"Enter"a basıp içeriğe geçin

Asyanın Kandilleri-Uluğ Bey

Asyanın Kandilleri-Uluğ Bey

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=M6tFo_PZrHw.

Altyazı M.K. Altyazı M.K.
M.K. Büyük İskender’in bakışının değdiği, Selahattin Eyyubi’nin almak için ömrünün yetmediği Mardin, süvari okçularıyla yeryüzünü fete koyulan Timur’a teslim olduğunda takvimler 1394’ü gösteriyordu.
Mardin halkı nefesini tutmuş kaderini beklemektedir.
Her ele geçirildiğinde olduğu gibi yerli bile dileyecektir.
Mardin’in halkı, sokaklardan oluk oluk kan akacak, çocuk ağlayışları ve genç gelinlerin feryatları taşın sükultuna karışacaktır.
Kendideki ölümcül sessizliği bozan, Bozkır’dan şehre doğru at süren bir haberci olurdu. Onun taşıdığı haber Mardin’in kaderini değiştirecek olan bir doğum müjdesidir. Timur’un oğullarından Şahruhun bir oğlu olmuştur ve Türkistan’ın Sultaniye şehrinden yola çıkan bir atlığı müjdeyi vermek üzere günlerdir at sürmektedir. Bu Timur torununun adı Mehmet Taragay’dır ama insanlık alemi onu ileride Ulu Bey olarak tanıyacaktır. Büyük Emir böyle güzel bir haber almış olmanın mutluluğuyla Mardin’i bağışladı. Timur tarafından çok sevilen ve 10 yaşında evlendirilen Ulu Bey 16 yaşına geldiğinde Türkistan hakanıdır. Ama onun adının sonsuza dek sürmesini sağlayacak olan ne hükümdarlığı ne de bir Timur torunu olmasıdır. Ünlü bilgin Gıyasettin Cemşit Kashi’ye göre o sultanların en büyüğü, en adili ve merhametlisi, en alimi, milletinin sahibi, Arap ve Acem Sultanlarının efendisi, Doğu’nun ve Batı’nın sultanıdır. Ama onu anlatan en güzel ifade tahtta oturan âlimdir. Ulu Bey Timur’un sarayındaki bütün mirzalar gibi çok iyi bir eğitim alarak büyüdü. Çocukluğunu iki büyük annenin Saray Mürk ve Şah Melik Hanımların nezaretinde geçirdi. Dedesi sonsuz ihtiraslara sahip bir cehengirken Ulu Bey’in tutkusu bilime ve sanata yönelikti. Hocası Gıyasettin Kashi’ye göre matematik ve astronomi ilminde derin maharet sahibidir. Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilir, müfessirlerin her ayet hakkındaki sözlerini de.
Fıkıhta, mantıkta, edebi, sanatlarda söz sahibidir, çok iyi bir avcıdır, müzisyendir.
Devlet işlerinden, yıldızları gözlemekten yorgun düştüğünde ya da canı sıkıldığında, çok sevdiği tamburunu eline alır, şahadet parmağına altın mirasını takar.
Gözlerini yumup, tamburun tellerine dokunduğunda dinleyenlerin kederinin dağıldığı söylenir.
İslam dünyasında matematik ve astronomi çalışmalarının bilimsel bir hüviyete bürünmesinin tarihi 9. yüzyıla kadar gider. İbadet vakitlerinin ve kıbleinin doğru bir şekilde tespiti gibi pratik bir gereklilik astronomi ve matematiğe ilk ivmeyi kazandırmıştı. İşte astronominin gelişmesi için gerekli zemin, yoğun tercüme faaliyetlerinin yaşandığı
ve ilk rasathanelerinin yükseldiği 9. yüzyılda oluştu. Uluven zamanına gelinceye kadar yüzlerce astronom ve matematikçi yetişti.
Bağdat, Kahire, Kurtuba, Toledo, Isfahan ve Şam’da birçok rasathaneler yükseldi gökyüzüne doğru.
Uluven’in henüz çocukluk yıllarında görüp etkilendiği dillere destan Maragar Rasathanesi de bunlardan biriydi. Hülagu tarafından dahi matematikçi ve astronom Nasreddin Tûsi’ye yaptırılan rasathanede 400 bin ciltlik muhteşem bir kütüphaneye sahipti.
Meşhur ilhani cetverleri burada hazırlandı. Uluven hayatına vereceği yönü belki de bu tepeden gökyüzüne bakarken çizdi.
Rasathanenin kalıntıları onda derin bir merak duygusu uyandırmış ve silinmez bir anı olarak belleğinde yer etmişti.
Devlet yönetimiyle uğraşmak zorunda kalmasaydı belki kendini daha çok bilimsel araştırmalara adayacak ve daha uzun bir ömür sürecekti. Ama elinde kudreti ve zenginliği tutmasaydı bir rasathaneye yaptırıp yıldızları gözlememek fikri belki de bir çocukluk hayali olarak kalacaktı.
Hocalarından biri devrinin eflatunu olarak ünlenen bursalı Kadı Zade-i Rumi, diğeri ise ondalık kesir sistemini keşfeden, aritmetikte virgülü kullanan ve astronomi konusunda tartışılmaz bir otorite olan Veyasettin Cemşit el-Kaşı idi.
İslam Uygarlığı’nın altın çağ olarak tarihlenen 8.12. yüzyıllardan sonra ünlü tarihçi Braudel’in dediği gibi bu uygarlık sona ermemiştir. Sadece lider konumunu kaybetmiştir.
Seyyahların, tarihçilerin, şairlerin adına övgüler düzdüğü Semerkant, 15. yüzyılda görkemli saray ve köşkleri, efsane bir bahçeleriyle dünyanın bütün zenginliğinin aktığı kentlerden biriydi. Yeryüzünün en parlak zekâları, en yaratıcı ustaları, en hünerli sanatkarları bu kentte toplanmıştı. Kimi kendi isteğiyle, kimi Timur’un zoruyla.
Kurduğu şehir, gün ışığının duvarlarından süzüldüğü görkemli sarayları, abidevi yapıları ve büyük şölenlerin yapıldığı masal bahçeleriyle yüzyıllarca konuşuldu. Timur, 69 yaşında Çin seferine çıktığı sırada öldü.
Torunu Ulu Bey’in fetihleri ise gökyüzüne, yıldızlara doğruydu.
Ulu Bey, mecbur kalmadığı sürece siyasi mücadlelerden ve savaşlardan özenle uzak durmaya çalıştı. Semerkant’ı akan zenginliği, medreseler ve bilimsel araştırmalar için harcadı. Dostluklarını, zamanın âlimleriyle kurdu. İnşa ettirdiği yapıların ilki, kapısında kadın erkek bütün Müslümanlara ilim tahsil etmenin farz olduğu hadisinin bulunduğu Buhara Medresesi idi. Semerkant’ta ise, şehrin dışında 1417’de de başlayıp, 3 sene sonra biten medresenin başına Bursa’dan çıkıp gelen Kadızade-i Rumi’ye atandı.
Ulu Bey ise, bu medresede dersler veriyor, bilimsel tartışmalara katılıyordu. İlim adamlarının en seçkinleri, en parlak zekâları Semerkant’ta toplanmış, matematik ve astronomi üzerinde çalışıyorlar. Biruni’nin Kanuni Mesudi adlı meşhur kitabı, Batlamyus’un alma gesti Çetin tartışmalara yol açıyor.
Ve medresede oluşan bilimsel merak ve heyecanın bir ürünü olan ünlü Semerkantrasat Hanesi’nin inşâsı sürüyor.
45 metre yüksekliğindeki bu üç katlı yuvarlak yapı, mineli pişmiş tuğlalar ve geometrik motifler oluşturan Çin’i mozaiklerle kaplanmıştı. Rasathane tamamlandığında başına Gıyasettin Cemşit El Karsiy’i getirildi.
Babasına yazdığı mektupta, asıl işin rasathane tamamlandığında başlayacağını söyleyen El Karsiy, ne yazık ki verilen yoğun emek ve çabanın sonuçlarını göremeden 1429 yılının sonbaharında öldü. 1437 yılında rasad çalışmaları sonuçlandığında ise, Batlamyus’tan sonra ilim tarihinin ikinci büyük yıldız kataloni tamamlanmış oldu.
Yıldızların belli zamanlardaki yerlerini ve hallerini gösteren ve Ulube Zici yani yıldızlar cetveli olarak tanınan eser, 48 takım yıldızın içinde bulunan bütün yıldızların koordinatlarını veriyordu. O güne kadar yapılmış, astronomik çalışmalardaki yanlışları düzelten ve eksikleri tamamlayan bu eser, Ortaçağ Astronomisi’nin son sözü olarak geçti tarihlere.
Bundan sonra 17. yüzyıla yani teleskopun astronomiye uygulama dönemine kadar, böylesine parlak bir atılım yaşanmayacaktır. Eser, Ulube adına düzenlenmiş olsa bile tekil bir başarının ürünü değildir elbette, ne de bir tesadüfün sonucudur. Uzun ve zorlu bir sürecin, ortak çaba ve heyecanın,
yıllar süren çalışmaların ve her biri alanında zirve olan zekaların ürünüdür. Semerkand büyük bir atılım yapmış ve bilimin meşalesini yüzyılları aydınlatacak kadar yükseğe çıkarmıştır. Timur Han’ın 5. batından torunu olan Babürşah Semerkand’a girdiğinde,
o meşhur bahçelerin eski görkeminden eser kalmamış olsa da, imaretler, saraylar, medreseler ve Kühek tepesinin eteğindeki ünlü Semerkand Rasatanesi yerli yerinde duruyordu. Bundan sonra her yüzyıla bir parçasını bırakacak, her tanığa zamanın yıkımından geriye kalan çehrisini gösterecek ve sonunda toprağın altına çekilecektir. Rasataneyi gün ışığına çıkarmak üzere ilk kazı 1908 yılında yapılmaya başlandı. Bugün, Registan Meydanının karşısında bulunan Semerkand Medresesi ise, 18. yüzyılın başlarında tamamen boşalmış, hatta bir süre hububat ambarı olarak bile kullanılmıştı. Ama büyük coğrafi keşiflerin yapıldığı çağda, denizcilerin çok değerli kılavuzlarından biri de Ulu Bey ve onun yıldızlar cetveli oldu.
Onun Batı Bilim Dünyası’nda tanınması ise 1650 yılında Londra’da yayınlanan bir makale ile başladı. Semerkand’ta yapılan çalışmalar, yaklaşık 200 yıl sonra çevriler yoluyla uygulama alanını Batı’da bulmuştu.
Doğumuyla Mardini yakıp yıkılmaktan kurtardığı gibi, eseriyle de insanlığın yol göstericilerinden biri olduğu Ulu Bey. Alman gök bilimci Johann Hevelius’un eserlerinde kataloglarından söz edilen beş astronom arasında yer aldı. Yine milattan önce 2. yüzyıldan Hevelius’a, yani 17. yüzyıla kadar tanınmış 11 astronomun temsili resimleri arasında Ulu Bey’i de görürüz.
Ulu Bey’in Semerkand’taki huzur dolu günleri babasının ölümüne kadar tam 39 sene sürdü. Şahruh’un ölümü ile birlikte tahta çıkmak üzere her ata giden Ulu Bey’i bekleyense, mirzaların bağımsızlıkta bir şey yoktu.
Moğollar şöyle derdi, gökyüzünde bir tane güneş ve ay varken, yeryüzünde nasıl iki tane olabilir? İşte her mirzanın güneş olmak iddiası bu topraklarda huzuru uzunca bir zaman için yok edilmiştir.
Timur zamanında bir ayaklanma olduğunda büyük emirin isyanı bastırmak üzere yola çıktığı haberi bile dehşet yaratmaya yetiyordu.
Şahruh döneminde de bu tür karışıklıklar yaşandı ama onun ölümüyle beraber bölge çok daha büyük kavgalara ve paylaşım savaşlarına sahne oldu. Ve bunlardan en kanlısı Ulu Bey ile büyük oğlu arasında gerçekleşti. Her insan, her baba gibi sultanların da zaafları vardır. Ulu Bey’in zaaflarından biri küçük oğlu Mirza Abdülaziz’e duyduğu sevgi, diğeri ise astrolojiye olan ilgisidir. Bir rivayete göre kendi falına bakmış ve oğlu Abdülaziz tarafından öldürüleceğini görmüştür.
Bu yüzden de oğlunu yanından uzaklaştırmıştır. Abdülaziz ise Semerkart’ta, dedesi Şahruh’un yanında büyümüştü.
Türkolog Wilhelm Barthold, bu şımarık Mirza’nın 1449 yılında babasının mahlunu sağlayan en önemli sebep olduğunu ve onun sorumsuz davranışlarını Ulu Bey’in bu oğluna karşı olan zaafıyla açıklamak gerektiğini söyler. Belki Abdülaziz de küçük kardeşi gibi babasının yanında büyümüş olsaydı, olaylar çok farklı seyredebilecekti.
Tıpkı babası gibi ihtiraslı ve kabiliyetliydi Abdülaziz’te. Astronomi, şiir ve tarihle ilgilenirdi. Devlet yönetiminde sorumluluk sahibiydi. Ama Ulu Bey’in yüreği Abdülaziz’e doğru akıyordu. O kader ki büyük oğlunun yardımıyla Horasan’da düşmanlarını alt etmişken, fetihnameleri Abdülaziz adına yazdırmıştı.
Şahruh’un hazinelerinden Abdülaziz’e düşen payı da vermemişti. İşte bu tür tatsız olaylar, baba oğul arasındaki soğukluğu bismütün artırmıştı. Bir sonbahar gününde karşı karşıya geldiler. Ulu Bey, oğluna yenildi. Semerkand Kalesi’ne sığınmak istediyse de kale komutanı ona kapıları açmadı.
Şahruhiyede de durum farklı olmadı. Bunun üzerine Ulu Bey kendi arzusuyla oğluna teslim oldu.
Bütün yetkilerini kaybeden hükümdar, oğlundan hacca gitmek üzere izin istedi.
Hac kafilesi Semerkand’tan akşama doğru ayrıldı. Ancak bir haberci arkalarından yetişerek, hazırlıkların gereği gibi yapılmadığını, onun şanına ve şöhretine uygun bir uğurlama yapılması için civar bir köyde konaklanacağı haberini iletti.
Hava kurşun gibi ağırlaşmış, köyde onların neyin beklediğini başta Ulu Bey olmak üzere herkes anlamıştır. Orada elinde kılıçla sabırsızca bekleyen cellat, daha önce Ulu Bey tarafından öldürülen bir adamın oğludur.
Elleri arkasına iple bağlanan Ulu Bey, bir kılıç darbesiyle yere serildi.
Onun canına kıyanlar, Acem yazarlarının tabiriyle, Eflatun’un bilgisi ve Feridun’un haşmetini taşıyan bir bilgeyi öldürdüklerinin farkında bile değillerdi. Şuar’a tezkireleri tarih düştü ölümüne. İlmin ve aklım denizi, dünya ve dinin desteği olan Ulu Bey’in Abbas tarafından şehit edilmesi üzerine şu meşhur beyt yazıldı. Babasını öldüren padişahlığa yakışmaz, eğer padişah olursa bile altı aydan fazla saltanat süremez. Abdül Latif, Babürşah’ın ifadesiyle üç beş günlük fani dünya için öyle danişmet ve ihtiyacın var. Ulu Bey’in naaşı, Timur tarafından Semerkant’ta inşa edilmiş olan Anıt Kabir’de, 1941’de keşfedildi. Şehit mertebesinde görülüp, elbiseleriyle gömülmüştü. Timur, büyük bir cengaver, bir
Ulu Bey, büyük bir astronom olarak geçerken tarihlere, Abdül Latif’in payına düşen baba katilliği oldu. Bir yıl sonra Ulu Bey’in adamları tarafından öldürülmesi ise, baba katiline padişahlık nasip olmaz denilerek olağan karşılandı. Aradan yüz yıllar geçti, bir yıllar sonra, Ulu Bey’in adamları tarafından öldürülmesi ise,
Aradan yüz yıllar geçti ve on beşinci yüzyılın astronomi ünvanını aldı Ulu Bey. Ayın, görünen yüzeyindeki kraterlerden birine onun adı verildi. Dedesi Timur, yeryüzünü kılıcıyla fete koyulmuş ve ölüm onu durduruncaya dek yürümüştü. Ulu Bey de kalemiyle gökyüzünü fete koyuldu ve ölüm onu durduruncaya dek yürüdü. Ama Ulu Bey’in fethettiği genişlik, dedesini fethettiğinden çok daha sınırsız ve uzun ömürlüydü. Yıldız cetvellerinin giriş bölümünde bıraktığımız izler ne olduğumuzu gösterir yazılıydı. Semerkant’taki bir rasathaneden esrarlı gökyüzüne doğru bir yürüyüş başlatmış ve ardında yıldız tozundan ayak izleri bırakmıştı.
İNTRO İNTRO

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir