"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 2.Bölüm

Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 2.Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=IB0PDJj1osw.

Consi natuurlijk ki herkese gelmek growth talked yani çok BLACK or爸爸 Sh propre age ve ve babas destruться gibi yanımızda ilk günü x bas throwing şimdi seats bug nunğ ne building o veğ an coincСТThis is arguably the right one
Bugün buradan baktığımızda bankaların muhdiye parası ile borsa spekülasyonu yapmalarına inanmak oldukça güç görünüyor. Bunun anlaması güç. Ama öyle oldu çünkü o yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bankacılık yasaları gelişmemişti.
Bankalar, aracı kurumlar, fabrikalar, ticarethaneler derken batış bir girdaba dönüştü. O yılın sonunda Amerikan ekonomisinden tam 30 milyar dolar buharlaştı. Kimsenin cebine gitmedi. Kimse bundan zengin olmadı. Sadece buharlaştı. Borsanın çöküşü ekonomiyi çökertmeye yetmemeliydi. Ancak Amerikan halkı borsayı Amerikan ekonomisinin sağlığının bir göstergesi olarak görüyordu. Borsa çökünce derin bir umutsuzluğa ve derin bir yeise sürüklendiler. Ve ironik biçimde bu umutsuzluk ve yeistir ki büyük çöküntüyü tetikledi. Kimi politikacıları suçladı. Kimi Amerikan merkez bankacılık sisteminin bürokratlarını suçladı. Kimi başta başkan yetkililerin yerli yersiz konuşmalarının buna sebep olduğunu söyledi.
Kimi kredili kağıtların miktarının artmasının neden olduğundan dem vurdu. Kimileri ahlaksız politikacıların içten haber almak suretiyle yaptıkları kanunsuz işlemlerden, borsa vurgunlarından bahsetti. Herkes kabahati birinde buldu. Ama toz duman ortadan kalkıp da tekrar meseleye bakıldığında borsanın çöküşünün tek bir nedeni olmadığı, kabahatin şunda veya bunda olmadığı anlaşıldı.
Yıllar sonra yapılan araştırmalar gösterdi ki yasa düşüş işlemler mesela vardı. Ancak düşünüldüğü kadar çok değildiler. Tek başına meseleyi anlatacak boyutlarda hiçbir zaman olmamışlardı. Aynı şekilde kredili alımlar yine problemin bir parçasıydı ama onlar da meseleyi bütünüyle izah edecek boyutlarda değildi.
Buna karşılık yatırımcıları sahtekarlıktan koruyacak yasaların olmadığı bir vakaydı. Şöyle ki bir yatırımcı aldığı kağıdını aldığı şirketin durumunu sağlıklı olarak bilemezdi. Çünkü bunu garanti edecek kurallar konmamıştı. SEC diye bilinen kısaca, Menkri Kürkü İmiter Alım Satım Komisyonu kuruldu ama çok sonra kuruldu. Ticari bankaları, yatırım bankalarından ayıran bir kanun çıkarıldı ama bu da çok geç çıkarıldı.
Neticeykenem, badel harabil basra. Basra harap olduktan sonra. 1929 krizi Amerikan halkını ruhsal ve fiziki olarak derinden yaraladı.
İşten atılma korkusu derin tedirginliği neden olurken bir hesaba göre 17 milyon aile reisi işsiz kaldı. 1929-39 yılları arasında binlerce intihar girişimi oldu ve bunların büyük çoğunluğu da başarıyla sonuçlandı.
Yüz binlerce insan düpedüz aç kaldı. Bulabildikleri böğürtlen, ahud idi gibi yiyeceklerle beslenmeye çalıştılar.
Arazileri olanlar yardım bahçesi denilen bostanlar ekmeğe kalkıştılar. Kimsede para yoktu. Bostanların ürünlerini satamıyorlardı o yüzden takas ekmeği yoluna gittiler.
New York şehrin hiç görülmediği birçimde işportacılarla doldu. Bu işportacılar yoksul tezgahlarında iki elma, bir ayva vesaire satıyorlardı. Çocuklar kötü beslenmenin, ilaçsızlığın sonuçlarını yıllarca çektiler.
Aileler, birden fazla aile aynı evi paylaşmak durumunda kaldı. Bir süre sonra mahalleler ghettoya döndü. Boşanmalar arttı. Ama insanlar birbirlerinden ayrılamadıkları için aynı evde oturmaya devam ettiler.
Ayrılamadılar çünkü gidecek yerleri yoktu. Sonuçta mutlu, neşeli Amerika’nın şehre tamamen değişti. Meyus, tedirgin, müzdarip insanların ülkesi oldu.
Bence büyük çöküntüyü ve izleyen trajediği kimse John Steinbeck kadar iyi anlatamadı. Steinbeck’in 1939’da çıkan Gazap Üzümleri adı romanı. Yürek burkan bir sosyal protestoydu.
Büyük yazar, Kaliforniyalı arazi sahiplerinin ve bankaların, göçmen işçilerin açlıktan kırılmasına neden olduğunu anlattı. Bir büyük yakar işte. Gülecek ne mi var? Ben oradan geliyorum da yani gidip gördüm. Dönüp açlıktan öleceğim. Ama açlıktan ölmek çok daha iyidir. Neler geveliyorsun açık konuşsana. Bak el ilanında iyi yönlendiriyor. Büyük çöküntünün nedenleri hakkında yüz binlerce tez tebliğ kitap yazıldı. Dönemin psikolojisi, sosyolojisi, ekonomisi, hukuk sistemi araştırıldı. Çöküntünün nedenleri, alınabilmesi mümkünken alınmayan önlemler tartışıldı.
Bütün bu araştırmaların sonucunda beş ya da altı nokta ortaya koyuldu ki insanlar genellikle çöküntünün nedenleri olarak bu noktalarda mutavuktular.
Birincisi gelir dağılımı dengesizliği. İkincisi şirketlerin mali durumları, mali güçleri arasındaki dengesizlik. Üçüncüsü bankaların yapılanmalarındaki bozukluk. Dördüncüsü dış ödemeler dengesizliği.
Beşincisi ekonomi yönetiminde bilgisizlik ve teşebbetsizlik. Altıncısı, para altın standartında ısrar edilmesi. Görüldükü ücretlerdeki artışa karşın Kükriyen 20’lerde gelir dağılımı adam akıllı bozuktu.
O kadar ki Amerika’nın en üst yüzde biri, en aşağıdaki yüzde on birin kazandığının alt yüz elli misli para kazanıyordu. Bunun ahlaki değerlendirmesi bir yana.
Ekonomik açısından önemi, lüks tüketimin ve yatırımların küçük bir azınlığın elinde olmasıdır. Yatırım olsun, lüks tüketim olsun, barınak gibi, gıda gibi, olmazsa olmaz tüketimi değil insanların. En küçük bir provokasyon da her ikisinden de rahatlıkla vazgeçilebilir. Vazgeçilmesi demek ekonominin incecik dengelerinin tamamen bozulması demektir. Nitekim de böyle oldu. Nitekim New York borsası çökünce sadece lüks tüketim değil, yatırım harcamaları ve bunların üzerine bina edilen ekonomi de çöktü.
İkincisi, Amerikanın zenginleriyle yoksulları arasındaki alt yüz elli misli fark Amerikan şirketleri arasında da vardı.
1870’lerden itibaren Amerikan şirketleri küçük Amerikan şirketleri holdingler ve karteller halinde birleşme yoluna gitmişlerdi. Birinci cihan savaşında bu karteller ve holdingler büyük monopollar tekerler oluşturdular. 1929’a gelindiğinde Amerikan ekonomisinin %50’si 200 şirket tarafından 200 holding karteller tarafından kontrol ediliyordu. Hal böyle olunca bu çok güçlü şirketlerden bir tanesinin sarsılması ve yıkılması bütün bir ekonominin sarsılması ve yıkılması anlamına geldi.
Üçüncüsü bankalar kötü yapılanmışlardı. 20’li yıllarda Amerika’da günde üç ila beş banka açılıyordu.
Ancak bunların daha önce de söylediğim gibi sermaye esaslarını rezerv kredi durumlarını belirleyen yasalar yoktu. Kurallar konmamıştı.
1923-29 arasında günde iki bankanın da batıyor olması endişeye neden olmadı. Bunun da nedeni ekonominin iyi gidiyor olmasıydı. Ama ne zaman ki işler bozuldu, banka iflasları bir baka yadiri olarak görülmemek durumunda kaldı.
Dördüncüsü Amerika Birleşik Devletleri birinci dünya harbine kadar borçlu bir ülkeydi. Birinci dünya savaşından sonra alacaklı bir ülke oldu. Savaşın hem manupları hem de galiplerinin Amerika’ya borcu vardı. Herbert Hoover başkanlığındaki Amerika hükümeti bu borçlarının altın olarak tahsil konusunda ısrarlıydılar.
Bu da olmadık bir durumdu çünkü hem altın stoğu dünyanın bu borçları altın olarak tahsil edilmesi için yeterli değildi hem de olan altın stoğunu zaten Amerika denetliyordu. Amerika’nın denetimi altındaydı. Ayrıca işsizlikten dolayı Amerikan sanayisinin korunması gereği var gibi göründü ve gümrük duvarlarını yükselttiler. Şimdi gümrük duvarları yükselince bu sefer Amerikan sanayisi yurt dışına da satamaz oldu.
Çünkü Avrupa devletleri aynen karşılık verdiler. Onlar da gümrük duvarlarını yükselttiler. O da içine sanayiyi koruyacağım derken dış ticaret azaltıldı.
İşte satılmayan sanayi ihracatta yapamaz hale geldi. Böylece Amerika ne borçlarını tahsil edebiliyordu ne de ihracat yapıp döviz altın hani ise kazanabiliyordu.
Yani tecrübesizlik ve bilgisizlik Amerikan siyasilerinin ve ekonomistlerinin büyük çoğunluğu liberal ekonominin olası ekonomik sistemlerin en iyisi olduğuna inanırlardı.
Nezafer müdahale etmeyi rahat bırakın politikasını benimsemişlerdi. Ancak 1929 krizi ekonominin kendi iç dinamikleriyle kendisini düzeltmesi için beklemenin çok ağır sonuçları olabileceğini net olarak gösterdi.
Başkan Hoover hiç müdahale etmedi değil müdahale etti. Ama müdahale ettiğinde hem birtakım işler için çok geç kalınmıştı hem de nereye nasıl müdahale edeceği konusunda tecrübesiz olduğu için ciddi yanlışlıklar yaptı.
Örneğin o dönemin iktisat anlayışı icabı denk bütçeyi yüceltti ve bütçenin denk tutulması gerektiğine karar verdi. Denk bütçe demek vergilerin arttırılması ve harcamaların kısılması demektir.
Şimdi böyle bir durumda vergileri arttırıp harcamaları da kısarsanız o zaman zaten depresyonda çökünce olan ekonomiyi püs püsün cender altına alıyorsunuz demektir. Öyle oldu. İşsizlik tekrar yükseldi. İşsizlik yükselince insanların satın alma gücü doğal olarak düştü.
Satın alma gücü düşünce mallar ortada kaldı. Mallar ortada kalınca fiyatlar tekrar indi. Herbert Hoover iş adamlarından daha az karları razı olmalarını, işçi çıkarmamalarını rica etti.
İş adamların buna bir itiraz yoktu ama yapamadılar. Çünkü malları satılmıyordu. Malları satılmadığı zaman da üretime devam etmelerine imkan yoktu. Amerikan hükümetinin bu dönemdeki tecrübesizlikten kaynaklanan yanlış icraatından bir tanesi de altın esasında kalmakta ısrar etmesidir.
Şimdi altın esası dediğimiz kağıt paranın belirli bir değerinin karşısına konulan belirli bir miktar altındır. Öyle ki cebinde şu kadar kağıt paranız varsa her an bununla o miktarda altını değiştirebileceğiniz devlet garantisi altındadır.
Şimdi ulusal ekonomik bağlamında bu uygulama hazinede ne kadar altın varsa piyasada o kadar para olacak tedavide o kadar para olacak anlamına gelir. Bir tür sıkı para politikasıdır. Amerikan hükümeti dönemin Amerikan hükümeti altına bağlı para politikasını değiştirmeyi reddetti. Para basmak istemedi. Para basmanın paranın değerini düşüreceği şeklinde ortodoks bir inanç içerisindeydi.
Sonuçta bu sıkı para politikası real sektörün üretimini arttırmasını da engelledi ve ekonomiyi pis pisin dar bir boğaza soktu. Ve küçülmesi neden oldu. O kadar ki 1929-1933 yılları arasında üretim yarı yarıya düştü. İstizlik daha da arttı. Gelir hızla azaldı. Faizler yükseldi. Fiyatlar %30 kadar aşağıya indi.
Şimdi bugün buradan bakınca görülüyor ki. Başkan Hoover’ın yapacağı en iyi iş altın esasından vazgeçmesi imiş.
Para arzını arttırsaymış piyasaları herhalde rahat edecekmiş. Ekonomi canlanabilecekmiş. Ama bilemedi. Dediğim gibi ne zamanının siyasilerinin ne de ekonomistlerinin bu işlerde yeterli deneyimi vardı.
Krizin Amerika’nın ekonomik yapılanmasından yapılanma biçiminden kaynaklandığını göremediler.
Göremedikleri içindir ki gümrük duvarlarıyla Amerika’yı Amerikan sanayi koruma yoluna gittiler. Az önce yine söylediğim gibi Avrupa aynen karşılık verdiği zaman da yapılan iş ürkü ettikleri kurbağa değmedi.
Ve sonuçta ticaret adam akıllı küçüldü. Hoover’dan sonra başa gelen Franklin D. Roosevelt farklı bir kişilikti. Bir kere dinler bir adamdı.
Zengin ve fakirin arasındaki uçurumdan rahatsızdı. Bir şeylerin mutlaka değişmesi gerektiğini düşünüyordu. Pragmatikti. Değişimden ürkmüyordu. Daha farklı çözümleri denemekten ürkmüyordu. Derler ki çok yaratıcı bir adam değilmiş. Daha da böyle olduğunu kendisi de bilirmiş. Bu nedenle de etrafında Brain Trust denilen bir grup nitelikli entelektüel iş adamı, öğretim üyesi toplamış. Franklin Roosevelt aynı zamanda icraatın içinden türü programları başlatan ilk adam. Haftada bir radyoya çıkar, ne yapıp ne yapmadıklarını halka anlatır, güven tazelemeye çalışırmış. Roosevelt iktidarı 1932’de oyların %57.4’ünü alarak geldi. Bu tabii halkın büyük güvenini gösteriyor kendisine. Geldikten sonra da ilk 100 günde ekonomiyi canlandıracak, istidamı arttıracak bir dizi önlem getirdi. Bir paket adeta ortaya koydu. Bu pakete bu programa New Deal denirdi. New Deal kartları yeniden dağıtmak anlamındadır. Karmak ve yeniden dağıtmak. İyi bir isimdi.
Amerika’nın ekonomik kartlarının gerçekten de yeniden dağıtılması gerekiyordu. İhtiyaçları vardı. Şimdi Roosevelt iktidarı iki etapta değerlendirilir.
Bunlardan birincisi 1933-1935 yılları arasında dikkatlerin işsizlik sorununu çözmeye yönendiği ilk 100 gün diyebilinen dönemdir.
İlk 100 gün veya birinci New Deal. İkincisi 35-37 yapısal reformlarının gerçekleştirmeye çalışıldığı dönem buna da ikinci 100 yıl veya ikinci New Deal denir.
İlk 100 günün ilk icraatı hükumete bankaları denetleme hakkı veren acil bankacılık yasasının çıkarılması oldu.
Yasanın hemen ardından bir bankalar tatili ortaya çıkarıldı. Bankalar tatili denilen bu sözde tatil, bankaları gerçekten de tatile gönderdi. Yaklaşık 10 gün süreyle. Bankalar kapandı, bankacılar tatile gittiler ve federal hesap uzmanları bu kapanan bankalara daldı.
Hesapları teker teker incelediler. 10 gün geçip de tatil geri bittiğinde bu bankaların %30’unun açılmadığı görüldü. Hesap uzmanları sağlıksız olduklarına karar vermişlerdi. Aynı günlerde kurulan Merduvat Sigorta Şirketi 5000 dolara kadar olan Merduvat’ın devlet güvencesi altına aldı.
Böylece bankalara duyulan güvensizliğin ortadan kalkması sağlandı. Daha sonra 1933-1934 yıllarında çıkarılan iki yasa ile borsaya bu sefer ayrıntılı kurallar getirildi.
Federal Menkul Kıymetler Yasası ve Federal Menkul Kıymetler Alım-Satım Komisyonu hisse senetlerine ilgili tüm bilgilerin açıklanması gerektiği şeklinde bir karar aldılar.
Dolayısıyla borsa bir tür zaptırapt altına alındı. Kredi hisse senetlerine de yine kısıtlamalar getirildi.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir