"Enter"a basıp içeriğe geçin

33. Bölüm | Rus Edebiyatı, Beyaz Show ve Şiir Üzerine (Yeraltından Notlar)

33. Bölüm | Rus Edebiyatı, Beyaz Show ve Şiir Üzerine (Yeraltından Notlar)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=n5Uzam5aBZ0.

3 dünya klasiği kitabı söyler misiniz? Anna Karen’a 1, Anna Karen’a 2, Anna Karen’a 3 Bir de John H. Smith vardı galiba Hayatında en azından 2-3 tane Rus yazarı okumuş herkesin fark edebileceği bazı klişeler var. Sonuçta Budi Allen bile Tolstoy’u okuduktan sonra Anne Karen’i yine çok güzel kitap demişti. Olay galiba Rusya’da geçiyormuş. Şimdi Tolstoyevski, Tolstoy, Gogol,
Turgenev ya da Chehov gibi bazı ünlü Rus yazarların kitaplarındaki ortak özelliklere bakacak olursak bir kere mutlaka sarak hırızlı geçiren ya da verem olan en az bir karakter bulunur bu kitaplarda. Muhtemelen cebinde son birkaç rublesi kalmıştır ve kirasını ödeyemiyordur. Dönümün modası paltodur. Paltosu olmayan karakter yok gibi bir şeydir. E malum hava buz gibi. Bir de mutlaka sokakta hızlı adımlarla ve elleri ceplerinde yürürler. Her yol St. Petersburg’a çıkar. St. Petersburg Ruslar için Taksim gibi bir yerdir. İstiklaldeki Burger King’in öne gibi iki kişi buluşacaksa mutlaka meydanları tercih eder. Etrafta alkolikler ve kumarbazlar cirit atar. Bir de uşaklar, soylu kontlar, yakışıklı yüzbaşılar ve memurlar vardır. Memurlarsa derecelerine göre saygınlık kazanır. Birinci dereceden memur, beşinci dereceden memur gibi kendilerinde bir hiyerar işi vardır.
Bir de tabi biri birine atar gider yapacağı zaman duello’ya davet eder. Ama genelde Sibirya soğuktur şimdi diye vazgeçerler. Ulaşım at arabalarıyla ya da trenlerle yapılırken vodka su gibi gırlığa akıp gider. Son olarak karakterlerin isimleri genelde bir paragraf uzunluğundadır. Rodion Romanovich Raskolnikov-Rasputin Neytin gibi. Şahsen en sevdiğim Rus yazar Tostoyevski’dir ve hep Tostoy’la kıyaslanır. Benim okuduğum en güzel kıyası ise Moskova’daki evlerini, daha doğrusu artık müze olmuş evlerini ziyaret eden rahmetli Yaşar Kemal yapmıştır. Usta ziyaretinden sonra şöyle yazmış. Moskova’da Tostoy ve Dostoyevski’nin doğdukları evleri ziyaret ettim. Dostoyevski’nin evi bir ara sokakta birinci kattaydı. Eski perişan bir evdi bu ve bugün bile ihmal edildiği her halinden belliydi.
Yazarın kardeşiyle birlikte yattığı odayı da gördüm. 3-4 metrekare penceresiz bir odaydı. Tostoy’un evi ise geniş bir caddeye bakıyordu. Arkada büyük bir bahçesi de vardı ve ev bir kont evi gibi görünüyordu. İçeri girdiğimde her şey öyle bakımdı ve öyle güzeldi ki neredeyse beni kontun uşakları karşılayacak sandım. Demek ki diye düşündüm insanın kader çizgisi öldükten sonra da değişmiyor.
Herhalde Tostoy sonsuza kadar soylu Tostoy olarak kalacak. Dostoyevski ise sürgün Dostoyevski olarak. Şahsen ben insan olarak, yazar olarak hatta politikacı olarak bu son macerasından dolayı Dostoyevski’yi biraz daha sevdim demiş Yaşar Kemal. Harbiden de Dostoyevski tuhaf ve başarılı bir yazardı. Çünkü Zweig’ın deyimiyle o kusurlarının başı boş bir şekilde fışkırmasına izin vermiş. İç güdülerini, suça yönelik olanlarını bile kısıklamamış, yaşamaya yani yazmaya bırakmıştı. Elbette Tostoy da çok başarılı bir yazardı. Ama nasıl desem Tostoy beyaz şovken Dostoyevski zagadır. Tostoy Cüneyt Özdemirken Dostoyevski uğur mumcudur. Tostoy üzerine piyastıkken Dostoyevski sıladır. Siz de bu şekilde evinizde kendi Tostoy ve Dostoyevski kıyaslamanızı yapabilirsiniz. Bölümün bu ikinci kısmında şiirden söz etmek istiyorum birazdan. Şiirle ilgili tuhaf bir algı var aslında. Yani şiir denince sanki hep güller kırmızıdır, melekşeler mor, seni nasıl sevdiğimi bir de bana sor gibi şeyler geliyor akla. Oysa şiir aşktan ibaret değildir. İçinde bir karanlığı da barındırabilir. Şahsen şairlerdeki bu karanlığı daha çok seviyorum. Bu yüzden bu programda okunan şiirler herkesin sevdiği o cici ve naif şiirlerden farklı oldu. Ki bu bölümün sonunda en sevdiklerimden hazırladığım kolejide izleyeceksiniz. Şahsen en sevdiğim şair, ben bir başkasıdır diyen Arthur Rambo’dur. Onun Türkçeye çevrilmiş bütün şiirlerini okudum. Hatta bu konuda obsesiyona varan bir hayranlığının olduğunu da söyleyebilirim.
Lakin onu başkalarına sevdirme girişimim hep başarısız oldu. Sanırım özel bir şair olduğu için salt belli insanlara hitap ediyor. Oysa yazdığı her şey aşırı sembolik ya da anlaşılmaz da değil aslında. Örneğin en sevdiğim dizelerinden biri şöyle. Kutsal buldum sonunda aklımın düzensizliğini. Aylaktım kurbanıydım bir yüksek ateşin. İmreniyordum mutluluğuna hayvanların. Göreceksiniz uluyacağım sokaklarda. Zır deli olmak istiyorum. Kesinlikle mücevher gösterme bana. Yerlerde sürünürüm. Halının üzerinde acıdan kıvranırım yoksa. Kana bulamak isterdim. Zenginliğimi tepeden tırnağa. Rambo’dan etkilenmiş bir şair olarak Ece Ayhan’ı da çok severim. İnsan yarası yarasına denk gelini sever diye yazmış bu adamı. Ana dilimizde okuyabildiğimiz için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Bir diğer favori şairim. Bir Han Keskin. Dürtme içimdeki narı. Üstünde beyaz gömlek var diye yazmış bir şirinde. Sadece yedi sözcükle ne çok şey anlatıyor değil mi? Peki yalnız bile değilim diyen Edip Cansever’e ne demeli? Şairliğinin yanı sıra kapalı çarşıda bir antik acıydı aslında. Bakın bu da kart vizeti. Bazen şu numarayı arayıp dertleşesim gelir onunla.
Yabancı şairlere dönecek olursak Rilke’yi de çok severim. Gezgin bir şairdi kendisi. Hem de öyle bir gezgindi ki, Stabin Zivayk onun için yazdığı biyografi kitabında şairden şöyle söz ediyordu. Samanımızın zengin ve başarıl şairlerinden hiçbiri kendini hiçbir yere bağlamayan Rilke kadar özgür değildi. Onun ne alışkanlıkları, ne adresi ve aslında ne de bir vatanı vardı. İtalya’da, Fransa’da ya da Abusturya’da aynı rahatlıkla yaşayabilirdi ve nerede olduğu hiçbir zaman bilinmezdi. Onunla karşılaşmak hemen her zaman bir rastlantıya bağlıydı. Bodler var bir de. Sart dizilerinin radikal çıkışlarının ya da öfke patlamalarının yanında aslında oldukça naif de bir aşıktı. Bodler Nadirem yazmıştı aşk hakkında ama yazdığında da bunu da herkesten daha iyi becermişti.
Sart onun hakkında yazdığı kitapta şöyle bir tespit yapmıştı. Onun kadınlarla olan ilişkisi sonsuz başkalı içinde kendini keşfetmek ve yakalamak içindi. Tüm bıkkınlığına rağmen mutluluğun izini süren şair bu arzuyla içine başkalarının gözünü sokardı. Son olarak gene yerli bir şairi. Orhan Veli’ye değinmek istiyorum. Orhan Veli ceketsiz öldü. Çetin Altan şairin öldüğü gün.
Şöyle bir köşe yazısı yazmıştı. Ben bu satırları yazarken Orhan İstanbul morgunda yatıyor. 36 yaşında öldü Orhan. Başka bir millette de olsaydı milletler arası bir şöhrete kavuşabilirdi. Ancak işittiğime göre son zamanlarda ceketi olmadığı için üstünde bir gömlekle dolaşıyormuş. Onun yüzde biri kadar sanatkar olmayanlar hatta insan olmayanlar bugün sefa sürüyorlar. Orhan ise ceketsiz öldü.
Onun en sevdiğim cümlesi ise şu. Sokakta giderken kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığım zaman beni deli zannedeceklerini düşünüp gülümsüyorum. Ve nasıl şairler böyledir işte. Yoldan geçen biri durup şatafatlı bir spor arabaya ya da bir kuyumcu bir trinine bakarken şair ağaca bakar. Turgut Uyar, İsmet Özel, Küçük İskender, Nazım Hikmet, Can Yücel, Lorca, Cemal Süreyya, Füru, Pablo Neruda, Mayakovski bu liste uzar gider. İsimimi şöyle yapalım. Siz en sevdiğiniz şiiri yapıştırın yorumlara hep beraber okuyalım. Herkes bir şiir paylaşsa yüzlerce şiir olur burada. Şimdi gelelim kitap tavsiyelerine. İlk önerim Hay Kitap’tan çıkan bu bir mucize kitabı. Birçok insanın hayat hikayesi var bu kitapta. İçinde Einstein’dan da bahsediyor, Müstecep amcadandı.
Ardından Afrika’da kanat çırpan bir kelebeğin Amerika’da yarattığı fırtınayı görüyoruz. Çünkü önemsiz gibi görünen her hikaye çok daha büyük bir olayı tehditleyebiliyor aslında. Kitabın yazarı Haluk Ziya, Türkmenin başarısı tam da burada yatıyor. Tüm bu hikayeleri kendi yaşam deneyimleriyle birleştirerek bize anlatmasında. İkinci kitap önerim Buket Konur’dan Oç. Aslında epey oldu ben bu kitabı okuyalım. Bir aşk hikayesi var içinde. Umutsuz ve öfke dolu bir aşk yani gerçek bir aşk. Rüzgara kanıp rotasını değiştiren, yanlış yapan, yanlış kişiyi seven ama sanki içten içe bundan zevk de alan tuhaf bir karakter okuyacaksınız bu kitapta. Son olarak Sola Unitas yayınlarından çıkan Cehalet’i Anlamak kitabını önermek istiyorum. Cehalet nedir, nasıl ortaya çıkar ve nelere sebep olur gibi soruların yanıtları var bu kitapta. Eğer sizde bugünlerde korona diye bir şey yok, Bill Gates hepimize çip takacakmış, yaşasın aşı karşıtlığı vesaire diye düşünüyor ya da ne bileyim Amerika’da yaşıyorsanız ve hala Trump’a oy verecek kadar cahilseniz kime söylüyorum ki zaten kitap falan okumuyorsunuzdur. Ve asıl güzel bir kitaptır. Okuyum, okudum. Bölümün sesli kitap önerisinde kendime torpil geçtim. Geçen senede söylemiştim aslında ama tekrar etmekte fayda var. Sevdiğim tek kitabım olan Sürgün Storytel’de. Evet akılıp kaldığımız bu günlerde 30 güne kadar ücretsiz olarak açıp dinleyebilirsiniz onu. Bu onu yazmaya başladığımda aldığım ilk notlardı. Bunlarsa iki senenin ardından çıkmaya başlayan ilk gazete haberleri ve eleştiri yazılarıydı. Bende yeri ayrıdır, sizin de zihninizle dolansın isterim. Üstü taşlar ve toprakla öyle sıkı kapatılmıştı ki
bir an için Kerem’in ölümünden çok ölüm karşısındaki çaresizliğimize üzüldüm. Düşünmeden edemedim. Onu gömdüğümüz için kızgın mıydı acaba bize? Şimdi şiirden bu kadar bahsetmişken en sevdiğim şiir okumalarından oluşturduğum KOLAJ’ı izleyeceksiniz. Öncesinde ise Şenay Gürler, babaları tarafından sevilmemiş kızlar adına şahane bir şiir okuyacak size. Ona o kadar hayranım ki bana attığı bu kaydı tekrar tekrar evde açıp dinliyorum hala. Videoyu beğendiyseniz like’lamayı ve kanala abone olmayı şaka şaka. Hadi eyvallah. Babasız Kızlar Korosu Peran Madem Bu davette topuğunuzun ya da kanadınızın biri kırık olmalı.
Bu şartı yerine getirmeyenler kırk öndişler ya da deşik ciğerlerle de katılabilirler. Uzun hazırlıklardan geçtik biz, uzak diyarlara uçtuk. Başka çaremiz yoktu. Babamız bizi sevmedi. Çirkiniz, zırt deliyiz. Güzeller güzeli şüphe kır kalbimi. Alışığımda yeşil gözleri babamın. Gözleri zehirli yosunlardandır. İnce ince proje dokur. Gürcü soğuk ve mağrur. Bu baloya davetli kızlar babalarının cenazesinde bulunmayacaklar. Niye seviyim deni. Babalarının terk ettiği kızlar kötülüklerinde cömert, aşklarında hazin ve güvenilmez derler. Babamız bizi sevmedi. Öyle bir şey koptu ki içimizde bütün kötü kadınlar bizden sorulur. Kaçmayı en iyi biz biliriz. Ey cesur, ey sevgili. Sıkıysa bak gözlerime. Taşa çeviririm seni.
Mom gibi eridirim. Çocukluk acıları pazlarımdır benim. Ah ben ne gücü ne unutkanım bilemez. Balomuz gece yarısını geçe başlayıp canımız isteyince biter. Kandır dur arabalarıyla dolanmayız biz. Cam kırklarında dans etmek varken küfür edip kavga çıkarırız. Çirkiniz. Babamız bizi sevmedi.
Cümlenizin hakkından geliriz. Yaralarımıza şap dökerek büyüttük kendimizi. Göçebeyiz. Talan eder tüyeriz. Yaklaşma. Yakarım. Dumanını üflediğim gibi keyfime bakarım. Ön kapıdan ve sırayla buyurun. Kibar hanımlar ve beyler. Babanız sizi sevdi de ne oldu?
Korkak. Çör. Ve bok gibisiniz. Bir başka ülkeye bir başka denize giderim dedin. Bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya ve bir ceset gibi gönlü kalbim. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün. Boşu boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede. Yeni bir ülke bulamazsın başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecek. Sen yine aynı sokaklarda dolaşacak aynı mahallede kocayacaksın. Ve aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma. Ömrünü nasıl tükettiysen burada bu köşecikte öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de. Bilmiyorum bile neredesin şimdi ve kiminle.
Eğer bir başka şair olsaydı böylesini üzdüğün onarırdı acısını parayla ve ünle. Fakat sevinç vermiyor bana hiçbir çınıltı. Senin sevgili adının çınıltısından başka. Atmayacağım bir boşluğa kendimi, zehir içmeyeceğim ve dayayıp şaka manamluyu çekmeyeceğim tetiği. Hiçbir bıçağın ağzı senin bakışların kadar kesemez beni. Yarın unutacaksın seni taşlandırdığımı ve yakıp tükettiğimi çiçeklenmiş bir ruhu aşkla. Ve uçarı günlerin fırtınalı karnavalı, dağıtacak kitaplarımın sayfalarını, sözlerimin kurumuş yaprakları mı durduracak seni çırpınan soluğuyla. Bırak işte ise son bir sevgi dalgası seveyim beni bırakıp giden adımlarının altına verir. Evimi örttüm sıkıca, kiramı ödedim. Mardan bir ağzım vardı, çatlattım onu özleyerek. Hadi gel gidelim geceyi silkeleye silkeleye. Günleri sıklaştıralım, parlatalım korkuyu. Çünkü ben ormanı ve ceylanımı nasıl gizledim şehirden. Kar yağacak diyorlar, yollarda tuz gezdirecekler. Yarımınız acır. Kar yağacak diyorlar nasılsın? Ellerin hala sıcak mı?
Kar yağacak diyorlar pişirde geçiyormuş bunlar, iyi misin? Kar yağacak diyorlar saçlarını diyorum buraya kadar uzatsan. Kar yağacak diyorlar iyi bak göğe, sıkı tut bırakma. Kar yağacak diyorlar Yasin evdeyim kendimi yakıyorum.
Fatih Akça. Yaşam belki uzun bir caddedir. Her gün filesiyle bir kadının geçtiği. Yaşam belki bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı. Yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur. Yaşam belki iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaratır. Ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi, şapkasını kaldırarak başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle günaydın diyen. Ellerime bahçeye dikiyorum. Yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum. Ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda yumurtlayacaklardır. Küpeler takacağım kulaklarıma, ikiz iki kızıl kirazdan.
Ve tırnaklarımı papatya çiçekleriyle süsleyeceğim. Bir sokak var orada. Aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar. Bir gece rüzgarın alıp götürdüğü. Bir sokak var benim yüreğimin çocukluk mahallesinden çaldığı. Zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini. Bilinçli bir imgenin oylumu, aynanın konukluğundan dönen. Ve böylecedir. Birisi ölür ve birisi yaşar. Hiçbir avcı, çukura dökülen hor bir arkta ince avlamayacaktır. Ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum. Okyanusta yaşayan ve yüreğini tahta bir kavaldan usul usul çalan. Küçük, hüzünlü bir peri.
Geceleri bir öpücükle ölen ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan. Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan. Ama ben ondan güçlüyüm. Kal diyorum ona. Kimsenin seni görmesine izin veremem. Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama riski döküyorum üstüne. Sigara dumanına boğuyorum, fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu. Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama ben ondan güçlüyüm. Yat lan aşağı diyorum ona. Ocağıma incir dikmek mi niyetin? Avrupa’daki kitap satışlarımı sabote etmek mi? Bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama zeki. Sadece gecelere izin veriyorum çıkmasına herkes yattıktan sonra. Orada olduğunu biliyorum. Delim ona. Kederlenme artık.
Sonra yerine koyarım yine ama hafif çöter. Tamamen ölmesine de izin vermiyorum ve birlikte uyuyoruz. Bizi de antlaşmamızla. Ve insanı ağlatacak kadar güzel. Ama ben ağlamam. Ya siz? İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için. Bilmiyordum. Bilmiyordum kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözcük kullanıyordum hala. Ama seni seviyordum. Ve sevdiğimi sevgime anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum.
Yasaklanmıştı nadeta. Gülümseydim. Gülümsememi anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden karşındaki. Usulca uzandım. Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Çocukluğumdan söz etmek isterim sana. Eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde. Ben sana hayatımı anlatırım. Dakika dakika.
Kaç yaşındaysam o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanla su yerine vodka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın. Sevdiğin filmleri. Sevdiğin parçaları. Sevdiğin canlıları. Sevdiğin. Hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Hacimler açarım sana içimde dolman için.
Oraya akman için. Hacimler açarsın bana. Çağlayarak gelirim. Endişelenmen yersiz. Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık. Ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hangimiz süratliydik önemi kalmadı. Hangimiz daha özverilirdik, bunun da. Umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini. Yalnızca böyleydik işte. Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarına, yuttuğun toplu ineleri ve bir film hilesi hissi uyandıran, utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmak uçlarım meşterdi çünkü. Kırılan bir kemin sesiyle veda ederken bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Yararsız görünen seslere kulak vermeliiz. Okul duvarları, asfalt ve refah reklamlarının uzun kanalizasyon borularıyla dolu beyinlere, böceklerin vızıltısı girmeli.
Her birimiz, gözlerimizi ve kulaklarımızı büyük bir rüyanın başlangıcı olan şeylerle doldurmalıyız. Birisi piramitleri yapacağımızı aykırmalı, yapmamamızın bir önemi yok. O isteği beslemeli ve ruhun köşelerine esnetmeliyiz, sınırsız bir çarşaf gibi. Dünyanın ilerlemesini istiyorsak el ele vermeliyiz. Sözüm ona sağlıklıları, sözüm ona hastalarla karıştırmalıyız. Siz, sağlıklı olanlar,
sağlığınız ne anlama gelir? İnsanoğlunun bütün gözleri, içine daldığımız çukura bakıyor. Özgürlük faydasızdır. Eğer gözlerimizin içine bakmaya, yemeye, içmeye ve bizimle birlikte olmaya cesaretiniz yoksa, dünyayı yıkıntının eşiğine getirenler, sözüm ona sağlıklı olanlardır. Gerçekliğin içinde veya hayalimde değilken, ben neredeyim? İşte yeni anlaşmam.
Geceleri güneşli olmalı ve ağustos ayı karlı. Büyük şeyler sona erer, küçük şeyler baki kalır. Sadece doğaya bak, hayatın ne kadar basit olduğunu göreceksin. Bir zamanlar olduğumuz yere dönmeliyiz, yanlış tarafa döndüğümüz noktaya. Hayatın ana temellerine geri dönmeliyiz, suları kirletmeden. Deli bir adam size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası. Seni seviyorum, sen de beni sevme. Bir portakal ağacının hayatı boyunca yetiştirdiği, 18.000 portakaldan sonuncusu ol ve C vitamini olarak girdiğin vücuttan, büyük bir fikir olarak çık. Esatire Yunaniye seni de yazsın. Benim için bir zeytin fidanı dik, zamanla ölmez ağacı olur adı. Yerini severse 3.000 yıl yaşar ve yaşadığı zaman boyunca da hiç kimseye öldürmez. Bir kitapçıya uğra ve daha önce okuduğun ve sevdiğim ve bu yüzden bir arkadaşına da okusun diye ödünç verdiğin bir kitabı sana geri dönmeyeceğini bildiğin için yeniden satın al. Bu kitabı bir başkası istiyorsa da, onun gözlerine baka baka o kitabı ver, ona ki alnında kocaman kocaman harflerle enayi yazsın. Enayi ol çünkü bilgelik enayilikten doğar. 21. yüzyılın Oscar Wilde sen ol, havandan geçilmesin. Ölürsen mezar taşında ruj izler eksik olmasın. Güzelliğin hükmünü Paris’e bırakma. Güzelliğin hükmünü veren sen ol. İskenderiyeli, Hipatya’dan daha güzel olmaya çalışacağına, ondan daha bilgi olmaya çalış. Aşk ya da bilgelik uğruna dağları delmene gerek yok. Dağlarda bir kaç gün geçirmen ve kendini kendine doğru adımlaman kâfi. Sana deli diyene sen divaneyim de, Likya yolunu yürüyeceğim deme, hiç değilse bu yaz bu defa yürü o yolu. Oğuz Atay’ın tutunamayanlarını artık bitir, kitap yazamıyorsan bile bir kitap yazsaydın adını ne koyabileceğini düşün ve bir kenara not et. Kulbe hoş geleceksin çünkü artık bir kitap yazmaya başlamış olacaksın. Sen de beni sevme ne olursun. Duşun altında değil de denizin ortasındaysan, suyun yüzeyine sırtüstü yat ve gök kubbeye bakarken, boşlukta uçuyor olduğunu düşün, gülümseyeceksin. Su gibi olursan kalbinle düşünebilecek, beyninle sevebileceksin. İşin sanatın olsun, seni sevmekse benim sanatım. Yorulursan ayaklarına ben yaparım en güzel masajları. Litramboz bağbozumu şenliklerini başlatır, bağlar bile değişimle bozulur. Yine filizleniriz bahar yeniden gelince. Merak etme parasız da kalmayız. Parasız kalacaksak da aç ve keyifsiz olmayız. Denizlerin, balıkların ve ormanların meyveleri hala canlı ve leziz. Bağlarda güvercin yumurtası büyüklüğündeki üzüm taneleri hala bizim. Plajlar hala yatılabilecek ve cırcır böcekleriyle panik ataklar yaşayabileceğimiz kadar geniş. Ben süt beyaz omuzlarının üzerine kupidonlar bile kondururum. Uğruna daktiller dökerim. Sen bir işe yaramasan da olur. Çünkü sevgide işlevsarlık yoktur ve benim işim sevmektir.
Senin için beş para etmesem de olur. Çünkü seni seviyorum. Pes Zühan, Kütahb-ı Ayet ve Selam ben de seni deme. Bana aniden bir şeyler söyle.
Beni aniden yargılama bana aniden bir şeyler söyle.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir