1000 Akçeye 1 Söz – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=e73fixdu-bA.
Develer tellal iken, pireler berber iken, ben dedemin beşiğini, ninemden duyduğum bir ninniyi kendi ninni’mmiş gibi mırıldanarak tıngır mıngır sallar iken, uzak diyarlardan birinde adamın biri bir gün evlenmiş. Allah mesud etsin. Fakat fakir, bulunduğu beldede de herhangi bir şekilde bir çalışma imkanı yok. Garibim evliliğinin üstünden daha bir ay geçmeden, taze damat elinin kınası kurumadan, hatun demiş bu iş böyle olmayacak, ben gideyim çalışayım, rızkımızın ardına düşeyim. Sarılmışlar, helalleşmişler, adam ayrılmış, uzak diyarlardan birine gitmiş. Geceyi gündüze katmış, yememiş, içmemiş, çalışmış, çalışmış, çalışmış, dile kolay. On sekiz sene boyunca çalışmış, o devrin parası ile üç bin akçe biriktirmiş. Bu üç bin akçe bize bir ömür yeter deyip karışmış bir kervana özlediği memleketinin yolunu tutmuş. Kervan giderken bizimki hayal kuruyormuş, diyormuş ki ben bu üç bin akçe ile üç tane inek alırım, yedi tane koyun alırım, otuz üç tane tavuk alırım. Hayal kurarken de sessiz düşünüyormuş. Yandan biri demiş ki ya niye otuz üç? Var bir sebebi demiş. Hayaller, hayaller, hayaller memlekete doğru gidiyor. Vakit yaklaştıkça böyle içinde bir iştiyak, içinde bir muhabbet. Düşünün yahu on sekiz sene sonra hanımına kavuşacak adam. Tabii dedik ya geçmiş zaman şimdiki gibi değil. Öyle bindin uçağa indin yok. Günler belki haftalar süren bir kervan yolculuğu. Kervan zaman zaman molalar veriyor. İnsanlar ihtiyaçlarını, tedariklerini görüyorlar. Bizimkinin kervanı da gelmiş bir kasaba da bola vermiş. Adamcağız yahu on sekiz sene oldu memleketten ayrıldık şimdi gideceğim. Anneye, babaya, ahiretliye birer hediye alayım, yakın akrabanın gönlünü yapayım diye çarşının yolunu tutmuş.
Çarşıya girmiş o dükkan senin, bu dükkan benim. Bakarken bakmış uzakta bir yerde insanlar toplanmışlar, bir kalabalık. Bir adam da bağırıyor. İnsanlar da kendi aralarında konuşuyorlar filan. Dikkatini çekmiş. Acaba neyin nesi? Yaklaşmış bir adam bağırıyor. Bin akçeye bir söz, bin akçeye bir söz. Lafında bir yanlışlık var demiş. Bin akçeye bir söz. Bu nasıl bir söz ki bin akçeye etsin? Dikkatini çekmiş. Biraz daha yaklaşmış filan. Bin akçeye bir söz. Hakikaten öyle bir söz. Adama dönmüş yandakine. Kardeş demiş hayırdır bu nasıl bir söz ki bin akçeye ediyor? Vallahi bu böyle demiş beyim. Bin akçeye bir söz diye bağırır. Bazen de o sözü. Alan oluyor mu? Olur demiş. Bazen alan olur. Peki ne söylüyor? Vallahi alandan başkası bilmez ne söylediğini. Allah Allah. Ulan demiş. Alan olmasa bu adam satmaz. Alıcısı varsa bu satılan söz boş değildir.
Şimdi benim üç bin akçem var. Binini versem evi biraz küçük yaparız. Tavukların sayısı otuz üçte kalsın da ineği bir eksik alırız. Koyunu bir eksik alırız. Olur falan. Olur mu? Ya ne yapacaksın? Ya şeytana uymak için de böyle al ver filan ederken. Eh demiş bir şey olmaz. Merak edip duracağım. Bir ömür içime dert olacağına vereyim şu parayı. Duyayım o sözü. Yaklaşmış böyle adam. Ben o sözü alırım demiş. Adam avcunu açmış. Beyim bin akçe alayım demiş. İki sesini çıkartmış. Bin akçe saymış adama. Söyle. Adam böyle omzundan tutmuş. Başkası duymasın diye kulağına eğilmiş. Kaderde ne varsa o olur demiş. Bizimki yıkılmış. Ben bunu zaten biliyordum demiş. Gitti bin akçe boşa. Hayıflanacak olmuş. İzzetime helal gelmesin diye. İnsanlar da merak içinde bakıyor. Acaba sözü aldı. Tepkisi ne olacak falan. Hiç kimseye bir şey belli etmeden oradan yavaşça ayrılmış. Kalabalığın arasına karışmış. Ama içi içini yiyip bitiriyor. Değer miydi? Bildiğin bir sözü almak için altı yıllık emeğini verdi. Kendi içinde al ver lan. Kendine kızıyor falan. Bakmış uzakta bir kalabalık. Başka bir adam. Baharıyor. Bin akçeye bir söz. Yahu demiş. Burası nasıl bir yere düştük arkadaş. Nasıl bir kasabada bola verdi bu kervan. Sağda solda bin akçeye bir söz. Sanki aldık da ne oldu. Kim bilir bunun sattığı ne. Öbürünü aldık bir işimize mi yaradı ki. Bunu da merak edelim. Hiç uğramıyım oraya falan. Uyumayayım şeytana. Yolunu çevirmiş ama ayakları geri geri çekiyor. Ya bin akçeyi kaybettik ama belki buradan duyacağımız söz bize on bin akçe kazandıracak bir sözdür. Öbür bini de telafi ederiz. Bin boşa gitti ama şu sözü alsam belki kâr. Böyle düşüne düşüne bakmış ki kalabalığın içine karışmış. Adam da alıcıyı gözünden tanır gibi ona bakıyor. Bin akçeye bir söz. Bin akçeye bir söz.
Yaklaşmış. Ben alırım o sözü demiş. Açmış adam avucunu. Beyim bin akçeyi saymış. Avuçlarını bırakmış adam. Usulü de biliyor kendisi yaklaşmış. Yaklaşmış demiş söyle. Gönül neyi severse güzel odur demiş. Bizimki bunu duyunca gene bir tadı kaçmış. Yüzünü bir yakışırmış.
Bildiğimiz bir başka şeye de bin akçe verdik ya demiş. Kaldı şimdi cebinde bin akçe artı iki söz. Bu iki sözle tavuk alınmaz, koyun alınmaz, ev yapılmaz. Şimdi ben gittim memlekete bana ne diyecekler. On sekiz senede bin akçe kazandım desem kim bana inanır? Ah benim ahmak başım. Deli misin sen? O kadar kalabalık var birisi bile gidip o sözü almıyor da o bin akçeyi verip altı yıllık emeği verip söz almak sana mı düştü falan diye giderken bir köşede bir adam bağırıyor. Bin akçeye bir söz. Bin akçeye bir söz. Bir sinir demiş ki bin gitti, bin daha gitti, bin de olmasa ne olacak sanki ben gideyim şu sözü de satın alayım. Gitmiş ben alırım o söz demiş uzaktan. Kalabalık açılmış ona bir yol çıkartmış kese den öbür iki sözü düşürmemeye çalışarak bin akçeyi adamın avuçlarına bırakmış. Adam omzundan tutmuş. Bizimki yaklaşmış buyur ağabey söylerler gibi hiçbir şey aceleye gelmez demiş. Ulan demiş ilk söz hadi bir hikmete mebniydi. İkinci söz hadi güzel bir şey ihtiva ediyor da bu hepten herkesin bildiği bir şey var. Çocuk bile bilir hiçbir şeyin aceleye gelmeyeceğini ama hiç öyle renk vermemiş etrafa bakmış. Hani bende daha çok bin akçeler var kardeşim biz veririz bin akçeye bir sözü havasıyla ayrılmış kalabalıktan kervanın yolunu tutmuş.
Ama almış bizimkini bir dert. Kime ne diyeceğim şimdi? Beş parasız, sulsuz, tümansız döndük memlekete gidiyoruz on sekiz seneden sonra. Bir bakmış ileride bir kalabalık. İnsanlar toplanmışlar bir tellal bağırıyor. Dambada dambam, dambada dambam, bam bam bam. Ey ahali duyduk duymadık demeyin.
Bu da demiş değişik bir tarzla söz satıyor herhalde. Parada yok ama bir yanaşalım. Yaklaşmış, fellan devam ediyor diyor ki bu kuyuya bu zamana kadar girip de sağ çıkabilen olmadı. Girip sağ çıkana padişah efendimiz ağırlığınca altın verecektir. Duyduk duymadık demeyin. Dambada dambam, dambada dambam, bam bam bam. Allah Allah. Adamın birine demiş ki kardeş hayırdır bu kuyuda ne var? Padişah niye girilmesini istiyor? Giren niye sağ çıkamıyor? Mevzu nedir? Abi demiş bu kuyuda bir canavar var. Bizim halkın da tek su kaynağı burasıdır. Canavar neye kızmışsa bir şeye kızmış. Halkın suyunu kesiyor. Susuzluktan kırıldık. Padişah efendimiz de dedi ki bu kuyuya girip sağ çıkabilene ağırlığınca altın verilecek. Adam, ulan girilir mi sağ çıkılır mı girsem ne olur? Girmesem. Birinci satın aldığı sözü hatırlamış o sırada. Kaderde ne varsa o olur. Ben girerim bu kuyuya demiş. Adam o bin akçayı ödeyince, sözün bedelini ödeyince içselleştirip hazmedince, kaderde ne varsa o olurun hikaye bu ya, künhüne vakıf olmuş. Ben girerim demiş o kuyuya. Adamcağızın beline bir ip bağlamışlar. Korku, merak, endişe, her şey birbirine karışık vaziyette yavaş yavaş, bismillahlarla aşağı doğru sallamışlar. Adam aşağı inince bir de ne görsün? Dört taraf insan iskeletleri, kafatasları, kan falan. Eyvah ben nereye geldim demeye kalmadan başını bir kaldırsa ki, kocaman bir canavar. Adamürkmüş. Canavarın bir yanında çok güzel bir kadın.
Öbür tarafında çirkin mi çirkin bir kurbağa. Adam eyvah benim burada ne işim var falan demeye kalmadan canavarı diklenmiş. İnsanoğlu, insanoğlu söyle bakayım bana kadın mı güzel, kurbağa mı? Adam yılların verdiği ezberle kadın güzel diyecek olmuş, o sıra imdadına ikinci satın aldığı söz yetişmiş.
Gönül neyi severse o güzeldir. Canavar bir daha söyle bakayım dedim. Gönül neyi severse o güzeldir. Canavar tebessüm etmiş. Çık yukarı demiş, onlara söyle. Bir daha sularını da kesmeyeceğim, canlarına da kastetmeyeceğim. Ve eğer canavar kurbanın gözüne aşıkmış, gelen de kadın güzel dediği için, sevgilisini beğenmediği için, aşık olduğuna laf ettiği için hem vurup kellesini alıyormuş, hem de siz misiniz bu işlerden haberdar olmayan deyip sularını kesiyormuş. Aşağıdan seslenmiş, çıkartın beni çekin. Şaşırmışlar. Adam aşağı indi ve canlı. Böyle hararetli yukarıya kadar çekmişler. Hayrola? Tamam demiş, artık sizin suyunuz kesilmeyecek. Ne oldu? Boş verin ne olduğunu. Her şey sorulmaz, her şey de söylenmez. Suyunuz falan kesilmeyecek. Sevinç içerisinde padişahın adamları getirmişler. Adama ağırlığınca altını takdim etmişler. Adam mutlu olmuş. Biliyoz dedik ama kaderde ne varsa oğulura ben bin akçe vermeseydim, bu kuyunun başında o söz benim aklıma gelmezdi. Biliyoz dedik ama kuyunun dibine girdiğinde canavar bana kadın mı kurbağa mı diye sorsa, ben de herkes gibi kadın güzel derdim. Ama bin akçeyi ödeyip bedelini verince, gönül neyi severse güzel oduru da insan birazcık daha derinden idrak ediyormuş. Deyip sevinç içerisinde kervanın yolunu tutmuş. Kervana doğru giderken de sağda solda bin akçeye bir söz falan diye bağıran varsa, onu görmeyeyim diye hızlı adımlarla varmış. Kervana karışmış. Uzatmayalım sözü, memleketine vasıl olmuş.
Sevinç içerisinde evine varmış kapıyı açacak, pencereden baksa ki karısı, genç bir civanla göz göze diz dize ben 18 sene bunun için mi çalıştım? Deyip hançeri çekmiş tam dalacak içeri. Üçüncü satın aldığı söz imdadına yetişmiş. Hiçbir şey aceleye gelmez. Hançeri kılına sokmuş, ısırmış dudağını, kapıyı açmış içeri girmiş. Karısı, bey hoş geldin demeye kalmadan çocuk baba deyip dönerek ellerine yapmışmış. Adam önce bir şaşırıp sendelemiş, sonra vaziyeti anlayınca sarılıp evladını kucaklamış. Şimdi kısa buncağızdan ibaret.
A benim cancağızım. Her zaman olduğu gibi kısa anlatılır gelir geçer de, hisse akıl sahiplerine gelir ve bulur. Kısadan ise bildiğimiz zannettiğimiz nice şeyler var ki belki gerçekte onun ne olduğunu bilmiyoruz. Bilmediğimizi bile bilmiyoruz. Önce bilmediğimizi fark etsek, sonra bilmek için bir bedel ödemek gerektiğini bin akçe olmasa da idrak etsek.
O bedeli ödemediğimiz müddetçe o hakikatlerin sadece tellalı, sadece papağanı olduğumuzu ah bir anlayı versek.
O zaman belki de pek çok şey bambaşka olacaktı. Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın