"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 14. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 14. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=sFE51i3Yo24.

Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlarda Ali Valatlı ile birlikteyiz bugün. Süleyman Seyfi Bey bugün bu sefer… Affettik. Affettik, programdan evet. Bu sefer bir aramızda olmayacak.
Bu arada bu programın incelediğim için de çokça soruyla karşılaşıyorum. Bunlardan birisi sizinle ilgili yani Alev Alatlı kimdir sorusuna ilişkin elbette Siviniz okuyunca insanlar bir akış bir şey görüyorlar ama yeterli cevaplar olmadığını düşünüyorum. Ve biraz sizi tanımayı bu programda bu bölümde daha doğru buldum.
Eğer uygun görürseniz biraz sizin hayat öykünüz, kişisel hikayeniz üzerinden gidelim. Süleyman Bey de yokken… Fırsat bu fırsat. Fırsat bu fırsat diyeyim. Bununla ilgili çünkü çok zarar alıyorum. Yani bizim jenerasyon veya bizim nesil sizin kitaplarınızı daha çok okudu ve sizin kitaplarınız bizim yetişme dönemlerimiz için de çok önemli bir noktaydı. Yani böyle 90’lı yıllar, 92’li yıllar yani seminler, tütermiyle başlayan o süreçlerin içinde. Ve biz sizinle daha hem düşünceye hem zamanı ruhu olarak daha bir bağ kurduk. Ama özellikle genç nesilde, bizden sonraki nesilde de bu soruları görüyorum. Biraz sizi bu programda tanımak isterim açıkçası. Biraz daha tanıtmak isterim daha doğrusu izleyicilere. Japonya, Amerika uzun bir eğitim hikayesi, devlet tecrübesi, devlet planlama teşkilatı tecrübesi, özala danışmanlık, sonuçta anahtar döneminin içinde bulunmak falan uzun da bir şahitlik hikayeniz var. Nereden başlayalım? Merzurumdan başlayalım mı? Bir makadonyalı göçmen ailenin çocuğu olmaktan başlayalım. Nereden başlayalım? Şimdi insanlar haksız değiller.
Ben otobiyografik bir şey yazmadım içerisinden sanırım. İşte zaman zaman Günay Rodoplu muydu değil miydi, lafları çıktı falan. Hala da var yani. Sonra Schrödinger’in kedisinde işte Kadı Zahide miydi değil miydi falan. Tabii Günay Rodoplu tipi de biraz size benziyordu roman kahramanlı olarak falan. Bilmiyorum yani benziyor muydu benzemiyor muydu ama
o romanın birinci cildin yarısından fazlasında o kahraman bir erkekti. Ben erkek erkek erkek erkek diye onu yazdım fakat bir noktaya geldi. Anlatmak istediğim şeylerin kadınsız duygular olduğunu hissettim.
Şimdi öyle olunca ya bir dur dedim kendime bir dur kadınsız bu yani. Öyle olunca aynı şeyleri ben bir kadının ağzından anlatamaz mıyım dedim. Öyle sizin doğru olduğuna karar verdim geri döndüm ve tekrar yazdım. Şimdi kadın farklı oluyor kadın tabii bütüncül.
Daha detaylara vakıf. Detaya vakıf ve bütüncül. Şey değil yani bir… Kuşatıcı belki. Kuşatıcı ve bir hedef uğruna vazgeçebileceği şeyler daha sınırlı. Şöyle söyleyeyim deyin ki çok iyi bir keman veriyorsunuz. Günde en az 5-6 saat pratik yapmanız lazım.
Çocuğunuz içeride ağlar ki ne pratik yapamazsınız. Meğer ki çok olan üstü bir şey olasınız. Tip olasınız ama yapamazsınız. Şimdi daha bütün. Hayatın bütününün her alanında. Tabii daha böyle baktığınız zaman irrasyonel de bir yandan. Şeyi oturtamıyorsunuz. Sezgiler var. Görevler, sorumluluklar var. Bir de modernist dünyada sezgiyi anlatmak çok zor. Geçiştirebilmek çok zor. Modernist dünyada malum ilk kere iki dört eder. Determinizm söz konusudur falan falan.
Şimdi bir kadın olduğunuz zaman determinizmin biraz uzak duruyorsunuz. Bir dakika diye. Örnekleri var. Şöyle düşünün. Niye? Mesela kadın fizikçi çıkmaz. Veya felsefeci çıkmaz. Çok sorulan bir soru.
Hocası çıkar. Çok iyi bir felsefe. Muhalemi olursunuz. Çok iyi bir matematik muhallemi olursunuz. Çok iyi öğretirsiniz. Ama bizzat iyi işi kendi yapan yoktur. Hannah Arendt bir tek bu yüzyılda. O da 21. yüzyılda. Hannah Arendt bir tek 20. yüzyılda felsefeci olarak bir kadın. Bir tane çıkarsa çıkarsa. Şimdi insanlık tarihini düşünün.
O kadar marjinal bir lafı bile edilmez. Aynı şey. Bestekler için de söyleyebilirsiniz. Müzisyenler için de icracı olur. Ama bestekler hayır. Bu beni çok düşündürmüştür. Niye böyledir diye. Bunu kadınların ezilmesine feminizme falan atıp kurtulmanın yetmediği kanısındayım. Yani hiç kuşkusuz bir sürü engel vardı. Ama engeller muhallebi olmasının önünde. Alim değil. Ne demek istediğim ne kadar açarsanız açın. Sovyetler Birliği. Mutlak işledik. Sovyet insanı tarife filan. Prezidiumda kadın yoktur. Niye? Yani olmak istemediği için oldu kanısındayım. Birazcık bir Tek Kuzey Avrupa ülkeleri bunun biraz daha dışında profil çizmiş. Avrupa’da da yok baktığımızda yani. Yok. Ne olur bütün bir tarihi düşün. Bugüne bakıp da Merkel Başbakan. Ne var canım? Tansi Çiller de başbakan. Bu değil mesele. Mesele bu değil ve yetmiyor. Yani bence kadına determinizm yetmiyor. Başka bir şey. A eşittir, B eşittir, C öyleyse D. Yok ya diyor kadın. Hayatının bambaşka bir sürü seçenekleri, uğraşları, alanları, cevapları var. Cevapları var. Aradığınız yerler farklı olabiliyor falan. Şimdi niye bunu söylüyorum. Dedim ki o kitapta Günay Rodoplu eşittir alev alattı. Hayır.
Elbette benim elimden çıktı. Dolayısıyla ben Günay’dım. O sizin kahramanınız ama sizden bağımsız bir kahraman. Tabii kısmı kısmen bağımlı çünkü şu bağlamda. O kadının onu hissettiğini yazabilmek için benim onu hissediyor olmam lazım. Bu tabi. Ama mesela orada bir şey var. Başka bir erkek figürü var. Bakıyorsunuz insanlar onun üstünde durmadı.
Çünkü o Mehmet Sedes var. Mehmet Sedes bambaşka bir şey. Daha determinist, daha şey. Sert, faşist falan var ama şekli farklı. Yani uzun lafın kısası. İnsanlar haksızlıyor. Çünkü hakikaten ben otobiyografik bir şey yazmadım. Bunu yapmadım. Neden?
Sırası mı, gelmi dediğim çok… Düşünüyor musunuz peki otobiyografik bir şey yazmayı? Hayır. Düşünmüyorsunuz? Hayır düşünmüyorum. Son bir nasihat namı yazıyorum. Orada ister istemez bazı referanslar veriyorum. Ondan mecburen verdiğim referanslar var. Çünkü şu tarihte şunu gördüm. Dediğin zaman o kendine ait bir şey oluyor.
Ama onun dışında yazmadım. O bakımdan haklı insanlar. Çünkü görüyorum farklı tepkiler alıyorum ben de o yüzden. Yani solcular sağcı der, sağcılar solcu der. Böyle ikisinin ortasında kalmış. Bir tuhaf yapı çıkıyor diğeri. Yani sizi bu noktaya bu güne demeyelim. O romanları yazmaya getiren ne oldu, ne sebeple başladınız yazıyı?
Gözlem gözlem gözlem gözlem. Ve çok farklı şeyden gezmek. Bakın ben bir çadırda doğdum. Şimdi gelin oradan başlayalım. Nüfus kağıdımda İzmir menemen yazar ama babamın çadırı orada olduğu içindir. Kime gideceksiniz en yakın nüfus üncüne gideceksiniz. Biz asker çocukları böyleyizdir zaten bulduğumuz yerde doğarız. Onun için hiçbir şey ifade etmez.
İzmir’de olmuyor ama İzmirli değilim. Biz çadırda doğdum. Peki ne işin var çadırda? Şöyle. Alman saldırısı bekleniyor. Babam asker malum. Ege’de savunmak üzere. Sperlerdeler mevzi tutmuşlar. Onlar orada. Bu arada da aileler. Bir yandan naif insanın gözü doluyor.
Bir yandan da çok naif çünkü nazileri bekliyorsunuz güya. Aileler de mümkün olduğu kadar yakın bir noktada çadırlarda kendilerine kamp kurmuşlar. Ve ben annemin… Cephede askerlerin gerisinde. Evet, kocasının yanında. Karnı burnunda. Mesela benim evim babamın tavır kubandanı. Tonton cici annem. Şimdi ne yapsın gelmişler. Gece tabi doğa doğa bulmuşsun her zaman gibi. Sabahın ikisinin üçünü falan. Ellerinde elektrik, lüks. Selerler falan tabi o dönemde. Doğum bu tabi. Şimdi annemi hatırladım. Annemin üzerinde bir çarşaf. Kazanda yemek pişirildi. Başına da şöyle bir örtü.
Şimdi de bir namazan görüyorum. Şimdi bunu böyle söylüyince şey gibi oluyor. Duygu sömürüsü gibi oluyor. Ama annem iftara çorba yapıyordu. Tabora askerleri. Evet, o tabora. Annem çorba yapıyordu kazanda bunu biliyorum. Elinde koca bir kepçe. Çok da uzun boylu bir kadın değildi. Koca şey çevirmeye çalışıyor. Yorulduğu zaman da yanında kemireli oğlum gel biraz da sen çevir diyor. Şimdi annem oğlum dediği zaman geçin düşünün. Oğlum dediği bütün hele o zaman benim çevremdeki askerler bekareydi. Çağırmışlardı yani yaşlı askerlerdi. Çok yaşlı askerlerdi. Ve tabi o yıllar yani o yıllar daha yeni toparlanmaya başladırdı.
Bari canım işte 44-45’lerden bahsediyoruz tabi. Tabi yani. Yani cumhuriyetin bir sonuçta 20 yıllık filan bir hikayesi var. Babam zaten cumhuriyetin birinci kuşağı eski yazı bilirdi. Ama Maltepe Askeri Mektebi’nden de burada ilkokuldan itibaren 7. sınıftan itibaren. Yani bazı gerçekten bazen çok nankör oluyoruz. Yani nankörlük şu bağlamda Kazım Karabekir rahmetli. Doğudaki şeylerden sonra yani. Çatışmalardan sonra kalan çocukları topluyor. Bir sürü çocuk annesiz babasız kalmış. Olan çocuklarını topluyor.
Burada bir okul kuruyor, buraya yerleştiriyor. Maltepe Askeri Mektebi böyle yani yatılı. Ve orada çocukların göz kulak oluyorsunuz. Şimdi bu göz kulak olunanlardan bir tanesi de benim babam 7 yaşında. 7 yaşında o mektebe geliyor. Evet hayatında başka askerlikten başka bir şey bilmedi benim babam. Bilemezdi. 7 yaşında oraya koyuyorlar. Başına bir işkenlesin. Serseri olmasın sokaklarda kalmasın.
Niye? Göçmen çocuğu. Nereden? Prizem. Pirlepe. Gittim gördüm. Evvelse seni Pirlepe. Rezlin’in, Niyazi’nin evine yakın falan. İşte Atatürk’ün liseye gittiği yer birkaç kilometre ötede. Evde bir sandık vardır. Halamın kızında duruyor hala.
Erdoz, bağımın halasının kızında duruyor. Şöyle bir şey. Lanetli sandık derler. İçinde tapu var. Osmanlı tapusu. Kadınlar dokundurmaz o tapuma biliyor musunuz? Lanetlidir dokunan erkeğimiz öyle bizim diye. İçinde o tapular öyle duruyor. Öyle duruyor. Ben yalvar yakar oldum. Rahmetli Enisa halaya de. Yahu verin de birer fotokopisini alayım.
Niyetim de şey Dışişleri Bakanlığına vereyim. Hani gün olarak, harman olarak. Elde bir tapular olsun bir yerde kayıt. Arşile girsin. Hayır kızım dedi. Bir şey gitti dedi. Biz o ailemizin bütün erkeklere gitti dedi. Bu sandık yüzünden dedi. Bu sandıkkaki tapular yüzünden dedi. Neydi ne değildi ne kadar büyüktü falan hiç onları bilemiyorum. Ama lanetli sandık. Ve hala duruyor. Duruyor tabii yani lanetli sandık duruyor.
Şimdi tabii hikayeler çok başka. Şimdi geriye dönüyorsunuz. Geçen gün torunumla konuşuyorduk. İlk defa seni anladım dedi Emre. Acayip bir şey. Torunum geldi dedi ki. Sen dedi bir deden vardı dedi. Ondan sonra. Bir anada dedi. Bir anı kuşatmasında dedi. Kim de o dedi. Eyvah sen bilmiyor musun dedi.
Babam tarafından sülalenin bağlandığı güya bağlandığı. Çünkü malum şey tutan insanlar değiliz yani kalem tutan. Ama şey budur yani aile içindeki söylenti budur. Bilmiyor musun sen filan dedim. Biraz da şey. Biliyorum biliyorum dedi. Kim dedim. Karıma Mustafa Paşa demez mi? Oğlum o dediğini öldüren adam.
Öldüren adamı. Sen nasıl bunu söylersin. Üldü de çocuk. Şimdi aç bakayım şimdi madem öyle. Haritayı aç. Haritayı aç. İşte geri internetten nereden gireceksen. Bak bakayım şimdi şey kim. Kime bakacağım diyor. İbrahim Bey’e bakacaksın. İbrahim Paşa. Uzun İbrahim Paşa. Arnavut İbrahim Paşa. İhtiyar İbrahim Paşa. Bak kaç tane ismi var. Aç da bu.
Buldu anjan. Okuduğu en önemli tarafı onun. Boğazını kesmeye gelir. Boğmaya getir. Gönderir işte. Adam der ki. Sakalını falan kaldırır. Bu bayağı kayıtlıdır. Ve şey der. Yani siz de gülseniz bulursunuz. Var internet. Tamam beni öldürmeye geldi ama. Şimdi paylaştığı söyleyin. Devlet için önemli bir adamdır.
Ceza vermesin. Dert ve ölür. Şimdi oğlan durdu dedi ki. Ben şimdi anladım seni dedi. Niye anladı diye bakıyorsun. Bir sürü bir şey anlıyor. Çünkü böyle bir gelenek. Allah devlete zeval vermesin. Biz ne yaşarsak yaşayalım. Allah devlete zeval vermesin. Ve düşünün 1682. Şimdi böyle bir kök.
Ve ondan sonra tabi evladı Fahdi Han. Herkes asker bütün sülalede. 27 Mayıs’a kadar babam. Asker asker asker asker asker asker. Ve ben denize doğuyorum çadırın içinde. Nasıl yazar olmayayım nasıl romanç olayım diyorum. Nasıl olayım diyorum tabi. Ve tabi ondan sonra en büyük şansım. Babamın asker olmasadır. Çünkü ilkokul.
Ankara’da başladım. Karaköse ağır. Tasnır. Tabi canım. Ve o zaman en kötü koşumlar. Tabi. Karaköse’de Alparslan ilkokulunda okumak ne demek biliyor musunuz? Haftada en az bir kere bitlenmek demek. Baştan aşağı. Evet. Her gün okula bir tezek götürmek demek. Çünkü sobada yakılacak. Her her öğrenciden bir er tezek yok. Yani bunu yakıyorsunuz. Tuvalet dışarıda demek. Yetmez. İkide bir Stalin. 50’li yıllar artık. İkide bir de Stalin. Haber gelir. Tehdit eder. Ruslar manevra yapıyorlar falan. Hadi Karaköse boşalır. Eline tüfeğini kapan. Millet askere yardıma gider. Sınır’a.
Karaköse’de su var mıydı peki o zaman? Çakımı yapıyorsunuz Allah aşkına. Sence nerede oturuyorsunuz diye sorun. Nerede oturduğunuz… Subay Lojmanları, Asker Lojmanları filan olduğunu tahayyül ettirip bekliyorum. Ne münasebet. Subay Lojmanları ancak 27 Mayıs’tan sonra……kurulmaya başladı. Ve onlarla da aliyans mahallesi diye dalga geçildi. Niye? Çünkü……insanlar aliyanslarını vermişlerdi.
O lojmanlar yapılsın diye. Lojmanlar yapılsın diye de değil. İnanmayacaksınız buna ama……devlette para yok diye verildi. Sonra lojmanlar yapılınca demeliyette……aha bunun için verdiler dendi. Bu kadar nankör olabilir bu millet hakikaten. Şimdi……Karaköse’ye gittik. Global ısınma diye bir şey yok. 2,5 metre kar. Erzurum tabii 6 ay filan yani böyle. Karaköse 2,5 metredir……tünelden geçer. Bayağı okla gideceksiniz. Kardeşim nitekim gidemedi. Bir misafirhane……5 yılda bir misafirhane……tek böyle bir……şöyle açık bir yer var. Bütün odalar oraya bakar. Bir odada 5 kişi yatıyoruz. Her birinde bir aile var. Yemek ortak alanda……pişiriliyor ve şeyle……gaz ocağından……o pompalı eski gaz ocakları vardır. Evet böyle sarılardan.
Ev yok. Annem bir ahır buldu. Gitti ahırı kiraladı. Tuttu. Tabii şey böyle……putreller var onların üzerine çalı. O putrellerin üzerine……teliz geldi. Çuval. Alttan pompayla şey verdi……kireç verdi. Onu örtü. Temizlendi.
Bir tane pencere açtı. Akıllıca ama. Benim annem……çok akıllı bir kadındı. Olmayacak şey yoktu annem için. Yeri beton yaptı. Yarın odanın bir köşesini de……şöyle bir karış……aşağıdan beton yaptı. Banyo. Haftada bir……şeye kenara çekilir somya. Altında ne var somyanın tahmin edemezsiniz? Patates, soğan. Onlar oradan çıkartılır. Banyo olarak kullanılır. Çünkü tek ısıtabildiğiniz o oda. Ve tabii tezek sobası. Banyo yapılır. Babam banyo yaparken……bütün çocukların suratlarını arkaya döner. Dışarı çıkamıyorsunuz soğuktan. Beklersiniz babam yıkansın diye. Hadi o yıkanır. Hadi soğan patates tekrar yerine. Her sabah…
…her sabah……şey donar……böyle bir dört köşe……küp. Ama madeni küp. Onun altında da ocak olur. O yakılır ki su erisin ki yüzünüzü yıkıyorsunuz. Hangi su? Kaç yıl kaldınız Erzurum’da? Bir buçuk yıl. Karaköse bu Erzurum değil. Ayrılma sebebimiz de ev başımıza……görüştü çünkü. Çünkü annem pencere açtı.
Öyle olunca şey… Zaten……her Nisan ayında göçermiş bu meret. Islanıyor Cenk. Bir de ağırdı yani. Bir de pencere daha açılınca……bir gün……annemler Allah’tan evde yoktu. Biz de……şimdi bakın ne tuhaf anılar. Biz de kimlere gidiyorduk? Nurettin Ersin Paşa’lara. O zaman Nurettin Ersin Paşa değildi. Şey dediğim… Nurettin amcaydı. Perihan teyze de turşu yapardı. Biz ellerinde büyüdük. Onları ziyarete……gidiyoruz. Asker abi kapıyı çarptı. Ev yıkıldı. Ve bizim bütün olmayan eşyamız gitti. Sabah ailesinin eşyası ne olacak gitti.
Kalacak yer olmadı. Bizi mecburen Erzurum’a aldılar. Ve Erzurum……Paris gibi göründü. O zaman Şarkın-Paris’i Erzurum. Havuzu etrafında dört tane……kolordu, ordu, binası falan filan. Erzurum. Bir taş bina var oturacak, kalacak filan. Evet sonunda orada……bir……buyurduğunuz gibi bir ev bulundu. Artık herkese şeye geçti baya yani. Lüks hayata.
Evet baya lüks hayata geçtik. Üstelik şimdi keyfe bakın……evin olduğu yerin……bir arsa var, arkasında da……vali konağı var. Şıksınız yani durup dururken. Tabi okul değişti tekrar. Şimdi bir sürü şey yani……hem ciddiye alıyorum hem anlıyorum dediğim o. Ben daha kötü okullarda okuyamazdım herhalde.
Düşündüğüm zaman. Kaç ilkokulu kaç ilkokulu bitirdiniz? Dört. Dört ilkokul. Erzurum’dan sonra? Dört. Erzurum’da iki zaten. Erzurum’da iki? Üç şey, Karaköy’se……bir Ankara……Mimarkemen ilkokulu. Haa……ama……Nebiyegülgeç……Allah gani gani rahmet eylesin ilkokul. Gelin ciciplerim diyen bir kadındı. Çok sevgi dolu bir kadındı. Diğeri, eğer bugün bir şeyleri……parlayabildiysem ben ona borçluyum……Eminan Hoca’ma. Bir şeyi becerdim ama. Galiba TRT’dedir biri bir……belgesel çekti……benden ilgili. Ve o kadar da istemiyordum ki……belgesel filan sevmem, biliyorsunuz öyle şey. Bir şart koştum dedim ki…
…Emin Hanım’ı çekerseniz Erzurum’da onu olurdu. Çektiler biliyor musunuz? Ha ne güzel hem de hayatta. Bir yerde Emine Hanım’ın şeyi var……var Emine Hanım. Emine Hanım müthiş bir dadaştı. Müthiş bir dadaş. Sevgi dolu bir dadaş. Şey yapar kadın. Hocası çok severdi. Bir şeyi öğrettiler……okumayı. Okumayı ve heyecanlanmayı. Ama……şu bu gerçek çocukları ciddiye almak lazım. Yani……benim ilkokulda olduğum yıllar……Fransızların, Hint Çin’in de……savaştıkları yıllar… Daha sömürgeleri bitirmemişler mi? Bitirmemedikleri yıllar evet. Ve benim babam bir harita bulmuştu……masanın üzerine yayardı. Tabii bir de ikinci dünya savaşı sonuna doğru geliniyor. Savaş kıtlı……vesaire yılları yani. Haritayı koyardı. O masada tek bir masa. Annem dikiş orada diker. Öyle o masa hazırlanır. O kalkar babamın……haritaları kurulur. Ve babam harita üzerinde bana……bugün gibi hatırlıyorum……Fransız Kuvvetleri’nin……ve diğerlerinin yerlerini……toplu iğnelerle gösterirdi. Hint İçindeki o savaş. Evet. Şimdi bu size……inanılmaz bir şey veriyor. Dünya büyüklüğü veriyor. Ve ciddi ciddi gidip……nerede bugün……Vietnam diye soruyorsunuz……gibi. Böyle bir şey……yaşam……merak. Hem dünya ile ilgili bir insandı……babanız. Çok. Yani sizin dünya merakınız da babanızın etkisi……büyük gördüğüm kadarıyla. Hem de nasıl. Babam 39 yaşında İngilizce öğrendi. Kendi başına……ve tuvalette.
Tuvalet olması……çok önemli çünkü……çok ciddi bir askerdi……ve çalışırdı. Vakti yoktu başka. Zamanı düşünün. Şey yok. Kaset yok. Plak yok. Nereden öğrendi? Gatimby’nin kitapları vardı. Hiç inanmayacaksınız bunlara. Gatimby kitapları. Ve bir Lugat. Red House. Fekirade kötü oldu aksanı hep.
Ama anlayacak kadar. Konuştu. Konuştu. Okuduğunu şey yaptı. Anladı. Ve……ateşe……militer imtihanına girdi. Üçüncü kazandı. Derece yapacak kadar. Derece yaptı. O yüzden Tokio’ya gittik zaten. Tokio’ya gitmene……deniğimiz şey……babamın o işi……Kıvırta binmiş olması yoksa…
…kim kimi gönderiyor. Ben de onu diyecektim……Şaponyoya’ya Tokio. Bu İngilizce ile gitti. Tabii canım. Tabii. Ülkeye girdi. Kurmay subaydı. Zaten iyi bir kurmay subaydı. Ama kendim……benhaklı bir adamdı. Odanın duvarında her zaman……bizim hangi evde oturursak……oturalım duvarda bir kocaman……dünya hirtası olurdu. Ve ben bilirdim……Padiş burası, Londra burası……Türkiye burası……bütün… Bakmayı…
…e tabii. Ama şimdi……dönün Karaköse’ye benim Karaköse. Karşı konuşun, Kürt. Tek kelime Türkçe konuşmaz. Bir kuyu var. Su çekilir. Su çekiyor. Gelin görün gece şeyler çıkıyor oradan. Cinler falan. Cinler çıkıyor. Keçi halinde çıkıyorlar. Bir yerden bir tıkırtı……diyorsunuz. Gece ödünüz patlıyor. Eyvah cinler geldi diye…
…ışılla birbirimize sarılıklatıyoruz. Cingi’ye girdi ya girecek. Böyle bir ortam. Yandaki……evde……çok yaşlı bir çift. Ödünüz patlıyor baktığınızda. Çünkü adam……traum. Gözler……öbür tarafta. Eve gelen bir……kadıncağız… Yemin……Billah. Çocuklarını gece……döverek uyuttuğunu söylerdi açlıktan ağladıkları için.
Erzurum’da okuyorum. İki tane arkadaşım……İlhami ve Nevzat. Buradan selam olsun……ikisine de……büyük saygı ile……elektrik direğinin dibinde……ders çalışırlardı evlerinde. Mum, yakacak para yoktu. Mum yok. Küçücük çantalar……tahta çantalar……elektrik direğinin dibinde……kar yağarken ödev yapmak ne demektir? Bir düşünseniz. O soğuğun içinde…
…erzurum, karaköze……ve……oturulduğu zaman masaya……işte……adetlerimiz vardı ve her şeye rağmen……İstanbul, Hüsmü, işte Makedonya……çıdır budur……adam sayısına göre……portakallar alınırdı masada. Beş kişiyse beş tane. Bilmem ne ismim ben ne. Yani……öyle bir……çocukluk…
…annem hiçbir zaman kendine……kumaş alacak, manta yapacak para bulamadı……babamın kapıtlarını……boyardı. Laciberte ve siyaha. Tabii canım eski kapıtlar……laciberte ve siyaha……boyanırdı. Keza bizim şeyimiz……üstümüz, başımız……çok becerikli bir……kadındı. Ama……böyle bir yaşam……ve ben yoksulluk nedir çok iyi bilirim. Akşam yemeğine……ne yiyeceğiz lafıdır……iki anlamı vardır bakın. Biri……tavuk mu yiyelim, et mi yiyelim……ne yiyeceğiz var. Bir de……ne yiyeceğiz ya yiyecek bir şey var mı?…anlamında. Ben birincisini biliyorum. Tabii bu……bu anlattıklarınız……gerçekten önemli. Çünkü işte……biz sizi işte……Japonya’da, Amerikalarda, Boğaziçiler’de……okumuş ondan sonra…
…bir Beyaz Türk……ailenin bir devamı……olarak görüyoruz. Ve o yüzden……bu yaşadıklarınız, romanlarınızdaki……o Türkiye sevgisini, vatan sevgisini……ya bu halka dair……kurduğunuz empatiği anlama noktasında……çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu……bu anlattıklarınız, bu tanıklıkların. Haklısınız. Çünkü……şunu görüyorsunuz. Mesela işte……ya……ya ilk halka üçüncü sınıftasınız diyorum size. Peşinizde tango, tango, etekleri…
…piango diyor. Delikanlılar dolanıyor. Şimdi……böyle bir durum olabilir mi? Ama böyleydi. Böyleydi. Kara çarşaflar ve tango, tango, etekleri, piangolar. Şimdi……öyle şey gibi oluyor biliyor musunuz? Son iki yıllarda bunu……çok düşündüm. Sanki yani……biz orada modernleştirmeye gitmiş……şey kuvvetleri, İngiliz kuvvetleri……falan gibiydik. Halk sizi halkalıyordu. Tabii ki. Bir yerde ondan haklıydı ama bir yerde biz de……haklıydık. Onların haklı olduğu yer neresi? Onların haklı olduğu yer……hiç bilmedikleri……bir mecraya itilmeleri. Yani şimdi siz……şöyle söyleyeyim. İlkokul üçüncü sınıf. Postaneye götürüyorlar. Çocukları götürürler ya. Postaneye gidiyoruz.
Sınıfta on iki yaşında adam da var. On beş yaşında çocuk da var falan. Çocuklardan bir tanesi……keçe bir şey giyiyor. Çorap. Bayağı keçe. Kalın keçe. Keçenin burasından biri bıçak çıkarıyor……ve bana dönüyor diyor ki ben seni korurum. Merak etmeyin. Nereden koruyor? Nasıl koruyor? O bıçak ne? Bir çocukta ki……öz güvene bakın. Aha oğlum. Beni koruyacak. Etekleri piyango takıyor. Korkuyorsunuz. Yani bunu……değiştirdiyse……beyaz olmayan Türklerin anlamasını isterim. Korkuyorsunuz. Hani hakikaten korkuyorsunuz. Ne gelecek diye. Öyle bir dönem ki……Sezer Sezin’in oynadığı……Vurun Kahpe’yi filmini seyrediyorsunuz. Sabahlara kadar uyumamış. Tabii. Ateşten gömleğinden daha sonradır muhtemelen. Sezer Sezin’i oynamış da……sizler Sezin’i oynamış da……sabahlara kadar uyumadım. Ve işin şeyse onu gördüğünüz zaman……Vallahi de olur diyorsunuz. Tabii burada Müslümandan korku……yani Müslümandan değil, Müslümanca yaşayanlardan……korkunun kökeni olarak mı söylüyorsunuz? Elbette ki. Çünkü ayrı edemiyorsunuz ikisini. İkisini kim ayrı ediyor ki? Hani ettirilecek halde değilsiniz. Ve karşı tarafında zaten……sığınacağı başka bir şey yok. Ne diyecek?
Buradan cinler çıkmaz. Nasıl çıkmaz? Cin. Turanda var ya, ana da cin diyor. Şimdi dayandığı yer……en az sizin dayandığınız yer kadar sağlam. O korkuyu görmek lazım. Ben o korkuyu bilenlerdenim. Dibine kadar biliyorum. Ama mesela şunu da biliyorum. İşte……ya cahil. Tamam şey yapmayın. Cahil, cahil. Bilmiyor. Bu kadar biliyor falan diye.
Duruyorsunuz sürekli. Öğreteceğiz. Halkın içinde……geldiğini gösteriyor sizin bu anlattıklarınız. Aslında o asker sınıfımızın, subayların vesairenin. Haktan kopmaya ne zaman……başladılar peki bu? Bu kadar içice yaşamdan ne zaman koptular? NATO’dan sonra. 1950’lerden sonraki dönemi. NATO’dan sonra. Ben şey hatırlıyorum. Karaköze’de bizim eve NATO’dan…
…subaylar geliyordu. Bir defa sonunda kızamık olmuştuk. Fena hale yatıyorduk. Aynı yatakta. Ateş bilmem kaç. Adamlar güya malzeme yardım yapmaya gelmişlerdi. Güya şeyler. Amerikalar bakılıyorlar falan. Yahu……kötü görünmeyelim diye……bizimkiler tankları boyamıştı biliyor musun? Kamuflaj gibi……o demek geçirdikleri. Boyuyor. Kendine yediremiyor. Şunu unutmayın. Ordu, asker. Yani……bir imparatorluğun kaybının……acısını yüreğinde hisseder. Ve daha çok çok yeni her şey. Çok çok yeni. Bizim oralarda bir laf vardır. Belki size daha önce söylemişimdir. Çok kadar yakın dost dost. Ağla gözüme ağla. Hicran yaraşır.
Bir erkeksiz vatana……düşman yaraşır. Bu bize çok söylendi. Niye? Çünkü üç buçuk milyon……kesildik biz. Var da robasından kesildik biz. Balkanlarda, Belediye’den buraya gelene kadar. Allah aşkınıza yani……kimse bize dönüp de bakmadı. Şimdi……böyle baktığınız zaman……en azından benim babamın kuşağının……askerleri için bu…
…onur meselesiydi. Şeyi de hatırlarım. Bir gün……bir Amerikalı……pardon bir Rus……bir Rus bir kokteyl parti vardı. Bir şeydi Erzurum’da. Pardon Erzurum’da……Tokyo’da. Bir Rus ateşi militeri……şey dedi……işte Amerikalılar’a……satıldınız……falan gibi espri yapıyor aklı sıra. Babamın bir lafı vardı. Aynı bizim askerlerinin……belindeki kuşakta……U.S. yazıyor ya dedi……hani materalarda dedi……onu her gördüğüm zaman……size lanet okuyorum demişti babam. Sizin yüzünüzden dünya istirahat etmelerdi. Evet evet. Bunu söylediğini ben biliyorum. Yani oradaydım. Bu gülüm hep sizin……bizim ne işimiz vardı dedi. Bizim ne işimiz vardı dedi. Tabii ki. Ve ben ağlayan ağlayan bu işin…
…ne bu işin yapıldığını biliyorum. Çünkü çok ağırlığına gidiyordu. Haa. İki cü dünya savaşı……yenik bir şey taraf… Yenik taraftasınız……iki cü dünya savaşı……oradan perişan olmuşsunuz……ve Türkiye… Daha bir cü dünya savaşının yaraları sarılmamış……hiçbir şey olmamış zaten. Nerede onlar sarılmamış? Üstelik daha da kötüsü var. Ayşe Hanım kolay değil. Bugün de kolay değil yani. Bir devletin……hangi rejimin rejimine kalkındırılır mı? Bu çok zor bir şey. Hem yönetici için çok zor……hem ikna etmek için çok zor. Bir tarafta yukarıda benim……benim yaşadığım yıllarda……Ruslar vurup vurmuş atıyor. Oho. Atom bombalarıydı. Tabi ki… Uzay hazırlığı vardı. Benim memleğim de var, var, var. Rusça şeyse gidiyor muhabbetle. Ve de üstelik çok da… Tabi bir de Nazizm……Almanları yenmenin verdiği bir şey var. Hayır tabi de. O var. Üstelik Algı yönetimin Ruslar kadar iyi yapan az insan vardır. Acaba sistemler bizimden daha mı iyi vardı? Bunu hep konuştuk. Yani geçmiş elli yıllarda……biz bunu konuşuyorduk. Yani acaba……biz şey oluraydık. Şey hariç. Yani ateizm hariç. Ateizm bırakın. Ateizm kimse umursamıyordu. Yani komünist olmak için ateist olmak……gerekir diye bir kavram yoktu zaten kimsenin kafasında. Hani acaba……daha mı iyi olurdu? Sistem denedi durdu Türkiye. Evet. Bakın şey falan laftır. Yani bu Amerikan’ı ya……NATO’nun gelişi, Amerikan… Amerikan… Ne diyelim… Egemenlik desem de doğru değil de……Amerikan etkisi altına giriş diyelim. Amerikan etkisi altına girişin……tartışmalarından haberdar mıydınız o dönem? Yani ya da kulağınızda kalanlar var mı? Tabii ki. Tabii ki. Tabii ki vardı. Her zaman vardı. İkiye ayrılmış gibi görünüyordu ortalık. Bir tanesi ya şöyle ya da böyle……Bak Ruslar bu işi becerdi kardeşim. Bu işe bakmak lazım. Diyenler vardı. Ve onlar zaten ceza görüyorlardı. Komünist olup… Hapise giriyorlardı. Nazım Hükmetler’in filan…
…o da öyle mi? Bir başka kesim vardı. Amerikan bayrağının……hakikaten……özgürlük simgesi olduğunu inanan……insanlar vardı. Bugün de var. Gidip gidip çocuk doğuranlar……Amerikada. Ne olursa olsun……Amerika de beautiful. Var ya yani. Evet. Bu var ya……Amerika falan. Başka. Başkadır. Bir de……Bizcileyin kesimi vardı. Sayımız çok az olan. Bana bak……yani şey kökenli olup……toprak kaybetmiş……insanlar olarak. Bana bakın……bu gavurlara güvenilmez. Biz kendi işimize……bakalım diyen……tipler vardı. Sayısı her zaman az. Ama biraz daha Sadu ve……Terenliği ile hareket eden. Şey tabii yani……daha milliyetçi belki yani……öyle bakarsanız. Ama şu her zaman vardı. Bunu söylemeliyim. Bilinsin. Biz……diyelim o kuşak……olaraktan……o zamanın kuşağı olaraktan……Arapların bize……İznikler Savaşı’nda yardım etmemelerini……hiç affetmedik. Bunu bilin. Yani bu bir……açıkça bunu söyleyebilirim. Bir hafızadır. Bu bir hafızadır. Bu bir hınçtır……üstelik. Bizi çok üzen……bir hınçtır. Niye? Bizde sorarsanız……yatırımlarımızın çoğunu o ülkelere…
…yapmıştık. Kabe’yi biz……korumuştuk. Kapıları, Kabe’nin……kapısını Genel Gümlemke’de biz açmadık. Ben bu türkülerle büyüdüm. Şimdi bütün bunları……üst üste koyduğunuz zaman……ne oluyor ya diyorsunuz? Anlatabiliyor muyum? Bu sizi bir yandan daha……türkçü ve milliyetçi yapıyor. Bir dakika diye. Bir dakika diyorsunuz çünkü……şeyini görmemişsiniz. Bir faydasını…
…görememişsiniz. İhanet var tabi. İhanet var tabi. Ve inanmıyorsunuz……adamların Müslüman piyan……olduklarına. İnanmıyorsunuz açıkçası. Kendilerine Müslüman diyen……birileri……görüyorsunuz. Şimdi eğer bir……bugünde bir problem varsa……aramızda……ki bence yok. İnsanoğlu rahat edemiyor sanki. Ama ben temelde……aynı bulgura…
…kaçık salladığımız kanısındayım. Bugün de……yapabileceğimiz… Bugün de öyle……yaptığımız kanısındayım bir de üstelik. Yapabileceğimiz değil……yaptığımız kanısındayım. Hala onu yapıyoruz. Haa, gözlaşmıyor mu? Hani, yetti diyenler yok mu var? Bıktım bu karmaşadan diyen……yurt dışına kaçmaya çalışan……yok mu var? Ama geri geldiklerini……göreceksiniz. Yani ben tabi çok……bahtap oluyorum yerlere. Sizi görmek istemiyorum……diyen de çok. Sizinle birlikte……yaşamak istemiyoruz diyen de çok. Önemsel olduğunu……yapmak lazım. 50’li yıllarda İngilizce bileni……insan sayısı parmakla gösterilirdi. Ve çok kıymetliydi. Biri İngilizce mi biri……of! Nereye koyacağınızı……şaşırırsınız. İngilizce bileni, Fransızca bileni……Memlece bileni ister istemez……devlette önemli yere gelirdi. Var değilse bir kopukluk……bunun şeysidir……diye görüyorum ben. Bir şey var tabi o……Cumhuriyet dönemi politikalarında elbette……etkisi var. İsmail Karan’ın bu……Cumhuriyet dönemi……İslam politikaları üzerine iki tane çok güzel……ciddi eseri var. Yer yer……arada böyle bir baktığımda mesela……bir basit Mızraklı İmrani……en basit kitap. Mızraklı İmrani……basmaya karar veriyor……işte matbaalar ve izin veriliyor……basılması yasak bir dönem. Halkın elinde dolaşan bir şeydir……Mızraklı İlmihali. Bay Mızraklı İlmihali……basılıyor diye Nazım Hükmet Dahi……şiir yazıyor. Yani……Nazım Hükmet Dahi derken yani hani……bu halkı hurafelerle……besleyeceksiniz filan. O dine olan……tepki dindarlara olan tepki……Cumhuriyet’in ilk yıllarından……itibaren çok da bitmedi. Yani bu kutuplaşma dediğimiz……şeyin kökenleri orada yakmıyor ama. Bakın biz iki şeyi ayırıyorduk. Yani ayırıyorduk derken……savunma anlamında söylemiyorum bunu. Biz ayırıyorduk. İstan başka hurafe başka diye biz ayırıyorduk. Öyle öğretilmiştik. Bir şeyden geçen……bir reform sürecinden geçen bir ülke. Reform sürecinden geçiyorsunuz. Ve bu reform süreci çok önemli diyorsunuz. Ve inancı…
…tabii ki kendinize göre inancı……hurafeden ayırmak……zorundasınız. Aksi takdirde öyle hissediyorsunuz. Yani ben bunu ayırmak zorundasınız filan derken……böyle yapılmalı anlamında söylemiyorum. Buralardan çıkmamalı yola diye ben düşünüyorum. Yani aynı kaşa……aynı bu grup ile bana……kaçıksalarız derken……bunu söylemeye çalışıyorum. Her zaman bugün bile……bugün bile……abartan kabartan……kavramı değiştiren……o kadar çok şey görüyoruz ki……dezenformasyon hep oldu. Süremiz bitti. Ama bu konuşmaya devam edelim. Bundan sonraki programda da bu konuşmaya……devam edelim. Çünkü bu daha……Japonya’ya daha gelmedik. Ama bir dönemi konuşurken……bu bölümde ihmal edilebilir…
…nasiyatı olarak ne söyleyeceksiniz……izleyicilerimize? Çevreye bahane bulmayın. Çevreye bahane bulmayın kendiniz de bulun. Çevreye bahane bulmayın eksiklerinizi……tamamlayamadıklarınız için. Kendiniz yapın. Başkasından beklemeyin. Beklemeyin. Bir mumu kendiniz yakın……mumun gölgesinde kendiniz okuyun. Kimseden hiçbir şey beklemeyin. Devlet dahil. Peki bu bölümün nasiyatı bu olsun.
Efendim bugünlük……ihmal edilebilir nasihatlerden……bu kadar haftaya yine sizlerle……birlikte olacağız. Aslında bu konuya da……haftaya devam edeceğiz. Özellikle dikkatli……izleyicilerimizin haftaya olan yayını……bunun devamını da kaçırmamasını da……buradan hatırlatalım söyleyelim.
Hoşçakalın efendim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir