3. Dünya Savaşı’nı durduran Rus
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=-j1sMR_iu1Y.
Bir nükleer savaşı çıksa ne yapabiliriz? Atom bombasının etkilerini Hiroshima ve Nagasaki’de yaşananlardan biliyoruz. İşte bu felaketin çok daha korkuncu 1983’de yaşanmak üzereydi. Dünya yerle bir olacak, milyonlarca insan hayatını kaybedecekti. Ama bir adamın saniyeler içinde verdiği karar her şeyi değiştirdi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD ve Sovyetler Birliği mihver devletlerine karşı müttifik olarak birlikte savaşmıştı. Savaş sonrasında ise dünyanın iki büyük nükleer gücü olarak sivrilmişlerdi. Ama bu iki büyük güç arasındaki ilişkiler her zaman gergindi. 1917 Ekim Devrimi’nden itibaren ABD Sovyetlere karşı tepkiliydi. Sovyetlerin savaş sonrası Doğu Avrupa’daki yayınmacılığı ve otoritesi ABD’nin endişelerini gitgide körüklüyordu. ABD’li yetkililer Sovyetlere dur demek için önlem alınması gerektiğine inanıyorlardı. Ve onlara göre alınabilecek en iyi tedbir çevreleme politikasıydı. Bu politikayı şöyle açıklayalım. Amerika çeşitli tarihi ve politik nedenlerle bu ülkeden çekinen devletlerle bir ittifaklar zinciri oluşturarak Sovyetleri çevrelemek ve böylelikle baskı altına almak istiyordu. Temmuz 1947’de Foreign Affairs dergisinde ABD’li diplomat George Cannon tarafından yazılan fakat yalnızca X imzasıyla yayınlanan Sovyet tutumunun kaynakları başlıklı makalede bu politika detaylı şekilde anlatılıyordu. Cannon Moskova’da uzun süreli görev yaparak Sovyet sistemini yakından tanımıştı. X makale olarak da bilinen yazı aslında Cannon’ın Moskova’dan ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 22 Şubat 1946 tarihli uzun telgraf olarak da anılan mesajın genişletilmiş haliydi. Cannon uzun telgrafta Moskova’nın tarihsel olarak kuşatılma kaygısı taşıdığı, Sovyetlerin sergilediği yayılmıcı eğilimlerin bu kuşatmayı engelleyebilmek için gösterilen tepkilerin sonucu olduğu, Marxist-Leninist ideolojilerinde bu eğilimlere entelektüel içerik kazandırdığını söylüyordu. Sovyetlerin sürekli silahlanma, gizlilik, baskı ve propaganda gibi araçlar kullanarak batılı ülkeler arasındaki ayrılıkları derinleştirmeye çalıştığını, bu ülkelerde başta sendikalar olmak üzere siyasal örgüt ve yapıları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek için çabaladığını belirtiyordu. Cannon’a göre bu yöntemlerin etkisiz kılınabilmesi Rus yayılmıcı eğilimlerin uzun erimli, sabırlı, ancak kararlı ve uyanık biçimde çevrelenmesine bağlıydı. Çevreleme stratejisi başarılı olur ve Sovyetlerin 2. Dünya Savaşı sonrasında ulaştığı sınırlar içinde kalması sağlanırsa Sovyet rejimi yavaşça çözülecekti.
ABD bu politikanın bir gereği olarak 12 Mart 1947’de Turman Doktrini’ni açıkladı. Bu doğrultuda Yunanistan ve Türkiye’ye ekonomik ve askeriye yardım vermeye başladı. Aynı plan Avrupa’da da marşal yardımıyla uygulamaya konuldu ve Sovyetler gerçekten de çevrelenmeye başlandı. Ama politikanın önceliği zamanla ekonomik odağını kaybetti ve ürkütücü bir hal almaya başladı. Önceliği daha çok askeri alana kaydırmaya başladılar. Silahlanma en önemli edef haline geldi ve küresel ölçekle etki uyandıracak boyutlara ulaşmaya başladı. ABD’li yetkililer 2. Dünya Savaşı’nın son ermesine yol açan atom bombaları gibi silahların geliştirilmesini teşvik ediyordu. Böylece silahlanma yarışı ölümcül düzeye geliyordu. Çünkü ABD nükleer teknolojilerini geliştirirken Sovyetler de ondan aşağıda kalmıyordu. 1949’da Sovyetler kendi atom bombasını geliştirdi. Buna karşılık başkan Turman meydan okuyarak Amerika Birleşik Devletleri’nin daha da yıkıcı bir silah yapacağını duyurdu. Hidrojen bombasının sinyallerini verdi. Stalin’de ondan geri kalmadı. Soğuk savaş korkutucu olmaya başlıyordu.
Marshal adalarındaki ilk hidrojen bombası testi nükleer çağın ne kadar korkunç olabileceğini gösterdi. Bir adayı buharlaştırdı, okyanus tabanında büyük bir delik açtı. Ve Manhattan’ın yarısını yok edecek güce sahip 25.000 karelik bir ateş topu meydana getirdi. Sonrasında devam eden Amerikan ve Sovyet testleri radyoaktif atıkları atmosfere yaydı. Gittikçe kılışan bu rekabet dünyayı korkunç bir felakete sürüklemek üzereydi. Taraflardan birinin bu nükleer gücünü kullanması demek insanlığın mahvolması demektir. Nitekim soğuk savaşın en gerilimli dönemlerinde bu tehditin kıyısına gelindi. 1979’da hem Amerika hem de Sovyetler nükleer füzelerini kritik bölgelere konuşlandırdı. Böylece ABD’nin Şubat 1981’in ortalarında başlayıp 1980’ince kadar devam eden psikolojik operasyonları başladı. Bunlar Sovyet radar güvenlik açığını test etmek ve ABD’nin nükleer yeteneklerini göstermek için tasarlanan operasyonlardı. Yani bir nevi gövde gösterisiydi.
Sovyetler Birliği 1 Eylül 1983’te hava sahasına giren bir Güney Kore yolcu uçağını düşürdü. ABD Koryo yesirleri McDonald’s dahil uçaktaki 269 kişi hayatını kaybetti. Soğuk Savaş Nükleer Stratejileri konusunda uzman ve Dünya Güvenlik Enstitüsü’nün eski başkanı Bruce Blair bu dönemde yaşanan nükleer gerilimi şöyle anlatıyor. Durum o kadar kötüleşmişti ki Sovyetler Birliği bir saldırı beklemeye ve çok hızlı bir şekilde misilleme yapmaya odaklanmıştı. Çok gergindi. Hatalara ve kazalara meyilliydi.
Bence bu ülkemizin kazı ara nükleer savaşa en yakın olduğu andı. 26 Eylül 1983’te Sovyet Hava Savunma Kuvvetleri’nde yarbay olan Stanislav Petrov, Sovyet Erken Uyarı Uydularının Komuta Merkezi’ni barındıran Moskova yakınlarındaki sığınakta görevli bir subaydı. Görevi, uydu erken uyarı anı gözlemlemek ve Sovyetler Birliği’ne yaklaşan herhangi bir nükleer füze saldırısını üstlerine bildirmekti. Sovyetler Birliği’nin stratejisine göre Erken Uyarı Sistemleri’nden gelen füzelerin tespit edildiğine dair bir bildirim alındığında
ABD’ye karşı acil ve zorunlu bir nükleer karşı saldırı yapılacaktı. Gece yarısından kısa bir süre sonra sığınan bilgisayarları Amerika Birleşik Devletleri’nden Sovyetler Birliği’ne doğru bir kıtalar arası balistik füzenin geldiğini bildirdi. Sistem ona bu uyarının güvenilirlik seviyesinin en yüksek olduğunu söylüyordu. Yani hiç şüphe olamazdı. Amerika Sovyetler Birliği’ne bir füze fırlatmıştı. Petrov olanları şöyle anlatıyordu. Bir füze saldırısı olduğunu düşündürecek tüm verilere sahiptim. Eğer raporumu emir komuta zincirine gönderseydim kimse buna karşı bir şey söylemezdi. Siren sesleri geliyordu ama birkaç saniye orada oturup üzerinde fırlatma yazan büyük kırmızı ekrana baktım. Bir dakika sonra siren tekrar çaldı. İkinci füze fırlatılmıştı. Sonra üçüncüsü, dördüncüsü ve beşincisi. Bir saldırıyı bildirmeden önce ne kadar süre düşünmemize izin verildiğine dair bir kural yoktu. Ama ertelemenin her saniyesinin değerli zamanı alıp götürdüğünü biliyordu. Sovyetler Birliği’nin askeri ve siyasi liderliğinin gecikmeden bilgilendirilmesi gerekiyordu. Tek yapmam gereken telefona uzanmaktı. Üst düzey komutanlarımıza doğrudan hattı aktive etmekti. Ama ben hareket edemiyordum. Kıngın bir tavada oturuyormuş gibi hissediyordum. Petrov ABD tarafından yapılacak ilk nükleer saldırının az çok ne olacağını biliyordu. Muhtemelen ABD, Sovyet karşı saldırı araçlarını devre dışı bırakmak için yüzlerce eş zamanlı füze fırlatacaktı. Bu yüzden gelen bildirimlerin bir bilgisayar hatası olduğunu düşündü. Ya da öyle düşünmek istedi. Ve bu yüzden üstlerine bir füze saldırısı olduğuna dair bilgi vermedi. Eğer tam tersini yapsaydı birkaç dakika içinde dünya tarihinin en büyük nükleer felaketi gerçekleşecek milyonlarca insan korkunç şekilde can verecekti. Petrov o anlar için şöyle söyledi. Aradan 23 dakika geçti. Nihayet hiçbir şey olmadığını anladım. Gerçek bir saldırı olsaydı o zamana kadar bunu zaten bilirdim. Öyle rahatladım ki anlatamam. O dönemde özellikle Sovyetlerin kullandığı uydu sisteminin güvenilirliği zaten sorgulanıyordu. Kararadarı ufkun ötesindeki füzeleri tespit etmekle yetersizdi. Olayın üzerinden biraz zaman geçtikten sonra söz konusu yanlış alarmların güneş ışığının yüksek irtifa bulutları ve uyduların hizalanmasından kaynaklandığı anlaşıldı. Yani Petrov bir yanlışlığa mahal vermeyerek bir nevi dünyayı kurtarmıştı. Durumun kritikliğini yine Petrov’un sözleriyle anlayalım. Açıkçası şansım %50 civarındaydı. Alarmin kesin olarak hatalı olduğunu bilmem imkansızdı. Ama ben bizimle birlikte sivil eğitimi almış olan tek kişiydim. Tüm meslektaşlarım profesyonel askerlerdi ve emir verip almaya programlanmışlardı. Eğer o bilgisayarın başında ben değil de benden başka bir meslektaşım olsaydı alarmı derhal bildirirdi. Ben kendimi kahraman olarak görmüyorum. İşim buydu. Ama o anda mesai de olan ben olduğum için şanslılar. Petrov’a göre fırlatma tespit sistemi henüz çok yeni kurulmuştu ve yeterince güvenli değildi. Ayrıca Petrov ABD’nin saldırmak isterse yalnızca 5 füzeyle değil çok daha fazlasıyla harekete geçeceğini düşünmüştü.
Bu yüzden uyarıları hata olarak kabul etti ve milyonlarca insanın hayatını kurtulmasını etki etti. Ama kimse ona bunun için teşekkür etmedi. Hatta Petrov üstleri tarafından uzun süre sorgulandı. Olay yıllar boyunca kamuoyundan saklanmaya çalışıldı. O dönemde aldığı karar için kendisine bir ödül de verilmedi. Petrov’a göre bunun nedeni füze tespit sisteminde bulunan hataların, üstlerini ve bundan sorumlu olan etkili bilim insanlarını utandırmasıydı. Eğer Petrov resmi olarak ödüllendirilmiş olsaydı
bu diğer kişilerin cezalandırılmalarını gerektirecekti. Sonrasında Petrov rütbesi daha düşük bir göreve atandı ve olayın unutulması sağlandı. Batılı kaynaklar onun görevinden zorla, baskıyla ve tehditle çıkarıldığını söylese de gerçeği kimse bilmiyor. Yalnızca Petrov’un erkenden emekli olduğu ve bu süreçte sinir krizi geçirdiği biliniyor. Yani dünya için son derece kritik bir karar almış olan bu adam hak ettiği teşekkürleri dahi o dönemde alamamış. Peki yıllar sonra neler yaşandı?
Petrov 2013’de Almanya’nın savaş karşıda Direzten ödülüne layık görüldü. 19 Mayıs 2017’de ise 77 yaşındayken Rusya’da hayatını kaybetti. Hikayesi soğuk savaşın en önemli noktalarından birini oluşturmasına rağmen pek fazla bilinmiyor. Dünyayı kurtaran adam hakkında yorumlarınızı bekliyoruz. Bir nükleer savaş çıksa ne yapabiliriz?
Atom bombasının etkilerini Hiroshima ve Nagasaki’de yaşananlardan biliyoruz. İşte bu felaketin çok daha korkuncu 1983’de yaşanmak üzereydi. Dünya yerle bir olacak, milyonlarca insan hayatını kaybedecekti.
Ama bir adamın saniyeler içinde verdiği karar her şeyi değiştirdi.
İlk Yorumu Siz Yapın