15 Ağustos 2022 Sohbeti – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=J7tDPzzf_RQ.
Rasûlullah, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-u tayyibelerine, Ehl-i Beyt’in ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kirâm hazratının, cümle geçmişlerimizin rûh-u şeriflerine,
dinimizin, vatanımızın, milletimizin, bütün İslâm dünyasıyla selâmetine, şerîfli şerîflerinden muvaffızlığına, bu niyaz ile tebürrüken bir Fâtiha şerîf, üç, İhlâs, Allâh’u seversen…
Namaz-ı Meclî, enbiyâ-i şerîf, râb-ı seversen… Amin. Muhterem kardeşlerimiz! İçinde bulunan bu dünya, bir mekteb-i âlem. Cenâb-ı Hak insanı yaratmadan evvel, âlem ve havvâbı yaratmadan evvel, bu dünyayı yarattı.
Ve insanoğlunun bir endam aynası, insanoğlunun cennete kazanması için ne yardımsa, Cenâb-ı Hak hepsini ihsan etti. Âdî-i kerîmede buyruluyor, göklerde ve yerde ne varsa, insana âmâde kıldık, düşünen bir toplum için. Güneş âmâde, ay âmâde, toprak âmâde, her şey âmâde insana.
Hepsi ilâhî azamet, ilâhî kudret akışları, ilâhî nakışları tefekkür ettiriyor bize ve kevnî âyetlerle dolu. Âdem –aleyhisselâm-dan insanoğlunun ve cinnin imtihanı başlıyor. Son insana kadar devam edecek. İmtihanın dersi, liyâh buddhûn, Allâh’a kul olabilmek, liyâh rûhûn, tefsirde Cenâb-ı Hakk’ı kalpte tanıdabilmek. Yani mârifetullah’tan bir nasîb alabilmek. Bu şekilde Cenâb-ı Hakk’a bir dostu kurabilmek.
O dostu kurulduğu zaman, Cenâb-ı Hak, لَا هَوْفٌ عَلَيْهُمْ وَلَا هُمْ يَحْسَنُونَ Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir, buyuruyor. Çok zor geçitlerden geçecek bir ölüm ânı var. Bedenin artık fonksiyonu bitiyor. Bu cihanda bütün ibadetler, tâhâat, kulluk, hepsi bedenle oluyor. Tabi bedenin hükmü bitiyor, beden geldi, yine toprağa dönüyor. Ruh devam edecek.
Bir kabir hayatı var. Müddetini bilemiyoruz ne kadar, kıyamete kadar. Her insana ayrı bir müddet, ömrünün sonundan sonra. Tekrardan bir yaratılış var, bir âhiret âlemi var. Biz nasıl dünyaya gelmeden evvel, dünyayı bilmiyoruz, tanımıyorduk. Rasûlullah Efendimiz, dünyanın intibarlarla kabir hayatını bize bildiriyor. Kazanmak, kaybetmek yok. Bu cihandan aldığımız diploma ile devam edecek. Ya Cennet bahçesi, Allah korusun, veyahut da bir feci bir akıbet, cehennem çukuru… Ondan sonra büyük bir infilak. Göklerde, yerde ne varsa bir tomar kağıdı büker gibi dökeceğiz, buyuruyor. Eski hâline girdi, bu vaattir, buyuruyor. Bir kıyamet. Ondan sonra ebedî bitmeyen bir âlem devam edecek, insanlar ve cinler için. Diğer mahlukata yaratılacak hayvanat, onlardan adam da bir şey yapacak.
Yaratılacak hayvanat, onlardan adam bedelini alıp, hakkını alıp, onlara kûn-u turâba, toprak olacaklar. Hattâ öyle bir feci bir gün, zor günkü kâfirler diyecekler, keşke biz bu hayvanlar gibi toprak olsaydık diyecekler. يَكُولُوا الْكَافِرُوا يَعَالَيْتِنَا كُنْتُوا تُرَابَةً Zor günler, zor anlar geçecek. Hesap kitap olacak. Kitabını oku, bu nefsin kâfidir denecek.
Gözler, kulaklar, deriler konuşacak. Velhâsıl Cenâb-ı Hak bu verdiği bu dünyadaki bu nîmetlerin bedelini, en başta îman bedelini, Cenâb-ı Hak Sünnet Sûresi’nde يَوْمِيذِ الْعَنِينَا يَعْنِينَا Bunun bedelini bizden istiyor. Bedeli verdiğimiz zaman, elhamdülillâh büyük bir dostluk, son nefeste dostluk, kabirde dostluk, dostluk devam edecek. Velhâsıl okunan âyet-i kerîmeler, Fussilet Sûresi’nin 30. âyetinden itibaren, burada Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, şüphesiz Rabbimiz Allah’dır diye, sonra dost, doğru yol yürüyenler, yani baştan Rabbim Allah’tır diye, tam bir îman. Ondan sonra, sırâtı mustakîm, Rasûlullah Efendimiz’in izniyle yürüyenler için, melekler iner,
korkmayın, üzülmeyin, Allah’ın size vâd ettiği cennetlerle sevindin derler. Bu üç yerde olacak buyruluyor tefsirlerde. Bir son nefeste olacak, zor an, yani rûhun bedelini terk ettiği an. Kabre girişte olacak, dost, ahbap vs. malumun hepsi burada kalacak. Hesap kitap başlayacak. Orada da melekler, korkmayın, üzülmeyin, Allah’ın size vâd ettiği cennetle sevindirecekler.
Üçüncüsü de, kıyamette dirildiği zaman, mahlûkat, o da çok zor. Yani oradaki tabiân şartları, dünyanın tabiân şartları gibi değil. Şartlar da değişiyor. Güneş yaklaşıyor, terboğuyor vs. birtakım dünyadakinden daha değişik bir hâller başlayacak. Orada da melekler, yine çok korkuluyor, bir an korkmayın, üzülmeyin, Allah’ın size vâd ettiği cennetlerle sevindirecekler.
Bu üç yerde meleklerin bir yardımı olacak. Diğer bir görüşte de, dünyada da birtakım meccazirler içindeyken insan. O zaman da melekler onun gönlüne ferahlık verecek, huzur hâli verecek. Karşılaştığı imtihanların tesiri azalmış olacak. Cenâb-ı Hak buyuruyor, işte böylece size insanlığa şahit olmanız. Yani insanlığa, İslâm’ı temsil etmemiz.
Her müslümanın vazifesi, diğer insanları İslâm’a temsil etmesi. Hâlimizde, kâlimizde, nezâket, zarâfet, her hâlimizde. Rasûl desî, şahit olması için size, مُوتَدِلْ خَيْرَحَا بِالْأُمَّدْ يَرَطْطِقَ Buyuruyor Cenâb-ı Hak, Rabbimiz. Rabbimiz, kulunu, taakati ölçüsünde sorumlu tutuyor. Zekâtın hesabını biliyoruz. Fakat istidâdının hesabını bilemiyoruz.
Sahibi bu mes’ûliyet endişesiyle insanlığı, ilişkânsı dünyanın dört tarafına gitti. Çin’e, Semerkant’a, Endülüs’e, Keyreman’a, insanlığa, her yere gitti. Allah’ın verdiği bu, îmân nîmetinin bedelini ödeyebilmek. Rasûlullah Efendimiz’in ümmet olma bedelini ödeyebilmek. Cenâb-ı Hak, takvâ sahibi kul olmamızı arzu ediyor. Takvâ nedir? Şerâd, hayatın bütün muhtevâsında olacak. Ondan sonra kalbi tarakîler başlayacak.
Nefsânî avzular bertaraf edilecek, rûhânî istidâdlar inkişâf edilecek. Kul, وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَعَكُمْتُمْ İlâhî kameranın altında olduğunun, şuur ve idrâk içinde olacak. Kalp, Cenâb-ı Hak’la beraber olacak. Cenâb-ı Hak buyuruyor, فَاسْتَكِمْ كَمَا اُمُرْتَ Emr olunan gibi dost doğru ol.
Rabbimizin, bir mü’minin tarifi var. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, mü’minler ancak Allah’ı anladığı zaman kalpler titrer. وَجِلَتْ قُلَوْهُمْ Demek ki bir kalbin mesâhî şart. Kalbin Cenâb-ı Hak’la beraber olması için bir mesâhî şart. Kul daima kalp, ilâhî azamet, ilâhî kudret akışların tecellîsi içinde kalacak. Daima, aman yâ Rabbi!
İlahî azametin bir tesir altında kalacak. Allah’ı anladığı zaman, وَجِلَتْ قُلَوْهُمْ Kalbi titrer buyuruyor. Kâmil-i Büyük, mü’minin vasıfları. Birincisi bu. İkincisi, Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, îmanları artar buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın kelâmı. İlâhî mesajlar.
Cenâb-ı Hak, seksen küsur yerde, ey îman edenler diye, hâlık mahlûkuna hitap ediyor, Cennet’e girmesi için. Diğer bir husûyet, değişen şartlar altında. Üçüncü olarak, Allah olan tevekkül tesîmiyet içinde olurlar. Çünkü Cenâb-ı Hak, hayırla da şerle de imtihan ediyor. Dördüncü sûh,
onlar namazlarını ikâme ederler. Yani namazları ilâhî huzurda, ilâhî azamet karşısında bir huşû içinde. Diğer bir âyette, mü’minler felâh bulduğu, onlardaki namazları huşû ile kılarlar. Namazın zâhiri olduğu gibi, bir de namazın bâtını var. Yani ilâhî huzurda olduğunu, secde etmeye yaklaşacaklar.
Beşincisi de, Allah’ın verdiği nîmetleri, Allah’ın yanında infak ederler. Daima bir mü’min düşünecek, Allah bana bu güç kuvveti niye verdi? Bir imtihan dünyası içindeyiz. Mahlûk, mülk vs. niye verdi bunlara? Evlâtlar niye verildi? Yer verilenler, demek ki mâkâna ve cezae sahip olduğu için.
Mal, mülk vs. niye verdi bunları? Evlâtlar niye verildi? Yer verilenler demek hepsi bir imtihan malı zemesi. Cenâb-ı Hak buyuruyor, mallarını, canlarını, cenneti satın aldılar. Yani dünya bir pazar ve bu pazarda cennet tahsil ediliyor. Neyle? Malla. Neyle? Canla. Ve muhtelif şekilde bu âyetler devam ediyor. Namaz, ferdi ibadetlerin en mühimi. Hizmet ise, ictimâ-ı ibadetlerin en mühimi. Hizmet nedir? Hizmet, Allah rızâsının aranmasıdır. Merhamet, hizmetin şartıdır. Nefsin hudyamlığından kurtulmadan hizmete koşulmaz. Sâmiyetli yapılan hizmetler de, Hakk’a vuslat, içtiği yakının davranışlara aksedilmiş bir ifadesidir. Sahâbî bu konuda bizlere en güzel misal oldu. Daima sahâbî, yarın bu nefsin konağı mezar olacak. Esas hayat, âhiret hayatının hakîkatini idrâki içinde yaşadılar. Dünya nîmetlerini, kendi nefislerini tahsis etmekten ve haddinden fazla kullanmaktan kaçındılar.
İmânın lezzet ve heyecanını içinde, nîmetleri insanların hidâyeti ve sâdîliği için vâsıda kıldılar. Hizmet, onların hayat tarzı oldu. Gönüller daima, Allah bizden nasıl olmamızı ister, Rasûlullah bizi nasıl kıyamet gününü görmek ister, düşünecek ulûvî heyecanı içinde yaşadılar. İman uğrunda, gözleri fedakârlık gibi gayretlerden geri kalmak, ihmal etmek, kişinin mânen helâkine bir sebep olmuş oluyor. Efendimiz, Muâz, Radıyâna’nı çok severdi. Çok kabiliyetli bir sahâbiydi. Onlar huzûzî sohbet ederdi. Terk istine alırdı bazen. Bak Muâz, şunlara şunlara dikkat ederdi.
Bak Muâz, şunlara şunlara dikkat ederdi. Muâz, bunlar da kâfi değildir, şunlara dikkat etmen lazım derdi. Muâz’ı çok severdi. Bugün dedi ki, Muâz dedi, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum. Dostun dostuna tavsiyesi. Allah’ım seni zikretmek, yani kalp devamlı Allah’la beraber olacak. Sana şükretmek, her hâlde bir teşekkür hâlinde olacak.
İbadetler kıvam kazanacak. Bu şekilde hareket etmekle bana yardım et.” dedi. Demek ki kalp, îman istikâmetinde olacak. Zikirde olacak. Yani her gördüğü yerde Cenâb-ı Hakk’ı hatırlıyor. Şu suyu içerken Cenâb-ı Hakk’ı hatırlayacak. Bâkâsı, ya bunu tuzlu indirseleriz, ne yaparız? Bu buyuruyor. Besmele ile başlanacak. Kalp hikmete yönelilecek. Bittiğinde, Elhamdülillâh Rabbî’l-Âlim’i diyecek. Her şey de böyle.
Cenâb-ı Hakk’a kuldan böyle bir kendisiyle beraberlik istiyor. Bir de hayat, düz bir çizgi hâlinde, medcezirler hâlinde, devamlı kul, bir şükür hâlinde olacak. Yani alâ zikrike, yani ömrümüzün her anı Cenâb-ı Hak ile beraberlik, şuurunda yaşayabilmek. Ve şükrüke, sonsuzlukla, tıpkı ihsanla, yüz kullarına ikram ettiği nîmetine daima Allah teşekkur edersinde olabilmek. İman nîmetinin bedeli var mı? 124.000 küsür peygamberin en yüz sene peygamber, ümmet olmamızın bir bedeli var mı, ödenebilir mi? Bütün ibadetlerin bir tazim içinde olacak. Ve bütün Allâh’ın mahlûkâtı, kul, şefkat hâlinde de, Allah’ın Rahman-ı Rahîm esmasından kalpte bir tecellî alacak. Yani zâhirî fazlalar var. Namaz, oruç, zekât, haç gibi vs. Bâtiynî fazlalar var. Bu da güzel ahlak. Rasûlullah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak. Bu ibadetler, ancak bu şekilde bir kıvam kazanıyor. Tefekkür olacak. Cenâb-ı Hak Efelâ buyuruyor, Efelâde tefekkürüm buyuruyor. Hikmet olmayan hiçbir şey yok. Her şey hikmetle dolu. Kulluk şuurunu kazandıracak tefekkür. Merhamet olacak, cömertlik olacak. Ne kadar cömertlik? Hangi cömertlik?
Cenâb-ı Hak, ashâb-ı kirâmı tavsiye ediyor. İslâm’a ilk giren muhâcirler, onu takip eden ensar, onlara fazîlette takip edenler. Yani cömertliğin benim nasıl? Ben cömerdim. Topluma göre cömerdim. Bu kâfî değil. Biz asr-ı saadete göre benim cömertliğim nasıl? Ashâb-ı kirâm nasıl bir cömerttim? Ben nasıl cömerdim? Adâletle anne-baba hukuku var.
Biraz yaşlandığı zaman Cenâb-ı Hak kavlen kerîmâ buyuruyor. İkramkâr konuş buyuruyor. Eşler arasında zevk-sevcâz bir hukuk var. İkisi birbirine Allah’ın emaneti. Efendimiz’in âle-i âyet en güzel misal. Üsve-i yâsene. Komşuluk hakkı var. Hattâ buyruluyor Cebrâil bana öyle bir tavsiye dedi. Nerede komşunun komşuya mirasçı olup zannetmiştim buyuruyor Efendimiz. En başta irşad var. Mâhlukâta karşı hukuk var. Bütün mâhlukâtı Cenâb-ı Hak insan için yarar. Diğer gezegenlerde, semâda başka bir mâhlukat yok. Hep burada mâhlukat. E bu mâhlukat insan ders sağlayacak, kullanacak. Orada ilâhî azametini seyredecek. Bazı şeyleri ürkülecek, kabrî düşünecek. Yılanlar, akrepler, sürüngenler vs. Velhâsıl mâhlukâta karşı hukuk var. Mâhlukâta güzel muâmele. Hak şinâslık olacak. Bir müslüman mütevâzı olacak. İbâdurrahman, Allâh’ın rahmetini tecellî ettiği kullar, yeryüzünde mütevâzı olarak yürürler buyuruyor. Kul, apte âciz olacak. Enâniyet olmayacak. Enâniyet, bir felâket belli.
Ben demeyecek kul. Daima, yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi, Sen yâ Rabbi diyecek. El-Emin, es-Sâdık olacak. Bir mü’min, bir karakter, bir şahsiyet sahibi olacak. Girdiği yere bir huzur verecek. İslâm’ı hâliyle tebliğ edecek. Ejdat, Osmanlı futuhatında fethettiği yerde hep Anadolu’nun temiz halkını gönderdi, seçerek gönderdi. Onları hâliyle bir İslâm’ı temsil etsinler, onun halkını temsil etsinler.
Anumutların %90’ının Müslümanı oldu. Boşnakların %100’ü Müslüman oldu. Velhâsıl her Müslüman, hâliyle, ahlâkıyla, edebiyle, nezâketiyle, zarâfetiyle, İslâm’ı yaşama mecburiyetindedir. O da Efendimiz’e olan muhabbeti kadar. İhlâsı olacak. En mühimi, bugün kaybedilen toplumda, edep ve hayâ.
اَلْحَيَٓا مِنَ الْاِيمَانَ Hayâ, îmandandır. Bugün de o büyük mahalle tevhîvizyon, internet vs.de hayâ, îman bir zahı uğradı. Bu da çok mühim. Kur’ân-ı Kerîm’i bir kelimeyle ifade et deseler, ehl-i hâkim diyor, edeptir diye ifade edersin diyor. Mevlânâ diyor ki, aklım diyor, kalbime soruyor, din nedir, din ne?
Kalbim diyor, aklıma dedi ki, din, edepten ibarettir. Bilhassa evlâtlarımız üzerinde, anne-babaların çok ağır mes’ûlletleri var bugün. Sabır ve tabağlı sabr, sabr. Hem müslüman değişen şeylerde sabırlı olacak, hem de sabrı tafsî edecek hâle olacak. Bunun için bu nasıl zâhirî fazlalar varsa, bunlara bâti ne?
Yani bunlar olarak kemâl edecek. Bunlar kemâle erdikçe, zâhirî günahlar, kumar, içki, zinâ, sirkat, emsalleri, bunlardan kul, yangından kaçar gibi kaçacak. Bunun yanında bir de bâti ney günahlar var. Meselâ gurur-kibir var. Allah korusun ki kibirin şey, cehennem. Ancak kibir yanmakla tanışılacak.
Çünkü menşey, cehennem. Haset var. Hâbîle-kâbîle başladı bu haset. Allah’ın verdiği nîmetlere râzı olmamak. Belki senin için bu hayırlıdır. Öfke, Cenâb-ı Hak, gayzlarınızı yutarlar buyuruyor. Öfkede birçok yanlışlıklar oluyor. Cenâb-ı Hak öfkelerini yutarlar.
Cenâb-ı Hak gayzlarınızı yutarlar buyuruyor. Öfkede birçok yanlışlıklar oluyor. Cenâb-ı Hak öfkelerini yutarlar buyuruyor. Riyâ, Allah korusun, gösteriş. İbadet hâline yaptın, Kur’ân kursu yaptın, vs. yaptın. Onun ismini âhirete bırakacaksın, kendi ismini koymayacaksın. Fakat evlâdın koyabilir onu.
Çünkü artık babası ölmüştür ve vefat etmiştir. Onun için artık rüyâ hâli kaldı. Fakat dünyada kendi ismini koymak, yani bir fâniyeyi ortak etmek, onun derecesini azaltır. Ona çok dikkat etmeye icap ediyor. Yani fânîlerin alkışlarından nefsini kurtarıp, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına kavuşmanın gayreti içinde olacak.
Cimrilik, Allah korusun. Bu çok büyük felâket. Müslüman, Allâh’a ait. Allah onu sen kendine sakla diye vermiyor. İslâf etmek, bu da bir felâket oluyor. İslâf edenler, şeytanların arkadaşlarıdır. Şeytanın ise Rabbine karşı bir düşmanlığını bildiriyor Cenâb-ı Hak. Demek ki islâf edenler bu durumda.
Tabi islâf, kibiri de getiriyor. Kibir ne oluyor? Eşyâlı, yövmeti kendine gösteriyor. Aşağılık duygusunu bastırma hareketi oluyor. Tecessüs, velâ tecessüsü buyuruyor. Tecessüs olmayacak, kendi aybına bakacaksın. Eğer ona îkaz lâzımsa, husûsî olarak îkazdır. Herkesin içinde değil.
Cenâb-ı Hak, vakarada hemen Allah korusun, hastalıklar artar buyuruyor kalbinde yalan söyleyene. Bir müslüman doğru olacak. Evlâdını bile kandırmaca bir yalan söylemeyecek. Gıybet. Cenâb-ı Hakk’a ölü eti yemeninize giren gelmez mi? buyuruyor. En beter haramlardan bir kul hakkı ta kıyamete kalıyor. Cenâb-ı Hak, وَلْلُّكُ لُمَزَةِ اللَّمَزَةِ Hepsine yazıklar olsun buyuruyor. Bu, göz işaretine, kaş işaretine, işaretle küçümsüyene. Cenâb-ı Hak, yarattığı kullara ibadullâhın istihkâr edilmesini, istiğfâf edilmesini istemiyor Rabbimiz. Yarın öyle bir hâle gelecek ki, senden daha üstün duruma gelecek. Onun için ibadullâh, istihkâr, en mühim haramlardan biri.
Maalesef günümüzde bâtınî haramlar daha çok işleniyor. İnsanlar bugün günahları hafife alıyor. Bir kul ancak zâhirî ve bâtınî emirleri îfâ etmek ve zâhirî ve bâtınî haramlarla korunmakla ancak kemâl bulunabilir. Bu eksik olmaz bunların için. Torbanın dibi delik olursa bir taraftan o akar gider. Bu israf, bu günümüzün bir felâketi. Tabi bu israf her şeyde. Cenâb-ı Hak İstihâs Sûresi’nin 27. âyetinde, Zira böyle gereksiz yere saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabbine kadar çok nankördür. Demek ki israf eden nankörlük oluyor. Demek ki en başta, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis,
en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis, en mühendis ile bir皮ak ile birзаğ Fantastic Kekân ile binmeyen collected patcheten yükle suo melan acquisition takımızasceneala mevcutta görürsün.” Ve broke a Ve bh hashashphonetic İşte bunun bir
Teâle-i hîmerattâ âlin. Yani dalâletdekilerin hiçbir hâline benzememek. Ömer, radıyallâhu anh, orduyu dağıstan’a gönderirken tembih etti. Sakın dedi, o dedi, kâfirlerin giydiği gibi giyinmeyeceksiniz dedi. Onların yediklerinden bile yemeyeceksiniz dedi. Çünkü bir ürfet olmayacak. Bir mü’min, İslâm karakteri, İslâm şahsisini muhafaza edecek. Yani îtikatta dahi bir israf olmayacak. İman zâfı uğramayacak.
Onun için Cenâb-ı Hak, sâdıklar beraber olun diyor. Gâfillerle oturma buyuruyor. İbadette israf, bir de gâfillerine bir namaz kılmak. Cenâb-ı Hak namazı huşû ile istiyor. En mühim mi? Namazı cemaatte kılmamak. Efendimiz girdiği zaman, ravzı şöyle bakardı, kim var kim yok. Gelmeyenler hastalarda ziyarete giderdi. Seferde de dua ederdi.
Fakat sebepsiz yere gelmemişse, onları ağır şekilde îkaz ederdi. İbn-i Mektûm âmâ idi. Efendimiz’in mü’zzin oldu. İlk zamanında yâ Rasûlâllah dedi, benim gözüm âmâ dedi. Ben görmüyorum dedi. Ben dedi, evde kılsam olmaz mı dedi. Efendimiz bir müddet, sükût etti. Sonra hayâres-salâye-hayyârek duyuyor musun dedi. Duyuyorum yâ Rasûlâllah dedi. Sülünsem bile namazı cemaatte kıl buyuruyor. Her ibadet, Cenâb-ı Hak yaktıracak.
Yani namaz, secdeye yaklaşmıyor. Fahşâdan, mülkerden korur buyuruyor. Oruç, umudur ki takvâ sahibi olursun diyor. Zekât, sadaka, infak… Bu da Cenâb-ı Hakk’a bir yakışıyor. Zekât zaten borcun, senin değil zaten zekât. Senin malın üzerinde fakir fukaranın ortaklığıdır o. Ortağının hizmetini vereceksin. Onun için sadaka var, uzun sadakat ben alırım buyuruyor.
İnfak var, Cenâb-ı Hakk’a infakla da sedetine vermediği için Allâh’a yaklaşamazsın buyuruyor. Diğer buyruluğu, Kur’ân’ı kim bilâikeyle okuyup, anlama gayetine girmemek, tatbik etmemek, hafız oluyor mesela. Cenâb-ı Hak ne buyuruyor orada? Yine Fâtır Sûresi’nde, nefsini zulmedenler. Biz Kur’ân’ı vâris kıldık buyuruyor. Üç kategoride. Birinci kategoride Kur’ân’ı ezberlemiş, tatbikat yok.
Cuma sonu beni İsrâil âlimleri gibi buyuruyor. Kitap, mühimm, erkepler gibi. İkincisi de muktesitler, orta yolda. Üçüncü hayratlar öne geçenler, Kur’ân’ı öğrenecek, bilip ezberleyecek, hâzı ve alîyülle âlâ. Fakat yaşayacak ve yaşatırında yaşatacak. Bu 6.600 küsur âyet, Cenâb-ı Hakk’ın talim ortadadır. 80 küsur ileride, ey îman edenler diye Cenâb-ı Hak iddia ediyor. Bir cennet davetiyesi. Duâlar, bağırarak çağırarak, gürültü yaparak dua olmayacak. Yani kalpten gelen duâlar olacak. Duâlar da israf edilmeyecek. En mühim zaman da israf. Her insanın ömrü âhir. Ne kadar ömrü var bilmiyorsun. Onun için her an hazırlıklı olacaksın. Zamanın israfı, en mühsü bir israf. Çünkü kul vefat ederken, Cenâb-ı Hak buyuruyor, ölüm ânı gelir de,
yâ Rabbi! Azıcık bir mesafe bıraksan da, sadaka versem, sâlihlerden olsam, demeden imfak edin.” buyuruyor. Efendimiz buyuruyor ki, sâlihler dahî hüzünle vefat etler, keşke daha öteye gitseydik. İlimde israf. İmr-i zâhirine takılıyor, şöhretine takılıyor, tatbikatına giremiyor. Zâhirî ilmin şeyine takılıyor, ben biliyorum diyor. Bir nefsâniyet geliyor Allah korusun.
Bir fecâet. Onun için ilim, neyle güzel? Tevâzu ile güzel. İlim neyle güzel? Takvâla güzel. Takvâla ziynettindir ilim. Cenâb-ı Hak âlimlerin bir keyfiyetini bildiriyor. Yine Fâtız Sûresi’nde, Allah kulların içinde ancak ilim sahipleri var, onlarlar Allah’tan korkar, Allah’tan ittikâde takvâ sahibi olur, buyuruyor. Demek ki eğer ilim takvâ veremiyorsa, o da bir israf olmuş oluyor. Ahlâkı kıymetlerde israf.
Bugün maalesef o had safhada, toplumların ahlâksızlığı hattı aşarak israf çılgınlığına düşmeleri, dünyanın bütünlüğüyle helâk demek olan kıyamet alâmetlerindendir. Rasûlullah Efendimiz hep kıyamet alâmetlerini bildirirken, bununla başında gelen ahlâkın, iffetin, nâmusun kaybolması. Bugün de görüyoruz bunu. Bugün de bakıyoruz, Allah’ın azap kamçısını indirdiği, Ad kavmi, Semud kavmi, Yud kavmi, Keldâni kavmi, bütün Allah’ın, Kadıbın tecellî ettiği kavimler, bugün insanlık piyasasına çıktı. Bu nedir? İşte bu, Rasûlullah Efendimiz buyurduğu fiten hadisleridir. Fattah çok çok daha ötesine gidildi. Kur’ân-ı Kerîm, Berhîm, Edâl buyuruyor. Hayvanlar arasında bir şey var.
Hayvanlarda da yok. Yine Efendimiz buyuruyor ki, insanlar üzerinde öyle bir zaman gelecek ki, bütün endişe ve gayretleri, karınları, mideleri ve şehvetleri olacak. Şerefleri mallar ile ölçülecek. Kıbleleri, sefih kadınları olacak. Dinleri, dirhem ve dinârları olacak. İşte onlar mahlûkatın en şerleridir. Onlar, Allâh’ın kavmi, hiçbir nasipleri yoktur. Bu da işte zamanımızın alâmetlerindendir. Öyle bir zaman geldik ki, şelâlden mi, haramdan mı kazanın aldırmayacak. Efendimiz diyor, ben de şöyle yaptım ama, şöyle kazandım ama diyor, şuradan diyor. Fakat ben diyor, hayır yapacağım. Olmaz böyle bir şey. Hiçbir zaman şerîb-i gaye, gayrî bir, şerîbî bir metotla gidilemez. Tefekkürde israf. Cenâb-ı Hakk’ın bir defa diyor, akletmez misin? buyuruyor.
İdrâk etmez misin? buyuruyor. Tefekkür etmez misin? diyor. Umudu ki düşünürsünüz, buyuruyor. İbret alınca ifadelerle, daima Cenâb-ı Hak bize tefekkür eder. Bir çiçeğe bakacaksın tefekkür edeceksin. Binbir türlü. Yediğim meyve bakacaksın tefekkür edeceksin. Kendine bakacaksın, nasıl dünyaya geldi, nereden geldi, nasıl haberin var mıydı? Dünyanın gelişini, tarihini, girişini sen mi çizdin? Annen, babanı sen mi tayin ettin?
Daima edemeyen kul, bir tefekkür hâlinde olacak, daima aman yâ Rabbi diyecek. Mevlânâ Hazretleri’nin güzel bir ifadesi var. Şehtem’in aklı kadar aşkı olsa da bugün İblis durumuna düşmezdi. Efendimiz buyuruyor, bu nefis hepimiz içinde. Bizlerin umudunu Efendimiz buyuruyor, yâ Rabbi diyor, Göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimi beni bırakma buyuruyor. İlâhî tebriklerden uzak kalmak, düşünmemek, gözünü görüp kalbin görmemesi, insanı gaflete düşürür. Gaflete insanı atâlete tembelliğe sürükler. Akılda atâlet, idrâki öldürür. Gönülde atâlet, gaflet yani hassâsiyetini yok eder. İlimde atâlet, gaflet, basiret veya irfânı köreltir. Halk ve hukuk-u riâletteki atâlet, ne mülâzımlık gaflet, zulmü tetikler. Muhabbetteki atâlet, ayrılık ve ayrılık getirir Cenâb-ı Hak’ta. Dünyada atâlet, Allah korusun, âhiret, ebedî saadetten mahrumiyet sebebi olur. Cenâb-ı Hak toplumda insanları ayrı ayrı istidatla hareket etti.
Cenâb-ı Hak toplumda insanları ayrı ayrı istidatla hareket etti. Kabiletler ayrı. Toplum zaten o şekilde kuruluyor. Bir de ömür, mahtut. Cenâb-ı Hakk’ın ihsân-ı ikramı mahtut. Kimine az veriyor, kimine çok veriyor, kimine sağlam, kimine güçlü, kimine zayıf.
Demek ki buyruluyor ki, bir kul kendi hâlinin bir tefekkür hâlinde olacak. Zengin bir ümidin vazifesi nedir? Sahibi olduğu şerif, Allah’ın bir emaneti ve imtihanı olarak görecek. Bana Allah verdi, ona vermedi, demek ki bana bunu bir imtihan olarak verdi. Zira mülk, Allah’a ait. Kul, sâdîli bir veznedar, bir tasarrufçu. Lâkin bu tasarruf odanda mes’ûl. Riyâzat içinde yaşayacak. İhtiyaç fazlasını Allah yolunda iffak edecek. Cenâb-ı Hak, kul’u aff, diyor, fazlasını ver buyruluyor. Yine âyet-i kerîmede, Rasûlüm, hayru-hasenatta sana ne harcayacaklarını sana sorarlar. Dekiye ihtiyaç fazlasına. Yine bugün Allah bir varlık vermişse, bugün yapacağımız, bilhassa dînini zayıfladığı zamanımızda Kur’ân kurslarımız, imam etiklerimiz, bilhassa proje imam etiklerimiz,
dini müessere daha fazla bir rabat verme durumundayız. Çünkü verdiğimiz nîmetlerden soracak sıra buyuruyor. Malı Allah yolunda harcarken de, bu arz-ı endam hâlinde olmamak, yani büyük bir mahfiyet içisinde teşekkür edâsı ince verebilmek, Cenâb-ı Hak’a şükredebilmek, yani arz-ı hâl üzerinde olabilmek. Çünkü ibadet-i râhmanın yarını mütevâzî olarak yürürler buyruluyor.
Kendisi zimmetli kardeşlerden, kendini aşağıya durur, ona karşı sahip çıkabilmek. Günümüzde küresel güçler, dînî duyguları zayıflı yapmak zorunda insanı kendi öz vatında esir alıyorlar. Toplarını alıyor, insanı alıyor, insanın rûhunu esir alıyor. Tevhid-i rûzlar, internet’e birçok vahıtalarla kendi dünyasını maalesef günümüzde şeye sokuyor. Onun için insanı yangından kurtarmak. Onun için dînî müesserelerine rağmen,
yıkından kurtarmak. Onun için dînî müesserelerine rivaç verebilmek. Diğer bir husus, Rasûlullah Efendimiz’den, ashâb-ı kirâm’dan, evlâdâ’dan, bir mü’min verirken sevinecek. Çünkü bir emâneti yerine getiriyor. Kendi malı değil, Allâh’ın emânetini yerine getiriyor. Onun için bir mü’min sevinerek vermek, takmâsına alâmet. Etraftan bir iltifat değil. Cenâb-ı Hak nasip ettiği için, Cenâb-ı Hak teşekkür içinde sevinerek verebilmek. Efendimiz, yaşama zevkini bırakıp, yaşatma aşkına göre vermişti. Ama şu ağacın altında bir gün dinleneyim, bir gün tatil edeyim, buyurmadı. Devamlı insanların hidâyetiyle, derdiyle dertlendi. Bu sebeple Efendimiz, dünya ve arzuları bir tarafa bıraktı. Efendimiz, insanları tebessüm ettirmeni, mahzun gönülleri sevindirmeni, bir kişiyi daha hidâyete sevgi edebilmenin sevgisiyle yaşadı.
Açları doyurma lezzetiyle doydu. Muhtaçken ihtiyacın gidermekle huzur buldu. Onun talibisi, ashâb-ı kirâmda, onun aynı minval üzerine yaşadı. İşte yer mukarbinde bir bardak su, üç tane şeyden ortasında kaldı, birbirine ikram ederlerken. Fakir bir mü’min vazifesi nedir? Zınkı vazifesi bu, hulâsı alır. Bu hadislerde, âyetlerde bulunan. Peki fakir bir mü’min vazifesi nedir?
Sabır ve kendi imkânlarıyla kulluk ve gayretlerini devam ettirmek. Gerçek saâdet, hayatın medcezelerini olduğu gibi kabul etmek, iniş-çıkışlarını. Meşakkatleri tahammül edebilmek, istâhına gayret etmek, her şeyin güzel tarafını görüp âdem-i Rabbine teslim olmak demek eder. Lokman-i Hekim, şu nazır, tırnak, güzeldir. Yâ Rabbi! Gönlünü kederlerle, üzüntülerle meşgul etme.
Diğer tarafından aç gözlükten de sakın. Takdir et, rızâ göster. Allah tarafından sana verilenleri kanaat et ki hayatın güzellessin, gönlünün sulûlarla dolsun, hayattan zevk alasın. Cenâb-ı Hakk’a hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir, yine sevdiğiniz bir şey hakkında şer olabilir, Allah bile sizi bilmezsiniz. Kavrum baştan fakirdi, takvâ sahibi idi. Sonra zenginlik oldu.
Öyle bir hâlde geldi, öyle bir enâniyet getirdi ki Cenâb-ı Hak onu servetiyle beraber yerin dibine gönderdi. Bağdun bin Bâvrâ, baştan Allah’ın dostuydu. Doğaları kabuldu. İsmâz’a mazardı. Bir enâniyet geldi, o da işte Kur’ân-ı Kerîm’de yine bir kelp misâli, bu kadar bir şaşkınlaştığını bildiriyor. Hayat belâ meccidlerle dolu. Fakat bir mü’min bu iniş çıkışta kulluk çektiriyor. Bu iniş çıkışta kullukta kusur ve ihmânî bahâne yapmayacak. Cenâb-ı Hak birbirinden farklı ahvâllerde peygamberleri bildiriyor. Zengin peygamber var, fakir peygamber var. Rasûlullah Efendimiz’in başından, bütün o peygamberin başından geçen her hâl geçti. Kul ibret olacak, ders alacak. İbâ –aleyhisselâm– çok ağır hastalık. Kayıplarda imtihanı, mal gitti, evlât gitti, vs. gitti, saâd gitti. Ve yaşadığı bela ve musibet, onun rızâsını bozmadı. Cenâb-ı Hak o ne güzel bir kul buyurdu. Velhâsıl her peygamberde ayrı ayrı Cenâb-ı Hak bize hikmetleri sergiliyor. Yani başa gelen imtihanlara kadar, niçin, neden demek? Yok. Kalbin sanatını, şikâyetini unutmak.
Velhâsıl buna benzer şeyler çok misaller. Yine Hazret-i Adli radıyallâhu anh, şöyle nasıl söylüyor? Çok mânidâr. Yoksullaştığınız zaman sadaka veriniz ki, Allah da kendinize ticaret yapmış ki biz bol sadaka versin. Yani demek ki yokluk zamanında sadaka vermek, Allah ile ticaret yapmak oluyor buyuruyor Hazret-i Adli radıyallâhu anh. Yani bir hurmanın yarımını vermek.
Yine Efendimiz buyuruyor, bir dirhem yüz bin dirhemye geçip de sahâbî nasıl olur deyince, bir dirhem veren, mevcuttan verdi, yoktan verdi, öbürü çoktan verdi. Onlar, bollukta ve darlıkta verirler buyuruyor. Darlıktaki yarım hurma verecek, bolluktaki hacmına göre verecek. Hasta bir mü’minin vazifesi nedir?
Hasta, engeli veya benzeri durumda olan kişi, hayatındaki sıkıntıdan kendisine kefâret olduğunun ve terfi derâcât olduğunun bir icir kaynağı olduğunu düşünecek. Efendimiz buyuruyor, yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şey, Allah onun hatalarını bağışlamaya vesîle kılar. Onun için, musibette kimsenin üf-of demeyecek. Yâ Rabbi! Senden diyecek, bağışlanacak. Yani mahrum olduğu her nimetin mes’ûliyet ve hesabından kurtulduğu için sevinecek. Tabi bu en başta peygamberlerin durumu. Eğer sabredebilirse nâil olacağı eşileri tefekkürde huzur bulacak. Muhdehif hastalıkla imtihan eden peygamberleri, kendisine örnek olacak. Belki bir âmâ zor dünyada. Fakat belki o bir âmâ, âhirette, iyi ki dünyada âmâ oldum, gözlerim haramları görmedi, şeytânî vitrinleri seyretmedi. Bana dünyada bir huzur verdi gözümün âmâ olması. Âmâ olan peygamberler var.
İyi ki ben de âmâ oldum. Yani dünyada zor, bizim için, görenlik için. Fakat kendi için belki, dünyanın içinden bir huzur hâli veriyor, âhirette çok büyük bir mükâfık verecek. Onun için, bir mü’min son ânına kadar hayatının bütün hizmeti içinde gelir, Allah’ın kulunu hizmetine geçecek. Eyübel Ensârî Hazretleri, 80 küsur yaşında İstanbul’a geldi. Sahâbe, bu îmânın bedelini ödemeyin. Çin’e gittikçe merkandı ki dünyanın dört tarafına gitti. Çoğunun kabri, hatta %80’inin kabri, gittiği beldelerde oldu. Nedir bu? Bir îmânın bedelini ödemek. Bir gencin vazifesi nedir? O da, Allah’ın verdiği bu gücü, Allah yolunda kullanabilmektir.
Kendisini Allah’a adayabilmektir, şerîata adayabilmektir. İki şeyin kudreti bilinmez Efendimiz buyuruyor, birisi sağlık, diğeri de gençlik. Hazret-i Ömer radıyallâhu anh diyor, dört şey aslâ geri gelmez. Söylenen söz geri gelmez, onu dikkat et diyor. Kırıcı bir söz söyleme, telâfü edemezsin. Atılan ok geri gelmez, geçmiş hayat geri gelmez.
Kaçılan fırsatlar geri gelmez. Yine bir mütefekkür diyor, gençliğine eğlenmekle geçiren, ihtiyarlarını ağlamakla geçirir. Mevlânî ne mutlu o kişi, gençlik gününe ganimetle bilir, kulluk borcunu öder. Yani dînî insânî vadîsini yerine getirir. Bediğinizde sapasağlam iken yüreğinde vücudunda güç ve kuvvet varken, kulluğunu ifa etmek gayreti içinde olur. Allah’ın en kötü şeyi, onun israfı olmuş oluyor. Anne-Babanın vazifesi nedir? Evlâtları ilâhî bir emanet olarak görecek. Kendi evlâdı yoksa, diğer evlâtları da bir emanet olarak görecek. Âişe Vâlidemizde evlâdı yoksa onun üç yüz tane talebesi vardı.
Zeyd bin Esdem anlatır, ey îmân edenler! Kendinizi ve çocuklarınızı yakıta, insanlar falan taşta olan cehennem açısından koruyunuz. Âyet-i kerîmiz nâziz olduğu zaman, ashâb-ı kirâm dediler, «–Yâ Rasûlâllah! Kendimizi koruyabiliriz ama ehlimizi, ailemizi nasıl koruyacağı diye sordular Efendimiz’e.
Efendimiz buyurdu, onlara, Allâh’a kul olmayı, tâat ve ibadet emredin. Allah’a onu isyan etmek, günah işlemekten de nehkeden?» İşte bu korumak demek. Ama bu ne zaman küçük yaşta olacak? Şimdilik o ufaktır, zevkini alsın dersen, sonra o zevkini, zevkini aldığı zevkleri bir daha bırakmıyor. Tiryâkinini bir daha bırakmıyor. Onu ufaktır, ufaktır, ufaktır, ufaktır, ufaktır.
O zevkini aldığı zevkleri bir daha bırakmıyor. Tiryâkinini bir daha bırakmıyor. Onu ufak yaşta, Allah sevdiği, Rasûlullah sevgisini tahsil ettirmemiz lâzım. Bu, ana-babanın birinci vazifesi. İmâm-ı Mâlikîn mezhebinin imâmı, ben diyor, bir hadîs-i şerîf ezberledim diyor ufakken. Babam bana bir hediye verdi, o heyecaldi, bir hadîs daha ezberledim diyor. Öyle bir hâle geldim ki diyor, hiç diyor, babam hediye vermesede diyor, hadîs ezberledim, bana büyük lezzet vermeye başladı diyor.
Sallâllâhu aleyhi ve sellem, gönlünde neler vardı? Bizim gönlümüzde ne var? Allah Rasûlü’nün gönlünde neler vardı? Allah’ımız, Sallâllâhu aleyhi ve sellem… Sallâllâhu aleyhi ve sellem, gönlünde ilk Müslümanların eğitim ve öğretim gördüğü Dâru’l-Erkân ve Esâb-ı Suf’a vardı. Çünkü orada yetişen Esâb-ı Kirâm, Efendimiz’in göz bebeğiydi. Zira onlar, İslam’ı cihana yayacak olan neferlerdi.
Efendimiz bunlar yetiştiriyordu, dünyanın dört tarafını gönderiyordu. Biz de buradan bir hisse alacağımız, ne kadar biz revaç vereceğiz, bu Allah yolunda yetiştirdiğimiz evlâtlarımıza, talebelerimize, hidâyet bekleyenlere ebedî kurtuluşa, îmâna kavuşturma derdi vardı. Hidâyette şereflenmiş fakat hündü takvâya erişemiş Müslümanlara irşad gayreti vardı Efendimiz’de.
Özellikle ümmetin garipleri, kimsesizleri, mağdurları, muzdaripleri, hastalar ve yoksulları kol, kanat germe mesuliyeti vardı. Masumlar, çaresiz yaşlılar, himâyesiz dullar, sahipsiz yetimler, çile ve ızdıraplar inleyen karanlık, kırıklara bir tesellî kaynağı olma cehti vardı Efendimiz’de. Zalimlerin zulmünü engel olma, mağdurları imdad etme, hakkı tutup kaldırma davası vardı. Düşmanlıkları kardeşleri döndürme, arada nifakları kaldırma, velâ teferruk ayırıkları kaldırma, bir kişiyi, bir gönül kazanabilme, bir kişiyi daha ebedî felâkiyetten kurtarabilmenin heyecanı vardı. Tâif’te taşlandı, bir köle müslüman oldu Efendimiz sevindi. Tâif’te gelecek nesiller için dua etti. Velhâsıl zirâfet var, incelik var, rıkkat var, hassâsiyet var, detâfet var.
Daima İslâm’ın güzelliğini sergilemek gayreti vardı. Rahmet vardı, rahmeten lîl-i âlimin olmuşluk vardı. Allah cümlemizi inşâallah, Rasûlullah Efendimiz’in o nâdide, Üstüphelisene örnek şahsiyedinden Cenâb-ı Hak cümlemize ihsanlar buyursun. Zira اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ buyuruyor Efendimiz, kişisi sevdiğiyle beraberdir.
Kişisi sevdiğiyle beraberdir. İşte biz bu, ancak bu hâlleri yaşamakla Efendimiz’i sevebiliriz. Onun yaşamak sûretiyle اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ Rasûlullah Efendimiz’in sevgisini artırabiliriz. O şekilde Rasûlullah Efendimiz, benim ümmetim, bir yağmur damlası gibidir. Başı da hayırdır, sonu da hayırdır. İnşâallah bir yağmur damlası olmayı Cenâb-ı Hak nasîb eylesin, inşâallah.
Ben Avuska’da bekleyeceğim buyuruyor. Cenâb-ı Hak inşâallah o beklenenler arasında olmamızı, Rabb’in lûtfuyla nasîb eylesin.
Duâımızın kabûlünü yansıralım. Lillâhi Teâle’l-Fâtiha!..
İlk Yorumu Siz Yapın