Aşk Dediğin Böyle Olmalı (Çobanın Aşkı) – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=X1aizGmnm4U.
Genç çoban aşık olmuş. Yemeden kesilmiş, içmeden kesilmiş. Betü benzi sararmış. Geceleri uyku haram olmuş gözüne. Genç sararıp solmuş. Perişan vaziyette. Derdini anlatacak bir birisi olsa az bir rahatlayacak garipim. Birine, ya ben onu gördüm ve şöyle vuruldum diyebilse, şöyle salınarak yürüyordu diyebilse, bak bir bakışı var, görsen dağ taş erirdi diyebilse, ya kardeş ciğerim yanıyor la. Diyebilse mevzu hallolacak ama o birisi yok. Bu genç çobanın bir çocukluk arkadaşı var. Oturup belki onunla dertleşecek. Ama o da almış başını gitmiş bir sebepten uzak bir diyara yıllardır memlekette değil. Anlatamıyor. Aşık susarsa helak olur derler. Arif konuşursa. Aşığın işi gücü ah etmekte. O içindeki harareti, o içindeki yangını, o içindeki hasreti bir başkasına aktaracak ki içten içe kendi kendisini yakıp
kül etmesin. Dağlara taşlara, Seydamallah-ı Cezale’yi hatırlayın. Niye söylüyordu Hazret Dağlara taşlara? Yaslanırmış taşa, o oradan kalktıktan sonra kadınlar götürür, yufkalarını serer, sac ekmeği pişirirlermiş o taşın hararetinden. O yangın bir şekilde dışarı çıkacak. Genç çoban günden güne zayıflamış, tükenmiş, erimiş, perişan vaziyette kapı çalmış, kalkmış son bir takat açmış ki vay kardeş sen mi geldin?
Dostu gittiği yerden geri dönmüş. Arkadaşı da onu görünce şöyle bir şaşık. Oğlum ne oldu sana demiş? Ne bu hal? Hayrolsun bir hastalığa mı yakalandın? Bir derdin mi var? Ne oldu sana? Gel hele gel otur demiş anlatırım. Oturmuşlar bir köşecikte. Aşık oldum demiş. Aşık oldum deyince arkadaş şaşırmış. Yahu dünyada bundan daha güzel bir şey yok ki. İnsan aşık olunca bu hale mi gelir? İnce hastalığa falan yakalandın zannettim. Başına bir iş geldi zannettim. Senin sevinecek zamanın, gülecek zamanın,
oynayacak zamanın, aşk. Bu güzel sultan her yönle uğramaz ki. Gelmiş sana misafir olmuş. Öpüp başına koysana hamdetsene haline. Bu halin ne? Çoban demiş yok yok demiş. Bildiğin gibi değil. Hayrolsun. Padişahın kızına aşık oldum. Ne demiş? Padişahın kızına mı aşık oldun? Ne yapayım demiş. Ben de biliyorum. Hani bu iş bana kalsaydı ben de giderdim. Kendim gibi bir çobanın kızını görürdüm. Ona aşık olurdu. Ya ben bilmez miyim davulunda dengi dengine vurduğunu? İster miyim gidip padişahın kızına aşık olmak? Ama gördüm. Salınarak bir geçti. Başımı nasıl çevirdim? Nasıl bir döndüm yüzüne baktım? Nasıl bir göz bebeklerinde o ışıltıyı gördüm? Şuramdan vuruldum. Yanıyor burası. Yanıyor. Ya sanki bakmak dediğin şey ben o an ona bakabileyim diye yaratılmıştı dostum. Ses dediğin şey ben onun dudaklarından çıkan sözü bir kez işitebileyim diye var olmuş bir şey. Sanki kavuşmak o ve ben olmasam anlamını bulamadan yok olup gidecek bir kelime. Ne yapacağım bilmiyorum ben bu halde. Arkadaşı bakmış ki durum ciddi. Kara sevda. Hak da vermiş. Aşk bir kapıdan girer. Akıl o kapıdan çıkagider. Seçemezsin ki. Ama ben bir çobanım. O da bir padişahın kızı.
Ben ona aşık olamam. Bu bu işin raconuna ters. O zaman ben döneyim bir başkasına. Onun adı aşk değildir. Halt yemektir zaten. Aşk başka bir şey. Çare düşünmeye koyulmuş. Ne yaparız? Bu işi nasıl çözeriz derken aklına erenlerden biri düşmüş. Yaptığı uzun seyahatlerde böyle bir dağ kulübesinde tek başına yaşayan güzeller güzeli Bilge bir zatla tanışmış çobanın arkadaşı.
Demiş ki dostum bir çare belki var olabilir ya. Gözler ışıldamış gençim. Ne yapacağız? Bir biriyle tanıştıydım. Hani ne kadar bilirsem bilene danış danışan dağları aşar mı aşar derler ya. Kalk gidelim bir ona bir soralım. O kesin bu işe bir çare bulur. Delikanlının dizlerine takat gelmiş. Gözüne fer. Hadi demiş gidelim. Ya dur falan. Hayır hayır hadi hemen gidelim. Kalkmışlar beraber. Dağ kulübesinin yolunu tutmuşlar. Varmışlar kapıyı çalmışlar.
Selamünaleyküm aleyküm selam. Bilge onları buyur etmiş. Oturmuşlar genç kendini tanıtmış. Arkadaşının derdinden bahsetmiş. Ve efendim ne yapacağımızı bilemiyoruz. Size geldik demiş. Allah dostu şöyle bir delikanlıyı süzmüş. Bir bakmış haline. Yüz aşk sarısı. Hem de tonun en güzelinde. Beden incelmiş kurumuş. İskaletin üzerine deriden bir zırh giydirilmiş gibi.
Gözlerine şöyle bir eğilip nazar etmiş. Neredeyse genç çobanın göz bebeklerinde padişahın kızının yüzü var. Demiş ki bu çocuk aşık. Merhamete gelmiş. Kolay evladım demiş. Senin derdinin çaresi kolay. Yeter ki dediğimi yap. Delikanlı nasıl efendim demiş. Nasıl kolay. Ben bir garip çobanım. O padişahın kızı. Kolay ne demek. Siz bana ne. Dur dur demiş. Dur dur heyecan yapma. Dur. Benim dediğimi yaparsan padişahın kızı senin olur. Ama ne anlattıysam birebir yapacaksınız. Ne isterseniz yaparım efendim. Dağlardan su taşırım efendim. Çöller’e düşerim efendim. Onun yüzünü bir kez görebilmek için bu dünyada veremeyeceğim hiçbir şeyim yoktur. Bir can taşıyorum. Bu can canana bin kez feda olsun. Yeter ki, yeter ki ben onu bir kez. Dur dur demiş. Yapacağın şey kolay. Gideceksin. Bir mağarada eline bir tesbih alacaksın. Oturacaksın. Gözlerini kapatıp kırk gün boyunca Allah diyeceksin. Delikanlı şaşırmış. Bu kadar mı? Bunu bir yap hele evladım demiş. Efendim hani ben mağarada kırk gün Allah diyeceğim. Padişahın kızı be. Yahu sorgulama demiş. Karışma Elif Koba’niz. Dediğini yap. Gerisine gitme. Sen yap dedim. Yaparım efendim demiş.
Ne olursa yaparım. Hadi demiş arkadaşına. Hadi gidiyoruz. Allah dostu böyle arkalarından tebessümle bakmış onlara. Çıkıp gitmişler. Delikanlı arkadaşını kucaklamış, sarılmış. Allah senden razı olsun demiş. Teşekkür ederim. Ben gidiyorum. Nereye? Hani koyun giderken gördüğümüz bir mağara vardı ya tepede. Ben oraya gidiyorum. Oğlum tesbihim var mı? Var var demiş. Fırladı gibi mağaraya. Girmiş içeriye. Şöyle kendine bir köşe bulmuş mağarada demiş. Burada olur bu iş. Oturmuş eline tesbihini almış.
Huuu… Kalbini Padişah’ın kızına bağlamış. Dudayla Allah Allah Allah başlamış. Üç gün, beş gün, bir hafta delikanlı hep aynı hâli süre. Elinde tesbih. Allah Allah Allah. Böyle ikinci haftanın sonuna doğru filan tesbih elinde. Fakat hâli bir değişmiş. Allah Allah Allah. Üçüncü haftanın sonuna doğru dili de damağa yapıştırmış. Niyesi bilinmez. Dudaklar kıpırdamaz olmuş. Elinde tesbih. Allah Allah. Üçüncü haftanın sonuna doğru genç çobanı merak eden arkadaşı mağaraya bir ziyarete gelmiş. Mağaranın kapısından içeri girip şöyle bir baksa ki uyuyor. Allah Allah. Yaklaşmış ama elinde tesbih hareket ediyor.
Delikanlı uyuyor fakat tesbih hareketine devam ediyor. Genç çoban gözlerini açınca arkadaşı demiş ki ne var ne yok nasıl gidiyor. Bilmiyorum kardeşim demiş. Şunun şurasında kaldı bir hafta on gün. Dur bakalım. Mevla Kerim’dir. Biz denileni yapalım. E hadi ben seni meşgul etmeyeyim sen beni meşgul etme. İşim var. Allah Allah.
Bu sırada civar köylerde ufaktan bir söylentidir başlamış. Çeşme başında kadınlar, cami çıkışında ihtiyarlar, çelik çomak oynarken çocuklar, herkes diğerine diyormuş ki ya duydun mu? Şehrimize abid, zahid bir derviş genç gelmiş. Mağarada gece gündüz Allah diyormuş. Allah Allah. Bir kaç gün daha geçmiş. Söylentiler şehre yayılmış. Bir kaç gün sonra Padişah’ın sarayına kadar gelmiş. Sarayda halayıkta birbirine fısıldarken, cariyeler bahsederken, vezirin kulağına kadar gitmişken nihayet Padişah’a mesele erişmiş. Demişler ki hünkârım bu zatlar gittikleri yere bereket götürürler, varlıkları bulundukları mekana safadır, gönüllere sürürdür. Keşke bir yolunu bulsak da beldemizde kalmaya ikna etsek bu genç. Padişah hay hay demiş doğru söylersiniz de nasıl yapsak?
Bir demiş bizim toplayın bakayım demiş şu istişare meclisini. Padişah’ın istişare meclisinde alimler, bilginler, vezirler, arifler hepsi var. Meclis toplanmış, oturmuşlar Padişah’ta başlarında. Ne yapsak da bu genci bizim beldemizde kalmaya ikna etsek’in istişare toplantısı yapıyorlar. Aa! Mecliste tanıdık biri var. Kim o?
Kulübede genç çobanın gidip efendim ben aşık oldum. Ne yaparsan bu iş olur diye sordu. Evladım bir mağaraya çekil, kırk gün Allah de diye kendisine mukabele eden bizim bilgi ihtiyar var ya Padişah’ın danışma meclisinde. Meğer yıllar yıllar evvel hünkâr kendisini tanıyıp sevdiğinde hünkârım demiş yanıma gelin gidin ama sizden başkası beni bilmesin. İhtiyacı olursa çağırırsınız gelirim.
Kurbu Sultan ateşi suzandır be Sultan’ım. Ben gönlünüze yakın olayım ama zahirinizden Irak olayım. İhtiyaç oldukça hayhay. Vazife başım üstüne demiş. Şimdi Padişah sormuş meclistekilere ne yapalım? Birisi hünkârım demiş sarayınızın yanına bir yer yaptırsak belki kabul edip burada kalırlar. Olur mu? Olur, olur, olur filan. Bizim bilgeye bakmışlar. Yok demiş Padişah’ım.
Bu zatlar böyle mekana, şuna, buna böyle iltifat etmezler. Ev yapacaksınız da sarayın yanında kalır. Olmaz hünkârım. Ne yapalım demiş hani bir vezirlik verelim, bir vazife verelim filan. Herkes olabilir. Bilgeye bakmışlar. Yok demiş. Bu zatlar makama, mansıba da iltifat etmezler hünkârım. O da olmaz. Padişah dönmüş demiş. E hocam peki ne yapacağız? O zaman sen bize bir çare söyle. Allah dostu gülümsemiş. Hünkârım demiş. Sizin kerimeniz evlenecek çağa geldi değil mi? Evet geldi. Niye kerimenizin nikahını teklif etmezsiniz bu dervişkence? Padişah’cım kabul eder mi demiş. Böyle bir şerefi bize bahşederler mi? Polis ufta bulunurlar mı bize? Hünkârım gelin bir ziyaretine gidelim. Siz de meramınızı anlatın. Bakalım ne diyecekler. Hay hay demiş Padişah. Saray ahalisi hazırlıklarını tamamlamış, toparlanmışlar. Mağarada 40. günün akşamı olmak üzere hep beraber mağaranın yolunu tutmuşlar. Padişah ve heyetinin mağaraya doğru gittiğini, Allah dostunun da heyetin içinde olduğunu gören genç çobanın arkadaşı, o da kafileye arkadan karışmış, beraber mağaraya doğru yürümeye başlamışlar. 40. gündür. Gün batmak üzeredir. Genç çoban elinde tespih Allah Allah Allah. Kendinden geçmiş, zamanın farkında değil, mekanın farkında değil, sevgiliye kavuşmanın hayaliyle Allah demekte. Mağaranın kapısına varmışlar, bakmışlar içeride oturuyor köşesinde, genç çobanın arkadaşı sevinç içinde, mutlu nihayet derdinden kurtulacak dostu, kapıdan içeriye girmişler, selamün aleyküm demişler, delikanlı duymamış ehkin. Bir kez daha selam vermişler, yine duymamış, Allah dostu yaklaşıp şöyle omzunu tutunca dönmüş bir yüzüne bakmış Allah dostunun, ama bakışlar bir başka, ama yüz bir başka, ama hal bir başka. Padişah seni ziyarete geldi evladım demiş, dönmüş böyle kalkmış, hoş geldiniz, hoş bulduk efendim demiş padişah hürmetle, efendim demiş, beldemize teşrifiniz bizi ziyadesiyle memnun etti, sizin bu beldede sürekli muhakim olmanızı arzu ederiz, bunun için ben hani sarayının yanında bir konak bir yer yaptırsam size, bir medrese külliye orada teşrif buyursanız var, genç bakmış padişah, yok demiş, efendim demiş, peki sarayda bir vazife versek size burada kal, genç bağışlayın beni hünkârım demiş, yok, bunun üzerine padişah, genç obana biraz yaklaşarak efendim demiş, madem malam ülke, makama mansıba iltifat etmezsiniz, son bir talibimiz olsa,
ve bizi kırmasanız, bakmış genç böyle, benim demiş bir kerimem var, belki zat halinize layık değil ama, onu nikahınızı almak şerefini bize lütfederseniz, pek bahtiyar oluruz efendim, genç çobanın arkadaşı sevinç içinde, çoban padişah’a bakmış böyle, istemem sultanım demiş,
bir şaşkınlık ahali de istemem, arkadaşı dayanamamış gelmiş, ne yapıyorsun demiş, sen 40 gün bu mağarada oturduğun elinde tespih, Allah dedin, şu an için Allah dedin, sevgiline kavuşmayı vaat ediyor sana, ne yapıyorsun sen? Genç çoban arkadaşına dönmüş, demiş ki, dostum ben 40 gün padişahın kızı için Allah dedim,
Allah padişahı, bezirlerini hepsini ayağıma kadar bu mağaraya getirdi, bir de Allah için Allah deseydim, gör ki nice olurdu. Abdurrahman Karakoç, Allah rahmet etsin derdi ki, her ne kusur varsa, geçen zamanda suçsuzdur aynalar,
elâ gözlü yağar, mecnunlar Mevla’yı bulursa can da, el olur Leyla’lar, elâ gözlü yağar, anlayan anlamıştır.
Maşallah.
İlk Yorumu Siz Yapın