08 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=epBB2zUamPM.
Rasûlullah, Sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, tezgah, mübârek, pâk rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmına, enbiyâ-i zanıma, sâdât-ı kirâm hazarâtına, cümle geçmişlerimizden şehidlerin rûh-u şerîflerine. Bugün düğününü yapacağımız yavrularımızın dünya ve âhiret saâdesine, dinimizin, vatana’ımızın, milletimizin selâmetine, hicr-i 1444 yılından beri Ümmet-i Muhammed için bereket-i rahmet, rûhâniyet olmasını yâdız duâsıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç işlâsı Allah’a müssirle sedin.
Allah’a Mâzîm, Allah’a Mûdûn, Allah’a Mûdûn, Allah’a Mûdûn, Allah’a Mûdûn… Amin. Kıymetli kardeşlerimiz, Zövbe Sûresi’nin 111. âyeti okundu. Burada Cenâb-ı Hak bir fedakârlık bildiriyor. Vurkan Sûresi’nden okundu. Orada bir evlilik, bu nasıl bir evlilik olacak? Nasıl toplum, o âile saâdet bulacak? Nasıl toplumda bir huzura kavuşacak? O âyet-i kerîme aşağı kadar okundu. Bütün kardeşlerimizin hicr-i 1444 senesine tebrik ediyoruz. Allah mübârek eylesin inşâallah. Bu mübârek sene, Ümmet-i Muhammed’e bereket ve rahmet vesîle olması Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz. Kıymetli kardeşimiz, Muharrem ayında ilk on günü mânevî bir hazine değerindedir. Ondan ilâhî istifâde edince, bizzat seherlerine teheccüdle, gündüz eğer mümkünse, kabiliyet, işimiz hafifse, gücümüz varsa, mümkünse oruçla geçirmeyi,
gayret etmemizi Efendimiz tavsiye ediyor. Efendimiz buyuruyor, Ramazan orucu, en fazlalıkta oruç, Allah’ın ayı Muharrem’de tutulan oruçtur. Fazlalıkta dışında en fazlalıkta namaz da, gece namazı, teheccüd namazıdır. Burada vel fecri de Cenâb-ı Hak fecriye yemin olsun buyuruyor. Günün başladığı zaman da yemin olsun buyuruyor. Allah, bize her gün bir ömür tâviyeden bir yaprak açıyor. Daima tefekkür eder, biz bu yaprağı nasıl dolduracağız? Çünkü bu yaprak, kıyamet günü açılacak, git ve onu oku, bugün nefsin sana kâfidir denecek. Vel fecri, velî âle-i âşr, Cenâb-ı Hak on geceye and olsun buyuruyor. Yani on geceye yemin olsun buyuruyor. Bütün geceye fazîle edip, fakat bu on gecenin değeri,
daha ayrı demek ki, Ramazan geceleri de fazîletli. Ramazan geceleri için bu on geceleri ayrı edilen bir fazîleti var. Bu on gece hangisi tefsirlerde? Bir zilhiccenin ilk on gecesi, yani Hâşd’an evvelki on gecesi. İçine girdiğiniz Muharrem’in on gecesi. Üçüncü görüşte Ramazan’ın son on gecesi, ya Kadir gecesi onun içinde olmuş oluyor. Yine bir sahabe, yâ Rasûlâllah! Ramazan’dan sonra hangi ayda oruç,
tutmamız emir buyursunuz diye sorunluyor. Efendimiz şu cevap veriyor. Eğer Ramazan’dan sonra oruç tutacaksan, Muharrem’de tut. Zira O, Allah’ın ayıdır. Onda bir gün vardır ki Allah bir kavmin tevhûbesini o günde kabul buyurdu. Başka kavmin tevhûbesini yazdıran o günde kabul eder. O uzun hafta inşaat bahsediyoruz. O gün on Muharrem’de birçok vukuatlar oldu.
Âdem aleyhisselâm’ın başlayarak bütün peygamberlerde bir vukuatlar oldu. Diyelim ki bu on gecenin bilhassa onuncu günde çok mühim. Burada on gün mümkünse oruç tutabilmek. Ramazan orucu farz olduktan sonra bu oruç nâfile oldu. Fakat çok ecirli bir oruç. Bir de burada şu var. قَالِلْمَغْضُوَ بِعَلَيْهِمْ وَلَتَّٓا نَعِنَةَ Dalâlettekilere benzememek. Yani ibadette bile bile benzememek.
Rasûlullah Efendimiz’in emir buyuruyor. Yahudiler dedi ki, biz on Muharrem’de biz oruç tutuyoruz dediler. Efendimiz biz de o zaman dedi, bir gün evvel bir gün sonra tutalım. İbadette bile Yahudiler’e benzemeyelim buyurdu. Tabi bu da çok mühim. Bilhassa günümüzün felâkete, bu onları taklit etmek, benzemek bir felâket. Efendimiz ibadette bile men ediyor bunu. Bu mübârek günler, şunu unutmamak lâzım ki,
hicri takvim, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in Mekke’den Medîne’ye hicretiyle başlamıştır. Dolayısıyla hicri, başı ve sene Efendimiz ve ashâb-ı kirâmın hicretinin tefekkürüne derinleşmek, bilhassa bugünlerde ihtiyacımız var. Demek ki niye hicret edildi? Büyük bir zulüm vardı. Zulüm onun, din yaşanmıyordu. Aynı zamanda bir dârül erkân vardı. Orada ancak, orada tebliğ ediliyordu. Namaz farzı oldu. Orada hicretten bir buçuk sene evvel. Daha veya farz olan bir ibadet yoktu. İbadetler, nâfile ibadetler vardı. Namaz vardı, oruç vardı ama bunlar falan nâfileydi. Yani farz, oruç, hicretten sonra zekât vs. hepsi farz. Daha veya nâfileydi. Burada, gayr-i mâdûb, aleyhâs-sener-i teâlî, tâniye benzememek, bir de dînin yaşanması için,
dînin huzurlu, rûhâniyetli yaşanması için, gâfillere benzememek, İslâm dışındakilere benzememek, İslâm karakterleri ve İslâm şahsiyetini tevzî edebilmek. Hicretten gaye, din yaşanacak. Ahkâm âyet dinleyecek, ahkâm âyetleri tatbik edilecek. Namus korunacak. Namus’un bir emniyeti yoktu.
Tecavüzü yeltenmeler vardı. Maldan emniyet yoktu, güçlü güçlülüğün malını alıyordu. Demek ki bu hicretten gaye, din yaşanacak. Namus korunacak, mal muhafaza edilecek. Ahkâm âyet deneyecek, bu ahkâm âyetleri hayatın bütün muhtevâsında yaşanacak. Peygamberler, câhile devrinde gelir. Câhile devri demek, insanlığın insanlığı insanlığa,
veda ettiği bir devir. Zulmün arttı, bir nevi bir kas sisteminin geldiği, güçlünün güçlüsü eziyor bir devir. Bu devri, câhile devri denir. Cenâb-ı Hak bu câhile devrinde peygamberler gönderir. Bugün de ayrı bir, modern bir câhileye girdik ki, fiten hadîs-i şerîf var. Yani kıyamet alâme bildiğinden hadîs-i şerîfler var. Yavaş yavaş demek ki dünya da oraya doğru yaklaşıyor. Câhile devrinde neler var?
Ruhî çöküntülerin yaşandığı, kalp âleminin virâneye döndüğü bir devirdir, câhile devri. Bugün de aşağı yukarı. Gönül pınarların merhametsizlikle kurduğu bir devirdir. Bugün dünyada merhamet var mı, görüyoruz. Sûresi, Myanmar, Sudan vs. Vicdanların zulümle karardığı bir devirdir. Bugün öyle bir,
esaret var ki hem malını alıyor, hem canını alıyor, hem toprağını alıyor, bir de duygularını alıyor. Duygularını alıyor, internet, televizyon vs. vs. kendi hissiyatını, senin duygularını empoze ediyor. Onlar gibi düşünüyorsun, onlar gibi hareket ediyorsun. Vicdanların zulümle karardığı bir devir. İnsanlığın dizginlerini şeytana kaptırdığı bir devir.
Beşerîlerin ezb-i esâfilinden düçâr olduğu bir devir, altların en altını. İnsanlığa veda edilen, katran müzâresi simsiyah bir devirdi. Bugün aşağı yukarı, onun benzerine girdik. Hattâ baktığımız zaman Kur’ân-ı Kerîm ile A’d kavmi, Semûd kavmi, Feravun kavmi, Rûd kavmi, bugün hepsinin insanları tekrar insanlık piyasasına çıktı. İfsat için. Yani esasen Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem uzak yaşanan bir devir, bir câhiliye devridir. İlâhî ve nebî beyânlarla ıslah olmamış her asrın vahşetleri birbirine benzer. O da, âne-i nebî İlâhîzîn, büyük haber dediler. Ya dediler, âhiret varsa ne yapacağız dediler.
Âhiret inancını söndürmeye çalışıyorlar. Bugün de aynı şekilde âhiret inancını söndürmeye çalışıyorlar ki, gayr-ı ahlâkî şeylere terbiye ediliyor. İnsanlık dışındaki hâdise, eşcinsellik vs. bu. Bunlarla gayrı nedir? Aileyi çökertmek. Gayr-ı meşhubî hayatı revâç vermek.
Hicret, câhiyye karanlıktan kurduğumuz nur ve huzurlu bir fazîletler medeniyede inşa eden asr-ı saâdet toplumunun yürüyüşünün adıdır. Demek ki hicret, bir asr-ı saâdet ile bir yürüyüşün adıdır. Asr-ı saâdet bir numûn olacak. Sahâbî, Allah ve Rasûl’ü için dini yaşayabilmek uğruna malı mümkün geldi, bırakıp hicret etti. Gece gizli hicret ediyorlardı.
Günümüzde de her mü’min, Allâh’ın yasakladığı şeyleri terk ederek, şerden hayra, bâtıldan hakka, dünyadan âhirete hicret, şuuruyla yaşanabilmektir. Bugün en mühim hicret, Allah ve Rasûl’ün rızâ, muhabbet ve dostluğuna hicrettir.
Esas hicret, günahlardan, mâsiyetlerle uzaklaşıp, amel-i sâlihler hicrettir. Amel-i sâlihler çok mühim. Efendimiz Fâtıma dedi, Babanın peygamber olduğunu güvenme, ol amel-i sâlih işte. Biraz günümüzde modern câhiliye gafletinden Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem ve onun güzîde esrâb-ı sebebine, takvâ hayatına hicret etmemiz demektir, bugünkü hicret. Rabbimiz cümlemiz, bu şuur-i idrak için de bir ömür yaşamayı nasip etmiş bir müyessireyle inşâallah. Okunan âyet-i kerîme, Tevbe Sûresi’nin 111. âyetinde, burada Cenâb-ı Hak îmânımızı test ediyor. Cenâb-ı Hak mal veriyor, can veriyor. Bu malı niye verdi, bu canı niye verdi?
Canı veren kim, malı veren kim? Gelişimizi, gidişimizi, bu akışı tanzim eden kim? Bizi dünyada nîmetleri perverde eden kim? Hep bunun bir şuur hâlinde gelebilmesi mü’minden. Cenâb-ı Hak mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine verirken, cennet karşısına satın almıştır. Malın sahibi Cenâb-ı Hak vermeyebilirdi. Diğer mahlûkâda malı vermedi. Ona bulduğu, neyi bulmadığı zaman öyle kalıyor. Fakat insanın diğer mahlûkâdan farklı mal veriyor. Niye bu malı veriyor? Bir îman testi. Riyâzat hâlinde yaşayacak, Allah’a adayacak bu malı. Allah’a adanan bir mal olacak. Can nedir? Canı veren Allah. Bu can da Allah yolunda sefer bir şey verir. Bu can da Allah’a adanacak. Bu yüce Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine verecek cennet karşısına satın almıştır. Demek ki dünya, âhiretin büyük bir pazarı. Bu pazarda Cenâb-ı Hak diğer âyetler, başka şeylerden, evlâttan vs. eden diğer imtihanlar da var. Fakat bu âyette esas mühim olan mal ve canın Allah yolunda adanması.
Daha evvel bir müslüman düşünecek, Allah bana bu malı niye verdi? Ona vermedi, bana verdi. Benim vazifem nedir? Ben nasıl yaşayacağım? Mal benim diye lüks, israf, pintilik hâlinde yaşayıp bir hakkım var mı? Yaşarsam ne olur akıbetim? Canımı nasıl kullanacağım? Bu can niye verildi? Şerîat ile hayatın bütün muhtevâsını kaplıyor. Demek ki kul, bu şuurun idrâk içinde olacak. Nereye kadar bu can gidiyor? Onlar Allah yolunda savaşırlar, buyuruyor. Allah’ın cihat. En bugün cihat, müsterşit-i irşad. İrşad bekleyen kimselere irşad edebilmek. Onlar, ölürler, ölürler, son nefese kadar bu mücadelenin bulunabilmek. Sahibi bunun için Çin’e gitti, Semerkant’a gitti, dünyanın dört tarafına gitti. Orada bir müjdeyi götürdü. Allah Rasûlü’nü takdim etti. Îman ne olduğunu tebliğ etti. Bir şahsiyetle bak, karakterli olmayı telkin etti. Ömer Radıyallâh’ın Dağıstan’a orduyu gönderirken, sakın hâdede, onları da onları da birbirlerine takip etmeye başladı.
Demek ki memleketlerinnen blurfı lezzetleri falan세vibîlipping place bunun mieliniicymeleme süitorsiz pret lysinde exas換arak.
Onların yedikleri şeyleri de heves etmeyeceksiniz dedi. Kendi dediği şahsiyetinizi bozmayacaksınız dedi.” Bu yüzden maalesef buna hiç uyulmuyor. Bu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’a Allah özetini bilen bir haktır. Allah’tan sözünü daha iyi yerine getiren kim olabilir diyor Cenâb-ı Hak. O hâlde Allah’la yapmış olduğunuzu alışverişten sevinin buyuruyor. Demek ki bir mü’min Allah’la ticaret yapmış oluyor.
Allah’ın verdiği mal ve canı Allah’ın kullanmakla Allah yolunda, Cenâb-ı Hakk’la bir ticaret yapıyor. İşte bu gerçekten kazanç, diyor, bunları sevinin diyor Cenâb-ı Hak. Velhâsıl yine oraya gelelim ilk âyete, Tevbe Sûresi’nin 110.000’in câidinde. Can ve mal, insanı geçici olarak verilen iki nîmet. Can da fânî, mal da fânî. Ruhi ise bâki, devam edecek.
Lâkin bu iki nîmeti, Allah’ın rızası, istikâmetini fedakârıyla sarf edebiliyorsa, mukabil cennet var. Yani bir damla mukabilinde sonsuzluk bir derya. Yani dünya bir damla, âhiret bir sonsuzluk bir derya. Dünyayı nasıl Cenâb-ı Hak bildiriyor, dünyanın hâlâ âhiretten bakışta, اِلَّا عَشَيْةً اَوْدُوْهَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَاَa! Sanki bir akşamın karanlık, yoş vakti, akşam girerken bir de sabahın seher vakti. Demek ki bu aldanmamak, ne güzel kârlı bir alışveriş, bu ömrü ziyân etmemek. Bir kimse, yahut bir bahçıvan, alacağı mahsulünün miktarını bilirse, saçtığı tohumlarda ki fedakârlığı gözünde büyütmez. Çünkü bundan çok çok fazlasını alacaktır. Üstelik fazla kazan karşısında fırsatlarını az değerlendirince idrâk eder ve daha büyük kârları elde edebilmenin fazlasını alacaktır.
Fakat kârları elde edebilmenin farkında olur. Onun için daha çok tohum ekmeye, toprağın verimine istifâ etmeye çalışır. Mahsul çıktığı zaman bol mahsul. Keşke daha fazla yapabilseydim, hasret içinde olur. Rasûlullah Efendimiz’de herkes bir pişmanla vefat edecek. Keşke daha öteye gitseydim.
Yâ Rabbi! Biraz daha bana ömrünü uzatsan da, biraz ömür versen de, sadaka versen de, sâlihlerden daha öteye gitmeden evvel, verdiğimiz nîmetlerden infak etmemiz, Cenâb-ı Hak bildiriyor. Hattâ Efendimiz’in sâlih kimseler bile ölümünü bir pişmanlıkla, çünkü kabirde, âhirette kazanma yok, bitti. Keşke yâ Rabbi daha öteye gitseydim, daha çok hayırlı senattaydı bulunsaydım.
İlyas,aleyhisselâm’a Ezrâil geliyor, peygamber. Ezrâil geliyor, biri şöyle ürperiyor, can almaya geliyor. Sen peygambersin diyor, İlyas diyor. Ölümden mi ürperdin diyor. Lok diyor, ölümden ürpermedin diyor. Şu dünya hayatında İslâm’ı yaşıyordum diyor, tebliğ ediyordum diyor. Büyük bir rûhâniyet içindeydim diyor. Şimdi de kabirde rehin kalacağım, tâ kıyamete kadar diyor. Bu ecirlerden mahrum olacağım diyor. Bu huzudan mahrum olacağım diyor. İşte aynı hadîs-i şerîfte, Efendimiz bir gün ashâb-ı kirâm’a, ölüpte pişmanlık olmayacak hiçbir kimse yoktur. Bu gün ashâb-ı kirâm, onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlullah diye sorunca, Efendimiz şöyle bir şey diyor, sâlih kişi ise bu hâlinde daha fazla artırmamış olduğundan pişman olacaktır.
Kötülük eden bir kişi, hayatını ziyan eden bir kişi de bu kötülükten vazgeçmemiş olduğunun pişmanlığında olacaktır. Fakat her şey bitmiş olacak. Yani can ve malı bakışı, insanın muhabbetini de ölçüsüdür. Zira muhabbet, sevilene uğruna gösteren fedakârlıkla ölçülür. Bir anneye baktığımız zaman, annen fedakârlıkla ölçülür. Mevlânâ diyor ki, dünya metalini sayıyor.
Altına ne oluyor, altında ne kıymeti var diyor. Can ne oluyor diyor, can ne kıymeti var diyor. İnci de mercanda nedir diyor, o süs eşyaları. Bu diyor, bir sevgiye harcanmadıktan sonra, bir güzeli fedâ edilmekten sonra, yani bir mal Allah yolunda harcanmazsa, onun ne kıymeti var diyor. İbrahim –aleyhisselâm– dostluk imtihanı can, mal ve evlât ile verdi.
Can ve mallarını Allah’ın fedâ etmeye kıyamayanlar, korkak ve cimri olanlardır buyruluyor. Allah’a dostluk şerefine mazhar olamamışlardır onlar buyruluyor. Çünkü onlar, bâki olan cennet dururken fânî dünyaya tercih eden hamâkat sahiplerdir buyruluyor. Ebû Bekir –radıyallâhu anh– şöyle bir tavsiyesi var. Îman, sadece câmilerde olup hayatın safhada aksetilmesi. Namaza geliyor ama İslâm’ı yaşamıyor. Âle hayatı geçecek âle hayat, beşerî münasebetler, mal cimrilerde, silah da korkaklar da, yetki zayıflarda olur, işler bozulur diyor Ebû Bekir –radıyallâhu anh–. Bir bedevî geldi. “-Yâ Rasûlâllah! Ben dedi, müslüman oluyorum dedi, bana İslâm’ı tarif etti, Efendimiz’in îmânın şartlarını, İslâm’ın şartlarını anlattı.” Bedevî dedi ki, “-Tamam, hepsini kabul edelim, sadece ben cihat, yani Allah’ın da gayret edemem, bir de sadaka zekât veremem.” dedi.
“-Ben balımı da seviyorum dedi, canımı da seviyorum.” dedi. Efendimiz şöyle linden tut, şöyle bir salladı. “-Sen dedi, cihat etmeyeceksin dedi, bana infak etmeyeceksin dedi, zekât, infak vs. Nasıl cennet gireceksin, söyle bakayım bana.” dedi. Adam da “-Aman yâ Rasûlâllah! Malımı da vereceğim, cihat da edeceğim.” dedi.
Yani şu dünya pazarında en büyük vazifemiz, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını tahsil etmektir. Bunun yegâne yolu, Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet-i Seniyye’nin nur yolu. Ancak bu iskâmda girebilirsek, Ebedî Kur-Cennet ve Cemâl-ı Allah yolunu aydınlatacak olan ilâhî nura kavuşabiliriz.
Bunun aksine, ilâhî nura sırt çevirerek, şerîatı yaşamadan, boşluk bırakarak, nefsânî vehmîlerden, şeytânî hayallerden, beşerin sakat felsefelerinden veya tahrif edilmiş dillerden medet ummak, kişinin kendi eliyle kendini acı bir azâban girdapta ilâhî götürmesidir. Namaz bir huzur verir.
İşte secdeye yaklaşmıyor. Haberi yok namazda. Medetasyon diyor. Tâ Hint dinlerine gördüğü o hareketlerle huzur bulmaya çalışıyor. Yani sefâdet içerisinde saâdet arıyor.
Cenâb-ı Hak âhireti unup da dünya için ter dökenlere, ihtiraslarla hayal ziyan edenelere âmiletün nasibi buyuruyor. Çalışmıştır fakat boşuna buyuruyor. Bir de o çalıştığının kazandığını hesâbıyla gidecek. O yorgunluğu hâlâ hiç. Bir de onu hesâbıyla gidecek. Gâfil insan, misafir bulunduğu dünya konağına, geçiş nimetlerine dört elle sarılır. Malmük ve fânî imkânlarını kendisinin koruyup bu dünyada ebedî kalır zanneder, ölümü uzak görür. Bu nevî gaflete şaşkın bir şey. Bu nevî gaflete şaşkın bir şey.
Bir ârif saat şöyledir, dünyadan ebedîlik isteme, dünyada kendisine ebedîlik yok ki sana versin. Müm’lenâ diyor, senin için dünya bir misafirhane gibidir. Semişler de kederlerde gelip geçidir. Ne semişleri aldığın ne de gamları derdinde, ne de kederlerde gelip geçirir. Ne semişleri aldığın ne de gamları derdinde, ne de kederlerde gelip geçirir.
Müm’lenâ diyor, senin için dünya bir misafirhane gibidir. Semişler de kederlerde gelip geçirir. Ne semişleri aldığın ne de gamları derdin. Gamlar, suruna mânî olursa üzülme. Çünkü gamlar, sabredersen, senin için sevinç ve bir neşey hazırlanır. Yani gamlarda Cenâb-ı Hak ilticâ ederse, Cenâb-ı Hak sığınırsa, senin için bir sevinç getirir.
Cenâb-ı Hak, صراط الَّذِينَ اَنْ عَمْتَ عَلَيْكِمْ Bu, nîmet verdikleri Cenâb-ı Hakk’ın, bu dört şahsiyete benzememizi Cenâb-ı Hak istiyor. Birincisi, peygamberler. Daima bir muhasebe hâlinde olacağız. Ben Rasûlullah Efendimiz’in hâlini ne kadar halleniyorum? Ev hayatı, ticârî hayat, aile hayatı, evlât-ı eşy, vs. İkincisi, sıddıklar, nîmet verdikleri. Ne kadar Allah Rasûlü’ne sâdâkat hâlindeyim.
Şehitler, üçüncüsü, ne kadar fedakârlıkta yaşıyorum İslâm’a. Dördüncüsü, sâlihler, ne kadar bir istikamet üzerindeyim. Cenâb-ı Hak, اَنْ عَمْتَ عَلَيْكِمْ Nîmet verdiklerimiz, onlar gibi olmamızı Cenâb-ı Hakk’ın, غَلِرِ مَعَدُوهُ وَالنَّمَلَةُ الَّذِينَ دَلَالَتَّكِرَةِ Benzememek. Ashâb-ı kirâm Rasûlullah Efendimiz’i gördü, hayran oldu. O muhabbetten dünya lezzetleri muhabbet kurudu.
Efendimiz geldi, akabı günü beyât ettiler. Abdullah bin Reba’yı sordu, yâ Rasûlullah Efendimiz dedi, bu beyât hâlinde bize ne var ikram olarak? Rasûlullah Efendimiz cennet var buyurdu. Onun üzerine bu âyetleri Maalik’e, canlıların cennetine satın alırlar. Yine Bedir’de müşrikler güçlüydü, maddeten güçlüydü. Dedi ki sahâbî topluluğu, yâ Rasûlullah dedi, biz sana beyât hâlindeyiz, sen kendini denize doğru yürüsen, denize atsan kendimizi denize atarız dedi.
Uğut’ta da beyât oldu. Hazret-i Hamza şehid oldu, Musaf şehid oldu, yetmiş şehit verildi. Efendimiz’i, hatta Hamza şehid olduğu zaman, Efendimiz’i gördüğünde yaşakmaya başladı. O zaman ashâb-ı kirâm toplandı. Yâ Rasûlullah! Mahzur olma dedi. Bu uğurda şehid olmaya biz hazırız dedi. Şehid olmaya beyât ediyoruz dedi. Hudeybiyete Hazret-i Osman Radıyası’na elçi olarak gönderildi. Gelmesi gecikti çok.
Acaba Hazret-i Osman şehid edildi mi diye bir endişe geldi. Rasûlullah Efendimiz o endişe oldu. Ashâb-ı kirâm toplandı. Yâ Rasûlullah! dedi. Biz senin gönlünde ne var, senin gönlüne biz beyât ediyoruz dedi. Velhâsıl demek ki bu, Allah’la alışveriş, canlamanla alışveriş. İşte sahâbî bu defalarca Efendimiz’i tekrarladı. Âyet-i kerîmede buyruluyor, «…Meyyudur Rasûlullah!» dedi.
Fakat et Allah, Allah Rasûlü’nün itaat, Allah’a itaat olmuş oluyor.» Yani sahâbî öyle bir Efendimiz’e lezzet buluyordu ki, «…Canım malım, her şeyim sana fedâ olsun yâ Rasûlullah!» dedi. En ufak Allah Rasûlü’nün bir arzusuna, kendilerine o arzusunu yerine getirmeye büyük bir nîmet bildiler. Bizim de ashâb-ı kirâm gibi, malların canlılarına satın alınanlar gibi, Allah Rasûlü’ne beyât etmemiz de zarûrî. Onun emâneti olan kitap ve sünnetiyle müdafâ ve muhafaza etmemiz. Ona emânet olan İslâm’ı yaşamaya ve yaşatma azmiyle bütün imkânlarımızla, canımızla, enerjimizle, vaktimizle, ilmimizle, malımızla gayret etmemiz şart. Hattâ şart üstü şart. Cenâb-ı Hak Sâf Sûresi’nde, «…Ey îmân etsinler! Acı bir azaptan kurtaracak, ticaret etsinler!» göstereyim buyuruyor. Acı bir azaptan kurtaracak.
Rabbimiz burada tövbe söylüyor, yukarıdaki 111. âyet gibi bir alışveriş tarif ediyor. Hem sonsuz kerimden bizlere ikramda bulunuyor, hem de bu ikram ettikleri bizden bir bedel olarak kabul ediyor ve kalemde sonsuz ecirler lütfediyor. Mevlânâ diyor ki, o meşhur hikâyesinde bir teslû su kıssasında olduğu gibi,
aslında bizim ilâhî dergâha takdim edebileceğimiz en mükemmel sâlih ameller dahi, O’nun bize ikram etmeyi vâd ettiğini, sonsuz lütfet hakkında bir hiç. O kadar da Cenâb-ı Hakk’ın cömerttiği merhamet üzerimizde. Öyle ki Cenâb-ı Hakk’ın cömerttiği gibi, bizler de bu ticarete ganimet bilmemiz, canımıza ashâb-ı kirâmda olduğu gibi,
minnet saymamız, büyük bir lûtuf saymamız icap ediyor. Eğer bu ticarete uzak kalacak düşünmemiz lâzım, kimin manlığı, canını kimden esirgiyoruz? Yine âyet-i kerîme, saf söyleseniz, Allah ve Rasûlullah’a inanır, manlılığınızdan canlı Allah’a nicâhat ederseniz, eğer birinizin bu, senin için daha hayırlıdır. Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Allah’ın adıyla, Allah’ın adıyla, Allah’ın adıyla, Allah’ın adıyla,
Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, on üç yıl Mekke’de ashâbını bir akâyit tahsili yaptırdı. Akâyit, İslâm’ın esasında kalp ile tahsilik, dil ile ikrar etmektir. Kolay görünüyor, dilin dediği kolaydır ama bunu kalb ile tasdik etmek en zordur. Lâkin tevhid, aslâ ortaklık kabul etmeyeceğin akâyitle tam mânâsıyla tahsil etmek zordur.
Burada Hazret-i Mûsâ –aleyhisselâm- îmân ile sihirbazları görüyoruz. Canlarını fedâ etmeye râzı oldular. İlk îsevîleri görüyoruz. Roma’da sirkler, aslanların dişleri arasında îmânlarını korudular. Habîb-i Neccâr’ı görüyoruz, taşlanmaya râzı oldu. Mekke’de bir de ashâb-ı kirâmı görüyoruz. Ondan her şeye râzı oldular. Mağaz, mülki, ne giderse gitsin, îmân kalpte sâlam kalsın. En mühim olan, îmânımızdır. İkincisi cihattır. Allah’ın mal ile can ile cihat etmek. Cihat, ihtiyaç olanlar din, vatan, nâmus gibi mukaddesat ve muhafaza gerektiğinde, bir fitneyi bertaraf etmeye gelince savaş ile gerçekleşir. Fakat savaş hâli olmasa da cihat devam eder. Cihat, Allah’ın dinini yaşamak, yaşatmaya mâtuf, bütün ictimâî hizmetleri ihtifâ eder.
Cihat, boş, hamâsi duygularla, toprakları kanla sulamak değildir. Din, vatan, nâmus uğruna mücadele-i cihattır. Bak bugün neredeyse, bugün nâmuslara bir tecavüz var. Eşcinsellik diyorlar, vesâire diyorlar. Bugün de aileyi çökertmek, aileyi ortadan kaldırmak. Aile kalkarsa ortadan ne olur toplum? Diğer mahlûkatta aile var mı? Yok.
Biter nesil. Bugün de aynı. Din, vatan, nâmus uğruna mücadele-i cihattır. Cahiliyet ile aynı. Çok az ciddi bir nikâh var, diğerlerinde karışık nikâhlar var. Tamîl insan geçiştirmek cihattır. Kur’ân talebelerini geçiştirmek cihattır. Kur’ânî hizmetlere emek vererek, maddî olarak yardımda olmak da cihattır, seferbe etmek. Bilhassa İslâmî ve Kur’ânî neşrîata gerçekleştirmek, yayınlar yapmak. Bu yayınlara destek olmak da cihattır. Yerdinde Cenâb-ı Hakk’ın şahit olabilecek, yani İslâm’ı tesis edebilecek basıplı hizmetler gerçekleştirmek de cihattır. Bütün İslâm dünyası, Türkiye’den medet bekliyor. Afrikası olsun, Asya’sı olsun, Balkanlar olsun, vesâire… Âyet-i kerîfinde buyruluyor devamlı. İşte bu da Allah, sizin günahlarınızı bu şekilde bağışlar. Siz zeminle ırmaklarken Cennetlerine, Adîn Cennetlerine güzel meskeme koyar. Sizin en büyük kurtuluşudur. Yani dünya bir mesâi istiyor. Canım, dünyada Cennette olsan, ahirette Cennette olsan olmuyor. Nasıl bir talebe, bir dünyaya mevhâsı ile nasıl kurslara gidiyor, vesâire gidiyor. Bu ise ebedî bir sâde. İşte ashâb-ı kirâm, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği bu nîmet ne kadar bana?
Bunun bedeni ödemek için Çin’e gitti, Seberkant’a gitti, Keyrevan’a gitti. İstanbul’a giden sahâbîler sayesinde İslâm kıtalara yayıldı İstanbul’da. Ömer bin Abdülaziz devrinde, Abbasî Selçuklu Osmanlı’nın cihâda ve tebliğe emniyet verilen devirlerde büyük galibiyetler oldu. Lâkin Lâle devrinden sonra, dünya manavmeylediğince, cihat meydanlarında zâhf gösterince,
gevşek gösterince hizmetler görüldü. Yani rûhânî plânından, ten plânına dönünce, Allah’tan yardımına kesildi. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Îsâ’nın havârîleri devrinde yaşanan zâferlerin hikmetini misal göstermektedir. Îsâ aleyhisselâm dedi ki, ey îmân edenler! Allah’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oldu İsâ havârîlere, Allah’a giden yolu benim yardımımda kimlerdir demişti. Havârî dedi ki, Allah yolunu yardım etsinler, birbirini yardım etsinler.
Havârî dedi ki, Allah yolunu yardım etsinler, birbirini yardım etsinler, birbirini yardım etsinler. Demek ki Allah yolunda bir yardımcı olabilmek. Kim Allah’a yardım ederse, Allah’ın dînini yaşarsa, yaşatırsa, Allah da ona yardım eder, ayaklarını kaydırmaz, buyuruyor. Mesûliyet dinimiz. Bu âyet-i kerîmede, hadîs-i şerîfler, dinimizin bütün muhtevâsını tefekkür etmemizde görüyoruz ki, İslâmiyet, ferdi ibadetler yanında, ictimâîlik ibadetler de büyük emmîyet veriyor.
Ramaz, oruç vs. Bunların yanında da ictimâî ibadetlere. Yani İslâmiyi yaşamak ve işaretli tebliğ etmek. Müslüman başta kendisinden mesûldür. Kendinden sonra ailesinden, toplumdan, bütün insanlıktan mesûldür. Devrin akışından mesûldür. Allah Rasûlü’nün emânetinden Kur’ân ve Sünnetten mesûldür.
O da, uzanabildiği her gönlüne ulaşmaya çalışacak. Zira Cenâb-ı Hak, sonra o gün kıyamet günü verdiğimiz nîmetlerden soracaksınız, Cenâb-ı Hak buyuruyor. Yine buyruluyor Cenâb-ı Hak, âlim-i râk, yüzyılın cüreti. Siz insanların iyiliği için ortaya çıkıp en hayırlı ümmetleriniz, iyiliği emr-i râk kötülükten lehye edersiniz. İnsan baştan kendini inşâ edecek. Müttakî olacak, sâlih olacak, sâdık olacak, ârif olacak. Mârifetullah istikâmetinde gayret edecek. Hâliyle, kâliyle emr-i bîl-mâruf ve lehye âlim-i münkerle bulacak. Gönlü bir enerjiyle dolucak, rûhâniyetle dolu olacak. Bu enerjiyle tebliğ edecek. Kur’ân’da bildiren geçmiş kavimlerde işlenen, ona helâkiyet getiren bütün kötülükler, çirkin günahlar, günümüze işlenmeye başladı. Nûmetlerde tabi olan kâldânîleri Cenâb-ı Hak bildiriyor. Firavun’a tabi olan kıpteleri bildiriyor. Bunlar helâkiyet getiren şirk, azgınlık ve zulüm ve haksızlıklar içindeydi. Nuh kavminin tuğfanlarda boğan, inatçılık ve kalpleri alaya alma tavrı vardı. Bugün de aynı. At ve sümûdünün helâkiyetinden kibir, büyüklenme, gattarlıklar vardı, zulümler vardı, aynı. Küresel güçler, gücü olmayanı bertaraf ediyor. Medyâ ve Eyyûn kavmininde yaptığı ticaretdeki sahtekârlıklar vardı. Fâizli vs. de, kandırma idi, gabne fâişti vs. Rûd kavminin Sodom-Gomerî’yi yerle bir eden ahlâksızlık, hayâsızlık aramızda maalesef yayılmaya başladı. Televizyonun internetinin şerisiyle saygı duyuyoruz diyor. Yani neye saygı duyuyorsun? Yani ahlâksızlığın en betirinin nasıl bir müslüman saygı duyabilir? Nasıl bir insan vicdanla bir saygı duyabilir? Yine Rasûlullah Efendimiz’in duâsıyla, toptan helâk olmamak duâsıyla,
elhamdülillah toptan bir helâk olmuyoruz. Virüs geliyor, geziyor dünyayı. Yangınlar geliyor, dünyayı geziyor. Seller geliyor, geziyor. Kuraklıklar geliyor, geziyor. Tavıl sıkıntısı var diyorlar seneye, geziyor. Petrol sıkıntısı olacak seneye diyor, geziyor. Enflasyon var diyorlar, dünyayı dolaşıyor. Peki bunların sebebi ne? Durup dururken mi oluyor bunlar? Ömer, radıyallâhu anh, Mesnevî’de bir büyük bir yangın çıkıyor.
Yâ Halîfe diyor, attığımız su diyor, ateş oluyor diyor. Taşlar bile ateş hâniye geliyor diyor. Yaptığınız beşerî güçler diyor, buna bir fayda vermiyor söndürmeye. Ömer, radıyallâhu anh diyor ki o zaman, ihlâs da amellerde, bunun ihlâs da Allah yolunda, sadakalarda infakta bulunur buyuruyor. Öyle yapıyorlar, yangın sönüyor. Şeyde buyruluyor, kelâm-ı kibarda, hâsıbu enfusûkum kabrin entuâsıbu. Hesabı çekilmeden evvel kendinize hesabı çekin. Yani nasıl hesaba çekilecek? Kitabını oku, bugün nefsi sana kâfidir.” denecek. Bugün de daha vakit varken ölmeden kendinize hesabı çekil, bol bol tövbe ve istiğfar, ameli sâlihler. Düşünce Rasûlullah Efendimiz’in 23 senedir Nebevî peygamberlik hayatında hiç tatile çıkmadı. İslâm dâvası, onun en büyük bir lezzetiydi. O ibadet, hizmet ve muâmelâtla dinleniyordu, fedakârlıkla dinleniyordu. Peki bizim fedakârımla vaziyette yine kendimi ashâb-ı kirâmla kıyaslayalım. Onlar Efendimiz’e nasıl bir aşk ve bağlılarla râm oldular, nasıl bir muhasebe içinde oldular, hangi endişeleri yaşadılar? Rasûlullah Efendimiz’e benzeyebilme endişesiyle yaşadılar. Çünkü o benzeyebilmeyi yaşamakla onlar altta bu dünyadaki bu lezzeti âhirette devam ettirecekler. Yani sahâbî, sözde sahâbî değil, özde sahâbîdi, tatbikatta sahâbîdi. Onlar Rasûlullah Efendimiz’e hizmet etmekle, büyük fedakârlık göstermekle huzur buldular. Onlar câhiliye kesif, zifiri karanlıklarını izâle etmek vazifesinde Rasûlullah Efendimiz’in yanında ve onun Rasûlullah’ın hizmetinde destek oldular. Bizim için de bugün aynı. Bana en yakın, hangi zamanda, hangi meydan olursa olsun, müttakîlerdir.” buyuruyor. Biz de aynı bu zaman, ashâb-ı kirâmın o zaman da gayreti gibi insanlığın zifiri ve kesif karanlıkları içinde olduğu bu zamanda da, âhiret inancı zayıflada da, birtakım ahlâksızların dibe vurduğu zaman da biz de aynı şeye düşmemiz lâzım. Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah’ın beraber çile çektiler, hicret ettiler ve şakkatlere karşı sabrı cemil gösterdiler. Cihâda koştular. Bu hizmet, gayretine aslâ yorgunluk ve bezginlik göstermeliler. Tâ çile giderken bile. Arap Yarımadası’nda muvaffakiyet diye nâhî olduktan sonra da durmadılar. İnsanların yaşadığı her yere hidayetli uğruna taşımak için sarhatlara koştular. Cihâda tebliğ ve emr-i bilmâruf’a koştular.
Peygamberlerin tesiriyeti Dârûl-Erkân, Sufya mekteplerini her gittikleri yerde taşıdılar. İbn-i Mes’ûd Hazret-i Ali’yle Küfe’ye gitti, Sufya mektebini kurdu. Ebû Hanife, oranın en kıymetli talebesi oldu. En büyük hukukçu oldu. Cenâb-ı Hak buyuruyor, «Ey îmâni! Siz eğer Allâh’ın dînine yardım ederseniz, O size yardım eden, son nefeste, kıyamette, sıratta, ayaklarınızı kaydırmalı» buyuruyor.
Yani karşımızda globalleşen bir dünya var. Biz de o dünyanın tam ortasında yaşıyoruz. İnternet, televizyon, kıtalardan kıtalara, şehirlerden köylerine, en güzel köşelere kadar ulaşıyor. Dünyanın bir ucunda yaşayan bir insan da internet, televizyonu kendisine sunulan âlemlere içine giriyor. O insanın duygularını esir alıyor. Kendi duygularıyla dolduruyor.
O kişinin ahlâkı, seyrettiği televizyonun ahlâkı oluyor. O kişinin karakteri, takip ettiği internetin karakteri oluyor. Bugün mesela yine kısadan hisseler olarak bir hediye kitabımız var. Lütfü Bey kardeşimiz, Allah râzı olsun, büyük mesajlar için harcayın. Burada zihin, mücerret hâzise zor kavrar.
Muhakkak müşahis ister. Burada kısalarda müşahis, elli tane olan bölümü var. Burada Efendimiz’den, Asr-ı Saâdet’ten, Evliyaullah’tan, muhtelik toplumlardan misaller var. Hayra teşvik edecek. Çünkü misaller canlı kalır zihinde. Onun için bu eseri, abone olanlara ikram edecekler. Ve tavsiye ederiz ki, bunu hatta sohbetlerde okusun, muktezâsından hisseler alınsın. Velhâsıl gençler, bir toz misali yerden yere savrulup gidiyor. Mâneviyat, rûhâniyet, o sokaklarda iflâs ediyor. Bir de moda ve reklamlar var. Hudutları alt üst eden reklam mevzûru, bugün nefsânî hayatı palazlandırıyor.
Modalarda ne var? Erkekler saçını uzatacaksın kadın gibi. Ya kadında ne var? Saçını yarımını bir rengeye, yarımını başka bir rengeye boyayacaksın. Nedir? Bunlar aşağılık duygusunu bastırma hareketi. Yani moda ve reklamlar, hudutları alt üst eden reklamlar mevzûru, bugün nefsânî hayatı palazlandırıyor. Moda da alt üst, zâhirî ve bâtînî haramlara gidiliyor. Zâhirî ve bâtînî haramlara gidiliyor. Moda da alt üst, zâhirî ve bâtînî haramlara gidiliyor. Zâhirî ve bâtînî farzlar çiğneniyor. Bir müslüman evlâdına yapmaması gereken şeyleri, moda altında yaptırıyorlar. Baba yapma diyor, moda ona yaptırıyor. Bir müslüman hanımefendinin giymeyeceği şeyler, moda altında giydiriliyor.
Tesettür, o tesettür, süslü bir câzib-i hâline getiriyor. Yani Züleyhân dediği heydelek, baksana bana diyor. Yani mâdesef bugün temiz menbâh suları, yanlış şekilde yerlere akıyor. Sâfiyetin kaydırı, çamurlu bulanık hâle geliyor. Bilhassa bu menfilikler sebebiyle insanlar, bilhassa gençler serde sürüklenen kütükler gibi, Allah korusun cehennem gayyasına sürüklenmektedir. Onu kurtarabilmek, bugün en mühim vazifemizdir. Gençlik için temiz bir çevre teşkil etmek, güzel ahlâkı, neşr-i nevâ bulacağı zeminler, ortamlar, müesseseler oluşturmak çok mühim. Mühbir zararlı ve ahlâksızlık neşrâhta karşı, müsbet, faydalı, kaliteli, tertemiz bir neşrâtlı alternatif getirmek, elzem. Gönül-i îman heyecanını, İslâm şahsiyetini, ruhunu aşılamak, neşir vasıtası ile bir eğitim faaliyetleriyle bunu yapmak, yapanlara destek olmak, hepimizin vazifesi.
Fâiliye buyuruyor, yapanlara destek olmak da aynı ecri almış olacak. Ayrıca buyuruyor ki, her kim bir cel’i ihya etse, bütün insanları ihya etmiş olur. Bir insanın fânevi, dünyevi hayatını kurtarmak bile bu kadar değerliyse, bedelini kurtarmak bile bu kadar değerliyse, onu mânevî ebedî hâlde kurtarmak, Allah kadar ne kadar değerli der. Efendimiz buyuruyor ki, Allah’a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hak simûlûnla bir tek kişi hidâyete kavuşturması,
en kıymetli dünyanın imâtesi, o zaman kızıl devveler meşhurdu, ona sahip olmaktan daha hayırlıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de on bir yerde emr-i bümâruh, ilâhî âle-i mümker geçiyor. Vâsıta olmak da bu emr-i bümâruh, kısmeyi yerine getirmek olmuş oluyor. Bir mânîdar, bir hâtrâma anlatayım. Ticâretle meşgul olurken, Ermeni müşterilerimiz de vardı, tahtakarada.
Onlar kasket, masket filân yaparlardı. Biz de onlara kumaş satardık. Onlar tahsilâhta gittiğimiz zaman bakardım, yeni imam-ı tevhî bitirmiştik. Her gün bir çoğu onlara Ermeni gazetesi dağıtırdı. Ben içeriye gelince o Ermeni gazetesi alırlardı, hemen alta sokarlardı, ben görmeyeyim diye. Yani bir azınlıkta bile kendini korumaya çalışıyorlardı.
Hattâ o zaman dergi de yoktu, gazete de yoktu. Bir büyük doğu vardı, orada üç beş sayı çıkar, ondan maddî imkânlar kapanardı. Rahmetli peder, biz de o zaman imam-ı tevhî bebeği olarak, Jumâ-i Perşembe akşamı gidip beklerdik orada, bâyeye gelmesine. Aşağıya bir hatme derdik. Bazıları yazar da anlayamazdık daha o zaman çocuklar.
Çok uzun cümleler vardı, bir cümle yarım sayfa filan. Fakat anladığımız cümleler bize kâfi gelirdi. Peder rahmetle şey yok, yapacak hiçbir şey yok. Bursa’ya giderken yolda çocuklar gazete gazeteye bağırırlardı köylerden gelen çocuklar. Yani gelen gazeteyi atsınlar, köy kahvesine götürür satacak onu. Peder rahmeti büyük doğalardı şöyle. Onları giden yolda atıp, bir şey yaparlardı. Büyük doğalda kadın resmi yok, atıverdi kenara. Bugün ise bollaştı. Ebu Hureyre buyuruyor. Bu diyor, aramızda diyor, müzâkere edilir oldu diyor. Bir kişi kıyamet günü, bir hisin yakısına yapışacak. Arkadaş ne istiyorsun benden? Diycek. Ben zor zamandayım diyecek. Yok diyecek. Dünya hayatında ben seninle beraberdim, sen gitme, ben gitme.
Ben de burada bugün bir perişanım. Bunu mesûl et, sensin, sen gelip ben tebliğ etmedim. Onun esâb-ı kirâm, insan olan her yerde seferber etti. Bugün seferberlik zamanı. Gözükmeyen bir haçlı seferi yaşanmakta. Dünyada her yerde İslâm-ı Müslümanlar saldırı var. Bilhassa İslâm âlimbaşı, Osmanlı’nın vârisi olarak memleket edilmiş.
İslâm da dört bir yandan ucumu var. Bizler âdâ bir Tebük seferi içindeyiz. Tebük seferinin ne olduğunu iyi biliyoruz. Tebük seferine, diğer seferlerine hepsi iştirak etmiş. Tebük seferine bir gafleden iştirak etmeyenleri bile elli gün tart verildi. İhtilâhtan menkara verildi. Selâmlar bile kesildi. Bugün de aynı haçlısı zeynî idi. İhtilâhtan menkara verildi. Selâmlar bile kesildi. Bugün de aynı haçlısı zeynî idi.
İslâm’a hücum etmeye devam etmiştir. Bu hücumlar karşısında bizim de İslâm’ı yaşamak, yaşatmak için medeniyet seferberlerimiz var. Allah yardımcımız olsun. Bu hakikaten çok ecirli bir zamandayız gayredenler için. Gaflete geçenler için Allah korusun, o da büyük felâket. Meselâ bizim ecdadımız, devamlı bu tebliğ etmek, yardım etmek, insanın ihtiyaçlarını görmek için 26 bin 600 küsur vakıf kurulmuş. Yani toplum bir ağ gibi örmüş. O yer vakıflar sayesinde vakfeden merhametlerle dolmuş. Merhamet edilenlerden dualar akmış. Hanımların bile 1300 tane vakfı var. Yine şöyle bir baktık, ismini bilmediğimiz bir sürü vakıflar kurulmuş. Yani her insan benlişse Allah’la hizmet ederim diye bunun derdine düşmüş.
Meselâ birkaç sene güzel yazı öğreten vakfı, sokak hayvanlarına ekmek veren vakıf, sakız ağaca diken vakıf, hastalara evinde bakım hizmeti sunan vakıf, kızlara cihiz hazırlayan vakıf, duvar yazılarını silen vakıf, demek ki o zaman da varmış duvar yazılarına. Kadın sığma evi vakfı, buluşu hazırlıkları tedavi vakfı, çiftçilere tarım aletleri temin eden vakıf, çeşme tahammüliyetlerinden vakıf, israfı önleyen vakıf, sıcak pide dağıtan vakıf, hayvanlara mer açan vakıf, yaz gününde soğuk su dağıtan vakıf, şehit ve sahâbî türbeyi tahammül eden vakıf, deniz kazâ derine yardım eden vakıf, donanmaya güçlenilen vakıf, fakirlerin vergesini ödeyen kadın vakfı, yaz ve kışlarında insanlar istihdâ için kam telsiz eden vakıf, velhâsıl gidiyor,
yüz küsür tane tespitli vakıf var, şahısların kurduğu vakıflar. Yani hepsinin bunun derdi neydi? Mâhalları ile, canlılar ile cennete satın alma derdi. Biz bunu yapamıyoruz. Yapamasak bile olan kuruluşlara destek olmamız lâzım. Hiçbir destek olmaya da bir imkân yok. O zaman dua etmemiz lâzım. Ve kendimiz de istikâmet üzerinde hayatımızı devam ettirmemiz lâzım.
Kelâm-ı kibarda buyuruyor, üç türlü insan, Allah’tan uzaktır. Bir, rahatlığını düşünerek hizmetten kaçanlar. İki, hassas olduğunuzdan önce sürekli ızdırap ve sefâdetlerin cevânına yaklaşmayanlar. Yani beni şimdi kaldırmıyor diyor, yaklaşmıyor. Kendisi böyle mağazayı bulmayacak. Üçüncü, gâfiller topluluğuyla beraber olacak. Zaten gâfillerle beraber olduğu zaman gâfilleşiyor, gidiyor.
Bilhassa bugün düğünlerimiz, bunlar düğünlerimiz, bu bir gösteriş şeyi içinde olmaması lâzım. Sohbetlerle olması lâzım. Duâlarla olması lâzım. Her türlü gariplerde çarmı, onların duâlarına daha bir ihtiyaç vardır. Bugün bakın lüksyelerde yapıyor. Ancak lüksyelerle ona göre gidiyor, bir gösteriş mekanı, bir defile oluyor.
Bu kadın-erkek, ihtilâtlı belâsimlere müslûmâ göstermek lâzım. Daha fecî durumlar geliyor oradan. Mîras-ı hukûnunu dikkat etmemiz lâzım. Çünkü bu kul, hakkı kıyamete kalacak, hakkı ibadet. Çocuklarımız bize emânet, onların esas tahsili, Allah Rasûlü’nü onlara doğru tanıtmamızdır. Onları Allah Rasûlü’nün sevdiği dönemimizdir. Kur’ân, Sünnet, fıkh, edep ve ahlâk tahsildir. Yani ebedî istikbâlini kurtarma vesîlesi olmaktır. Çocuklarımızın bırakacağımız en güzel miras, şahsiyet ve karakter mirasıdır. Kur’ân kuruluyoruz, yargın eğitimiz, yurtlarımız, diğer hizmetlerimiz son derece mühimdir. Oğlum da yüksek, şöyle kazandı diye seviniyoruz. Evet, dünya kadar güzel ama âhireti nasıl? Âhireti için ne verdik?
Sonra şikayetler geliyor, oğlum böyle, kızım böyle, böyle oldu. Sen ne verdin ki, ne bekliyorsun? Yani bir dîni eğitim alınırsa, sadece bir yaz tatilini, çocuğumuzu camiye göndermek ve yetinmek kâfî değil. Zaten o kadar kalıbıktan ne kadar öğrenir, bir faaliyet alabilir, zor öğrenir. En mühim tahsili, İslâm’ın tahsidir. İstikbâlimiz esasında bu tahsile bağlıdır.
Faizli muamelelerden karakter uzak, haram katınca rûhâniyet gider. Malların, mülkümüzü haram ve malatiyete vesîle ile, hususlarla kullanmamalı, onlara kiraya da vermemeli. Bilhassa imkânın kimliğinde lüks ve israfla düşmemeleri konusunda îkaz etmeliyiz. Efendim, buyruluyor, benim ümmetim bereketli bir yağmur geliyor, başımı sonumu hayırladığı bilinmez.
İnşâallah bu bereketli bir yağmur olmanın gayreti içinde olalım, inşâallah. Bugün, elhamdülillah, güzel bir düğünümüz de var. Bugün de maalesef aile hayatı çökertilmeye çalışıyor. Eşciliğimizin etkisinden vesâle-i şubû. Bir takım zorluklar çıkartıyor. Hâlbuki Cenâb-ı Hak bu vesile olmamızı istiyor. Fakat küfür şart, denklik şart.
Nûr suyuyla, 32. âyet, aranızdaki mekârları, köleleri, o zaman kölelik varlardır, câriyeniz, elde verişi olanlar evlendirir. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lûtfuyla onları zenginleştirir. Allah lûtfu geniş olan ve her şeyi bilendirir. Bugünkü üzerine duracağımız âyet, رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَا جَنَا وَذُرِّيَاتِنَا قُلَّدَ عَنِ الْمَجْعَانِ الْمُتَّقَاتِ Bugünkü üzerine duracağımız âyet, رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَا جَنَا وَذُرِّيَاتِنَا قُلَّدَ عَنِ الْمَجْعَانِ الْمُتَّقَاتِ Yâ Rabbi, biz ezvâç, yani zec ve zevceler, nasıl olacak zec ve zevceler? Takvâ sahibi olacak. Ve oradan göznûru olacak, kuratâ yönü. Ondan ana-baba öyle olursa gelen nesil de öyle olur.
Ve Cihâni’n-i Âlîli’nin müttakîn-i imâmı takvâda önde var. Hem takvâ sahibi olacaklar, hem de takvâda yol gösterecekler. Böyle bir toplum. Esrâb-ı Kerâm toplum, Ömer bin Abdülhamid toplum, Osmanlıların ilk üç asrı, Ömer bin Abdülhamid’in devri hep buna böyle devirdi. İnsanın huzur bulduğu devirdi, soruğu bulduğu devirdi. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, kaynaşmanın ise kendi cinsten eşler yaratacaklarında, lites günü bir sükûnet verecek evlilik. Takvâ olursa o sükûnet verir. Karşısında anlayışta durursa huzur verir. Beyni hüküm meveddeten, aralarında bir sevgi olacak. Bu sevgi onları Allâh’a yaklaştıracak. Ve rahmeten birbirlerinin merhametli olacaklar. Böyle bir Cenâb-ı Hak, böyle bir âile yapısı bizden arzu ediyor. Müslümanın aile hayatı. Bugün aile mevzusu ciddi saldırılar yapılıyor. Aileyi korumak ve güçlendirmek vazifemizdir. Aile çözüyorsa dinde, vatanda zâfı uğrar. Neslim korunması ve yetişmesinde aileye ihmal edilmemesi gereken bir kalemizdir. İfsat hareketine karşı uyanık olmak durumundayız. Cinsiyet eşitliği, cinsel tercih ederek ailenin temelinde dinamit korunması çalışılıyor.
Yani ailelere iptal damgası vuruluyor. Halbuki aile, insanda var, içinde var, başka mahlukat da yok. İlişkilerini normalleştirmeye çalışıyor. Aile demek, nikâh demektir. İffet demektir. Erkeğin de, kadının şerefe kıymeti nikâhıyla akdeyeden aile de gerçekleşir. İffet, insana mahsus bir keyfiyettir. İffetsizlik ise, insanlık haysiyetine uzaklaşmaktır. Hayvanlığa gibi sorumsuz, rezil, pespaye bir hayat sürmektir. Ailenin kuruluşu, sevk-vidyaya kurulması, meske-mektep olması ciddiyete alınmalıdır. Eskiden bir anne-baba vardı. Yine de var muhakkak. Sâlih anne, sâlih baba vardı. Burada çocuklar, o taklitle yetişiyorlardı. Yine o ailenin içinde, güngörmüş dedeler vardı, nerelere vardı, teyzeler vardı, halalar vardı, güngörmüş kişiler vardı.
Onlar da bu terbiyeyi takviye ediyorlardı. Mahalle vardı, mahalle de takviye ediyordu. Bugün mahalle bitti. Güngörmüş kişiler de azaldı veyahut da onlar da kenara itildi. Velhâsıl ana-baba da kifâyesiz kaldı. Çocuklar ne oldu? İnternetin çocukları oldu. Maalesef televizyon, o menfî probleminin tesiratında kaldı. Çocuklar ne oldu? Duyguları değişiyor. Gayrı ahlâkî şeylere kabullenmeye başladılar. Bunlara saygı gösteririm diyorlar. Allah korusun!.. Rahmetle ebededir, Mustafa Efendi buna çok emmî et verirdi. Yani gençlerin evlendirilmesinde, kimin imkânı zayıftı. Buna destek olmak, imkânları açmak. Bugün Eşhâb-ı Hak bugündeki hüdâye baktığımız bu gaye-i mâhattup gayretleri var. Evlilikte dindarlık ve ahlâk güzelliği öne alınmalıdır.
Malumiyet 4 şeyden alınır, bu iştenir diyor. Farklı vesîle-i şerîfte dindarlığı tercih edin buyuruyor. Evliliği zorlaştırmak, fitne kapısını aralamaktır. Yok başlık parası, yok bilmem ne, şu bu. Yani evliliği zorlaştırmak, fitne kapısını aralamaktır. En hayırlı sadakalardan biri evliye vesîle olmaktır. Burada küfür şartı, teknik şartı. Mevlânâ diyor ki, bir ayakkabı ayağına bol dar gelirse, öbürün bir kıymeti olmaz diyor.
Erkek veya kızlarınızın sâlih-sâlih eş bulmak, onun evliyeti vesîle olmak, en büyük ecirlerden bilhassa zamanımızda. Bugün maalesef gençler evlenmeyi eş bulmak üzere kendi hâline bırakıyor. O da internetten oluyor. O üç gün sonra mahkeme kapalıdan düşüyorlar. Evliliğin temelinde haram iş ve davranışlara atılmamak icap eder. Nişan sonrası sanki nikâhlanmış gibi beraberlik doğru değildir. Cenâb-ı Hak zinâya yaklaşmayın diyor. Etmeyin buyurmuyor.
Yaklaşırsa ne dersin? Lüks mekânına, şatafatla düğünler uygun değildir. Velîme olarak herkese imkânına göre bir ikram yapılmalıdır. İmkânına göre yapılmalıdır. Bugün patlatılan fişekler vs. şunlar, bir hodgâmlıktır. Orada hasta insan var, çocuk var, uyuyan var vs. var. Yani kendi zevki için ammeyi rahatsız etmek. Bu da tabi geliyor.
Bunlar bize yabancı bir dünyanın eguzim, hodgâmlığın, savurgamlığın enayida ihtiyar verilen menfihliklerdir. Sanki bir aşağılık duygusunun, bir bastırma hareketidir. Efendimiz buyuruyor ki, hepiniz çobansınız, hepiniz sürüslen mesulsünüz. Erkek âlinin çobanı sürüslen mesûlü. Kadın, kocasının evini çobanın da 30 da sürüslen mesûlüdür. Âle de iş bölüm mühimdir. Erkek ve kadının fıtratları, istirahatler, sıfalar birbirinden farklı.
Herkes yerli yerine değerlendirmelidir. Bu yeni evliliğe bir dua edelim inşâallah. Cenâb-ı Hak onları ve bütün yavrularımızı inşâallah mesûd eyler. Hayatları inşâallah Rasûlullah Efendimiz’in aile hayatından Cenâb-ı Hakk’a kisiler nasip eyler. Bütün evlâtlarımızı inşâallah evliliklerinde. Bismillâhirrahmanirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn. Ves-salâtü ve selâmü aleyhi ve sellem ve resûlillâhim ve Muhammeden ve aleyhi ve sahihbecmeyin.
Allahümme c’al, Hazel, Akdeb-i Mûnâm, mübârekî. Vec’al beynûmâ, Ulfeden ve Muhabbeten ve kararâ. Velâ tec’al beynûmâ, Nefreden, Firkeden, Firârâ. Allâh’ım elif beynûmâ, kemâ elifte, beyn-i âdeme ve havvâ. Ve beyn-i Muhammed’in sallâllâhu aleyhi ve sellem’e hadîc-i cedîr-kübrâ. Ve beyn-i Ali’l-Kerîmallâ, Bec ve Fâtûmattu Zehra radıyallâhu anhâ. Allâh’ım a’dîllühümâ veleden sâlihâ ve riskân vâsi’â. Ve omran tabîdâ ve kalben hâşîâ. Ve lisânen zâkirâ. Rabbena heblenâ min ezvâcınâ ve zulrîyâtınâ kurrethâ ây’ın ve câne’l-i müttakîn imâmâ. Rabbena âtinâ fî-d-dünyâhasınâ ve fî-l-âhiretasınâ. Okînâzâb en-Nârbîrâmet, yâ Rahmânirrahîmîn.
Muhterem Kardeşim tekrar, bu 1444 yılı ümmet-i Muhammed için rahmet ve bereket olur inşâallah. Allah cümleden râzı olur, Allah arzından toplanıldı. Cenâb-ı Hak inşâallah, havuz kenarında Efendimiz’i bekledi. Müslümanlardan olmayı Cenâb-ı Hak nasîb eder inşâallah. اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ Ki sevdiğiyle beraberdir. Rasûlullah’ı çok çok sevmeye, o vesîle kıyamet günü, o zor günde, onun civarında olmak için,
Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin. Duâmızın kabûlü niyazıyla Lillâhi Teâle’l-Fâtiha…
İlk Yorumu Siz Yapın