İSRAİL’İN GİZEMLİ TARİHİ
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1-qvvIDGadc.
Akdeniz kıyış eridinde küçük bir toprak parçası ve Yahudiler Siyonizm İsrail’in kuruluşu ver mehteri hıh diye başlamayacağım tabi ki kim bu Yahudiler? Yahudilik bir millet mi yoksa din mi? Vaat edilen topraklar meselesi gerçek mi? Filistinlilerle yıllardır neyi paylaşamıyorlar?
Gelin İsrail’in geçmişten günümüze de kuruluş hikayesinin yolculuğuna çıkalım. Öncelikle Yahudi kimlere denir kısaca bahsedelim. Yahudilik anne merkezidir. Annesi Yahudi olan bir çocuk, Yahudi kabul edilir. Ama Yahudilikte din ve ırk iç içe geçmiştir. Kutsal kitap Tevrat’tan anlatılanlardan yola çıkarak Yahudiliğin kökenine inelim. Milattan önce 2000’li yıllar
Hz. İbrahim’e peygamberlik emri geldikten sonra Allah İbrahim’e memleketinden ayrılıp yabancı bir diyara kutsal topraklara taşınmasını söyler. O diyar Kenan ülkesidir. Bugün Şeriha Nehri’nin batısındaki antik Filistin topraklarına o zamanlar Kenan ülkesi denmektedir. Hz. İbrahim ailesiyle Kenan ülkesine göçerek yıllarca burada yaşar. Allah İbrahim’le ahit yani sözleşme yapmıştır. Bu sözleşmeye göre
İbrahim’in soyunu büyük bir millet haline getireceğini Kenan ülkesinde bereketli ve kutsal toprakları onlara vereceğini vaat eder. İşte vaat edilmiş topraklar mevzusu buradan gelmektedir. Hz. İbrahim 3 semavi dinin, Yahudilerin, Müslümanların ve Hristiyanların peygamberlerin atası olarak kabul edilir. Şimdi Hz. İbrahim’in iki oğlu var. Biri İsmail, diğeri İsaq. İsmail’i günümüzde Suudi Arabistan’da bulunan
Hicaz bölgesine, İsa’a da Filistin bölgesine yollar. Hz. Muhammed’in soyunun da Hz. İsmail’e dayandığı söylenir. Hz. İbrahim’in diğeri oğlu İsaq’tan doğan torunu Yakup’sa Yahudiliğin oluşmasında kilit bir isimdir. Yakup’un bir diğer adı İsrail’dir. Tevrat’ta Yakup’a İsrail isminin Allah tarafından verildiği yazar. İsrail kelimesi Allah’ın kulu anlamına gelir. Hatta Kur’an’da da bazı yerlerde İsrail ismi Yakup yerine kullanılmıştır. Yakup yani yeni adıyla İsrail’in soyumdan gelenlere de İsrail oğulları denir. Hz. İbrahim hem Kureyş boyu Araplarının hem de İsrail oğullarının atısıdır. Yani Araplarla İsrail oğulları köken itibariyle kardeştir. İsrail’in on iki oğlundan birisi Yusuf. Mısır’a köle olarak satılır. Firavun’un hizmetindedir. Ama kendini sevdirir. Firavun Yusuf’u Mısır’da kendisinden sonra ikinci adam konumuna yükseltir.
Sarayda maliye nazırı olur. Mısır’ın bütün ekonomisi Yusuf’a emanet edilmiştir. Mısır’a da Kenan ülkesinde kuraklık ve kıtlık çıkar. Babası İsrail ve kardeşleri hala oradadır. Yusuf onları Mısır’a getirdir. Böylece İsrail ve İsrail oğulları toplam 67 kişi Mısır’a yerleşir. Ama Yusuf öldükten sonra Mısır’da işler eskisi gibi gitmez. Tahta geçen yeni Firavun İsrail oğullarını köle yapar.
İsrail oğulları Mısır’da 400 yıl boyunca köle olarak kalır. Mısır’da sürekli ezilen kavim haline gelmişlerdir. Ta ki Hz. Musa gelene kadar. İsrail oğullarını Mısır esaretinden kurtaracak kişi o olacaktır. Milattan önce 13. yüzyıl. Hz. Musa uzun bir mücadele sonucu binlerce İsrail oğullarını alarak Mısır’dan çıkmaya doğru yol alır. Kölelerini kaybeden Firavun ordusuyla beraber İsrail oğullarının peşine düşerek deniz kenarında onları sıkıştırır. Tevrat da şöyle yazmaktadır. Hz. Musa’nın asasını kaldırmasıyla deniz ikiye ayrılır. Ve sular yarılarak İsrail oğulları kuru toprak üzerinden Sinayarımadasına ulaşır. Firavun peşlerine düşmüşken deniz tekrar eski haline gelir. Firavun da ordusuyla beraber denizin dibini boylar. İsrail oğulları nihayet Sinadağının eteklerine gelir. Hz. Musa tek başına Sinadağını çıkar ve yanında iki taş levhaya yazılmış o maddeyle İsrail oğullarının yanına iner. Bu on emir Allah’ın Hz. Musa aracılığıyla İsrail oğullarına vermiş olduğu yasalardır. Allah’tan başka ilahların olmayacak. Tatların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Allah’ın ismini boş yere anmayacaksın. 6 gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama 7. gün Şabat gününü kutsal sayarak anımsayacaksın.
Annene babana saygı göstereceksin. Adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Başkasının malına göz dikmeyeceksin. Allah İsrail oğullarını Hz. Musa aracılığıyla Mısır’da kölelikten kurtarmıştır. Şimdi ise bu on emirle onlardan bir söz almıştır. İsrail oğulları diğer halkları Allah’a yaklaştırıca örnek olacak bir toplum olması için seçilmiştir. Bu yüzden Allah onlara sorumluluklar vermiştir. İşte bu inanış günümüzde bazı Yahudi kesimlerce biz üstünüz olarak kullanılmıştır. Bu ahitin en önemli noktası budur. Sina dağındaki bu vahiy olayından sonra vadedilmiş kutsal topraklara gitmek için yola çıkarlar. Ama gel gör ki İsrail oğulları bu on maddelik ahite uymaz. Alışkanlıklarından vazgeçmeyenler olur. Kendilerine buzağıya benzer bir put yaparlar. Çünkü yıllardır kendilerine bu putların koruyacağına inanmışlardır. Hz. Musa’ya sık sık isyan ederler. İşte bu itaatsizliklerinden dolayı yıllarca çölde kaldıkları söylenir. Milattan önce 1050 İsrail oğulları çölde geçen 40 yılın ardından Kenan Diyarı’na ulaşır. Burada kutsal topraklarda yeni bir yurt kuracaklardır. Ama buraya yurt edinmek için gelen başkaları vardır. Bir deniz kavmi olan antik Filistinliler ya da diğer adıyla Filistler.
Kitabı mukaddere ise göre Filistler, milattan önce 12. yüzyılda denizci halklar istilasıyla Giritten Kenan Diyarı’na gelmişler ve 5 şehirden oluşan Pentapolis. Yani Filistin adlı şehir devletini kurmuşlardır. Bu şehirler Gaze, Aşkelon, Aştod, Gat ve Ekron’dur. Diğer bölgelerde ise yerli halk, Amerika olmak üzere çeşitli kavimler yaşamaktadır.
Kucak açmış vaziyette İsrailoğullarının gelip topraklarına yerleşmesini beklemiyorlardır. Sevrata göre Amerika kavimi ve Filistler, İsrailoğullarına karşı savaşır. Ama İsrailoğulları bölgenin büyük bir kısmını ele geçirerek İsrail Krallığını kurar. Bu krallığın ilk kralı Şaul, Kurandaki adıyla Talut olur. İsrail’de krallar dini özellikleri olan liderlerdir. Makamlarının doğa üstü güçlerle desteklendiğine inanılır.
Talut ömrünün büyük bir kısmını Filistlerle savaşarak geçirir. Talut ölünce İsrail’in yeni kralı Davut olur. Hazreti Davut Kudüs topraklarını ele geçirerek İsrail Krallığının başkenti ve dini merkezi yapar. Hazreti Davut ölünce İsrail’in kralı Hazreti Süleyman olur. Hazreti Süleyman Kudüs’teki Moriahtı’nda kutsal bir ibadethane inşa eder. Süleyman Mabedi.
Dönemin halkına Allah’a ibadet etmeleri için yapılmıştır. Hazreti Musa’ya inen on emrin bulunduğu kutsal ahit sandığının burada olduğuna inanılır. Dini açıdan bu mabet Yahudiliğin kıblesidir. Hazreti Süleyman’ın vefatından sonra İsrail Krallığında yeni kralının kim olacağı tartışması yüzünden kabileler birbirine girer. Bunun üzerine kuzeydeki kabileler başka, güneydeki kabileler başka kral seçer.
Ve İsrail Krallığı ikiye bölünür. Kuzeydekine İsrail Krallığı, güneydekine de Yehuda Krallığı denir. Kudüs, Yehuda Krallığının başkenti olarak kalır. Ama kuzeydeki krallık Asurlular, güneydeki Yehuda Krallığı ise Babil’ler tarafından işgal edilir. Babil’ler Kudüs’teki Süleyman Mabedini yıkarlar ve Yahudiler Babil’e sürülür. İşte koskoca İsrailoğullarının krallığı sona ermiştir.
Yahudiler Babil’de 70 yıl kadar yaşadıktan sonra Persliler, yani şimdiki İran, Babil’leri yenerek Yahudilerin tekrar bu topraklara dönmesine yardım eder. Üstelik Hz. Süleyman’ın yaptığı, Babil’lerin yıktığı mabedin yeniden yapılmasına izin verirler. Ve böylece Süleyman Mabedi yeniden inşa edilir. Yahudiler tekrar devlet kurar. Ama bu seferde Roma İmparatorluğu gelir, Kudüs’ü işgal eder.
Romalıların idaresi altında yaşayan Yahudiler büyük baskı altındadır. Tevrat okumaları yasaklanır. İşte bu yıllarda Kudüs’te Hz. Meryem’in oğlu Hz. İsa dünyaya gelir. Hz. İsa soyu itibariyle Yahudidir. İncil’de de Hz. Meryem’in Davud’un soyundan olduğu ifade edilir. Hz. İsa Mesih, yani beklenen kurtarıcı olduğunu söyler. Ama Hz. İsa Romalılar tarafından tutuklanır. Onları Romalıların zulmünden kurtaracak Mesihlerini bekleyen Yahudiler, Hz. İsa’nın vaat edilen peygamber olduğuna ya da Mesih olduğuna inanmazlar. Ve Hz. İsa bazı Yahudi din bilginlerinin de desteğiyle Romalılar tarafından çarmığa gelir. Milattan sonra 70’li yıllar. Romalılar Yahudilerin kutsal tapınağına zehus heykeli dikerler. Putperestliğe karşı olan Yahudiler, bu olay karşısında büyük bir ayaklanma başlatır.
Fakat bu ayaklanmanın bedeli ağır olacaktır. Yeniden yapılan Süleyman Mabedini bu seferde Romalılar yıkar. Hudüs’e girmekten men edilen Yahudiler ya köle olarak satılır ya da kaçmaya zorlanır. Onlar için sürgün yılları başlamıştır. Özellikle Avrupa ülkelerine göç ederler. Ama Hristiyanların yıllar boyunca onlara karşı kini devam eder. Hz. İsa’nın ölümünde Yahudilerin rol oynadığını düşünürler.
Zaman içinde bu olaydan Yahudileri toplu olarak sorumlu tutarlar. Avrupa ve Amerika’da bu nefretin izleri uzun süre devam eder. Başka ülkelerde ikinci sınıf vatandaş konumunda yaşarlar. Avrupa’nın birçok yerinde iftiralar, kovulmalar, din değiştirmeye zorlanmalar ve geniş çaplı baskılarla yaşarlar. Anlayacağınız Yahudiler nereye gitse olmamış, nereye gitse zulümle, baskıyla karşılaşmış. Şimdi Orta Doğu’ya geri dönelim. Bizanslılar yani Doğu Romalılar, Yahudilerin çoğunu kovduktan sonra Hristiyanlık dinini kabul ederler. Hatta Kudüs’te birçok Bizans kilisesi inşa ederler. Cahiliye döneminin hakim olduğu, insanların putlara taptığı Arap yarımadasında ise İslamiyet doğmuştur. Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisi olur. Bu topraklara huzur getirecektir. Hz. Muhammed Mekke’deyken Kudüs’teki Mescidi Aksa’yı ilk kıble olarak duyurur.
Burası yıkılan Süleyman Mabedinin bulunduğu yerdir. Mescidi Aksa kelime olarak uzak mescid anlamına gelir. Mekke’ye olan uzaklığı sebebiyle bu ad verilmiştir. Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye geçer. Medine vesikası ile, Yahudilere mülk edilme ve din hürriyeti verilir. Adaletin eşit bir şekilde uygulanmasını, hak ve hürriyetlerin sevminat altına alınmasını sağlar. Hz. Muhammed’in mefaltından sonra 4 Halife dönemi başlar.
Adil yönetici olarak nams alan Hz. Ömer zamanında İslam orduları, Romalıları büyük bir yenilgiye uğratarak Filistin’i kuşatır. Hz. Ömer 3 semavi din tarafından kutsal olan Kudüs’e tevazu ile girer ve ilk iş olarak yıkılan Süleyman Mabedinin olduğu yere gider. Burada kubbeli, sade bir mescit yapılmasını ister. İslam ordularının fetihlerinde gayrimüslimler zimmi yani zimmet altındadır. Yahudi ve Hristiyanların can, mal ve namus güvenliği, uyruğuna girdikleri İslam devleti tarafından güvence altına alınır. Yahudiler Hz. Ömer’e Kudüs’e yerleşme talebini iletir. Hristiyanların karşı duruşuna rağmen, ilk etapta 70 kadar ailenin iskanına müsaade edilir. Yahudilere burada dua etmek gibi birtakım hakları geri verilir. Görüldüğü üzere dönemin Hristiyan yönetimlerince bütün itirazlara rağmen, hak ve özgürlüklerine kavuşan Yahudiler İslam devlet idaresi tarafından güvence altına alınmıştır. Bu kutsal şehir Hz. Ömer’in adaletiyle zalim yönetimden kurtulup, Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin birlikte güven ve barış içinde yaşayacakları, Allah’a ibadetlerini gerçekleştirebilecekleri bir yer haline gelir. Hz. Ömer’in ortaya koyduğu bu barış ruhuna uygun idare anlayışı, özellikle Osmanlı döneminde devam edecektir. Osmanlı Sultanlarının boyunduruluğunda dini ortam oldukça hoşgörülüdür. 1492’den itibaren İspanya, Portekiz ve İtalya başta olmak üzere, Avrupa’nın her tarafından sürülen Yahudilerin sığınma talebine karşı, Sultan II. Bayezid bütün vilayetlere Yahudilerin girişlerini engellememelerini, onları içtenlikle karşılamalarını duyurur. Birçok Avrupa ülkesindeki zulümden kaçan Yahudiler, yıllarca Osmanlı topraklarına sığınır. Selanik Yahudilerin dünyada en iyi yaşadıkları yer haline gelir. Yıl 1516, Yavuz Sultan Selim Memlukların elinden Kudüs’ü alır ve Kudüs halkına ekonomik reformlar ve düzenlemelere kadar birçok konuda söz verir. Böylece kutsal topraklarda 400 yıllık Osmanlı hakimiyeti başlar. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kudüs duvarları onarılır ve şehrin tamamı surlarla çevrilir. Medreseler, imarethaneler yapılır. Kudüs, Osmanlı’nın çatısı altında barış ve huzur içinde yönetilmektedir. Bu sırada Avrupa’da yüzyıllar boyunca dışlanarak yaşayan Yahudiler, kendilerine ait bir devlet kurma fikrini yaşartmaktadır. Ve böylece Siyonizm ortaya çıkar. Siyon kelimesi, Yahudilerin kutsal kitabı olan eski ayette İsrail Krallığı’nın merkezi olan Kudüs şehri için kullanılmış bir isimdir. Siyon kelimesi zamanla yurtlarından sürülen Yahudi halkının geri dönme arzusunu temsil eden bir kavram haline gelir. Siyonizm ise dünyanın dört bir yanında dağılmış vaziyette olan Yahudilerin tarihi yurtlarında. Filistin’de bir Yahudi devleti kurma hayalidir. Şimdi bu fikrin nasıl hayata geçirildiğine, Siyonizmin siyasallaşmasına bakalım. Olaylar Siyonizm’in babası olarak kabul edilen bu sakallı abimizle başlar. Theodor Herzl, kendisi aslında Yahudi bir avukat ve gazetecidir. 1894 yılında Fransa’da yaşanan Dreyfus olayından çok etkilenir. Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus Fransızların sırlarını Almanlara satmakla suçlanmaktadır. Düzmece bir mahkemede vatan hainliğinden yargılanır. Aslında ortada delil falan yoktur. Ama onun Yahudi kökenli olması bu suçlama da etkili olur. Bu ülkede hala orta çağdan kalma Yahudi düşmanlığı hakimdir. Milliyetçilik akımlarıyla Yahudi karşıtlığı yeni bir boyut kazanmıştır. Örkçılık Ünlü Fransız yazar Emizola, Yüzbaşı Dreyfus’un masumiyetine inanmaktadır. Bir makalesinde onun savunmasını yapar. Bu sefer de Emizola hedef gösterilir. Ordu tarafından mahkemeye verilerek o da hapse mahkum edilir. Fransa’da halk birbirine girmiştir. Sonuç olarak asıl casusun başka bir subay olduğu kendi itirafıyla ortaya çıkar. Dreyfus berat ettirilip itibarı iade edilse de onu suçlayanlar ve suçlamayanların kavgası devam eder. İşte Fransa’da yaşanan bu olayları uzaktan izleyen Theodor Herzl bunun böyle gitmeyeceğini anlar. 1896’da Yahudi Devleti adlı kitabıyla çözümün Filistin’de bir Yahudi Devletinin kurulması olduğunu ortaya atar. Yahudi meselesinin milli bir mesele olduğunu dile getirerek Yüzyıllardır yaşadığımız ülkelerde biz hala yabancılar gibi oturup ağlıyoruz. Dünyada hiçbir millet bizim kadar acı çekmemiş, eziyet görmemiştir.
Filistin her zaman bizim unutulmaz vatanımız olacaktır. Bunu yaparken insanların inançlarına saygı duyacak, özgürlüklerini mülklerini ne pahasına olursa olsun koruyacağız der. Ona göre bir Yahudi Devletinin kurulabilmesi için her şeyden önce dünyadaki bütün Yahudilerin teşkilatlanması gerekmektedir. 27 Ağustos 1897, İsviçre’nin Vazel kentinde birinci Siyonist Kongresi Theodor Herzl başkanlığında toplanarak
Dünya Siyonist Teşkilatının temelini atar. Kongrenin bitiminden 3 gün sonra Herzl anı defterine şunları yazar. Ben bugün Vazel’de Yahudi Devletini kurdum. Ancak şu an bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat 5 sene içinde ya da 50 sene sonra bunu herkes böyle bilecektir. Amaç bellidir. Romalılar tarafından kovuldukları topraklarda Filistin’de tekrar bir Yahudi Devleti kurmak. Yahudiler Osmanlı İmparatorluğu dışında hemen hemen her yerde haksızlıkları uğramaktadır. 17 Mayıs 1901 Theodor Herzl Sultan II. Abdülhamid’in huzuruna çıkar. Özellikle Avrupa ülkelerinde yaşadıkları zulmü anlatarak Yahudilere Filistin’den toprak satmasını, onların da bir ülkeler olmasına yardım etmesini ister. Toprak karşılığında Osmanlı’nın Avrupa’da biriken bütün borçlarını kapatacaklardır. Tek istedikleri bir avuç topraktır. 2. Abdülhamid bu isteğe şöyle cevap verir. Ben bir karış bile olsa toprak satamam. Zira bu vatan bana ait değil, milletime aittir. Benim milletim bu imparatorluğu savaşta kanlarını dökerek kazandı. Bu toprak bizden sökülüp alınmadan evvel biz onu tekrar kanlarımızla sularız. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın askerleri Plevne’de birer birer şehit düşmüşlerdir.
Onlardan bir tanesi dahi dönmemek üzere muharebe meydanlarında canlarını vermişlerdir. İmparatorluk toprakları bana ait değildir. Türk milletine aittir. Ben onun bir parçasını bile veremem. Yahudiler milyarlarını kendilerine saklasınlar. Yalnızca benim imparatorluğum parçalandığı zaman Filistin’i hiç karşılık ödemeden ele geçirebilirler. Bizimse yalnız cesetlerimizi taksim edebilir. Ben canlı bir vücut üzerinde ameliyat yapılarak parça koparılmasına müsaade etmem.
O zamanlar Osmanlı Devleti dış borçları yüzünden moratorium ilan etmiştir. Yani mali açıdan devletin durumu çok kötüdür. Buna rağmen Sultan II.Abdülhamid’in kararlılığını gören Herzl anılarında şunları yazar. Sultanın samimi ve yüce sözleri beni duygulandırdı ve sarstı. Bütün ümitlerimiz söndürmesine rağmen ölümü ve parçalanmayı tahmin eden ama buna rağmen son nefesine kadar pasifçe de olsa mücadele etmeye kararlı kaderçiliğinde trajik bir güzellik vardı.
II.Abdülhamid Yahudilerin niyetini anladıktan sonra Filistin’e yerleşmelerini ve buradan toprak satın almalarını yasaklar. Hudüs’ü ziyaret edecekleri Kırmızı Tezgara ismiyle geçici izin verilir. Siyonistlerin Osmanlı tarafındaki planları suya düşmüştür. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı patlak verir. İngiltere Arapları Osmanlı’ya karşı harekete geçirmek için Mekke emiri Şerif Hüseyin’e
”Gelsen bizle birlikte ol, şu Osmanlı’yı bu topraklardan atalım, sana da büyük bir Arap krallığı kuralım” der. Sözde kral olacağını sanıyor Şerif Hüseyin. Bu plana balıklama atlar ve Osmanlı’ya karşı isyan başlatır. İngilizler bir yandan da savaşta Amerika’yı yanlarına çekmek istemektedir. Amerika’da bulunan Yahudilerin gücünün bu konuda etkili olacağına inanırlar. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour 2 Kasım 1917’de Siyonist ailelerin önde gelen isimlerinden Edmund Rothschild’e bir mektup yazar. Balfour Deklarasyonu denilen bu mektupta İngiltere’nin Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını olumlu karşıladığını ve bu hedefi kolaylaştırmak için elinden gelen gayreti göstereceğini belirtmektedir. Aradan bir ay geçer. İngilizler işlerini biliyordur. Bir yandan Araplara mavi boncuk dağıtırken öbür yandan Siyonistlere dağıtırlar. Birine krallık sözü diğerine yurt sözü verirler.
Bazı Arapların Osmanlı’yı sırtından vurmasıyla İngilizler 1917 Aralık ayında Kudüs’ü ele geçirerek Filistin’i Osmanlı idareisinden çıkarır. Artık İngiliz mandası altındadır. Filistin kendisini yönetecek ve medeniyete katılacak düzeye gelene kadar manda yönetimi devam edecektir. İngiltere hem Filistin’deki Araplara hem de Yahudilere güvence verir. İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarına büyük bir Yahudi göçü başlatacaklardır.
Slogan da şudur. Halksız vatana vatansız halkı yerleştirme. Ama burası halksız falan değildir. Filistin nüfusunun 500 bin kadarı Araplardan oluşmaktadır. Yahudilerin sayısı ise 65 bin civarındadır. Filistin’de Yahudilere toprak edinme hakkı verilerek Yahudi göçleri hızlandırılır. Buna karşılık Araplar da İngiltere’nin daha önce kurulacağına dair teminat verdiği bağımsız Arap devleti için harekete geçer. Allah! Ortalık şimdi karışacak. Her taşın altından da farkındaysanız İngilizler çıkıyor. Önce Arapları Osmanlı’ya karşı ayaklandıran Mikser İngiltere, şimdi de Araplarla Yahudileri birbirine düşürecek. Devam edelim. Yahudileri istemeyen Araplar, hani biz bağımsız olacaktık diyerek ayaklanır ve Yahudi-Arap çatışmaları başlar. Araplar arasında bir türlü birlik ve beraberlik sağlanamaz. Çünkü önemli Arap aileleri daha kendi aralarında bile anlaşamazlar. Ama Siyonistler öyle mi? Bunlar amaçlarına ulaşmak için tık tık sistemli ve tutarlı bir şekilde yollarına devam ederler. Tabi bazı Filistinli Araplar ve özellikle Lübnanlı toprak ağları yüksek mevlalar karşılığında Filistin topraklarını kendi elleriyle Yahudilere satar. Bu arada ilginç bir ayrıntı. 2. Abdülhamid’in Yahudilere toprak satın almayı yasaklamasına kadar, Yahudiler topraklarının üçte birini Osmanlı döneminde almıştır.
1917 yılında 65 bin civarında olan Yahudi sayısı, 1925’te 100 bini geçer. Ama Filistin’e en büyük Yahudi göç dalgası 1933 Nazil fırtınasıyla Yahudi soykırımlarının gerçekleşmesinden sonra başlar. 3. Nazil Tehditinden kaçmak için Filistin’e göç eden Yahudilerle birlikte 1945’e kadar Yahudi nüfusu 600 binlere ulaşır.
Yahudi nüfusunun artmasına bir tepki olarak Arap Yer-Altı örgütlenmeleri oluşur. Yahudi göçlerine karşı olan bu grup Filistin’de bağımsız bir Arap devleti kurmanın peşindedir. Yahudi Yer-Altı teşkilatlarının da devreye girmesiyle Arap Yahudi çatışmaları çığrından çıkar. İngiltere iki tarafı da oyalamaya çalışır. Fakat ikinci Dünya Savaşı kapıya dayanmıştır. Almanya’yla savaşma ihtimali olan İngiltere Araplarla arasını bozmak istemez çünkü onlara ihtiyacı vardır. Ben en iyisi Arapların ağzına bir parmak bal çalayım diyerek beyaz belgeyi yayınlar. Bu belge esas olarak Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasının İngiliz siyasetinin bir parçası olmadığını, iki toplumlu bağımsız Filistin devleti kurulmasını ve göçmen sayısının 5 yıl içinde 75 bin olarak ondurulmasını öngörmektedir. Bunu duyan Siyonistler kıyameti koparır. Ne oldu? Dışişleri bakanınız Balfour mektubunda öyle demiyordu. Burayı size yurt yapmak için elimizden geleni yapacağız diyordunuz. Şimdi ne oldu derler? Bu beyaz belgeyi Siyonistler kara belge olarak anar ve artık Yahudilerin hedeflerinde İngiliz manda yönetimi olacaktır. Yahudi İngiliz ve Arap çatışmaları artar. İngilizler vakti ki ortalık iyice karıştı. Bunun altından kalkamayacak, aradan sıvışarak topu birleşmiş milletlere atar. İngiltere 2 Nisan 1947’de Birleşmiş Milletlere başvurarak Filistin sorununun gündeme alınmasını talep eder. Filistin artık uluslararası bir problemdir ve işler iyice sarpa sarmadan çözülmelidir. İngilizlerin manda yönetimi kalkacaktır. Mısır, Suudi Arabistan ve Suriye öncülüğündeki 5 Arap ülkesi Filistin’de bağımsız bir Arap devleti için, Yahudiler de bağımsız bir Yahudi devleti için Birleşmiş Milletleri etkilemeye çalışır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Filistin sorununun çözümü için bir komite kurar. Bu komitenin üyeleri tarafsız gösterilen 11 ülkeden oluşturulur. Kim bu ülkeler? Avustralya, Kanada, Çekosavakya, Guatemala, Hindistan, İran, Hollanda, Peru, İsveç, Uruguay ve Yugoslavia. Bu 11 ülkenin temsilcileri Filistin’e giderek aylarca incelemeler yapar. Bunun yanı sıra 2. Dünya Savaşı’nda büyük haksızlıklara uğrayan Avrupa Yahudilerinin kamplarını da ziyaret ederler.
Nihayet çalışmaları sonucu iki tane çözüm önerisiyle gelirler. 1. Plan Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti ve bağımsız bir Arap devleti kurulacak. 3 büyük din için kutsal olan Kudüs’teyse Birleşmiş Milletler gözetimi altında uluslararası bir bölge kurulacak. 2. Plan 2 bağımsız devlet yerine Yahudi ve Araplardan oluşan başkenti Kudüs olan federatif bir Filistin devleti kurulacak. Bu son öngörü çoğunluk tarafından desteklenmez çünkü bu çatışmaların kesin olarak önüne geçebilecek bir çözüm değildir. Ama 1. plan yani iki topluma da bağımsızlık verilmesi çoğunluk tarafından desteklenir. Bu paylaşım planına göre politik olarak bağımsız ancak ekonomik olarak birbiriyle ilişkileri sürdürmeyeleri gereken iki devlet oluşacaktır. Haritada görülen sarı alanlar Arap devletine mavi alanlarsa Yahudi devletine ait olacaktır. Kutsal kent Kudüs’te uluslararası bölge olarak beyaz alan için alınmış. Kurulacak 11.000 km’lik Arap devletinde 725.000 Arap ve 10.000 Yahudi yaşayacak. 15.000 km’lik Yahudi devletinde ise 498.000 Yahudi ve 407.000 Arap yaşayacaktır. Kudüs’te de 100.000-100.000 civarında eşit sayıya bölünceklerdir. Yahudiler bu taksim planını olumlu karşılar ama Araplar bu bölünmeye kesinlikle karşı çıkar.
İngiltere artık bıkmıştır. Arap Yahudi çatışmalarında İngiliz askerleri de hayatını kaybetmektedir. İkinci Dünya Savaşı yüzünden zaten ekonomin mahvolu. Bir de bunlarla uğraşamam artık der. Ve manda himayesini kaldırarak Filistin’den askeri gücünü çeker. Artık Araplar ve Yahudiler baş başa bırakılmıştır. Ateşle Barut İngiltere birliklerinin bölgeyi terk etmesinin ertesi günün 15 Mayıs 1948’de Yahudiler İsrail’in kuruluşunu ilan eder.
Filistinlilerse 15 Mayıs’ı El Nakba yani felaket günü olarak adlandırır. Aynı gün Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın aralarında bulunduğu bazı Arap ülkeleri birleşerek Filistin’e girer ve bağımsızlığını ilan eden İsrail’e karşı savaş açar. Hedefleri Filistin’i özgürleştirmektir. Böylece ilk Arap-İsrail Savaşını başlatırlar. Yahudiler savaşa hazırdır. Ama Arap ordularının ortak bir komuta merkezi bile yoktur.
Ve 8 ay sonra savaşın kaybedeni Araplar olur. Yapılan ateşkeste Filistin, İsrail, Mısır ve Ürdün arasında paylaşılır. Ve şimdi Filistinli Araplar, Birleşmiş Milletler de kabul etmedikleri Taksim planındaki toprakların bile büyük kısmını kaybetmiştir. Kudüs bölünerek Batı Kudüs İsrail’in kontrolüne, Doğu Kudüs Ürdün’ün kontrolüne geçer. Filistinli Araplar savaş döneminde ya evlerini terk etmiş ya da bulundukları yerden sürülmüşlerdir. İsrail Devleti tarafından komu malı haline getirildiği için bir daha da evlerine dönemezler. Yani Filistinli Arapların dönecekleri bir evleri, işleyecekleri bir toprakları kalmamıştır. Kimisi başka Arap ülkelerine, kimisi mülteci kamplarına gider. 1948 savaşının ardından, sözde Filistin’e özgürlük için savaşa giren Ürdün, Batı Şeriha ve Doğu Kudüs’ün Ürdün ile birleşmesini ister. Filistinli Araplara Ürdün vatandaşlığı verilecektir.
Aslında Ürdün’ün Batı Şeriha’yı ilhak kararı Filistin’in bağımsızlığı düşüncesini ortadan kaldırmaktadır. Hani sen savaşa Filistin’in bağımsızlığı Filistin’in özgürlüğü için girmiştin? Ürdün bu hareketiyle Filistinli kimliğini zaten yok saymaktadır. Ama Mısır Ürdün’ün aksine Filistin’de kontrolünde bulunan Gazda Şeridini kendi ülkesinden ayrı tutar. Gazda Şeridinin Filistin’in bağımsızlığına kadar Mısır’ın emanetinde olduğunu ve gerçek sahiplerine döneceğini savunur.
Bu sırada İsrail kendisini istemeyen komşuları arasında yaşamanın tehlikelerine karşı savunmasını güçlendirmek için olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Yenilgiyi kaldıramayan Araplar İsrail’den ölç almaya odaklanmıştır. Suriye ve desteklediği Filistinli gerilalar saldırılarını iyice artırırken, İsrail’de her olaya misilleme yaparak gerginliği tırmandırır. Mısır sınırı asker yığmıştır.
Nasır bütün Arap dünyasını İsrail’e karşı birleştirmektedir. Ama Yahudilerin değimiyle zamanında Nazilere karşı mücadele etmeyen pasif Avrupa Yahudileri artık yoktur. İsrail 50 yaşın altındaki bütün erkekleri silah altına almıştır. Arap radyolarından yükselen tehditler her gün İsrail basınımındadır. 5 Haziran 1967
İsrail onlar bana saldırmadan ben önce davranayım diyerek Mısır ve Suriye’ye sürpriz bir şekilde savaş açar. 6 gün süren savaşta hazırlıksız yakalanan Mısır ve Suriye ordusu ağır bir yenilgi alır. İsrail savaş sonunda Mısır’dan Sinayi yarımadasını, Suriye’den Golan tepelerini, Filistin’den Gazde ve Batı şeriat topraklarını alarak sınırlarını 4 kat büyütür. Ayrıca Ürdün’ün elinde olan Doğu Kudüsü de işgal ederek Kudüs’ün tamamına hakim olmuştur. Savaşın üzerinden 6 yıl geçer. Mısır kendi topraklarında kaybetmeyi yedirememiştir ve Suriye ile birleşerek hem kaybedilen toprakları geri almak hem de yenilgiyi unutturmak için İsrail’e saldırmaya karar verir. Yahudilerin kutsal günü olan Yom Kippur yani kefaret gününde saldıracaklardır.
Yahudiler bu kutsal günlerini 25 saatlik oruç ve yoğun dualarla geçirirler. Bunu fırsat bilen Mısır ve Suriye çoğu izinde olan İsrail ordusunu hazırlıksız yakalayacaktır. İlk günde ilerleme kaydetteler de Araplar yine başarısız olur. Kendi topraklarından da olan Mısır’ın Cumhurbaşkanı Hemmer Sedat eğer İsrail Sinayi yarımadasından çekilirse barış imzalamaya hazırız der.
Olaya Amerika ve Birleşmiş Milletler el atarak İsrail’i işgal ettiği topraklardan çekilmeye çağırırlar. İsrail Sinayi yarımadasını Mısır’a geri vermeyi kabul eder. Mısır’la masaya oturarak barış antlaşması imzalarlar. Böylece ilk kez bir Arap ülkesi İsrail’i resmen tanımış ve ele geçirdiği topraklar üzerindeki varlığını meşru olarak kabul etmiştir. Bu barış antlaşmasından sonra Mısır 1980’lerde İsrail’e petrol satışına başlar. Araları iyice düzelmiştir.
Ama İsrail’le kendi başına pazarlığa giriştiği için Arap devletleri tarafından boykot uğrar. İsrail 1980 yılında Kudüs’ü bölünmez başkenti ilan eder. Ayrıca aynı kanuna kentte yaşayan Araplara vatandaşlık verir. Kudüs’ün başkenti ilanı tüm dünyada tepkilere yol açmıştır. Filistinli militantların saldırıları artınca İsrail Filistin Kurtuluş Örgütü’nün merkezi olan Lümnan’daki mevzilere saldırı başlatır. İsrail askerleri de Lümnan’ı işgal eder ve başkent Beirut’a kadar gider. Hezbullah İsrail’in Lümnan’ı işgali üzerine İsrail’i yıkmak amacıyla 1982’de kurulur ve İsrail’e ardı ardına saldırılar düzenler. 15 Kasım 1988’de Cezayir’de toplanan Filistin Ulusal Konseyi bağımsızlığını iran eder. Böylece tarihte ilk kez Filistin Devleti kurulacaktır. Başkent olarak da Doğu Kudüs gösterilir.
Ama bu sözde bir kuruluştur. Çünkü bağımsızlığı ilan edildiği sırada Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Filistin topraklarında hiçbir kontrolü yoktur. Filistin Devleti’nin bayrağı ilk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916’dan Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan Arap ayaklanmasının heboly olarak kullanılmıştı. Şimdi ise Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından önce Filistin halkının sonra da Filistin Devleti’nin bayrağı olarak ilan edilir.
Bu taraftaki Osmanlı’ya karşı olan Arap isyancıların bayrağı, buradaki ise Filistin bayrağı neredeyse birebir aynılar. Tek fark yeşil rengin altı alınması. Filistin’in kuruluşunun ilanından sonra Arap halkı İsrail’e dalgalar halinde başkaldırır. E bunlar ömür boyu böyle mi yaşayacaklar? Sürekli çatışmalar, savaşlar mı yaşanacak? 90’lı yıllarda bu durumdan iki taraf da bıkmış olacak ki Norveç’te barış görüşmeleri başlar.
13 Eylül 1993 İsrail Başbakanı İsa Krabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yasar Arafat el sıkışırdı. Bu tarihi bir yandır. İsrail’in başkenti ilan ettiği Kudüs üzerinde pazarlık yapılmaması şartıyla Oslu Anlaşması yapılır. İsrail’in Kudüs hariç işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında Filistin, İsrail Devletini tanıyacak.
Batı Şeria ve Gazda Şeridinde sınırlı özellik verilen bir Filistin yönetimi kurulacak. İsrail 5 yıllık geçiş dönemi içinde ordusunu bölgelerden geri çekecektir. Filistin Kurtuluş Ordusu İsrail birliklerini boşalttığı yerlere konuşlandırılır. Ama bu anlaşmayı kabul etmeyenler de vardır. Filistin’in militanlar ve aşırı dinci Yahudiler. Filistin özellik yönetimi kendi toplumunun öfkesini kitlesel gözaltılarla bastırmaya çalışır. İsrail içinde ise aşırı dinciler barış sürecine tepki göstermektedir. Aşırı dinci bir Yahudi barış sürecini ilerleten kendi başbakanları İzzak Rabin’i suikast düzenleyerek öldürür. İşte bu gibi nedenler yüzünden barış tamamlanamaz. 2000’li yıllarda Filistin’in militanların intihar saldırıları artar. İsrail kendi söylemleriyle terör altyapısını yıkmak için Batı Şeria’yı işgal eder. Filistin kentleri sık sık baskına uğrar. Artık barış falan kalmamıştır.
Neyse sonra İsrail, Gazze ve Batı Şeria’dan geri çekilmeye başlar. Ama Gazze Şeride İsrail tarafından abluk altına alınır. Ne demek bu abluka? Yani Gazze’nin dış dünyayla olan her türlü bağlantısı kesilir. Milyonlarca Filistinliği, Gazze’de günlük hayatlarını büyük zorluklar altında geçirmektedir. İsrail bu ablukanın gerekçesi olarak Gazze Şeridindeki İslami direniş harekatı olan Hama Sakinliğitini ve bölgeden atılan roketleri gösteriyor. Üstelik Mısır’da Gazze ablukasına destek veriyor.
İsrail, Gazze’ye gidecek insanın yardımları sadece Aştod limanından kabul etmektedir. Dünyanın birçok ülkesinden Aştod limanına Gazze için yardımlar gönderilir. Ama bu yardımlar İsrail’in kontrolünden geçtikten sonra ulaştırılır. Türkiye’den İnsani Yardım Vakfı, İsrail ve Mısır ablukasını delerek Gazze’ye doğrudan yardım etmek ister. 31 Mayıs 2010’da Mavi Marmara gemisi Aştod limanına gitmeyip doğrudan Gazze’ye gitmek üzere yola çıkar. Amaç ablukayı kırıp direkt Filistin’e tıbbi malzeme, insani yardım ve inşaat malzemeleri ulaştırmaktır. Mavi Marmara Türkiye’den yola çıktığında İsrail geminin Aştod limanına yanaştırılmasını, gelen yardımların buradan Gazze’ye aktarılacağını söyler. Ama Mavi Marmara bunu dikkate almadan yardımları direkt ulaştırmak için Gazze’ye doğru yola devam eder. Bunun üzerine gemi daha uluslararası sulardayken İsrail askerleri tarafından baskını uğrar. 10 Türk aktivist hayatını kaybeder. Bu olaydan sonra Türkiye-İsrail ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Halbuki İsrail’i resmi olarak tanıyan ilk Müslüman devlet 1949 yılında Türkiye olmuştu. Türkiye İsrail’den Büyük Elçisi’ni geri çeker.
Birleşmiş Milletler ve birçok ülke İsrail’i kınar. İsrail halkından bazı kesimler Gazze’ye yardım gemilerine yapılan saldırılara karşı hükümeti protesto eder. İsrail Başbakanı Netanyahu Erdoğan’dan özür diler. İsrail ve Türkiye arasında ilişkileri düzeltmek için anlaşma yapılır. Ve İsrail Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler için 20 milyon dolar tazminat öder. Bu anlaşmanın ardından Erdoğan Mavi Marmara yardımını organize edenleri eleştirir.
Siz kalkıp da Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerektiği yardımı Gazze’ye bugüne kadar hep yaptık yapıyoruz. Her şeyi uluslararası diplomasi neyse bu diplomasi içinde yaptık yapıyoruz. Böylece bu olay da kapanır.
Trump’un açıklaması ardından Amerika Kudüs’ü İsrail’in resmi başkenti olarak tanır.
2018’de Tel Aviv’deki Amerikan bürük elçiliğini Kudüs’e taşır.
Gazze sınırında toplanan 10 binlerce Filistinli Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasını protesto eder. Türkiye’de Kudüs kırmızı çizgimizdir diyerek Amerika’nın kararına tepki gösterir.
İsrail bağımsızlığını ilan etmesinden beri 72 yıldır bu topraklarda varlığını sürdürüyor ama hala Ortadoğu’da yabancı olarak görülüyor. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Yahudi soykırımının boyutlarının öğrenilmesi, uluslararası toplumda Yahudi davasına karşı büyük bir sempatide olmuştu. Ama Siyonistler yıllar önce kendi yaşadıkları zulmü Filistinlilere yaşatmıştır. İsrail’in 2000 yıllık rüyasının gerçekleşmesiyle Filistinliler tam anlamıyla kabus yaşamışlardır. Yaşanan 3 büyük Arap-İsrail savaşı yüzünden yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan koparıldılar. Çıkarılan yasalarla göçe zorlanan Filistinli Arapların arazilerine el koyuldu. İsrail işgal ettiği topraklara yeni Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi sürdürdü. Oysa uluslararası hukuk, işgalci ülkelerin ellerinde tuttukları topraklara kendi halkını yerleştirmesini açık bir şekilde yasaklamakta. Şimdi İsrail Arapların zamanında kabul etmediği Birleşmiş Milletler bölüşüm planından çok daha geniş topraklara sahip ve her geçen gün gücüne güç katıyor. Yıllara göre değişen İsrail ve Filistin topraklarının trajik görüntüsünü haritadan da görebilirsiniz. İşte yüzyıllardır paylaşılamayan topraklarda bunlar yaşandı. Akıbeti ne olacak hep beraber göreceğiz.
Ama daha uzun süreler bu kutsal topraklara barış ve huzur gelecek gibi gözükmüyor.
İlk Yorumu Siz Yapın