32. Bölüm | Yasaklı Kitaplar ve Resim Okumaları (Yeraltından Notlar)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=QOLIWYuZpcI.
Ve sırada ne varmış? Seçme hikayeler. Said Faik’in Abasiyanık Kitabı. Merhaba. Umarım sağlığınız ve keyfiniz yerindedir. Umarım akıl sağlığınız da yerindedir. Benimki gidip geliyor artık. Kıyafetimden de anlaşılacağı üzere. Altımda baksır olduğunu düşünebilirsiniz. Düşünmeyin. Sonuçta kolonyayı kolonyayla silen insanlarız hepimiz. Evde oturmuş ölmemeye çalışıyoruz. Ben bir baksır giymişim çok mu? Kendimi moda sormaya çalışıyorum. Her neyse. Bu bölümde yasaklı kitaplara göz atıp, epeydir yapmadığımız resim okumaları yapacağız. Ama önce bir hikaye. Said Faik, Abasiyanık olan, meşhur ve başarılı bir yazar olmasına rağmen, mesleğini soranlara balıkçı olduğunu söylerdi. Çünkü Burgaz adada yaşardı ve denizi çok severdi. Bütün gün balıkçı kahvesinde oturur,
oraya gelen balıkçılarla ahbaplıp edip denize açılırdı. Yazar gene denize açıldığı bir gün bir balık yakalar. Ancak avuçlarını alınca balığın henüz ufak olduğunu fark eder. Ardından onu öper ve tekrar denize atar. Yanındaki balıkçı şaşırmış bir halde, ne yaptın ya balık öpülür mü hiç diye sorunca, olsun der. Bu denizde benim öptüğüm bir balık dolaşıyor artık.
Şimdi gelelim ilk konu başlığımız olan yasak kavramına. 2003 yılında Ken Edelman adında bir fotoğrafçı, Malibu sahilindeki evlerin havadan fotoğraflarını çeker. Amacı kocaman malikarnelerin doğayı nasıl katlettiğini belgelemektir. Derken çektiği 12.000 tane fotoğrafı usulca internete yuplar. Ancak çektiği evlerden biri, ünlü şarkıcı Barbara Streisand’e aittir.
Hanımefendi hemen dava açar adama. Mahremiyetimi ihmal ettin, hemen o fotoğrafı kaldır ve bana 50 milyon dolar ver. Lakin hanımefendi davayı kaybeder. Bu hikayeden ise şöyle bir sonuç çıkar. Dava açılmadan önce sadece 6 kere indirilen bu fotoğraf, dava kamuoyuna yansıdıktan sonra meraktan 100 binlerce kez indirilir. Yani ünlü şarkıcının hakkı olmadan, yok etmeyi, gizlemeye çalıştığı şey iyice gün yüzüne çıkar. Ve o gün bugündür, baskılanan yahut sansürlenen bir şeyin bir süre sonra daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına Streisand effect, yani Streisand etkisi denir. Kadın böylece literatüre geçer yani. Şimdi düşününce bu olay gibi ne çok örnek var değil mi? Kitaplara bakalım mesela. Yasaklanmış kitaplara. Okuduğum en salakça örnekle başlayayım. Suç ve ceza. Şu hepimizin bildiği Dostoyevski’nin suç ve cezası, zamanında Polonya’da kötümser bir kitap olduğu gerekçesiyle yasaklanmış. Ki kötümser değil, gerçekçi bir kitaptır aslında. Kaldı ki herkes poliyanı olmak zorunda da değil. Saçma. Gelelim George Orwell’ın Big Brother’ı anlattığı 1984’üne. Bunu da önce Stalin yasaklamış. Çünkü romanda hiç bedilen iktidarın kendi iktidarı olduğunu düşünmüş. En azından düşünebiliyormuş. Sonra da İngiltere ve Amerika yasaklamış kitabı.
Onların gerekçesi ise kitabın komünizm propagandası yapmasıymış. Buda’ya anlaş çünkü Orwell komünist falan değildi. Hatta bunu kendisi de söylemişti. Kitaptaki amacı baskıcı bir rejimin nereye kadar gidebileceğini göstermekte. Sıradaki kitabımız Darwin’den Türlerin Kökeni. Bu da önce Yugoslavia ve Yunanistan’da toplatılmış. Sonra da 1925’den 1967’ye kadar Amerika’da yasaklanmış. Sebeb olarak ise şu gösterilmiş.
Evrim teorisi yaratılış düşüncesiyle çelişebilir. Lakin çelişmez. Evrimin varlığı bir yaratıcının olmadığı anlamına gelmez. Zaten Darwin de ateist olmadığını söylemişti. Şimdi bir de müstehçen bulunan kitaplar var. Madame Bovary mesela. Ahlaksız bir kitap olduğu bahanesiyle mahkemelik olmuştu. Hatta mahkemede hâkim kimdir bu ahlak celladı Madame Bovary diye sorunca
Madame Bovary benim diye cevap vermişti yazarı Fulvert. Henry Miller’ın Yengeç Dönencisi diye bir kitabı var ki ben çok severim. Parasızım, çaresizim, umutsuzum, dünyanın en mutlu adamıyım diye yazmıştı bir yerde. Bu da ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle toplatılıp yasaklanmış kitaplardan biri. Hem de neredeyse 30 yıl boyunca yasaklık almış. Yani anlamak güç tabii kime göre neye göre ahlaksız. Kaldı ki bunlar mühim yazarlar, edebî metinler. Bir dertleri, anlattıkları bir mesele var. Çavdar Tarlası’nda çocuklar mesela. Bunu bile toplatmışlar zamanında. Neden? İçinde Argo sözcükler varmış. Sanki hayatın kendisi küfür değilmiş diyorsun yani. Ve asıl bu liste uzun. Ama şu bir gerçek ki, başta anlattığım hikayedeki gibi yasaklanan her kitap belki de sırf yasaklandığı için daha fazla merak edilip daha fazla okumuştur.
Ve dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama biz bugün yasaklayanları değil, hâlâ o yazarları konuşuyoruz. Yani tarihe geçen yasakçılar değil, yazarlar oluyor. Şimdi biraz resimlere, tablolara bakalım istiyorum. Andre Kovtç diye hiperrealist bir ressam var. Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara benzeyen gerçekçi şahane resimler çiziyor. Şahsen en sevdiğim resmi şudur. İlk bakışta altı üstü trende giden dalgın bir kadın görüyoruz. Ama hırkasına bakınca renklerinin hafif solduğunu görüyoruz. Yani bu sıkça giyilip yıkanmış bir hırka. Yani hepimizin hırkası gibi kusurlu bir hırka. Hatta biraz daha yaklaşırsak dikiş izlerini bile fark edebiliyoruz. Ressam çizmek bir yana resmen elleriyle örmüş hırkayı.
Şapkasındaki detaylara bakacak olursak üstündeki her bir taşın ışıldadığını görüyoruz. Ellerine bakacak olursak, dipleri beyazlamış tırnaklarını ya da koltuğa bakacak olursak zarifçe yerleştirilmiş düğmeleri görüyoruz. Tüm bu detayları videoyu durdurup incelemenizi istiyorum. Ve resim, bu tür resimlerde hiçbir şey tesadüfen çizilmez. Her bir rengin, her bir neslinin, her bir fırça darbesinin sebebi vardır.
Dolayısıyla bunun yaşayan bir resim olduğunu söyleyebiliriz. Ve bence hiçbir fotoğraf makinesi bu kadar iyi bir fotoğraf çekemez. Şimdi ise tekniğinden çok mana peşinde fikir yürütebileceğimiz bir resme geçmek istiyorum. Rene Magritte diye bir ressam var. 19. yüzyılda Belçika’da doğmuş surrealist. Yani gerçeği eğip üken bir adam kendisi. En meşhur işlerinden biri ise Aşıklar adlı bu tablosudur. Resmi biraz betimlemek gerekirse, kırmızı tonlarında sıfır kollu elbise giymiş bir kadın ve takım giymiş bir adam öpüşüyor. Mekan olarak oda gibi bir yerde oldukları söylenebilir. Lakin yüzleri beyaz bir kumaşla ördülü. Peki neden? Yani öpüşmek keyifli bir eylemken neden bu resimde sanki boğuluyorlarmış gibi bir kasvet hissediyoruz? Resmin mesajı çok da zor değil aslında. Aşkın gözü kördür.
Bugüne kadar sevdiğiniz hatta aşık olduğunuz insanları bir düşün. Kaçı gerçekten hak etmişti bu sevgiyi? Ya da bugün bile yok mu hepimizin yanına kaçıp koynuna uzanmak istediği birisi? Bazen tam tersi de bize aslında hiç anlamayan insanlarla olmamız gibi. Resmin ikinci mesajı ise bence şöyle yorumlanabilir. Psikiyatr Jung’un persona adını verdiği bir kavramı var. Bu persona dediği şey özetin özeti olarak toplum içinde taktığımız maskeleri simgeliyor. Normal bir kişilikte bile karakter bölünmesi olasıdır der Jung. Çünkü insan bilinçten ve bilinç dışından oluşur. Bu yüzden çok katmanlı ve karmaşık bir canlıdır. Dolayısıyla aşıkların arasına girmiş bu beyaz örtü onların personalarını simgeler.
Çünkü büyük bir aşk da yaşıyor olsanız karşınızdaki kişiyi tam olarak tanıyamazsınız. Hele ki daha kendinizi bile tanıyamadıysanız. Bu konuda son sözü bir şaire, küçük İskender’e bırakmak istiyorum. Sizinle sevişen bir insanın aslında kiminle savaştığını bilemezsiniz. Sizi öperken kimi öldürmeye çalıştığını, sizi severken aslında kimden nefret ettiğini tahmin bile edemezsiniz. Aslında her aşk bir öncekinin intikamıdır. Kitap önerilerinden önce size birkaç farklı önerim olacak. İlki bir YouTube kanalı. İsmi Dilozov. Ağırlıklı olarak felsefe alanında videolar çeken bir hanımefendi var bunda. Herhangi bir ekip ya da ekipman desteği yok. Evinde açıyor kamerasını, kendi kendine çekip kurguluyor. İlgiyle dinliyorum anlattıklarını. Size de önerim. İkinci önerin bir web sitesi olacak. Twitter’da ben edebiyat değilim diye bir sayfa var. Etebiyat adı altında insanlara sunulan şeyleri eleştiriyorlar. Şimdi ise bubisanat.com adında bir site açtılar. Amaçları ise yazıyla uğraşan lakin hiçbir yerde yayınlanma fırsatı bulamayan insanları okurlarla buluşturmak. Bu yüzden yazdıklarınızı, abi şunu bir okusana diye bana atmayın artık. Gidin efendi gibi bu siteye yükleyin, editörlerin onayından sonra yayınlansın ve başkaları yorumlasın. Son önerim ise bir televizyon programı. Okan Bayırgen çok tuhaf ve çok kıymetli bir adam. Hafta içi her gece bir de kitap okumaya başladı. Hem de televizyonda. Kanalın adı TV100. Kayıtları YouTube’da da var. Kendisi bana niçeyi sevdiren adamdır. Ve şu an bu programa biraz da onun sayesinde yapıyorum aslında.
Çünkü yıllar önce beni bir kitap programı yapmam için işe almış, aylarca maaş vermişti. Ona o programı yapamadım ama kafama soktuğu bu fikir bugün yer altından notları ortaya çıkardı. Bu bölüm için storytelden seçtiğim sesli ve yasaklı kitap, Suç ve Ceza. Önceden okuduğum bir kitaptı, dinlemek ise ayrı bir zek verdi. Acaba insanlar en çok neden korkarlar? İlginç.
Yeni bir adım atmaktan mı? Kendilerine ait sözler söylemekten mi? Ama da gevezelik ediyorum. Gevezelikten başka bir şey yaptığımda yok. Belki de hiçbir şey yapmadığım için gevezelik ediyorumdur. Gevezeliği de son bir aydır bütün vaktimi bir köşede yatıp saçma sapan düşüncelere dalarak geçirirken öğrendim. Bölümün diğer kitap önerileri gelsin, onlara da bir bakalım.
Evet, hepsi aynı kitap çünkü arada kaynasın istemedim. Celil Sadık şahane bir adam. Da Vinci’den Michelangelo’ya, Picasso’dan Van Gogh’a kadar birçok ressamın resim okumalarını yapıyor bu kitapta. Üstelik sanatçıların hayat öykülerini de anlatarak. Mutlaka okunmalı. Hele ki sanat tarihiyle de ilgileniyorsanız, dil okumak yemek isteyeceksiniz bu kitap. Bu bölümün sorusu şu. Hayatın bir roman karakteri olsaydı hangisi olurdu? Ya da şöyle sorayım. Bugüne kadar okuduğun kitaplar arasında kendine en yakın hissettiğin roman karakteri kimdi ve neden? Örneğin ben Çavdar tarlasında çocuklardaki Holden’ı kendimle hep özleşleştirmişimdir. Şu insanlarla konuşmamak için sahır ve dilsiz taklidi yapan çocuğudur.
Şiir için eski dostum Berker Güven evinden bir kayıt attı bana. Aysel git başımdan. Sağlıcakla kalın. Hadi eyvallah. Aysel git başımdan. Ben sana göre değilim. Ölümüm birden olacak sözlüğüm. Hem kötüyüm, karanlığım biraz çirkinim.
Hem kötüyüm, karanlığım biraz çirkinim. Aysel git başımdan istemiyorum. Benim yağmurumda gezinemezsin, üşürsün. Dağıtır gecelerim sarışınlığını. Uykularımı uysan nasıl korkarsın? Hiç bir dakikanı yaşayamazsın. Aysel git başımdan. Ben sana göre değilim. Benim için kirletme aydınlığını. Hem kötüyüm, karanlığım biraz.
Çirkinim. Islığımı denesen hemen düşünürsün. Gözlerim hızlandırır tenanını. Yanlış şehirlere götürütenlerim. Ya ölmek ustalığını kazanırsın, ya korku biriktirme yetisine. Acılırım, iyice bol gelir sana. Sevincin bir türlü tutmaz sevincini. Aysel. Git başımdan. Ben sana göre değilim. Ümitsizliğim olsun anlasana. Hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim. Sevindiğim anda sen üzülürsün. Sonbaharı oğutsuluğu mu bilsin ki? İçinden bir genü kalkıp gitmemiş uzak yalnızlık limanlarına. Aykırı bir yolcuyum.
Dünya geniş. Büyük bir kulak çınlıyor. İçimdeki çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. Sakın başka bir şey getirme aklından. Aysel. Git başımdan. Ben sana göre değilim.
Ölümüm birden olacak seziyorum. Hem kötüyüm, karanlığım, biraz çirkinim. Aysel. Git başımdan.
Ben sana göre değilim.
İlk Yorumu Siz Yapın