"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ekonomi Nasıl Düzelir? ALİ BABACAN | Olmaz Öyle Saçma Ekonomi B16

Ekonomi Nasıl Düzelir? ALİ BABACAN | Olmaz Öyle Saçma Ekonomi B16

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=XGtA1yU4Yhg.

Ali Bey tekrar merhaba. Merhaba. Nasılsınız? Yaklaşık bir yıllardan sonra tekrar bir aradayız. İyiyiz. Siz nasılsınız? Bendeyim. Teşekkür ederim. Sağ olun. Yanımda gençlerden oluşan bir ekip sağ tarafımdan sayıyorum. Hava, Gülsema, Duygu, Mustafa Seven. Genç değil o. Ben deyim. İlker Canikli Gil. Solum da Mertcan. Kemal. Ben hemen bir soruyla açayım. Arkadaşlarım bir sürü soracak sorusu vardır ama açma hakkı bende olsun. Herkes ekonomist oldu bu son dönemde. Yani gerçekten hiç bu kadar çok ekonomi konuşulduğunu hatırlamıyorum. Sizin çıktığınız programları da takip ediyorum. Başka ekonomi programlarını da takip ediyorum.
Sorulmamış soru kalmadı ama yine de bir kere adetten açılış yapmak için sormak istiyorum. Ne oluyor Ali Bey? Şu anda Türkiye’de yaşadığımız ev yapımı, el yapımı, yerli ve milli bir kriz. Kısa özeti bu. Niçin? Çünkü bu şiddette bir ekonomik krizi şu anda dünyada başka bir ülke yaşamıyor. Biz yaşıyoruz ve üstelik sebebi de tamamen Türkiye’deki kötü yönetim. Başka bir sebebi de yok. Yani evet pandemi var. Evet dünyada bazı temel ham madde fiyatların, fiyatların artışı var. Şu var. Bu var ama bizde kadar şiddetli bir enflasyon dünyada benzer az bulunur bir durum yani.
Bizdeki bir hayat pahalılığı, bizdeki bir yoksulluk, gelir dağılımın hızla bozuluyor olması, işsizlik, özellikle genç işsizlik. Bunlar hep Türkiye’nin ağırlık olarak kendi içinde yaşadığı bir kriz. Şimdi hep şöyle bir şey deniyor onu sormak istiyorum. Ben tabii 2001 krizinde hayattaydım malum. Buradaki arkadaşlar onu hatırlamıyorlar ama çoğu 2000 civarında doğduğu için. 2001’de o büyük kriz patladığında bir adam gelmişti bir gün birdenbire. Kemal Derviş gelmişti. Ve o güne kadar bilmediğimiz bir isimdi. Belki ekonomi çevrelerinde biliniyordu herhalde bilmiyorum. Ve bir anda Kemal Derviş geldi. Dolayısıyla da IMF geldi ve düzelir bu iş gibi bir şey olmuştu. Ve sonrasında da işte 20 yıl AK Parti geldi ve siz devam ettiniz. Şimdi hep şu söyleniyor. Aslında o program yani o 13 yıllık görece refah dönemi Kemal Derviş’in ve Dolayısıyla IMF’in eseriydi. Ali Bey’in buna katkısı o kadar da yoktur diyen münafıklar var. Bu doğru mu? Yani siz aslında Kemal Derviş’in programını mı devam ettirdiniz? Aslında aklın yolu bir tişareyle, ortak akılla, bilim temelinde bir plan yaparsanız, program yaparsanız ve bunu aynı zamanda uygulayabilirseniz iyi sonuçlar alırsınız. Yani iki kere iki dört eder kadar basit konular. Ya da en azından ben 13 yıl bu işlerle uğraştığım için bana artık basit geliyor, bilmiyorum. Şöyle ki asıl Türkiye’nin son 20 yılın en önemli reform süreci 1999’da başlıyor. Helsinki zirvesiyle Avrupa Birliği süreci Türkiye’nin yeni bir döneme giriyor. Ve aynı zamanda 1999’da da yeni bir ekonomi program başlatılıyor. Fakat bu program hemen kısa bir süre sonra patlıyor. Patlayınca dediğiniz gibi Sayın Derviş geliyor Türkiye’ye. O da gayet iyi şeyler yapmaya çalışıyor fakat uygulama konusunda yine sıkıntı çıkıyor. O da Sayın Derviş ne diyor? 2002 yılında artık erken seçim lazım diyor çünkü biz bu programı uygulayamıyoruz. Çünkü daha güçlü bir iktidar gelsin hani reform yapabiliriz içinde herhalde. Evet, evet. Çünkü ekonomi programı kağıt üzerinde yazmaktan kolay bir şey yok. İdeal programı yazarsınız, o mesele değil. Ama asıl onu uygulamak çok önemli. Uygulayabilmek için de Türkiye’yi çok iyi tanımak gerekiyor.
Türkiye’nin ekonomik kodlarını iyi anlamak gerekiyor. Türkiye’deki toplumsal davranış paternlerini iyi bilmek gerek. Esnafımızın, çiftçimizin neye göre nasıl karar verdiği, vatandaşlarımızın ekonomi değinceyi neye anladığını, nasıl anladığını çok iyi bilmek gerekiyor. Dolayısıyla mutlaka Türkiye’de uygulanabilir düzgün bir ekonomi program gerekiyor öncelikle. Biz onu yaptık, ne yaptık? Ben 2001’de iktifasiyat siteliye girdi ve çok iyi bir ekonomi program hazırladık. Ve kendi hazırladığımız ekonomi programı Londra’da, New York’da, Boston’da, bütün dünyanın önemli finans merkezlerinde daha seçimlerden önce gittik herkese anlatık.
Dedik ki biz yeni parti kurduk, yapacaklarımız bunlardır. Eğer seçilirsek, eğer halk bize bu desteği verirse biz bunu uygulayacağız. Ama uygulayamayacağız dediğimiz ve daha sonra uyguladıklarımız tabii ki o 99’da ya da Kemal Derviş dönemindeki uygulanmaya çalışılan, ne var ne yoksa onların iyi unsurlarını aldık. Yanlış uygulanacak kısımlarını kenarda bıraktık. Ama şunu yaptık çok şükür, o dönemde ne dediysek uygulayabildik. Ve 2002-2007 arası Türkiye’nin olağanüstü hızlı kalkınma dönemi oldu. O dönem 2002-2007, özellikle lisede, üniversitede okuyan genç arkadaşlarımızın belki de bilmediği dönemler
ama Türkiye’nin herhalde tarihindeki en başarılı dönemler o dönemler oldu. Dolar kuru şaşıracaksınız belki kaçmış 1.51’miş. Yani dışişleri bakanı olana kadar 1.50’den 1.30’a kadar gitmiş dolar kuru değil mi? Gerilemiş yani. Gerilemiş, 6 yıl. Ama ne oluyor aynı dönemde? İhracat bakın 36 milyar dolardan 132 milyar dolara çıkan bir ihracat var, yatırım var, üretim var. Bakın aynı aynı dönemde milli gelinimize ne olmuş çok enteresan. 3600 dolardan başlamış 11.000 dolara çıkmış aynı dönemde. Ama bu dönemin özelliği ne onu da söyleyeyim.
Bu dönem sadece iyi bir ekonomi politikasına uygulandığı bir dönem değil. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci. Biliyorsunuz ben aynı zamanda Türkiye’nin ilk Avrupa Birliği Bakanıyım. Evet aslında dışişleri bakanlığı da yaptım. Asıl o ekonomiye ve Avrupa Birliği’ne aynı anda baktığım dönem var. Bir yandan Avrupa Birliği ile müzakere ediyordum, bir yandan da ekonomi yönetici. İki işi aynı anda yapıyordum. Avrupa Birliği sürecinin ekonomik programla eş zamanlı olarak yürümese Türkiye’yi öngörülebilir bir ülke haline getirir.
İnsanlar baktı Türkiye’de artık demokrasi ile ilerliyor, hukuk ile ilerliyor, temel hak ve özgürlüklerde ilerliyor ve eş zamanlı olarak da gayet düzgün akıllı bir ekonomi programı uyguluyor. Yani hukuk, demokrasi, adalet konularıyla beraber ekonominin böyle eş zamanlı iyileşmesi ülkeyi kanatlandırıp uçuruyor. 3600 dolardan 11000 dolara çıkmış. İhracat 36 milyar dolar dan 132 milyar dolar çıkmış. Tam bu noktada hep şöyle bir eleştiri var. Daha doğrusu eleştiri değil de şöyle bir gerçek dile getiriliyor. O dönem dünyada bir para bolluğu vardı ve o çok yardım etti deniyor. Doğru mu bu? Doğru değil çünkü rakamlar ortada onun grafiği yok ama söyleyebilirim şifa olarak. 2002’de yani benim ilk ekonomi bakanı olarak göreve başladığım gün Avrupa Merkez Bankası’nın toplam bilanç öbüyüklüğü 700 milyar euro. Şu anda 8,5 trilyon euro. Amerikan Merkez Bankası’nın bilanç öbüyüklüğü 700 milyar dolar şu anda 8,5 trilyon dolar. Bugün o güne göre tam 12 misli. O gün Amerikan Merkez Bankası’nın faizi yüzde 4 bugün yüzde 0.
Dolayısıyla o gün dünyada para çok az ve çok pahalı. Oysa bugün dünyada para çok bol ve çok ucuz. Ama böyle hurafeler var geçmişe doğru baktığımız zaman. Hele hele 20 sene öncesi olunca tabii insanlar uydurulmuş bir gerçeklikle de yola çıkabiliyorlar. Bir şeyler de söyler hiç önemli değil. Yani o günkü zor şartlarda biz bunu başardık. Zaten kolaydı. Onun için bu oldu değil yani. Gerçekten büyük emek işi, gerçekten çaba işi ve en önemlisi iyi bir kadro işi. Çalışma ekibinizin gerçekten düzgün işini bilen ve dürüst insanlardan oluşması. O kadro işini ben de biliyorum efendim evet. Biliyorsunuz değil mi? Kadro iyi olunca güzel sonuçlar alıyorsunuz. Ama yanlış kötü bir kadro olduğun zaman da iş yürümüyor. Dolayısıyla bizim hem Avrupa Birliği sürecinde hem ekonomide daha sonra dışlığında yani benim sorumlu olduğum alanlardaki başarının en önemli sırrı düzgün ve işini bilen insanlarla çalışmış olmamız. Peki bir eleştiri daha var. Osman Altuh var meşhur ekonomist. Erbakan döneminde de danışmanlık falan yapmıştı. Onun dile getirdi ama başkalarının da dile getirdiği şöyle bir şey var. Türkiye aslında o parlak döneminde de borçla büyüdü diyorlar.
Yani biz aslında borçla mı büyüdük? Türkiye ekonomisi o dönemde çok hızlı büyüdü. Borç da arttı ama ekonomi borçtan daha çok büyüdü. O nasıl ölçülür? Bir ülkenin kamu borcunun milli geleni oranına bakarsınız. Mesela biz devraldığımızda bu oran %74’tü. Yani ekonomik büyüklüğümüzün %74’ü kadar kamu borcu vardı. Daha sonra ben bırakırken bu %27’ye değinmişti. %74’ten 27’ye değindi. Şu anda %40’ın üzerinde. Onun kaç olması gerekir peki? Şöyle Avrupa Birliği buna %60 diyor. Yani Maastricht kriteri %60. %60’ın üstünde Avrupa Birliği iyi değil diyor. Fakat Avrupa ülkenin çoğunda bu %60’ı çoktan geçmiş durdu. Durduramıyorlar. Zaten bizim ekonomik başarımızın en önemli sır, kamu borcunu ciddi oranda aşağıya düşürebilmemiz oldu. Onu yapmasaydık Türkiye stabilize olmazdı. Bu betona gömüldü muhabbeti var. Onu çok siz de duyuyorsunuzdur. Yani çok para geldi ama o para eğitime katma değer yaratacak teknolojiye yatırılmadı. Betona gömüldü. O doğru mu? Doğru çünkü 2012-2013 yılları geldiğinde ben bunun uyarısını çok yaptım. Hepsi basın arşivlerinde var.
Dedim ki hukuka ve eğitime yeterince kaynak ayırmıyoruz. Bu konularda geriliyoruz. Eğer böyle olursa orta gelir tuzağına düşeriz derim. Ne demek orta gelir tuzağı? Orta gelir tuzağı şu demek ülkeler dünya bankasının sınıflarında nasıl var? Düşük gelirli ülkeler, alt orta gelir, üst orta gelir ve yüksek gelirli ülkeler. Yani dünyadaki ülkelere kişi başına düşen milli gelirine göre dünya bankası 4 sınıfı ayırıyor. Orta gelir sınırı 13.000 küsür dolarlarda bugün kişi başına düşen milli gelir var. Biz ne yaptık? 11.000 dolar çıkarttık. Sonra ben dışarı bakanı oldum.
Görüyorsunuz maalesef hemen ikimiz de 9 krizi vurdu. Sonra tekrar ekonomiye döndüm. 12.500 dolara çıktık ve biz 12.500 dolara çıktığımızda dünya bankasının sınırı 12.700’dü. Yani 200 dolar daha yükselseydik artık Türkiye yüksek gelirli ülkeler grubu içerisine girecekti. Ama ne oldu? Hukuk olmadı, eğitim olmadı. Finansman ağırlık olarak betona, demire gömüldü ve ülkenin ekonomisi o gün bugündür iflah olmuyor. Bakın merdiven basamağı gibi iniyoruz, iniyoruz, iniyoruz. En son otel 8.000 dolar inmiş durumdayız. Bir şey sormak zorundayım. Siz o 10 yıl veya 13 yıl baskıladınız mı doları? Çünkü bütün bu verdiğiniz sayılar dolarla ilgili. Yani dolar eğer 8 lira olsaydı o 11.000 dolar olmayacaktı. Dolar satarak değil, tam tersine dolar yağdı memlekete, eurolar yağdı. Oluk oluk para aktı. Çünkü güven olunca kendi vatandaşlarımızın piyaslık altında, kiralık kazarı da şurada burada tuttuğu ya da yurt dışında tuttuğu kaynaklar Türkiye’ye geliyor bir. İkincisi ya Türkiye büyüyecek bir ülke, Türkiye’de çok önemli potansiyel var.
Genç bir nüfus var, girişimci bir ruh var Türkiye’de deyip bütün dünyanın parası oluk oluk Türkiye’ye geliyor. Biz onu yaşadık. Tam tersine Merkez Bankası bizim dönemimizde durmadan döviz aldı. Döviz o kadar bol ki buradan başlıyor bakın. Merkez Bankası’nın döviz rezerv artıyor. Nasıl artıyordu? Merkez Bankası haralalı döviz alıyor. O kadar bol ki hem de ucuza alıyor alıyor. Ne olur normal bir gün döviz kıtlı olursa diye. Bol döviz var, onun için kurlar düşüyor. Bol yatırım var, istihdam oluşuyor. İstizlik azalıyor aynı dönem. Öyle dönemlerdi o dönemde.
Ama burada şu var, başarının olmaz için dediğim gibi kadro şart, iyi bir program şart. İstişareyle böyle ortak akılla danışa danışa iş yapmak çok çok önemli. Bunlar olmazsa başarı olmaz mümkün değil yani. Ali Bey ben de aynı dönemde ilkini sordukların paralelinde soruyor olacağım. Bu 2009’da 1.2’ler, 1.3’ler bunlar doğru muydu? Yani Türkiye ekonomisi için normali o muydu o dönemde? O dönem yerli üreticiye biraz da yerli üreticiyi daha sağlamlaştırmak.
O dönemde atılacak bazı adımlar o bolluk refah yerine bir takım önlemler alınsaydı şimdiki bu çok daha büyük şeylerin bu kadar büyük olmaması sağlanabilir miydi? Şimdi öncelikle herhangi bir ekonomi programının temel amacı öncelikle insanların yaşam kalitesini yükseltmektir. Satın alma gücünü yükseltmektir. Dolayısıyla vatandaşları böyle fakirleştirerek daha az maaşa razı olsun, bizim büyümemiz lazım diyerek demokratik bir ülkeyi yönetemezsiniz. Yani demokrasiler de bu işlemez.
Dolayısıyla bizim o dönemdeki en önemli konu Türkiye’de üretimli artması, yatırımlı artması biraz önce grafiğini gösterdim, ihracatın artması. Yani 36 milyar dolardan 132 milyar dolar ihracat çıkıyorsa harıl harıl yatırım oluyor demek. Harıl harıl üretim demek istihdam demek bu. O dönemde evet Türk lirası değerlendi ama kalkınan, gelişen, büyüyen, ekonomisi güçlenen bütün ülkelerin parası değerlenir. Bu kaçınılmazdır yani. Güçlenirseniz, büyük ülke olursanız, büyük ekonomi olursanız paranız da değerli olur. Kaçınılmaz bir şey. Yani ben paramı değersizleştireyim, iş gücümü ucuzlaştırayım,
ucuz iş gücüne dayanarak büyüğüm derseniz o zaman o sosyal devlet de olmaz. Demokrasilerde bu uygulanabilecek bir ekonomik model de değildir zaten. Kurun yüksek olması ne demek? Maaşların dolar basında düşmece demek. Şu anda yaşıyoruz. Yani insanlar maaşları, eskiden cep telefonu alıyordu, şimdi alamıyor. Üniversite öğrencilerimiz başlıyor, bilgisayar alamıyor. Niye? Çünkü dolar yükseldi, kur yükseldi, satın almak için düştü. Eğer güçleniyorsanız, ülke kalkınıyorsa bu tam tersine olur. Yani o dönemlerde, ülkenin kalkındığı, çok güçlü olduğu dönemlerde cep telefonuymuş, arabaymış bir şey değildi yani. 2013’te, yani marka vermeyeyim şimdi ama çok iyi bir arabayı 40-50 bin liraya rahat alabiliyordunuz. Yani bir memurun 12 aylık maaşını topladığınızda rahat bir otomobil parası ediyordu. Emeklilerimiz 2-3 aylık maaşını biriktirip İtalya’da tatile gidebiliyor. Doğru, bu gerçekçi miydi? Güçleniyorsanız hakkınız zaten. Bakın borcunuz düşüyor. Çok dikkat edin bakın. Kamunun borcu milli geliri oranına düşüyor. Borcunuzu düşürüyorsunuz, zenginleşiyorsunuz, zenginleştikler de daha çok harcıyorsunuz. Bundan doğal bir şey yok ki. Yani zenginleşmeyelim mi, büyümeyelim mi, harcamayalım mı? Çalışıyor muyduk? O oranda, hayır yani vatandaşlar ürettim. Yani Mustafa’nın sorusuna ek olarak hep söylenen bir şey. Yani biz aslında hak etmediğimiz şeyleri aldık. Hayır, hayır tam tersine. Çalıştık, hak ettik, güzel program uyguladık. Hem ekonomimizi geliştirdik hem demokrasimizi geliştirdik ve büyüdük. Ama ben 13 yıl sorumlu oldum bu işlerden. 13 yıl dönem dönem. Ama öyle bir dönem geldi ki mesela 2010’da ve 2011’de. Türkiye ekonomisi %10 büyüdü her sene. Ve baktık ki tam da o biraz önce sorduğunuz o beton demir yatırımları başladı. Verimsiz, sadece bol para, para boluna dayanan. Para boluna ne yapalım? Hadi daha çok yüksek bina yapalım, gökdelenler yapalım. O dönemde biz tam tersine ekonomiyle fren yaptık. Benim bir namım da biliyorsunuz fren Ali olarak çıktı o zaman. Öyle mi? Evet. Çünkü o dönemde baktık ki tam da işaret ettiğiniz gibi riskli bir büyüme modeli başladı. Yani borcu artırıp karşılığında verimli yatırımlara dönmeyen, taşa toprağa giden paraları gördük. Hemen ekonomiyi dengelemeye çalıştık. Dedik ya bu imar rantlarına vergi getirelim, bunu biraz dengeleyelim ki insanlar sanayiye yatırım yapsın. Sanayide yatırım olsun, üretim olsun, inovasyon olsun, yüksek katma değerli üretim olsun. Fakat maalesef bu gayrimenkul piyasasındaki rant ve o rantın bölüşümü ve o rantın bölüşümünden mutlu olan insanlar gittiler mecliste bunu, bülok ettiler. O günün başbakanı dahil. Tam meclise biz getirecekken bülok ettiler. Deriz ki biz çok mutluyuz, niye bu mutluk oyunumuzu bozuyorsun dediler. Yapma dediler yani. Ama bu kötüye gidecek dedik ya, kötüye gidecek. En sonunda kavga görüntü ben 2015’te ayrıldım, bıraktık geldiğimiz nokta o. Dolayısıyla dediğiniz doğru ama hangi dönemde nasıl olduğuna bağlı.
Biraz önce gösterdiğim bu 2002-2007 tam sıhhatli, sağlıklı büyüme dönemidir. Kapsayıcı büyümedir çünkü gelir dağılımı düzelmiştir. Gini kat sayısıyla ölçülüyor biliyorsunuz gelir dağılımı. Başka ölçütler de var ama bir tanesi o. Gini kat sayısı Türkiye’de sürekli olarak düşmüştür. Onu açıklayalım mı seyirciler için? Tabii ki. Gini kat sayısı şu demek, zenginin fakir arasındaki fark. Gini kat sayısı ne kadar düşük olsa bu fark o kadar azalıyor. Gini kat sayısı ne kadar yüksek olsa o kadar çoğalıyor. Bu Gini’de bir iksatçının soyadı bu arada nereden geliyor diye.
Jinden falan filan öyle değil ya Gini diye bir soyadı olan iksatçı oradan geliyor. Bizim o en hızlı büyüme dönemimizde aynı zamanda zenginin fakir arasındaki fark azaldı. Yani orta gelir güçlendi, orta direk güçlendi. Tam da istediğimiz modeldi ve hatta Dünya Bankası bunu kitap haline getirdi. Türkiye mucizesini anlattılar uzun uzun. Yani bir ülke hem nasıl hızlı kalkınıyor hem de gelir dağılımı nasıl düzeliyor, nasıl bir sosyal devlet oluyor. 20 kadar ülkede biz gittik kendi başarılığımızı anlattık kalkmakta olan ülkelerde ve onların kendi kalkınma programlarında yardımcı olduk. Bizim örneğimizden ders alarak o ülkelerde bazı konularda reform yapmaya çalıştılar. Dolayısıyla o dönemin başarısı böyle uluslararası tescil bir başarı. Yani ben bunu bir siyasi argon olarak söylemiyorum. Uluslararası kuruluşa tespit edilmiş bir başarılı dönemden bahsediyor. Gerçekten hatırlamadığım için soruyorum. Biz o dönemde inşaattan önceki dönemde ne üretiyorduk Türkiye olarak? Yani üretimde çok güçlü olduğumuz alanlar neydi bunu destekleyen? 36 milyar dolarla 132 milyar dolarla çıktığı dönemde ihracatın beyaz eşya, otomotif, elektronik, kimya yani bunların hepsi
çok hızlı şekilde büyüdü. Tabii bunun bir sonraki aşaması neydi? Yüksek teknoloji ve yüksek katma değerli üretim. Yani bir orta teknoloji var biliyorsunuz, bir yüksek teknoloji var. Şimdi biz o yüksek teknolojideki dünyadaki payımız maalesef çok az. Yani oralara girmemiz gerekiyordu. Zaten bizim bütün bu olanlardan iyi ve kötü tecrübemizden ders alıp bundan sonraki süreçle ilgili kalkınma, büyüm modemimizi tamamen yüksek katma değerli üretime dayandırmamız gerekiyor. Yani yüksek teknolojiye dayanan, bilgiye dayanan, bilginin bir değeri var. Yani daha çok bilmenin bir değeri var.
Bilgi ekonomisi diye bir kavram var. Dolayısıyla bizim bundan sonra artık tamamen bir bilgi ekonomisine yönelmemiz gerekiyor. Genç nüfusumuz var ama nüfusumuzun çok daha iyi yetişmesi gerekiyor. Genç nüfusumuza çok daha iyi fırsatlar sunulması gerekiyor. Çok büyük bir potansiyal. Bütün bu olumlu olumsuz derslerden bakacağız, bu tecrübeden bakacağız ama geleceğe doğru artık bambaşka bir yol çizmemiz gerekiyor. Dijital Dönüşüm son derece önemli bir konu. Ve biz her konuda şu anda eylem planları hazırladık, hazırlıyoruz, duyuruyoruz. En son dijital dönüşümle ilgili eylem planımızı UNIC İstanbul’da açıkladık. Çok güzel bir katılımla internet altyapısının güçlendirmesinden tutun da bunun finansal yansımasına kadar insanların bilgiye, teknolojiye kolay ulaşmasını sağlayacak her türlü altyapının kurulmasına kadar gayet güzel bir program hazırladık. Ki mesela Türkiye’de internetin hem ucuz hem de hızlı olması mümkün. Nasıl mümkün? İşte bir kere bir yatırım yapıyorsunuz. Birkaç milyar dolarlık bir yatırım yaptığınız zaman internet altyapısını bir döşüyorsunuz. Ondan sonra onun devlete maliyeti yok. Hazır döşenmiş bir kablon devlete maliyeti yok. Daha önceki yatırımın amontu… Ama devlet bir kere bu yatırımı yapıp da ben unutuyorum kardeşim o yüklenme dedikten sonra
internet hem ucuz hem de hızlı olur. Şimdi kara yolları yapıyor değil mi devlet? Dublelyolar yapıyor. Paralı mı değil ama o yatırımı yapıyor herkes istifade ediyor. Dolayısıyla biz interneti böyle paralı otoyol değil de kaliteli, hızlı, beş şeritli dublelyolar olarak düşünüyoruz. Yani hem hızlı hem ucuz olsun. Peki o gençlerin bir kısmı burada. Gençlerden alalım bir sorun. Ben bir şey sorabilir miyim? Biraz günümüze geleceğim ve spesifik bir şey soracağım aslında. Geçen haftaya kadar dolar sanırım 18-19 gördü mü? 18.5 mü? Sonra bir gecede o dolar nasıl olduysa yüce Rabbimin hikmeti olarak 11’e düştü. Ben ekonomiden hiç anlamıyorum ama şöyle hissediyorum. O gece birilerinin cebi mi doldu acaba diye bir şüphe oluştu Beymut’cum. Damardan girdiniz duygu alın. O gece ne oldu hocam? Şimdi o gece ne olduğunu ilk başta hükümet açıklamadı. Ama daha sonra Merkez Bankası’nın ve diğer bankaların plançolarından biz ne olduğunu anladık. O gece ne olmuş? Bizim dönemde biriktirilmiş dövizler. Daha sonra artık bizim kavga ettiğiniz işte bana frenali dedikleri falan dönemde kavga grubu azalıyor. Ondan sonra birden 2019’da tam yetkili, partili, taraftı, cumhurbaşkanıyla akraba, bakan göreve başladı ya. Ondan sonra dövizler ne oluyor? Bak eksiye düşüyor. Döviz rezervleri eksiye düşer mi? Düşer. Nasıl düşer? Dışarıdan borçlandırırsanız, borçlandığınız dövizle satarsanız eksiye düşersiniz yani. Şimdi o gece ne kadar sattılar? Ondan hemen şey yapalım. Mesela sadece Aralık ayında ne kadar satmışlar? Merkez Bankası’nın Bilanço’sundaki döviz rezervleri eksi 47’den eksi 64’de düşmüş. Demek ki ne kadar? 17 milyar dolarlık dövizi satmışlar. Ve gizli saklı yapmışlar bunu. Çünkü hiçbir yerde açıklandırılmaz. Şöyle bir hava oluşturmaya çalışıyorlar. Erdoğan bir konuştu, döviz düştü. Yine yaparsa Erdoğan yapar. Ve gerçekten de o oluşuyor aslında o hava tabii. O iklim oluşuyor ama bunu gizli değil de açıktan yapsalar. Yani deseler ki Erdoğan konuşuyor ama biz de eş zamanı arka kapıdan bir sürü döviz sattık sattık sattık hani dövize müdahale ettik. Döviz düştü, kuru düştü diye. Ve bu daha dürüst bir yaklaşım olur. Yani bunu açıklamayıp bizim daha sonradan Merkez Bankası’nın Bilanço’sundan bulup çıkartmamız bu dövizin satıldığını. Ve bunun açıklanmamış olması şeffaf bir yönetim değil. Dürüst bir yönetim de değil yani. Şunu ben bile görüyorum. Bu kalıcı bir çözüme benzemiyor. Şu an artıyor tekrar dolar. İşte biraz önce baktım yine 13.5’ün üstündeydi. 13.70 falan yani. Bu hazıra daha dayanmaz siz iyi bilirsiniz. Bitecek ya bu. Şimdi daha bitmiş ama daha dayanmıyor işte çukura iniyor ondan sonra. Ne olacak o zaman şimdi? Yani bir yerde biter mi bu diye mi soruyorsun? Döviz bitince ne olacak? Ya şöyle dünyada para o kadar çok bol ki dediğim gibi biraz önce. Tarihin en bol likitesinin olduğu bir dönemdeyiz. Böyle bir dünya yok yani. Ve böyle bir dönemde ne kadar da hata yapsanız, ne kadar da yanlış yapsanız, eğer iyi bir faiz veriyorsanız yine de ülkeye az olsa para geliyor. Çünkü ya bakıyor Avrupa’da faiz eksi, Amerika’da sıfır. Türkiye Cumhuriyet Hazinesi şu anda %25 faizle boşlanıyor. Böyle bir getirü dünyada yok ki. Yani hesap ediyorlar ya Türkiye batar mı? Ya işte %6 ihtimalle batar. Şu anda Türkiye’nin batma iflas ihtimali %6. %25 kazanacağım, %6 ihtimalle batarsa geri kalan gene de iyi para diyorlar ve yine de bir miktar para geliyor. Onunla dönüyor şu an. Yoksa eksi rezervli Merkez Bankası olmaz. Böyle bir şey yani. Merkez Bankası’nın rezervi hep artıdır. Ve ak akça kara gün içindir diye bir atasözü vardır biliyorsunuz. İyi günlerde Merkez Bankası dövizi biriktirir. Kötü günler geldi pandemi gibi. Ya da Allah korusun büyük bir deprem olur, bir felaket olur, bir küresel kriz gelir. O zaman da o biriktirdiği dövizi o kötü gün de harcar.
Ama bunlar iyi günde dövizi harcadılar, eksiye düşürdüler. Ondan sonra pandemi geldi. Onun için vatandaşa pandemiyle ilgili doğru bir gün yardımı yapamadılar. Bugün mesela bir Almanya’da, Amerika’da, İngiltere’de vatandaşlara verilen pandemiyle işte Türkiye’de verilemedi. Niye? Çünkü para yok. Onun için yapamadılar. Bol bol borç verdiler. Daha çok kredi, daha çok kredi, faiz, faizcılığına faiz. Öyle gitti yani. Bu Merkez Bankası’nın eksi rezervi ne demek Ali Bey? Yani mesela eksi 50 diyorlar ya. Eksi 50 ile yönetiliyorsa eksi 250 ile de yönetilemez değil mi? Şu anda eksi 65. Yani nereye kadar işte dünyada para bol ve ucuzsa olur. Ama mesela bu yıl artık Merkez Bankaları’nın parasal genişlemeyi durdurduğu bir yıl olacak. Yani bu 8,5 trilyon dediğim rakam artık orada donacak. Ve ilk adımla ne yapacaklar? Bunu biraz pahalaştıracaklar. Mesela Amerika Merkez Bankası’nın bu yıl içerisinde 3 defa faiz artırması bekleniyor. Yani para var, tamam aynı para var ama diyecekler artık biraz daha pahalı. İstiyorsanız daha pahalı veririz diyecekler. Avrupa Merkez Bankası aynısını yapacak. E dolayısıyla bu para miktarı sabit olunca ve fiyatı arttıkça Türkiye’nin bu işi çevirmesi güçleyecek.
Zaten Merkez Bankası’nın rezervi eksiğe indiğinden bu yana Türkiye’nin risk pirimi arttı. Hazinenin borçlanma faizleri arttı. Mesela Hazine’nin Eylül ayından bu yana hazinenin borçlanma faizi çıkmış %25’e. Ne kadarmış %17’iymiş. Yani kendisi %14 faiz verirken ki %25 ile borçlanıyor. Aynen öyle şu anda Erdoğan ne diyor? Ben faizi indirdim diyor. İndirdim dedi Merkez Bankası’nın piyasaya borç verip aldığı faizi indiriyor. Hatta ne oluyor? Merkez Bankası piyasaya şu anda %14 ile para veriyor. Hazine %25 ile piyasadan para alıyor.
Aradaki 11 puanı aracılar kazanıyor. Yani bir devletin kendi Merkez Bankası %14 ile piyasayı fondlarken yine aynı devletin hazinesi piyasadan %25 borç alıyor. Ve %25 borç aldığımız para ne kadar? Hazinenin ödediği faiz var ya. Hazinenin ödediği faiz bütçede ne kadarmış? Bakın bizim dönemde hani ekonomi büyüyor, yatırım büyüyor, ihracat büyüyor, her şey büyüyor ama faiz dönemsi büyümüyor. 50-50-50 geliyor. Ondan sonra taraflı Partili Cumhurbaşkanı, Akraba Bakan göreve geliyor. Faiz dönemleri artıyor, artıyor, artıyor. Şu andaki bütçede 240. Geleceksen 290 milyar.
Mesela bir karşılaşma yapalım, Türkiye’deki tarıma verilen bütün destek 2022’nin bütçesinde 25 milyar. Sadece hazinenin faizi için bütçeden ödenen rakam 240 milyar. Yani neredeyse tarıma verilen bütün desteğin tam 10 misli şu anda hazine faiz ödüyor. Ve niye yüksek faiz ödüyor? Çünkü güven yok, belirsizlik. Avrupa’da eksi faiz varken, Amerika’da sıfır faiz varken bizim hazinemiz %25 faizle ancak borçlanabiliyor. Peki bu faizi kimlerden ödüyor? Biz ödüyoruz. Bütçeden ödüyor. Peki bütçenin parası nereden geliyor? Vergiler. Şimdi şu elektrik yakıyorsunuz ya. Faturaya bakın altında kadeve var. Kadeveyi devlet alıyor oradan faiz ödüyor. Mesela bu kullandığınız ekipmanlar değil mi? Bunun ötevesi var, kadevesi var. Bundan devlet alıyor, faize ödüyor. Su alıyorsunuz, ekmek alıyorsunuz. Evinize herhangi bir gıda maddesi alıyorsunuz. Kadev ödüyorsunuz, devlet onu alıyor oradan. Yani aslında hiçbir şey almazsak zoruda kalacaklar. Değil mi? Öyle, öyle. Alışveriş olmazsa devletin vergileri birden çok ciddi azalır. Ama demek istediğim şu, bütün bu kötü yönetim, bütün bu hatalar, bütün bu akıl dışı, ismi ne bunun? Binoş.
Binoş, binoş gel bakalım. Tanışalım gel gel. Daha genel bir şey soracağım. Faiz neden istenmeyen bir şey hükümet tarafından? Şu andaki Cumhurbaşkanı’nın faize yaklaşımı daha çok dini inançlar sebebiydi. Yani diyor ki bizim inancımıza göre faiz haram diyor. Dolayısıyla ben buna karşıyım diyor. Daha önce demiyordu ya yani sizinle beraber çalışırken öyle demiyor muydunuz? Daha önce de diyordu, diyordu. Ama biz diyorduk ki tamam farklı inanç sistemleri var. Her inanç sisteminin faize yaklaşma ayını olabilir.
Evet faiz konusunda hassasiyeti olan vatandaşlarımız da olabilir. Doğru. Ama biz ne yaparız? Devletin görevi nedir? Mesela faiz konusunda hassasiyeti olan vatandaşlarımıza alternatiler sunmak. Mesela biz ne yaptık? Diyelim ki katılım bankaları diye bir bankalı çılık şekli geliştirdik. Eskiden bunlar özel finans kurumuydu. Şimdi katılım bankası oldu. Aslında o da adını değiştirmek değil mi sadece yani? Değil farklı. Onun çalışma süreci çok farklı. Öyle mi? Çok farklı tabii. Yani bize katılım bankaların olan işlemlerde mutlaka gerçek ticarete olacak, gerçek bir yatırım olacak.
Ama diğer bankalarda sadece para işler. Diyelim ki 100 lira borcunuz vardır. İşte 20 lira faiz eklenir, 120 bir daha borç alsın bir daha eklenir. Ama o bankalarla bunu yapamazsınız. İllaki derler ki hani yatırım, hani ticaret oralarla finansal ilişki kurabilmek için mutlaka ya bir ürün ticareti lazımdır ya bir yatırım lazımdır. Başka türlü olmaz. Sizi rahatsız ediyoruz oğlum. Gel bir de. Sonra bak gel gel. Gelmez oğlum gelmez kimseye verme. Bu kendi iradesine sor. Peki ya ben aslında şunu sormak istiyorum.
Dünyada bir sistem var. Yani komünizm çöktü diyelim tırnak içinde. Tabii öyle deyince bir sürü insan da kızıyor ama. Yani şu anda bildiğimiz market ekonomisi yani serbest piyasa ekonomisi buna bir alternatif mi var? Yani çünkü şundan soruyorum. Var tabii yani o ülkelerin ekonomisinin kapalı olma derecesi vardır. Hani piyasa ekonomisi dediğimiz hani tamamen açık bir piyasa ekonomisi vardır. Kapalı bir ekonomi vardır ve arada bunların böyle tonları vardır. Siyah beyaz arasında bir süt ton vardır. Ama biz 20 yıldır iyi kötü daha öncesinde de.
Yani 980’lerden boyana Türkiye açık piyasa ekonomisi uygulamıştır. Ama biz ne yaptık mesela 2001-2002’den başlayarak bu işin sosyal ayağını güçlendirdik. Yani tamam rekabet güzel bir şey çünkü rekabet yoksa rehabet olur. Ürünü veya hizmetleri daha kaliteli ve daha ucuza vatandaşlara ulaştırmak için bir yarış. Nihayetinde o ülkenin vatandaşları için faydalıdır. Yani bir ürünü bir kişi üretiyorsa hem pahalıya satar hem de kalite düşük olabilir yani. Ama yarışarak oluyorsa iyidir. Dolayısıyla biz rekabet yoksa rehabet olur diyoruz. Ama bu rekabetle bu yarışmada geri kalan ayak uyduramayan şuya da bu sebeple yarışta geri kalanlar olursa onların hemen sosyal devletin devreye girip hiç kimseyi böyle açlık yoksulluk sınırına indirmemesi lazım devletin. Onlara da minimum bir hayat standartını devletin garanti etmesi lazım. O sadece minimum bir garanti ama onun üstünde serbest rekabet çok çok önemli. Ama şu anda Türkiye’de piyasa ekonomisinden hızla uzaklaşılıyor. Daha çok kayırılan insanların para kazandığı, işte üç beş tane şirkete sürekli işlerin verildiği, ithalat yapılacaksa sadece izin alanların ithalat yapabildiği bir ekonomik modele geldi şu anda Türkiye. Buradan da tabii zengin olan kazanan çok az sayıda insan oluyor. Ama geniş kesimler yoksulaşıyor. Geniş kesimlerin satılama gücü hızla düşüyor. Aslında olayları kronolojisine koyarsak yani 20 yılın işte 15 yılı 16 yılı biz serbest piyasa ekonomisinde gittik. Sizin de içinde olduğunuz dönem. Sonra bir gün kalktık geçenlerde yeni ekonomi modeli diye bir şey yem. Ya ben aslında daha genel sormak istiyorum soruları yani daha büyük resme bakalım. Böyle bir şey mümkün mü yani? Mesela bir gün kalkıp yeni bir ekonomik sistem bulunabilir mi bu devirde? Ama yem diye bir şey kalmadı ki o yem bir iki aylık bir oyalama iyiydi. Hani Çin modeli dediler değil mi? Yeni ekonomik dediler Çin modeli. O neydi? Kuru yükseldi ya. Kuru kontrol edemeyince bir süre ne yaptılar? Rekabetçi kuru olmalı. Daha çok ihracat yapmalıyız. İşte oradan ekonomisi büyüsün. Bir ara o kuru yüksek olduğunu savundular. Ondan sonra Kuru 18’i bulunca bu sefer Merkez Bankası’nın arka kapısından cayır cayır döviz sattılar. Onu belli bir noktaya indirmeye çalışıyorlar. Tutamazlar yani Merkez Bankası sadece döviz satarak kuru tutamaz. Böyle bir şey mümkün değil. Diğer bütün ekonomik kumanda panelinde bir sürü ayarlar yapmanız lazım. Yani sadece döviz satarak yapamazsın. Hazır adayanma size duygu söylete biraz önce. O ne oldu? Bu sefer kur düşünce de hemen Davulzur’una falan. İşte Erdoğan konuştu kur düştü. Yani şimdi hangisi? İki ay önce söylediniz bu yem mi? Yoksa siz kurun düşmesini mi istiyordunuz? Nedir yani? Tutarlık aramayın. İlker Bey tutarlık yok. Şu anda bir ekonomik model yok. Şu anda bir ekonomi politikası yok.
Böyle bir şey yok yani. Biliyorsunuz ben iş hayatından gelen birisiyimdir. Siyaset sonradan başladı. Yani siyaset benim işte 34 yaşındaydım. O zaman başladı. Yoksa ondan önce biz tamamen ticaretin içindeydik. Dolayısıyla hani ekonomi yönetiminde rasyonel nedir? Piyasa nasıl işler? İnsanlar satın alma kararlarını neye göre verir? Yatırım kararlarını. Onun içinden yaşayarak gelmiş birisiyim yani. Siyaset sonradan sadece ülkeye katkım olsun diye başka onun ötesinde bir şey değil. Zaten niyetini bu kadar belli eden bir kısaltma olabilir mi? Yani yem. Yani her anlamda.
Gerçekten. Millet de yemedik olmadı da zaten bu sefer atladılar başka için. Ama yok şundan soruyorum. Aslında yiyor da bir sürü yani şöyle belli… Şöyle belli bir başarılarını vermek lazım. Yani bir şov olarak mesela 20 Aralık akşamı Duygu’nun sorduğu soru bütün ülkeye aaa ne oluyor dedirtmek bir başarı değil mi bir yandan? Ya şöyle algı önemli tabii ki siyasette devlet yönetimde. Algı önemli ama algıyla gerçekliği birbirinden çok uzak tutamıyorsunuz. Evet bir yerde. Yani bu geçici bir süre olabiliyor geçici bir süre.
Ya da belli bir toplum kesimi için bunu böyle ayrı tutabiliyorsunuz. Ama sürekli herkes için algıyla gerçekliği ayrı tutamıyorsunuz. Yani gerçeklerin er geç ortaya çıkma gibi bir huyu var ve gerçekler geliyor bir şekilde oturuyor algı da onun üzerine oturmak zorunda kalıyor. Dolayısıyla bunların hepsi geçici. Burada önemli olan devlet yönetiyorsanız güven çok önemli güven. Yani güvenilir olmak çok önemli. Yani güvenilir insan olacaksınız güvenilir hükümet olacaksınız. Peki güven nasıl oluşur? Ben her yerde söylüyorum bir dakikada özetlediğim bir güven formülü var. Nasıl olacak güven? Bir konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İki söz verince tutacaksın. Üç emanete dikkat edeceksin. Emanete ihanet etmeyeceksin. Dört adil olacaksın. Hukuklu hareket edeceksin devlet yönetiyorsan. Beş işini bilen düzürüz insanlarla çalışacaksın. Altı her zaman istişare edeceksin. Ortak akıl arayacaksın. Ben her şeyi herkesine iyi bilirim. Ne istersen yaparım falan demeyeceksin. Yedi şeffaf olacaksın. Hesap verebilir olacaksın. Sekiz her zaman planlı programlı çalışacaksın. Yani devlet olarak planlı programlı açıklayacaksın ki herkes. Ha bu devlet demek ki bunları yapacak. Ben de ona göre kendimi ayarlayayım diyecek. Yani öngörü de birlikte getirmenin en önemli şartları bunlar.
Bir dakika da sekiz maddede güven nasıl oluşur? Ben böyle anlatıyorum. Bu hangi meslek grubu için de? Herkes. Yani ama özellikle devlet yönetimi açısından son derece önemli. Ama bu sekiz maddeyi yapın ondan sonra korkmayın. Ülke gerçekten kalkınır. Gerçekten büyürsünüz. Gerçekten insanlar mutlu olur yani. Ama yapmak da kolay değil işte yani. Hükümete daha yakın kanalları da izliyorum. Partili medya diyorum ki onlara. Partili medya’yı da izliyorum. Mesela bu argüman. Şimdi bu bize zaten ekonominin yıllardır söylediği bir şeydi.
Yani serbest piyasa ekonomisi, liyakat, dürüstlük, açıklık, şeffaflık. Mesela bu dile getirildiği zaman karşı taraf şunu diyor. Olur mu ya Çin bak öyle değil. Ve gerçekten de çok başarılı oldu. Şimdi ve sıradan halk için bunu duyduğunuz zaman. Ya sıradan halkı bile bırakın. Buradaki herhangi birisi bile böyle bir şey duyduğu zaman. Aa evet ya Çin yapabiliyor diyor. Ona ne diyorsunuz? Yani demokrasi şeffaflık olmasa olmaz mı? Şimdi şeffaflıkla demokrasi ayrı. Hatta hukuk devleti olmakla demokrasi de ayrı. Yani mesela bir kral kanun koyup o kanunlara bağlı olarak ülkeyi yönetirse.
Mesela ona siz hukuk devleti diyebilirsiniz mesela. Ama demokrasi yoktur çünkü insanlar hani memnun değilse kralı değiştiremez falan. Ama hukuk devleti olmak daha geniş bir kavram. Mesela iyi yönetim, good governance dediğimiz mesela daha geniş bir kavram. Onu bir monarşize de uygulayabilirsiniz. Eğer kral, kıvalişe neyse isterse ya ben şeffaf çalışmak istiyorum derse yapabilir bir süre yani. Belki hep yapar bilemiyorum. Ama demokrasi vatandaşlarımızın talebini, ağrısını, isteğini dikkate alan, vatandaşı sürekli dinleyen ve vatandaşların talebine göre şekillenen bir yönetim bir sistemi. Onun için çok çok kıymetli ama aynı zamanda da çok kırılgan.
Mesela ben şunu da söylüyorum demokrasi eğer hukuk yoksa ülkeyi kaosa götürebilir diyor. Yani seçilmiş insanlar hukuk tanımazsa ben anayasaya uymuyorum kardeşim falan derse seçilmişler eliyle ülke kaosa götürülebilir. Dolayısıyla demokrasi ancak sağlam bir hukuk çerçevesi varsa kıymetlidir. Yani herkes ortak belirlenmiş o ülkenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin mesela çıkarttığı kanunlara anayasaya uyuyaacağım derse ve demokrasi isterse işte o çok kıymetli oluyor. Ama aynı zamanda da kırılgan. Demokrasinin hayatta olması, güçlü olması böyle herkesin hep beraber ancak sahip çıkması ile mümkün.
Demokrasi bilincinin toplumda çok yüksek olması ile mümkün. Onun için ben herkese tavsiye ediyorum ülke yönetimini yakından takip edin çünkü kendi hayatınızla ilgili diyorum. Bu noktada hemen sosyoloji öğrencisi avuç dönüşü. Üst semaya da bakacağım. Çünkü biraz önce dedi ki programdan önce ben siyasete pek bakmıyorum falan ama siyaset devlet yönetimi bakıyor. İşte herkesin hayatını etkiliyor yani. Bana biraz şöyle geliyor bizim neslimiz muhtemelen bizden böyle birkaç yaş daha küçük olan kesim
kendi gençliklerine tüm bu sorunların hallolması ya da en dibe vurduğu dönemi görmekle vesaire geçirecek gibi geliyor. Sürekli arkadaşlarımla şey konuşuyoruz biz oturduğumuz zaman ne yapacağız? Ne yapacağız yani? Çünkü gerçekten yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Ülkeyi terk edip gitmek de bir seçenek değil çünkü işte dolar 13 lira vesaire. Sizin bahsettiğiniz az önce dediniz ya bir dakikada anlattınız bazı şeyleri güven vermek önemli diye.
Bunun bizim nesli kurtarabileceğine ya da bizim neslinin işte bu ülkenin eğer varsa bir kurtuluşuna şahit olabileceğini düşünüyor musunuz? Yani bu kadar yakın vadede olabilecek şeyler bütün bunlar. Çünkü ben burada olmayı burada bir şeyler yapmayı çok seviyorum ve çok istiyorum esasında. Çünkü işte burada doğdum ve burada büyüdüm. Ama şartlar öyle bir noktaya geldik sanki Ahmet Hamdi’nin de dediği gibi işte bize kendisinden başka ilgilenebilecek hiçbir şey vermiyor Türkiye. Ne olacak yani siz bir şeyler değişebilecek mi gerçekten bizim için? Yani bir belki şunu kısaca anlatmamda fayda var. Üniversiteyi bitirdikten sonra yüksek tizansımı Amerika’da yaptım. Sonra da orada çalıştım bir danışmanlık şirketinde büyük bankaların üst süre yöneticilerine danışmanlık yaptım. Mesela Amerika’nın en büyük 20 bankasından onu bizim müşterimizdi ve onlara kendi bilançolarını nasıl yöneteceklerini risklerden nasıl korunacaklarını anlatıyorduk. Onlar da iyi para veriyorlardı sağ olsunlar. Hani milyarlarca dolarlık bilançolarını da böyle güzel yönetiyorlardı bizim sayemizde. Ama sonra bir noktada babam aradı artık dedi biraz da dedi ülkene faydalı olsan iyi olacak. Tamam dedim 3 ay içerisinde toplandım döndüm Türkiye’de çalışmaya başladım. Yani kendi işimize çalışmaya başladım. Şimdi yani yurt dışında imkan olursa gitmek orada tecrübe kazanmak okul bunların hepsi çok kıymetli. Ama ben şunu gördüm ki Türkiye’de işler düzeldiği anda yurt dışına çıkan gençlerimiz vatandaşlarımız kalpleri burada hep düzeldiği anda geliyorlar. Şu andaki teknoparklardaki şirketleri bakın en az o şirketlerin en az yarısı daha önce yurt dışında iş yapmış. Fakat Türkiye’de işler düzeldiği için ülkesin çok sevdiği ve buraya katkıda bulunmak istediği için gelip yatırım yapan insanlar bunlar.
Dolayısıyla öncelikle bu yurt dışı meselesi imkan varsa tabii ki ama ülkeniz çok güzel. Ben yüzden fazla ülkeye gittim. Gerçekten Türkiye çok güzel çok büyük çok çeşitli insan yapımız yani gerçekten bir hazine ama kötü yönetiliyor. Sorunların kökünde kötü yönetim var başka bir şey yok. Başka bir sebep yok yani. Düzeldiğini biz görürsek şimdi oraya geliyorum oraya geliyorum. Şimdi ben daha önce bu iş yapmasam hani ilk defa bugün mesela siyasete başlamış olsam ilk defa yeni parti kurduk merak etmeyin bize güvenin falan derken bunu herkes diyebilir değil mi? Ama iki krizden Türkiye’yi biz çıkarttık ekibimize beraber biz çıkarttık. Yani 2001 krizi kötü bir krizdi işte programın başında konuştuk çok kötüydü. Milli gelin üçte biri kayboldu. Herkes çok fakirleşti. Dolar kuru dörde katladı falan ya öyle 1-2 falan diye çok çok arttı. 20 tane banka batmıştı insanlar gidiyordu bankaların parayı alamıyorlar çünkü banka kapalı batmış. Öyle bir tablo devraldı. 2 sene sürdü 2 sene toparladı. Sonra 2008-2009 krizi geldi vurdu Türkiye’yi ben dışarı bakanıyım dediler tekrar ekonomide ihtiyaç var tekrar ekonomiye dön. 6 ay sürdü 6 ayda toparlandı birden her şey düzeldi.
Çünkü saydım ya 8 tane kriter var bu 8 kriter uyguladığınızda çabuk düzeliyor. Bu ülkenin sorunlarının köküne indiğinizde iyi yönetilmiş. Halbuki Avrupa’nın en büyük tarım arazisi var değil miyiz? Niye ithalat yapıyoruz biz niye tarım ürünlerini ithal ediyoruz? Kötü yönetildiği için bir tarım politikası olmadığı için gençlerimiz niye korkuyorlar? Niye sosyal medyada paylaşım yaparken endişeliler likelamaya likelamaya korkuyorlar. Tam baltaya taşan vurduk hava. Hava bir kere çağırıldı da hocam. Öyle mi?
Yani işte ama bakın bir kişi bir kere çağırılıyor bunu bin kişi duyuyor. Bin kişi bu sefer ne yapıyor? Ya ben fazla ilişmeyeyim. Ama özgürlük olmayıcı olmaz. Çok korkunç bir ortam var çünkü şey gibi yani oraya bir şey yazdığınız anda cepheye girmişsiniz gibi belli bir kesim geliyor ve sizinle işte bir takım şeyleri tartışmaya çalışıyor. Ama esasında onu yapmak istediği tek şey seni ifşa alamak orada. Ama onların çoğu bu iş hiç para alıyor biliyor musunuz? Troll ne demek troll? Bu iş için para alan insanlar demek yani girip sosyal medya eşkalık yani başka bir şey değil. Çünkü niye eşkalık? Nereden başvurabiliriz biz de bu? Yani bunlar haydi şey demiyorlar ki biz işte falanca partinin trolle kimimiz falan demiyorlar ki. Uydurma uydurma isimler. Her biri ayrı kılığa görüyor kız gibi görünüyor aslında erkek erkek gibi görünüyor kız falan. Yani böyle tuhaf tuhaf işler dolayısıyla oralar hiç bakmayın. Bunlar bir sanal sanal sanal alem yani bir gerçek dünya var gerçek Türkiye var. Hiç korkmayın. Deva Partisi’nin part programını açın bakın internette birinci sıra özgürlüklerle başlıyor. Çünkü biz sorunların çözümüne oradan başlamak gerektiğini düşünüyoruz.
İnsanlar özgürce kendini ifade edecek ya benim problemim var kardeşim diyecek ki hükümet bunları duysun ve sorunları çözüm üretmeye çalışsın. Siz konuşmaya çalışanları sustursanız bastırırsanız o zaman sorunlar ulaşmıyor. Sorunları geniş kitleler ya bak herkesin benim de sorunu varmış. Benim gibi sorun olan bir sürü insan varmış diye bir toplumsal o dinamizm oluşmuyor. Bastırıyorsunuz örtüyorsunuz. Onun için özgürlük çok önemli. Ben daha önce de söyledim özgürlük sorunların çözülmesi ne kadar sürer biliyor musunuz? Söyle şu hatta sık sık şu ifadeyi de kullanıyorum.
Yani bir kabustan uyanma hızında korkulu rüyadan uyanıp bir yudum su içmek hızında uyanırsınız şöyle hafif terleme falan. Ondan sonra su şöyle oh ya iyi ki rüyamış dersiniz. İnanın bu kadar hızlı düzelir. Ama 20 yıldır sürüyor ya. Hayır ama ama bu aynı yönetim aynı baskı ve baskı yapan kadronun aynı kadro olması sebebiyle böyle sürüyor. Bu hükümet gitsin yepyeni bir kadro gelsin ilk 90 dakikalık bir açıklamadır. Arkadaşlar tamam artık korkmayın herkes rahatlasın ya işin yüzüne baksın. Bundan sonra sosyal medyada paylaşmalar için kimsenin sabah kapısıda polis belirmeyecek.
Biz hiçbir gazeteci patronunu telefonu hep de içten kovdurtmayacağız. Bu kadar basit. Ya savcılara hakimlere baskı yapıp da yargıyı baskanta tutmayacağız. İlk 90 dakikalık açıklamayla özgürlüklerle ilgili sorunların çoğu çözülür. Ama tabii ne var? Şimdi hapiste insanlar var değil mi? Ya da davası devam eden bir sürü insan var. Onlar da hemen bakılır kriterler çok açık. Bizim hep kriterimiz bu konuda Avrupa Birliği kriterleri. 28 ülkenin altına imza attığı özgürlük kriterleri var. Demokrasi kriterleri var. 28 ülkenin altına imza attığı ortak bir müktesebat var.
Türkiye’nin ilk başmüzakircisini biliyorsunuz yani ilk Avrupa Birliği Bakanı. 100.000 sayfalık müktesebat. Ama çok kolay uygulamaması bir şey değil yani. 2000 kişilik ekip kurduk. 33 ayda ekip toplam 2000 kişi. Pürüksel’e gittiler geldiler. 6 ayda ne olduğunu öğrendik. 6 ayda bizim nerede olduğumuzu öğrendik. Bir senede ne yaptık? Bütün yol artısını hazırladık. Türkiye’nin Avrupa Birliği standarttan ulaşmak için neler yapması gerekiyor? Hepsini hazırladık. Şimdi bundan hiçbirisi yapmamış olsak deriz ki ya vallaha çok zor ya. Bu iş yani 20 yıldırdan sürmüş nasıl yapacağız?
Ama öyle değil yani zamanında yaptığımız için tekrar yapmak ve tekrar düzeltmek bana ve arkadaşlarıma inanın çok kolay geliyor. Ama tek başınıza iktidara gelemeyeceğinizi varsayarak böyle soruyor tabi değil mi? Ama işte parlamenter sistemi onun için 6 partile çalıştık ya. Niye 6 partile çalıştık? Çünkü anayasayı değiştirmek gerekiyor. Anayasayı değiştirmek için partiler arası iş birliği gerekiyor değil mi? Anayasa değişikliği yani parlamenter sistem. Ama sistem değişikliği ayrı bir de ülkenin yönetim ikliminin değişmesi çok kolay. Onu anlatmak istiyorum. Çünkü iklim sadece bir kişinin çıkıp her gün bağırıp çağırmasıyla iklim bozuluyor. Başka bir şey değil yani.
Yok sokaklara döküleceklermişler, yok kovalacaklarmışlar falan filan. Şimdi ülkenin başındaki kişi böyle konuşunca bütün ülkede bir kavga iklimi, bir kutuplaşma, bir çarpışma, çatışma, ötekileştirme yani sürekli devletin tepesinden bütün topluma nefret, ayrışma, ayrıştırma, korku bu işleniyor. Yarın o devletin başındaki kişi değişip de şöyle güler yüzlü, sakin, akıllı birisi geldiği anda şart değilim ben tanım yapıyorum yani çok insan gibi 84 milyonluk ülkeye ilkel bir bulunur birisi yani. Ben olurum başkası olur yani. Mesele o değil, mesele ülkenin kötü yönetilmesi, ülkenin baskı ile yönetilmesi ve bunun değişmesi de anlık bir seçim meselesi o kadar. Bana bu çok gerçekçi gelmiyor, şu noktadan gerçekçi gelmiyor. İktidar 20 yıldır iktidarda ve aslında bir anlamda toplumsal yapıyı da kendi içinde kendine has bir karaktere bürümüş durumda. Yani 20 sene önceki Türkiye ile bugünkü Türkiye aynı şeydi işte eski Türkiye deniyor ya tabii ki aslında temelde benzer dinamiklere sahip ama
dejenere olmuş belli bir kesime karşı tamamıyla nefret ve tahammülsüz bir kesim var ve aslında bahsettiğimiz özgürlük de yalnızca düşünce özgürlüğü kapsamında değil. İşte kimlikler, kadın olmak, sokakta yürüdüğün zaman güvende hissetmemek vesaire. Bu çok korkunç ve aslında 20 yıllık bir şeyin neticesi sonuç itibariyle ve bana iktidar değiştiği anda o toplumsal yapının bir yanda değişeceği de çok gerçekçi gelmiyor.
Yani elbette yönetimle alakalı gerçekten çok büyük problemlerimiz var ve ekonominin de esasında bugün bu kadar kötü ve karanlık bir noktada olmasının en büyük sebebi bu. Ama bir yandan o değişimi baltalayan, durduran belki de belli bir kesim için gerçekçi kılmayan ya da birçok insan için aslında bir şeylerin değişmesi adına çok daha uzun var diye ihtiyaç duyduran şey toplumsal yapının da bir noktada dejenere olmuş olması. Siz 20 yıllık bu enkazın iktidarın değişmesi ve güler yüzlü güvenilir birinin gelmesiyle değişeceğine inanıyor musunuz?
Toplumsal yapının değişmesi tabii ki vakit alan işlerdir kolay değildir yani bazen bir nesil alır bazen iki nesil alır. Ama ben sadece ülkedeki bazı sorunlara spesifik sorunlardan bahsediyorum mesela bir özgürlük sorundan bahsediyorum değil mi özgürlük. Bir yargı sorundan bahsediyorum mesela yargının bağımsızlaşması, hükümeten bağımsızlaşması ilk 90 dakikada hükümet ben karışmıyorum dediği anda yargı bağımsız olur biter. Ama yargı sorunu çözülür mü ülkenin? Çözülmez çünkü yargı kendi içerisinde insan kaynağı yapısı başta olmak üzere bir sürü değişiklik lazım, ciddi bir yargı reformu lazım. Ve biz bunların hepsini şimdi eylem planları olarak hazırlıyoruz. 20 ayrı alanda toplam 1000 maddelik bir eylem planı hazırlıyoruz ve PDRP’yi açıklıyoruz. Şu ana kadar biz de tarımını açıkladık, dijital dönüşmüyü söyledim açıkladık, sosyal politikaları açıkladık, afiyet yönetimini açıkladık, doğa hakları ve çevre bitti. Onun yakında açıklayacağız ekonomi finansı bitmek üzere 130 madde sadece ekonomi finans. Her alanda neler yapılacağı ile ilgili hazırlık yapıyoruz ve orada bir takvimimiz var. Bazı konular ilk 90 dakikalık açıklama diyoruz, bazı konular 90 gün sürer diyoruz, bazıları 180 gün sürecek diyoruz, bazıları 360 gün sürecek diyoruz.
Mesela ne dedik? Örnek veriyorum, tarımsal sulama altyapısının tamamlanmasına 5 yıl dedik mesela. Türkiye’deki bütün tarımsal sulama altyapısını 5 yılda bitireceğiz dedik. Bütçesine hesap ettik, baktık rahat biter, sorun yok dedik. Tabii ki bütün sorunlar bir anda çözülmeyecek ama ülkedeki iklim, hükümetin, devletin sebep olduğu bu baskı ikliminin ortadan kalkması kolay. Toplumsal yapı tabii ki vakit alacak ama şu var, ben son bir yılda tam 75 tane şehire gittim, yüzlerce ilçeye gittim. Gittim her yerde çarşı pazar geziyorum, öğrencilerle mutlaka lise ya da üniversite öğrencilerle bir yerde oturuyorum şöyle bir sert iki sert güzel sohbette yapıyoruz, onları dinliyorum, kahvehanelere gidiyorum, emeklilerle konuşuyorum. Ev hanımlarıyla oturuyoruz, sohbet ediyoruz, muhtarları topluyorum her mahalledeki sorunlar nedir diye. Toplumdaki değişim talebi çok güçlü. Bahsettiğiniz gibi belli bir kesimler var tabii, toplum bir sürü kesimlerden oluşuyor. Şu andaki iktidara hala destek vereceğini söyleyen, hala iktidarın bu ülkenin sorunlarını çözebileceği inanan bir kesim de var ama o artık azınlık. Sayıları çok az. Bakmayın siz anketlere falan bakmayın öyle bir şey yok. Çünkü anketler telefonda yapılıyor, açıyorlar telefonda hangi partiye oy vereceksin bu hafta sonu söyle bakalım diyorlar. E kolay mı başka partiye söylemek yani? Başka partiye oy verecek olsa bile başıma bir iş gelmesin diye telefonda en kolay iş iktidardaki partinin ismini söyle kapat telefonu başına iş gelmesin. Ondan uğraşacaksın yani anketör arıyor şimdi. Dolayısıyla biz sürekli sağda olduğumuz bir yeriz. Türkiye’nin her yerini yani Doğu Karadenizi, Batı Karadenizi, Güneydoğu’yu, Trakya’yı her yeri sürekli yeri sadece bende değil. Genel merkezimizden kurduğumuz ekipler 81 ile sürekli gidiyorlar. Ayrıca bizim her 81 ilin tamamında yerleşik teşkilatımız var. 700 ilçede yerleşik teşkilatımız var. Yani diyelim ki işte biraz önce Akçabat konuştuk değil mi? Bizim Akçabat’ta kurulu teşkilatımız var. Onlar sürekli orada yaşayan arkadaşlarımız. Bir ilçe başkanımız var, ilçe yönetim kurulu var, üyelerimiz var, mahalle temsilcilerimiz var. Yani koskoca bir kadro. Bizim resmi üyesayımız sadece resmi üyesayımız 100.000’i geçti. Dolayısıyla Türkiye’nin tüm yerindeki nabzı tutuyoruz ve herkesi dinliyoruz, herkesi anlamaya çalışıyoruz.
Bir, evet büyük bir umutsuzluk var, büyük bir karamsarlık var. Hele hele gençlerimizin çoğunda ya artık bu iş düzelmez. Çünkü gençlerimizin çoğunun hayatındaki grafik sürekli iniş grafiği olmuş. Yani biraz önce gösterdiğim milli gelir grafiğini diyelim ki ne zaman başlıyor? 2013. Baba 2013’te sen kaç yaşındaydın? Ben 12 yaşındaydım. 12 yaşındaydım. Bu arada diziyi de çok net hatırlıyorum o süreçte. 12 yaşından sonra sürekli bir kötüye gidişi gördüğün için bu hep galiba böyle gidecek diyorsun yani. Ama mesela şu dönemleri yaşayanlarda diyorlar ki eğer in yöneterse bu ülke çabuk toparlayabiliyor falan diyorlar.
Onun için ben hak veriyorum çünkü daha iyi görmeyince insan sürekli kötüye gidişi yaşayınca çare yok yani. Öyle hissediyor olabilirsin ama çok çabuk düzelir. Klasik belki ama çok zoru. Hemen yaparız, imkansız biraz vakit alabilir yani. Tabii burada bir kişinin yapacağı işler değil bunlar yani. Çok geniş ve çok güçlü, iyi bir kadro gerekiyor yani. İşi bilen, dürüst insanlardan oluşan geniş bir kadro gerekiyor ki genç bir kadro gerekiyor. O da çok önemli. Tabii ki tecrübenin yeri ayrı. Şimdi burada bakıyoruz, İlker Bey’in kadrosuna bakıyoruz. Tabii ki bir tecrübe var ama işte yetişen de oran bakıyorum iki altı gibi şu anda yani. İki kişi tecrübeli ama altı kişi de geliyor arkadan. Şimdi bizim partimiz de öyle. Tecrübeli arkadaşlarımız mutlaka var ama arkadan gelen böyle yetişen de çok geniş bir genç kadromuz var. Yani ben böyle gereksiz yere imsel olan birisi değilim yani. Hani hesap, kitap, plan sonucunda şöyle önümüzü gördükten sonra inanarak imsellik. Gerçekçe imsellik diye bir şey var. Bir hayalperest imsellik var ve de gerçekçe imsellik var. Yani benim biraz daha gerçekçe imsellik tarafımdayım. Bana biraz büyük bir trajedi olarak geliyor. Şimdi ben 20 yaşındayım ve hepimiz hemen hemen aynı yaşlardayız aslında.
Ben okuldan sonra arkadaşlarımla oturup kahve içtikten sonra sigara kullanmıyorum ama kullandığımı da versayarsak benim bir günde 50 lira falan harcamam gerekiyor totalde son fiyatlarla sanırım. Ve 20’li yaşlarımı ve en iyi ihtimalle bundan sonra önümüzdeki bir seneyi falan da bu şekilde geçirecek olmak ve arkama dönüp baktığımda üniversite hayatımı hep günlüğü içinde paramı bitirmeden yaşamak durumunda kalarak yaşamış olmak bana büyük bir trajedi olarak geliyor. Belki bencilce ama kendi ailemden ve bizim üstümüzdeki kuşakların da böyle harika hayatları olmamış olabiliyor çoğu zaman. Ama yine de şeye çok üzülüyorum yani böyle bir yerde yaşıyor olmaktan ve bu yaşlarımızı bu şekilde geçiriyor olmaktan. Çünkü sadece kendim için de değil. Üniversitede okuyan arkadaşlarım çoğu okulu bıraktı mesela benim pandemiden sonra çünkü çalışmaları gerekiyordu vesaire. Çünkü günlük 50 lira dedin herkes bulamıyor ki o günlük 50 lirayı. Rakamlar ortada en düşük emekli maaşı yeni 2500’e çıktı yeni.
2500 lira emekli maaşı alan bir aileyi düşünün 3 çocuğunun olduğunu düşünün nasıl olacak? Tutmaya hesap yani. O yüzden şeyden emin olmaya çalışıyorum. Siz ve sizin gibi diğer muhalifet liderleri de bu konuda gerçekten anlayabiliyor mu? O iklimi hissedebiliyor mu? Şu anki iklimi ve insanların içinde yaşadığı çaresizliği. Türkiye’yi çok gezdim ve rastgele geziyoruz. Ben mesela önceden planlanmış programlarım da oluyor ama böyle rastgele çok program yapıyorum. Mesela geçen ne yaptık Sivas’ta akşam 9 gibi programımız bitince dedim ki arkadaşlarımıza
ver dedim hadi bir üniversite öğrencilerin gittiği bir mahalle varsa gidelim şöyle biraz oralarda dolaşalım, dolaşalım takılalım diye. İl başkanımızın iki çocuğu var ikisi de lise öğrencileri onlar aldı sadece. Böyle dördümüz bu kafelerin olduğu bir semt var girdik. Zaten iki üç kafeler derken hemen öğrenciler artık tanıyorlar artık çok gel başkanım hoş geldiniz şöyle böyle falan. Oturduk sonra halka büyüdü büyüdü büyüdü. Sivas’ın nüfus 540.000 Sivas’taki Cumhuriyet Üniversitesi’nin öğrenci sayısı 60.000. Bunun için söylüyorum böyle planlamış neyse gerçek neyse gerçek aynen duyuyoruz anlıyoruz.
Onun oradaki o hayalleri hayal kırıklığını arzuları karamsarlığı hepsini görüyoruz yaşıyoruz yani hani kapalı böyle sürekli ofiste çalışsak belki dersiniz ki ya sizin Türkiye’den haberiniz yok ama öyle Türkiye’den baya bir haberiniz var. Sadece benim de değil 100.000 tane resmi üyemiz ve Türkiye’nin her yerindeyiz. Dolayısıyla iyi nabuz tutmaya çalışıyoruz. Bir yandan da mutfakta sürekli çözüm üretmek için çalışıyoruz ve bu çalışmalarımız da hep böyle güzel istişareyle yürütüyoruz. Mesela diyelim ki bizim parti programımızı hazırladık değil mi? Bunu sadece işte partiler arkadaşlar kafa kafaya verip yapmadık. Mesela ne yaptık biz parti programımız bitince çok kişiye gönderdik.
Mesela gönderdim bir şeylerden birisi de daron acımalığı duydum. Herhalde Nobel Iksat ödünü alacak inşallah öyle görünüyor. Bizim vatandaşımız çok başarılı akademisyen. Tam 24 saatte 100 sayfalık programı okudu 7-8 sayfalık görüşleriyle beraber geri gönderdim. Dedik işte şunu şunu çıkarsanız iyi olur. Şu sıralamayı değiştirirseniz daha güzel akıyor program falan filan diye. Şimdi bunu niye söylüyorum? Kapalı çalışmıyoruz. Yani mutfak çalışmamız da geleceğe dönük çalışmamız da hep böyle geniş halkalarla oluyor. Çalışma ekibimizdeki arkadaşlarımızın yarısı yurt dışında yaşıyor. Bir de atasözü var biliyorsunuz. Bin biliyorsan bir bilene sor diye.
Ben bu şeyini iyi biliyorum tamam ama sen bin tane biliyor olabilirsin ama yine de bir birine bir sor bakalım. Belki yeni fikir çıkartırsan. Onun için kendimize güveniyoruz. Yani iyi anlamak, iyi okumak ve ne yapacağı konusunda çok iyi bir hazırlık. Bunlar olduğu anda Türkiye’nin önü açık yani çabuk düzelir. Ve şunu söyleyeyim böyle 25-30 yaş aralığı bir gruplu oturuyorduk. Birisi dedi ki Bilkent mezunu. Ben dedi Bilkent okurken dedi KYK burslarımı biriktirdim ve tam iki hafta Avrupa tatili yaptım dedi. Ve iyi otellerde kaldım dedi yani iyi restoranlarda yedim. Biriktirdim KYK burslu da yaptım dedi. Türkiye’nin güzel günlerinde dedim ki senin 12 yaşında olduğun günlerde diyelim. O dönemde üniversitede okuyan arkadaşlar bana yani çok geçmiş değil bu. Dolayısıyla bunun tekrar o noktaya gelmesi de çok fazla vakit almaz. Ama birdenbire her şey düzelecek diyebilecek. Tabii ki çok hızlı düzelecek şeyler var ama biraz vakit alacak işte. Biz bu KYK borçlarını ödeyecek miyiz? Ciddi soruyorum. KYK bir burs var bir de kredi var. Kredi aldım. Kredin üzerine faiz, faiz, faiz, faiz. Bir de belli bir yaştan sonra böyle hemen geri istiyorlar falan. Bu çok yanlış bir iş çok çok yanlış. Yani burada yapılması gereken bir o faizleri bizde silmek lazım. Çünkü bu yüksek faiz KYK kredisi alan öğrencilerin suçu değil. Bu yüksek faiz devletin kötü yönetilmesinin suçu. Düzgün yönetsinler, eksi faiz olsun. Düzgün yönetsinler, sıfır faiz olsun. Faiz yüksekse bu kötü yönetiminin sonucu. Buradaki bu faizleri biz silmek gerekecek. Bir, ikincisi de geri ödemek için mutlaka belli bir seveğinin üzerinde maaşı olan bir işe girmek gerekecek ki. Çalışacaksın, maaşın olacak. Bu eski borçta ödediğin rakam da böyle maaşın işası küçük bir şey olacak. Sedat Peker geçenlerde şey diyormuştu. Ziraat Bankası’na bir para aklama olayıyla ilgili ciddi bir iddiada bulunmuştu. Ziraat Bankası’na ben bunu duyduktan sonra gerçektir değildir güvenmiyorum. Ve ben bu parayı oraya ödersen bu para yine piç olacak. Onu da biliyorum. Öyle size yakını imtihat edeyim. Devletin harcadığı paraya baktığınızı eğer kuşku duyuyorsanız, yanlış yerlere gittiğini düşünüyorsanız, çarşul edildiğini düşünüyorsanız o zaman insanlarda vergi ödeme isteği de olmuyor. Krediyi geri ödeme isteği de olmuyor. Dolayısıyla Türkiye’de kayıt dışı ekonomi varsa tam da bu sebepten ben vergi ödeyeceğim, onlar da çarşul edecek. Ben çok inç insanı tanıyorum. Belki vergi kaçırıyor ama o kadar rakamı gidiyor bağış yapıyor. Hiç olmazsa benim verdiğim, diyor ki öğrenci bursu olsun benim verdim giderim. Ben kendimle okul yaparım ama bu devlete vergi ödemem diyebiliyor mesela insanlar. Evet, tamam olarak öyle. Dolayısıyla bu işte çok önemli. Yani devlete güven. Şu 8 madde saydığım yok, güven çok önemli. Güven olsa bu devlet daha çok vergi toplayacak. Güven olsa daha çok kredi tahsilatı yapacak. Ama güven olmayınca zaten hiçbir şey olmuyor. Başarının sırrında da zaten tam bu güven var. Bu KYK meselesi çok ciddi bir mesele ama dediğim gibi bir o facilerin sıfırlanması gerekecek. Belki belli bir maaş seviyesi belirleyip, onun ne olacağı örnek veriyorum. Asgari ücret çarpı 2 denilir. Asgari ücretin 2 katı maaş almadan hiç kimseden biz KYK kredisini geri istemiyoruz denir. Bizim programımızda var mı? Olur biter yani. Şimdi bu parti programından öte. Bu biraz daha eylem planı seviyesinde çalışması gereken konular. Bizim eğitimle ilgili eylem planımız geliyor tam 100 madde. Bunun aşağı yukarı yarısı 3-18 yaş. Yarısı üniversite eğitimiyle alakalı. Biz ne diyoruz? Yökyü kapatacağız diyoruz. Yökyü kaldıracağız yani böyle bir şey olmayacak diyoruz.
Mesela ne diyoruz? Üniversitenin hayat ve öğrenim merkezi haline gelmesi gerekir diyoruz. Mesela ne diyoruz? 3-18 yaş arasında eğitim mutlaka 3 yaşında başlamalı diyoruz. Ve ezbere dayanan değil, sorgulamaya dayanan bir eğitim modeli olması gerekir diyoruz. Bazı temel becerilerin mesela dil olsun, algoritmik düşünce olsun bu tür konularda çok erken yaşlarda eğitimin başlaması gerektiğini düşünüyoruz. Şüphe duyan, sorgulayan bir zihin önemli diyoruz. Ezberlemek değil öğrenmeyi öğrenen bir eğitim modeli diyoruz.
Yani öğrenmeyi öğrendikten sonra ve bu sosyal medya olsun, dijital dünya olsun buradaki gerçek doğru bilgiyle kirli bilgi arasındaki farkı ayırt etme yeteneklerinin gelişmesi çok önemli diyoruz. Yani bu bizim eğitim politikaları başkanımız enteresan bir arkadaşımız Mustafa Bey. OTT’lı elektriği birincilikle bitiriyor sonra gidiyor Berkeley’de master doktor yapıyor. Profesör kendisi ITÜ’de ama aynı zamanda girişimci şirket kuruyor satıyor falan öyle işleri var. Yani hem iş hayatını biliyor. On yıllık bir silikon valisi tecrübesi var. Türkiye’deki hayatı biliyor çünkü ITÜ’de öğretmiyoruz aynı zamanda. Şimdi bu arkadaşımız bizim bütün eğitim politikalarımızın başında. Ama kaç tane rektörle konuşuyoruz. Geniş bir eğitim çalışma ekikimiz var. Eğitimle ilgili kim ne var ne yapıyorsa, eğitimle ilgili düşüncesi olan hepsiyle gidiyorlar konuşuyorlar. Belki 100 maddenin bir tanesi işte KYK burslarıyla ilgili olacak. Daha doğrusu KYK krediyle ilgili o 100 madde diyeceğiz ki KYK şöyle şöyle yapacağız diye açıklayınca orada parametlerini göreceksiniz. Ben çok siyasetle ilgili biri olmadığımı söylemiştim size. Ama yine de siyasetle ilgili sorusunu soracağım. Evet ve çok az oy verdim. Bir kere oy verdim ben bu zamana kadar. O da belediyeye verdim bir de yalan seçim miydi neye verdik? 2018 genel seçim.
Evet ona verdim. 2019 yerel seçim. 2000’de doğdum ve evet yani seçim verdiğim tek bir oylama oldu. Şu anki iktidarda olan başkan ve cumhurbaşkanı Rüzecep Tayyip Erdoğan’ın ilk iktidara geldiği zamanlardaki röportajları beni çok etkiliyor. Yani dikkatimi çekiyor ve diyorum ki ne kadar değişmiş. Yani şöyle bir durum hissediyorum. İnsanlar değişir yani genel olarak yani psikolojide de böyledir ya değişir değişmesine izin verilir. İyi kötü olur kötü iyi olur. Fakat şöyle bir şey anlamak istiyorum. Tarih tekerrür edebilir ve bu seçimlerde her şeyin düzeleceğine eminim. İyi iyi giden bir adım olacağına eminim. Fakat seçimde çok zorlanacağımı düşünüyorum. Çünkü çok fazla var çok fazla seçenek var ve hangisini seçeceğimi bilemeyebilirim. Ve yine Erdoğan’ın ilk söylediği şeyler gibi olabilir bu. O zaman olsa belki ben de ona inanacaktım ve çok umut verici gelecek olabilir. Yani şu anda çıkan bir lider hepsi çok mantıklı geliyor. Neyi seçeceğim ya da herhangi birinin kötüye değişmemesinin nasıl emin olacağım.
Nasıl anlarız gözünden birinin bizim ekonomimizi bir daha bu hale getirmeyeceğini nereden ya kelime ne söylersin. Bu soru bitecek mi? Yani birincisi şu devlet yönetme gücünün süreyle ve hukukla sınırlanması gerekiyor. Çok önemli bir kaydı. Yani suyu içer o da onun. İçsiniz bir su koyalım susamıştır belki ya. Ya o pisliğe yapıyor. Ama ikinci turda hırlamaya başladı ben severken. Beni daireye aldı yani tamam sorun yok. Devlet yönetme gücünün süreyle ve hukukla sınırlanması gerekiyor.
Çok önemli bir kaydı evrensel bir atasözü var. O da şunu söylüyor. Güç yozlaştırır. Mutlak güç mutlaka yozlaştır. Yani uzun süre devlet gücünü kullanmak insanları bozuyor. Güç zehirlenmesine sebep veriyor. Onun için en üst makama gelen kişilerin yani cumhurbaşkanlarının başbakanlarının görev süresinin mutlaka anayasayla sınırlandırılması gerekiyor. Bunun dünyada çok başarılı örnekleri var. Ve iyi işleyen demokrasiyayla baktığınızda genelde bunların hepsinde devlet başkanının ya da hükümet başkanının görev süresinin sınırlı olduğunu ve bunun gerçekten uygulandığını görüyorsun. Türkiye’de ne oldu? AK Parti’yle kurulurken Erdoğan’ın ilk o videolarını izlediğiniz dönemde üç dönem kuralık yazdık biz. O tüzü yazan ekibin işlemeni de var. Üç dönem kuralı ne diyordu? 2014 ya da en geç 2015 yılı geldiğinde Recep Tayyip Erdoğan’ın bu işi bırakması gerektiğini söylüyordu. Çünkü kuruluşla biz bunları çok tartıştık. Daha önce çok örneği vardı Türkiye’de değil. Dünyada siyaset tarihinde devlet dönem tarihinde o kadar çok örneği var ki. Uzun süre iş başında olanları o zehirliyor. İnsanın genlerinde var tabiatında var. Yani bu böyle bir şey. Sadece Türkiye’de bin sene önce girdi. 2000 sene önce girdi o Dar Koridor kitabında Daran Acıboylu Arabeson’un ortak yazdığı kitapta buna da vurgu vardı. Yani bütün şeyi incelemişler bakmışlar. Yani süre uzayınca bozuyor. İnsanı bozuyor. Dolayısıyla bu işi tadında bırakmayı bilmek lazım. Onun için biz ne yaptık? Mesela bu ortak çalışımız parlamenter sistemde süre sınırları koyduk. Başbakanlar için, Cumhurbaşkanlar için süre sınırları koyduk. Altı parti de mutabuk kaldık. Bunu da anayasaya yazalım dedik ki kimse bununla oynayamaz. Bu önemli süre sınırlamak önemli. Bir de hukuk çerçevesi de tabii çok önemli. Hukuk çerçevesinin çalışması için de meclisin bağımsız ve güçlü meclisi olması gerekiyor. Yargının bağımsız çalışması gerekiyor. Yani bir ülkenin başbakanı, Cumhurbaşkanı’nı ben yanlış yaparsam ya bu meclis burada benim canımı okur. Yanlış yaparsam yarın yargıya düşerim mahkemelerde beni süründürürler. Bana gelecek çare yok yani. Biz anlaştık. Ben şimdi tabi şeytanın avukatı olmak zorundayım bir noktada da. Aslında siz iktidara geldiğinizde de Türkiye, galiba dünyanın ilk 20 ekonomisinden biriydi. Siz derken ilk dönemden bahsediyorum.
Bugün de öyle. Aslında bizim orada sıra atlama imkanımız var mı gerçekten? Yani ben babamlardan da biliyorum. Yani ben ikisi siz de aynı kuşak sayılırız. Babamlardan da biliyorum. Türkiye 10 yılda bir krize girer, 10 yılda bir devalüasyon olur. Ve aslında baktığınızda Türkiye ilerlemez. Yani dünya da ilerlediği için Türkiye de tabii ilerler ama hani sıra atlamıyoruz biz. Şöyle oldu bizim sıralamamız. Biz teslim aldığımızda 20. sıradaydık. 16. daha yükseldik. Ben ayrıldıktan sonra şu anda 21. sıradayız. Durum bu.
Ama sadece ben diyorum ama yanlış anlamam olmaz. Yani düzgün bir ekip, istişareyle çalışma, iyi bir kadro. Mesela o. Dolayısıyla 16. yıllar çıktık. Tam da o dönemde ben orta gelir tuzağı ifadesini kullanıyordum. İşte hukuk eğitim olmadan bundan daha ileri gidemezli diyordum. Orta gelin içinde düşeriz diyordum. Bunların hepsi maalesef üzülecek söylüyorum. Hepsi gerçekleşti. Türkiye yapabilir, başarabilir. Dünya’da çok iyi örnekler var. Güney Kore gibi evet. Başaran örnekler var ama her ülkenin de kendi bir hikayesi var. Mesela bazı hikayelerde Çin’de mesela. Ne var? Çin’deki hikayede biraz otorite var yani demokrasi yok, insan hakları hak getire. Sendika yok mesela. İşçilerin hakkını koruyacak bir sendika yok Çin’de değil mi? Yani işçiler bir araya gelip de bir işçi hareketi yapar. Öyle bir şey yok. Şimdi büyüme modelini izni olmalı. Bizim büyüme modelimizde merkezde insan var. Onun için biz ne diyoruz? Güçlü, sürüdebilir ve kapsayıcı büyüme diyoruz. Bu kapsayıcılıktan anlayışımız nedir? Büyümenin bütün toplum kesimlerine refah olarak yansıması ve topyekün zenginleşme. Yani zengin daha çok zengin olsun, fakir daha çok fakir olsun, ülkede büyüsün. Öyle büyüme bassın ya. Yani üç beş kişinin zengin olmasına ekonik büyüme diyorsak öyle büyüme bassın. Kaldı ki o yem dedikleri biraz öyle bir şeydi yani. Kurartsın, orta gelir çöksün. Ucuz iş gücünü istismar edelim, emeği istismar edelim. Alın terini ucuza satalım, yurt dışına oradan büyüyelim. İyi de bize faydası ne ya? Üç beş kişi para kazansın diye 84 milyon insan kendini mi harayacak? Böyle bir şey yok. Dolayısıyla burada işin felsefesi, bakış açısı çok önemli yani. Peki 20 Aralık gecesi bir de dem çıktı başımıza. Dövize endeksi mevdu altı. Yani ben yine büyük resimden soracağım.
Evet biraz demleniyor şimdi herkes demle. Asaf Savaş’ın geçenlerde söylediği bir şeydi. Bu aslında Türk lirasını tamamen işlevsizleştirmektir diyor. Yani aslında bütün çünkü şey diyorsunuz hani seyircilerimiz için ve buradaki gençler için. Aslında diyorsunuz ki sen dolar tutma ama ben sana dolarmış gibi muamele edeyim. Bu da aslında. Yani milli parayı yok ediyor. Evet kendi paranı yok ediyorsun. Böyle mi gerçekten? Öyle öyle. Niye öyle? Çünkü şu anda bankadaki mevduatın üçte eksi döviz. Yani insanların bankaya koydukları paranın üçte eksi döviz.
Üçte birisi Türk lirası. 2002’de de öyleydi. Biz bu dengeyi değiştirmiştik. Türk lirası yüzde 60’a kadar çıkmıştı. Döviz azalmıştı. Güvensizlik olunca insanlar tekrar dövize yöneliyor. Türkiye’nin bu vatan hainliği midir peki? Yani çünkü öyle bir söylem de var ya yani. Dövize yönelmek mi? Ama işte şu anda bu dem modeliyle ne oldu? Aslında döviz değil de Türk lirasında olan vatandaşların da parasını dövize endeksiyeceğim. Merak etme. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’ni dolarize etmeliydi. Evet yani eğer bir ihanet diye tanımlanabilecekse o zaman devletin yaptığı tüm sistemi dolarize ederek,
tüm sistemi dolara endeksleyerek karar da en büyük ihanet oluyor yani. Eğer öyle tanımlayacaksak. Dolayısıyla ama terminoloji çok. Şu anda hükümetin bir propaganda makinesi var. Partili bir medya var. Bir algı üretme ve paralel evren üretme mekanizması var. Dolayısıyla orada her şey var yani. Aklınıza gelen her şey var. Yok yok süper market gibi yani. Dolar yükseldi. Oradan hemen raftan indiriyorlar. Başka model diyor. Aslında modelimiz bu diyorlar. Dolar düşüyor. Ha aslında bir başka modelimiz var diyorlar. Dolayısıyla her şey var yani. Ama bir neva yok, tutarlık yok.
Bir söyledikleri bir başka söylediklerini kesinlikle tutar. Şimdi bu ne olacak? Parasını dövizli olan yani mevduatı döviz olarak tutan vatandaşlarımız için bir avantajı yok. Ama Türk rast tutan vatandaşlara diyorsun ki ya sen Türk rast tutuyorsun ama merak etme diyorsun bu yeni hesabı açarsan eğer Türk rastındaki getiri az kalırsa farkını ben sana ödeyeceğim. Yani sana da en az döviz kadar kazandıracağım diyorsun. Yani bütün mevduatı dövize endeksleme çabası. Bunu rahmetli Özal yapmış. Evet denenmiş. Ne zaman başlamış Türkiye’de hükü. 1967’de geliyor. 1970’lerde yoğun bir şekilde uygulanıyor.
Ve Turgut Özal bu uygulamayı bitiriyor. Son taksinde ödüyor ve ne diyor bakın. Ve diyor ki gençlere diyor benim vasiyetim diyor sakın diyor ülkeyi bir daha böyle büyük yanlışlarına sokmayı. Çok bedel ödedik diyor. Enflasyonun sebebi bu oldu diyor. Yıllarca bu ülkede enflasyon yüksek olduysa diyor bunun sebebi o günkü adıyla DHM dövize çevre bir mevduat. Bu günlük adıyla döviz endeksli mevduat. Aşağı yukarı aynı. Enflasyon olduysa diyor hayat bu kadar pahalı andıysa fiyatlar bu kadar pahalı. Bu kadar pahalı. Bu kadar pahalı. Bu kadar pahalı. Bu kadar pahalı diyor bu kadar pahalı diyor bu kadar pahalı diyor bu kadar atıysa diyor bunca yıl diyor bütün 1970’ler boyunca diyor bunun sebebi bu oldu diyor. Ve vasiyet bırakıyor. Diyor ki yapmayın bir daha diyor. Çünkü Erdoğan ne diyor yeni bir buluşmuş icatmış gibi ta 1970 model bir tavşanı çıkarıyor şapkatan. Millet de diyor ki ya acaba işe yarayacakmış öyle böyle yani şimdi bunlar denenmiş ve başarısız olmuş ister. Hani tarih tekrar eder diyoruz ya. Tarih tekrar eder nasıl tekrar eder? Eğer ders almazsanız yanlışlarda tekrar eder. Ama tarihten ders alırsanız tarihte işlenen yanlışlara dikkat ersin. Bir daha yapmayın falan. Sanırım bu bir şey değil.
Tarihte ders alırsanız, tarihte işlenen yanlışlara dikkat ederseniz, daha yapmazsanız farklı bir tarihte yazabilirsiniz ileriye doğru. Bir de bu biraz şey değil mi? Kolu kopmuş bir adama yara bandıyla sarmak gibi yani bu bir çözüm olamaz zaten herhalde. Olmayacak zaten. Mümkün değil, olmayacak. Peki ne olacak? Ben de benzer bir şey soracağım bu arada. Ne yaptıklarını biliyorlar mı gerçekten? Hayır, bilmiyorlar. Böyle freni patlamış kamyon gibi miyiz aslında? Aynen öyle. Bir de yokuş aşağı. Bir viraj çıkmaması için dua ediyoruz. Çok keyifli, çok da güzel. Fazla bir viraj yok çünkü dünyada para bol. Dedim ya başta 8,5 trilyon euro, 8,5 trilyon dolar, 8,5 trilyon dolar karşılığı yen. Üç tane büyük merkez bankası var dünyada biliyorsunuz. Amerika, Avrupa, Japonya. Bunların üçü de kabaca 8,5 trilyon dolar euro cinsi parayı basmış sürmüş bedava çünkü sıfır maliyet. Dolayısıyla yol şimdilik böyle düz. Frene basma imkanı seçim günü geliyor. Yani seçime kadar yok. Seçime kadar ne var? Tabii ki demokratik haklar var değil mi? Yani kendimizi ifade edebiliriz, konuşabiliriz, şikayet edebiliriz.
Sivil toplum kuruluşları önemli, meslek örgütleri önemli ama bunların hepsi maalesef susmuş durumda, susturulmuş durumda. Korkutuyorlar yani ya havuç ya sopa. Bazılarına böyle bir güzellik yapıyorlar, teşvik ediyorlar siz susun diye. Teşvikten anlamayan sopa gösteriyorlar bak konuşursan tepene indiririm diye. Hem sivil toplumu sindirmiş durumdalar, meslek örgütlerini sindirmiş durumdalar. Gençlerimizi işte sosyal medya kullanmaktan korkutur hale düşürmüş durumdalar. Dolayısıyla demokrasinin en asil unsuru olan ifade özgürlüğünü, sivil toplumun fonksiyonunu neredeyse minimize edip şu anda götürmeye çalışıyorlar.
Ama burada tabii ki gösteri yürüyüşleri, barışçıl proletosu var bunlar anayasal hak ama çözmez. Onun için Cumhurbaşkanı bunu istiyor şu anda. Geçenlerde ne dedi işte sokağa dökülürseniz dedi sizi kovalarız, kovalarız. Yani çatışmadan beslendiği için yani çatışma kültürü çatışma çıksa da istiyor olabilir bunu. Ama biz ne diyoruz meşru demokratik siyaset diyoruz. Yani Türkiye’nin sorunlarını çözeceksek meşru demokratik siyaset. Ama bunun içinde itirazını dile getirmek de var. Yani şimdi siz muhalefetsiniz ve ben sizin şahsınızla çünkü ilk defa hayatımda bir parti lideriyle tanışıyorum ama diğerlerini de kapsıyor bu. Gelen anlamda çok sesinizin çıkmadığını düşünüyorum. Yani birbirinize olan ilişkiniz nedir bilmiyorum ama tabii ki sokaklara dökülüp insanlar anayasaya aykırı bir şey yapmasınlar ama siyasi anlamda camın çerçevenin kırılıyor olması gerekmiyor muydu bütün bu zamlar, bütün bu kötü yönettiğim. Herkesi çok şey buluyorum naif evet sakin buluyorum. Bu bizi o anlamda da halkıncı Dibik ismini temsil etmediğini düşünüyorum. Ya şöyle tabii ki duygusal birikim çok güçlü vatandaşlarımızda haklı olarak gerçekten büyük bir kızgınlık var ve yeni bir arayış da var. Siyasette tabii üslup tartışılabilir yani daha sert üslup daha farklı bir üslup bunların hepsi tartışılabilir. Ama şu andaki ülkeyi yönetenlerin sertlikten beslenen bir siyaset üslubu uyguladıklarını görüyoruz. Yani Erdoğan’a bakın Bahçeli’ye bakın yani sakin bir konuşmalarını görmek mümkün değil.
Şimdi o ligye düşüp o ligde daha büyük kavga, gürültü bir siyaset tarzı olabilir. Ama bir de hani medeni bir şekilde bu ülkenin sorunlarını anlayıp bilip sorunları bildiğimizi vatandaşlarımıza hissettirip bunu da çözebilecek bir hazırlığın kadronun olduğunu anlatmakta bir başka siyaset tarzı. Bu tabii şöyle değil ben siyaseti hani tiyatro sanatına saygım sonsuz ama bir tiyatro olarak da görmüyorum siyaseti. Yani sadece olması lazım insanlar kimse onun gibi olması lazım. Yani ben de öyle çok kolay kolay kızan birisi değilim açıkçası yani hani kendimi sadece böyle.
Ama Mustafa size demiyor galiba. Ama çerçeve kırmak falan değil de siyasi anlamda. Yani mesela şimdiye kadar epey masaya falan vurmam lazım değil mi buraların suçları falan. Şöyle anlıyorum yani mesela şu anda ekonomi bakanı olan beyefendi televizyona çıktı ve dünyayı beş aile yönetiyor dedi. Şimdi olay buraya gelince o zaman gerçekten o zaman ben de bakan olabilirim. Yani ekonomi 101 kitabı okudum sabah olabilirim gibi geliyor.
Ya muhtemelen daha iyi yaparsınız ya çünkü niye biliyor musun hiç olmazsa yani bir insan bilmeyebilir ama hani bilmediğini bilir. Bilenlerle oturuyor. Arkadaş bize bu görev verdiler de ben de pek anlamam bu işlerden. Hiç olmazsa gelin bana bir öğretin anlatın da ne yapacağımız ona göre çalışalım der değil mi? Yani bu da bir bu da bir meziyettir bir vasıftır yani. Düştüğü gece için Merkez Bankası’ndakileri arıyor diyor. Biz mi bir şey yaptık falan böyle. Lan nasıl? Ay çok güzel. Mustafa şurada haklı oluyor yani bu seviyede olunca olaylar evet gerçekten mesela Time dergisinde bir yazı çıktı 3 Ocak’ta görmüşsünüzdür belki. Dünyayda 2022’de 10 büyük tehdit 10 numara Türkiye. Erdoğan’ın hükümetini devam ettirebilmek için yapabileceği şeyler ve aslında dünya krizini tetikleme ihtimalimiz var. Gerçekten böyle bir şey var mı bu arada? O doğru doğru niye doğru? Çünkü Türkiye şu anda finansal sistem açısından kritik ülkelerden birisi.
Dünyada böyle yaklaşık 24 tane ülke var. Yani her sene değişen ama en son 24 rakam bu 24 ülkeden herhangi birisinde olan bir finansal çöküşün küresel etkileri olabilir. Tabii yani birbiriniz bağlı çünkü. Tabii ki tabii ki. Özellikle Türkiye’nin Avrupa’yla finansal bağları çok güçlü. Avrupa’nın Türkiye’de çok büyük yatırımı var ve Avrupa Bankalarının Türkiye açısında çok büyük krediler var hem özel sektör hem devlete. Yani eğer Türkiye’de bir ani çöküş olursa bu Avrupa’daki finansal sisteme derin etkili bulunur ve bir krizi tetikleyebilir.
Yani Türkiye şimdi küçülmüş haliyle bile hala büyük bir ekonomi yani ne oldu işte 12.500’den indi 8.000 dolara ekonomi ama 8.000 dolar çarpı 84 milyon nüfus asfala etmiyor yani. Şimdi dolayısıyla bu doğru. Hatta şu son yıllarda mesela dikkat ederseniz Avrupa’daki siyasetçilerin Türkiye’ye yaklaşım çok daha ılımlı. Bu şu anda hükümeti çok sevdikleri için değil. Tam tersine ya bunlar kendi kendilerini batırırsa bize de zarar olacak diye yaklaşıyorlar meseleye.
20 dairelik bir apartmanda yaşıyorsun komşunun birisi durmadan bomba üretiyor bir deneyler meneyler yapıyor. Sadece senin dairen zarar görmeyecek birini apartmanın çökerteceksin değil mi şimdi. Onun için arada bir gidip arada bir ziyaret edip ya ne yapıyorsun ne ediyorsun ya istersen şuna fazla dokunma şuna fazla oynamak istersen şu bir dola hiç dokunma ben onu elinden alayım falan filan. Şimdi Avrupa böyle yaklaşıyor Türkiye’ye. Ya bunu niye biliyorum çünkü şu anda Avrupa’daki insanların çoğu eski dostumuz yani bizim çünkü ben dışişleri bakanlığı yaptım yüzünden fazla ülkeye gittim yani bunların hepsinin eski dostlukları devam ediyor.
Bizim bir grubumuz var eski 30 saniye dışişleri bakanlığından ulaşan bir grup var. Ne diyorlar onlar bize? Şimdi orada biz işler ortamda bir araya geliyoruz konuşuyoruz dünya meselerini konuşuyoruz gerçi 30 ülke 30 kişi ne yapıyorlar hani tamamen dengelerini yitirmiş bu eratik kelimesi çok kullanıyor. Türkiye ile ilgili eratik kelimesi yani bu ne yapacağı belli olmuyor. Every random kelimesi çok kullanıyor çünkü rastgele yani bir şey yok yani yazı turu atar gibi şimdi yarın ne yapacak yazı turu atmakla Erdoğan yapacaklarını tahmin etme kararısında bir fark yok yani.
Mesela şimdi ocağın mesela 20’si gelecek Merkez Bankası para politikası kurulur toplanacak değil mi? Şimdi faizi sabin tutacak yoksa indirmeye devam edecek şimdi bunu bilmek mümkün değil çünkü o sabah nasıl uyandığına bağlı keyfine bağlı yani. Ama şunu anlamıyorum Ali Bey Erdoğan çok tecrübeli ve iyi bir politikacı ya ustası bu işin dolayısıyla bu kadar dediğiniz gibi eratik mi? Şöyle şimdi siyasette bir laf üretme kısmı var bir de iş üretme kısmı var laf üretirseniz de yani mikrofon olunca herkes konuşur.
İyi çalışırsanız zamanında hani bunun eğitimi de alırsanız hani hatiplik eğitimi falan alırsanız belki daha iyi konuşursunuz yani bunu çok pratik yaparsınız daha da iyi konuşabilirsiniz. Ama bir laf üretme ve iş üretme kısmı var iş üretmek ancak bilgeli olur bilmiyorsan da bilenlerle çalışarak olur. Şimdi kendi bilmiyor bilenlerle çalışmıyor ama lafla da peynir gemisi yürümüyor yani. Ama ben ekonomistim diyor. Olabilir yani laf üretmekten kolay bir şey yok hani o zaman ben de diyorum ki o zaman düzelt diyorum ya niye ekonomi bozuldu yani şimdi bizler varken iyi gidiyor da şimdi yalnız kalınca niye yapamıyor değil mi?
Üstelik tek imzayla yapamayacağı hiçbir şey yok şu anda değil mi? 3.5 yıldır tek yetkili olarak yönetiyor yani bakanların hiç yetkisi yok hiçbir şey yok yeni sistemde biliyorsunuz. Bakan yarımısını kendisi veriliyor bakanın altındaki genel müdürü kendisi veriliyor. Yani Kütahya il tarım müdürünü de kendisi atıyor bakan da kendisi atıyor. Dolayısıyla Kütahya’daki il müdürleri benim Cumhurbaşkanı atladı diyor. Tamamen yetki elinde o zaman düzelsin buyursun. Alanı ekonomiyse bu işin kitabını yazsa buyursun düzelsin. İşte seçimede 1.5 yıl daha var hadi düzelsin değil mi?
Bir şey soracağım bu pandemi olmasaydı Türkiye yine bu durumda olur muydu yani pandemi aslında şanssızlığı mı oldu iktidarın? Pandemi tabi bir miktar daha zorlaştırdı o bir gerçek ama Merkez Bankası’nın rezervenin eksiğe düşmesi pandemi öncesi. Pandemiyle beraber değil ki yani pandemi öncesinde bu eksiğe düştü. Pandemi öncesinde Türkiye kur krizleri yaşamaya başladı. Bu Merkez Bankası mesela bir rezerv vardı bir de yedek akçası vardı Türk lirası. Yedek akçası Merkez Bankası’nın pandemi öncesinde harcadılar bitirdiler bir günde.
Yani biz yıllardır biriktiriyorduk o yedek akçayı Türk lirası tam adı da yedek akçası hesabı yani. Ve onu bir günde sıfırladılar damat geldi ilk gün 1 Ocak’ta sıfırladı bitirdi yani. Şimdi harcıyorlar yani harcıyorlar bitiyorlar. Pandemi geldiğinde yedek akçası sıfır Merkez Bankası’nın rezerv eksiği yapacak hiçbir şey yok. Biraz para basmayı denediler hemen kur fırladı. Kur fırlayınca zaten döviz satmaya başladılar. Döviz satmayı daha da yoğunlaştırdılar. Yani o kadar kötü ki her şey yani düzgün hiçbir şey yok. Doğru yapılan hep bir şey kalmadı yani.
Peki son olarak bir buçuk saati geçtik. Öngörünüz ne yani ne olur? Ben de bunu sormuşken minik bir şey yapıştırabilmiyor muyum? Bakanlık yaptığınız dönemde ve iktidardan ayrıldıktan sonra bu kadar dibe düşeceğini öngörebilmiş miydiniz? Şu anki öngörünüzle beraber bunda size sormuş olabildik mi? Şöyle ben 2015’te bakanlıktan ayrıldığımda AK Parti’nin kendi kuralı geriye zaten 3 dönemim de olmuş. Yani 3 dönem sözüne sadık kalarak ben ayrıldım ve ondan sonra artık tamamen eski hayatıma dönmeye başladım. Tabii birden bire de siyasetten şey olmuyor yani insanlar sizi tanıyor.
Bire göre çevre falan birden de kopulmuyor ama ben artık yavaş yavaş eski hayatıma dönüyordum. Hatta bir süre bir süre tamamen ailemizin iş yeri merkezine artık orada bir kendime bir çalışma alanı hazırladım. Fakat bizim aile tekstil uğraşıyor ama hiç kimse bana perdenin fiyatı kaç lira diye sormuyor. Havlunun hangisini alalım falan diye sormuyor bana insanlar. Ya bu memleketin hali ne olacak? Gelen giden herkes memleketin hali ne olacak? Dolayısıyla hele hele işler kötüleştikçe de bir mecburiyet oluştu. Yani benim tekrar siyasete bu sefer farklı bir hattan farklı bir hareketle yeniden başlamayla ilgili mecburiyet oluştu. Çok yoğun talep geldi bildiğiniz gibi değil. Bu kadar tecrübeniz var, bu kadar ülke yönetimi de yer aldınız, güzel de şeyler yaptınız. Yani işte ülkenin itibarı en yüksek olduğu dönemde siz dışişleri bakanıydınız. Bu memlekete borcunuz var böyle izleyecek misiniz sadece? Ondan sonra baktık ne yapalım ne edelim diye. Eş zamanlı olarak da şartlar gitmişe kötüleşti, kötüleşti, kötüleşti, kötüleşti bir bakıma baktık. Bir yandan böyle talep var bir şeyler yapın diye bir yandan da ülkenin şartları kötüleşiyor.
Ama biz partimizi kurma kararı aldığımızda yani 2019 yılında 2020 Mart’ında kurduk diyorsunuz ama kararı daha önce aldık. Süreç gerekiyor, program hazırlı, tüzük hazırlı, şu bu falan katrolar. Artık o noktada işlerin kesinlikle daha kötüye gideceğine kanaat getirmiştik. Yani bu hükümetin, bu ülkenin sorunlarını asla çözüm bulamayacağına dair bizde kesin kanaat oluştu. Yani bir şekilde bu iş düzelir, bir şekilde bunlar düzeltir. Yine yaparsa Erdoğan yapar falan tür bir hissiyat olsaydı biz işimize gücümüze bakardık. İhtiyaç olmazdı ama şu anda çok ciddi bir ihtiyaç var, şiddetli bir ihtiyaç var. Gerçekten bunu hizmet borcu olarak açıkçası hani bu ülkeye tekrar dönüp bir ödememiz gereken bir borç olarak görüyor. Sadece bende değil bütün arkadaşlarımız öyle yani siyasete bizimle başlayan çok arkadaşımız var. Bizim kadrolamızın %80-85’i ilk defa siyasete Deva Partisi’ye başlayan arkadaşlar. Hepsi kendi işin gücündeyken yani memleket kötü ben bir şey yapabilir miyim kaygısıyla gelip bize üye olan, teşkilatımıza görev alan, yönetim kurullarında görev alan arkadaşlarımız bunlar. Peki diğer konuda yani öngörünüz nedir önümüzdeki 1 yıl 1.5 yıl için? Öngörmek çok zor çünkü olacaklar tamamen hükümetin ne yapıp ne yapmayacağına bağlı. Onların ne yapıp ne yapmayacağını da kestirmek mümkün değil. Yani eğer hiçbir şey yapmazlarsa bugün desin ki ya ben artık hiçbir karar falan almıyorum biraz o kenarda oturacağım. Şöyle bir ay bir tatile gidiyorum falan dese düzelmeye başlar biraz. Biraz düzelmeye başlar çünkü hiç olmazsa ya daha kötüsü bari olmaz der insanlar yani. Çünkü Atlantan’dan çok kötü adım yani. Peki şeye nasıl yaklaşıyorsunuz mesela buradaki arkadaşlar asgari ücretten çalışıyorlar gerçekten. Şimdi tabii iyi de bir zam geldi. Mesela sevindiler mesela bu sevinmeliler mi? Ben üzüldüm çünkü. Şimdi bir işverenle konuşurum. Bilmiyorum bu konuşuyor mu yoksa genel bakayım onu tam kestiremedim ama sonra işverenler gelecek. Gerçekten yani şaka bir yana aslında işveren içinde birdenbire bir yük geldi ya. Doğru yani %40 arttı işveren yük %40 arttı.
Net %50 işveren yük %40 arttı. Çalışanlar açısından baktığımızda Aralık ayında asgari ücret belirlendi Aralık’ın ortasında. Ve ben o gün bir açıklama yaptım. Dedim ki enflasyon o kadar yüksek ki ve fiyatlar artmaya devam edecek ki. Ocak sonu gelip de bu yeni asgari ücret insanların eline geçene kadar bu erimeye devam edecek dedim. Ve maalesef oldu. Çünkü bir ocakta gelen zamlar işte elektrikli, doğal gazlı, vergilerdi. Zaten asgari ücrete gelen artışın önemli bölümünü geri götürdü.
Kaldı ki asgari ücretteki artış geçmişi telafi etmeye bile yetmiyordu yani. Çünkü gerçek enflasyon, hükümetin açıkladığı enflasyon %30 küsur. Ama o hikaye. Biz ona rakamları ayarlama enstitüsü diyoruz. Çok iyi o. TÜİK’e namı diğer rakamları ayarlama enstitüsü. Onların açıkladığı enflasyon %30 küsur. Ama bağımsız çalışan grupların enflasyonu %80 civarında tahmin ettiğini de görüyoruz. Bu ne zamanın enflasyonu? 2021’in yani geçen yılın enflasyonu.
Asgari ücret zammı niye verildi? Geçen yılın fiyat artışlarını telafi edebilmek için verildi. Yani baktığınızda %51 artış dahi geçen senenin zamlarını telafi etmek için yeterli bir artış değil. Kaldı ki 2022 başladı. 2022’in kendi zamları geliyor. Bakın bu ocak ayında korkunç bir enflasyona daha çıkacak. Yani muhtemelen ocak sonunda TÜİK bile %40’ın üzerinde bir rakam açıklamak zorunda kalacak. Gerçek çok daha üzerinde olacak. Dolayısıyla bu maaş bile şu andaki asgari ücret bile hemen erimeye başladı.
Ve yıl sonu geldiğinde muhtemelen 2021 aralığına göre 2022’nin aralığında daha da satın alma gücü düşmüş bir asgari ücret olacak. Yetmeyecek yani. Boşuna sevinmeyin yani. Bu çalışanlar açısından. Peki dönelim işverenler açısından. Bunlar için de hayat çok zor. Evet. Çünkü sattıkları hizmet, ürettikleri ürün neyse bunların fiyatını maliyetleri kadar artıramıyorlar. Her türlü maliyet artıyor. Yani belki asgari ücret %40 arttı ama onun haliyle ki maliyetlere bakın çok daha ötesinde şimdi burada elektrik yakıyorsunuz.
Çok daha ötesinde bir artış var. Doğal gazda ısınıyor burası muhtemelen. Çok daha yüksek bir artış var. E kullandığınız ekipman teknik cihazlar falan. Hepsi dolarla evet. Hepsi dolarla. Peki siz bu yaptığınız işin karşılığında geliriniz bu kadar artacak mı? Mümkün değil. Dolayısıyla bu yüksek enflasyon ekonomi için tam bir beladır. E yüksek enflasyondan kazanan olmaz. Kaybet kaybet kaybet rejimidir yani bu yüksek enflasyon. Peki inançla yenilebilir mi? Tabii ki enflasyonun beklentisi çok önemlidir. Enflasyonun beklentisi enflasyonun kendisi kadar önemlidir.
Eğer herkes enflasyonun mesela yükseleceğine inanırsa enflasyonu daha da tetikler. Bir noktada insanlar eğer enflasyonun düşeceğine inanırsa onu kırabilirseniz o beklentiye o zaman gerçekten düşmesine çok çok yardımcı olabilirsiniz. Mesela Japonya bunu yaşadı. Yıllarca defilasyon yaşadı Japonya. Ve Japon Merkez Bankası bu defilasyonla kurtulmak için para bas para bas para bas. Devlet bütçesi sürekli açık verdi Japonya’da. Vatandaşa para dağıtıyorlar ya al bunu harca Allah aşkına harcalıyorlar. Diyor ki yok bugün niye harcayayım daha da düşecek fiyat diyor. Çünkü fiyatların sürekli düşüş trendine girdiğini gördüğü anda toplum duruyor.
Paramı tutuyor biraz daha düşsün diyor biraz daha düşsün diyor. Ama yükselme trendinde ise bu sefer varsa hemen bir şey alıyor. Varsa harcamadan daha fazla harcamadan. Bazen de gerçekçi olmayan bir talep oluşuyor. Var olan imkanı olanlar ihtiyacı olmadan da alışverişe başlıyor. Daha da pahalandığını alayım koyayım. Şimdi sok eğilimi başlıyor. Şimdi un bir çoğalama yarın buna zam gelip en iyisi iki çoğalalım koyayım bir kenara. Bu sefer bu yükselen talep enflasyonun kendi başına tetikleyicisi olabiliyor. Dolayısıyla burada enflasyonun hem kendini hem de beklentisini kırmak ekonomi yönetim açısından çok önemli.
O zaman yani mesela hükümet bu kadar büyük zam yapmasaydı tamamen hipotetik soruyorum. %40 yaptı ya %20 yapsaydı daha mı doğru olacaktı? Olmaz artık çünkü geçmişten geliyor ya. O zaten olmuş. Ama şu olabilir. Mesela bazen geleceğe doğru maaş tespit ediyorsunuz geleceğe doğru. Mesela ne yapıyorsunuz? Bu hükümet mesela memur sendikalarıyla konuşuyor. Ya da kamu işçi sendikalarıyla konuşuyor. Onların maaş zammını geçmişe doğru değil geleceğe doğru konuşuyor. Şimdi eğer enflasyon beklentisi kırılırsa herkes enflasyonun düşeceğine inanırsa o zaman gelecek yıl için. Şimdiden belirleyeceği maaşları mesela bu daha düşecek enflasyonu dikkate alarak belirleyebilir. Ama böyle bir ortamda mümkün değil. Yani biz mesela kamu işçi sendikalarıyla memur sendikalarıyla görüşürken pazarlık şuydu. İlk 6 ayda %2.5 mu olsun %3 mi olsun? İkinci 6 ayda %3 mi olsun %2.5 olsun? Yok ilk 6 ayda 3 olsun da ikinci ayda 2.5 olsun. Bunların pazarlığını yapıyorduk. Yani 0.5’in pazarlığını yapıyorduk. Çünkü enflasyon da düşmüştü. Enflasyonun beklentisi de düşmüştü. Bunun için ekonomi büyüdü. Bunun için o yüksek refah seviyesine hızlı bir şekilde ulaştı. Ama yüksek enflasyon da refah falan olmaz böyle bir şey hayal yani. Dolayısıyla onun için bu hükümetin artık işi bitti yani. Biz diyoruz ki zaten onları müsait bir yerde indireceğiz diyoruz. Bir buçuk yıl daha var. Yani öyle görünüyor. Erken seçim kararı alınmazsa işte bir buçuk yıl var. Sayılı gün çabuk geçer. Bir buçuk yıl daha sabır diyoruz başka yapacak bir şey yok. Ama şunu yapıyoruz tabii biz sürekli sadece gelecekle ilgili değil. Bugünle ilgili de hükumete sürekli tavsiyelerde bulunuyoruz. Mesela bu en son dalgalanmada Aralık ayında çıktık 21 tane madde açıkladık. Bunu hemen yapın dedik hemen. Yani seçim sonrasını falan beklemeyin.
Bak biz seçimden sonra yapacağız demiyoruz. Alın siz bunu hemen bugün yapın dedik. Fakat sizi dinleyeceklerini pek şey yapmıyorum Ali Bey. Yani o paralel evlendiler artık. Yeni bir söylentiler de başta Mehmet Barlaz’dan aldığımız yazılarından intibaye göre. Tekrardan bir faiz yükseltimi olma ihtimali var. Bu saatten sonra tam ters politikaya geçseler düzelir mi? Şöyle Merkez Bankası faizini 19’dan 14’e düşürdü. Ama eş zamanlı olarak hazinenin borçlanma faizi 17’den 25’e çıktı.
Merkez Bankası’nın faizi 19’du. Hazinenin borçlanma faizi 17’iydi. Dolayısıyla Merkez Bankası’na borç al hazineyi ver öyle bir şey yok yani. Öyle bir şey yoktu yani normal bir denge vardı orada. Bunlar ne yaptılar? 19’dan aldılar. Hazinenin borçlanma faizinin altına düşürünce enflasyon beklentisi. Yükseldi. Enflasyon beklentisi de faizle sıçrattı. Yüzde 25. Merkez Bankası faiz indirmini durdurursa ya da bir miktar faiz artırımı yaparsa bu piyasada geçici bir imsellik oluşturabilir.
Yani kur konusunda ve hazinenin borçlanma faizleri konusunda bir miktar geçici bir iyileşme olur. Ama bu döngüyü o kadar çok yaşadık ki. Son üç yılda defalarca yaptılar bunu. Bir indirdiler olmadı tekrar 24’e çıkarttılar. İndirdiler 19’a çıkarttılar. Ya bunu o kadar çok yaşadılar ki. Çünkü ne oluyor? Biraz işler toparlayınca, biraz ekonomi düzelince hemen Cumhurbaşkanı tezini hatırlıyor. Dur ya diyor bir NAS vardı diyor. Bir de benim diyor tezim vardı diyor. Faiz sebep enflasyon sonuçtur diyor. O tekrar depreşiyor yani. Bu sefer dönüyor Merkez Bankası indir kardeşim diyor.
Dolayısıyla bunu o kadar çok yaşadık ki. Yani kalıcı bir düzelme asla olmaz. Bitti. Kalıcı düzelme olmaz. Ama ne olur? Biraz daha işte kurda, hazinenin borçlanma faizlerinde biraz sakinleşme görebiliriz. Ama kalıcı olacak mı? Yoksa o sakinleşme görünce işte işler düzel diye tekrar mı yeniden indirecek? Yani dedim ya yazı tura. Tabircay size yalama olmak gibi bir durum var mı? Yani geri dönüşü olmayan bir yola girmek gibi bir şey var mı ekonomide? Dolar sizce şu dönemde ne olsaydı biraz daha makul olurdu?
Böyle her şey kur değil öncelikle. Yani kur çok önemli ama her şey değil. Yani kur biraz sakinleşti. Kur düştü diye hemen yatırıncılar kolları sıyıp hadi yatırım yapalım. Hadi adam alalım. İnsan çalıştıran var. Öyle değil yani. Öyle değil. Güven gerekiyor. Uzun vadeli güven gerekiyor. Ne olur? Belki bu kur artışında enflasyonda bir miktar sakinleşme olur. Ama ekonomi büyüme gelmez. İstitam asla oluşmaz. Yani bu işsizlik sorunu kesin devam eder bu ülkede. Çünkü güveni kaybettiler. Güveni kaybedince tekrar kazanmak öyle kolay bir iş değil ya. Öyle hemen üç ayda, altı ayda işte yok Merkez Bankası.
Bak işte faiz yükseltti falan değil. Bir de kendini öyle bağlıyor ki. Ya nasıl diyor? Ben onun için yapıyorum diyor. Peki yükseltince ne olacak? Ne olacak yani? Şimdi kendi bir kitlesi var değil mi? O kitleye hitap ediyor. Bunu böyle anlatıyor. İnanan vardır, inanmayan vardır. Biz bilemiyoruz. Devlet yönetiminde insanların inanç dünyasına müdahale doğru bir şey değil. Kimseye inancından dolayı yargılayamazsınız. Yani öyle inanıyordur. Saygı duyarsınız sadece. Olduğu gibi kabul edersiniz. Bir şey diyemezsiniz ama kendi kitlesine ne diyecek? Nasıl anlatacak bu? Nasıl değişti mi diyecekler değil mi artık? Yani nereye kadar nasıl?
%19 tamam, %14, %15 yani ne? Öyle bir referansa bağladı ki kendisini. Bunu o kadar sık tekrar ediyor ki. Ne 4 etajı Storjdev’den bahsediyor. Oradan kendisini nasıl çıkaracak? Yani gerçekten dar bir köşeye kendisini şu anda hapsetti. Öyle bir noktaya hapsetti ki oradan kendi istese de çıkmak kolay olmayabilir yani. Olası seçim sonuçlarına göre Deva Partisi’nin bir koalisyonunda olması durumunda.
Diğer partilerin ekonomik yaklaşımlarından haberdarsınızdır. Kendinize paralel görüyor musunuz? Öyle bir size Deva Partisi’ne şu bakanlıklardan hangisini istersin dendiğinde ekonomiyle alakalı bir yaklaşımınız olacak mı? Bu konudaki fikriniz nedir? Tam bir gazeteci sorusu sordum. Öyle bitireyim dedim. Bizim şu anda önümüzde sadece partilerin programları var. Parti programlarında yazan ekonomiyle ilgili genel çerçeveler var. Ama biz ne yapıyoruz şu anda? Farklı alanlarda detaylı eylem planı hazırlıyoruz.
Bizim gibi böyle eylem planları hazırlayan başka kimse yok şu anda. Dediğim gibi dört tanesi bitirdik. Doğa hakları ve çevre hazır. Onun için konjonktürün uygun olmasını bekliyoruz şu anda. Takvim çünkü çok şey değil. İnsanlar biraz daha doğa hakları ve çevre deyince ona ilgi göstermesi lazım. Şu anda herkesin derdi başka yani herkes geçim derdinde işte. Onu bekliyoruz çünkü söyleyince de araya gitmemesi lazım açıklayınca. Ama bitti tamamen hazır. Ekonomi finans ve istihdamla ilgili 130 madde şu anda muhtemelen ilk açıklayacağımız olacak. Biz onu açıkladıktan sonra diğer partilerde çalışmaları varsa onlar da açıklasın baksın.
Bir araya gelip çalışma olur mu? Olabilir de biz ne yaptık? Parlamenter sistemle ilgili çalıştık. Kendi çalışmamızı hazırladık daha sonra altıl masaya koyduk. O altıl masa şimdi o çalışmaları tek masaline getirdi yani bitmek üzere o. İyi de oldu ama o ne zaman? O birinci seçim olacak. Daha sonraki bir değişiklik yani birinci seçimle oluşturacak meclisin oluşturacağı bir anayasa değişikliği ancak. Fakat birinci seçimden hemen sonra neler uygulayacak neler yapılacak. Şimdi o ittifaktan dövdü artık bir koalisyon meselesi yani. İttifak seçim öncesi ittifak. İttifak kurduğunuzda seçime giderken farklı parametrelerle giriyorsunuz.
Ama seçim sonrası eğer ortaklaşa bir yönetim söz konusu olur ise o artık bir koalisyon ve onun için bir koalisyon kontratı gerekir. Koalisyon anlaşması gerekir. Orada farklı alandaki politikaların böyle ortaklaştırılması ilgili bir egzersiz gerekir. İşte Almanya’da kuruldu biliyorsunuz. Kaç ay sürdü o pazarlık? Kolay olmadı yani. Hollanda’da 7 ay sonra koalisyon pazarlıkları bitti. Hükümet kurulabildi. O iş biraz zor bir iş ama baştan hazırlık yapılırsa seçim sonrası iş kolaylaşır diye düşünüyoruz. Biz onun için her şeyi baştan hazırlıyoruz. Mesela parlamenter sistemle baştan hazırladık. Bir sene önce bitti bizim kendi çalışmamız. Seçimlerden önce ne kadar detaylı hazırlık olursa ve bu detaylı hazırlık ne kadar geniş çevreler tarafından sahiplenirse seçimden sonra bunun uygulanması kolaylaşır. Ama hiçbir hazırlık yok. Elde hiçbir şey yok. Sıfır. Seçim bitti. Hadi oturalım ekonomide ne yapacağız şimdi onu konuşalım derse bitmez yani. Ve ülke kötüye gitmeye devam eder. O zaman da derler ki ya parlamenter sistem dediniz işte yok ittifak dediniz koalisyon dediniz ama ülkeyi yönetemezsiniz kardeşler yani. Ondan sonra bakarsınız tekrar ülke savrulmuş yeniden bir otoriter yönetim arayışına girmiş. Dolayısıyla bu kötü bir şey olur yani. Onun için bu seçimlerden sonra parlamenter sistem istiyorum diyen partiler çok önemli sınavdan geçecek. Parlamenter sistemin bu ülkenin vatandaşlar için refah üretebilecek. Bu ülkenin iç dış güvenliğini sağlayacak bir hirilikte çalışacağının çok açık ortaya konması lazım. Yoksa bazı ülkelerde yaşandı böyle demokrasi tamam güzel ama sonuç alamadılar. Sonuç alamayınca tekrar bir otoriter lider arayışı başladı o ülkelerde. Dolayısıyla Türkiye’nin o tuzağa düşmemesi lazım. Demokrasinin parlamenter sistemin vatandaşlar için sonuç üretmesi lazım. Onun için de bugünden çalışmak lazım. Seçimden sonrası çok geç olur.
Son zamanlarda işte doların çalkalanması ya döviz kurunun aslında böyle çok garip yerlere gitmesiyle beraber ekonomiyle alakası olmayan vatandaş tehi birikmiş parasıyla işte dolar aldı euro aldı vesaire. Burada doların tekrar, euro’nun işte o 18-20 liraya çıkması gibi bir durum söz konusu olursa devlet kendi gücünü böyle bir gücü varsa tabi kullanarak işte bankada duran bu paraları el koyabilir mi? Bununla alakalı çünkü çok fazla spekülasyon çıkmıştı doların çok arttığı dönemde. Siz de gelirseniz enkaz devralırsanız diyelim ki öyle de bir ekleme yapalım böyle bir düşüneceğiniz olur mu? Bu iflastır yani ülkenin bitmesidir, tükenmesidir ve çöküştür. Yani artık kendi paranı tüketip Merkez Bankası’nın rezervlerini eksiye düşürüp, yetek akçelerini sıfırlayıp dönüp bir de vatandaşın parasına el koymak o tam bir iflastır, çöküştür. Bu böyle bir şey kimsenin zihninden bile geçmemesi gerek. Buna ihtimal verilmiyor galiba. Maalesef bu tür söylentiler bir ara çıktı. Çok boşta değildi. Özellikle bu 2019’da falan maalesef en kötü durum senaryosu falan diye böyle bir şeyler galiba çalışmışlar bir yerlerde ve bu çalışma da biraz duyuldu. En kötü hiçbir şey kalmazsa kaynak yok dışarıdan da para gelmiyor artık bittik tükendik. Vatandaşın parası varmış dur bakalım. Aslında dem o değil mi yani o onun legal olanı değil mi dem? Getir bana ver o parayı diyorsun. Yok yok o nokta değil ya sadece o ilk aşaması yani hani merak etme diyorsun. Hani ben sana döviz kadar getireceğim falan diyorsun ama bugüne kadar Türkiye’de pek olmamış böyle bir şey olmamış ama hiç yaşanmamış şeyler bunlar yaşattılar yaşatıyorlar. Dolayısıyla inşallah olmaz yani ama felaket senaryosudur o. Gerçekten tam bir çöküştür yani Avrupa’yı bile bozar o yani Avrupa ekonomisini bile etkileyecek kadar bir şeydir büyük bir çöküştür. Yani mütemadiyen işte yaslık altında döviz biriktiren insanlara onu bozdurun şeklinde yani devlet eliyle böyle açıklamalar yapılması çok garip geliyor. Ya da getir bankaya koyduğu için de söylüyor. Supermarket her şey var. Varmış gibi geliyor bana doların da arttığı dönemde bu tür şeyler çok fazla çıkmıştı ortaya yani bana çok imkansız bir senaryoymuş gibi gelmiyor. Peki o bir yöntem midir yani halktan para istemek? Tükeniştir bitiştir yani. Yok şu andaki de yani. Demokratik bir ülkede ona öyle bir hükümet daha seçilemez yani mümkün değil bitti yani ama artık demokrasiden başka bir fazlılık başka bir şeydir o yani olmaz. Peki yine de ilk seçimde gideceklerinden ne kadar eminiz?
Şöyle seçimi çok açık arayla kazanmak gerekiyor. Bana da öyle geliyor ama öyle olmayabilir gibi. Yani açık arayla kazanmazsak olmaz çünkü birbirine yakın oylar çıkarsa o zaman hile de yapılabilir. Daha önce de denende bu tür şeyler işte İstanbul’da mesela fark azdı. O kadar farklı verir miyiz İstanbul falan dediler sonra gittiler gördüler yani yani o da yaşandı ama çalışmak gerekiyor. Yani çalışmak sadece mutfak çalışması değil bir de vatandaşlarımıza anlatmak gerekiyor ve insanları ikna etmek gerekiyor. Yani orada bir eksimizin olmaması lazım.
Tabii ki medya sınırlamamız var tabii ki ana hakkım medyanın önemli bir kısmı bize kapalı. Yani haber bile yapmıyorlar çünkü gösterirsek vatandaşlar hemen kayar o tarafa doğru korkuyorlar. Yani sınırlı sayıda televizyon kanalı bizimle ilgili haberleri geliyor. Hem kapalı hem mesela Ahmet Hakan 22 Aralık’ta şey yazdı. Mesela Ali Babacan’ın üstünlüğü yok oldu. Okumuşsunuzdur herhalde şey yani 20 Aralığa kadar çok döviz yükseliyordu büyük bir çalkantı vardı. Ali Babacan haklı görünüyordu ama şimdi bak öyle olmadı ortaya çıktı diye bir de aslında karşı propagandada. Yani öncesinde ama yazmıyordu işte sonrasında yazdı. Demek içinde biriktirmiş o duyguları görüyormuş. Hükümetin başarısızlığına endeksli bir siyasi parti olamayız. Onlar biz bekleyelim duralım onlar başarısız olsun zaten bize gelecek öyle değil. Evet. Şimdi vatandaşlarımızın gerçekten kendini rahat hissetmesi lazım. Gerçekten inanmaları lazım. Bunlar bu işi yapar diye güvenmeleri lazım. Eğer o yeterince o güven oluşmazsa dönüp dolaşıp ya iyi ya da kötü ama burada bildiğimiz bir şey var burada bilmediğimiz bir şey var. Bilmediğim bir şeye oy verip de niye riske atayım.
İyi ya da kötü bunu biliyorum diyebilir insanlar yani. Dolayısıyla öyle boşluk bırakmamak lazım. Herkesin çok çalışması lazım. Tabii sadece siyasi partilerin değil hani bu konuda artık meseleyi anlamış bilen bütün vatandaşlarımızın da tabii sosyal medyada falan zor olabilir. En azından dost sohbetlerinde yani gerçekleri insanlarla paylaşmakta büyük fayda var. O aslında herkesin biraz vatandaşlık sorumluluğu oluyor. Yani mesela gerçeği görüyorsunuz ama içinize tutuyorsunuz. Yani öyle pek olmamalı yani hani bir şey görüyorsanız onu böyle yakınlarla dostlarla paylaşmakta fayda var.
Çünkü gerçekleri saklayan, perdeliyen büyük bir propaganda makinesi var orada. Yani televizyon kanallarıyla, gazeteleriyle, sosyal medya üzerindeki baskısıyla ciddi bir propaganda makinesi çalışıyor. Ama bu tarafta da işte… Flu TV var. Vatandaşlarımızın… Çok teşekkür ederiz. İkinci defa geldiniz. Bu arada ilk geldiğinizde de ben söylemiştim başkalarına da yani biz sonuçta Deval Partisi ile bizim ne bir çıkar ilişkimiz var ne bir herhangi bir organik ilişkimiz de yok. Çağırmıştık başkaları da gelmek isterse diyor. Sizden başka gelen olmadığı için yine sizi ağırladık.
Teşekkür ediyoruz. Gençler ikna oldunuz mu? Ben teşekkür ediyorum. Sağ olun. Son bir soru varmış en genç arkadaşımızdan bununla bitirelim. Size hala bazı eleştiriler var. Geçmişte sanırım ekonomiyi bir özelleştirme çabanız vardı ve bunun için halktan bazı kesimden bunun için size eleştiriyorlar işte. Ekonomiyi dış güçlere, dış ülkelere satmaya çalışıyor, sektörleri özelleştirmeye çalışıyor diye bir tepki var. Yani bu tepkilerin üzerine ne demek istiyorsunuz? Hani bir özelleştirme çabanız var mı? Varsa da bunun ülkeye nasıl bir faydası var? Mertcan şöyle şimdi özelleştirmede de Türkiye’nin iyi tecrübeleri doğdu, kötü tecrübeleri doğdu. Tabii diyorum hep eskiden ders almak lazım yarınları yürürken. Ama bugün itibariyle özelleştirme ile ilgili düşünemiz şöyle. Herhangi bir şirket diyelim ki devlete ait şirket bunun yaptığını ürettiğini aynısını özel sektörde yapıyorsa devletin orada olmasının çok anlamı yok. Diyelim ki bardağı üretiyorsunuz değil mi? Şimdi Türkiye’de 100 tane cam fabrikası var bunu üreten. Devletinde bir tane cam fabrikası var. O da bardak üretiyor. Yani bunun çok anlamı yok. Yani onun özel sektörün kendi içinde rekabetle daha iyi ürünü daha ucuza mal etme yarışıyla çalışmasına büyük fayda var. Yani rekabete açık sektörlerde işi özel sektöre bırakmak toplam verimliliği artırıyor ve ekonomiye daha büyük katkı olarak bu mutlaka dönüyor. Ama öyle sektörler var ki mesela zaten o sektörde tek bir şirket o da devlet işte onu bunu özelleştirirken dikkat etmek gerekiyor. Eğer siz onu özelleştirdikten sonra o şirket o tekel gücünü daha pahalı ürünü daha kötüye satmakta kullanıyorsa işte orada dikkat etmek gerekiyor.
Mesela mesela mesela ya da diyelim ki işte elektrik dağıtımı doğal gaz dağıtımı değil mi? Şimdi elektrik ve doğal gaz dağıtımı bölge bölge tekel. Çoğu yerde işte bir şehirde elektrik alacaksan o elektrik dağıtım bir şirket bir tane şirket ve o da özel bir şirket. Şimdi arıza çıkıyor telefon ediyorsun iki gün sonra geliyorsa olmuyor işte yani hani devletin orada bu sefer denetleme ve düzenlemeyle ilgili bir fonksiyonunu yerine getirmesi lazım. Ya da onu hiç özelleştirmemesi lazım. Şimdi özelleştirme ayrı bir konu. Özelleştirmedenizde devlet mi yapsın özel sektör mü yapsın? Bir de ama dedin ki hani yabancı sermayenin artık yerlisi uluslararası diye böyle bir kavram yok dünyada. Bu bitti. Yani şu anda biliyor musunuz ki Türkiye’de uluslararası sermaye diye görünen rakamın bir kısmı aslında kendi vatandaşlarımızın yurt dışındaki parası. Öyle görünüyor sadece. Çünkü burada tutmaya korkuyor işte başına bir iş mi gelir paramın diye. Gidiyor yurt dışına yatırıyor. Yurt dışından bir şekilde orada bir şirket kurmaktan kolay bir şey yok yani. Bugün Amerika’da 249 dolara şirketi buradan kurabiliyorsun internetten 10 dakika sürüyor. 10 dakikada şirket kuruyorsun. 249 dolar o kadar. Birden oluyorsun yabancı bir şirket.
Yatırımlarını oradan yapabiliyorsun. Dolayısıyla artık dünya bu finansal açıdan tamamen koskoca bir köy haline gelmiş durumda yani. Köy diyorum çünkü her şey birbirine çok yakın çok kolay. Ama aynı zamanda çok büyük. Bu kadar büyümüş bir finansal sistemde yerli yabancı ayırmanın artık imkanı yok bilemezsin yani. Yani yerli dediğin yabancı olabilir yabancıya gördüğün yerli de olabilir. Burada önemli olan Türkiye’nin topyekün yatırımcı için cazip bir ülke olması ve devletin düzenleme ve denetlemeyle kötü niyetli hareketlerin önüne geçecek mekanizmalara kurması. Devletin öncelikle kimi koruması lazım?
Tüketiciyi vatandaşını koruması lazım. Kimi kurması lazım? Sistemi istismar ederek devleti ya da ülkeyi zarara sokabilecek. Yani üç kağıdı, dileği hurdayı önleyici mekanizmaları kurması lazım. Bilmeyen vatandaşları daha çok bilenlere karşı koruması lazım. Bu ponzi oyunları vardı. İktisadlı ponzi oyun yani bir zamanlar Türkiye’nin mesela banker faciası oldu. Bir zamanlar bu holdingler vardı. Bilmem ne holding bilmem ne. İnsanlar da parayı toplayıp toplayıp kaçlar. Toplayıp toplayıp. En son işte çiftlik bankası. Bu tür şeylerde işte devlet orada ben varım diyecek. Ya dur bakalım diyecek. Sen aldatamazsın kimseyi. Yargı işleyecek, yargıya gidip başvuruluna şikayet ettiğinde orada tıkır tıkır işte yürüyecek. Ama öyle bir ülkedeyiz ki mesela bizim Anayasa Mahkememize giden şikayetlerde bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesi %95 oranında bizim vatandaşımızı haklı buluyor biliyor musun? İstatistiklerinde internete yayınlıyorlar. Yani vatandaşlarımız gidiyor mahkeme mahkeme dolaşıyor. Kademe kademe kademe en son yargı yolunu tüketiyor ve hak kaybına uğruyor. Temel hakları konusunda mahkemeler vatandaşımız haksı buluyor. 2010’dan itibaren yeni bir mekanizma var Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruyor.
Vatandaşımız en son gidiyor Anayasa Mahkemesi ya diğer bütün mahkemeler beni haksızla uğrattırıyor. Bir de siz bakın diyor o tür davaların %95’inde Anayasa Mahkemesi bizim vatandaşımızı haklı buluyor diğer mahkemeleri haksız buluyor. Düşünebiliyor musun? Böyle bir yargı sistemin olduğu ülkede yatırım olmaz yani. Yabancısa gelmez, yarlıysa gelmez mümkün değil. Hukuki güvenlik denen bir kavram var hukuki güvenlik. Yani benim hakkımı devlet korur. Sözleşme yapıp imzalarsan bu sözleşmenin yürümesi konusunda devlet her zaman bunun arkasında olur. Buna sözleşme hukuku deniyor ya da mülket hukuku.
Yani bir şey aldıysam benimse hissem varsa bunun bana ait olduğunu devlet korur. Hissiyatı olması lazım. Ama bu haklıysa ortadan mülket hukuku bittiyse sözleşme hukuku bittiyse ekonomi biter. Şu anda Türkiye’de olduğu gibi. Son 10 yılda bu yerli milli lafı çıktı ya mesela TOC projesi var şimdi bu dün Amerika’da CES diye bir fuarda tanıtıldı falan. Nasıl bakıyorsunuz o projeye? Bu projeye sunarken böyle milli ve yerli otomobil diye sunulursa bu doğru olmuyor.
Çünkü ademeden daha tasarımını gidip başka ülkede yaptırıyorsanız iç tasarımını başka bir ülkede, dış tasarımını başka bir ülkede, bilmem pil teknolojisinin bir yer başka bir ülkede, bilmem motor teknolojisinin. O zaman milli ve yerli bir otomobil olmuyor başka bir şey olur. Şunu diyebilirsiniz ya bizim bir yerli markamız olsun diyebilirsiniz yerli marka. Markayı biz yönetelim, dağıtım ağını biz yönetelim, bizi organize edelim. Ama diyelim ki bir konuda hangi ülke teknolojide iyiyse ve ucuzsa gidelim işte o parçasını oradan alalım tamam. Ama şu parçasını biz kendimiz iyi yapabiliriz. Bunu da kendimiz üretelim hatta biraz öğrenelim.
Bunu derseniz adına olur. Yani bizim yerli bir otomobil markamız olsun derseniz. Aynı zamanda otomobil piyasası demek ölçek ekonomisi demek. Ölçek ekonomisini yakalayamadığınızda zarar ediyorsunuz. Yani bu işe ya çok büyük girmek lazım ya da hiç yapmamak lazım. Şu anda son 10 yıla bakın dünyanın en büyük dev otomobil şirketleri birleştiler. 5 milyon 10 milyon otomobil üretiyor yılda ben küçüğüm diyor ancak birleştireyim ayakta kalabilirim ve birleşiyorlar. Daha büyük olunca daha ölçek ekonomisi oluyor ve daha maliyet düşüyor. Daha uygun şartlarda otomobili sunmak piyasaya mümkün olabiliyor. Türkiye’nin şu andaki projesi öyle proje değil. Türkiye’nin şu andaki projesi bir propaganda projesi. Çünkü özel sektör kendinden yapmadı. Hükümet gitti 4-5 kişiyi biraz da zorla. Ya yapın bu işi ben de üzerine bak şu kadar para vereyim dedi. Yeter ki siz yapın falan. Böyle zorlamayla para dökerek giden proje. Daha çok bir propaganda projesi olarak ben bunu görüyorum. Gerçekten eğer teknoloji istiyorsak gerçekten yerli üretim istiyorsak bunun farklı yöntemleri var. Bu değil yani. Mesela Malayya’da var. Onlarda bir ara böyle milli yerli proton diye bir ara ürettiler ve şimdi bitti öyle bir şey yok.
Millarlarca dolar zararı yazdılar. Millarlarca yani. Ama o dönemde de hükümet sürekli bunu anlatırdı. Bak bizim milli yerli otomobilimiz var. Bunu yaparsanız ama çok daha büyük düşünmeniz lazım. Çok daha güvenilir bir ülke olmanız lazım. İhtibarlı bir ülke olmanız lazım. Ki gerçekten büyük bir ölçek ekonomisiyle girin. Tabii paranız var. Parada yetiyorsan. Dolayısıyla bazı işler var. Böyle daha küçük finansmanla daha büyük iş üretirseniz. Bağış işler var. Zaten çok büyük para gerekiyordur. Onu ertelersiniz. Yani ona göre bir işin sıralaması var. Ali Bey bu dijital ekonomi entegrasyonuyla alakalı çalışmalarınız var mı diye çok soru geliyor. Bir de Katarlı olan durumumuz nedir? Biz sürekli bir Katar’a gidiyoruz. Ne veriyoruz da ne alıyoruz? Yani hiç seyredilmeyen üç kuruşluk ligimiz için bile devasa paralarla yayın hakları alıyorlar. O ilişkiyi biliyor musunuz? Şöyle bu ilişkiler çok şeffaf ilişkiler değil. Çünkü bir tarafta zaten şeffaflık iddiası olmayan demokrasinin olmadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Yani devlet malıyla şahsi malı farkı yok. Yani öyle bir ülke var karşı tarafta. Bu tarafta da yavaş yavaş o hale gelmek de olabilir ki. Hepsi birbirine karışmış durumda. Şimdi o tür ilişkilerle gelen finansman çok tehlikeli. Mesela Slav Anlaşması yapıyorlar değil mi? Çok tehlikeli. Çünkü borç alan emir alır. Ama siz gidip piyasadan mesela Eurobond ihracı yaparsınız. Tavili ihracı yaparsınız. Ki devletin borçlanmasının çoğu öyledir yani. Öyle yaparsınız. İhaleyle oluşur. Kim daha ucuza verirse, kim daha uygun şartlarda size para verirse gidesin oradan borçlanırsınız. Ve bizim dönemde her borçlanma ihalesi’nin Hazretleri’nin en az üç dört misli talep gelirdi. Biz bakardık en düşük oranda teklifelerden aldırdık. Ve binlerce yatırımcıya yaygın olurdu bu iş. Ama gidip bir kişiye yalvarıp da bana ne olur para ver demedik hiç. Öyle bir şey yok. Çok da yanlış. Yani şimdi bakıyoruz Birlik İstiklalara ve Arap Emirlikleri durum aynı. Daha 6 ay öncesine kadar bu ülkeyi 15 Temmuz darbe girişiminin destekçisi diyen hükümet değil miydi? Bunlar 15 Temmuz’a destek verdi. Onun için bunlar bizim düşmanımız demiyorlar mıydı? Onun için 5 yıldır ilişkiler bozuk değil mi bozuktu? Peki ne oldu şimdi? Orada 3-5 milyar dolar para gelecek diye tekrar devlet töreniyle adamları karşılıyorlar.
Böyle bir şey olabilir mi? Ya önceki bilgi yanlıştı. Hem bizim halkı aldattılar hem de o ülkeyle arayı boşuna bozdular. Yok eğer o bilgi doğruysa sen ne oldu da birden bire sarmaş dolaşılıyorsun yani? O darbe teşebbüsüne içinde olanlara 50 kere ağırlaştırılmış müebbet hapish cezası verilmedi mi? 100 kere ağırlaştırılmış müebbet hapish cezası verildi mi? Bu o kadar ucuz mu yani? 3-5 milyar dolar verdi o ülkeyle ara düzeltirir mi? Böyle bir şey var mı yani? O zaman hapislerde sürünenlerin suçunu yani? Onlar da ufak tepeler paraları versinler çıksınlar o zaman. Olur mu böyle bir şey yani? Dolayısıyla bu çok yanlış bir ilişki şekli. Yani bir ülkeye gidip ne olur swap yapalım, ne olur bize şu kadar para verin falan çok çok tehlikeli. Bir de Hazır’a daha dayanmıyor. Hep Duygu’nun atasözüne dönüyoruz. Hazır’a daha dayanmıyor. O ülkeden gelen paralar da yok oluyor, buharlaşıyor yani. Gidiyor 5 milyar dolarlık anlaşma yapıyorlar. İşte sadece Aralık ayında 17 milyar dolar daha yatmışlar yani. 17 milyar dolar gitmiş. Katar’dan gelen tamamının ikimiz de gitmiş mesela. Şimdi bir ayda tüketmişler. Dolayısıyla işe de yaramıyor.
Yine bir şey satarız sonu yok ki bu sefer de atıyorum. Üçüncü köprüyü satarız, toprak veririz bir şey yapamaz mıyım? Şeffaf olmadığı için bilemiyoruz ne yapıyorlar, ne ediyorlar. Şeffaf ilişkiler değil bunlar. Dolayısıyla bunu o 8 maddeye sayarken 7. sıradaki şeffaflık yani o çok önemli devlet yönetiyorsanız açık olmanız lazım. Doğru hesaptan kaçmaz ki. Siz doğruysanız, kendinize güveniyorsanız açık açık yaparsanız suç karanlıkta işlenir değil mi? Yani karanlıkta suç oran işlemleri daha yüksektir. Gündüz gözüyle fazla hırsızlık olmuyor. Hırsızlar genelde gece giriyor eve yani. Şeffaflık o açıdan çok çok önemli yani. Dijital para şöyle, para açısından söylüyorsunuz değil mi? Evet, coinler, geniş ve büyük alan önemli bir alan. Teknolojinin de çok hızlı ilerlediği bir alan. Ve block zincir teknolojisinde yoğun bir şekilde kullanıldığı bir alan. Bunun önünü açık tutmak gerekiyor ama yatırımcılar açısından baktığımızda da yatırımcıların dikkat etmesi gerekiyor. Mutlaka bilenlerle konuşması gerekiyor. Hiç kimse böyle tek başına ve tek bir yatırım aracına girmemesi gerekiyor. Çünkü büyük kazanabilirsiniz ama büyük kaybedebilirsiniz.
Yani bu meselesi yatırımsa bunu gerçekten iyi bilenlerle ve kon yönetme tecrübesi olanlarla konuşa konuşa istişareyle götürmekte fayda var. Yani şu arkadaşım almış, iyi para kazanmış, ben de alayım derseniz muhtemelen kaybedebilirsiniz de yani. Ve burada hiç büyük kaybedebilecek kimse yok. Onun için gayet rahatlısı arkadaşlar. Bu arada hepsi coin alıyor ama. Yani şöyle oluyor işte büyük üçü herkesin bütçesine göre diyelim yani. Kimisi için 100 dolar büyük para, kimisi için 1000 dolar büyük para. Yani onun için büyük üçü yok herkes. Dikkatli olsun diyorum ama teknolojiyi desteklemek lazım önünü açık tutmak. Ciddi regulasyon problemleri olduğundan bahsediliyor da. Doğru, doğru öyle. Evet çok teşekkür ediyoruz. Var mı gençler? Çok teşekkürler. Ali Bey iyi yorulduk çok teşekkür ederiz. Ben teşekkür ediyorum güzel oldu. Belki seneye tekrar görüşürüz. Bakalım siz bir davet ederseniz bakarız. Müsait olursa gelirim yine sohbet ederiz. Sağ olun. Evet bendeniz İlker Caniketigil, Mustafa Seven, Duygu Yusal, Gülsema Tugay, Havavlaş ve Mertcan’la beraberdik. Ali Bey’e çok teşekkür ediyoruz. Görüşmek üzere. Teşekkürler görüşürüz. Ben teşekkür ediyorum sağ olun. Kendinize dikkat edin. Sağ olun.
Eline soru sormayacağım artık alamıyorum çünkü.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir