"Enter"a basıp içeriğe geçin

Anadolu Arkeolojisi | Likya | 1. Bölüm

Anadolu Arkeolojisi | Likya | 1. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=krkUkXthDGM.

Merhaba, dünyanın en güzel ve en zengin açık hava müzesi olan
Anadolu’yu gezmeye Likya ile başlıyoruz. Likya muhteşem coğrafyası ve eşsiz antik kentleriyle Türkiye’nin en önemli coğrafyalarından birini oluşturuyor. Biz de Likya’yı Arikan’da antik kenti ile tanıtmaya başlayacağız. Son yıllarda özellikle Likya yoluyla bu coğrafya çok meşhur oldu. Peki bu Likya nerede?
Türkiye haritasını gözünüzün önüne getirin, Antalya’dan Fethiye’ye düz bir çizgi çizin ve bunun güneyinde kalan daha sonra Tike yarımadası olarak adlandırılan bölgeye biz Likya bölgesi diyoruz. Peki Arikan’da nerede? Arikan’da Likya’nın dağlık kentlerinden bir tanesi. Arikan’da Finike-Elmalı karayolunun tam orta yerinde. Sıcak bir yaz günü ise canınız sahilden gitmek istemiyorsa Antalya-Korkuteli-Elmalı yolunu takip ederek Arikan’da yolaşılabilir.
Ya da bir bahar ayı veya kış günü gidiyorsanız bu sefer Antalya-Kumluca-Finike yolunu izleyip buradan kuzeye Elmalı’ya dönerek 30 km sonra Arikan’da yolaşabilirsiniz.
Arikan’da’ya giderken yine demin dediğim gibi Likya’nın eşsiz güzelliklerinden bir tanesi Kırk Kemer Köprüsü ya da Limira Antik Kentinin köprüsü üzerindeyiz. Bu köprü dünyadaki en sağlam kalmış Roma İmparatorluk çağ köprülerinden bir tanesi.
Limira Köprüsü batıda Tocak Dağı eteğinden, doğuda bugün kurumuş ve belki de yatağa değişmiş alakırçayı kollarından birinin üzerinden geçer. Yaklaşık 360 metre uzunluğunda 28 kemerli masif köprü bedeni kire çarçlarla tutturulmuş molostarş ve büyük dere çakılarından oluşan ayaklarla taşınır.
Döşeme taşları ise düz yüzeyleriyle zarif bir işçilik gösterir. Köprü Limira’yla Radiapolis, Gagai ve Melanippe gibi Kumluca’daki antik yerleşmelerin ticaret ağını kuvvetlendirir. Biz 2000 sene önce gelmiş olsaydık bu köprüden yürüyerek gideceğimiz güzergah olan Arikanda’ya gidecektik. Ama bugün arabamıza binip Arikanda’ya ulaşacağız.
Limira Arikanda yolunda, belki de Likya’nın en sağlam kalmış, en güzel kaya mezarları var. Biz bunlara ev tipi kaya mezarları diyoruz. Likya bölgesinde çok çeşitli mezar tipleri var.
Hatta bir yabancı bilim adamı Likya’yı gezdikten sonra Likya sanki sonsuz bir mezarlık demişti. Gerçekten de Likya mezar mimarisi son derece anıtsal, son derece ilginç. Ev tipi kaya mezarları dememizin nedeni Likyalıların bir zamanlar ahşaptan yaptıkları ev mimarisini taşa yansıtmış olmaları,
bir evin pencereleri, kapısı, ahşap kirişlerin hepsini taşta görmek mümkün.
Arikanda’ya geldik. Likya’nın en güzel kentlerinden biri, daha doğrusu benim en sevdiğim kenti diyebiliriz.
Tabii herkes kendine göre bir kent sevebilir ama ben 8 yıl burada kazılarla çalıştığım için gerçekten de benim favori kentim Arikanda. Likyalılar hakkında biraz bilgi vermek lazım. Anadolu arkeolojisi diyoruz. Niçin Anadolu arkeolojisi diyoruz? Yani bu diğer arkeolojin ayrılıyor mu? Ayrılıyor elbette. Büyük Kades Savaşı’nda Likyalıların Hititlerin yanında müttefik olarak savaştığını görüyoruz.
Ne tesadüf ki aynı Likyalılar yine 13. yüzyılda İliya’da da anlatılan Troya Savaşı’nda bu kez Troyalıların yanında savaşıyorlar. Peki Likyalıların bu savaşlara katılmaktaki motivasyonu neydi? Bazı tarihçilere göre paralı asker oldukları için katılmışlardı. Ama Likyalıların hem Troya hem de Kades’teki savaşa sırf paralı asker motivasyonuyla katıldıklarını düşünmek biraz zor.
Her iki savaşta sonuçları bakımından Anadolu’nun başka bir devletin başka bir gücün egemenliğine girmesine yol aşabilecek savaşlardı. Ki netekim Troya Savaşı öyle oldu. Burada Likyalıların motivasyonunun da biraz vatanseverlik olduğunu Anadolu’yu korumak olduğunu düşünmemiz gerekir. Tıpkı atalarımızın yaklaşık 100 sene önce Çanakkale’de Çanakkale Savaşları’nda o zamanki dünya devlerine karşı savaşarak Anadolu’yu korudukları gibi.
Aslında Ege ve Akdeniz’de yer alan yüzlerce antik kenti gezerken bunların hangisinin Yunan kenti hangisinin Anadolu kenti olduğunu siz de bilebilirsiniz. Çok kolay bir dilbilimsel ipucu var ve şaşmaz bir ipucu.
İçinde 2S olan yani Termesos, Sagalassos, Halikarnassos gibi ya da Ndnt takıları olan Xantos gibi, Arikanda gibi, Kadiyanda gibi kentler, Lüvi dil grubuna ait kentlerdir. Bunlar Lüvi halkları olarak biliniyorlar. Likyalılar, Karyalılar, Pisidyalılar, Panfilyalılar gibi bu halk grubuna ait birçok kabin var Anadolu’da.
Dolayısıyla Göbekli Tepe örneğinden devam edecek olursak ve iç Anadolu’da bu Lüvilerin milattan önce 3.binden beri varlığını da bilimsel olarak kanıtladıktan sonra bu insanların buraya herhangi bir yerden gelmediği ve buranın yerli halkları olduğunu artık söyleyebiliriz.
Anadolu’da maddi kültür kalıntıları eski taş çağının 10 binlerce yıl öncesine giden mağara yerleşimcilerinden, Göbekli Tepe sürecine evrilerek kesintisiz bir yaşam çizgisi sunar.
Anadolu halklarının tarihsel kimliklerine ait ilk bilgiler, Haddi ülkesinin bir karumu yani ticaret kenti olan Kültepede bulunmuş milattan önce 2000 yıllarına tarihlendirilen çivi yazılı tabletlerden elde edilir. Bu yazılı belgeler birçok somut tarihi gerçekliğin yanı sıra Anadolu’da konuşulan dilleri ve halkları da tanımlamamıza yardımcı olur. Örneğin Haddi dilinin kökeni tartışmalı olmakla beraber genel olarak Kafkasya’da Anadolu dilleriyle ilişkilendirilir. Tabletlerde kullanılan Batı ve Güney Anadolu’ya ait Luice, Orta Anadolu’ya ait Hittitçe ve Kuzey Anadolu’ya ait Palaca ise Hint Avrupa Dil Ailesinin Anadolu kolu içinde kabul edilir. Buna karşın Hurrice, Mezopotamya ve Güneydoğu Anadolu kökenlidir. İşte bu farklı dilleri konuşan ve yazan halklar Anadolu’da bin yıllarca beraber yaşamıştır. Son yıllarda yapılan bir araştırmada biraz da tesadüfî olarak Luvice’de Arikawanda diye bir kelime bulundu. Arikawanda, Arikanda’ya fonetik olarak çok benziyor ama bu bilimsel olarak çok yeterli bir kanıt değil.
Ama Arikawanda’nın anlamını deşifre ettiklerinde o zaman bu anlam kazandı. Çünkü Arikawanda, Lüvi dilinde yüksek kayalığın yanındaki yer demek.
Hemen arkamdaki Şahinkaya’nın altındaki Arikanda gibi. Peki Arikanda kenti bu kadar eskiye gidiyor mu?
Burası 1960’lı yılların sonundan beri kazılan bir kent. Ancak kentte M.Ö. 5 veya 6. yüzyıldan daha eskiye giden bir veriye rastlanmadı. Bu ne demek oluyor? Büyük bir ihtimalle kent bugün belki elmalı ovası diyeceğimiz ya da göller bölgesi diyebileceğimiz verimli ovaların bulunduğu bir yerde iken M.Ö. 1200’lerde Troya Savaşlarından sonra Anadolu’nun büyük bir işgale uğramasıyla bu verimli toprakları terk edip canlarını kurtarmak için kaçan halkların bu dağlara sığındıklarını biliyoruz. Tıpkı komşulara psihiyalılar olduğu gibi. Ama Arikanda örneğinde M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren burada bir yerleşim başlamış olduğu ve bu yerleşimin kesinsiz olarak M.Ö. neredeyse 6. yüzyıla kadar 1200 sene devam ettiğini buradaki arkeolojik verilerle kanıtlayabiliyoruz. Arikanda Roma İmparatorluk çağ dediğimiz M.Ö. 2. yüzyılda diğer birçok Anadolu kenti gibi çok gelişmiş, büyük bir refaha kavuşmuş. Ama birçok kentte göremediğimiz kadar çok fazla sayıda bina yapılmış.
Bu da daha önce bahsettiğimiz bu ticaret yolunun Arikanda’ya kattığı bir değer olsa gerek. Ve bundan belki daha da önemlisi hemen Arikanda’nın sırtını verdiği Toroslar’daki bir tarafı Çam Kuyusu, bir tarafı Çığlıkara, Dokuzgöl Ormanları. Bugün dahi dünyada kalan tek Sedir Ormanlarının olduğu bölge ki Sedir Kerestesi bugün olduğu gibi antik dönemde de son derece kıymetliydi.
Bunun ticaretiyle de Arikanda son derece zenginleşmiş bir kent. Deniz ticaretiyle ünlü Likya Limanları’nın en önemli ticari metası bölgenin yerel zenginliği olan Toros ya da Lübnan Sedir’i olarak bilinen Sedir ağacıdır.
Dağlık Likya’da 1200 metre yükseklikten itibaren görülen Sedir popülasyonu bölgenin konut mimarisi ve daha önemlisi gemi yapımı ve ticareti için temel ham madde olmuştur.
Katran da denilen Sedir ağacı, odunu dışında katranı ve tohumuyla da çok önemli bir şifa kaynağı olarak kabul edilmektedir.
Buradan Nal Tepesi’ne devam ederek artık Anadolu’nun yerli bir kavmi olduğunu bildiğimiz Arikandalıların kim olduğunu ve bu kentin burada neden kurulmuş olduğunu anlamaya çalışacağız. Nal Tepesi bir eski otel diyebiliriz. Niye otel? Öncelikle burada bir hamam binası var. Peki bunun hamam binası olduğunu nereden anlıyoruz? İşte antik dönemde öncelikle hamamların bir ısıtma sistemi olur. Burada ısıtma sistemlerini görüyoruz. Biz aslında burada antik döneme duruyor olsaydık bu seviyede değil tam olarak bu seviyede duracaktık. Çünkü bunun orijinal seviyesi taban seviyesi bu ve bunun altında sıcak hava dolaşıyor olacaktı.
Bu gördüğümüz yuvarlak parçalarda Hippakaos adını verdiğimiz bir hamamın olmazsa olmaz mimari elemanlarıdır. Tabii çok kalmamış ama bunlar yuvarlak böyle birer sütun olarak buralarda diziliyor olacaklardı. Pişmiş toprak sıcak havayla iyice ısınarak hamamın ısınmasını sağlıyor.
Nerede bu Hippakaos parçası görürseniz bilin ki orası bir hamamdır ya da en azından taşınmışsa bu bir yere hamamın bir parçasıdır.
Hamamın farklı bölümleri var. Demin ısıtılan bölümünü gördük. Yani ılıklık, sıcaklık, soğukluk gibi bölümleri var. Burası soğukluk bölümü. Burada gördüğünüz gibi taban tamamen görünüyor. Tabii bir de belki dikkatinizi çektiğiniz gibi bu hamamların duvarları biraz çirkin duruyor. Aslında onlar öyle değildi. Böyle mermer plakalar kaplıydı ve hatta bunların bir zamanlar duvara sabitlendiği çivileri bile yerinde görmek mümkün. Ama Doğu Roma dediğimiz ya da Bizans denilen dönemde artık bu kentler ve bu hamamlar ve görkemli yapılar kullanılamadığı için daha doğrusu paraları yok bu binaları işletmeye.
Bir yerde bu binalar kentin taş ocağı haline geliyor. İşte bu mermerler sökülüyor. Kireç ocaklarını da eriterek yeniden kullanılıyor.
Bugün Recycling dediğimiz sistem oluyor aslında. Burada küçük bir havuzumuz var. Bu yanları stüko ile sıvanmış yani sızdırmasın diye küçük bir havuz yapılmış burada da. Burada bir hamam gördük. Sonra böyle odalar var merdivenler var. Burada da ilginç bir oda var. Bugün çok bir şey görünmüyor ama kazısı yapıldığı zaman buradan çok fazla sayıda nal bulunmuştu.
Demirci atölyesinde kullanılacak eşyalar çıktı. Zaten buradan bu kadar çok nal çıkması buraya nal tepesi denmesine sebep oldu. Peki bu nal niye lazım insanlara ya da demirci? İşte bu daha önce bahsettiğimiz gibi Arikanda önemli bir ticaret yolu üzerinde.
Finike’yi yani Akdeniz’i Elmalı’ya yani İç Anadolu’ya bağlayan Arikanda vadisi ya da Arikandos vadisinin ağır bir yolcu trafiği var. İşte bu yolcular Arikanda’ya geldikleri zaman atlarını nallattırıp, ihtiyaçlarını görüp hamamda yıkanıp uyumak için odalar var.
Bu da buluntulara göre aşağı yukarı geç iki, milattan sonra geç iki, üçüncü yüzyıllarda buranın bir otel olarak kullanıldığını anlatıyor bize.
Kentin en önemli merkezi olan Agora’ya gidiyoruz.
Çok dik bir yamaç üzerinde kurulduğu için Arikanda kenti suni teraslar oluşturularak yapılar o terasların üzerine oturtulmuş. O dönem için hatta günümüz için bile oldukça görkemli ve eskilerin deyimiyle takdire şayan bir kent planlamasıyla karşı karşıyayız. Arikanda’nın Agora’sına geldik. Agora bazı kitaplarda çarşı yeri ya da pazar yeri olarak çevrilir, tanımlanır. Ama bu çok yeterli bir tanım değil. Agora tam olarak şehrin merkezi kalbidir.
Bu antik kentler kurulmadan önce ya da ilk kurulurken erken zamanlarında tapınakların, toplantı salonlarının, konser salonlarının, çarşı, pazar, kentle ilgili meclisin her şeyin Agora’da aslında olmuş olduğunu düşünebiliriz. Bu nedenle Agora bir yerde şehrin çekirdeği anlamına gelir. Aslında Agora bütün insanların toplandığı yerdir.
İngilizce gathering, to gather, Agora kökünden gelmektedir. Hatta Pers Kralı Kuros, Yunanlılarla tanıştığı zaman biraz da onlarla alay etmek için bu Yunanlılar Agora adını verdikleri yerde toplanıp birbirlerine yalan söylüyorlar ve hepsi de bunların yalan olduğunu bile bile birbirlerine inanıyorlar der. Gerçekten de Agora birbirlerine yalan söyleyip söylemediklerini bilemeyiz ama insanların toplandığı, sohbet ettiği yerdir.
Antik çağın Agora anlayışı aslında çok yakın bir zamana kadar ülkemizde devam ediyordu. Bazı küçük kasabalarda ve bazı şehirlerde hala azıcık var ama eski tadında değil.
Hani bir kasabanın bir şehrin çarşısı olur. O çarşıda işte valilik olur, okul olur, sağlık müdürlüğü olur, bütün çarşı olur, en iyi lokantalar olur, insanlar toplanır, bütün kahveler orada olur. İşte bu tam tamına antik Agoralardan gelen bir gelenek. Bu dünyanın her yerinde olan bir şey değil. Bu bölgeye has bir şey. Hatta antik Agoralardan günümüze kadar gelen bir şey daha var. Başka ülkelerde çok göremezsiniz. Zabıta. Nedir zabıta? Çarşı pazarındaki malın kalitesini, tartıları, fiyatları kontrol eder. İşte antik dönemlerde Agoralarda da bunları yapan insanlar vardı ve bunlara Agora nomos denirdi.
Nomos, kural, yasa demek. Yani Agora yasalarını denetleyen Agora nomoslar tarih içinde günümüze kadar hala yaşadılar ve ülkemizde zabıta olarak görevlerine devam ediyorlar.
Agora’nın kazısı yapıldıktan sonra ortada enteresan bir yapı göründü. Eski dönem arkeologları biraz doğa sever insanlar, biraz değil oldukça doğa sever insanlar. Yani bir ağacın bir yapıya göre önceliği olabiliyor.
Böyle hani ören yerlerindeki ağaçlar, çalılar tamamen yok edilip yapılar ortaya çıksın isteniyor. Ama burada bunun güzel bir örneği var. Buradaki yapının ne olduğunu anlamak için etrafından güzel bir kesit açılmış.
Duvarlar takip edilmiş. Kazısı yapılırken bu ağaç burada korunmak amacıyla oradaki taşlar bırakılmış. Belki altında çok değerli bir bilgi var ama o bilgiye bu ağaç öldükten sonra ulaşabilir arkeologlar. Hemen bugün onu yak edip ona ulaşmanın çok bir anlamı yok.
Arikan’da birçok Likya kenti gibi çok dik bir yamaç üstüne yapıldığı için bu suni terasların yani doğal olmayan terasların oluşturulması gerekiyor. Bu dik yamaçta oluşturulan bu teraslara toprak yığılarak bir mekan elde ediliyor. Tabii duvarın çok sağlam olması lazım. İşte bu yüzden Likyalılar bu tür teras duvarlarını çoğunlukla poligonal dediğimiz duvar örgüsünden yapmışlardır. Poligonal demek birbiriyle örtüşen taşların dörtten fazla köşesi olması demek anlamına geliyor. Burada baktığınız zaman taşların hepsinin dörtten fazla köşeleri var ve bu şekilde duvar çok sağlam oluyor.
Likya tarihini anlatırken Heredot’un Likyalıların Girid’den geldiğini söylediğini söylemiştik ama Heredot bunu tekzip edercesine bir şey diyor.
Diyor ki Giridliler kiklopik duvarları Likyalılar’dan öğrenmiştir diyor. Bu bloklar çok daha iri ve çok daha düzensiz olduğu zaman bunlara kiklopik duvar adı veriliyor. Yani bu İliyada’da bahsedilen, Odise’de bahsedilen bu dev kiklopların anca taşıyabildiği duvarlar anlamında.
Ama yine de bugün daha yapılması zor. Bu poligonal duvarlar bir de üstüne üstlük oldukça güzel bir görsel detay da veriyor bize.
Şarkı söyledik. Demek ki burası bir konser salonu yani Odeon. Odeon bir antik kentteki önemli yapılardan aslında tiyatroya benziyor ve birçok kentin zaten bir tane tiyatrosu olur.
Bu tiyatro hem tiyatro hem Odeon hem meclis binası olarak kullanılır. Ama bazı kentlerde ayrı bir tiyatro ayrı bir Odeon ve ayrı bir meclis binası yapılır.
İşte Arikan’da yine böyle dağın başında sanki ıssız bir kent gibi görünürken dört tane hamamı ki bir tanesi Ligyan’ın en büyük hamamlarından ayrı bir tiyatrosu ayrı bir Odeon’u ve ayrı bir meclis binası ki bunların her biri tiyatro şeklinde binalardır.
İşte bu kapalı bir konser salonu anlamına da gelen Odeon Arikan’da da oldukça iyi korunmuş. Elbette ki çatısı korunmamış ama oturma sıraları oldukça iyi korunmuş durumda.
Bazen Odeonlar hazır elinizde kapalı bir salon varken bule teryon olarak da kullanılır. Bule teryonda bule seçilmişler yani seçilmişler meclisi ve kentle ilgili burada kararlar da alınır.
Aslında daha önce hamamda da anlattığımız gibi bu yapılar duvarları bugünkü gibi durmuyordu. Bunların hepsi mermer plakalarla kaplıydı. Kazı yapan arkeologlar bütün binayı tekrar yeni baştan kaplamaktansa burada küçük bir alanı yine bölgenin taşıyla kaplayarak en azından Odeonun yapının zamanında böyle olmadığını bu tür mermer plakalarla kaplı olduğunu anlatmak istemişler.
Restorasyon nasıl yapılmalı? Bunu da başka bir programımızda iyi bir örnek teşkil eden yerde anlatırız. Farklı restorasyon anlayışları var.
Tamamen yeniden inşa etmek, eskiye sağlık kalarak yapmak, eski ve yeni parçaları tamamen birbirinden ayırarak yapmak ya da eskiyi tamamen taklit ederek yapmak gibi ama burada kanımca sadece buraya gelen ziyaretçilere bir fikir vermesi açısından bu bölümün yapılmış olması oldukça güzel duruyor.
26 dakikada Arucanda’yı ancak bu kadar gezebildik. Diğer bölümde Arucanda’nın tiyatrosu, hamamları, agorası, stadyonu, aşağı yerleşmesi ve kaya mezarlarıyla devam edeceğiz. Şimdilik hoşça kalın.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir