Atatürk Hakkında İlk Kez Duyacağınız 15 ŞAŞIRTICI GERÇEK (Özel Hayatı, Verdiği Tarihi Ayarlar vs..)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=416deZicf9E.
Herkese merhaba ben Sümeyra Çenet. Atatürk’ün icraatları, hayatı ve silah arkadaşları ile ilgili birçok şey biliyoruz. Fakat özel hayatında Atatürk nasıl biriydi? Sabah kahvaltılarıyla arası iyi değildi. Gece sofraları nedeniyle geç kalkan Atatürk, uyanır uyanmaz odasındaki divanın üzerine geçer, orada bağdaş kurarak kahve sigara içerdi. Sonra tıraşını masajını yaptırır, ardından çalışma odasına geçerdi.
Hem kahvaltı hem öğle yemeği olarak bir dilim ekmek ve bir kase ayran ya da yoğurt tüketirdi. İkindi vaktinde de bir bardak ayran içerdi. Akşam sofrasında 10 kişiden aşağı düşmeyen bir davetli topluluğu her zaman hazır bulunurdu. Sofrada imtihan etmek istediği kişileri karşısına, iltifat etmek istediği kişileri yanına oturturdu. Bulunduğu her ortamda düzen ve tertip isteyen Atatürk, titizliği ve sinetri takıntısı ile bilinirdi.
Dolmabahçe Sarayı’ndaki tabloları sık sık hizalayan ve Atatürk Orman Çiftliğinin düzenini teftiş eden Atatürk, yaşamının son gününe dek bu huyunu sürdürdü. Evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi. Fikriye Hanım, Atatürk’ün Üvey babasının yeğeniydi ve küçüklüğünden beri Atatürk’e aşıktı. 1920 yılında gazetede padişahın Atatürk için verdiği idam fermanı yayınlandığında, Fikriye Hanım hemen yola çıkarak Ankara’ya Mustafa Kemal’in yanına gitti. Atatürk onu, nasıl geçti yolculuğunuz, çok sıkıntı çektiğiniz muhakkaktır, ama gönül ferman dinlemiyor değil mi çocuk diyerek karşıladı ve aralarındaki bağ güçlendi. Ancak 1922 yılında Mustafa Kemal İzmir’e çıktığında, silah arkadaşları ile beraber kaldığı köşk Latife Hanım’ın ailesine aitti ve bu sayede Latife Hanım’la tanıştı.
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, oğlunun yüksek tahsilli entelektüel bir kadın olan Latife Hanım’la evlenmesini istemişti. Anlatılanlara göre Zübeyde Hanım, Latife Hanımların köşkünde hayatını kaybedince, Mustafa Kemal annesinin son isteği olan Latife Hanım’la 1923 yılında evlendi. Fikriye Hanım evliliği duyduğu zaman, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağını anlayınca hayatına son verdi.
Ancak Mustafa Kemal’in evliliği de uzun sürmemiş, iki buçuk yıl sonra 5 Ağustos 1925 günü Atatürk’ün yoğun devlet görevlerine deni ve kendi isteği üzerine sona erdirilmiştir. Manevi çocuklarından başka çocuğu da hiç olmamıştır. Anlatılanlara göre bu olaylardan sonra Mustafa Kemal Fikriye Hanım için şu şiiri yazdı. İtsem de bir kadeh hayat iksirinden, zamansız ayrıldım bilinsin fikriyeden, Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden, Ümmidi aşkım saracak seni, cefakar teninden. Bu arada Atatürk’ün en sevdiği şarkı ve türkülerden bazıları, Fikrimin ince gülü, Kimseye etmem şikayet, Sigaramın dumanı, İzmir’in kavakları, Çile bülbülüm çiledir. Atatürk yabancı misafirlerin iyi intibalarla ayrılmalarını isterdi. Onlar gelmeden ülkelere hakkında geniş bilgi toplar, kişiliklerini incelerdi. Afgan Kralı’nın ziyareti için bir ay boyunca Afganistan tarihi ve coğrafyasını araştırmıştı. 1937’de gelen Japon veliyatı Prens Takamotsuyu bir ziyafette Japon mitolojisi ve edebiyeti üzerine yaptığı konuşmalarla şaşırtmıştı. 1934 Haziran’a Türkiye’ye gelen uzun boylu İran Şahı Rıza Pehlivenin yanında rehber olarak görevlendirilecek generalin cüsteco küçük kalmaması gerektiğini düşünmüş ve ordunun en iri yapılı komutanı Fahrettin Altay’ı mihmandar yapmıştı. İngiliz Kralı Edward İstanbul’a geldiği zamansa yatından bir deniz motoruna binerek Dolmabahçe Sarayı’na yanaşmıştı. Atatürk de rıhtımda onu beklemekteydi.
Deniz dalgalı olduğundan kralın bindiği motor sürekli inip çıkıyordu. Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değerek tozlandı. O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan kral da onu elini uzatmadan önce mendiline silmek isteyince Atatürk hemen devreye girdi. Yurdumun toprağı temizdir. O elinizi kirletmez diyerek kralın elinden tutup rıhtıma çıkardı. Kral Edward Türkiye’ye geldiği zaman Atatürk ona bir akşam yemeği ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce bana İngiliz Sarayı’nda verilen ziyafetler ne şekilde olur onu bilen birisini yahut bir aşçıyı bulunuz emrini verdi. Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk garsonları hizmet etmekteydi.
Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak elindeki tepsiyle birden bire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler ve garsonlar utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Atatürk bunun üzerine krala eğilerek bu millete her şeyi öğrettim fakat uşaklığı öğretemedim dedi. Özenli bir Türkçe konuşurdu ama bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.
Muhterem Amerikalılar, Türk milletiyle karşılıklı olduğuna emin bulunduğum muhabbet ve samimiyetin tabi menşeyi hakkında birkaç söz söylemek isterim. Etrafındakilere ve mahiyetinde bulunanlara genellikle çocuk diye hitap ederdi. Biribak çocuk söze başlarken kullandığı hitap şekliydi.
Tabancaya tapanca, kırbaça kırpaç, henüze henüz, yoğurta yoğurt, sarhoşa sarhoş derdi. Yani kelimesini çok kullanırdı. Uzun maruzatta bulunanların lafı uzatmaması ve neticeyi söylemesi için yani diyerek muhatabını sadede davet ederdi. Sevdiği insanlara çelebi, yanlış iş yapanlara kızdığında şaşarım aklı perişanlığa en sık sarf ettiği sözdü.
Atatürk hakkında az bilinen şeylerden birisi de onun bizzat yazdığı geometrik kitabıdır. 44 sayfadan oluşan bu kitap, bilim dilinin sadeleştirilmesinin ve eğitimin Türkçe yapılmasının gerekliliğini önemle vurgulamıştır.
Günümüzde müsellesin, zaviyetanı dahil eten mecmu 180 derece ve müsellesi mütesaviyül atla, zaviyeleri birbirine müsavi müsellesi demektir yerine, üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen açıları birbirine eşit üçgen demektir diyoruz.
Bugün kullandığımız üçgen, dörtgen, eşkenar, ikiskenar, artı, eksi, çarpı, bölü, eşit, çap, yüzey, çember, kesit ve bunlara benzer toplamda 48 adet geometrik terimini dilimize kazandıran Atatürktür. Dile çok önem verirdi. Türkçeyi sadeleştirmek ve yabancı kelimelerden kurtarmak için bizzat çabaladı. Kitabın kapağına ise kendi adını değil, geometri öğretenlere bu konuda kitap yazacakları kılavuz olarak Kültür Bakanlığında Neşredilmiştir şeklinde bir not düştü. Eğer ömrü yetseydi, en büyük hayali bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmekti. Sıraz, eski vücudu bu sene için burada mı görüyorsunuz? Bu arada cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak ilginç bir şekilde savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşırdı. Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz, böyle durumlarda ya sırtını döner ya da kesilmelerini engellerdi. Türkiye’de ölü ya da diri toplam 126 milyon kişi numaralandı. 11 rakamdan oluşan Türkiye Cumhuriyeti kimlik numaraları içindeki en prestijli ve ilk numaraysa Atatürk’e verildi. Peki neden 46’ı ile bitiyor? Sistem 11 rakamdan oluşuyor ancak son 2 rakam numaranın güvenliğini sağlamak amaçlı konuyor. Dolayısıyla son 2 rakamı devreden çıkardığımızda Atatürk’ün numarası sistemin ilk başlangıç numarası olan 1, 0’lar ve 1 çıkıyor. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu zamanında nüfus kayıtları düzenli olarak tutulmadığı için doğum günü kesin olarak belli değildir. Annesinden işittiğine göre bir bahar mevsiminde doğmuş olduğunu belirtip bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın dediği belirtilir. Anılarından devam edelim. Atatürk Yalavaya gittiği bir gün seyyar bir fotoğrafçıdan 50 liraya bir köpek satın aldı. Fox adını verdiği köpeği gazinin yatağının ayak ucunda uyurdu ve yeri çok ayrıydı.
Fox Atatürk’ün odasında yatar, her gittiği yere yanında gider, gireceği solona herkesten ve Atatürk’den daha önce koşar, adeta Atatürk’ün geldiğine haber veriyormuş gibi hareket ederdi. Atatürk nereye gitse onu da birlikte götürür, yurt gezilerinde bile ondan ayrılmazdı. Atatürk sabaha karşı yatağına girene kadar Fox da uymaz, onu sadıkça bekler ancak sahibi yattıktan sonra mindere kıvrılırdı.
Atatürk’ün Fox’a düşkünlüğünü bilen bazı kimseler, sofrada çok zaman onun bahsini açarlar, sadakatinden, büyüklüğünden dem vurup neslini üreterek memlekete yaymayı teklif ederlerdi. Dal kovukluyla dikkati çekenler, Fox’un asil kandan geldiğini, kaynağının Avrupa olduğunu söyleyecek kadar ileri gidip, köpek değil adeta insan, insandan da akıllı derlerdi. Mustafa Kemal yağcılara çok kızardı.
Bir gün misafirlerinden biri, paşam sizi kaydı hayat şartıyla cumhurbaşkanı olmanız için meclisten bir kanun çıkaralım der. Atatürk bu teklife çok kızar ve beni Mısır Kralı Faruk ya da Arnavutluk Kralı Zogay’a mı benzetmek istersiniz der. Atatürk hiçbir zaman diktatör olmayı düşünmemiştir. Oysa onun döneminde İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler ve Rusya’da Stalin bir diktatördüler. Atatürk ise tam demokrasiden yanaydı. Köpeği Fox’a geri dönelim.
Atatürk Fox’un ne yiyip ne içtiğinden, ne zaman çifteşeceğine kadar hemen her şeyiyle yakından ilgilenirdi. Ama köşke ikinci bir köpek germesini kıskanan Fox, bir gün kendisini kaldırmak isteyen Atatürk’ün elini ısırmış, Atatürk fenalık yapmak için ısırmadı demiştir. Fox ölünce baytarlar Atatürk’e yaranmak için özel ne köpeğin derisini yüzdüler, içini samanla doldurup göz yerlerine cam göz taktılar ve bir ceme kanın içine koydular.
Bu süreçten Atatürk’ün haberi olmadı, kendisine gösterilince ise çok şaşırıp duygulandı. Onu çok sevmiştim, bu şekilde görmeye tahammül edemem, çiftlikte uygun bir yere gömül lütfen dedi. Fakat bu isteği hiçbir zaman yerine getirilmedi. Fox şu an Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde sergileniyor. Atatürk giyimine büyük önem verirdi. Gömleklerinin hepsi beyazdı.
Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre’de özel olarak dikilirken, sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu’nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı. Takım elbiselerinin tasarımlarını bazen kendisi çizerdi. Lacivert takım giymeyi sevmezdi. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi. Yalnız kendi giyimine değil, Türk halkının giyimine de önem vermiş, halkın görünüşünü de layık ve modern kılmak istemişti.
Çünkü insanların giyimleriyle karşıya çeşitli mesajlar verdiklerinin farkındaydı. Örneğin 1934 yılında İran Şahı Rıza pehlevi için yemekli bir davet verdiğinde Atatürk koruma ve garsonlar dahil davette bulunan herkese fırak giydirmişti. Zaten şahınlarını Türkiye’de abone ettiğinizden dolayı çok nasip ve batıyarız efendim. Cumhuriyet kurulduktan sonra birçok esnaf ve zanaatkarı eğitim almaları için yurt dışına gönderdi.
Eğitimlerini tamamlayıp Türkiye’ye dönen esnafların bir kısmını Sümer Bank’ı kurdu. Ve böylece kumaşlar Türkiye’de dokunmaya başlandı. Olaylara büyük pencereden bakardı. Başarıyı ulaşma metodu da farklıydı. Amerikalı bir kadın gazeteci Atatürk’e işlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz diye sormuş ve şu cevabı almıştı. Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur diye düşünürüm. Engelleri kaldırdın mı iş zaten kendi kendine yürür.
Bir röportajda Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz diye sorulduğunda ise şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Davet gelirse düşünürüz demiştir. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler yasası değiştirilmiş ve üyeliğe davet edilen ilk ülke Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Şimdi Atatürk’ü kaybettiğimiz tarihin bir yıl öncesine 1937 yılına gidelim. Atatürk sağlığıyla ilgili sıkıntılar içindeydi fakat onun için sağlığından daha önemli bir konu vardı. Türk toprağı Hatay hala Fransızların elindeydi ve artık ana vatana bağlanmalıydı. Askeri üniformasını 15 yaşındayken giymişti. Libya’da çarpışırken gözüne giren kireç parçası Çanakkale’de kalbini hedef alan kurşun, Sıtma, iki kalp krizi, difteri hatta idam fermanları canını alamamıştı. Fakat şimdi yorgun vücuduyla Hatay’ı almaya yeminliydi. Aradan bir yıl geçti. Atatürk’ün hastalığına nihayet bir tanı konulmuştu. Silos tanısı. Mustafa Kemal günlerinin sayılı olduğunu biliyordu ve dünyaya zayıflık değil güç göstermesi gerekiyordu. Mart 1938’de Celal Bayar’ın ısrarıyla Avrupa’dan Doktor Fissinger getirildi. Fissinger’a göre Atatürk bu hastalıktan kurtulabilirdi. Günde 12 saat dinlenmesi, alkol, sigara ve kahveyi bırakması gerekiyordu. Tarih 19 Mayıs 1938’e geldiğinde Fransız gazeteleri tüm dünyaya Mustafa Kemal hasta, hiçbir şey yapamaz diye haberler yaymaya başladı. Bunun üzerine Atatürk doktorların uyarısını dinlemedi ve tüm dünyaya sağlıklı olduğunu göstermek için önce Ankara’da halkın karşısına çıktı. Ardından Hatay sorunu için Mersin’e, oradan Adana’ya gitti. Yüksek ateşiyle vücudu yanarken çok yorgun olduğu yakından belli oluyordu ama o fark ettirmemeye çalışıyordu. Sınıra yırdığı 30 bin kişilik ordusunun başında tüm dünyaya meydan okuyarak askerî geçit törenine katıldı. Tarih 5 Eylül 1938. Temmuz ayında Türkiye’nin baskısı sonucu Fransızlar, 25 bin Türk askerinin Hatay’a girmelerine göz yummak zorunda kaldı ve geri adım attılar. Artık Hatay, Türkiye’ye bağlanabilirdi.
Atatürk hastalığının başlangıcındayken kendisini muayene eden Dr. Fissinger, günde kaç paket sigara içtiğini sorduğunda Atatürk 8 demişti. Doktor bunu günde 2 pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti. Ben zaten 2 paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım. Tam bir Türk kahvesi tutkunu olan Atatürk, doktorlarının tüm uyarısına rağmen günde 10 ile 15 fincan az şekerli Türk kahvesi içmekten vazgeçmedi. Yıllar yılı en sevdiği yemek kuru fasülye pilav ikilisi olsa da Atatürk, dolma bahçedeki hasta yatağında son günlerini geçirirken yaverinden enginar yemeği istedi. İstanbul’da enginar bulunmadığı için Hatay’dan ısmarlansa da ne yazık ki enginar yiyemeden Hayat’a gözlerini yumdu. Boyu 1.74 cm’di. Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu, hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46’ya kadar düşmüştü.
Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.
Mustafa Kemal Atatürk
İlk Yorumu Siz Yapın