Asyanın Kandilleri-Hoca Ahmet Yesevi
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Fy0UcmdGldo.
İyiii… Son obastan obastan birbirine car askan Car algalı karacer, car algalı göğaspan Gizli evimin domunun adam zaten bağ askan Türk bürüşü dün yünün sonar menin san askan
Dükül türkü ölemeye ki öne karaskan Kol astın acı yedik kol astın an taraskan Iyyii… Hay ya bamba bamba Yalan salı bana tükürdün Kaptapşat kan kalınca uşumun canını tükürgün Dırdayım olup geldim ben burdayım olum
Dırdayım olup geldim ben burdayım olum Dırdayım olup geldim ben burdayım olum裡裡流平平… Yılın yanında yıkılan mağdur kanın yolu Sıfırla bak Taiyip’in batısına verdim Tahir boyunca Orta Asya’dan batıya doğru yaşanan büyük göç hareketlerinden biri de doğudan batıya doğru bir sel gibi akan Cengiz istilası ile oldu. Orduların her şeyi yerle bir ettiği topraklardan kaçıp, Anadolu’ya sığınanlar arasında birçok derviş bulunuyordu.
O dervişler ki, Pir-i Türkistan, H.C. Türkistan olarak anılan ve Anadolu’nun manevi fatihi olan Hoca Ahmet Yesevi’nin mektebinde yetişmişlerdi.
Geniş bir hoşgörü ve insan sevgisinin ağır bastığı bu mektebin temel özelliği ilahi aşkı öne çıkarmasıydı.
Daha sonra Yunus Emre’de, Mevlana’da, Hacı Bektaş’ta karşımıza çıkacak olan bu vurgu, Türk halk sufiyelinin en temel özelliğini oluşturur. Hoca Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş Veli onları aynı noktada buluşturan aşktır.
13. yüzyılın başlarında Anadolu’da büyük ölçüde istikrarı sağlamış olan Anadolu Selçuklu Devleti hükümsürüyor.
Ama manevi iklim Mevlana, Hacı Bayram Veli gibi büyük mutasavvufların, Endülüslü İbn-ül Arabi gibi İslam düşünürlerinin, Yunus Emre gibi mutasavvuf şairlerin hakimiyetinde.
İşte Yesevi dervişlerinin Anadolu’ya gelmelerinde bu istikrar ortamı kadar geniş fikirli ve hoşgörülü Anadolu Selçuklu Sultanlarının bu topraklarda filizlenen tasavvufi hareketlerin de büyük rolü vardı.
Yesevi’nin, marifeti olmayanın kerameti olmaz ilkesiyle yetişmiş dervişler bir yandan Yesevi’nin hikmetini taşırken, bir yandan da Anadolu ve Balkanlar’da yüzlerce köy ve kasaba kurdular. Ve Anadolu’nun, Batı Trakya’nın, Balkanlar’ın Türkleşmesinde, İslamlaşmasında çok büyük rol oynadılar.
Dervişlerin en büyük özellikleri, gezgin olmalarıdır. Ruhu olgunlaştırmak için seyahat edilmesi gerektiğinden hareketle, yaz-kış demeden dolaşırlar. Gittikleri yerlere hikmet taşır, haberler alırlar. Yıllar süren seyahatlerden derviş belki döner, belki dönmez. Tıpkı kuşlar gibi yıllarca kanat çırptıktan sonra gün olur yorulurlar ve nerede nefesleri tükenirse orada kalıverirler.
Her nefsin ölümlü olduğu düşüncesinin derviş kıyafetlerindeki tezahürü, kefen ölçüsündeki bir bezden yapılan sarıktadır.
Ölümlerini başlarında taşıyan dervişlerin, upuzun sarıkları açılır ve bu sarık dervişin kefeni olur. İşte bu kadar yalındır hayat.
13. yüzyılda olduğu gibi bugün de insanlığın yolunu aydınlatan Ahmet Yesevi, 1093 yılında Türkistan’ın Sairam kasabasında dünyaya geldi.
Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Ahmet Yesevi’yi büyüten ablası Gevher Şehnaz oldu. Kardeşini tahsil görmesi için Yese’ye getirendi. Yese de onun üzerinde en büyük etkiyi yapacak olan bir melameti sufisi bekliyordu Yesevi’yi. Horasan melametiliğini temsil eden Arslan Baba, onun ilk kocası. Ama Arslan Baba da zaman içerisinde tarihi kişiliğinden sıyrılıp efsanevi bir kişiliğe büründürüldü.
Onun yüzyıllarca ağzında emanet bir hurmayla yaşadığı ve bunu Ahmet Yesevi’ye teslim ettiğinde öldüğüne inanıldı. Menkıbe şöyle. Hazreti Peygamberin duası üzerine Cebrail cennetten bir tabak hurma getirdi. Ama o hurmalardan bir tanesi yere düştü. Bunun üzerine Cibril şöyle dedi.
O hurma tanesi sizin ümmetinizden Ahmet Yesevi adlı birinin kısmetidir. Resulullah hurmayı yerden alarak Arslan Baba’nın ağzına koydu ve hurmanın üzerinde bir perde oluşturdu. Zaman gelip Ahmet Yesevi doğduğunda Arslan Baba da ağzındaki hurma tanesiyle Yesi sokaklarında onu aramaya başladı.
Ve emaneti sahibine ulaştırdıktan bir yıl sonra vefat etti.
Bu hurmada, Hürmet Yesevi’nin hayatında ikinci büyük etki yapacak olan insansa, Mavera Ün Nehir’in dini merkezi olan Buhara’dadır.
12. asırda Karahanlılar Devleti’nin siyasi hakimiyeti altındaki Buhara şehrinin medreseleri, Türkistan’ın her tarafından gelen talebelerle dolup taşmaktadır.
Yesevi burada Şeyh Yusuf Hemedani’ye intisab etti. Yesevi, Hemedani’nin mektebinde kendisini bir mutasavvuf ve din bilgini yapacak olan eğitimine başladı. Tasavvuf anlayışının temel kavramları da burada oluştu. Yaban kuş gibi ele konmayan nefs nasıl terbiye edilir? İnsan ahlaki kötülüklerden kendisini nasıl sakınır? Benliği, ikiliği yok eden ilahi aşka nasıl ulaşılır? Edep nedir? Aşk nedir? Hayat nedir? Ölüm nedir? Benlik nedir? gibi insan zihnini sürekli meşgul eden sorulara verilen cevaplar, yalın bir hayat süren bozkır göçebelerine nasıl anlatılır?
İşte Yesevi’yi büyük ve zamanlar ötesi yapan şey bu sorulara verdiği cevaptadır.
Bu yalın ama aynı ölçüde samimi cevap onu Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu yapacak ve kendisinden sonra gelen bütün büyük mutasavvufları etkileyecektir.
Onun İslamiyet yorumu korkuya cezaya değil aşka ve irfana vurgu yapar. Korkuyla yapılan ibadeti kölenin ibadetine benzetir. Oysa gerçek aşık ister cennete ister cehenneme girecek olsun Allah için ibadet eder.
Bu Yunus Emre’de cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri isteyene ver onları bana seni gerek seni dizelerinde ifadesini bulacak olan anlayıştır. Ahmet Yesevi sevgiye, hoşgürye, ilime, irfana giden yoldaki engelleri bir kaşık ustasının sabriyle yontar, temizler. Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmesine rağmen hikmetlerini Türkçe söyler.
Koca Ahmet evi renden neşecil parasat belet gönlümle gütüven.
Umur çirkin bir kalıp da durmaydı kız vücudu kanatlanıp esedi. On sekiz günün elinde bir riv bulga Muhammed. Otur üç bin serdar gıtır riv bulga Muhammed.
Var seni sabrın ol kanlağıttı Muhammed. Yol atmaydın garipka jamara tı Muhammed.
Vakit görsün bütün şartlanatın Muhammed. Bir rakam da evde çok maksatlanatın Muhammed. Allah artık zaratkan kasiyette Muhammed. Büyürlüğün oyunda esiyette Muhammed.
Yoldan azdan takarlı serpildirge Muhammed. Kaygısın var adamın dertin bile Muhammed.
Vakit görsün bütün şartlanatın Muhammed. Bir rakam da evde çok maksatlanatın Muhammed. Varıp kumul yasavı şikaya battı Muhammed. Çetin menin cesurge inatlı Muhammed. Ahmet Yesevi’nin içine doğduğu toplumsal ortağında yalnız şehirlerde değil, göçebe Türkler arasında da tasavvufi fikirler az çok yayılmıştı. İlahiler, şiirler okuyan, onlara cennetin ve saadetin yollarını gösteren ata veya bab ünvanlı dervişler bulunuyordu. Bu dervişler bir anlamda Türklerin büyük bir kutsiyet atfettikleri ozanların yerini almıştı. Ahmet Yesevi de bu geleneği bozmaz. Şu dünyaya söyleyeceği her ne varsa hikmet adı altında söylemeyi tercih eder. Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine halk edebiyatından alınmış basit şekillerle ahlaki ve tasavvufi manzûmeler yazar. Bunlar aşka, ölüme, hakikate, nefse, ibadet ve marifete, cennet ve cehenneme dair sufiyane şiirlerdir. Yesevi hikmetleri derin ve şairâne bir tasavvuf eseri olmaktan çok dini ve ahlaki vaaz ve hikayelerden oluşan bir ahlâk kitabı olma özelliğiyle öne çıkar. Divan-ı hikmet Kutatgübilik’ten sonra İslami Türk edebiyatının en eski örneklerinden biridir.
Bugün Ahmet Yesevinin ağzından çıkan hikmetleri olduğu gibi koruyan bir divan-ı hikmet nüssasına sahip değiliz.
En eski yazma 17. yüzyıla ait kaldı ki onun takipçisi olan dervişlerin de bu tarz hikmetler yazdığı düşünülecek olursa bugün elimizde bulunan divan-ı hikmet nüssalarının Yesevi dervişlerinin ortak fikir ve inançlarının ürünü olduğu bir gerçek.
Yusuf-i Hemedâni’nin üç halifesinden biri olan Ahmet Yesevi, hocasının ölümünden sonra bir süre daha Buhara’da kaldı. Hikmetlerinden öğrendiğimiz kadarıyla uzun bir süre Horasan bölgesinde, Şam’da ve Irak’ta dolaşan Yesevi’yi, bağrına taş bağlayıp çıktığı Türkistan’a döndüğünde 60 yaşındaydı. Kalan ömrünü, öğretisini yaymakla geçirdi. Zikre, sohbete önem verdiği kadar tefekküre de önem verdi.
Hikmetlerinden öğrendiğimiz kadarıyla uzun bir süre daha Buhara’da kaldı.
Hikmetlerinden öğrendiğimiz kadarıyla uzun bir süre daha Buhara’da kaldı. Zikre, sohbete önem verdiği kadarıyla uzun bir süre daha Buhara’da kaldı.
Seher vakti yapılan zikre önemseydiği kadar, sohbet ve zikir meclislerinde kadınların bulunmasını da önemsemiştir. Bu yüzden çok eleştirilmiş olsa bile, bu büyük mutasavvuf yaptığı şeyin doğruluğundan bir an bile şüphe etmemiştir.
Kendisine eleştiren Horasan ve Mavera Ün Nehir alimlerine cevabını ise bir hokka göndererek vermiştir. Bütün alim ve şeriatçılar birleşerek hokkayı açtılar. İçindeki pamukla ateş birbirine tesir etmemiştir. Ne pamuk yanılmış ne de ateş sönmüştü.
Yesevi böylelikle bir Ehlihak meclisinde kadın ve erkeğin beraber zikir ve ibadetinin mümkün olduğunu anlatmış oluyordu. Hazreti Peygamberin vefat ettiği yaş olan 63’üne girdiğinde ise ömrünün geri kalanını yerin altına kazdırdığı küçük bir çilehanede geçirdi.
Hikmetlerinden birinde, Kadir Rabbim kudretle nazar kıldı, mutlu olup yer altına girdim işte. Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti, mahrem olup yer altına girdim işte diyordu. Bu hayattan kopmak değil, ona başka bir açıdan bakmaktı.
Tıpkı Hıradağ’ından dünyanın başka göründüğü gibi. 1166 yılında vefat ettiğinde İslam coğrafyasının dört biri yanına dağılmış olan 99 bin müridi olduğuna inanılmaktadır.
İslam dünyasında tasavvufun ortaya çıkmasıyla beraber Allah’a çok yakın olan insanların olağanüstü halleri keramet olarak nitelenmiş, bu kerametleri bir araya getiren kitaplara da menakıbname denmiştir.
Ahmet Yesevi’ye halk muhaylesinin yakıştırdığı kerametler onun menkıbevi hayatını oluşturur. Şöhretini bütün Türkistan’a yayan Karacuk dağını ortadan kaldırmasıyla başlayan kerametler halk arasında her geçen gün biraz daha yayıldı. Ailesini kaşık ve kepçe yontarak geçindiren, insanların manevi eğitimi yolunda bütün ömrünü vakfeden Ahmet Yesevi’nin hayatı bir kutsallık hâlesiyle çevrildi. Oysa Yesevi, tıpkı çağdaşları gibi hayatını kazanmak için çalışmış, evlenmiş, üç çocuk babası olmuş, evlat acısı yaşamıştı.
Onun turna şekline girmesi, kadehini ateşe daldırıp baldan tatlı ve kardan soğuk suyla doldurarak müritlerine ikram etmesi gibi kerametler gösterdiğine, hatta ölümünden sonra bile kerametlerini göstermeye devam ettiğine inanıldı. Timur’un Yesevi’nin mezarı üzerine bir türbe ve camiyi inşa etmesi, eski bir menkıbeye göre hocanın kerametidir.
Rivayete göre Hoca Ahmet Yesevi, Timur’un rüyasına girerek ona Türkistan zaferini müjdeledi. Timur, bu seferden zaferle dönünce Yesevi’ye gelerek hocanın kabrinin üzerine bir şükran ifadesi olarak bugünkü muhteşem türbeyi yaptırdı.
Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesi, cami ve medrese olarak kullanılan büyük kubbeli orta mekanın yanı sıra, kitaplık ve imaret gibi çeşitli işler için ayrılmış, 35 ayrı kısımdan oluşan görkemli bir külliye.
Orta Asya’nın bu heybetli türbesinin kubbeleri, zarif minareleri ve taç kapısı, türküaz renkli çiniler ve sırlı tuğlalarla bezeli.
Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyarete geldi, şairler onun büyüklüğünü terennüm ettiler. Bugün hâlâ Türkistan’ın çeşitli yerlerinden akın akın gelen insanlar, hocanın kabrini ziyaret ediyorlar.
Hakkında hâlâ metiyeler ve ilahiler söyleniyor, hikmet okuyucuları onun öğretisini yayıyorlar.
Yesemin’in kabrini ziyaret etmek, hac sevabı sayılıyor. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar. Yüzyıllar boyunca birçok hükümdar onun türbesini ziyaret ediyorlar.
İlk Yorumu Siz Yapın