Türkiye’de Zengin Ve Fakirlerin Akılalmaz Yaşam Farkı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=wBDXZHjl4iQ.
Yaşadığımız hayat sadece zenginlerin mutlu olabileceği, yoksulların ömürlerini çalışarak tükettikleri bir düzen üzerine kurulu. Günde en az 10-12 saat ter döküp, haftada bir günü verilen izinde, biraz dinlenmek dışında hiçbir şey yapmadan, ay sonunu dahi getirememek gerçek bir hayat olabilir mi? Hiç düşündünüz mü, ne kadar çalışırsanız çalışın, böyle bir ev almanızın imkansız olduğunu? Çünkü orası İstanbul’un zengin ailelerinin kendileri için yarattığı bir cennet. Ve muhtemelen sen böyle bir yerde yaşıyorsun. Ya da burada. İşte bunun adı modern kölelik sistemi. Modern kölelik mi? Şimdi ne olduğunu daha iyi anlayacaksınız. Bunun için biraz eskilere dönmeliyiz. Hani şu tarih filmlerinde izlediğimiz, sırtlarında kırbaçla çalışan köleler vardı ya, emin olun onlardan daha kötü durumdayız.
Neden mi? Çünkü Amerikan tarih filmleri, gerçeği pek de doğru yansıtmıyor. Mısır piramitlerinde çalışan köleler, öncelikle birer sağlık sigortasına sahiplerdi. 20 yaşını doldurmuş her köle isterse evlenebiliyor, evlilik ve düğün masrafları devlet tarafından karşılanıp, çifte bir de ev veriliyordu. Çocukları okula gönderiliyor ve zeki olanlar seçilerek, devlet memuru olarak yetiştiriliyorlardı. İşlerini yapmayanlar ise mahkemeye verilir ve düzelene kadar maaşlarından kesinti yapılırdı ya da görev yerleri değiştirilirdi. Mısırlı hakimlerin çalışanları işten kovmak son tercihleriydi. Çünkü işsiz birinin hırsızlık yapacağı ya da eşkıya olacağını gayet iyi bilirlerdi. Haftada iki gün ve yılda iki ay tatilleri vardı. Mesai süreleri ise 7 saatti. Kısacası bugüne kadar kendi halimize şükretmemiz için, Amerikan tarif filmlerinde oluşturulan köle imajıyla kandırıldık. Neyse ki Mısırlılar yazıyı kullanıyor ve her şeyi kayıt ediyorlardı ki bugün bu kaynaklara ulaşabiliyoruz. 4-5 bin yıl önce yaşamış olan Sümerlerde de benzer şartlar vardı. Hatta köle yılda iki defa sağlık kontrolünden geçirilerek yaşam standartlarının durumu kontrol edilirdi. Bir köleye kötü muamele yapmak ve ona verimli bir hayat sunmamak işvereni idama dahi götürebilirdi.
Şimdi günümüze dönelim. Ülkemizde özel sektörde çalışan herhangi bir işçi ortalama 10 ya da 12 saat mesai yapıyor. Yol süresini ve iş hazırlıklarını eklediğimizde günde 14 saatini patronu için harcamak zorunda. Kısacası kendine ait bir hayatı yok. Aile hayatı yok. Güzel kıyafetler alma şansı yok. Tatile gitmeye ya da eğlenmeye ayıracağı zamanı ve parası yok. Üstüne üstlük gün boyunca patronları tarafından baskıya ve eziyete maruz kalıyor. Tüm bunlara rağmen bir iş bulabildiği için her türlü çileye katlanmak zorunda olduğunu düşünüyor. Ve bir hayali var. 60’lı yaşlarına gelip emekli olduğunda ömrünün son yıllarını biraz daha rahat geçirmek. Peki son birkaç yılında evde oturabilmen için ömrünü harcaman gerçekten değer mi? Ve artık 65 yaşından önce emekli olamayacağınızı da unutmayın. Şimdi size soruyorum. Mısırlı köleler mi daha iyi şartlarda yaşıyordu? Yoksa günümüzün modern köleleri olan bizler mi? Biraz da zenginlerimizin yaşantılarına bakalım. Filmlerde, dizilerde hep fakirlerin mutlu, zenginlerinse bir çok dertle boğuştuğunu izledik. Peki siz gerçek hayatta çok parası olduğu için
üzülen birini gördünüz mü? Eğer varlıklı bir aileden geliyorsanız, yine varlıklı bir hayatınız ve iyi bir mesleğiniz olacak demektir. Çünkü eğitim sistemimiz para ile çalışan bir sistem. Ve eğer özel üniversite ödemelerini yapacak gücünüz varsa, zeki biri olmasanız da mimar, avukat, mühendis olabilirsiniz. Yani sınav kazanmaya bile gerek olmadan meslekleri satın alabiliyorlar diyebiliriz.
Ayrıca istedikleri kalitede kıyafetleri giyme şansları var. Tatile gidebilecek paraları, en önemlisi ise hayatı güzel geçirecek, iyi aile ilişkileri kurmalarına olanak sağlayan bol zamana sahipler. Toplum içerisinde daha çok saygı görüyorlar. Bankada sıra beklemiyorlar. Mutsuz değiller. Kısacası hayat onlara güzel. Ülkemizde 2019 itibariyle yoksulluk sınırı 6.300 lira.
Muhtemelen birçoğumuz yoksul bile değiliz. Şu an bazılarımızın halimize şükretmeliyiz dediğini duyar gibiyim. Tabii ki de şükretmeliyiz. Fakat bunu yaparken, insani standartlarda yaşama hakkımızı ve bize bunu sağlayacak olan ülke kaynaklarımızı koruyarak aptal yerine koyulmaktan da geri durmalıyız. Örneğin 3. köprü olarak bilinen Yavuz Sultan Selim köprüsünün en önemli ortası Astaldi adındaki bir İtalyan firma. İsmi önemli bir atamızın ismi olsa da kaymağını yiyenler İtalyanlar. Türkiye’nin en önemli kuruvazör limanı olan Kuşadası limanı, bunun yanında da Galata limanı, yakın zaman önce İsrail’li Offer Holding’e satıldı. Türk Telekom Araplara, İzmir limanı Hongoklulara, Raki üretimi İngiliz ve Amerikalılara, bankalarımızın %99’unun en büyük hisseleri Yunan, Arap ve Amerikalılara, ülkemizdeki maden işletmeleri ise İngiliz ve Amerikalılar’a çoktan satıldı bile. Listeyi okumak saatler süreci için bu kadarla bırakıyorum. Kısacası milli kaynaklarımız yabancılar tarafından tüketildiği için halkımız insani yaşam standartlarından gün geçtikçe uzaklaşıyor. Tüm bunlar bir yana şu anda işçilerin haklarını korumak için grev yapmaları ülkemizde yasak. Yani patronlarınız sizin haklarınızı yiyor ve kandırıyorsa buna tepkinizi gösterme hakkınız yok. Bunu yaparsanız tutuklanıyorsunuz. Tıpkı yeni havalimanı inşaatında ölen 50’den fazla işçinin arkadaşları bu durumu protesto etmek istediklerinde tutuklandıkları gibi. Kısaca her şey zengin den yana. İşçi iseniz insan olmaya değer görülmüyorsunuz demektir. Üstelik aldığınız maaş neyinize yetmiyor? derler patronlar. Peki Türkiye hep böyle miydi? Hayır. Size cumhuriyetin işçilerine verilen değerin nasıl olduğunu bir örnekle anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’nin en büyük üretim kurumlarından biri olan Sümerbank basma fabrikası kapatıldı. Fakat işçileri hala o günleri unutmuyor. Atatürk’ün kurduğu bu fabrikanın çevresinde Sümerbank işçileri için hazırlanmış olan lojmanlar vardı. Kuşadasında Sümerbank işçilerinin dinlenebilmeleri için hazırlanmış olan tatil köylerinde her sene çok düşük ücretlerle aileleriyle birlikte tatillerini yapabiliyorlardı. İşçi çocuklarına Sümerbank fabrikasının kendi bütçesiyle verilen burslar okutuyordu. Aynı zamanda çalışma saatleri de düşük tutuluyor ve insanların ailelerine bol vakit ayırmaları sağlanıyordu. 700 kişilik bir sinema salonu vardı. Haftada 6 gün film gösterimi yapılırdı. İşçilerin büyük bir tiyatro salonu ve tiyatro kulübü vardı. Fabrikada piyano kursları ve heykel kursları ücretsiz olarak veriliyor ve sergileri çıkıyordu. Spor kulübü vardı. Türkiye’deki bir dönem en iyi futbol stadı o fabrikanın da Nazilli’deydi ve Beşiktaş, Fenerbahçe gibi büyük takımların hepsi mutlaka orayı ziyaret etmişlerdir. Tennis kortu vardı, paten pisti vardı, voleybol ve basketbol sahası vardı. Ameliyat haneli, laboratuarlı hastanesi vardı. Kendi enerjisini kendi ürettiği santrali vardı. Ürettiği enerjiyi kurulu olduğu Aydın’ın Nazilli şehrine dağıtıyordu. İşçileri ücretsiz taşıyan tren sistemi vardı. Türkiye’de kreş yokken orada kreş vardı ve fabrika çalışanları çocuklarını gün boyu o kreşte gönül rahatlığıyla bırakabiliyorlardı.
Kreş’in doktoru ve birçok eğitmeni vardı. Hepsi Nazilli halkı ve işçiler için ücretsiz ya da normalin onda biri ücretlerindeydi. Bunlar hayal değil arkadaşlar. Bu fabrika 1937’den 80’lere hatta 2000’lere kadar böyle gitti. 1937 yılında Atatürk’ü memleketi hayırlı olsun diyerek bu fabrikayı açtı. Yani yüksek kâr elde edip mutsuz bireyler çalıştırmak yerine
mutlu bireyler ile yine yüksek kâr elde ediliyordu. Ulu Önder Atatürk’ün döneminde kurulan bütün fabrikalarda sistem bu şekilde hazırlandı. Ve savaştan çıkan, üretim yapan tek bir fabrikası bile olmayan ülkemiz geniş çaplı bir ekonomiye sahip oldu. Eğer mutlu işçiler, mutlu bir hayat, verimli bir üretim, verimli bir ekonomi istiyorsak sistem tekrar o günkü şartlara dönüştürülmeli değil mi sizce de? Günümüze kadar kurulan devlet tesislerinin %80’i yine Atatürk tarafından açılmıştı. Ancak son yıllarda hepsi yenilenmek yerine ya yabancılara satıldı ya da kapatıldı. Nazilli Sümerbank basma fabrikası da yakın zaman önce maalesefki kapatıldı. Oradaki müthiş işçilik sistemiyle ilgili görsellere ve kayıtlara ulaşmak için internet üzerinden Sümerbank basma fabrikası diye aratarak birçok görsele ve orada çalışmış olan işçilere ulaşabilirsiniz. Yine Atatürk tarafından kurulan tekel fabrikalarındaki işçiler de iyi seviyede haklara sahiplerdi. Ancak tekel kısa süre önce İngiliz ve Amerikalı ortak firma olan tabakko şirketine satıldı ve tekel işçilerinin çoğunluğu emeklilik haklarını bile kaybederek işten çıkarıldılar.
Aylarca Ankara’nın sonunda açlık grevi yapmalarına rağmen ne devletimiz ne basın ne de toplumumuz onlara sahip çıkmadı. Günümüzün düzeni yoksuluğun kötü, mutsuz, acınası, saygı gösterilmeyen bir yaşam sürmesine neden oluyor ve zenginler için kurulan bir dünya gün geçtikçe aradaki bu uçurumu arttırıyor. Sizce de sistemde değişmesi gereken bir şeyler yok mu?
Sizce de omuzlarında yükseldiğimiz işçilerin daha fazla hakka, insani yaşama ve çocuklarını mutlu yetiştirebilmeye hakları yok mu? En kısa zamanda Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki üretim sistemine ve mutlu işçi temelli çalışma hayatına geri dönmek dileğiyle. Daha fazla içeriye ulaşabilmek için kanalıma abone olabilir, beni Instagram’dan da takip edebilirsiniz.
İyi seyirler.
İlk Yorumu Siz Yapın