"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mazlumların Sesini Duyurmaya Adanan Bir Hayat | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Tülay Gökçimen | 4K

Mazlumların Sesini Duyurmaya Adanan Bir Hayat | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Tülay Gökçimen | 4K

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=JvZ6B3sUXMg.

Online alışverişte güven arayanların adresi Özboyacı Altın, Bekir Develi ile peynir gemisini sunar. Bütün dünya ayaklanıp sadece annelerinin sütünden ayrılan bebekler için bence uğraşmalı. Ölmüş annesinin göğsünü emmeye çalışan çocuklar. O manzara çok korkunç. Yokluğun bu derecesini hiç görmemiştim.
Çamurdan yapılmış böyle küçük deliklerin içinde yaşıyordu insanlar. Yokluğun bu kadarında, bu kadarı da olmaz diye düşünmüştüm. Ondan fazla kadın da konuştu. Kimisi yürümekten ayağının nasıl ağrıdığını anlattı. Kimisi tecavüze nasıl uğradığını anlattı. Yani elimden geleni yapacağım. Hiçbir çocuk, en azından benim uğraştığım çocuklar annesinden ayrılmasın. Annesinin sütünü içmeye devam etsinler. Huzur hazırun cemiyet irfan. Laindir, kafirdir, dinsizdir şeytan. Şeytanın laimliğine, kafirliğine, dinsizliğine, Rahmanın birliğine eyvallah. Şol gökleri kaldıranın, donatarak dolduranın, ol deyince olduranın 99 adıyla. Hoş geldiniz kıymetli dostlar. Gün içerisinde haberlere bakıyoruz. Sosyal medyaya giriyoruz. Böyle deşik deşik haberler düşüyor önümüze.
Bugünkü misafirim beni neden davet ettiniz dediğinde ya da bugün ne konuşacağız diye sorduğunda ona da bunu cümleyi kurmuştum. Bakıyoruz Filistin’de bir şeyler oluyor, Kudüs’te bir şeyler oluyor. İnsanlar çıkıyor, hocalar çıkıyor diyorlar ki bundan Müslümanlar zorundadır. Allah bundan mutlaka soracak. Burası okçular tepisi diyor. Doğu Türkistan bu halde. Sudan, Eritre, Etiopya ve dünyanın birçok İslam coğrafasında bakıyorsunuz acı çeken insanlar var. Bu insanların hikayelerine tanıklık ediyoruz.
Ve ilmine, fikrine, kanaatine değer verdiğimiz insanlar diyorlar ki bir şey yapmalısınız. Müslümanlar bir şey yapmalı. Ama soru şu ne? Ne yapmalıyız? Ben Şenk kasabın işletmecisi, Mustafa’yım, Kahraman Maraş’ın bir ilçesindeyim. Ben bir kasap olarak ne yapabilirim ki? Bir barangoz olarak ne yapabilirim? Maliyacı, muhasebeci olarak ne yapabilirim? Öğretmen olarak evet. Belki başka fikirler doğabilen bir ev hanımı olarak ne yapabilirim? Bugünkü misafirim.
Bu ben kise olarak ne yapabilirim sorusunun en doğru cevaplarından biri. Allah ondan razı olsun, Allah onun ikibinden razı olsun. Mutlaka sosyal medyada gezerken, videolara bakarken görmüşsünüzdür. Who’m movie team diye bir ekip. Bunlar mağdur ve mazlum coğrafyalarda belgeseller çeken, fiisebiyeliyle, bir ofisleri bile olmayan, tamamıyla online birbirleriyle iletişim kurmuş. Her biri yükün bir kısmına omuz veren, kim elinden ne geliyorsa ona destek veren, para kaygısı, makam kaygısı, ikbal kaygısı en azından dünyalık bağlamda gütmeyen çok kıymetli insanlar ve bu ekibin başındaki Tülay Gökçimen hanımefendi bugün bizlerle beraber hoş geldiniz. Hoş bulduk. Nasılsınız Tülay Hanım? Allah razı olsun. Sizler nasılsınız? Bizler de iyiyiz şükürler olsun. Eksik anlattıysam siz tamamlayın. Estağfurullah, utandırdınız. Estağfurullah. Teşekkür ediyoruz. Hayır, biz çok takdirle ve çok beğenerek, imrenerek izliyoruz yaptığınız işleri. Allah sizden ebeden razı olsun. Kimlerinizi aşağıya?
Eğitiminiz nedir Tülay Hanım? Ben geçtiğimiz Eylül ayında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldum. Neden daha önce mezun olmadınız? 20 yıllık bir ara vermek durumunda kaldım. Başörtüsü mevzu muydu? Evet, yasaktan dolayı ara vermek zorunda kalmıştım. En son geçtiğimiz yıl 2021 oluyor herhalde. 2021 Eylül ayında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmuştum. Allah mübarek etsin. Durumundayım.
Biz sizin hikayenizi böyle örnek olsun ben ne yapabilirim ki benim elimden ne gelebilir ki diyen insanlara çok iyi bir örneksiniz. Ve bu hikayeniz onları da paylaşmanız için sizi davet ettik. Çünkü o hikayenizi ben de hayranlıkla takip ettim. Yaptığınız videoları, belgeselleri, o animasyonları da çok beğeniyoruz. Çok başarılı buluyoruz. Gerçekten ben yürekten tebrik ediyorum bir meslektaş kardeşiniz olarak. Teşekkür ederim. Allah razı olsun. Sağ olasınız. Nasıl başladı Tülay Hanım? Hadi anlatın bize.
Ne oldu? Siz ne zaman harekete geçmeye karar verdiniz ve ilk ne yaptınız? Neydi size harekete geçirer şey? Aslında ben kendim bildiğim bileli bu işlerimin meraklısıyım. Yani bu işleri yapmak istedim hep. Yani gazetecilik, işte kamera kullanmak. Benim küçüklüğümden beri hiç vazgeçemedim. Bilmiyorum yani. Aslında Bosna Savaşı her yerde söylediğim gibi benim kırmızı çizgimlerim. Bir ortaokul öğrencisiydim.
Bosna Savaşı yaşandığı zaman şu anda benim yanımdaki etrafımdaki gençlerin, sizi izleyen gençlerin, benim çocuklarımın Suriye’ye, Filistin’e şahit olduğu gibi ben de Bosna’ya, Bosna’da yaşananlara şahit olmuştum. Ve bir ortaokul öğrencisi olarak yaşananlar gerçekten beni çok üzüyordu. Ablalarım o zaman Bakırköy Üniversitesi’ne gidiyorlardı ve kendi aralarında konuşuyorlardı. İşte savaşı değerlendiriyorlardı. Kadınlara şöyle olmuş işte. Sıplar bugün böyle yapmış vesaire. Ben hep üzülüyordum ve televizyonda haberleri neden bilmiyorum ben şimdi çocuklarımı izletmemeye çalışıyordum ama ben o zaman kimse bana demedi haberleri izleme diye. İzliyordum Bosna’da, takip ediyordum Bosna’da neler yaşanıyor diye. Bütün dünyanın göz önünde Avrupa’nın ortaya yerinde, göbeğinde Müslüman insanları, Müslüman olsun olmasın insanların yaşadığı o dram gerçekten çocuk olarak beni çok üzüyordu yani.
Ve orada savaş meydanında aktaranlar, o savaşı aktaranlar da bana çok şey geliyordu. Çok kutsal geliyordu yani. Oradaki şey acıyı duyuran gösteren, o dramı, o trajediği gösteren. İşte bu kameraman olmasaydı biz bunu göremeyecektik. İşte o hanımefendi, o hanım muhabirler de vardı. Onları olmasaydı anlatmasaydı biz bununla haberdar olmayacaktık diye sürekli o kendimce böyle değerlendirmelerim vardı ve bana çok eşsiz geliyordu, çok kutsal geliyordu o yaptıkları iş.
Ben o zamanlar karar vermiştim. Ben de bir gün işte böyle işte inşallah olmaz ama olursa ben de duyurmak isterim gibi. Başka hiçbir şey şu an 41 yaşındayım. Ortaokul çağından şu yaşamaya kadar başka hiçbir meslek yapmak istemedim yani. Evet, hep gazeteci olayım ama film çekeyim, film belgesel de çekeyim. O işte olay yerinden bildireyim. İşte savaş bölgelerine gideyim, oradaki insanların seslerini duyurayım. Kendimce yani bir ortaokul öğrencisinin verdiği hayal kurma özgüveniyle çok büyük hayaller kurdum o zaman. Ben de orada olsaydım şunu da aktarırdım, şunu da söylerdim işte hiç onların başından ayrılmazdım. Onların sesini duyursam ne olurdu? Bilemiyorum. Ben de o zaman Bosna Savaşı’nda olsaydım. Bugün Suriye’ye, 10 yıldır Suriye’ye gidiyorum yani sürekli Filistin’e gidiyoruz, Kudüs’e, belgesel çekmek ve oradaki insanların sesini duyurmak amacıyla.
O zaman kendime bir cevap verememiştim yani ben gitseydim ne yapardım? Evet sesini duyurduk tamam bu kadar işte. Sesini duyurmak evet önemli yani ses duyurmak mesela son belgeselimizde son yaptığımız Adı Soykırım belgeselinin Doğu Türkistan halkının sesini duyurmaya çalıştık. Ve onlar bize kendileri mahcup hissediyorlar sürekli ve şey diyorlar sesimizi duyurduğunuz için gerçekten çok teşekkür ederim. Bizim vazifemiz aslında değil mi? Müslümanlar olarak. Evet evet yaptığım yani insanlığım gereği yaptığım bir işten dolayı bana teşekkür ediyorlardı. Dediğim gibi Bosna Savaşı benim kırmızı çizgim. O zamana kadar yani önüme çıkan tabi ki engeller vardı. Önüme çıkan en büyük engellem aslında benim ailem. Yine kendi nefsiniz, çevremiz, yakınınız. Yani şöyle yani ben Erzurumlu bir ailenin kızıyım ve o zamanki konjektürde ailemizde Süleymanlığımızda çok fazla genç kızlar okuyamıyorlardı.
Ben ailede en fazla okuyan hatta Süleymanlığı da en fazla okuyan kızlardan biriyim. Babam hatta şey yani bir yere kadar okumamı söylemişti. Ondan sonra işte ablalarım maalesef bir yere kadar okudular. Ben mücadele ettim aslında işte ben devam edeceğim diye. Aslında hiçbir yani bizim şeyde her doğudan geçeden ailenin hayali gibi onlar da ister ki madem okuyorsun çocuğun işte memur olsun.
Evet memurluk hayalleri vardı. Devlet memuru olsun sırtını sağlamaz. Evet maaşın geldiği zaman belli olsun vesaire. Ben koskoca bir ön yargıyı yıktım aslında yani ben gazeteci olacağım dedim o zaman aile. Onlar böyle şaka yapabiliyorum. Yani ciddi almadılar kesinlikle. İşte bu gazeteci işte memurluk gibi memur olarak mı yapacaksın işte vesaire. Hatta şöyle bir şey olmuştu ben üniversite yasaklardan önce üniversite sınavını kazandığımda babam beni ödül olarak yalavaya dayımın yanına götürmüştü. Ama üniversiteye gitmeme izin vermedi. Dedik ki bu kadar tamam kazandın ödülünü aldın işte ama gidemezsin. Nereye kazanmıştınız? O zaman İslam Üniversitesi’ni kazanmıştık. Neydi o kazandığınız bölüm? İşletmeydi. Ondan sonra kaç sene okuyabildiniz orada? 3. sınıftan ayrıldım. 3. sınıfta başörtüsü yasağı oldu. Ve başörtüsüyle okula girmenize müsaade etmedikçe özellikle açığa açığa soruyorum ki gençler bilmiyorlar çünkü anlatmak lazım. Bunu her programda ölene kadar bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam edeceğim. Bizim ülkemizde bir dönem kadınlar okusun genç kızlarımız da okula gitsinler. Neydi? Kardelenler, Yaseminler miydi neydi öyle romantik bir isim bulmuşlardı. İşte doğudaki kızları okutmuyorlar falan. Sonra bir gün doğudaki kızlar okumaya karar verdiler.
Okulun kapısına kadar geldiklerinde kendilerince uydurulmuş olarak önümüze koydukları bir kamusal alan gerçeğini bize dayatarak başörtüsüyle evet sen okulu kazanmışsın kızım ama başörtüsüyle okuyamazsın dediler. O kızın annesine ve kıza başörtüsüyle hastaneye sokmuyorlardı. Devlet binalarına sokmuyorlardı. Nerenin kamusal alanı olup nerenin kamusal alanı olmadı ayrı bir tartışma konusuydu.
Çünkü tamamıyla keyiflerine göre belirliyorlardı ve bundan dolayı bu ülkede yüz binlerce belki milyonlarca genç kız insan mağdur oldu. Çok başarılı üniversiteleri kazanmış genç kızlar sadece ve sadece düşünebiliyor musunuz? Sadece ve sadece başörtülüler diye eğitim hakları ellerinden alındı bu insanların. Hatta bazılarını biz bu ülkenin gerçek sahipleriyiz, biz bu ülkenin asıl unsurlarıyız, bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz diyen kimileri ikna odaları kurarak başörtüsünü çıkarabileceklerini, burada eğitim almak istiyorlarsa, aydın bir insan olmak istiyorlarsa aslında başörtüsüne de çok fazla ihtiyaçları olmadıklarını mütemadiyen ikna odalarında genç kızlara bu ümmetin çocuklarına mobing yaptılar. Bunu her defasında söyleyeceğim, bunların hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Çünkü unutuyoruz ve başımıza ne geliyorsa hep unuttuğumuzdan geliyor ve tarih tekerrür eder derler ama tarih eğer biz hamakat içerisindeyiz, sektörünün içerisinde daha çabuk tekerrür eder. Evet tarihin tekerrür ediş huyuna saygı duyuyoruz ama bizim ihmalimizden tekerrür etmemeli. Biz üzerimize düşeni yapmalıyız. Buyurun. Benim aslında o zamanlar tek tercihim iletişimli, iletişim istiyordum. Şehir dışında aslında bir tercih yapmıştım ama babam göndermeyeceğini biliyordum.
O zaman, bilmiyorum belki de çok çalışkan bir insan değilim. Belki de iletişim ilk sene gelmediği için dedim ki işte Anadolu Üniversitesi yazayım. Derste İstanbul Üniversitesi’nde giriyorduk. Bir süre sonra işletme fakültesine devam ederken sürekli dersimiz çalışıyoruz sınav zamanı geliyor ama bir süre sonra işte devam edememe yani sistem öyle bir tıkandı ki
devam edememe kararı aldık. Yani sürekli evden okulda diye çıkıyorum ama annem işte şey diyor nasıl olsa almıyorlar niye ders çalışıyorsun diye ya alırlarsa diyordum yani her gün başka biri heyecanlı gidiyordu. Burada amaç tabii öğrencileri okuldan atmak, Müslümanları eğitimden uzaklaştırmanın ötesinde diğer ikinci bir planda Müslümanların umudunu kırmak vardı. Yani asıl büyük kaybımız oydu. Bakın anne bile evladına diyor ki zaten okuyamayacaksın niye ders çalışıyorsun ki. Yani başarılı olacağına dair bu ülkede bir gün söz sahibi olacağına dair insanların umudunu kırmakta. Yani şunu söyleyeyim siyasi bulmazsanız Allah Necmettin Erbakan’dan razı olsun. O zaman yani gerçekten bir umuttu yani. Gün gelecek bunlar değişecek diyen o hengaminin içindeki tek adamdı yani birkaç adamdan biriydi. Engür sesi de çıkan Necmettin Erbakan merhumdu. Allah’a çok razı olsun. Allah’ın cebinden razı olsun.
Ama kendine cennet eylesin inşallah. Ama benim hiçbir zaman yani çevremde olup bitenler yaşadığımız yasaklar işte o başörtüsü eylemleri vesaire benim ümidimi kırmıyorum. Sabrettim. Aslında ben bostan savaşı zamanında şey diyordum ablalarıma işte bakıp bu kadar insanı öldürüyorlar ama dünyada bunca Müslüman var onlara izin vermezler.
Gider onları kurtarırlar diye öyle bir büyük ümidim vardı. İşte başörtüsü yasaklanınca okullarda işte ben o zamanda diyordum işte hayır izin vermezler. İşte bir sürü Müslüman var bu ülkede izin vermezler. Biz işte biraz böyle konuşurlar geçer diyordum ama olsun o da yaşadığımız bir imtihan dedik. Yani hiçbir zaman ben yasakları yaşadım vazgeçtim demedim diyemedim yani. Ümidimi de kaybetmedim. Sabrettim. Özel kurslara gittim. İstanbul Mesleketi dinleme kursları yeni açılmıştı. Sinema televizyon kurslarımız vardı. Rıfatılgaz’ın kızı Depnağlıgan sanımdan ders aldım. Yani dedim ki madem okullara gidemiyoruz kendimizi işte İngilizce kursuna gidelim. Dikşan kursuna gidelim kendimizi geliştirelim. Sonuçta illaki bir gün bitecek bu. Sabredeceğiz bitecek biz de yolumuza devam edeceğiz. Bununla da hikayeniz ilk neyi çekerek başladı? Aslında ilk ben şu anki yaptığım işten bağımsız bir cam atölyesini çektim. Camın ateşle dansını. Baykoz’da cam ocağı var. Bilmiyorum hiç gittiniz mi? Biz oraya veterinik çekmek için gitmiştik aslında 3 dakikalık. Ben ama o kadar etkilendim ki ateşin işte cam olması üfle üfleyerek işte camı ortaya çıkarmalıyım. Ben oradan bir kısa belgesel 16 dakikalık camın ateşle dansı diye bir belgesel çıkmadım.
2001 olabiliyorum bilmiyorum. 2012-2001 civarı. Ondan sonra Metin Yüksel için yapılan bir belgeseli biz destek verdik. Kısa biyografisini yapmaya çalıştık. Ondan sonra Celalettin Ökten hocamızın Mahmut Celalettin Ökten hocamızın imam etipleri kuruluşu okulların açılışı ve kendi hayatı biyografisi ile alakalı 4 bölümlülük bir belgesel hazırladık TRT’ye. Ondan sonra gelişti aslında ondan sonra. İlk mazlum biyografi nereydi? Yurt dışına nereye gittiniz? Yurt dışına ben aslında ilk kurban çalışması için Pakistan’a gitmiştim yani hem kurban çalışmasına destek verelim hem de işte Pakistan’da 2010 yılında 2010 veya 2011’de Suriye Savaşı’ndan önce sel olmuşlar.
Sel felaketi çünkü o kadar büyük bir sel felaketi olmuştu ki çocuklar insanlar kadınlar şey diyorlardı bebeklerini büyük kovaların işte bilonların içine kapatıp işte kurtulsun diye suya veriyor. O kadar büyük bir sel felaketi olmuştu. Biz de İHA İnsan Yardım Vakfı’nın davet etmesiyle bölgeye gittik ve Pakistan’ın her yerini aşağı tarafında o Şakar bölgesi Benazir Butto’nun hakim olduğu bölgeler.
Şakar içi bölgelerine hep sel bölgelerine geliyor. Hayatımda ilk defa gerçekte sahayla karşılaşmam orada oldu benim. Pakistan’da o sel felaketi. Evet ama ondan önce biz çekimleri Lübnan, Ürdün ve Suriye’de yapılan savaştan ayaklanmadan önce Bitmeyen Gün Sürgün isimli belgeselle Filistinli mültecilerin mülteci kamplarındaki hayatlarını anlatmaya başlamıştık.
Çekimlerini arkadaşlarımız yapmıştı. Ben onun kurgusunu yayına vermiştim. Ama ilk gerçekle karşılaşmam Pakistan. Pakistan benim için gerçekten o da sahada çırılçıplak. O derdi görmem insanların, kayıp çocukların, yetimlerin, o selin hayat, selle birlikte hayatları akıp giden insanların, insanlarla görüşmem, buluşmam ilk Pakistan oldu.
Pakistan’dan herhangi bir belgesel çıkarmadık. Çok fazla haber çıkardık ama ben de artık yani aslında insani yardımla çok iç içeyim. Bir yandan kafamın bu tarafı insani yardıma odaklanıyor. Bir yandan seslerini duyuralım, buraya yardım, yani biz sesini duyuralım buraya insani yardım gelsin. Bir şekilde kurtuluş yolu olsun.
O kadar çok insanlığın yardıma sebep olduk ya elhamdülillah diyeyim. Biz bu çalışmaları devam ettirdik yani. 2011 yılında Suriye’de ayaklanmanın başlamasıyla, gireyim mi oraya? Evet evet buyurun. 2011 yılında Suriye’de ayaklanmanın başlamasıyla ben aslında çok geriye gittim. Bosna Savaşı’na gittim yani.
Tamamen işte Suriyeli kadınların yaşadıkları zulümlerle alakalı bir basın toplantısı yapılmıştı feshanede. Ben oradaki kadınları dinlerken tamamen Srebreni, Nisa, kadınların işte Sırpların kadınlara yaptığı zulümler hep tamamen Bosna’ya odaklandım. Dedim ki ya artık bir şeyler yapabilecek güçteyim ve işte gitmem lazım. Bölgeye gitmem lazım. Bölgeye gitmek istediğim ilk eşime açtım.
Dedim ki ya nasıl gideceğiz? Olur mu filan? Çok ısrar ettim. Gerçekten yapmak istediğimi söyledim. Sağ olsun Allah razı olsun kırmadı beni yani. Nasıl gittin?
Bir tane yardım vakfının o zaman prodüksiyon ayrılmamıştı. Oradaki arkadaşlar benim TV5’ten arkadaşlarım. Eski yol arkadaşlarım. Birlikte bir sürü program yaptığımız beraber televizyonculuk yaptığımız arkadaşlarımla onlarla düşüncemi paylaştım. Sağ olsun onlar da bana çok yardımcı oldular, organize oldular.
Ekipmanlar vesaire gitmem orada kalacağım yeri kadar yani Suriye girişimden çıkışıma kadar her şeyi organize ettiler. Bana sadece zaten köy köy dolaşmak kaldı. Biz bölgeye gittik. Bölgeye giderken çok büyük bir trafik kazası geçirdik. Ailem 10 yıl sonra öğrendi. Ailemin 10 yıl sonra öğrendiği büyük bir trafik kazası. Yani elhamdülillah bir şey olmadı. Camdan çıktık ama benim camdan çıkarken söylediğim şey kameram nerede?
Kamerama getirin. Yani herkes araba böyle olmuş. Herkes gece zıplık karanlığında birilerini arıyor. Ben kameramı aradım çünkü onsuz bir şey yapamam. Bir yere gidiyorum bir şeyler çekeceğim. Onsuz bir şey yapamam diye ilk o anda bile aklıma kameramı kurtarmak geldi. Eşim kusura bakmasın. Bölgeye gittim. Pakistan’da evet sel vardı. Bölge karşımdaydı. Çırılçıplak sahaya olanları görüyordum. Ama Suriye’de başka bir şey var. Yani bombalar düşüyor gözümün önünde. Misket bombaları işte insanlar yaralanıyor vesaire. Hayatım boyunca hiç böyle bir şeye karşılaşmamıştım yani. Misket bombası düşen insanlar dediler ki işte misket bombası atıldı. Kendi gözlerimle gördüm bombayı.
İşte yeryüzüne inen uçaklar demir demir bilgilere bırakıyorlar ve o bilgiler, demir toplar binlerce bilgiyeye ayrılıyor ve dağılarak insanları öldürüyor evet.
Onların parçaladığı vücutları gördüm. Yani elimde kamera hastaneye koştuk. Reyhan Devlet Hastanesi. Ne yapmalıyım dedim Allah’ım yani şu anda ben ne yapmalıyım?
Oturup şu dünyanın haline ağlamalı mıyım? Gidip işin içinden mi tutmalıyım lisede mi şey yapayım? Bebekler ağlıyor. O da ayrı bir yer değil mi? Hani o bir tane meşhur bir Afrikada fotoğraf vardı. Çocuk vefat etmek üzere arkasında ak baba bir tanesi fotoğrafını çekiyor diyorlar ya bu ölmek üzere olan çocuğun fotoğrafını çekmek ne kadar insani. O uzun bir tartışma konusunda. Oradaki vasatı doğru çizgiyi nasıl yakalıyorsunuz? Yani gözünüzün önünde organları parçalanmış bir çocuk var.
Ona o an müdahil olmak mı? Kameraya almak mı? Ama Bekir Bey çok kalabalıktı. Devlet Hastanesi’nin bahçesinde değil de kalabalık. Yani birileri müdahale ediyoruz. Zaten müdahale ediliyor. Peki ilk defa bu kadar büyük bir şeyle karşılaştınız. Trajediyle orada karşılaştınız. Nasıl sabrettiniz? Nasıl da o karşılaşmaz? Valla yaşadığımız olayın şokuydu herhalde. Ben ağlayarak, kararım şu ağlayarak çekimi devam etmeye karar verdim.
O zaman onları da çektik. İşte savaştan yine etkilenenleri. Köy köy. Ya bunu anlatsam mı bilmiyorum. Birkaç yerde de anlattım. Anne sütü hikayesi vardı. Ben neden bu kadar çocukların peşinden koşuyorum? Niye kafamı çocuklarla bozmuşum diye. Her gittiğim yerde çocuklarla işte oynuyorum. İşte çocuklar için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Özellikle savaş bölgelerinde. Çünkü o gün sedyede bir kadın gelmişti. Sedye’de işte sedyesinde bebeği vardı. Üç aylık bir bebek ve yanında çocuk vardı. Ağzının kenarındaki beyazın anne sütü olduğu ortaya çıktı. İşte neydi bu neydi? İlaç mı? İşte kimyasal bomba mıydı neydi diye diye araştırma yapılınca onun anne sütü olduğu ortaya çıkınca herhalde annesini emerken mi bomba düştü?
O kadar o kadar korkunç bir her yerde söylüyorum bunu söylemekten de hiç vazgeçmeyeceğim. İsterse tekrar düştü desinler Tülay Gökçümen. Çocukların en temel hakkıdır annelerinin sütü. Dünyada hiçbir şeyimiz yok. Yani annemizin sütü var bize ayakta tutan Cenabı Allah’ın bize kendiliğinden vermiş olduğu bir nimet.
Hatta helali bile annenin sütüne nispeten ona mesafesi uzaklığında tarif ederiz. Biz yani annem sütü gibi helaldir deriz. Helali bile ona göre tarif ederiz yani. Yani hiçbir sistem, dünya üzerindeki hiçbir sistem bizi annemizin sütününü emmekten ayrı koymamalı koyamamalı. Yani bütün dünya ayaklanıp sadece annelerinin sütünden ayrılan bebekler için bence uğraşmalı.
Yani o kadar korkunç ki o bebeklerin savaş bölgesinde annelerinin göğsünde övülmüş annesinin göğsünü emmeye çalışan çocuklar. O manzara çok korkunç. Yani ben o gün o çocuktan sonra karar verdim dedim ki yani elimden geleni yapacağım. Hiçbir çocuk en azından benim uğraştığım çocuklar annesinden ayrılmasın. Annesinin sütünü içmeye devam etsinler. Bu korkunç bir sistem yani bugün Suriye’de Filistin’de de aynı şeyi yaşanıyor. İşte Yemen’de şu anda Yemen’de de yaşanıyor. Çocuklar annelerinden annelerin sütünden en temiz şeyden ayrı bırakılıyorlar. Bunun adına savaş diyorlar. Evet savaş var işgeller yaşanıyor ama bir bebek anlamaz savaş yani. Ama bebeklerin topluca öldürüldüğü bir büyük dünyada, coğrafyada benim söylediğim birazcık romantik mi kalıyor acaba?
Evet hiç de değil hakikattir. Hiçbir hakikat romantik değildir. Bu sal hakikattir Allah razı olsun. Peki gittiniz orada Suriye’de iki katliamı görüntülediniz. Ne yaptınız sonra o görüntü? Evet Haykırış Belgeseli ortaya çıktı. Ondan fazla köy köy dolaştık. Suriye’nin içinde dışında Araf’ta kalan. O zamanlar savaş ayaklamayı yeni başladığı için savaş demiyorum. Hem tam savaşa evrilmemiş. O zaman diğer güçler girmemişti. İran vardı vesaire ama orada Araf’ta kalan kadınlar vardı. Bebeğin kucağında bebeğiyle gelmiş. Ondan fazla kadınla konuştuk. Kimisi yürümekten ayağının nasıl ağrıdığını anlattı. Kimisi tecavüze nasıl uğradığını anlattı. İşte bir düğün salonuna girdik mesela iki katlı düğün salonunda. Binden fazla insan sığınmış. Şey bekliyor. Ne bekliyorsunuz? İşte bitecek. Biz birkaç gün sonra geri döneceğiz. Hepsi bu mantıktaydı. Kucağında bebeğiyle konuşan kadınlar da işte biraz dururuz sonra gideriz mantındaydı anladığım kadarıyla. Tabii ki öyle olmadı. Maalesef Araf’ta kalanlarla konuştuk o zaman.
Ayrıca bu en az görüntüleri Haykırış’sinde bir belgesel’e çevirdiniz. Kim kurguladı? Siz mi kurguladınız? Hayır Abdülhamid Hacı Hasanoğlu ismi bir arkadaşım vardı. Ne yaptınız sonra? Bitmiş işi nerede yayınladın? Haykırış belgeseli Türkiye’de bölgeyle ait TRT dedi yayınlandı. Defalarca belki on on beş kere yayınlandı. Ama şöyle bizim şöyle bir usulümüz var. Biz sadece insanların televizyonun başına geçip izlemesini beklemedik.
Yani Haykırış belgeseli farklı dillere de çevrildi. Türkiye’de sadece 50 ile ben gittim özel gösterim için. Okullar, üniversitelerde, kültür merkezlerinde. Tabii tabii yani biz çektik ama bölgeden Demet Tezcan ablamı aradım. Çok sevdim. Çok severiz Demet ablamız. Ona selam olsun. Aleyküm selam. Aleyküm selam. Demet ablayı aradım. Ben hep kamera arkasında dedim ki Demet abla ben hep kamera arkasındayım.
Her zaman kamera arkasındayım hep çektim ben. Ben çok şey gördüm. Bu gördüklerime dayanamıyorum şu anda. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ben bunları ne yapacağım dedim. Gördüğü sen anlatırsın dedi. Ama hep gözümün önünde gelen şeyleri insanlara anlatmaya çalıştım. Yani o zamanlar mülteci kamuoyundaki yanlış mülteci algısı başlamaya başlamış. İnsanlar geliyorlar. Aslında ilk günlerde insan-muhacir ilişkisi biraz daha güzel. Aslında şimdi de güzel ama bence kötülerin sesi çok çıktığı için iyilerin sesi bastırılıyor. Ben Türkiye’de Anadolu insanının ensarlıktan vazgeçtiğine hiçbir zaman inanmadım. Biz 50 ile sadece gösterim yapabilmek için gittik. Kendimiz insanları toparladık, anlattık. İstanbul’da camilere camilerde kadınları toparladık. Yurt dışında, Almanya’da, Hollanda’da insanları davet ettik. Dedik ki bakın insanların hali budur.
Bu yüzden kaçtılar bu insanlar. İşte inanın Türkiye’nin her yerinden Sure’ye doğru haykırıştırları çıktı. Belgeselin afişinin kamyonların üstüne koymuşlar. İnsani yardımı o kadar çok etkisi oldu ki biz de bunu görünce daha fazla daha fazla. Şeriflendiniz. Sonra nereye gittiniz? Savaşı kadınların gözüyle anlattık. Dedik ki ondan sonrası savaşın çocuklarını çektik. Savaşın çocukları da Suriyeli bölgede Suriyeli çocukların konuştuğu dertlerini anlattıkları ilk belgesel oldu. O zaman dönemin Milli Eğitim Bakanı sanıyorum yurt dışında Kore’de miydi bir yerde mülteci çocuklarla alakalı yapılan bir çalışma da bizim belgeselin fragmanıyla sunum yaptığını hatırlıyorum. O da yine farklı dilleri çevirdik onu da elhamdülillah. Mesela şey Akran zorbalığı başlamıştı okullarda. Akran zorbalığı başlamıştı veliler çocukların muhacir çocuklarla birlikte okumasını istemiyorlardı. Milli Eğitimlerle irtibata geçtik o zaman.
İlçe Milli Eğitimlerle Türkiye’nin o kadar fazla ilinde akıllı tahtalarda gösterildi ki belgesel savaşın çocukları. Niye? Çocuklar izlesin bu Akran zorbalığına dur desinler. Velileri çağırdık işte dediler ki hocam biz velileri davet ettik siz de gelin belgeseli izleyelim işte gördüklerinizi anlatın bu veliler işte ayaklanmasınlar. Savaşın çocuklarını çektikten sonra bir de özel bir hikaye bulmuştum ben Suriye zindanlarında 24 saat diye bu esedin yaptığı katliamların fotoğrafları çıkmış.
O fotoğraflardan babasını babalarını gören teşhis eden 3 kız kardeşin babalarını almaya giderken cezaevine girmesi ve oradan kurtulmalarıyla alakalı 24 saat kaldıkları Suriye zindanlarında neler yaşadıklarını anlatan neler gördüklerini anlatan bir hikaye çektim Suriye zindanlarında 24 saat. Bu gerçek hikaye değil mi? Tabi tabi. Anlatır mısın o zaman ne olur? Tabi tabi. Yani o katliam fotoğrafları yayınlandıktan sonra Suriye’li 3 kız kardeş 3 hanımefendi fotoğraflardan babalarını teşhis etti.
Neredeler bu 3 hanımefendi bu esedin? Türkiye’deler mi? Hayır. Neredeler? Suriye’deler. Ha Suriye’deler diyor ki gideceğiz babamızı alacağız. Tabi tabi en azından cenazesini alalım diyorlar. Tamam. Yola çıkıyorlar yolda defalarca durduruluyorlar en son durdurma yapıldığınız zaman diyorlar ki işte siz nereye gidiyorsun babamızı almaya gidiyoruz hayır gidemezsiniz vesaire. O anda işte savaşın çok ateşli olduğu zamanlar bu hanımefendiler Şam cezaevine gidiyorlar.
Kız hanımların en net hatırladığım şey şöyle bir daha güneşi göremeyeceğimize inanmıştık yani bir hücreye götürülmüşler diyor ki o kadar kalabalıktı ki kadınlar çocuklar küçük kızlar. Ben de oradan gelen videoları izlediğimde küçücük kız çocukları 6-7 yaşlarında 10 yaşında kız çocukları kamera onlara dönüyor. Yüzlerini kapatıyorlar 10 yaşında kız çocuklarının bir rejimi ne gibi bir tehlikesi olabilir ki?
Küçük kız çocuklarını kapatmışlar cezaevine hanımlar babalarının da şey kalp krizi diye bir rapor verilmiş. İşkence de öldürdüklerini kalp krizi raporu vermişler. 24 saat o cezaevinde yaşadıklarını gördüklerini anlattılar bize. Suriye zindanlarında 24 saat. Belgesel hala yayında merak edenler izleyebilirler. Nerede yayında? Youtube’da. Sizin sayfanızda mı? Suriye zindanlarında 24 saat yazarlarsa çıkar evet.
Ben takipçi kasba derdindeyim de bir Human Movi Team’de mi orada mı yayında? Hayır Human Movi Team’de değil bu Human Movi Team kurulmadan yaptığımız. Daha önce. Evet evet. Human Movi Team kurulmadan yaptığımız bir belgeselde. Şu an sizin yaptığınız işleri nereden izleyebilir takipçileriniz? Kendi Youtube kanalımızda var Tülay Gökçemen. Human’ın sayfasında var. Son yaptığımız adı Soykırım. Human Movi Team’in Youtube kanalında. Hem Human Movi Team hem de Tülay Gökçemen’in sayfalarını takip alabilirsiniz.
Dolayısıyla bu ekibin yaptığı işleri oradan takip edebilirsiniz. Adresleri hemen aşağıda şu an görüyorsunuz. Şey soracağım bu gittik yaptık konuştuk yayınladık diye çoğul konuşuyorsunuz. Kimlersiniz kimler diğerleri kimler yani. Sanki siz bir teşkilatlısınız. Diğerleri kimler çünkü onu da nazara vermek istiyorum. Harika bir oluşum bu tamamıyla böyle gönüllerden olacak ama Tülay Hanım’ı anlatsın istiyorum. Evet. Sonra siz büyümeye başladınız. Size insanlar destek vermeye başladı.
Dediler ki ben de kurgu biliyorum. Size nasıl destek olabilirim. Ben de kameramanlık yapıyorum diyen hanımlar çıktı. Onu anlatın birazcık. Ya ekibiniz anlatın bize. Evet. Aslında Suriye belgesellerinden sonra mı Kudüs Belgesel’in filistin belgeselinden sonra mı oldu bilmiyorum. Ama yoğun olarak gençlerin biz de hocam biz de bir şeyler yapmak istiyoruz dedikleri. Yani bir kamuoyunda yanlış mülteci algısı var. Herkes bir şeyler yapmak istiyor. Ama zaten gençlerin en büyük sorusu ve cevabını bulamadıkları derdi budur. Ben de bir şeyler yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilemiyorum. Beni kimseyi yönlendirir. Siz yönlendirdiniz bu gençleri. Şimdi ben belgeselciyim. Ancak kendi yaptığım işe yönlendirebilirim. Ama bu işi yapmak isteyen gençler de bakıyorsunuz. Belgeselcilikle medyayla hiç alakası yok. Ne yapabiliriz? Eğer gönüllüysen eğitim verebiliriz. Eğitimini alırsa yapar devam eder. Çok zor değil. Sadece istemek lazım. Yani bazen kamera tekniklerini ben iki günde bazen bir günde anlatıyorum. Bazen üç saatte anlatıyorum.
Anlamak istiyorsa anlıyor. Çalışmak istiyorsa kendi devam eder. Ben temelini anlatırım onlara. Türkiye’nin her yerinden gençler biz de bir şeyler yapmak istiyoruz diyenler. Farklı farklı üniversiteye gidenler. İlahiyat okuyanlar, edebiyat okuyan, işte psikoloji okuyan da. Arkadaşlardan bir grup kurduk. Önce yani kamuoyundaki yanlış mülteci algısını, muhacir algısını değiştirmek için WhatsApp grubu kurduk. Yani isim filan yok. Mülteci hikayeleri çekmeye başladık. O zaman da şey Uluslararası Mülteci Hakları Derneği ile birlikte hareket ettik. Biz, siz bize destek olun. Biz mülteci hikayesi çekeceğiz. Çektiğimiz mülteci ilk mülteci hikayesi olay oldu. Yani beş dil bilen bir geri dönüşüm içcisini çektik. Geri dönüşüm içcis dediği şu çek çekli hani çöplerden plastik falan toplayanlar mı? Sokaklarda görüyorsun. Aynen aynen aynen. Açmak istiyorum ki anlaşılmasın. Evet. Evet o hatta o abinin peşinden koştuk baya. Beş dil biliyor. İki üniversite mezunu. Fransa’da eğitim almış. Ama kendini savaştan sonra işte ailesini kaybetmiş. Kızını kaybetmiş katliamda.
O geri dönüşüm ve kapatmış. Biz onun farkına vardık. Yani adam belki bir şeyler yapabilir ama kendini oraya sanki terk etmiş gibiydi. Biz o abiyle konuştuk. Onunla balat sokaklarında çek çekiyle arkasından çektik vesaire. O yayınlandıktan sonra çok dikkat çekti. İşte farklı şey Anadolu Ajansı vesaire haberini yaptı. Güzel konu denk getirmiş sizi ama bizim televizyon çok da bundan malzeme derir. Çok iyi malzeme denk.
Biz yapmak isteyince Allah Allah ikram etti yani sonra onun haberini izleyen iş veren bir şekilde ulaşmış. Demiş ki ben bu beyefendi iş vereceğim ev vereceğim. İşte ben falanca firmanın sahibiyim. Gelsin dillerini bizim fabrikada kullansın. Yani o abi daha sonra biz gittiğimizde saçı sakalı birbirine girmişti. Böyle eski elbiseler giymişti. Hatta valilik bir açıklama yaptı biliyor musunuz? O zaman ülkemize gelen beyaz yakalılarla alakalı yeni şeyler yapacağız.
O kadar çok kapılar açtı ki beyaz yakalı diyor adam çek çek de garibim çöp dolanıyor. Kimi kim olduğu belli değil. Biz beyefendi ziyarete gittik veda işte yeni halini görmeye. Depoya Süleymaniye’ye abi tıraş olmuş takım elbise giyip böyle güzel giyinmişti. İşte şey arkadaşlarıyla o da vedalaşmaya gitmiş. Ne güzel. Melemen galiba hatırlıyorum melemen yapmışlardı.
Geri dönüşüm deposunu sahibi bana dedi ki abla sizin şeyden sonra iki üç dil bilen bütün maceriler depoya gelmeye başladı. Sayenizde işte bir sürü geri dönüşüm işçimiz oldu dedi. Ve bunları siz Türkiye’nin dört bir tarafında size ulaşan gönüllü kardeşlerle yapıyorsunuz. Kimisi kurgu yapıyor, kimisi kendi cep telefonu ile çekiyor da kamera ile çekiyor. Bilmeyen ben ne yapabilirim diyenlere de bu eğitimi veriyorsunuz. Onlara öğretiyorsunuz. O da takıma dahil oluyor.
İstediği kadar burada devam ediyor ve gidiyor. Para pul yok ama öyle bir şey çünkü para pul sizde de yok. Öyle bir şey yok yani öyle bir şey. Bizde kesin şey şu kırmızı çizgimiz kimseye para vermiyoruz ve Allah rızası için çalışıyoruz. Ve çalışıyoruz ve kimseden de para almıyorsunuz ama hayır niye alalım ki işte onu da söyleyelim. Kimseye para vermiyoruz deyince yanlış anlaşılmasın. Hiç kimseden para talep etmiyorlar. Hiç kimseye de para vermiyorlar. Ortada bir para akışı yok. Tamamıyla gönüllük esası. Peki şu an bu programı izleyip üniversitede iletişim okuyan ya da farklı bir üniversitede okuyan eğitim alan ev hanımı olabilir. Size destek olmak istiyoruz. Bizde Filistin için Kudüs için Doğu Türkistan için bir şey yapmak istiyoruz diyen sadece ev hanımlarıyla mı? Hanımlarla mı? Erkeklerde destek verebiliyor mu? Media işini yapmak isteyen bu yolda yürümek isteyen erkeklerle yürümüyoruz. Onları biz alalım onlar buraya gelsinler.
Yani feminist bir başka açısıyla değil yanlış anlamayın yani. Evet hassasiyetlerimiz var. Evet kendi kendine bu işi yapabiliyor. Bu konuda çeşitli söylentiler oldu aslında. Biz kendimizi Human Movi Team çok fazla ilan etmedi. Bunlar kimler ne yapıyorlar kimse kimse bilmez yani. Videoların arkasında biz son birkaç yıldır isim yazmaya başladık. Yani video yapıyor arkadaşlar ama isim de yazmıyorlardı. Sadece kendi logomuz çıkıyordu. O logoyu da biz yaptık zaten. Yani öyle eee başarılı bence geldiğimiz noktada kesinlikle bu samimiyetin göstergesi bence geldiğimiz noktada. Yani bizi takip eden gençlerin sayısı mesela yarın kampa gideceğiz. Biz Türkiye’nin her yerinden 56 tane öğrencimiz gelecek. 3 günlük bir eğitim vereceğiz onlara ve onlardan video beklentisi içerisine gireceğiz. Bizim istediğimiz şu biz gel biz sana bu işi öğreteceğiz. Sen gel müddetçi hikayesi çek sen gel kısa film çek.
Gel insan hakları bizim temel konumuz insan hakları. Dünya üzerinde hakları çiğnenmiş hakları ihlal edilmiş. Ne kadar insan varsa ne kadar millet varsa hayır hayır. Tabii ki kesinlikle Müslüman olsun olmasın. Amerika’dan Endonezya ya işte Suriye’den Yemen’e bir çatışma işgal ve bunlardan kötü etkilenen insanların sesini duyuralım. Aynı şeydeki örneğe benziyor bu biraz siyar okuyanlar mutlaka bileceklerdir.
Efendimiz aleyhissalatü vesselamın nübüvvetinden önce hani hılfül fudul diye bir oluşum başlatıyor. O zamanın müşrik Mekke’sinde nedir o bir tüccar orada bir haksızlığı uğruyor Mekke’de ve kalkıyor isyan ediyor diyor. Benim burada hakkım gasp edildi ben burada yağmalandım aranızda hakkı hakikati gözeten hiç kimse yok mu diyor. Yani benim hakkımı savunacak çünkü Mekke o zamanın ticaret şehri insanlar geliyor gidiyor alım satım ticaret para alışverişi oluyor falan.
Bunun üzerine bir hareket başlatılıyor Erdemliler hareketi olarak hılfül fudul olarak tabir ediliyor ve Efendimiz aleyhissalatü vesselam da o zaman henüz daha peygamberlik gelmemiş. O da onun içinde Hazreti Ebu Vekir radiyallahu anh da onun içinde ve orada insanların hakkını savunuyorlar. Kim olduğu önemli değil hangi dine mensup olduğu önemli değil putatatatmadığı önemli değil. Haklı olması arkanda olmamız için yeterli sadece haklı olmamı istiyoruz. Evet kesinlikle. Peki kaç ülkeye gittiniz bugüne kadar bu hikayeler mazlumların hikayelerini çekmek için bugüne kadar kaç ülkeye gittiniz?
Yani 20’den fazla ülkeye gitmişimdir ama ben aynı ülkeye defallarca gittim ben Suriye mesela bilmiyorum belki binlerce kere gitmişimdir yani Filistin’e 5 kere gittim. Gittiğim ülkeye daha çok üst üste gidiyorum. Sizi en etkileyen unutamadığınız yer neresi? Sizde en çok yüz bırakan böyle bu acıları yaşayan yaşayan insanlar da varmış dediğiniz yer neresi? En çok etkilenliği. Aslında farklı bağlamlarda etkilenmelerim var. Mesela Arakan kampı Kutubalan kampı Myanmar, Bangladeş sınırındaki Koks Pazar şehrine bağlı Kutubalan kampında biz İyi Geceler Ruhinke belgeselini çektik. Orada insanların çamurdan yapılmış mağaraların içinde yaşamazlar. Yani yokluğun bu derecesini hiç görmemiştim. Evet farklı yani pek çok milteci kampı gezdim ben. Lübnan’a gittim işte Suriye defallarca gittim. Arufa’daki kampları da gezdim. Ama Arakan’daki kampın bu kadar bir insan için bu kadarı da olmaz. Yani bir insan topluluğu bu kadarını da hak etmiyor yani. Çamurdan yapılmış böyle küçük deliklerin içinde yaşıyordu insanlar. Yokluğun bu kadarında bu kadarı da olmaz diye düşünmüştüm. Yani her bölgenin beni vurduğu farklı yerler var. Yani Mescid-i Aksa’yı ilk ziyaret etmemdi. Yani ilk bir Mescid-i Aksa’ya girer gelmez bir ikindi ezanı başlamıştı ve ben hüngür hüngür ağladım. Allah’ım ben bu güne kadar orada olduğum yerde kalakaldım. Ben bugüne kadar buraya niye gelmemişim? Niye, neden beni buraya gelmekte engelleyen şey neydi? Ben niye araştırmamışım? Neden sorgulamamışım? Yani farklı farklı dedikodulara akıl dağmışım. İşte başımıza şunlar gelir bunlar gelir diye de ben onlara kanmışım. Neden yüreğimin sesini dinleyip Mescid-i Aksa’ya gitmemişim gibi. Farklı bölgelerde farklı hikayelerle karşı farklı şaşkınlıklar şoklar yaşadım aslında. Yani her coğrafyanın beni tuttuğu, terbiye ettiği farklı bir nokta oldu Bekir Bey. Benim şu anda Tülay Gökçemen olarak üzülmeye de hakkım yok. Çünkü gördüğüm yerlerde kadınların hiçbir şey olmadığı için benim de şuyum yok diyemiyorum yani. Ya da bir şeye üzüleceğim çok üzülemiyorum. Çünkü çok dibini görmüşüm yani üzüntün. Beş evladını birden kaybeden kadının takvasını görüyorsunuz inancını görüyorsunuz. Beş evladını kaybetmiş yine de Elhamdülillah diyor. Ben onu gördüğüm için küçücük işte oğlumun hastalığına üzülemiyorum. Ya da koltuğa çay dökülmüş umrunuzda değil yani.
Coğrafya Emre Karapınar yönetimden kardeşim Aile Olmak Belgesi’ni çeken arkadaşım hep onu der. O da gittiği coğrafyalarda aynı şeyi yaşıyor. Coğrafya bizi terbiye ediyor. Gördüğümüz her farklı yer bu mescidi aksa olsun ya da bir mülteci kampı olsun, işgal savaş bölgeleri olsun. Bana bir kadın olarak korkmuyor musun diyorlar mesela. Yaşadığım şokun içerisinde korkuyu hiç düşünemiyorum. Yani o anda zaten gördüklerim beni çok aşırı etkilediği için ben sadece işime odaklı yani. Daya, tehdit, hapsedilme böyle bir şeyle karşılaştınız mı? Yok. Hiç öyle şey olmadı Elhamdülillah. Benden herhalde şüphelenmiyor. Bekir Bey yani böyle pardüseyle başörtülü bir hanım ne yapıyor öyle takılıyor kendi kendine. Siz orada anı çekiyor zannediyorlardır belki. İşte Filistin’de belgesel çekerken de öyle oldu. Çocuğum yanımda, böyle bebek arabasında, kameranın altında filan böyle buraları çekerken işte şuraları çekelim filan. İki bölüm belgesel çektik biz burada kalacağız. İki bölüm belgeseli çok da güzel. Dünyanın her yerine de gönderdik. Sonrasında nasıl aldılar sizi tekrar almazlar çünkü yani anında mimlenirsiniz adınızı çıkar. Sınırdan içeriye. Evet aldı. Tülay Hanım teşekkür ederiz Allah razı olsun. Çok sağ olun. İnsanlar size hangi kanallarda ulaşabilir tekrar onu duyuralım isterseniz. Hem Tülay Gökçemen sayfalarından, Instagram’dan, Facebook’tan, YouTube’dan hem de Human Moe Team.
Peki nereden irtibat kuracaklar sizinle mesela iyi bir kurgucu bir hanımefendi var ve sizinle iş birliği yapmak istiyor. Nasıl irtibat yapacaklar? Human Moe Team sayfasına DM’den mesaj atarlarsa bizim arkadaşlarımız ben hepsine tek tek geri dönüş yapıyoruz. Zaten bizimle o şekilde irtibata geçebilirler. Yani bizim yaptığımız videoların bir karşılığı var Bekir Bey. Bir derdimiz var. Yani yaptığımız belgeselde birinin sesini duyurmak, oraya bir yoğunluk oluşturmak, insan bazıları insanın yardımı kapı aralamak gibi. Yaptığımız çalışmaların bir karşılığı var. İzlediği izleyince insanlar tamamen o samimiyetin bu işi yapmak istemenin verdiği güçle arkadaşlarımız videolar hazırlıyorlar. Tam bir ekip ruhu içerisinde bir şeyler yapıyorlar ve bunu ne kadar fazla insana ulaştırabilirsek bizim için o kadar iyi. O yüzden duyuru konusunda, videolarımızın paylaşımları konusunda, yaptığımız belgesellerin izlenmesi konusunda, son yaptığımız Doğu Türkistan Belgeseli mesela.
Uzun zamandır Doğu Türkistan konusunda efsane olmuş ama tam olarak bir kalıba oturmayan bilgileri biz araştırdık, uzun zaman uğraştık. Biz Doğu Türkistan hakkında bilgi sahibi olacaktır, bir belgesel ortaya çıkardık. Ya izlesin, biz başka bir şey talep etmiyoruz. İzlesinler, izletirsinler. Allah razı olsun. O kadar. Teşekkür ederiz. Çok sağ olun katıldığınız için. Ben teşekkür ederim. Eşinizle, eşinizle, ailenize de çok selam. Ve aleyküm selam. Allah’a ve razı olsun. Sağ olun. Peki kıymetli dostlar bizden bu günlük bu kadar. Biz izlediğiniz için teşekkür ederiz.
Lütfen o sayfaları, az önceki bahsettiğim sayfaları takip almayı ve destek olmayı unutmayın.
Ahiriniz evvelinizden hayırlı olsun. Hoşça kalın.
Sağ olun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir