"Enter"a basıp içeriğe geçin

Anadolu Arkeolojisi | Arykanda | 2. Bölüm

Anadolu Arkeolojisi | Arykanda | 2. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1c6oF9rT1Vw.

GÜNÜMÜZDE DE FİNİKE ELMALI GÜZERGAHINDA SEYREDEN YOLCULARI
Coşkun Pınarları ile kendine çekmeyi sürdüren Şahinkaya’nın eteğindeki Arikanda’yı gezmeyi sürdürüyoruz. Suyun bolluğu, hem kamusal hem de özel olarak inşa edilmiş, çok sayıda örnekle temsil edilen hamam yapılarının varlık sebebini anlamamızı kolaylaştırıyor. Arikandos Vadisi’ne bakan muhteşem manzarasıyla tiyatro, akropolisin kuzeydoğusundadır.
Antik tiyatrolar en çok ilgi çeken yapılar arasında önce ciddi kitaplarda bile yanlış yazılabilen bir hatayı düzeltelim. Bunlara tiyatro deniyor. Anfi tiyatro denmiyor birçok yerde yazıldığı gibi. Anfi karşılıklı demek. Yani Romo’daki Colessium bir anfi tiyatro mesela.
Anfi bios gibi hem karada hem denizde yaşayan canlılar ya da Anfora gibi karşılıklı kulpo olan.
Dolayısıyla bu tür yarım daire ya da atnalı şeklinde tiyatrolar gördüğümüz zaman bunlara Anfi tiyatro değil, tiyatro diyeceğiz.
Tiyatrolar nasıl ortaya çıktı? Tiyatroların Anadolu’da uzun yıllar tapınım görmüş Anadolu ana tanrıçasıyla yakın ilişkisi var. Bildiğimiz kadarıyla bu tanrıça firiklerde kübele adına alıyor ve kübele adına düzenlenen bağbozumu şenlikleriyle tiyatronun doğrudan ilgisi var. Bu ritüellerin bir doğal yamaca konulmuş ahşap oturma sıralarından izlendiğini biliyoruz. Zaten tiyatrolar daha doğrusu antik tiyatrolar her zaman bir Diyonisos kültüyle ve çoğunlukla hemen yanı başındaki bir Diyonisos tapınayla beraber yapılmıştır.
Bu nedenle Hristiyanlık dininin resmi din olmasından sonra tiyatrolar yasaklanmıştır.
Antik tiyatolar çeşitli tekniklerle yapılmış olabilir. Burada gördüğümüz tipik bir helenistik tiyatro yani aslında en eski geleneğe bağlı kalıyor. Hemen ortada bir orkestra dediğimiz ve her zaman toprak olan bir alan ve bunun etrafında doğal yamaca yaslandırılmış oturma sıraları. Niçin doğal yamaç? Çünkü Roma İmparatorluk çağına kadar ağırlık taşıyan tonoz yapma becerisi yok. Anca Roma İmparatorluk çağından sonra bu tonozların yardımıyla istedikleri herhangi bir yerde bir suni yamaç oluşturarak tiyatroları büyütmüş ya da yeniden yapmış olabilirler. Orkestrada bir orkestra var, bir koro var ve oyuncular var. Orkestra müzik çalıyor, koro hikayeleri anlatıyor, oyuncular da monolog veya diyaloglarla konuşmalarını yapıyorlar. Antik Yunan Tiyatrosu’nda bazı şeyler sahnede gösterilmez. Tiyatro maskları da buradan geliyor. Aslında tiyatroda yer alan oyuncular Dionysos’un bir rahipleri ya da onun temsilcileri olduğu için kendi yüzleriyle oynamazlardı. Bu yüzden maske takarlardı. Tragedyada üzülen maske, komedyada gülen maske, dramada nötr maske gibi bu maskelerle oynarlardı. Dolayısıyla bu oyuncuların sadece ses tonlarında yeteneğe ihtiyaçları vardı. Siz onların mimiklerini göremezdiniz. Ama bir zaman sonra tiyatrolar büyüyüp 3-4.000-5.000 kişilik olduğu zaman üst sıralardan ortada bir karmaşa meydana geliyor. Yani bir koro var, orkestra var, oyuncular var, hepsi birbirine giriyor. Milattan önce 3. yüzyılda bir Ionia kenti olan Priene’de ilk defa bir sahne binası yapılarak önüne bir proskennium yani bir ön sahne yapılıp bir yükseklik elde edilerek oyuncular o prosenium’a alındılar.
Böylelikle seyirci koro ve orkestrayı aşağıda ama oyuncuları yukarıda net bir şekilde görebiliyordu. Hem de seyahat ederek gezen oyuncu gruplarının dekordu kostümdü müzikte eşyalarını saklamak için bir kulis binası oluşturulmuş oldu.
Ama burada küçük bir teknik sorun halledildi. Tiyatrolar doğal olarak insanlar oturduğu zaman güzel manzaralara bakmak zorundadır. Yani tiyatronun yeri o şekilde seçilir. Ama sahne binası bu manzarayı kapatmasın diye önceleri böyle küçük yapıldı. En fazla iki katlı yapıldı. Ki oturan insanlar o manzarayı hala görebilsinler diye.
Roma İmparatorluk çağında bu düzen değişti ama onu başka bir programda bir güzel bir tiyatroya gittiğimiz zaman anlatmaya devam ederiz. Tiyatronun bugün dahi etkin bir akustiğe sahip olduğu zaman zaman düzenlenen senfonik konserlerin cazibesinden anlaşılmaktadır.
Adnalı planlı 20 oturma sıralı tiyatro genç Hellenistlik döneme tarihlenir. Milattan sonra 141 ve milattan sonra 240 depremleriyle hasar görmüş tiyatro ve sahne binasının onarımlar sonrası kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır.
Arikanda Tiyatrosu’nda bu güzel ağacın da hoş bir hikayesi var. Bu ağaç tabi burada bu kayaların arasında bir fidan olarak hayatta kalmış. Çok takdir edilecek bir şey. Burada kazı yaparken rahmetli hocamız Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu’na işte bu ağaç buradaki oturma sıralarını bozuyor.
Hani bunu kesin de sıralar kurtulsun demişlerdi ama hocamız dedi ki o ağaç yıkılır da 4 tane oturma sırasını yerinden oynatırsa ben onları bir günde tekrar yerine koyarım ama bir yüzyılda daha bu ağaç tekrar yetişmez diyerek bunu reddetmişti. Bu olaydan yaklaşık 25 sene sonra yine Kültür Bakanlığı’nın isteğiyle Orman Müdürlüğü’ne haber verilerek ağaçta ciddi bir budama yapıldı. Ağaç kurtuldu. Belki eskisi kadar yakışıklı değil ama yine de hayatta. Burada tabi çok önemli bir mesajımız var. Bu sadece doğayı sevmek bir tiyatrodaki ağaç değil ama arkeolojik sit alanları içinde bulundukları peyzajla değer kazanırlar.
Yani o doğal çevresi o arkeolojik sit alanının güzelliğini arttırır. Ziyaretçilerinin ilgisini çeker. Bu nedenle arkeologlar önceliklerini belirlerken sadece taşlara ve arkeolojiye değil doğaya ve o çevreye de önem vermelidirler.
En azından biz böyle öğrendik, böyle yaptık ve bu güzel ağaç burada hala yaşamaya devam ediyor.
Alucanada’nın en üst kadındaki stadyondayız. Önce bu stadyon, stadium farklı söylemler var. Bunlar nedir? Önce onu bir isa edelim.
Aslında doğrusunu söylemek istiyorsanız, os ve onlu bitimleri kullanacaksınız. Çünkü bunlar Anadolu’da kullanılan iyoncanın yani Yunanca bitimli kelimeler. Yani siz stadion dediğiniz zaman burada yaşayan insanların söylediğini söylemiş olursunuz. Stadium dediğiniz zaman Latincesini yani Roma’da söylenirini söylemiş olursunuz. Aynı şey efesos, efesus, cümnazyon, cümnazium içinde geçerli.
Onun için biz stadion diyeceğiz. Peki bu stadionlar nedir? Bunlar tabii ki spor müsabakaların yapıldığı yerler. Ama neden her antik kentte hemen hemen illa bir stadion var? Öncelikle bu stadionlar biraz askeri bir amaca hizmet ediyorlardı. Şimdi spor müsabakasıyla askeri amacı çok bağdaştıramayabilir insanlar ama şöyle düşünmeniz lazım. Antik dönemlerde devlet kavramı yoktu.
Yani biz bir Likya devletinden bahsedemeyiz. Ta biliyorsunuz Fransız İhtilaline kadar ortada bir devlet, ülke, millet kavramları yoktu. Antik dönemdeki her kent kendi başına bir devletti. Yani kent devlet modeli vardı. Bu ne demek? Her kentin kendi ordusunu beslemesi gerekiyor. Yani dışarıdan bir işgal bir düşman geldiği zaman Likya ordusu gelsin seni kurtarsın diye bir şey yok. Arikanda’nın kendi ordusu kendini kurtaracak.
İşte bu her daim hazır olan ordunun eğitimleri, hazır tutmak, talimleri için yapılan oyunlarla stadion kökleniyor. Zaten olimpiyatlardaki oyunlara bakın çoğu hep askeri şeylerle ilgilidir. Nedir bunlar? Koşma, zıplama, cirit atma, disk fırlatma gibi. Bu nedenle de stadion zaten sadece erkek öğrenciler ya da erkekler alınıyordu. Kadınlar alınmıyordu.
Bu tabii yüzyıllar boyunca kadınların stadionlara alınmamasına neden oldu. Kentin en üst kotunda, tiyatronun yukarısında konumlanan stadion tek taraflı ve üç basamaklı bir tribüne sahiptir.
Muhtelif atletik yarışmaların yanı sıra, dinsel törenlerde de kullanılan Arikanda Stadionunu diğer stadionlardan farklı kılan ve ona ayrıca dinsel bir kimlik atfeden özelliği, yapının batı ucunda bulunan sekiz nişten oluşan yapıdır.
Bu yapının Hermes, Herakles ve Apollon gibi tanılara adanmış çoklu bir kült alanı olduğu düşünülmektedir. Stadionlarda spor müsabakaları, periyodik yarışmalar ve askeri eğitim dışında neler yapılıyordu?
Aslında daha sonraki dönemlerde Roma İmparatorluk çağında, Afrodisias’tan bildiğimiz gibi U şeklindeki stadionlarda arabalarla yarışlar da yapılıyordu. Peki bu stadionun başka bir anlamı var mı? Aslında çok önemli iki anlamı daha var. Birincisi, stadion antik dönemdeki uzunluk ölçüsünü temsil ediyordu.
Bütün stadionlar aynı ölçüde yapılmamış olsa da normal standart bir stadion ölçüsü 190 metre civarındadır. Ve biz antik dönemde seyahat ediyor olsaydık önümüzde kilometre tabelaları değil, stadia tabelaları olacaktı. Yani Antalya’dan çıktık, Arikan’da’ya gidiyoruz. Önümüzde Arikan’da 160 kilometre yazmayacaktı. İşte atıyorum 142 stadia yazacaktı. Bunun dışında stadionun kullanıldığı çok önemli bir alan daha vardı. Takvim. Bahsettiğimiz bu periodik müsabakalar aynı zamanda o kentinde takvimini oluşturuyordu. Tabii antik dönemde Büyük İskender, MÖ 334 yılında Ligye’ye geldi dediğimiz zaman, Büyük İskender’in tarihçisi Ligye’ye MÖ 334 yılında geldiğini bilemezdi. Peki nasıl biliyoruz?
İşte genel tarih olimpiyatlara göre verilirdi. 60. olimpiyatın bahar ayının işte şu günü ya da 74. olimpiyatın işte güze ayının şu bölümü gibi her kentte kendi takvimini kendi oyunlarıyla tutardı. Aslında ülkemizde bu antik müsabakaların hala devam ettiği iki önemli merkez var.
Bir tanesi Edirne’deki yağlı güreşler, bir diğeri Elmalı’daki güreşler ki bunları da 600-700 yıldır devam eden müsabakalar. Arikan’da kazısındayken bir gün bir yaşlı teyzeyi aldık Elmalı’ya bırakmak üzere bir de şu enteresan bilgiyi verdi. Sordum ne zaman evlendin diye 650. Elmalı güreşlerinin gözünde evlendim oğlum dedi. Yani 1980’lerde hala Elmalı’daki yaşlı insanlar burada yapılan geleneksel yağlı güreşlerle takvim belirliyorlardı. Takvim demişken antik dünyadan günümüze miras kalan enteresan bir olay var. Birçoğunuz merak etmişsinizdir. Aylar 31 gün 30 gün birbirini takip ederken Temmuz ve Ağustos 31 er gün olur ve ondan sonra Şubat’tan gün çıkartılır. Aslında bunun astrolojik ya da çok bilimsel bir açıklaması yok.
İngilizcesini düşünün Temmuz, Cülay, Ağustos, August. Yani Roma imparatorları Julius ve Augustus’un ayları. İşte Augustus Julius’tan sonra geldiği için Julius’un ayı 31 günken benim ayım 30 gün olamaz diye isyan edip Ağustos ayında 31 gün çıkartmış ve biz bu yüzden neredeyse 2000 yıldır bu şekilde yaşamaya devam ediyoruz. Stadionun uç bölümünde enteresan bir yapı var.
Burada duvar örgüsünün yanı sıra üzeri plastel kaplanarak bir süsleme yapılmış. Yine dikdörken bloklardan oluşan bir duvar süsü yapılmış ve olasılıklı bu boyalıydı tabi. Bu bizim herhangi bir stadyonda gördüğümüz bir detay değil. Buraya özgü bir şey ve biraz da ne olduğu tam olarak da anlaşılmış bir şey değil. Ancak burada bulunan enteresan bir madalyon ki Antalya Arkeoloji Müzesi’nde duruyor. 12 Lykya Tanrısını sembolize ediyor. Diğer buluntularla bakıldığı zaman sanki bu alanın stadyondan daha önce burada var olan bir kutsal alan olduğu ve daha sonra stadyona dahil edildiği gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Ve bu nişlerde de olasılıkla işte herhalde o zamanlar bu müsabakalarda ya da daha büyük ve önemli müsabakalarda
ödül kazanan atletlerin, sporcuların, ödüllerinin ve heykellerinin yer aldığını da düşünebiliriz. Şimdi buradan Arikandalıların yaşadığı sivil agora ve villalarının bulunduğu alana devam ediyoruz. Arikanda’da kent yaşamının can damarı, akropoliste açığa çıkarılmış 12 dükkanla ticaret agorasıdır. Anakaya’nın oyulmasıyla temel planı şekillendirilen dükkanların tamamı, sundurma işlevi gören, müşterileri güneş ve yağmurun etkilerinden koruyan stoa olarak adlandırılan örtülü bir gezi alanına açılmaktaydı. Kazılar ışığında dükkanlardan birinde heykelcik satışının, bir diğerinde ise döküm ve demircilik işleriyle uğraşıldığı tespih edilmiştir. Geçen programımızda Arikanda’nın devlet agorasını göstermiştik. Burası da ticaret agorası yani şehrin gerçekten de kalbinin attığı yer.
İşte insanların bütün alışverişini, çarşı, pazar, dükkanlar, sarnıçlar, ana tapınağın olduğu aslında kent meydanı.
Burada yan yana 12 tane dükkan var. Yapılan kazılar sonunda ortaya çıkan eserlerle, seramik atölyesi, bir tane taverna yani o zamanki restoran, demirci atölyesi, İtal malların sarnısı, bir tane tarif atölyesi, bir tane tarif atölyesi, bir tane tarif atölyesi, bir tane tarif atölyesi,
yani o zamanki restoran, demirci atölyesi, İtal malların satıldığı, böyle parfüm kapları olabilir, vazolar olabilir, böyle değişik hen officials, eşyaların satıldığı yerler,
Tabii gündelik gelen sebze, meyve, kasap dükkanı, sabah kurulan balık pazarı gibi envai çeşit kentin ihtiyacını karşısızcak mallar satılıyordu. Ticaret agorasının ve evlerin bu alanda olmasının bir nedeni var.
Bu da kentin ana tapınağının yani Helios Sozon Tapınağı’nın hemen arkamda olması. Şimdi tapınağa çıkalım. Evet, Arikan da yıllarca kazıldı.
Tabii bütün arkeologlar kazdıkları kentin daha eskiye, daha geriye gitmesini isterler. Aslında arkeolojide belki de felsefi olarak genel anlamda bir şey ne kadar daha eskiyse, o kadar daha kaliteli ve rafinedir, daha güzeldir. Kent 1980’li yıllara kadar buluntularla milattan önce 2. 3. yüzyıla gitmiyordu. Kaya mezarları dışında çok eskiye giden bir buluntu yoktu.
Tabii bu kentin çok eskiden yerleşilmediği anlamına gelmiyor. Anadolu’daki antik kentlerin bir talihsizliğidir bu. Üzerine çok yoğun Roma İmparatorluk çağındaki zenginlikle büyük bir yapılaşma ve daha sonra da Hıristiyanlık dönümünde Doğu Roma’nın büyük tahribatı gelince eski katmanlar ve eski buluntular hep yok olmuş. Ama antik tarihçi Pindaros, Arikan da antik kentinde Helinistlik dönemden,
hatta klasik dönemden bir Helios Sozon, yani buraya ait bir Güneş tanrısı olduğunu yazıyor. Ama bu tapınağın yeri bilinmiyordu. Şansıma ben de kazıda çalışırken 1980’li yılların sonunda bu bölgeye kazılıyor ve artık kazının son günü, daha doğrusu kazı bitti temizlik yapılıyor.
Hemen bu yapının altındaki dükkanın son temizlik yerinden bir anda onlarca Helios figürünleri bulunmaya başlandı. Ve biz tabii büyük bir sevinçle yıllardır adını bildiğimiz ama yerini bilmediğimiz Helios Sozon Tapınağı’nın artık burada olması gerektiğini, bu yakışıklı ve muhteşem duvarlarla süslenmiş yapı olması gerektiğini anladık.
Daha sonra burada yapılan bilimsel çalışmalarla bu tapınağın gerçekten de klasik döneme, yani milattan önce 4. yüzyıl sonuna ait olduğu saptandı. Akropolis’e aşağıdan bakıldığında Lyciaya özgü ustalıklı taş işçiliğiyle son derece etkileyici bir teras duvarıyla karşılaşılır.
Yakından bakıldığında teras işlevinin yanı sıra, alan sınırlayıcı ikinci bir işlevede sahip olduğu anlaşılan duvarın, Güneş Tanrı Helios’un kutsal alanını işaret ettiği anlaşılmaktadır. Arikanda’da Helios’a ait bir kültün varlığına dair en erken bilgi, milattan önce 5. yüzyılda yaşamış, Tebaili şair Pindaros’un bir şiirinden edinilir. Bugün ziyaretçiler tapınağın üst yapısına dair fazla bir veriyle karşılaşamasa da, kazılar sırasında az sayıda da olsa bulunmuş mimari elemanlar, yapının dor düzeninde olduğunu ve girişinin iki sütunla zenginleştirildiğini gösterir. Bir doktora çalışmasıyla olan kült ve mimarisine ait bütün verileri aydınlatılan tapınağın,
erken evresinin milattan önce 4. yüzyılın sonu olduğu tespit edilmiştir. Helios Tapınağı’ndan sonra şimdi de meclis binasına gidiyoruz.
Yani Bule Terion, Bule seçilmişler demek, Bule Terion seçilmişlerin yeri. Akropolisteki bir diğer önemli yapı, milattan önce 2. yüzyıldan itibaren kent yönetimiyle ilgili kararnamelerin taş üzerine kazılarak halka ilan edildiği meclis binasıdır.
Yapının ilk evresi, yerli kayanın traşlanmasıyla doğrudan yamaca inşa edilmiştir. Kazılar sırasında ele geçmiş kireç taşı, çatı ve mahya kiremidi buluntuları, yapının bir üst örtüyle kapatıldığını kanıtlamaktadır. Burası gerçekten de Agora dediğimiz o şehrin kalbi yani çarşısı.
İşte şehrin ana tapınağı, dükkanları, çarşısı, meclis binası Sebastayan ve hemen onun yanında yayılan evler, oturma alanları. Tabi burada arkamda gördüğünüz evler sıradan insanların değil daha zengin varlıklı insanların evleri. Antik dünyada günümüzde pek artık revaçta olmayan şehrin merkezinde oturma imtiyazı vardı.
Sadece zenginler, yüksek rutbeli subaylar, devlet memurları, bu insanlar şehrin içinde otururdu. 2500 seneye gidebiliriz burada, son derece görkemli, gösterişli, arikandanın gerçek olarak merkeziydi.
Çağımızda hayat biraz böyle telefon ekranını kaydırarak geçiyor hayatın kendisi de. Biz bu programda öyle yapmayalım dedik. Her yeri sindire sindire, yavaş yavaş her şeyini göre göre konuşa konuşa yapalım dedik.
Arikanda ikinci bölümde de bitmedi, üçüncü bölümde tekrar arikandayla devam edeceğiz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir