Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/a491TGDPxv0?list=PLYymg-mGtvJ7JT0C2HBXpiGUTCeDlwJlr” target=”_blank” rel=”noopener”>Atatürk’ün Gizli Aşkı Fikriye Aslında Kim? videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.
O sıradan bir kadın değildi. Daha küçücükken gördü hayatının aşkını, daha küçücükken tanıdı ayrılığın acısını. Bir deve gönül verdi, o dev vatanına gönlünü kaptırmışken. Tüm hayatını aşkının peşinden gitmeye adadı. Gitti de. Ama bedeli çok ağır olacaktı. Mavi gözlü devi sevmek küçücük bir pireydi dünya üzerinde. Fikriye küçücük bir pireydi aşkının hayatında başlarda. Sonra aşkıyla devleşti ve o devin altında ezildi. Buyrun, üzerine ne şiirler, ne kitaplar yazılan, ne filmler çekilen o aşk hikayelerine, onlar da neymiş ki bu hikayenin yanında diyebileceğiniz bir yaşam hikayesi. Fikriye’nin Atatürk’e olan ölümcül ama ölümsüz aşkının hikayesi. Fikriye Hanım 1897’de yeni şehri Fener’de dünyaya geldi. Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ın ikinci eşi oğlan Ragıp Bey’in yeğeni. Narin ve hastalıklara karşı dayanıklı olmayan kırılgan bir bünyesi var. Bu hayatının büyük bölümünü etkilemiş. Eğitimi de dahil. Ama kendini geliştirmekten vazgeçmemiş. Fransızca, Almanca, Yunanca biliyor ve piano ile ut çalıyor. Ailesi Türklere yapılan saldırılar nedeniyle önce Selanike, oradan İstanbul’a taşınmış.
Buraya geldiklerinde Fikriye sırasıyla tüm ailesini kaybediyor ve yalnız kalıyor. Bunun için Ragıp Efendi ve Zübeyde Hanım ona kol kanat geriyorlar. Zübeyde Hanım Fikriye’yi ne kadar sevse de onu oğluna layık görmüyor o zamanlar. Mustafa Kemal’in ise ondan haberi bile yok. Mustafa Kemal’i ilk kez 8 yaşındayken görüyor Selanik’te. Aralarında tam 16 yaş var ve bu iki kişi arasında olan ilişki ancak ağabey kardeş ilişkisi olabilir. Üstelik genç Mustafa Kemal’in kardeşi olan Makbule Atadan’ın da hiç sevmediği söylenir Fikriye’yi. Hoş salih Bozokun notlarında Makbule’nin sonradan Atatürk’ün eşi olacak olan Latife Hanım’ı da sevmediği geçer. Balkan Savaşı öncesi Zübeyde Hanım İstanbul’a taşınıyor. Fikriye evlerine daha çok girmeye başlıyor. Daha 8 yaşındayken gördüğü çakır gözlere 15 yaşında bir kez daha tutuluyor. Ama kimseye söyleyecek hali yok. Sen daha kaç yaşındasın demezler mi? E bir de uzaktan da olsa akrabalık var ama gönül ferman dinlemiyor tabi. Bir sene sonra Balkan Savaşı’nın bitmesinden sonra Binbaşı Mustafa Kemal ile yeniden İstanbul’da Akbıyık’taki konakta karşılaşırlar. Ve Fikriye’nin ölümüne tutkusu burada iyice ay yuka çıkar. Fakat bu öyle bir aşk hikayesidir ki hep ayrılıklar girer araya. Mavi gözlüde ve aşık olmak öyle de kolay değildir. Çanakkale Savaşı girer araya ama kader yine onları bir araya getirir ve sonrasında İstanbul’da yeniden bir araya gelirler.
Fikriye artık 21 yaşındadır. Kendi gibi yıllardır içinde beslediği aşkı da olgunlaşmıştır. Sonra Atatürk o mavi gözlerini Samsun’a açar. Ardından Erzurum, Sivas Kongreleri, Ankara ve Kurtuluş Savaşı. Ülke büyük bir değişim içindedir ama Fikriye’nin duyguları hiç değişmez. 1920’nin ortasında gazetede Atatürk’ün idam fermanının verildiğini okur. Aşkının yanına kaçmak ister ama hiç de kolay değildir bu. Gizli, çok tehlikeli yollardan geçerek Ankara’ya ulaşmayı başarır. Atatürk o zamanla şimdi Ankara Garı’nın olduğu yerde direksiyon binasında kalıyordu. Karşısında Fikriye’yi görünce şaşırır ama çok da mutlu olur. Nasıl geçti yolculuğunuz? Çok sıkıntı çektiğiniz muhakkaktır ama gönül ferman dinlemiyor değil mi? diye karşılar Fikriye’yi. Fikriye’nin gelmesi Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ne yerleşmesini kolaylaştırır. Çünkü Fikriye bir ev hanımı gibi tüm yükleri üstlenir. Köşkü çekip çevirir, konukları misafir eder, hepsiyle ayrı ayrı ilgilenir. Hatta ona Çankaya’nın ilk gelini derler. Herkes onu Mustafa Kemal’in eşi olarak görür, öyle de saygı duyar. Fikriye hayatının en güzel günlerini yaşıyordur. Bazı iddialar Atatürk ve Fikriye hanımın imam nikahıyla evlendiğini söyler. Çünkü o zamanlar medeni kanun yoktur. Ancak kendini vatanına adayan, attığı her adımdan halkının haberi olan Atatürk’ün bir tek evlenmesini söylememiş olması bu iddiayı da çürütür yöndedir. Salih Bozok da nikah iddiasını yalanlayanlardandır. 9 Eylül 1922’de İzmir’in dağları çiçeğe kaçar. Atatürk İzmir’e çıkar. Silah arkadaşları ve kendisine çalışmak için seçtikleri köşk de Latife hanımın ailesine aittir. İşte zorlu ayrılıklar silsilesinin başlangıcı kaderin ördüğü bu yolla başlar. Atatürk bu vesileyle Latife hanımla tanışır. Latife hanım batı kültüründe yetişmiş, İngilizce, Fransızca bilen, genç, yüksek tahsilli, entelektüel ve zeki bir kadındır. Üstelik görkemli ve güçlü bir ailenin kızıdır. Zübeyde hanım Latife’yi görür görmez onun oğlu için en uygun gelin olacağının kanaatini verir. Gazi İzmir’deyken Çankaya’da köşkle uğraşan fikriyenin hastalandığı haberini alır. Doktora göre hem fikriyenin hassas bünyesi hem de köşke kendine adayıp sabah akşam demeden çalışması onun hastalanmasına vesile olmuştur. Verem derler.
Atatürk hemen gerekli her şeyin yapılmasına emreder. Hatta birlikte doktora giderler ancak tedavinin Almanya’da olmasına karar verir Türk hekimlerde. Ve fikriye Almanya’ya gönderilir. O oradayken vatan topraklarında atamızın annesinin vefatının hüznü vardır. Zübeyde hanım Latife hanımların evinde kalırken son nefesini verdi ve oğlundan son bir isteği vardı. Idealleş olarak gördüğü Latife hanımla evlenmesi ve ata annesinin son istediğini yerine getirdi. Vatan topraklarında da dışarıda da bu haber konuşuluyordu. Gazeteler ülkenin kahramanının evliliğini yazmıştı ve bu gazeteyi Almanya’daki sanatoriumdayken fikriye okumuştu. En iyi günlerini geçirdiğini düşünen fikriyenin kabusu böyle başladı. Doktorların tüm yarısına rağmen sanatoriumdan kaçarak İstanbul’a geldi. Ama Ankara’ya gelini olarak kanıldığı köşke gitmesine izin verilmedi. Çünkü o zamanlar Ankara trenine binmek için özel bir izin gerekiyordu. Yine ne yaptığı, ne etti ve kaçmayı başardı. İlk işi Çankaya’ya gitmekti. Bundan sonrasında söylenenler hep karışık. Kimine göre fikriye köşke alınmaz ve çok kötü karşılanır. Bunu kendine yediremez ve intihar eder. Kimi kaynaklara göre ise tam köşkten çıkacakken başkası tarafından vurulur. Burada da yine en güvenilir kaynağımız Salih Bozok’un notlarına baktığımızda ikisinin de olmadığı söylenir. Fikriye köşke geldiğinde Atatürk’ün akrabasıyım diye kendine tanıtır ve içeri alınır. Hastalığından ve yoldaki zor koşullardan dolayı bir tap düşmüştür. O gece köşte kalır ancak yataktan çıkamaz bile. Ertesi gün Latife Hanım, evin hizmetkarlarına Fikriye’nin evi terk etmesini söyletir. Ve Fikriye hastalıktan çökmüş halde bir otele yerleştirilir. Hatta Salih Bozok Atatürk’ün bu karara karşı çıkmadığını ama Latife Hanım’la da o saatten sonra aralarının bozulduğunu söyler.
Otelde kaldığı akşamın sabahında ezanla güç bela kalkar Fikriye. Beline kadar uzanan saçlarını narince tarar, giyinir, çıkar ve faytona biner. Köşkün önüne geldiğinde nizamiyedeki askerlere yine Atatürk’ün akrabası olduğunu ve bunun bir veda ziyareti olduğunu bildirir. Haber ilk önce Latife Hanım’a gider ve yine aynı sonuç. Fikriye Hanım köşkün kapısından içeri dahi alınmadan Latife Hanım tarafından geri çevrilmiştir. Hiçbir şey söylemeden arkasına döner ve faytona biner. Fayton uzaklaşmaya başlar yavaşça ancak köşkten çok ileri gitmeden faytondan bir silah sesi duyulur. Fikriye yaşadığı hayal kırıklığı, hüzün ve belki de utançla kulpunun iki tarafında adının baş harfinin yazılı olduğu atamızın ona hediye ettiği Brownik marka tabancasıyla, içinde atamızın aşkıyla, elinde onun verdiği hediyeyle intihar etmiştir. Hastaneye kaldırılır ama nafile. Fikriye Hanım gencecik yaşında ilk gelini olarak girdiği köşkün hemen önünde hayata gözlerini yumar. İsmsiz bir mezara defnedilir, kimsesiz gibi. O yüzden mezaranın hala nerede olduğuna dair iddialar atılıyor. Kimi etnografya müzesinde Atatürk’ün heykelinin altında yattığını söyler, kimi ulus semtindeki şimdi üzerinde bankaların yer aldığı mezarlıkta. Ancak Salih Bozok’un notlarında öyle geçmez. Atatürk Salih Bozok’a cenazenin hastaneden alınmasını ve naşın cebeci istikametine doğru olan eski bir mezarlığa defnetmesini söyler. Çocuk, kimselerin haberi olmasın, dikkat et buyurur. Bozok emri harfiyen yerine getirir. Hatta defin işlerini yapanlar bile kimin defnedildiğini bilmez. Belki de Atatürk bu hüznü unutmak kolaylaşsın diye bu yolu seçmiştir. Ama öyle olmaz. Fikriye’nin ölümünden 5-6 hafta sonra Mustafa Kemal ile Salih Bozok otomobile biner, bugünkü Kuğulu Park’ın olduğu yere giderler. O anı notlarına şöyle işlemiştir Bozok. Paşa hazretleri durmamızı emretti. Gözü bir yerlere arıyor gibi bakınıyordu. Talebini anladım ve isterseniz ben önden gidip yolu göstereyim paşam dedim.
Onu Fikriye Hanım’ın mezarının başına götürdüm. O gün takvim 25 Temmuz 1924’ü gösteriyordur. Havanın sıcaklığıyla terleyen Atatürk, cebinden beyaz ipek mendilini çıkarır, yüzünü ve alnını siler, biraz mezarının başında oyalanır. Ve tam vedalaşıp otomobiline binmek için arkasını dönecekken durur. Fikriye’nin mezarına geri döner ve elindeki mendile bir avuç gülü savurur gibi mezarının üzerine salıverir. Mendil yavaş yavaş düzülüp toprağa değinceye kadar bekler ve tek kelime etmeden dönüp arabaya biner. Bu Atatürk’ün Fikriye’nin mezarına ilk ve son ziyaretidir. Geriye sadece Atamızın onun için yazdığı dizeler kalır. İçsem de bir kade hayat iksirinden, zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den. Bıkmadım ki doyayım o narin ellerinden, ümidi aşkım saracak seni cefaker teninde.
İlk Yorumu Siz Yapın