"Enter"a basıp içeriğe geçin

Avrupa’nın Çılgınlık Merkezi ‘İSPANYA’ Hakkında 27 İNANILMAZ GERÇEK

Avrupa’nın Çılgınlık Merkezi ‘İSPANYA’ Hakkında 27 İNANILMAZ GERÇEK

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=NUGfjrEm97w.

Herkese merhaba ben Sümeyra Çenet. Renklerim ve tutkunun diyarı İspanyadayım. Burası köklü tarihi ve sıcakkanlı insanlarıyla davetkar bir ülke. Fransadan sonra dünyanın en çok turist çeken ülkesi. Her yıl nüfusunun neredeyse iki katı kadar turisti topraklarını da ağırlamakta. Birçok farklı uygarlığın zamanında üstünlük kurmak için binlerce yıl savaştığı bir yer burası. İspanya hakkında birçok şey duymuş, izlemiş veya okumuş olabilirsiniz.
Ya da belki de çoktan ziyaret etmişsinizdir. Ama gelin İspanyayı ve İspanyol kültürünü bir de benden dinleyin. İspanya. Resmi adıyla İspanya Krallığı. Burası Avrupa’nın güney sınırı. Güney Avrupa’da İber Yarımadası’nın yaklaşık %87’sine sahip bir Akdeniz ülkesi. Yüz ölçümü 505.990 km² olan ülkenin kuzey batısında Fransa ve Andorra bulunurken batısında Portekiz bulunmakta.
Ayrıca güneyinde ise Britanya’nın deniz aşırı toprağı olan Cebeli Tarık var. Burası Avrupa’nın en büyük dördüncü ülkesiyken Avrupa Birliği’nin Fransa’dan sonra en büyük ülkesi. İspanya 17 özerk bölgeye ve 2 özerk ile bölünen toplamda ise 50 eyalete sahip bir ülke. İstanbul Havalimanı’ndan başlayan ve Başkent Madid’de sonlanan yolculuğumuz aktarmasız olarak yaklaşık 4.5 saat sürdü. Ülkeye adım attığımızda ise saatlerimizi 1 saat geriye aldık. Şu an Başkent Madid’deyiz. Madid yaklaşık 6.7 milyon nüfusla en kalabalık şehir. Coğrafi konumu nedeniyle ülkenin kalbi olarak isimlendiriliyor. Burası sadece İspanya için değil tüm dünya için önemli bir yer. Her bir köşesinde derin izler taşıyor. Ülkenin demografik yapısına bakacak olursak toplam nüfus 46.7 milyon. Burası Avrupa Birliği’nin en kalabalık dördüncü ülkesi. Nüfusun %85’i İspanyollardan, %1.7’i Faslılardan, %1.2’i Romanyalılardan, geri kalanı ise diğer milletlerden oluşmakta. Ülkenin resmi bir dini yok fakat 1978 yılına kadar Hristiyanlıktı. Bugün nüfusun %56.6’ı Katolik, %2.6’ı diğer dinlere mensupken geri kalan %39.2’si hiçbir dine mensup değil. Ülkede ateistlik gün geçtikçe artmakta. 25-34 yaş arasındaki gençlerin %56’sından fazlası, 18-24 yaş aralığındaki grubunsa %63.5’i kendini dinsiz olarak tanımlıyor. Dindar yüzdeliğini yükselten ise %75 oranla 65 yaş üzeri grup. İspanya son yıllarda belirgin bir nüfus düşüş yaşamaya başladı. Yaşanan ekonomik kriz sonucu halkın küçük bir kısmı ülkeyi terk etti. Bir rapora göre 2050 yılına gelindiğinde hem düşük doğum aranı hem de yüksek yaşam beklentisi sonucu artan göçler nedeniyle
İspanya nüfusunun %11’ini kaybetmiş olacak. Her 3 İspanyol’dan biri 65 yaş üstü olacak. Daha da kötüsü yaşanan nüfusun yıllar geçtikçe daha da katlanarak artması. En büyük sorun yaşanan nüfusun beraberinde getirdiği devasta fatura olacak. Öncelikle çalışan nüfus oranının azalmasıyla üretim azalacak ve diğer yandan da çok daha fazla kamu hizmeti talep eden milyonlarca emekli olacak. Ülkede ortalama yaşam her yıl biraz daha artıyor. Bugün burası 83.86 yılla ortalama yaşam süresi en uzun dördüncü ülke.
İspanya geçmişte her ne kadar geniş aile kültürüyle ünlü bir ülke olsa da şu an kişi başına düşen doğum oranının en az olduğu 3. ülke. Kadın başına 1.2 çocuk düşüyor. Aslında insanlar çocuk sahibi olmayı istemediğinden değil de daha çok ebeveyn olmanın maliyetinden dolayı çocuksuz bir yaşam sürmeyi tercih ediyor. Eurostat’ın son verilerine göre İspanya 40 yaş üstü ilk anne olma oranının en yüksek olduğu Avrupa ülkesi. Ülkedeki günlük hayata bakacak olursak özerk bölgeler birden fazla resmi dile sahip olsa da ülkede genel olarak kabul edilen tek bir resmi dili var. İspanya olacağı. Yerel adıyla ise Castillaca. İspanya yaklaşık 47 milyonluk bir nüfusa sahip olsa da zamanında uyguladığı muazzam sömürge imparatorluğu sayesinde sadece Amerika’da değil Afrika’da ve Asya’da da yayıldı.
Bugün 560 milyondan fazla insan tarafından konuşulan dil dünyanın en çok konuşulan dördüncü dili ve bu insanların yaklaşık 460 milyonu İspanyolcayı anı dili olarak konuşuyor. Zaten İspanyolca’nın en önemli özelliklerinden biri dünyada en fazla ülkede resmi dil satusuna sahip dört dilden biri olması. 20 ülke ve bir bağımlı bölgenin resmi dili. İspanyollar İngilizce konuşma konusunda ise genel olarak pek iyi değiller hatta kötü İngilizce konuşmaları ile önüler.
Halkın %60’ı İngilizce’yi hiç konuşamazken %27’si belirli bir derecede konuşabiliyor ama bunların büyük bir çoğunluğu akıcı değil. Ülkenin para birimi olan Euro’nun bir adeti bugünkü kurulara göre yaklaşık 17,5 Türk lirasına karşılık gelmekte. Aslında Euro kullanımı yürürlüğe girmeden önce ülkenin para birimin pasetaydı. Asgari ücret 1166 Euro iken ortalama maaş ise 2710 Euro civarında.
Fakat ülkede alınan tüm maaşlar üzerinden kazancı oranla %19’dan başlayıp %45’e kadar çıkan bir vergi kesilmekte. İspanya genel olarak Avrupa ülkelerine göre ucuz bir ülke. Yaşam maliyetleri Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve daha bir çok Avrupa ülkesinden daha az. Bu yüzden de genel olarak Avrupalılar İspanyayı ucuz bir ülke olarak görür. Ama İspanyol vatandaşları için durum çok da böyle değildir. Ülkedeki ortalama maaşı da çoğu Avrupa ülkesine göre düşük. Ekonomik krizin derin sarsıntıları hala yaşanmakta.
Ülkenin en büyük problemlerinden biri işsizlik. Burası işsizliğin en yüksek olduğu Avrupa birliği ülkesi. İşsizlik oranı %13.3. İspanya 2008 küresel ekonomik krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri. 2007 yılında %8 civarında olan işsizlik, 2013’te rekor seviyeye %26’e kadar çıktı. Gençlerde ise bu oran %55’lere yükseldi. Şu an ise %28.9. Çalışma sistemi çok güvencesiz.
En yüksek geçici işçi oranına sahip Avrupa birliği ülkesi burası. İş gücünün neredeyse dörtte birini geçici işçileri oluşturuyor. Genç nüfus daha iyi bir yaşam sürmek için farklı ülkelere göç etmekte. Zaten ekonomik kriz çıktığında da 1 milyondan fazla İspanyol yurt dışına göç etti. İspanya bugün dünyanın en güçlü 14. ekonomisine sahip. Fakat kişi başına düşen gayri safi yurt içi çalsağısına bakarsak 34. sırada. İspanya yanlış zaman diliminde hayatın aktığı bir ülke. Aslında burada zaman 1 saat geride olmalı. Fakat 1940 yılında diktatör Franco, Nazı hükümetiyle bir dayanışma içerisinde olduğunun bir göstergesi olarak İspanyayı Almanya ile aynı zaman dilimine getirdi. Saatler bir gecede 1 saat ileri alındı. Zaman değişmiş olsa da İspanyolların günlük hayatlarını sürdürme hızı değişmedi. Biyolojik saatlerine göre devam ettiler. Bu yüzden ülkede günlük hayatın akışı dünyanın geri kalanına kıyasla oldukça farklı. Çalışma günü siesta saatiyle ikiye bölünmekte. Öğle yemeğinden sonra güzel bir öğle uykusu çekmek İspanyol kültürünün bir parçası. Mesai sabah 9’da başlar ve öğlen 2 ile 5 arasında 3 saatlik uzun bir öğle arası verilir. İnsanlar hem yemeğini yer hem de siyasasını yapar. Saat 5 ile 8 arasındaysa mesainin diğer yarısını tamamlar. Bankalarsa genellikle hafta içi her gün öğlen 2 gibi kapanıyor ve bir daha açılmıyor. Devlet dairelerinde de durum böyle. Öğlen 2’den sonra mesai bitiyor.
Konuştuğum İspanyollar özellikle ofiste çalışanların siesta saatlerinde eve gidip uyumasının pek mümkün olmadığını daha çok tatil günlerinde siesta yapmayı tercih ettiklerini anlattılar. Bu arada Ağustos ayı çok sıcak olduğundan bazı yerler ay boyunca kapalı kalıyor ya da farklı bir çalışma sitelini belimsiyor.
Siesta nasıl ortaya çıktı derseniz o zamanlar tarlada çalışan İspanyollar çalışılmayacak derecede sıcak olan günün en sıcak öğle saatlerinde zamanı verimli geçirmek için kısa bir ara vererek uyumaya başladılar. Ve hava biraz serinemeye başlayınca çalışmaya devam ettiler. Aynı zamanda İspanya iç savaşından sonra birçok insan geçinebilmek için sabah ve akşam olmak üzere iki farklı işle çalıştılar. Ve iki iş arasındaki kalan zamanda da dinlenmek için siesta yaptılar. Öğle uykusu bu şekilde İspanyol kültürünün bir parçası haline geldi. İnternete siesta saatlerinde bütün dükkanlarımı işletmelerin kapandığı tek bir yerimle açık kalmadığına dair söylentiler var. Evet hala küçük işletmelerin çoğu hafta içi siesta saatlerinde kapalıyken cumartesi günleri siestadan sonra bir daha açılmaz. Pazar günleri ise tamamen kapalıdır. Ama büyük işletmeler ve birçok süpermarket bu zaman diliminde açık kalır. Yalnızca küçük şehirlerde çoğu işletmenin kapalı olduğunu görebilirsiniz. Mesela şu an kuzey bölgesinde küçük bir şehirdeyiz Pamplona’dayız.
Sabah buraya geldiğimizde buranın önünde uzun bir kuyruk vardı. Şu an siesta saatlerinde olduğumuz için gördüğünüz gibi tamamen kapalı. İspanya tamamen bir festivali ülkesi ve İspanya deyince insanların aklında ilk canlanan şey Boğalar. Biz de şu an ülkenin en büyük festivali olan San Fermin yani Boğa festivali için kuzeyde bulunan Pamplona şehirdeyiz.
Madrid’den Pamplona’ya yolculuğumuz uçakla yaklaşık bir sıra sürdü. Festivalin ruhunun ne kadar coşkuyla yaşandığı daha havalimanından belliydi. Şehre yaklaştıkça bunu daha da yakından hissettim. San Fermin her yıl 6-14 Temmuz tarihleri arasına kutlanan 9 günü süren ve 1 milyondan fazla insanın katıldığı bir festival. Festivalde iki ana etkinlik var. Biri Boğa koşusu. Boğa koşusu. İnsanlar Boğa koşusunu izleyebilmek için erkenden alana gidiyorlar ve orada saatlerce bekliyorlar. Şu an saatlerimiz 5’i gösteriyor. Biz de erkenden kalktık ve yola koyulduk.
Festival alana doğru giderken fark ettim ki kimileri için gün yeni bitmiş, kimileri ise günü hiç bitirmiyordu. Hatta festival anında yerlerde uyuyorlardı. Bu festival bana eğlenmenin İspanyollar için ne kadar önemli olduğunu ve eğlenmekten asla bıkmayacak bir yapıya sahip olduklarını gösterdi. Her sabah saat 7’de koşuya katılmak isteyen insanlar belediye binasının önünde toplanıyor ve saatler 8’i gösterdiğinde tam bu kapının ardında bekleyen Boğalar serbest bırakılıyor. İsteyen insanlarsa Boğaların önünde bu koşuya katılıyorlar.
Koşunun başlarımızda yarım saat kaldı. Etrafı iyice kalabalıklaştı. Bu tarafta insanlar vücutlarını ısındırıyorlar, koşuya kendilerine hazırlıyorlar. Belki de yıllardır bu koşuya katılıyorlar. Ortalama 3 dakika süren koşu her akşam 6.30’da başlayan festivalin ikinci ana etkinliği olan Boğa güreşinin yıkılacağı arenada bitiyor.
Koşup, Boğaların korkup koşmasını sağlayan bu seste başlıyor.
Bugün bu festivalde 16 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi ise yaralandı.
Burası Argentina’dayız. San Fermín’e geldik. Bazı hayal birisi geldi ve birisi düştü. Onlara çok teşekkür ederim. Ama şükürler olsun, çok iyi olduk. İyi bakın, teşekkürler. Festival süresince kırmızı ve beyaz giyinmek yazılı olmayan bir kural gibi. Bebekler dahil herkes bu kurala uyuyor. Bence insanlar toplantıya karşı. Bu Naber’de olan bir festival.
Bu, Naber’de olan bir festival. Bütün dünyada. Ben de sevdim. Birlikler, sevdim, sevdim. Ve bu her zaman olmalı. Bu çok güzel. Bu, çok güzel. Siz de sevdiğiniz için. Bu festivalin en çok merak edilen kısımlarından birini sizlere göstermek için Boğa güreşine iki bilet aldık. Hadi gidelim, içeri gidelim. Tarihte çok popüler olan Boğa güreşlerini kimileri bir sanat, kimileri ise barbarlık olarak görmekte. Fista de los toros no me gusta. Los San Fermines son espectaculares. Pero lo que no me gusta es que luego mate a los toros tan salvajemente como los mata. De todas las maneras las corridas de toros quieren los días contar. Kökenleri, milattan sonra 711 yılına dayanan bu güreşler birçok İspanyola göre kültürlüsünün ayrılmaz bir parçası. Que cuantos años llevamos viniendo a los toros. Toda la vida. Toda la vida. Yvamos a seguir entre podamos, claro. Sanalanın aksine Boğalar kırmızı rengi ayırt dahi edemezler. Tüm sığırlar renk yürüdürler.
Onları kızdıran şey pelerinin ve matadorun hareketleridir. Arenanın her bir köşesinde binlerce insanın olması ve gürültülü tezahüratlar yapması ise bu ayı kızdıran diğer faktörlerdir. İstatistiklere göre genç nesil hayvan haklarını ihlal ettiğinden bu kültürden gittikçe uzaklaşıyor.
Bu ülkede yemek saatleri dünyanın birçok yerine göre farklı. İspanyollar her şeyi geçiyorlar. Öncelikle günde beş öğünleri var. İki küçük kahvaltı yapıyorlar. İlki işe gitmeden önce yedi ile dokuz arasında yapılır.
Kahvaltı önemli bir öğün değildir. Güne genellikle süklü bir İspanyol kahvesi olan Cafe Con Leche yanında kruvasan, çuros ya da benzeri bir atıştırmalıkla başlarlar. Burası 1894 yılından beri açık olan bir yer. Mademis’in en eski çikolatacısı. O yüzden çikolataları da çok meşhur. Çurosun da en iyi yapıldığı yer burası. Saat 10.11 gibi ikinci kahvaltı olan Almuarzo yapılır. Bu öğün de sandviç, meyve ya da magdelena adı verilen bir kek yenir.
İki ile dört arasında ise günün en önemli ve en büyük öğünü olan öğle yemeği başlar. İspanyollar hafta sonları kimi zaman üç saat süren, geleneksel uzun öğle yemekleriyle ünlülerdir. Restoranlar öğle yemeği için öğlen bir civarında açılır ve dört gibi kapanırlar. Öğle yemeğinden sonra ve akşam yemeğinden önce saat 5-7 arasında tatlı ve tuzlu atıştırmalıkların tüketildiği Merianda saati vardır. Bu arada genellikle 7 ile 9 arasında çoğu İspanyol
şehrin sokaklarında Paseo adı verilen bir yürüyüş yapar. Günün son öğünü olan akşam yemeği ise genellikle 9.30-10 gibi başlar. Öyle ki öğle yemeğinden sonra kapanan birçok restoran 8’den önce açılmaz. Şu an asırlar öncesinden kalan tarifle tarihi bir atmosferde akşam yemeği yemek için dünyanın en eski restoranı Sobrino da Botin’e geldim. Atmosfer çok güzel, her şey çok eski. Burası yaklaşık üç asır önce 1725 yılında
Fransız aşçı Can Botin ve eşi tarafından açılan bir tavarna idi. Bu gördüğünüz antika pürün restoran kurulduğundan beri yani 1725 yılından beri tam 297 yıldır bir kez bile sönmemiş. Az önce konuştuğumuz restoranın müdür yardımcısı bize bunu söyledi. Mesela şurası eski madetmiş ve şurada restoran var. O kadar eski bir restoran burası. Casa Botin adında açılan restoran Botin’in yeğenine miras kalınca adı Botin’in yeğeni anlamına gelen Sobrino da Botin olarak değiştirildi.
1987 yılındaysa adını Guinness Rekorlar Kitabına yazdırdı. Tadını çok merak ediyorum. Atmosferden ne kadar tarihi bir yer olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yemekleri de çok lezzetli. İspanyollar yemeği sindirmek için sofrada saatlerce uzun bir sohbet ederler. Hatta bunun bir adı var, Sobremeza. İspanyolara göre yemek yemek sosyalleşmek için bir araçtır. Herkes yemeğini bitirse de kahveye de içki eşliğinde masada oturmaya devam eder. Mesela akşam yemekleri öğle yemeğinden daha hafif olsa da sohbet güzelse gece yarısına kadar devam edebilir. Zaten İspanyollar genel olarak da geç uyurlar. Şu an İspanyol yemek kültürünün izlerini sürmek için Madrid’in gastronomi tatınağı olarak adlandırılan yılda 10 milyon kişinin ziyaret ettiği merkez adı San Miguel Kapalı Pazar yerindeyiz. Burası adını 13. yüzyılda burada inşa edilen San Miguel de los Octuez kilisesinden aldı. Gracias.
Şimdi böyle bir şey aldık. İsmine bilmiyorum ama tadına bakacağız. Fakat kilise 1790 yılında çıkan bir yangınla bir daha eski haline döndürülemedi. Ve 1916 yılında burası bugün birçok gıda ürününün satışının yapıldığı yerlerin ve turistlerin İspanyol lezzetlerini doyasıya tüketebileceği bir pazar yeri haline geldi. Bu da croquet. Baya güzelmiş bu. Peynirli. Pazar Eiffel kulesinden ilham alınarak tamamen demirden inşa edildi. Bu arada Eiffel kulesinin başlangıçta Barcelona için düşünüldüğü ama hükümetin reddetmesi üzerine Fransa’ya yapıldığına dair bir rivayet bulunmakta. İspanya bugün kişi başına düşen domuz eti tüketiminin en fazla olduğu ülke. Erişebildiğim en güncel kaynak 2019 yılında 152 ülkenin dahil edildiği bir rapor.
Bir İspanyol ortalama olarak yılda 55.2 kilogram domuz tüketmekte. Bugün ülke domuz eti ihracatında lider konumda. Ayrıca ülkenin lider olduğu diğer bir şey ise zeytin ve zeytinyağı üretimi. Dünyadaki toplam zeytinyağı üretiminin %47’sini İspanya tek başına karşılıyor. İspanyollar çok fazla karboyozat tüketiyorlar. Ekmek yemek kültürlerine çok önemli. Biz de şimdi İspanyol yemekleri denilince akla ilk gelen tapas kültürünü denemeye geldik.
Tapas aslında çeşitli mezelere verilen genel bir isim. Daha anlaşılır tarif etmem gerekirse atıştırmalık. Kuzeyde bulunan Baspa ülkesinde bu mezeler minik ekmeklerin üzerine konuluyor ve adına pincho diyorlar. Şimdi kendime bir tane pincho aldım. Bir rivayete göre tapas kültürü İspanyolların içki bardaklarının üstünü toz ve sinek kaçmasın diye bir parça ekmek ya da ince bir dilim etle kapatmasından doğdu. Zaten tapa İspanyolca’da kapak anlamına geliyor. Birer bir efsaneye göre ise 13. yüzyılda kral Alfonso bir hastalığa yakalandı ve hastalıktan şarabın yanında küçük miktarlarda yiyecek yiyerek kurtuldu. Daha sonra ise içkilerin yanında bu şekilde atıştırmalık verilmeden satılmamasını emretti. İspanya bir Avrupa ülkesi olduğu için gözünüzde çok daha farkı canlanabilir. Burası dünyanın en temiz 14. ülkesi, Başkent-Madri’s’te en temiz 15. şehri. Ama bu ülkedeki her bölgenin çok temiz olduğu anlamına gelmiyor.
Madri sokaklarında yürürken yere atılmış sigara izmarikleri, birer şişeleri ya da ambalajlar görmek çok olağan. Buraya gelmeden önce Madri’deki işlek caddelerin bile idrar koklana dair birçok söylenti duymuştum. Şehri sokaklarında gezerken önceden inanmadığım bu duyumların gerçek olduğuna bizzat şahit oldum. Eniştek caddeler bile kötü kokuyor. Özellikle sabahın ilk saatlerinde barların yakınlarındaki sokaklar. Öyle ki 2019 yılında Madri şehir merkezinde 50 tane uyarı tabelası yerleştirildi.
Bunlardan 35’i tuvalet yapmamaları için oldu. Yakalanları hesap 1500 liraya kadar para cezası verilmeye başlandı. Dışarıda yürürken bastığım yerlere dikkat etmem gerektiğine dair yazılar da okudum. Ki burada karşılaştığımız tabelabının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Çünkü köpeklerin dışarı gezdirmeye çıkaran birçok insan köpeklerin dışkılarını yerden almıyor. Daha önce bu konu hakkında uyarılmıştım ve yanlışlıkla yolda yürürken basmış bulundum. Bu ülkede her 3 evden 2’sinde en az 1 evcil hayvan bulunmakta.
Öyle ki Madri’de birçok insanın birden fazla köpeği var. Peki genel olarak İspanyollar nasıl bir halk? Öncelikle aslında İspanyollar hakkında her konuda genelleme yapmak doğru olmaz. Çünkü ülke birbirinden farklı birçok bölgeye, dile, kültüre ve mutfağa sahip.
Mesela Madri’de doğru olan bir varsayım Sevilla ya da Barcelona’da tam tersi olabilir. İspanyollar genel olarak sıcak, samim ve misafirperver insanlar. Konuşmayı, muhabbet etmeyi çok seviyorlar. Bu yönleri aslında Türklere çokça benzetiliyor. Çok sosyaller ve selamlaşmak onlar için çok önemli. Bir kafeye, mağazaya ya da herhangi bir yere girdiğinizde, otobuse bindiğinizde birbirini tanımayan insanlar selamlaşıyor. Mesela yolda giderken bir insanla göz göze geldiğinizde size hola diye selam vermesi çok normal. Hola! Hola! Yol sorduğunuzda sizinle o adrese kadar yürüyebiliyorlar. Birimseme yüzlerinden hiç eksik olmuyoruz. Burada her gün aynı dili konuşamadığımız birçok İspanyola karşılaşıyoruz. Ama hepsi bize bir şekilde yardımcı olmaya çalışıyor. Sohbet ederken fiziksel temas kurmayı severler ve bundan çekinmezler. Yeni tanışmanız önemli bir faktör değildir.
Ayrıca konuşurken ellerini de çok kullanıyorlar. Genellikle fikirlerini açık bir şekilde doğrudan söylerler. İspanyollar genel olarak dakika olmamalarıyla bilinirler. Randevülere en az yarım saat geç giderler. Hatta ülkede planlar genellikle İspanyol saatiyle yapılır. Yani herkes tam vaktinde orada olunmayacağını bilir ve ona göre plan yapar. İnsanlar genellikle haftalar sonrasına plan yapmazlar ve bundan hoşlanmazlar. Zamanı akışına bırakmayı seviyorlar. Burada hayatın ritmi yavaş.
Genellikle birçok şey yavaş ilerlemekte. Özellikle resmi evrak işleri, kısacası, bürokrasi. Ülkede yaşayan yabancılar İspanyolların en çok yavaş ve pratik olmamasından yakınıyorlar. Restoran ve kafelerde servis yapılması epey zaman alıyor. En basiten burada markette kasa kuyruğuna girerseniz, sıranın bile yavaş ilerlediğini görebilirsiniz. Genellikle kasayerler insanlarla muhabbet ediyorlar. Aslında İspanyolların yavaş olmalarındaki ve dakika olmamalarındaki en büyük neden sakin bir yapıya sahip olmaları.
Hani klasik bir cümle vardır ya, çalışmak için yaşamak değil de yaşamak için çalışmak. İspanyollar tam anlamıyla böyle. Her gün güneş yeniden doğar. İşler bugün ya da yarın nasıl olsa halledilir. Gergin ve stresli değillerdir. Arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde iş hakkında neredeyse hiç konuşmazlar. Bir insanın mesleği toplumdaki statüsünü belirlemez. Yapıları gereği genellikle iş kulüktü değillerdir.
Hatta bu kadar rahat olmaları İspanyolların genel olarak tembel olduğuna dair varsayımlara neden olur. İspanyollar eğlenmeyi seven ve bilen bir halk. İşleri ekonomik durumları pek iyi olmasa da mutlu olmayı başarıyorlar. Ülkede tüketim çılgınlığı yok. Son model bir araba ya da yeni çıkan bir telefon almak çabasında ve isteğinde değiller. İhtiyacı olan şeyleri alıyorlar ve küçük şeylerden mutlu olabiliyorlar. Bu da aslında zamanında yaşadıkları ekonomik klizim bıraktığı biriyiz.
Bugün İspanya yaşam kalitesi en yüksek 15. ülke. Burada neredeyse herkes sokakta olmayı seviyor, evlerinde oturmuyor. Dışarı çıkmak onlar için sosyalleşmenin en temel yolu. Meydanlarda oturup sohbet eden gencinden yaşasında çok sayıda insan var. Bu arada İspanyollar genel olarak çok fazla alkol tüketiyorlar. Burası 15-19 yaş aralığındaki genç nüfusun en çok alkol tükettiği 5. ülke. % 66.7’si alkol tüketiyor.
İspanya bir şarap ülkesi. 961 hektar alanlar. Dünyada en fazla üzüm bağına sahip ülke burası. İspanya yazarlarında çok sıcak olduğu için insanlar genellikle parklara kaçıyorlar. Ağaçların gölgelerinde oturuyorlar. Akşam saatlerinde buralar daha tıklım tıklım oluyor çünkü biraz daha güneş gitmiş oluyor. Şu an güneşin tam tepede olduğu vakitteyiz aslında. Hem Madrid’de hem de Barcelona’da bu şekilde şehir merkezlerinde çok sayıda park var. İnsanlar genelde parkta oturmayı tercih ediyorlar.
Artık onların bir kültür haline gelmiş. Bazı insanlar İspanya’nın harika bir hava ile kutsanmış olduğunu söylüyorlar. Ayda ortalama 349 saat güneş alan Avrupa’nın en güneşli şehri Alicante İspanya’da bulunuyor. Evler hem sıcak olduğundan hem de gün içi siesta yapıldığından eski yeni fark etmeksizin her evde panjur bulunuyor. Şehir o kadar sıcak ve nemli ki burada havadan bulanan insanlar serinlemeye çalışıyor. İspanya’da ikili ilişkilerin nasıl olduğundan bahsetmek gerekirse öncelikle burada askeriye evlenme yaşı 16. Hatta 2015 yılına kadar Avrupa’nın en düşüğü olarak 14’tü. Fakat ortalama evlenme yaşı erkeklerde 38, kadınlardaysa 35. Burası Avrupa ülkeleri arasında boşanma oranının en yüksek olduğu dördüncü ülke. Ülkede popüler olan şey kanun önünde evlenmeden tıpkı evliymiş gibi kısmen bazı haklara sahip olmayı sağlayan bir yasal birliktelik. En az bir yıldır birlikte yaşadıklarını kanıtlayan çiftler başvurma hakkına sahip oluyor. Aslında bu uygulama 1980’li yıllarda ülkede eşcinseller resmi olarak evlenemediği için ortaya çıkarıldı. Aile çoğu İspanyolun hayatındaki en önemli şey. Evlenene kadar aileleriyle beraber yaşamaya devam ediyorlar. 35-40 yaşına gelmiş ve hala evlenmemiş İspanyolların aileleriyle yaşaması oldukça normal. Zaten ülkede bağımsız bir hayat kurmak da çok zor.
Ülkenin tarihine kısaca bir göz atacak olursak bu topraklarda ilk yerleşim yerini milattan önce 1100’lü yıllarda Fenikilliler kurdu. Onları Keltler ve Yunanlar takip etti. Ardından Kartacılar daha sonra ise Romalılar geldi. Romalıların gelmesiyle Hristiyanlık yayıldı. 500 yılında Vizigotlar İspanya’nın çoğunu ele geçirdi. 711 yılında ise Afrika’dan gelen Müslüman Araplar 1492 yılına kadar ülkenin ağırlıklı olarak güney bölgesine hakim oldu. Ve İspanya’ya Endülüs denilmeye başlandı. İspanya tekrardan Hristiyanların hakimiyetine geçtiğinde Christophe Colomb hükümetin desteğiyle Amerika’yı ilk kez keşfettiğine inanılan o ünlü gezisine çıktı. Ve dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarından birinin kurulmasının temelleri atıldı. İspanya hüküm sürdüğü birçok ülkede kendi dinini ve dilini başarıyla empoze etti. Ülke 1931 yılında Cumhuriyet oldu.
Bu süreçte ülkede Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasında gerilimler yaşanıyordu. Ve 1936 yılında orduda bir general olan Franco Cumhuriyeti ele geçirip İspanya’yı daha geleneksel geçmişine geri çekmek için bir darbe düzenledi. Darbe başarısız oldu. Ama ülke 1939 yılına kadar 3 yıl sürecek bir iç savaşı sürüklendi. İç savaşı kazanan Franco ve Milliyetçiler oldu ve 36 yıl sürecek Franco Düktaşörlüğü başladı. 1975 yılında Franco hayatını kaybedince ülke demokrasiye geçiş dönemine girdi. Belirtmem gerekir ki İspanyol toplumu ve İspanya ekonomisi son 40 yılda muazzam bir dönüşüm geçirdi. Ülke uzun bir distratorluk döneminden çıktı ve demokrasiye geçiş yaparak modernleşti. Küresel ekonomiye tüm hızıyla entegre oldu ve bugün gelişmiş ülkeler arasına ismini yazdırdı. İspanya parlamenter demokrasiye dayalı monarşiyle yönetilmekte. Yani bir krallık var. Fakat bu krallık daha çok sembolik bir krallık.
Arkamda gördüğünüz bu ihtişamlı yapı 135.000 metrekare yüz ölçümüyle Avrupa’nın en büyük kraliyet sarayı olan Madrid Kraliyet Sarayı. Toplamda 3.418 odaya sahip. Aynı zamanda burası dünyanın hala işleyen en büyük sarayı olarak da kabul edilmekte. İspanya’da her şey gülük gülistanlık gibi gözükse de burada beklemediğiniz büyük bir problem var. Ülke bölünmenin eşiğinde. En zengin şehri olan Barcelona’yı da kapsayan Katalonya bölgesini elinden çıkarmak üzere.
Kurulması için uğraşılan 7.7 milyon nüfusu bu yeni ülkenin yani Katalonya’nın İspanya’dan ayrılmak için bir sürü nedeni var. Hatta buradaki insanların çoğu kendilerini İspanyol olarak bile tanımlamıyor. Onlar kendilerini ülkenin lokomotifi olarak gören, diğer şehirdeki İspanyoları ise yük olarak tanımlayan, bölünlüklerinde Avrupa Birliği’nden çıkmayı bile göze alan ve genele göre daha eğitimli bir nüfus olan Katalanlar. Kendi dilleri, kültürleri, bayrakları, hükümetleri ve polisleri olan ayrı bir millet. Katalonya bölgesini incelediğim ve İspanya’dan kopma eşiğinde olan Katalanlarla bir araya geldiğim yeni videom iki hafta sonra Cumartesi günü yayınlanacaktır. Bu videoda İspanya’nın bölüme ihtimali nedir? İspanya parçalanınca ne olacak? Katalanlar nasıl ayrılmayı planlıyorlar? Ve kendi ülkelerini kurduktan sonra politika terazisinin hangi ketesine duracaklar gibi çok önemli soruların peşine düştüm. Kaçırmamak için kanalıma buradan abone olabilirsiniz. Katalonya videosunda görüşmek üzere.
Hoşçakalın. Ben Sümeyra Çenet.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir