"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kurban Bayramı Özel Sohbeti – Canlı (10 Temmuz 2022) Osman Nuri Topbaş

Kurban Bayramı Özel Sohbeti – Canlı (10 Temmuz 2022) Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=UPFNqYKyA4A.

Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, atış, mübârek, pâk, rûh-i tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmına, enbiyâ-i izâmına, sâdât-ı kirâm hazarâtına, cümle şehidlerine, geçmişlerine ve rûh-i şerîflerine, derinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslam dünyanın selâmetine, şerîllerin şerîlerinden muhafazasına, bu niyaz, bu duâ ile bir Fâtiha çeşit, üç İhlâs’ı Allâh’a müslüman etsin.
Bismillâhirrahmanirrahim. Aleyhi ve sellem. Muhterem kardeşlerimiz, Kurban Bayramımız mübârek olsun.
Rabbimiz, bayramların hakîkatine ermeyi, derûn-u hakîkatlerinden hisse alabilmeyi, bayramları Hakk’a râm olarak yaşamayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin inşâallah. Okunan âyetler… İlk okunan âyetler, bir fedakârlıkla bir misal. İbrahim –aleyhisselâm-‘ın, İsmail –aleyhisselâm-‘ın fedakârlığı.
İbrahim –aleyhisselâm-‘ın, ”Ya Rabbi dedi, bana bir evlât verirsen, erkek bir evlât. O kadar çok muhabbeti var ki. Bu muhabbetini tatmin etmek için, onu ben kurban edeceğim sana Ya Rabbi dedi. En sevdiğimi kurban edeceğim sana dedi. Cenâb-ı Hak İsmail –aleyhisselâm-‘ın nasîb etti.
İsmail –aleyhisselâm-‘ın dokuz, on, o civara geldiği zaman, Tevriye günü, Arefe günü, bayramın birinci günü, üç gün üstü bir rüya gördü. İbrahim –aleyhisselâm-‘a, Cenâb-ı Hak Akdîn’de durmasını istedi. Bunu Hacer Vâlidemiz’de dolaylı olarak bir ifade etti. İsmail –aleyhisselâm-‘a ifade etti. O da, baba dedi, madem böyle bir emir var, ben râzıyım dedi. Şeytan, bu kurban yerine giderken kandırmaya çalıştı. İhtiyar dedi, bu senin gördüğün rüya şeytânidir dedi. İsmail –aleyhisselâm-‘a, çocuk dedi, seni kandırıyor, seni kesecek dedi, vs. Bir rivâyet Hacer –aleyhisselâm’da. Fakat şeytanı taşladılar.
Tabi bu şeytanın taşlanması, haçta bir rükûn hâline geldi, bir sembûl. Demek ki, bir, ne kadar şeytanı taşlayabilirsek, o kadar Cenâb-ı Hakk’a yakın bir kul olacağız. Şeytanı taşlamada neyle olacak? Amelân, sâliha, sâliha amellerle olacak. Eğer yok nefsânî arzularımıza meyledersek, şeytan bize taşlamış olur.
Okuran âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak bize bir, İbrahim –aleyhisselâm-‘a, İsmail –aleyhisselâm’a fedakârlığı bildiriyor. Teslîmiyet bildiriyor, nefsin hakkı adanması bildiriliyor. Ve bunun büyük zor imtihanı olduğuna İbrahim, Cenâb-ı Hak o şekilde bildiriyor. En son İbrahim’e selâm dedik buyuruyor Cenâb-ı Hak. İbrahim’i tebrik ediyor Cenâb-ı Hak.
Ve İbrahim –aleyhisselâm-‘ı unutturmuyor. Ona arkadan gelen bir nam verdik buyuruyor. İşte tehyattan sonra son kıldığımız rekâta İbrahim –aleyhisselâm-‘ı da Cenâb-ı Hak hatırlatıyor. Velhâsıl bu fedakârlığın bir misali olarak. Tabi bu fedakârlık, muhtelif âyetlerde var. Sihirbazların fedakârlığı var.
Firavun’a karşı, gök yâhir Firavun’un müdâfâ için, Musâ’yı –aleyhisselâm– bertaraf için Firavun onları seçiyor. Musâ diyor, sihirbazdır diyor. Siz diyor, Musâ’yı diyor, bertaraf edin diyor. Sizin üzerinize hazineleri dökeceğim diyor. Onlar da diyorlar ki, Firavun diyorlar, eğer bu gökten inen bir hâdiseyiz, bizim yapacak bir işimiz yok diyorlar.
Fakat biz üstadız diyorlar sihirde. Eğer bu sihirse, biz bunu bertaraf edelim, senin tanrınlığa devam ettin, sen rahat et diyorlar. Kısaca en nihâyet musabaka başlıyor. Musabakada sihirbazlar mağlup oluyorlar.
Bu diyorlar, gökten inen bir hâdisedir diyorlar. Biz, Musâ’nın ve Hârun Rabbine secde ediyoruz diyorlar. Firavun kızıyor, öfkeleniyor. Bana sordunuz mu diyor, benden izin aldınız mı diyor. Onlar diyorlar ki, Firavun diyorlar, biz nasıl Rabbimize döndürüleceğiz? Onun için diyorlar, senin diyor, yapacağın zulm dünyaya âyettir diyorlar. Son nefes âyettir diyor, daha öteye geçmez diyorlar.
En nihâyet Firavun, çapraz olarak kestiriyor bu îmânına gelen sihirbazları. Sihirbazlar da, îmânı bir zâhâf olmasın, bir özür dilemeyelim, bir şeyde bulunmayalım diye ona, رَبَّنَا اَفْرِعَلَا لَا صَبْرَهُمْ وَتَوَى فَنَا مُسْلِمِينَ diyorlar. Ya Rabbi! Üzerimize bir sabır dök, sabır yağdır. Bizi müslüman olarak tâviz vermeden canımıza vermeniz, canımızı al diyorlar. Cenâb-ı Hak bunu da dört âyette bildiriyor ayrı yedekten. اَسْعَبِ الْاُحْدُدْ بِلدِلْهَا اَنْدَكْتَ يَقِدَنْ لَا اِيمَانَ سَبِبِيرَةٍ Yâsîn’in ikinci sayfasında yine bildiriyor, taşlarak öldürülen Habîb-i Neccâr’ı bildiriyor. O da nasıl bir îmân yüzünü gösterdi. Hep Cenâb-ı Hak bunları senâ ediyor Kur’ân-ı Kerîm’de.
Muhacirlerin Ensârı Cenâb-ı Hak misal oluyor. Bizleri de muhacir ve Ensâr gibi olmamızı arzu ediyor. Velhâsıl bu Kurban Bayramı bir fedakârlık, fedakârlığı hatırlatıyor. Okunan Rahman Sûresinde de Rahman Kur’ân’ı öğretti. Demek ki bu, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir lûtfu. Cenâb-ı Hak burada merhamet sıfatını bahsediyor. Hâle kalb, insan insanı yarat da Kur’ân’la ihtiyac edecek, Kur’ân’la istikâmet edecek,
sırahtı müstakîm üzere olacak. Allem-i hülbeyan, hikmetler, sırlar, insanı Cenâb-ı Hak tevdi edecek. Kul, Allâh’a yaklaşacak, kurbiyetle nasîb olacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak kânâktaki ilâhî azamet tecellîlerinden bir misal veriyor. Güneş ve ay hesapladır buraya. Hiçbir takdim tehir yok. Bir dakika, bir saniye geriye öne gitme yok.
İlâhî bir azamet tecellîsi. Her an bir tarasut hâlindeyiz. Geceyi görüyoruz, gündüzü görüyoruz, takdim tehir yok. İlâhî bir azamet tecellîsi. Ondan sonra Rabbimiz, yıldızlar, ağaçlar secde hâlindedir. Yani burada iki şey misal veriyor. Hepsi ne var ne yok, secde hâlinde. Bizim idrâkîmiz dışında bir secde hâlinde. Ondan Cenâb-ı Hak, semâ yükseltik diyor. Ne kadar sonsuzluk, sonu yok, bir yerde bitişi yok.
Bir ölçü koyduk diyor, trilyonlarca yıldızlar. Bir âhenk, ilâhî bir âhenk. Sen bu ölçüyü bozma diyor. Yani bu kâinattaki ilâhî âhenkle kalbinde bir âhenk’e gelsin diyor. Bu şekilde bir kurbiyet Cenâb-ı Hakk’a daşma, Cenâb-ı Hakk’a daşma güzel bir kul olabilmek. Velhâsıl Cenâb-ı Hak, kardeside Kurban Bayramı’z, takvâ ile Cenâb-ı Hak’a yaklaşma hâlinin bir şâdîdir.
Kadir Gecesi’nin bir şâdîdetnâmesi. Hayatımızın bir takvâ üzerine yaşayabilmek, son nefes hazırlanabilmek. Kurban Bayramı ise fedakârlıkla Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma bir şâdîdetnâmesi. Burada İbrahim aleyhisselâm, İsmail aleyhisselâm misal var. Yani burada bir fedakârlık dersi veriliyor. Sallâllâhu aleyhi ve sellem, bu fedakârlığın zirvesinde Cenâb-ı Hak, İbrahim aleyhisselâm, Efendimiz’in gönlündeki fedakârlık ve teslimiyet ufkundan hisse almayı, cümlemize hisse almayı, ikram eylesini nasîb eylesini inşâallah. Bu mübârek günler hürmetine, dînimiz, vatanımıza, milletimize, bütün İslâm’a hayırlar, bereketler, sıhhat ve âfiyetler lûtfeylesin. İbrahim aleyhisselâm çok ağır dostluk imtihanından geçti. Fakat daima tevekkül teslimiyet gösterdiği malı, canı ve evlâdıyla fedakârlarının zirvesine çıktı. Ve bu sebeple malı, canı ve evlâdına gösterdiği olan, onu bir hakka adımasıyla, Halilullah, Allah dostu oldu. İbrahim, Halilullah oldu.
Kallandığı musibetler, meşakkatler, imtihanlar, öyle bir merhalet kat ettik ki Rabbimiz, İbrahim’e selâm olsun dedi. Onu bir tatlif etti İbrahim aleyhisselâm’ı. Buna rağmen İbrahim aleyhisselâm daima büyük bir mahcubiyet içinde yaşadı. Cenâb-ı Hakk’ın verdiği nîmetler, kalpler ufuklar açıyor, ötelerden manzaralar İbrahim aleyhisselâm’a gösteriliyor.
İlâhî azamet, ilâhî kudret akışları, kıyamette İbrahim aleyhisselâm ve Lâtuhusiyye’ne yormayı olsun, yâ Rabbi diye de insanların yaratıldığı gün, beni mahcup etme diyecek. Fedakârlığın harikaları, can, mal ve evlât. İnsanın gönlünde taht kuran üç tane hususiyet.
Mal, çok kıymetlidir insanda. Zanneder, hayatını ben malımla devam ettireceğim. Canı çok kıymetlidir, ben canımla hayat edelim, devam ettireceğim. Evlât, kendisinin devam eden bir parçasıdır. Bunlar üç tane insan gönlünde taht vardır. Fakat burada, taht, üç tane taht, Cenâb-ı Hakk’a adandı. Onun için İbrahim, İbrahim’e selâm olsun, bu zor bir imtihandır. Buyuruyor. Yine âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını kendine verecek cennet karşısında satın almıştır buraya. Yani dünya bir pazar, bir çarşı ve bu çarşıda canımızı ne kadar alıyoruz, malımızı ne kadar alıyoruz, can kimin, mal kimin. Kul bunun idrâki içinde yaşayacak ve bu şekilde bir kulluğu yaşayacak, abdiyet yaşayacak.
Cenâb-ı Hakk’a güzel bir kul, Cenâb-ı Hakk’a bir dost, Cenâb-ı Hak’a bir hâliyle olacak. Birincisi, candan fedakârlık. İbrahim Efendimiz candan fedakârlık gösterdi. Canından geçti, vazgeçmesi için ona baskı yaptı. Nemrut, dağ gibi ateş yağdırdı. Sen dedi, bak dedi, seni ateşe atacağız dedi. İbrahim Efendimiz hiç tevhîdi tebili etmeye devam etti. Mancılığa koydu İbrahim Efendimiz’i selâm ile Nemrut. Bütün halk toplandı. Mancılığa dağ kadar ateşin ortasına atılacak. O şekilde Nemrut kendini tanıdığı için,
tanrılığını devamı için İbrahim’i aleyhisselâm’ı engel olarak gördü. İbrahim Efendimiz hiç mütesir olmadı. Ateşin ortasına atıldı mancılıkla. Cenâb-ı Hak, ey nâr, ey ateş! İbrahim’e selâm ve selâmet ol! buyurdu. Bir gülüstanın içine düştü İbrahim aleyhisselâm.
Mevlânâ da diyor ki, sen diyor, cehennemden korkuyorsan diyor, ateşten korkuyorsan diyor, sen önce kendinde İbrahimlik olup olmadığını dikkat et diyor. Çünkü ateş İbrahim’i yakmadı diyor. Ateş ile İbrahim’i yakmadı diyor.
Ateş diyor, Hakk’a diyor, lâyıkate teslim olup tanır ve yakmaz buyuruyor. Onun için, sen kendinde ne İbrahim’i ölç diyor, ne kadar ölç, senle fedakârlık var buyuruyor. Tarihte baktığınızda hep bu fedakârlık.
Bahsettiğimiz gibi Firavunlu’nun, Sîrvât’ın fedakârlığı, Habîb-i Neccâr’ın fedakârlığı, Mekke’li muhacirlerin, Ensâr’ın, Medîne’nin Ensâr’ın fedakârlığı. Cenâb-ı Hak bize âyette, Tevbe Sûresi’nin 100. âyetinde, o Mekke’li mûhacirlerin, Ensâr’ın, Medîne’nin Ensâr’ın fedakârlığı,
10. âyetinde o Mekke’li ve Medîne’li Ensâr gibi olmamızı, onlar gibi fazilet sahibi olmamızı, Cenâb-ı Hak kendimizi, onlarla mîzân etmemizi Rabbimiz istiyor, arzu ediyor. Bu tarihte baktığımız zaman, bu kurbanlar çok misal vardır. Birinci, Murad Han, Kosobayı fethetmeye gitti. Babası Orhan Gazi, oğlum Murad dedi. Bu tevhidde de iki kıtaya sığmaz dedi. Sen bu iki tevhidleri dünyaya taşıracaksın dedi. Böyle bir îmanın bedelini ödeyeceksin dedi. Sultanlar o zaman Yemyeş-i Burüs’ten kalktı, bin kilometre yol gitti.
O bir berat kendisi dua etti. Cenâb-ı Hak’tan bir zafer istedi. Ben günahkârım, yâ Rabbi dedi. Benim günahımıza askerimi yakma yâ Rabbi dedi. Ve bize bir zafer ihsân eyledi. Bu zaferin kurbanında ben olayım dedi. En nihâyet bir sekiz saat zarfında büyük zafer geldi. En nihâyet orada şehid edildi. Bugün baktığımız zaman, Kosova’da ne devam ediyor? Seyyidiler devam ediyor, ezanlar devam ediyor. Ne oluyor bunlar? Sultan Murad’a bir sadaka-i câriyye oldu ve onunla beraber giden askerleri. Fâdîn askerleri mesela İstanbul surlarına tırmanırlarken bir tane Rum ateşleri atılıyor, bir tane kızgın yağlar atılıyordu. Onlar da birbirlerine bir candan fedakârlarına bilderek, bugün şehid olması sırasında bize geldi diyorlardı.
Kurban oluş, bir fedakârlığın neticesidir. Bu şekilde İstanbul fethedildi. Keza 15 Temmuz’da da öyle oldu. Cenâb-ı Hak vatarımda parçalanmaktan, zayıf düşürmekten kurtarmış oldu. Maladan fedakârlık ile kurban, İbrahim a.s. yine malına parçalanmaktan, zayıf düşürmekten kurtarmış oldu.
Fethakârlık ile kurban, İbrahim a.s. yine malına, sürüleri var, bunu satar mısın? deyince, bu benim değil dedi. Cebrail’in insan kılığı kimin dedi, Rabbimin dedi. Bedeli ne dedi İbrahim’i dedi, sen dedi Allâh’ı zikret dedi, bedeli o dedi. Yani onun zevkiyle, onun lezzeti, dünyevî lezzeti bütün ötesinde, paranın mal ve mülkün bütün ötesinde, sen zikret dedi. Üst seferde üçtürbünün al, üst seferdeki hepsini al dedi. Bu maldan fedakârlık, bu da çok mühim. İbrahim a.s. malı Cenâb-ı Hak ile vuslata malzeme kıldı. Allâh’a dostlarına malzeme kıldı. Mal benimdir, mal Allâh’ındır, el-mülkü lillâh. Demek ki bir mü’minin kalbi bu olacak. Ben malla dünyaya gelmeyeyim, malla da gitmiyorum, el-mülkü lillâh, mal Allâh’ındır.
Allah bu malı niye verdi? Bir riyâzat hâlinde yaşayacak, kûl-i af buyuruyor Cenâb-ı Hak, fazlasını infak edecek. Bu sebepten İslâm’da bir vakıf medeniyeti kuruldu. Baktığımız zaman sahâbî de îmânın sebebini hicret ederken, müşriklerin şerrinden malını,
mesâheden çok evlâdını bırakarak fedakârlıkla Medîne-i Münevvere’ye hicret ettiler. Tabi burada da ashâb-ı kirâmın bir fedakârlığını görüyoruz. Yine bu, لَنْ تَفَيْرَ بِاللَّهَتْ تُنْفِقُ مِمَانَتُ بِالبُونَ Bu benzer âyetlere indiği zaman da daima Rasûlullah önüne geldiler. Yâ Rasûlâllah! dediler. Benim şu malım var, şu var, Allâh’ımla infak ediyorum dediler. Böyleyse îmanları test edilmiş oldu.
Canla test oluyor, malla test oluyor. Cenâb-ı Hak buyuruyor, بَاللَّهُ لِقَنِيْهُ وَاَنْتُمْ فُقَرَى Allah zenginli, siz fakirsiniz. Bunu insan idrâki için diye yazacak. Sana malı veren, mülkü veren, yaşadığın toprağı seni yaşatan, sana ihsân eden, ikram eden Cenâb-ı Hak,
Nîmetlerimi sayamazsınız.” buyuruyor. Allah zengin, sizler fukarâsınız buyruluyor. Allah gani. Demek ki insan, fukaralığını idrâki içinde olacak. Trillion kadar, şu Marmara Denizi kadar zengin olsa, yine malın kendisinde, Rabbinin olduğunu, kendinin fakir olduğunun idrâki içinde olacak. Onun için Hak dostları imza atarken, abd-i âciz diye atarlardı.
Abd-i âciz kulu olarak atarlardı. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, ey insanlar! Allah’a muhtacı olan sizsiniz. İşte bir virüs geliyor, bir sel felâketi geliyor, bir yangınlar geliyor, bir enflasyon geliyor. Demek ki Allah, Celle Celâ, imtihan ediyor. Nasıl imtihan ediyor?
İyâ-kenâb müdü diyoruz. Yâ Rabbi! Sana kulluk yaparım ve ancak senden yardım derler. Demek ki kulluk azaldığı zaman Cenâb-ı Hak imtihan ediyor. Malları eksiltiyor, enflasyon geliyor, hastalık geliyor, vs. geliyor. Yeter ki kul idrâk hâlinde olacak. Meselâ bir kurban kesiyoruz değil mi? Bu İsmail’e selâma olan bir lûtuftur, hediye.
Öyle bir kurban kestiriyor ki Cenâb-ı Hak eti lezzet. Derisini kullanıyorsun, tüyünü kullanıyorsun, gübresini kullanıyorsun. Bir de düşüneceksin, orada bir şükredeceksin. Cenâb-ı Hak ne kadar nîmetleriyle perverde hâlindeyiz. Bir de düşüneceksin ki sen o hayvan olarak kurban olabilirdin.
Onlar senin, onlar insan olarak seni kesebilirdin. Demek ki hâldeki nazarıyla, mahlûkâta bakış tarzı, ne kadar zarif, hassas, ince rûhlu bir müslüman olacaksın. Önce büyüklere baktığımız zaman daima bu kurban bayramında kurban ayakta dururlardı. Baştan su verirler, gözünü bağlarlar, aynı çukura yapmalar, aynı çukura bakarlar. Ve bir ibadet heyecanıyla o kurbanı, Cenâb-ı Hak bir teşekkür edâsıyla. Diğer bakımdan o insanın, o hayvanın çırpınışlarını görüyorsun. Hepimizin son nefesi var. Demek ki bu bizim de son nefesimiz, bir hazırlığa, bir imtihan, bir manzara. Demek ki mal, emanettir.
Emanetçiye düşen malın gerçek sahibinin şartlarını riayet etmektir. Malı Allah yolunda kullanılmaktır. Bunu yaparken de asla israf ve pintiliğe düşmeyecek. Şeytanın vesvesesine kulak takıyacak. Cenâb-ı Hak çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır, çok muhâşır,
Cenâb-ı Hak çok merhametli, en çok Rahman-ı Rahîm sıfatı geçiyor. Cenâb-ı Hak kulların merhametli olan cimri olmasını istemiyor. Zira cimrilik, cimrilik, Hakk’a tevekkül noksandığından doğan bir îman zâfıdır. Yani Hakk’a tevekkül noksandığından doğan bir îman zâfıdır. Kul, yaratanı sığınacağın yerde fânî imanla, yani razâka değil, rızkına sığılıp güvenmesi.
Rızkının sahibi kim? Bir noktada malının putlaştırılmasıdır. Hâlbuki o malı veren de Cenâb-ı Hak. Yarın alacak da yine Cenâb-ı Hak. Onun için Cenâb-ı Hak, وَلُّكُلُ مَزَةُ لُمَزَةُ O âyetin devamında okul ki mal toplamış, onu sayıp durmuştur. O malının kendi ebedî kalacağını zanneder. Kim verdi, nereden gitti, nereye gidiyor, düşünmez.
Hayır, anlattığı zaman ona hutemeyye atılacak. Yani hutemeyye ne olduğunu bilir misin, buyuruyor Cenâb-ı Hak. Allah’ın tutuşturulmuş, yandıkça tırınır, taa kalplerin üzerinde çıkan ateştir. Çünkü bundan ne oluyor? Allah’ın sana verdiği bir emanete istismar ediyor. Kendini kullanıyor. Dolayısıyla cimrilik, Cenâb-ı Hak gaflet ve uzaklığın bir neticesidir.
Malının kendi ebedî kalacağını zanneder. Onu sımsık sıksalanan kimse, ancak gâfil ve câhil bir kimse. İsterse bin tane, binlerce cilt kitap okusun. Tabi burada, Allah korusun, israf. İsraf da aynı. İsraf da malıyla, geometrisiyle kendini aşağılık duygusunda bertaraf etmeye çalışıyor. Kendisinin olmadığı bir, kendisinin olmadığı bir mal ile gösterişe buyuruyor. Büyük Allah’ın.
Büyük Allah’ın. Üçüncüsü, malından fedakârlık. Canından fedakârlık. Üçüncüsü, evlâtla fedakârlık. Kurban, evlâtla fedakârlığın bir hâtırâsıdır. Cenâb-ı Hakk’ın dostuna tâlib olan kulunun gönlünde, zâtından başka hiçbir fânî sevgilinin aşırılığına rızâ göstermez.
Kalp, Cenâb-ı Hakk’a aittir. İbrahim aleyhisselâm, oğlunun muhabbetiyle imtihan edildi. Onun Cenâb-ı Hakk’a fedâ edebileceği gösterildi. Cenâb-ı Hakk da onun bu tesirini fedakârlığı mukâbil, Hazret-i İbrahim’i muhafaza etti. Canını bağışladı. Onun canını fidye olarak gösteren bir koç indirdi. Kurban, ibadet, böyle başladı. İsmail aleyhisselâm’ın neslinden de o gösterdiği sadâkat, Allâh’a sadâkat. Bu sebeple de İbrahim aleyhisselâm’ın oğlu İsmail aleyhisselâm’a da peygamberlik gibi geldi. Mekke’yi babasıyla beraber inşa etti. Çok, çok, onu çok, çok daha ötesi, onun subhûbinden Rasûlullah Efendimiz geldi. Hep bunlar fedakârlığın getirdiği mükâfatlar Cenâb-ı Hakk’ın indinde.
Cenâb-ı Hak bizleri de evlâtlarımı kurban etmemizi emretmiyor. Evlâtlarımı kurban edeyim, buyurmuyor. Fakat evlâtlarımı İslâm karakteri, İslâm şahsiyetine terbiye etmemizi emrediyor Rabbimiz. Onları Kur’ân’ı, İslâm’ı tahsil ettirmeye emrediyor. Bizler de onları ne kadar dünya içinde, ne kadar âhiret için yetiştiriyoruz. Onları da kendimiz gibi, ebedi bitmeyen bir hayatın yolcuları olacağız.
Çok, İbrahim –aleyhisselâm- Kur’ân’ın kendinde geçen dört tane derdi vardı. Cenâb-ı Hak bu dört tane derdi bize bildiriyor. Birinci, dert, nefsinin derdi. Namazı hakkıyla edâ edebilmek, güzel bir kulluk yapabilmek, diriliş günü mahcup olmamak için hafif ve racîk bir günle dua ediyor ve hesap günü, hesap günü hataların bağışlanmasını umduğudur şu âyete.
Yine İbrahim –aleyhisselâm- Rabbim bana hikmet ver, beni sâlihler arasına kat.” buyuruyor. Yine وَلَاَتُّ سُنُ الْيَوْمَ يُبْعَصُونَ Cenâb-ı Hakk’ın verdiği o ilâhî nîmi, mânevî nîmetler. Maddî nîmetleri mânevî nîmetler. وَلَاَتُّ سُنُ الْيَوْمَ يُبْعَصُونَ Yarabbi insanların yarattığı gün, ben mukâbele edemediği için, mukâbele imkânsız, yarabbi beni mahcup etme diyor.
İşte يَوْمَ لَا يَنْفُ مَعْلُونَ وَلَا بَنُونَ Mal ve evlâtlar o gün fayda verdiler, bitti artık. اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ Cenâb-ı Hakk’ın rafini olmuş, tertemiz bir kalp istiyor Cenâb-ı Hak. Nasıl insan doğuşta tertemiz olarak geliyor? Hattâ mis gibi kokar doğan bir çocuk,
belki kokuların arasından geliyor mis gibi kokuyor. Şu masumluk. İşte bir mü’min de bu şekilde. Namaz, ibadetler, muâmelât, muâşeret, okubat, bunlarla dolu bir rûhânî hayatı olacak. اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ Cenâb-ı Hakk’ın rûhânî hayatı olacak.
İbadetler, muâmelât, muâşeret, okubat, bunlarla dolu bir rûhânî hayatı olacak. اِلَّا مَنْ اَطَالَّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ Cenâb-ı Hak huzûna davet ediyor ve dostluğa davet ediyor. Demek ki birinci, İbrahim –aleyhisselâm-‘ın kendi derdi. Yani Cenâb-ı Hak dostluğun bütün şeylerini gösterdi.
Fakat yine onlar, yine Cenâb-ı Hak vuslat için, «Yâ Rabbi diyor, benim gibi namaz kılanlar…» Öyle bir namaz ki, vuslat. Cenâb-ı Hakk’a yaklaşık bir namaz istiyor Cenâb-ı Hak’tan. Cenâb-ı Hak kul duâ edecek, namaz verecek. Cenâb-ı Hak ihsân edecek. Cenâb-ı Hak cümle namazı sevdirsin. Namazı hakkıyla kılabilmeden hisseler nasîb eylesin. Namaz zor bir iş.
Bak, Ayşe Vâlidemiz, sanki diyor, Allah Rasûlü namaza durur diyor, yüreğinden diyor, tencere kalmış gibi bir ses gelir de diyor. Namaz duracağı zaman bize tanımaz hâle gelir de diyor. Cenâb-ı Hak huzûna davet ediyor, secdeye yaklaştırıyor. Namazın fahşâdan, münkerden, hadık, bütün yalancıdan koruyacağını bildiriyor. Fakat yalap şalap, riyâla kılan bir namaz için, فَوَلْنُّ الْلِلْمُصَنَةِ Yazıklar Rasûlullah o namaz kılan diyor.
Bir de kılmayanın hâlini düşünmek lâzım. Kendisi düşündüğü gibi, soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan öyle bir şey oluyor. Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et! Demek ki bir insan kendi ibadetine, muâmelâtına, v.s. yeni umdelerine bakacak. Bir de evlâdınla, bu var mı yok mu evlâdını nasıl yetiştirecek? İbrahim-i Mevla’yla İsmail ile bakacak, nasıl evlâdını yetiştirecek?
Sonra, dua etti İbrahim’e, Rabbim bu şehri Mekke’yi emniyette kıl. Gitti de bir çöldü. Ağaç yok, v.s. yok, insan yok, görünen bir hayvan yok, v.s. yok, bir çölün ortasıydı. Fakat Cenâb-ı Hak oraya öyle bir İbrahim ile dua etti, öyle bir rahmet tecellî ettiriyor ki, dünyanın en güzide yeri olduğu, hem maddi hem mânevî.
Mü’min kalpler, o oraya çekiliyor, râm oluyor. Rabbim bu şehri Mekke’yi emniyette kıl. Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Yine İbrahim’in bir endişesiyle bu putlara tapmaktan uzak tut. Maddi ve mânevî putlar. Allah, kendimizin evlâtlarımızın, nefsânî hayatlarımızın put olmasından korusun.
Ve vellâsıl İbrahim, eyleselâm, bu Mekke’de hayırlı bir nesil yetişmesi için dua etti ve onun derdindeydi. Yine âyet gibi devam ediyor. İbrahim de, bunu kendi oğullara vasiyet etti, Yakup da. Ne dediler?
Oğullarım dediler, Allah sizin için bu dîni, İslâm’ı seçti. En güzel dediler. O hâlde sadece müslümanlar olarak ölün dediler. Cenâb-ı Hak da âyette, وَلَا تَمُنْتُنَّ إِلَّا وَيَنْتُ الْمُسْلِمُونَ «Ey îmân!» dediler. «Allah’ın azamet-i ilâhiyyesine göre!» Takvâ sahibi olun, وَلَا تَمُنْتُنْنَ إِلَّا وَيَنْتُ الْمُسْلِمُونَ «Ey îmân!» dediler. «Allah’ın azamet-i ilâhiyyesine göre!»
Takvâ sahibi olun, وَلَا تَمُنْتُنْنَ إِلَّا وَيَنْتُ الْمُسْلِمُونَ «Ancak müslümanlar olarak ölün, sakın ama başka türlü ölmeyin.» buyuruyor Cenâb-ı Hak. Demek ki şu bütün hayat, imtihan dünyası son nefese hazırlık. Müslüman olarak ölebilmeyi hazırlık. Yine diğer bir âyette, Muhammed Sûresi’nde, «Ey siz! Siz eğer Allâh’a yardım ederseniz, nasıl kul yardım edecek?» âyet. Bütün kuldaki güç Allâh’a ait. Dînini yaşarsanız, yaşatırsanız, Allah size yardım eder, ayaklarını kaydırmaz. Demek ki daima insan bir kızağın içinde, daima kayabilir. Yani teyakkuz için bir hayatımızı geçirmek, unutmamız lâzım. Yani nasıl İbrahim Mevlî Selâm evlâdıyla imtihan edildi? Bizler de bugün evlâtlarımızla bir imtihan hâlindeyiz.
İbrahim Mevlî Selâm’ın oğlu İsmail ile onu Mekke’de bırakırken ve kurban edilmeyi alnını üzerine yatırırken, ahirette kavuşmayı göze alarak vedâlaşmıştı. Biz de ahirette evlâtlarımızla beraber olmak istiyorsak, ahirette, Allah yolunu yetiştirmeliyiz ki evlâtlarımızla beraber olmak istiyorsak, ahirette, Allah yolunu yetiştirmeliyiz ki evlâtlarımızla beraber, Cenâb-ı Hak bizleri Cennet’in lütfu eylesin, orada bir ayrılık vermesin. En zor ayrılık orada. Dünyadaki ölümler, onun yanında bir hafif kalıyor. Bu dünyada anne-baba, evlât, eş, dost, akraba, herkes bu dünyada beraber, bu âhirette bir yövmül fas olacak.
Bir ayrılış günü olacak. O ayrılık günü olacak. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de o büyük yol ayrımını şöyle ifade ediyor, سَلَامٌ قَوْلًا بِرْ رَبِّ الرَّحِيمٍ O Cennet’te buyurun diyecek, büyük merâsimi Cennet’e davet edilecek. Onlara, merhamet-i Rabbin söylediği selâm vâdı buyruluyor. Bu, râzı olduğu kulunlarına büyük bir ikram ve iltifatla Cennet’e davet ediyor. Fakat belki aynı sıhhatlerden gelen aynı toplumdan olan mücrimleri ise وَمْتَعْضُوا اُلْمَئِ الْمُجْرِمُونَ Sizi mücrimler, sizi cehennemlikle öbür tarafa dirilecek. Dünyada beraberlik orada son bulacak. Onlara cehennem istikâmeti gösterilecek. Belki orada da nice karı koca birbirinden ayrı düşecek. Nice evlâtla anne-babanın farklı yollara gidiyor. Ona hiç çare yok.
Nuh aleyhisselâm, dördüncü, üçüncü, ikinci karısıyla, dördüncü oğluyla ayrı bir yola girecek. Onlara وَمْتَعْضُوا اُلْمَئِ الْمُجْرِمُونَ Onlara cehennem yolu gösterecek. Hanımıyla, ikinci hanımıyla dördüncü oğluna. Lût aleyhisselâmın karısına, onun da hanımına, ona da cehennem yolcusu olarak gösterilecek.
Bir peygamber hanıma, peygamber babası, İbrahim aleyhisselâmın babası, ona dua etme buyuruyor Cenâb-ı Hak. Efendimiz’in amcası Ebu Leheb. Velhâsıl orada akrabalığın, kan bağlanan hiçbir faydası yok. Onun için en mühim evlâtlarımız, dünyada onları nasıl seviyorsak, onları âhiretinde o kadar severim. Dünyada istikbal istikbal diyor. Ne kadar istikbal? Kaç sene istikbal?
Eğer biz ona Allah’ın rızâsının yetişirse, Allah ona istikbal verir. İstikbal verecek Allah’tır. Bin tane kitap okuyarak streslerin içindedir. İşte o gün mahzun olmamak için, bugün kendi istikâmetimizde öyle evlâtlarımızla çok dikkat edelim.
Onlar bizlere Allah’ın birer emaneti ciddiye almamız çok mühim. Efendim, bu sonra yaparsınız. Yok, sonra yapmaz. Olmaz sonra. Bu kendimizi kandırmaktır. Onlar ufak yaştan itibaren mânevî terbiyesiz, bizzat meşgul olmak lâzım. Onları namaza getireceğiz, hediyeler vereceğiz, Kur’ân’a göreceğiz, bak ne güzel melekler sana hep sevap yazdı,
cennette gireceksin, Allah Rasûlü’nü söylesen, Allah seni böyle seviyor.” diyerek, ona daima yavrularımıza bir telkinle bulunabilmek. Üçüncü derdi, İbrahim aleyhisselâm’ın. Tabi bu bize Cenâb-ı Hak bildiriyor. Tabi babasının derdi kaldırılıyor. Onu dua etme buyuruyor. Demek ki bir anne-babaya karşı, bir medyunu şükran hâlinde kul olacak. Onun için anne-babanın da affeder miyiz, Cenâb-ı Hak da dua edecek. Hepimiz anne-babamızın selâmeti için dua edeceğiz. Yine İbrahim’in 41. âyetinde, Ey Rabbimiz! Amellerin hesap günü olacağı gün, beni, anamı, babamı, mü’minleri bağışla. Demek ki daima bir mü’min, annesinin, babasının üzerinde hakkı çok. Hele anne-babası sâlih-sâlihaysa, bunun bedelini ödemek mümkün değil.
Yine Cenâb-ı Hak İsrâ Sûresi’nde de anne-babaya nasıl davranınca gösteriliyor. Âyet-i kerîme, Rabbin sadece kendine kulluk etmenizi, anamaların iyi davranması kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya ikisinin yanında ihtiyarlarsa, onlara sakın uffın, üfleme buyuruyor. Onlara kavlen kerîma, ikramkâr olarak konuş buyuruyor. Bir vefâ anne-babaya.
Dördüncü, mü’minlerin derdi. İbrahim aleyhisselâm’ın dördüncü duâsı. Mü’minlerin ebedî kultû için duâ istiyor İbrahim aleyhisselâm. Bizler bilhassa bu mübârek günlerde, ümmet-i Muhammed’i için kalbi-kavli fiyeli dualarımızı artırmamızı gayret edelim. Çünkü ümmet-i Muhammed’i düşünelim, onlar için duâ etmemiz, Rasûlullah Efendimiz’e çok hoşnut eder.
Rasûlullah Efendimiz daima şu duâyi telkin ederdi. «Allâhümme merham, ümmet-i Muhammed, rahmeten âmme.» Demek ki bir mü’min, hatta Mâruh-i Kerfî Hazretleri buyuruyor ki, Mâruh-i Kerfî Hazretleri, kim diyor her gün on defa «Allâh’ım asî ümmet-i Muhammed, Allâh’ım ferîc ânümmet-i Muhammed, Allâh’ım merham ümmet-i Muhammed» diye duâ ederse, O Efendimiz’i memnun eder. Bu da çok ibretli bir misal. Efendimiz’e neşeli olduğu bir gün, Hazret-i Âişe Vâlidemiz Efendimiz çok neşeliydi. Efendimiz Âişe Vâlidemiz, «Ey Allâh’ın Rasûlü!» dedi. «Benim için Allâh’a duâ ediver.» dedi. Efendimiz dedi, «Allâh’a merham ümmet-i Muhammed, Allah’a merham ümmet-i Muhammed,
Efendimiz dedi, «Allâh’ım, Âişe’nin geçmiş, gelecek, gizli, açık bütün günahlarını affeyle.»» Tabi bir günah da bir gafletti, gaflet de bir günahdır. Âişe Vâlidemiz çok mesrûl oldu, sevindi. Sevinen ne yapacağını bilmedi. Efendimiz dedi ki, o sevinciyi görünce, Âişe dedi, «Duâ etmem seni sevindirdi mi?» dedi. O dedi ki, «Senin duân, beni sevindirmez olur mu hiç yâ Rasûlâllah!» dedi.
Bunu Efendimiz şöyle buyurdu, bu da ümmetine, «Vallâhi!» dedi. «Bu benim ümmetim için her namazda yaptığım duâdır.» Yani demek ki Efendimiz her namazda bizlere duâ ediyor. Bizlere de, Vedâhut besine, «Aman dedi, yüzüme karar çıkartmayın benim.» dedi.
Rabbimiz kendisine gurbet, yakınlık, dostluk ikliminin hâli olabilmesi için, bizler kullarına kurbanlık istiyor. Yani canımızda, manımızda, bütün inkârlarımızda, Allah rızâsı yolunda, fedakârda bulunulması arzu ediliyor. Cenâb-ı Hak buyuruyor, لَنْ تَنَعَبُ الْرَادْتَ عَتْتِرُونَ حُقُوبٌ مِمَ عَتْتِرُونَ «Sevdiklerinden vermedikçe Allâh’a yaklaşamazsınız.» Cenâb-ı Hakk’a, «…Ve yâ Rabbi!» dedi.
لَنْ تَنَعَبُ الْرَادْتَ عَتْتِرُونَ حُقُوبٌ مِمَ عَتْتِرُونَ «Sevdiklerinden vermedikçe Allâh’a yaklaşamazsınız.» Neyi seviyorsun? Evlâdını seviyorsun, Allah yönetiştirirsin. Malını seviyorsun, riyâzat hâlinde yersin, infak edeceksin. Canını seviyorsun, Allah bu canını sana verdi, ne kadar sende kalacak belli değil. Demek ki bu canını fırsat bilip gaflete bulunmamak.
Feyyazâfirâd Efendimiz’e sabbe eylâ Rabbi! Kafar kap! Bir hayır bitirdin diye bir hayra koşacaksın. Bir deduk-u manzaradan kaçacaksın, gafletten kaçacaksın, lâbâli sözlerden lâbâli davranıp kaçacaksın. Onun için burada infak çok mühim. Cenâb-ı Hak için verebilmek. Ebû Zerr şöyle diyor, bir mağdur, üç tane ortak vardır diyor.
Birincisi mal sahibi sensin diyor. İkincisi kaderdir diyor, sende ne kadar mecbûl diyor. O sana hayır mı yoksa felâket mi ve ölüm gibi bir şer mi getireceğine sana sorulmaz diyor malın diyor. Üçüncüsü mîrasçındır diyor. O da bir an önce başını, senin ölmeni de bekler diyor. Eğer de sâlih bir yoksa diyor, önce malını alır götürür, sen de onun diyor, âhirette cezâsını çekersin, kazandığın malın buyur.
Eğer gün yeterse, üç ortağının en âcizliği sen olma, Allah Teâlâ sevdiğiniz şeylerden infak etmeyen, hakîkî iyiliğe eremezsin, buyruluyor. İşte benim sevdiğim malım, diyor, devemdir diyor. Onu da âhirette karşımıza çıkması için onu da infak ediyorum diyor. Daha önce sadaka veriyorum diyor.
Daima, bu bilhassa bu Kurban Bayramı’nda, kurban fedakârlık, daima bir tefekkür hâlinde olmanız lâzım, Allâh’a olan muhabbetimizi fânî muhabbetlerin üzerine ne kadar çıkarabiliyoruz? Allâh’la muhabbetimizi, Rasûlullah’la muhabbetimizi fânî muhabbetlerin üzerine ne kadar çıkarabiliyoruz?
Canımızı, malımızı Allah yoluna ne kadar sarf edebiliyoruz? Anne-baba olarak evlâtlarımızın terbiyesi ve tâsiliyle Allah rızası ne kadar gözetebiliyorsunuz? Onları fânî olan dünyaya mı yoksa âhirete mi hazırlıyoruz? Dünya nedir, âhiret nedir? Dünya ne kadar, âhiret ne kadar? Âhiret sonsuzluk. Dünya ne kadar? Âhiretin karşısında illâh-aşîyeterine ve âhiret-i şerîfine ne kadar?
Dünya ne kadar? Âhiretin karşısında illâh-aşîyeterine ve âhiret-i şerîfine ne kadar? Bir akşam karanlığıyla sabahın geçeceğin bir seher vakti. Yoksa onlara kıyamamak için. Aman, sonra kılar, sonra örtünür, sonra bilmem ne olur. Onlara kıyamamak adı altında, onları ebedî hayatlarına mı kıyıyoruz?
Yani daima 111. âyeti tövbe edeceğiz, düşüneceğiz. Canları malları mukhammedeceğiz. Satın alan mü’minler… Biz bu ne kadar muhtemânın içindeyiz. Esas hayat olan âhiretin ebedî bir bayram hâline gelebilmesi arzu ediyorsak, fânî hayatını kurban bayramına, talim-i telkine itip fedakârlık ufkunda yaşamayı istiyoruz.
Bayramına, talim-i telkine itip fedakârlık ufkunda yaşamaya gayret göstermemiz lâzım. Allah yolunda gerekirse, canlarını malını seferbe etmeyi en büyük dîmet veririz. İşte ashâb-ı kerâm bu şekildeydi. Allah için bir fedkârlık da bulunabildiğinde sevinmeli bir mü’min. Bundan mahrum kaldığında ise mahzun olmaldır. Kendimizi da böyle bir muhâsebe etmeliyiz. Kendimizi ibadette, muâmelâta, ahlâkta, hayır hasenatta, sâlih emerlerle, tebliğ ve irşatta, bilhassa evlâtların mânevî tahsil terbiyesinde, İslâm’ın inşârı için yapılan her türlü gayret ve hizmette, İbrahim Efendimiz’e selâm, İsmânî ve Hacer Vâlidemiz’e gösterdiği fedakârlık, teslimiyet, itaat ve rızâ hâlinde olan o hâlden,
bilhassa Efendimiz’le olduğumuz o hâlden, bizde ne kadar hiçse var. Efendimiz daha ötedeydi, o kabrimde bile diyor. Ben diyor, ümmetime duâ edeceğim diyor. Yani ne kadar biz şeytanı taşlıyoruz, amel-i sâlihlerle, ne kadar şeytan bizi taşlıyor.
En mühim kültür, İslâm kültürdür. Bu kültür 23 senedir tamamlandı. Ben namazı öğrettim işte o kadar. İşte Elif Bâbiliyor, birkaç Surîb, o kâfi değil. İslâm, hayatımızın her safhasını akçetmesi lâzım. Muâmelâttan nasıl yaşıyoruz, ahlâkta nasıl, ibadette nasıl, kullukta nasıl…
Nezakette, zarâfette, incelikte, hak hukukta, en zor hak hukukta nasıl bir, bir İslâm sergilebiliyoruz.
Yine bir misal Cenâb-ı Hak Âl-i İmrân Sûresi’nde. Ne kadar bir Allah Rasûlü’ne râm olabilmek, ona bir misal. Nasıl Allah Rasûlü’nün en zararlı, en şahsiyetli, en hâsıl, en ciddi, en şahsiyetli bir hâsıl, en ciddi, en şahsilik, en ciddi, en şahsilik bir hâsıl, en şahsilik bir hâsıl.
Yine bir misal Cenâb-ı Hak Âl-i İmrân Sûresi’nde. Ne kadar bir Allah Rasûlü’ne râm olabilmek, ona bir misal. Nasıl Allah Rasûlü’nün emrine bir titizlik ittibâ edebilmek ki mağzur oldukları hâlde, Âl-i İmrân 170 Nihâyetinde, Yara aldıktan sonra Allah’ın ve Peygamberin çağrısına uyanlar, bilhassa işlerini iyilik yapanlar ve takvâsı olanlar için pek büyük mükâfat vardır. Uğut Harbi oldu. Efendimiz Hamr-ı Ulu Esed’e kadar düşmanı kovalayın buyurdu. Düşman bir daha gücümüzü görsün gelmesin. İki kişi dediler ki iki kardeş, ben dedi ağır, sen ağır yaralıyım. Öyleyse ben hafif yaralayayım dedi.
Fakat dedi, biz de mağzuruz ama dedi, Allah Rasûlü’nün bu sünnet seneye biz uyalım dedi. Hafif yaralı ağır yaraların koluna girdi. Yolda dedi, eğer tıkanırsan dedi, ben seni sırtıma alırım dedi. Bu şekilde Hamr-ı Ulu Esed’e kadar devam ettiler. Velhâsıl hayatımızın her safhasında, en normal bir hayat tarzımızda bile ne kadar biz sünnet seneye dikkat eder, o kadar icir var.
Meselâ bir misal vereyim. Bir insan öyle uykusuna yatsa, yoruldu vs. yattı. Evet, vücudunu dinlendirmiş olur. Fakat bir kişi, Rasûlullah Efendimiz’in kallûle, bir bunu sünnet olarak kıldı, ben de bu sünneti yerine getiririm diye yatarsa, icir almış olur.
Yani hayatımızın bütün istikâmetini, amellerimize, hâllimize, tavrımıza, davranışlarımıza, Rasûlullah Efendimiz’in hâliyle mîzân etmeye durumdayız ki, Efendimiz’e yakın bir mü’min olalım inşâallah. Allah!.. Velhâsıl Kurban Mektebi’nin, bu hayatın çok güzel fedakârlık dersleri var. Bunlardan Cenâb-ı Hak nasip almayı nasip eylesin, icr’i almayı. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, Kurbanın hakîkatini inmek. Cenâb-ı Hak niye o Kurban’ı indirmiş?
Hangi gerekçeliğinde? Demek ki bu fedakârlığı idrâk etmemiz, Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyruluyor, Kurbanların ne etleri, ne kanları Allâh’a ulaşır. Allâh’a ulaşır, ancak sizin takvânınızdır. Allah, Cenâb-ı Hak yakındır. Cenâb-ı Hakk’ın hukukuna ittibâmızdır, tâbî olmamızdır.
Yine Mevlânâ diyor ki, uyarmak için gâfilleri, sen diyor, geçirin diyor, gölgesini kurban etmeye kalkma diyor. Yani zâhirine bakıp aldan mı diyor. Bunun bâtınına dikkat et, bâtınını unutma diyor. Kurban hakîkatini erde diyor, onun bir et bayramı, kebap bayramı olduğunu zannetme diyor.
Evet, onun eti bir ikramdır. Yiyeceksin, edeceksin, infak edeceksin ama kurbanın üzerinde bir senede derinlik meydana gelsin. Kurban kesmek de asıl maksat, Allâh’a teslim et ve takvâ ile kulluktur, buyruluyor. Yani kurban etiyle hayvanın etiyle, kurbanın etiyle, kurbanın etine, kurbanın etine, kurbanın etine, kurbanın etine, kurbanın etine, kurbanın etine…
Kurban kesmekten asıl maksat, Allâh’a teslim et ve takvâ ile kulluktur.” buyruluyor. Yani kurban etilen hayvanın eti, kemiği, gölge varlıktır. Asıl olan, onun ifade ettiği mânâdır. Yani gönüldeki Allah için fedakârlık hissiyatıdır.
Amellere kıymet ve bereket kazandıran da, onların ifasındaki hâlde, rûhye, fedakârlık hissiyatı ve ve niyetlerdir. Takvâ kalbin sıradadır. Bütün ibadetler ancak takvâ ile kabul-i lâyık hâle gelir. Kurbanda en mühim şey, bahsettiğimiz gibi can vermeyi düşünebilmek.
Hâbil ile Kâbil’de kurban başlıyor, Âdem aleyhisselâm’ın şeyinde. Hâbil, gürbüz bir kurban getiriyor. Kâbil ise zayıf bir malzeme getiriyor. Hâbilinki kabul ediliyor, Kâbilinki reddediliyor. Ancak Allah takvâ sahipleri kabul eder, buyruluyor.
Takvâ nedir? Takvâ, nefsânî hoyratlıya bertaraf edip rûhânî istîdatlara inşâf ettirmek, her an ilâhî kameranın altında olduğunu kalpte idrak hâline getirebilmek. Senin yaratan Allah, en ilâhî tarâbî parmak izlene kadar, daima bir terastut altındasın. Cenâb-ı Hak zamandan, mekândan münezzeh. Beşerî bir sıfat yok. İnsan, hayvan, nebâtat, yıldızlar ne varsa Cenâb-ı Hak hepsinin yanında. Kulun idrâkinin dışında bu. Takvâ bu. وَهَوَ مَا كُمْ اَيْنَ مَا كُنْ Nereye gitsin? Allah sizinle beraberdir. Bunun idrâkini yaşayabilmek. وَنَحْلِ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَيْرِ وَيَلِكُنْ Sana şah damadan daha yakın. İçinden geçenleri, bir sen biliyorsun, bir de Cenâb-ı Hak bilir. Başka kimse bilmiyor. Herkesden gizlersin, Cenâb-ı Hak’tan gizleyemezsin.
Yani bu muhabbetullah neticesinde, Allah Rasûlü’nün muhabbet neticesinde, öyle bir kalp seviyede gelir ki, nasıl bir merceyi güneşe koysan, oradan hamd kağıt vs. altı güneşe tutsan, bütün orda hüzmeler toplanır, o kağıt, o hüzmenin altındaki, o mercen altın altında bugün şeyler yanar. İşte kalp de böyle olacak.
Cenâb-ı Hakk’a râm olma, Rasûlullah’a râm olma neticesinde bütün nefsânî arzular kül olacak. Bir çakıl taşına dönecek. Bu nefsânî arzuların hevesleri bitecek, mânevî arzular seviye kazanacak. Onun için buyruluyor, sen çıkınca aradan kalır seni Yaratan. Bu çok kötü bir şey. Buyruluyor, sen çıkınca aradan kalır seni Yaratan. Bu çok mühim. Yani fânî arzulardan, sen mertâfitten sonra kalır seni Yaratan, Cenâb-ı Hakk’la beraber gerçek bir dostluk olmuş oluyor. Yani kalpli bir takmam kıvamı olursa bütün nefsânî arzular, dünyevî istihdiler bir tarafta kalır.
Kalp, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisi olur ve Rasûlullah Efendimiz’in muhabbeti, o kalpte taht kurar. Abdullah bin Şîr anlatıyor Hazretleri, bir gün Rasûlullah Efendimiz tekâsür sürünü okuyordu.
Sûreyi okup bitirince, اَلْحَمْ مُتَقَاصُ رَحْتَ اَزْرِتُ مُلْ لِلْحَقَابِرِ Sûreyi bitirince Efendimiz şöyle buyuruyor, Âdemoğlu dedi, malım malım deyip duruyor. Ey Âdemoğlu! Yiyip tükettin, yiyip eskittin veya sadaka olarak bir sevap kazanmak üzere önden gönderdiğin başka bir malın var mı? Bu da çok mühim bir misal.
Hazret-i Ömer Radıyallâhu anh, 400 dinarı bir keseye koydu. Bunun hizmet kârına verdi. Git dedi bunu, übeyd-i müncerhâ götür dedi seçici bir sahâbî. Sonra bir de köşeye çekil dedi, o parayı übeyd-i ullâh, ahra ne yaptığını bir seyret dedi.
Hizmet kâr, keseye götürdü. Übeyd-i ullâh bin cerrahâ, mü’minin emiri, ihtiyacını gör diye bu keseyi sana gönderdi dedi. Ubeyder radıyallâhu anh, Allah ona rahmet etsin dedi. Ardından hizmetçiyi çağırdı. Şu parayı al dedi, übeyd-i ullâh bin cerrahâ.
Ubeyder radıyallâhu anh, Allah ona rahmet etsin dedi. Ardından hizmetçiyi çağırdı. Şu parayı al dedi, übeyd-i ullâh bin cerrahâ. Şu parayı al dedi. Şu kişiyi götür, bu kişi mâdurlu, şu gözü garip, şunu götür dedi. Paranın tamamını infak etti. Hizmet kârı, gönüllerini, gördüklerini, manzarayı, hâlifeyi anlattılar.
Ömer radıyallâhu anh yine bir kese altın hazırlayarak, bu sefer Muâz bin Cebele gönderdi. Bunlar kıymetli sahâbî, zirve sahâbîler. Hazret-i Muâz hemen hizmetçiyi çağırdı, hizmetkârı. Şu parayı al dedi. Filan kim şöyle, filan kim şöyle, filan kim… Bunları hemen dağıt diye emretti. Bu sırada Hazret-i Muâz’ın hanımı geldi. Yahu diyor, Muâz diyor, biz fakiriz diyor, biliyorsun sen dağıtıyorsun ama bizim de ihtiyacımız var dedi.
Birisi bıraksan olmaz mı dedi. Sadece iki dinar kalmıştı. O iki dinarını hanımına verdi. Hizmetkâr, halifenin yanına döndüğünü durumu anlat. Halife Ömer sevindi. Onlar aynı birbirleri gibi olan kardeşler de buyurdu. Demek ki burada şey nedir? Cömert ve değergen bir nesil yetiştirebilmek. Hazret-i Ömer çok sevindirdi.
Cömert, son derece merhametli olan ümmetine, son derece merhametli olan Efendimiz, hem kendisi hem ümmetinden güç getiremeyenlerin adına kurban keserdi. Bu da çok mühim. Yani kendisi burada keseceğiz. Fakat Afrika’da çok muhtaçlar var. Diyar ümmetlerinde çok muhtaçlar var. İmkânı olanlar tabi. İmkânı olanlar. Hem burada geçeceğiz, çoluk çocuğumuzla bir, o kurbanın bir şuurunu vereceğiz.
Bir de orada ta kurbandan mahrum olan, eğer imkânınız varsa orada bir kurban göndereceğiz. Yine Ebu Dâvud’a naklediğimiz hadîs-i tecrîb-i okuyorum. Ümmetine son derece merhametli olan Efendimiz, sallâllâhu aleyhi ve sellem, hem kendisi hem ümmetinden güç getiremeyenlerin adına kurbanlar keserdi. Onun için uzaktaki kardeşlerimize böyle bir kurban göndererek bayramlaşmak da onlara, o da çok ayrı bir ecir.
Yine diyor Hâneş diye bir sahâbî, Hazret-i Ali diyor, iki koç kurban ederken gördüm diyor. Niçin böyle iki koç kurban ediyorsun dedim diyor. O da diyor ki, Rasûlullah bana vefatından sonra kendisi için bir kurban kesmeme vasiyet buyurmuştu. İşte ben de onun vasiyetini yerine getirmek için kurban kesiyorum, bundan sonra kesmeye devam edeceğim. Bizler de.
Anne-babamız vefat etti. Onlar için inşâallah imkânımız varsa ama, imkânımız varsa, onlar için bir Afrika’da, Asya’da, burada birer kurban kesmek, onlara da bir, ne oldu? Bir vefâ oluyor. Yine Hazret-i Ali Radıyâna, şu şeyi çok ibretli.
Buyuruyor ki nasihatinde, yoksullaştığınız zaman da sadaka verin. Yoksullaştığınız zaman sadaka verin. Allah da kendinize ticaret yapmış gibi sebep bol rızık verir. Allah da kendinize ticaret yapmış gibi sebep bol rızık verir. Ne buyuruyor Efendimiz? Bir hurman varsa yarımını infak et, buyuruyor. O yarım hurma belki çok çok öteye geçer, çünkü yoklukta veriyorsun. İşte yermük harbinde bir bir
videosuz Strange
Belki o gün, o misli misli hayırların çok daha ötesine geldi. Çünkü kendine fedakârlık da bulunarak verdi. Hakîkî bayramlara, ictimâ günü en mühim bu. Tâtil yok, olmaz tatil. Ne tatili? Sana tatili, senin bütün günlerini de yap.
Meselâ tatil, teneşirdedir o hayrı. Bayram bir tatil günü değildir. Bayram, bir sıvayı rahimde bulunmak. Anne, baban vs. akraban uzaktaysa, onların bir sefer etmen, onun gönüllerini alman, onlardan bir dua alman. Geçmişlerimizdeki ruhlarına, baba, dede, onların serdiller altında yatanlara bir dualarda bulunmak. Onu ziyaret etme, onların onlara şahit etme. Dargınlık, kırgınlık vs. varsa, Allah için affedip, Allah’ın affına masul olmak. Diyâta, din kardeşliğini, din kardeşliğini, mâşeri vicdanda yaşayıp yaşatmak gibi nice ictimâî ibadetlerin ifade edilmesi müşterik bir sevinç günleridir bayramlar. Kendi kendine bayram yapamazsın. Bayram namazı kılacak, bir ictimâleşmedir. Kendi kendine bayramı tebrik edemezsin.
Onun için tatil, atâlet kelimesinden gelir. Tembellik, boşa zaman harcamak demektir. Büyümeyin, eğer çok icap ediyorsa, bayramlar dışında senenin her günde dinlenebilir. Fakat baktığımız zaman evlîullahlar, peygamberlerle bir dinlenme günü yok. Onlar nasıl dinleniyordu? Onlar, Allah’ın kullarını hidâyete çağırmak, onların, Allah’ın kullarının problemlerini vertaraf etmek,
onların dertlerine derman olmakla, onları mesrur etmekle, sevindirmekle onlar huzur buluyorlardı ve dinleniyorlardı. Ta Medîededen kalkıyor, Çin’e gidiyor, orada İslâm-ı Tebrik’e yorulmuyor, üşen geçtik olmuyor, enerjiyi Allah veriyor.
اِيَّا كَنَ عَبْبِذِ وَاِيَّا كَنَ الصَّيْءِ Sînerini Rasûlullah Efendimiz’e taşıyarak gidiyorlar.
Bilhassa şu hadisler çok mühim. Bu, Müslüm’de var bu hadişere. Orada Efendimiz buyuruyor ki, bu, bizler için. Ümmetim içinde beni çok sevenlerin bir kısmı, benden sonra gelenler arasında çıkacaktır. Ümmetim içinde beni çok sevenlerin bir kısmı, benden sonra gelenler arasında çıkacaktır.
Yani ashâb-ı kirâmdan sonra çıkacak. Onlar beni görebilmek için, âhirette mallarını ve imkânlarını, ailelerini fedâ etmeye can atarlar. Evlâdını yetiştirmek üzere, bir âile hayatı kurmak, mallarını Allah yolunda yetiştirmek, bunlar hepsini Allah Rasûlü’nün dostluk için can atarlar. Bir daha okuyorum, ümmetim içinde beni en çok sevenlerin bir kısmı, benden sonra gelenler arasında çıkacaktır. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillah. Onlar beni görebilmek için, mallarını ve ailelerini fedâ etmeye can atarlar.
Onlar beni görebilmek için, mallarını ve ailelerini fedâ etmeye can atarlar. Yine şunu bir nakletmek isterim ben. Bu, Pâkistan’ın mütefekkiri Muhammed İkbal, hacirleri karşılıyor hac mevsimden sonra. Hacılara diyor ki, siz diyor, muâhankâ gelirken diyor, Medîne çarşısından diyor, hediyeler aldınız diyor. Başörtüler aldınız, tatkeler aldınız. Yavrularımızı öbür tarafa alsak çok iyi olacak anneler.
Sizler diyor, haştan dönerken diyor, hediyeler aldınız diyor. Bu hediyeler zamanında eskiyecek diyor. Fakat diyor, siz diyor, Medîne’nin diyor, eski miyen diyor, Rasûlullah’tan aldığınız hediyeleri getirdiniz mi diyor? Ebu Bekir’in diyor, sadâkatini getirdiniz mi diyor?
Ömer’in diyor, adâletini, hak hukukunu getirdiniz mi diyor? Osman’ın diyor, hayâsını, îmânını, Kur’ânını getirdiniz mi diyor? Ali’nin diyor, irfanını getirdiniz mi diyor? Velhâsıl inşâallah biz de bu bayramlarda olan bu güzelliklerden eskiyiz diyor. Bu fedakârlıklarla inşâallah Cenâb-ı Hak bizlere de, o Muhammed İkbal’in tavsiye etti, Ebu Bekir Efendimiz’in, Ömer Efendimiz’in, onlar nasıl Efendimiz tanıdılar. Osman Efendimiz, Ali Efendimiz’in hâllerinden Cenâb-ı Hak hisseden nasip eder. Ben soruyorum, bir şey söyleyeyim mi?
Ebu Bekir Efendimiz’in, Ömer Efendimiz’in, onlar nasıl Efendimiz tanıdılar. Osman Efendimiz, Ali Efendimiz’in hâllerinden Cenâb-ı Hak hisseden nasip eder. Ben sohbeti bir şeyle bitirmek istiyorum.
Abdullah bin Mubârek Hazretleri var. Bu, müştehit bir sahâbî, müştehid-i tabîn, affedâ sahâbî idi. Bu, haccı ifade ediyor. Mekke’de, haremde, yarı uyurken yakaza hâlinde, semâdan iki melek geliyor yakaza hâlinde. Meleklerden biri diyor ki bu sene 600 bin kişi haccetti. Fakat hepsinin haccından daha ziyade Ali bin Mu’affak isminde bir ayak var. Daha ziyade Ali bin Mu’affak isminde bir ayakkabı tahammülü yaptığı amel hürmetine Cenâb-ı Hak onları da haccını kabul ediyor, onlara çok büyük mükâfat verdi. Bu kişi haccaya gitmeye niyet etti, lâkin gidemedi. Onun yaptığı bir amel hürmetine bu kadar hüccâcın, haccı kabul edildi. Yakaza hâli geçince, Abdullah bin Mubârek Hazretleri merak ve hayret içinde kalıyor.
Bir kervan bu, Şam’a gidecek, doğruca Şam’a gidiyor. Bu hem haccaya gelmedi, hem ne bir amel işte ki bu kadar bir seviyeye çıktı ameli. Bu gidiyor, Şam’da bu Ali bin Mu’affak adlı kişinin evini buluyor. Bu meşhur zâtı, Abdullah bin Mubârek’i görünce çok şaşırıyor.
Benim gibi bir garibin evine böyle bir büyük Allah dostu geldi diyor. Heyecandan kendisinden geçiyor. O nasıl oluyor? Kardeşim diyor, sen ne yaptın, bana anlat sana diyor. O da diyor ki, otuz senedir hacca gitmeyi arzu edip dururdum diyor. Ayakkabı tahammülücülüğünden üç yüz dirhem para biriktirdim. Hac yoluncuda niyet ettim. Hamile olan hanımım, komşudan et kokusu geliyor. Ben hamileyim. Ne oldu? Bana bir lokma et getirdi dedi. Komşuma gittim, durumu anlattım. Komşum ağladı. Yedi gün oldu ki çocuklarım açtır. Yolda ölü bir hayvan buldum, ondan bir parça kestim. Şimdi o hayvanın etini kaynatıp onları avutuyorum. Helal bir gıda bulabilirsem mecburen helal gıdaya getireceğim. Bulamazsam mecburen bunu yedireceğim. İstediğin sene de vereyim ama bu kaynayan et ölümle burun buruna geldikleri için benim çocuklarıma helâl ederse haramdır.
Bunu duyunca diyor, Ali bin Mu’affak, sanki diyor, içimden bir raşa koptu, bir parça koptu içimden. Bin bir zorluk yedim, üç yüz dirhemi ona verdim. Ya Rabbi! Hac niyetimi kabul et dedim. Rabbim’e ilticâ ettim diyerek sözünü bitirdi. Bunun üzerine, ablalarımla rüyada benim gördüğüm doğruymuş dedi. Tabi haç vardır, yapılacak. Ondan hiç kaçınma yok. Fakat bu insan, demek ki haç sevabını çok şey dedi, bulabilir.
Yine Mevlânâ Hazretleri’nin güzel bir ifadesi var. Sen diyor, hacca giden sen diyor, Kâbe’yi, Kâbe’yi Rabbî ile buluşmaya bak diyor. Kâbe’yi Rabbî ile buluşmaya bak diyor. Eğer diyor, Kâbe’yi Rabbî ile buluşabilirsen, her yerden Kâbe’yi bulursun, buyur. Yani, yani demek şu var, daima kul Allah rızâsını arayacak. Duâda da öyle.
Duâ çok mühim kalem. O sohbetimiz, o duâ, duânın şeyiyle inşâallah bitirelim. Duânın hakîkati. Duâ nedir? Duâ, sonsuz kudret sahibi Cenâb-ı Hakk’a, aczimizi müdrik bir şekilde görermektir. Abdi âciz olarak. Onu da teslîmet ve sükûnetle Rabbimiz’e boyun eğbilmezdir. Duâda istenen ilâhe, rahmet ve merhamettir.
Bu itibar, duâda yüreklerinden ilâhî dergâha yükselecek ilk ifade, âsiyelilik, günahkârlık, zayıflık, azziyetin itirafında olmalıdır. İbâdurrahman, mütevâzı olarak görürler. Onun için duâda kul, âsiyelilik, günahkârlık, zayıflık, azziyetin itirafı içinde olacak.
Diğer husus, ihlâs, samimiyet ve gözyaşla yapılan duâlar, ilâhî rahmetin zuhuruna bir davettir. İlâhî rahmetin zuhuruna bir davettir. Duâda kalbe huzur bahşeden, Rabb’e teslimiyet sırrı gizlidir. İhlâs, samimiyet, gözyaşla yapılan duâlar, ilâhî rahmetin zuhuruna bir davettir. Mü’min rûhunda Rabb’e duâ ile yakarış duyguların daimî hâle gelmez. Allah ile kul arasında mânevî bir bât esisedir. Duâ hâlindekiler daima Cenâb-ı Hakk’a bir irtibat hâlindedir. Duâ, tekrarlandıkça derûnî duyuşlar olarak mü’minin rûhuna nakşâ olur.
Şahsiyet ile karşıma ona bir hususiyet hâline gelir. Bu sebeple yüksek ruhlar, evliyâullah vs. devamlı duâ hâlinde yaşarlar, peygamberler başta. Cenâb-ı Hakk’a samimî duâlar reddedilmez. Burada olmazsa, öbür tarafta olur, belki o daha hayırlıdır.
Bizlere dua yaşayışlı en güzel tâlim eden peygamber Efendimiz’dir. O, gözyaşları içine, ayakları çiçeğine kadar kıldığı namazı, ilâhî rahmetinden yaptığı duâlara sık sık, Allah’ım senin gazabından rızâna, azâbından affına, senden yine sana sığınırım. Senin lâyık olduğun şekilde methu-senâdan, methu-senâdan, methu-senâdan, methu-senâdan, methu-senâdan,
Allah’ım senin gazabından rızâna, azâbından affına, senden yine sana sığınırım. Senin lâyık olduğun şekilde methu-senâdan âcizim. Sen kendini nasıl methu-senâ edersen sen öylesin.” Diyecek, azîet duygulu için Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederdi. Mevlânâ Hazretleri de buyuruyor ki, «Nedâmet ateşiyle, dolu bir gönülle, nemli gözlere dua et, zira çiçekler, güneşli ve ıslak yerlerde açarlar.»
Rabbimiz, günahlarımızı, lûtfuyla ki elimizin, inşâallah bağışlasın, dua edelim. Masiyetlerimizi, kötülüklerimizi setre smetçisi için, rûhumuzu sâlihîlerle beraber kılması için, Cenâb-ı Hakk’ın niyazda bulunalım inşâallah.
Cenâb-ı Hakk’ın bayramları bir şehâdetnâme olarak idrâk etmeyi, hayatımızı inşâallah takvâ ve fedakârlık bir bayrama hâline getirmemizi, son nefesimizi. O şekilde inşâallah Rabbimizin huzuruna bir dost olarak çıkabilmesi, bir kalbi selîm ile illâ menet Allah’ın kalbin selîmiyle, huzûreyle açık ölmesi,
Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla ihsânî, ikramî cümlemize ihsânî ikram etmesi. İkramî inşâallah.
İkram edin inşâallah. Duâmızın kabûlini yazdığı illâ Teâle’l-Fâtiha. Allah’a sığın eylesin.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir