"Enter"a basıp içeriğe geçin

Yol Param Bile Yoktu. Battım, Çıktım | Malatyalı Rıdvan Mertöz’ün Hikayesi

Yol Param Bile Yoktu. Battım, Çıktım | Malatyalı Rıdvan Mertöz’ün Hikayesi

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=bYRuGR_N4QY.

O fabrika daha sonra batınca, iflas edince bizi de batırdı. Kabus dönemi başladı. O gençlikte çocukluktaki heyecanlığı, o cıvıl cıvıl olan genç, giden bile sıkıntı, strese dönüştü. Borsuk çayının üstünde düşünüyorum. Acaba atlasam mı? Acaba intihar etsem mi diye düşünüyorum. Ben zoru tercih ettim. Yani sıfırın altında eksideyken,
tekrar artılara dönmek o kadar kolay olmadı. 1955 yılında Malatya merkezinde doğmuşum. Doğduğum ev, ya rüyay gibiydi ya. Haşap, kerpiç karışımı, özellikle kerpiç diyelim toprak ev. O ev nedense çok seviliyor.
1964’te Malatya’da bir deprem oldu. Evimizi de Çürük Raporu verdiler, yıkılacak dediler. Yıkıldı ama 64’te olsa, 74’te olsa hep rüyalarımda o çocukluk evi. Bir esnaf, bir demirci çocuğuydum. 7 çocuklu bir ailenin bireyim. Babam demirci, demirde uğramı Hacı Mustafa Mertöz.
Malatya’nın tanınmış demircilerinden biri. Tatillerde, iş yerinizde, babamın dükkanında çalışıyorum. Bir de ilkokulda da, ortaokulda, lisede de okul açıldığında Türkçe öğretmeni ilk kompozisyon sunamında tatilinizi nasıl geçirdiniz diye bir soru soruyor. Şe gittim, akşam döndüm, sabah işe gittim, akşam döndüm. İlkokulda, ortaokulda, lise dönemi Malatya’da.
Okumayı, eğitimi çocukluğumdan beri çok seven biriydim. Sonra lise 1’de 2’de biraz daha gözüm açılmaya başladı. Tatilin anlamını öğrendik. Biz tatil yapmıyoruz ama bir hikaye yazmamız lazım. Olmadık, hikayeler yazıp yani her sene 5 ya da 6, 10 üzerinden notlar alırdık. İmla çok iyi, dil bildisi çok iyi olduğu için 5 verirdi. Çünkü yazılmış 2-3 cümle bir yazı var. Ama lise 1’de 2’de gözüm açılmış artık bir sayfa oluyor. Hayali bir tatil yapıyor. Olmayan bir dayım var, dayımın çiftliği var. Atatürk’ün dayısına gittiği gibi. Ne dayım var ne çiftliği var aldı ki. Tatil oluştururduk ve bu sefer 9 ya da 10 verirdi.
Biz Pazar hariç hep çalıştık babamın iş yerinde. İyi ki de çalışmışız, iyi ki de kaynak makinalarında, özellikle inşaatlarda yorulmuşuz. İnşaatta demir takarken, özellikle kepenk takarken, üst tarafta kaynak yapıyorsunuz. Kaynak kıvılcımları baştan aşağı. Şu su taneleri gibi boydan boya tarıyor, yakıyor. Onlar çok güzel bir şey.
Onlar çok iyi geldi bize. Yandık, piştik diyor ya. Öyle hazırlandık hayata. Zorluklara göz gelmeye başladık. 1972 yılında üniversiteyi kazandım. İstanbul’a geldim Yıldız Teknik Üniversitesi makina bölümünü. 1977 yılında mezun oldum. Mezun oldum hemen iş buldum. Çalıştığım fabrika beyaz eşya üretiyordu.
Yaklaşık iki yıl kadar o fabrikada çalıştıktan sonra ayrıldım. O fabrikaya yansanay oldum. Belki hayatımın hatasını yaptım. O fabrika daha sonra batınca, iflas edince bizi de batırdı. Kabus dönemi başladı. O gençlikte ki, çocukluktaki heyecanlığı, o cıvıl cıvıl olan genç, giden bire sıkıntı, strese dönüştü. Bizim o yokluk döneminde, en önemli şey kendimizi öyle çok bitmiş tükenmiş gibi şey yapmadık. Kendi çapımızda bir iki tane üretim yapmaya başlamıştık. Bunlardan biri o zaman Türkiye’de hiç yapılmayan sürgülü cam kilidi. Mobilya kilitleri iki üç tane böyle az sermayeyle yapılacak işler. Cam kilidi de Türkiye’de bilindik bir ürün değil. Bundan da işte pazarlamak için yola çıktım.
Önce Bursa’ya gittik, hiç satamadık. Sonra Eskişehir’e gittim. Eskişehir’den hiç satamadım ama dönecek param yok. Kara kara düşünüyorum. İnanılmaz bir sıkıntı ve çaresizlik yaşıyorum. Borsuk çayının üstünde düşünüyorum. Acaba atlasam mı? Acaba intihar etmemiz lazım mı?
İntihar etsem mi diye düşünüyorum. O duygularla Haydi Rıdvan dedi, kendine gel. Alemdar Ticaret diye bir dükkan vardı önünden geçerken bir cesaretle içeri girdim. Sahibi Seyhan Bey’e utanarak sıkılarak dedim ki İstanbul’a dönecek param yok ama benim otogarda bir kilit kolum var. Bunların içinden bir kısmını sana satarsam İstanbul’a dönerim.
Ne demek dedi? Getir dedim. 25 tane getir dedi. 25 tane kilidi. Getirdim parasını aldım. Bir simit aldım yedim. Otobüs biletini aldım. Eve gittim yattım. Ağlıyorum. Yorganı kafama çektim. Ağlıyorum ne yapayım ne yapayım diye. Sonra kendime geldim. Rıdvan dedim artık bundan sonra hiç sıkıntını kimseye hissettirmeyeceksin. Yüzünde gülecek.
Ondan sonra hep gülmeye başladım. Param yok ama yüzüm gülüyor. Bizim o günlerde bir yakınımıza veya bir arkadaşımıza biraz durumumuzu anlattığımız zaman bu belki benden para ister diye hemen işte önünü kesiyor. İşte benim çekim var çok sıkıntıdayım şöyle bir. Kimseyle görüşmeyeceksin. Ben zoru tercih ettim. Yani o sıfırın altında eksideyken tekrar artılara dönmek o kadar kolay olmadı. Gece gündüz demedim. En az iki işçinin çalışabildiği kadar üç işçilik iş yaptım. Hem patron hem işçi hem faturayı kesen hem telefona bakan bir insan olduk. Ve mücadele mücadele mücadele derken artık 84-85 yılında geldiğinde para son sıkıntılarımız kalmamıştı.
İlk yılı 88 yılında oldu ama ondan sonra 1-2 yıl hemen hemen hiç olmadı. Bu Sovyetler Birliği’nin dalbasıyla beraber bol ticareti başladı. Ruslarla gelip bizi buluyordu. Parayı veriyordu önceden. Sonra gelip ürünü alıyordu. 94’te şöyle bir şey yaşadım.
94’ün biliyorsunuz Nisan, Mayıs, Azran ayları çok inanılmaz kriz aylarıydı. Nisan ayında maaş verdim ama Mayıs ayında ödeyecek param yok. Kara kara düşünüyorum. Düşünüyorum düşünüyorum. Sanki bir hızır yetişti. Bir karı koca Rus girdi içeriye. 10 bin dolar para bıraktı. Bir ay sonra da dedi geriye kalanı ödeyeceğiz 20 bin dolarlık sipariş verdi. İnanılmaz bir keyif. Ertesi ayda maaşı çok rahatlıkla verdik. Sonra piyasa açıldı. 94 yılını bile küçülmeden biz bir krizi ve fırsata dönüştürmüş şekilde atlattık. 90 yılında da büyük bir değişikliğe karar verdik. Türkiye’de hemen hemen hiç piyasası marketi olmayan endüstri erkekliliklere girdik. Endüstriye kilit ve menteşe kullanacak doğru düzgün müşteri yok. Varsa varsa bir tane Siemens var, bir iki firma var. Kabul ettirdik birkaç taneye. Derken piyasa da oluşmaya başladı. Artık 95’e 96’ya geldiğimizde ihracatımız da başlamıştı. Dünyayı tanımaya başlamıştık. Hannover Fuarı’na gidiyoruz, geliyoruz. Rakiplerimizi görüyoruz. Sektörün büyüklüğünü de iyice öğrenmeye başladık.
Ve 1, 2, 3, 5 derken ellinin üstünde ürünümüz oldu. Aşağı yukarı 2000’li yıllara geldiğimizde yüze yakın farklı ürün üretiyorduk. Ve satışımızın %35-40’ı da ihracattı. Biz girdiğimizde üreten yok. Tabii ki bir miktar dışarıdan mal geliyordu.
Biz girdikten sonra üreten çoğalıyor. Niye çoğalıyor? Bizden ayrılan oluyor, ayrılandan ayrılan oluyor. Derken bugün aşağı yukarı 11 firmayız ama biz Mesang Kilit olarak Türkiye pazarının yarısına hakimiz, yerlerin toplamı kadar ürün yapıyoruz. Mesang Kilit’in adını sorarsanız bizim ufkamız çok büyüktü, çok farklıydı.
Beyaz Eşya’ya yansanay olarak başladığımızda biz de bir arçelik hayaliyle başladık. Maden Eşya Sanayinin kısaltılışı anlamına gelen mesan. Sonra baktık ki o hayaller suya düştü. Hayal ettiğimiz büyüklüğe erişmezsek de sektörümüzde dünya çapında bir marka olduk. İracatımız da biz çok iddialıyız.
Şu anda üretimizin yaradan fazlasını irac ediyoruz. %50-60’ını hem iş piyasada büyüyoruz hem iracatla büyüyoruz. Oksan ülkeye iracat yapıyoruz. Çin’e de iracatımız var. Singapur’a da var, Eksikay’a da var, Kolombiya’ da var, Çili’ye de var. Ama en çok Avrupa, tabii ki Avrupa gelişmiş. Endüsyel kilidi en çok tüketen yer Avrupa olduğu için en fazla Avrupa.
İngiltere birinci sırada, İtalya ikinci sırada, Almanya üç ve Rusya dördüncü sırada olmak üzere iracat sıralamamız da bu şekilde. Patentli ürünümüz, en az 8-10 tane patentli, faydalı model ve dizayn, tasarım tesciliği yapmış olduğumuz ürün çok fazla. Yani o 100 civarında.
En önemli özelliklerimizden biri de benim mühendislik stajı yaptığım zaman o çektiğim sıkıntıları gençler çekmesin diye bir staja çok önem veriyoruz. Gençlere şöyle bir öğüdüm var. Kopyacı olmayın bir. Google amca sizin imdadınıza yetişir ama aklınızda da bir şey tutmayı öğren. Birazcık kafalarınızda bir şeyler olsun zararı yok. Yani beyin kapasitesi çok yüksek. Alır bunları. Benim şu anda mesan kilitli envanterimiz yani parça dediğimiz 10 binden fazla ama bundan 5-6 sene evvel veya 10 sene evvel 5 bin civarıydı parça sayısı. 5 bin parçanın hemen hemen tüm ölçüleri aklımdaydı. Her birinin en az 10 ölçüsü vardır ya. 50 bin tane rakam kalırsa bu akılda demek ki bir şey olmuyor yani kafa dayanıyor buna. Benim en büyük eksiğim yabancı lisan. Biraz daha kendimi zorlar lisan öğrenmeye çalışırdım. Bizde okul zamanında öyle lisan çok önem verilmezdi.
Ama yabancı lisanım zayıf olduğu için mutlaka yurtdışına bir elemanımla ya oğlumla ya kızımla ya bir ihracat sorumlumuzla çıktık.
Yabancı dil çok önemli bir sefer.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir