Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 1.Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=sqSb4UgINT4.
Tarih illade tekörür etmiyor. Ancak ekonomi gibi, siyaset gibi bazı alanlar var ki o alanlarda gelişen hadiselerin başlangıç durumlarındaki benzerlik sonuçlarını da benzer kılıyor. Zaten bu nedenledir ki hatalarımızdan öğrenebiliyoruz. Hatalarımızı tekrarlamamak yoluna gidebiliyoruz. Örneğin Amerikalılar.
Eğer Amerikalılar 1929 krizinden gerekli dersleri çıkarmamış, gerekli önlemleri almamış olsalardı, 87 krizini mesela atlatamazlardı. Oysa 87 krizi 29 krizinden çok daha vahim bir krizdi. Borsa 22.6 düştü.
Ki 29’da bu rakam 18 bir şeydir. Yani aşağı yukarı 10 puan arada fark vardır.
Ama bu dersler alındı ve 87 krizinin sonucu 29’unki gibi büyük bir çekinti olmadı.
Büyüklüğü kapsama alanı ve süreci itibariyle dünyanın en büyük krizi 1929 krizidir. Mali piyasalarda bir panikle başladı.
Haftalar içinde real sektörü intikal etti. Sonra milyonlarca Amerikalıyı fakir, zengin, yaşlı, genç demeden perişan etti. Ve Amerika Birleşik Devleti’nin şekli değişti. Oysa ekonomi çok iyi gidiyordu. O kadar iyi gidiyordu ki, Kükreyen Yilmler diye isim takmışlardı. 1. Dünya Savaşçının acıları geride kalmıştı. Amerikalılar yeniden yapılanıyorlardı. Baş döndürücü bir teknoloji ve üretim patlaması yaşanıyordu. Her gün her sektörden, otomatibden enerjiye kadar onlarca yeni buluşun haberi geliyordu. Sanayiciler yeni fabrikalar açıyorlardı. Yeni makinalara, işçilere yatırım yapıyorlardı. Borsa sürekli yükseliyordu. Ücretler artıyordu. Bu durumda imsel olmamak için, geleceğe güvenle bakmamak için hiçbir nedeni yoktu Amerikalılar. 20’li yıllar tarihi Amerikalılar’ın en yaratıcı yılları olarak geçti. Amerika gerçekten de kükriyordu. Ve kükreme sadece müthiş bir biçimde gelişen ekonomilerinden değil, yaşam biçimlerindeki radikal değişikliklerden de geliyordu. Elektriğin evlere girmesi başlı başına bir devrimdi. Elektrik gelince radyo baş köşede oturdu. Caz müziği, 20’li yılların sembolü olarak ortaya çıktı. Sadece caz müziği değil, borsa ve naylon çaraplar. Naylon çaraplar önemliydi.
Çünkü tarihte ilk defa zengin kesim ile yoksul kesim aynı ürünü kullanır oldular. Asil lady’lerle tezgahtar kızlar naylon çaraplarını birlikte giydiler. Bu Amerikanın demokratikleşmesinin işaretlerinden birisi olarak sayıldı. Hatta naylon çarapları kadın hat ve özgürlük hareketleriyle bağdaştıranlar oldu. O kadarını bilemiyoruz. Ama 20’li yılların en önemli değişikliklerinden bir tanesinde Amerikan kadınlarında olduğu bir vakadır. Bir kere kadınlar giderek artan sayıda iş hayatına girdiler. Hızla girdiler. Kısa sürede çalışan kesimin beşli biri kadındı. Bununla birlikte görsel birtakım değişiklikler girdi. Mesela kadınlar saçlarını kısacık kestiler.
O uzun güzel saçların yerine alebroz dediğimiz türden saç kesimleri aldı. Etekler kısaldı. Kadınlar umumi yerlerde sigara içmekten, argo sözcükler kullanmaktan kaçınmaz oldular. Bu arada boşanmalar arttı. Doğum kontrol yöntemlerinin ulu ortak konuşulduğu görüldü. Bütün bunlar geleneksel Amerikan ailesinin dağılma işaretleri olarak algılandı. Ve seri üretim. 1920’li yılların en önemli buluşlarından bir tanesi seri üretimdi. Ünlü otomobil sanayicisi Henry Ford seri üretimi devreye soktu. Ve çok kısa zamanda otomobil adedi 6 milyondan 27 milyona fırladı.
Fiyatlar düşmeye başladı. Henry Ford bir çıkış daha yaptı. Radikal nitelikli bir çıkıştı bu da. İşçi ücretlerini günde 5 dolar gibi görülmedik bir seviyeye çıkardı. Ve tarihte ilk defa işçiler kendi ürettikleri lüks bir metayı kullanma şansına sahip oldular. Bununla birlikte yine tarihte ilk defa yıllık izin kavramı gündeme geldi.
İşçiler yıllık izinlerinde otomobillerine atlayıp ülkelerinin tatil cennetlerine seyahat etmeye başladılar. Böylece seyahatin demokratikleşmesinden bahsedilir oldu. Ve demokratikleşen seyahat döndüğü turizm sektörünü ihya etti. Örneğin Florida. Florida bizim güney sahillerimiz gibiydi.
Florida’da büyük bir arazi spekülasyonu başladı. Hatta bataklıklar bile müşteri bulur oldu. Borsa iyi kazandırıyordu. İnsanların ceplerinde paraları vardı. Kendilerine eğlenceyi vurdular. İçki yasalarına rağmen gece krupleri adam almıyordu. Charleston zamanın en sevilen dansiydi. Sabahlara kadar Charleston maratonları yapılıyordu.
Dans etmesini sevmeyen Amerikalılar sinemaya gidiyorlardı. Bir istatistik istatistiğe göre Amerikan nüfusunun %80’i. Yani 100 milyon insan haftada en az bir kez sinemadaydı. Hollywood dünya devi olma yolundaydı. Yılda 2000 tane film çeviriyorlardı. Charlie Chaplin, Rodolfo Valentino ve yeni starlar. Mayo bildiğimiz haliyle yeni bir icattı. Yarı çıplak starlar muhafazakar Amerikanları dehşeti düşürürlerken. Bir başka şey oldu. Charles Lindbergh iki motorlu uçağıyla tek başına Atlantin’i geçti. Müthiş bir macera, müthiş bir başarı. Lindbergh’i kadın haliyle Emilia Earhart takip etti. O da uçağından tek başına Atlantin’i geçti. Willa Carter Fitzgerald, Ernest Hemingway. Amerikanın en iyi edebiyat eserlerini bu yıllarda verdiler. Time ve Read Just Digest dergileri. Bu ikincisini biliriz. Türkiye’de Yeni Dünya olarak yayınlanmıştı. Tiraj patlamaları yaptılar. New York Times Amerikanın en saygın gazetesi olma yolunda dev adımlar attı. İlginç bir şekilde yaşam ortalaması arttı. 55’ten 60’a yükseldi bu 10 yıl içerisinde. Lise mezunların sayısı ikiye katladı. Dünyada ilk kez yemek karın doyurma işleme olmaktan çıktı. Bir sanat telakki edilmeye başladı. İlk yemek kitaplarını da bu yıllarda görüyoruz. İlk rejim diyet rejetelerini de. Ayrıca köşe başı bakkallarının yerlerini büyük süper marketler de bu yıllarda aldı. Albert Einstein sayesinde kainatın tanımı bile değişti. Zamanın ünlü şarkıcısı Al Jolson olanlara baktı baktı. You ain’t heard nothing yet dedi.
Daha neler göreceksen anlamında. Hakikaten daha neler neler gördüler. Peki çöküş öngörülebilir miydi? Bugün olsa belki. Ama 20’li yılların hakim ekonomik anlayışı, Le Zepher ekonomik anlayışıydı.
Le Zepher devletin elini ekonomiden çekmesini, asla müdahale etmemesini öğütleyen bir ekonomik terim. Bir ekonomi terimi. 18. yüzyıldan kalma bir terim. Müdahale etmeyi rahat bırakın anlamına geliyor. Bu anlayışa göre ekonominin kendi iç dinamikleri vardır.
Bu iç dinamikler ekonomiyi uzun vadede düzenlerler. Devletin ekonomiye müdahale etmesi halinde bu iç dinamikler bozulacağından işler iyiye değil, kötüye gider. Dolayısıyla devlet hiçbir şeye karışmamalıdır ve bırakmalıdır bu gizli el olayları düzenlesin.
Dönemin ABD başkanı Kendin Curricin sadece onun da değil, o zamanlarda yaşayan batılı liderlerin hemen tümünün yönetim anlayışı ekonomiyi rahat bırakmak şeklindeydi. Bir takım şeylerin iyi gitmediğini görüyorlardı. Örneğin 1923-29 yılları arasında Gündelgit Banka batıyordu.
Borsada kağıtların aşırı yükseldiğini iddia edenler vardı. Kredili satışların çok fazla yükseldiğini ve paniğe yolaşmayacak bir yöntemle kısıtlanması gerektiğini savunanlar, uyaranlar vardı. Bütün bunlara karşın ne başkanın kendisi ne de ABD Banka sisteminin bürokratları müdahale etmeye cesaret edebildiler.
Borsa çöker de başımıza kalırsa kabahat diye ürküyorlardı ve herkes iyi olur inşallah diyerek seyretmeyi sürdürdüler. Amerikalılar kolay ve çabuk para yapmanın esrikliği için de spekülasyonu sürdürdüler.
Başını sonu pek de düşünmek istemez gibi bir hâlleri vardı. Bizim banker olaylarında yaşadığımız gibi, yani anlısıtır bir biçimde, Kimi evlerini ipotek etti, borsaya yatırdı. Kimi bankadaki mülvaatini çekti, borsaya yatırdı. Kimi borçlandı, borsaya yatırdı. Kimi kredi kağıt aldı.
Bu çok kolaydı. Bir miktar para yatırıyordunuz. Toplamın yüzde 10’u gibi borçlanıyordunuz vaadeli kağıtları alıyordunuz. Daha sonra aldığınız kağıtları teminat gösterip tekrar kağıt alabiliyordunuz. Sonuçta borsa yükselmeye başladı. Yükseldi ve bir tür spekülatif piramide döndü. Yani borsada olduğu düşünülen para aslında orada değildi. Davjons sanayi ortalaması, New York borsasında el değiştiren bir düzene sanayi kuruluşunun, Hisse senetlerinin ağırlıklı ortalama değeridir. Charles Doe denilen birisi tarafından 1896’da bulunan bir ölçüdür. Borsa hareketlerini saptamaya yarar. Şimdi bu ortalama 1928 yılının eylülünde 191’di. 1929 yılının sonunda 382 oldu. Bir misli bir artış. Yine aynı aylarda 5 milyon dolar olan kredi satışları, kredili satışların toplam değeri 850 milyon dolara çıktı.
Kazanç-ker oranı %10’dan %20’ye fırladı ve daha da yükselmesi bekleniyordu. Ünlü tarihçi John Kenneth Galbraith, büyük krizi en iyi anlatan yazarlardan birisidir. 1929 krizi adlı kitabında 2 Eylül 1929’un çok sıcak bir gün olduğunu nakleder. Cumartesi gününün.
O gün denizden dönen Amerikalılar New York’a giden yolları bütün iletikamışlar. Trafikten bir keşmekeş halindeymiş. O kadar ki çoğu insan arabalarından inip şehre başka vasıtalarla trenle dönmek zorunda kalmışlar. Ertesi gün pazar günü daha da sıcak bir günmüş. 1929’un en sıcak günüymüş. İnsanlar evlerinde oturmuşlar, radyodan baseball maçlarını dinlemişler. O hafta sonu öyle sakin ve tembel bir biçimde geçmiş. Ve ertesi gün ne olmuşsa olmuş Amerikalılar sanki borsaya duydukları ilgiyi kaybetmişler. Ve borsadaki kükreme durmuş.
Pazar ertesi günü öyle geçmiş. Salı günü kaydede pek bir gelişme olmamış. Çarşamba günü birkaç büyük şirketin, kilise senetlerinin fiyatları düşmeye başlamış.
5 Eylül, Perşembe günü, Yıllık Ulusal İş Konferansı’nın yapıldığı günmüş. Bu konferansta Roger W. Babson kürsüye çıkmış. Ve borsanın çökmesi kaçınılmaz demiş. Ve de sonuçları çok çok kötü olabilir.
Roger W. Babson kim? Babson MIT mezunu bir inşaat mühendisi. Massachusetts eyaletinde pek çok otobanın altında imzası olan bir adam. Sonra bu adam 1898 tarihinde meslek değiştirmeye karar veriyor. Boston’da bir yatırımcı şirkete giriyor.
Burada menkul değerler, hisse senetleri, bonolar üzerinde uzmanlaşıyor. Daha sonra bir şirket kuruyor. Bu şirket kendi işi, W. Babson’un. W. Babson İstatistik Organizasyonu ismiyle. Ve yaptığı bilgi toplamak, istatistik toplamak. 1904’te eşi ve kendisi işlerini büyütüyorlar. Bugün hala Bopson Birleşik Yatırım Raporlama adlı şirketleri hizmet vermeye devam ediyor. Kenneth Gabreite göre bu adam eğitimci, fizikçi, istatistikçi, iktisatçı, müthiş bir adam. Ve bu müthiş bir adam gerçekten de müthiş bir öngörüde bulunuyor. Büyük çöküşü tahmin eden ilk finans uzmanı olarak tarihe geçiyor. Fabrikalar kapanacak, insanlar işten atılacaklar diyor Bopson. Bir kısır döngü oluşacak ve çok ciddi bir çöküntü ile sonuçlanacak. Bopson’un sözleri ilk anda bir soğuk dışık etkisi yapıyor. Ama yeterince önemsenmiyor. New York borsası yetkilileri hemen onu yalanlayan ve hatta Vezli Kahini diye alay eden bir makare yayınlıyorlar. Ünlü Forbes sergisinde. Ciddiye alınmaması gerektiğini bir adam keyfi bir tahmin yaptı diye herkesin koşturup kağıtlarını satmasının akıl karı olmadığını söylüyorlar. Yetkili ağızdan gelen bir güvence bu tabi. İnsanlar Bopson’u unutmayı tercih ediyorlar. Yatırımcılar rahatlıyorlar, sükunet adet ediyor. Ama fırtınadan önceki sükunet gibi bu sükunet birkaç hafta ya sürüyor ya sürmüyor ve insanlar ellerindeki kağıtları satmaya başlıyorlar.
Önceleri yavaş yavaş sonra daha hızlı daha hızlı daha hızlı fırtına gibi hızlı. 21 Ekim 1929 Pazartesi sabahı yabancı yatırımcıların hisse senetlerini satmalarıyla başladı. Yabancı yatırımcılar Almanlar ve Hollandalılar.
Davjons sanayi ortalaması günün sonunda 382’den 290’a düşmüştü. Sükriyen 20’lerin sonu büyük çöküşün başlangıcı Kara Perşembe. 24 Ekim 1929 Perşembe günü borsa dibe vurdu.
İnsanlar ellerinden kağıtları çıkartmaya çalıştıkça fiyatlar düştü. Fiyatlar düştükçe insanlar daha hızla satmaya başladılar. Günün sonuna gelindiğinde borsa 4 milyar dolar kaybetmişti. 4 milyar dolar büyük para. 70 yıl öncesinin 4 milyar doları. Borsa çalışanları o gece sabahladılar. Araya hafta sonu tatili girdi.
Olup biten incidiyete ancak pazartesi sabahı anlaşıldı. 29 Ekim pazartesi sabahı borsa açıldığında birkaç saat sonra fiyatlar 1 yıl öncesinin karını tamamen ortadan kaldıracak kadar düşmüştü. Davjons sanayi ortalaması 233. Panik malum, insanı sirah edilen çok güçlü bir korku. New York borsasının çöküşü insanları paniğe sürükledi. Binlerce insan, büyük spekülatörler değil, zengin insanlar değil, sıradan insanlar küçük tasarruf sahipleri perişan oldular. Daha da kötüsü, topladıkları mevduatla borsa oynayan bankalar da kaybetti.
Tam 4000 banka, muhdiler ve zadara yaklaşıp paralarını kurtarmaya çalışırlarken, birbirlerini çilenlerken ardı ardı battı. Bugün buradan baktığımızda bankaların muhdilerin parası ile borsa spekülasyonu yapmalarına inanmak oldukça güç görünüyor. Bunun anlaması güç. Ama öyle oldu çünkü o yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bankacılık yasaları gelişmemişti. Mesela bir bankanın kaç dolar sermayeyle açılabileceği
ya da rezervlerinin ne kadarını kredi olarak dışarıya tekrar verebileceğini belirleyen yasalar yoktu, kurallar konmamıştı. Öyle ki günümüz gözlükleriyle baktığımızda bu bankaların çoğunun daha kuruldukları gün mürfis olduklarını görüyoruz. Buna karşın zamanın yöneticilerinin
gerekli önlemleri alacak bilgileri yoktu. Çünkü az önce anlattığımız gibi bir tecrübeden geçmemişlerdi. Bankalar, aracı kurumlar, fabrikalar, ticarethaneler derken batış bir girdaba dönüştü. O yılın sonunda Amerikan ekonomisinden tam 30 milyar dolar buharlaştı.
Kimsenin cebine gitmedi, kimse bundan zengin olmadı.
Sadece buharlaştı.
İlk Yorumu Siz Yapın