiştirerek, inşâallah Cenâb-ı Hakk’ın müttekil kullarından oluruz. Bu şekilde bir Kadir Gecesi’ne yaslayacağız. O da bin aydan daha hayırdır. Arkadan bir bayram gelecek. Bayram, mânevî hayatın bir bayramıdır. Bir tatil değildir.
Mü’min için tatil kabirde, mezarda bayramlaşma nedir? Yine kardeşliği, akrabayı tezîn etmektir. Mü’min arasında o güzel saygıyı, sevgiyi, muhabbeti yaşayabilmektir bayram. Aslâ bir tatil günü değildir. Maalesef bugün çok yerde bir tatil günü olarak gözüküyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak Ramazân-ı Şerîf’imizin mübârekî eylesin. Âmân! Geçen sene birçok kardeşlerimiz vardı. Onlar bu sene yok karşı tarafta. Cenâb-ı Hak inşâallah Ramazân-ı Şerîf’i mülâkî eyler. Ramazân-ı Şerîf’i Rasûlullah Efendimiz’e yakın olarak geçirmeyi cümlemize nasîb eyler.
Duâmızın kabûlü niyazıyla illâhi tâilâ. Fâtiha!..
İlk Yorumu Siz Yapın