"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ayaz’ın Feraseti | Mesnevi’den Hikayeler 28. Bölüm

Ayaz’ın Feraseti | Mesnevi’den Hikayeler 28. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Fmy_Cz59zBc.

… Evet sevgili dostlar, Allah’a şükrediyorum. Bizi sağlık ve muhabbetle yine bir araya getirdi.
O zaman başlayalım söze Bismillah ile. Eyleyelim dünü gün Allah ile. Zaman defterini karıştıralım da kulak verelim. Gelenler, gidenler bize neler söylerler. Hazreti Pir gönül aynasında neler gösterir, neler.
Altı defterde altı cihetten haber eder de kulağımıza fısıldar. Bişnev dinle der, zira önce dinlemek gelir. Gönle gelen her hayal önce kulaktan girer. Dinlemek deyince yalnızca dışarıdan gelen sesleri değil, içimizden gelen sesleri de kast eder Hazreti Mevla’na. Hatta bir vakit gelir sustur der. Hem dışarıdaki sesleri hem içerideki sesleri. Sustur ki sana şah damarından yakın olanın sesini duyasın. Gören de o olsun, duyan da o. Dinleyen de o, eyleyen de o. O halde kulak verelim de Pir’e söz açılsın.
Altı defteri karıştıralım da bakalım Mesnevi’den kısmetimize ne düşmüş. Bir vakit emirler, meşhur Gazneli Sultan Mahmud’un kölesi Ayaz’a duyduğu muhabbete,
gösterdiği ehemmiyete gözlerini dikerler de hasetten coşup köpürürler. Sultanlarını ayıplamaya bile başlarlar. Derler ki senin bu Ayaz’ın otuz aklı yoktur.
Öyleyken niçin ona otuz beyin tahsisatını yaparsın?
Sultan Mahmud bunun üzerine tek kelam etmez. Otuz beyin alır ve avlanmak üzere sahra ve dağ tarafına varır.
Sultan uzaktan bir kervan görür. Emirlerinden birine şu kervanın yanına var da sor bakalım hangi şehirden gelir deyince, emir kervana sorup gelir. Rey şehrinden geliyormuş der. Sultan peki nereye gidiyormuş diye sorunca bir cevap alınmaz. Ardından bir başka beye git sor bakalım kervan nereye gidermiş der.
O bey de kervana varıp geldiğinde Yemen’e gidiyormuş diye haber verir. Sultan peki kervanın yükü neymiş diye sorduğunda ise bu beyden de bir cevap alamaz. Sultan Mahmud bir başka emrine sen git sor bakalım yükleri neymiş der demez. O emir de kervana varıp gelir.
Ardından her türden eşya vardır fakat çoğu Rey’de yapılan kaselerdendir diye haber getiren emirine. Peki bu kervan Rey’den ne zaman çıkmış diye sual edince emir şaşırır kalır. Böylece otuz emirini de dener Sultan. Hepsinin de anlayışları eksik akılları noksan çıkar. Bunun üzerine Sultan Mahmud otuz beyini toplayıp başına der ki. Ben vaktiyle Ayazlı da böyle sizin gibi imtihan ettim. Kervan nereden gelir git sor dedim. O da başka bir emir tavsiye ve işaretim olmadığı halde kervanın durumunu bir tetkik edip şüpheye mahal vermeyecek şekilde sordu ve öğrendi.
Nihayet sizler tarafından ancak otuz defada keşf olunan bilgi Ayaz tarafından bir defada keşf olundu. Otuz emirin otuz seferde getirdiği haberi bir başına tek seferde getirdi hem de ötesini sorup söyletmeden.
Bu sözler karşısında Ayaz’a verilen otuz adamlık tahsisatın gerekçesini anlayan beyler başka bir telaşa tutulup bu bir anlayış ve zeka işi Allah’ın bazı insanlara lütfu ve ihsanıdır. Çalışmakla elde edilecek bir şey değildir. Ayın parlak yüzü, gülün hoş kokusu gibi hakkın ihsanıdır derler. Bunun üzerine Sultan insanın nefsinden şahsının zatından iki şey doğar. Birisi yaptığı hatanın mahsulüdür o fena bir şeydir. Diğeri çalışmasının geliri karşılığıdır ki o da faydalı bir şeydir diyerek bu iki şeyin vücuda gelmesine insanın kendi iradesinin ve seçiminin önemine dikkat çeker. Bak gör ki bizlerin iki işi arasında tereddüt içerisinde kalışı irademizin varlığına delildir. Nitekim Hak Teala ayet-i kerimesinde buyurur kim ki ameli salih işlediyse kendi nefsinin lehinedir. Kim ki fenalık yaptıysa kendi aleyhinedir. Eğer insanda irade olmasaydı Adem aleyhisselam ne vakit hüdaya ey Rabbimiz biz nefsimize zulmettik. Sen merhamet etmezsen biz elbette ziyan edicilerden oluruz diye niyaz ederdi. Hazreti Pir’in buyurduğu gibi senin fiilin ki senin canından ve cisminden doğar. Evladın gibi senin eteğinden tutar. O halde bil ki yaptığın her işe gayb aleminde bir şekil bir suret verirler. Ne vakit arpa ekersin arpadan gayrısı bitmez.
Suçu kendi üzerine koy zira sen istedin hakkın vereceği karşılıkta sulh ettin. Efendim Mesnevi’den hikaye diye girdik ama bu sözler bitmez.
Siz hikaye zannettiniz ama hikaye şimdi başlıyor. Hadi bakalım. Sultan Mahmud’un has kölesi Ayas saraya geldiği vakit ferasetinden postu ile çarığını bir odaya asar. Her gün oraya varıp ey Ayas Sultan’ın yanında Erdeğin saadete ve ikbale aldanıp da gururlanma.
Bu makama bu çarık bu post ile geldi. Gözünü yükseklere çevirme diye kendi kendine telkin de bulunur. Odaya gelişleri dikkat çekip kavuştuğu saadete haset edince saraydaki diğer görevliler sultana şikâyete gider. Onun bir odası vardır orada altını, gümüşü, küpleri vardır. Kimseyi oraya almaz kapısını kilitli tutar. Diyerek Ayas’ı sultanın gözünden düşürmeye çalışırlar. Padişah tuhaf şey bu bendenin bizden gizli saklı nesi ola ki diyerek bir beye emreder. Gece yarısı git kapıyı aç odaya gir. Sırrını da gizlediği şeyi de arkadaşlarına ifşa etti. Sayısız lütuf ve ihsanımız olduğu halde altına, gümüşe tamah ediyor gözü doymuyor. O vefakar ve dost görünür ama bizden gizli işler yapar.
Hazreti Pir buyurur her kim ki aşkta dirilik bulur onun indinde kulluktan başkası küfürdür. Şah Ayas’ı her hile kin ve hıyanetten temiz bilse de vehmi galip gelip acaba Ayas ihanete mi meyletti? Bizden başka nesneye gönül mü verdi düşüncesiyle titrer. O kusur arayan Emir gece yarısı çavuşlarla Ayas’ın odasının kapısına varır. Yüzlerce hüner, heves, merak ve istekle kilidi açar. Ayas’ın halktan gizlemek için kilitlediği bu odayı açtıklarında yırtık pırtık bir çarık ve bir postan başka bir şey bulmazlar.
Her tarafı kazıp eşseler, didikleseler açsalar nafile hiçbir şey ele geçiremezler. Tozlar içinde benizleri sarı mahçup bir halde sultanın huzuruna varırlar. Sultan buyurur söyleyin bakalım. Koltuklarınızda ne torba var ne altın paraları değerli kumaşları gizlediyseniz yüzünüzde neşe ve sevinç belirtisi nerede? Kendilerine güvenip arama vazifesi verilen adamlar yerlere kapanıp af dilerler.
Ey gönülleri aydınlatan padişah suçumuzu bağışla, bağışlarsan ümitsizliğimiz gider, bağışlamazsan bizim gibi yüzlercesi padişahımıza feda olsun. Varın yanına Ayaz’a yalvarın diyen padişah Ayaz’a seslenir.
Ey Ayaz suçlular hakkında gereken hükmü ver, ey tertemiz olan ve kötülerden sakınan er. Seni yüzlerce defa denemek için potaya koyup kaynatsam yine sende bir hile bulamam. Ayaz der ki, padişahım bu lütuf ve ihsan senin lütuf ve ihsanındır yoksa ben ancak o çarık ile postan ibarettim. Bütün fermanlar emirler senindir.
Güneş varken yıldız yok olur görünmez, akıbetlerin ve neticelerin deryasına bakan Ayaz sabret içidir. Sultan Mahmud buyurur, eğer ben Ayaz’a imtihan cihetinden yüz kılıç vursam o muhabbet sahibinin kalbinin bağlılığı bana karşı asla eksilmez.
O bilir ki o kılıcı kendi üzerime vurdum. Hakikatte ben O’yum, O benim. Hazreti Pir’in buyurduğu gibi cümle maşuk est aşık perdesi. Zinde maşuk est aşık mordeyi. Yani her şey maşuktur, aşık perdedir.
Diri olan maşuktur, aşık bir ölüdür. Bugün Ahmet benim ama dünkü Ahmet değilim. Bugün Anka benim ama yemle beslenen kuşcağız değil. Enelhakkadehî ile bir yudum içen sızdı aşk şarabından. Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım. Ben sultanların aradığı sultan. Ben hacetler kıblesiyim, gönlün kıblesiyim ben.
Ben cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben. Ben saf aynayım, sırrım dökülmemiş, paslanmamışım. Ben kin dolu bir gönül değilim, Sina dağının gönlüyüm ben. Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum. Benim sarhoşluğumun sonu yok, tarhana çorbası içmem ben. Can yemeği yerim, içerim can şerbeti. İşte şaşırttı seni, bir gümüş bedenlinin özlemi. Altın haline geldin artık, sen altına aşıksın. Altın benim rengime aşık.
Gönlü saf sufiyim ben, benim tekkem alem. Medresem dünya benim, değilim abalı sufilerden. Gerçeğin tadını alan er, ne altına aldırış eder.
Ne kalendar tacına bakar, ne tasası vardır, ne de kin.
Efendim, dönelim hikayemize. Gazneli Sultan Mahmud’un bendesi, Ayaz’ın hikayelerine ayırdık bu günü. Peki kimdir bu Ayaz? Gazneli Mahmud’un has kulu. Saraya ne vakit, ne vesileyle gelmiştir? 963-1186 yılları arasında, Horasan, Türkistan ve Kuzey Hindistan’da hüküm süren……Gazneliler bir Müslüman Türk hanedanıdır. Sultan Gazneli Mahmud ise 998-1030 yılları arasında bu devletin hükümdarlığını yapmıştır.
Âlimlere saygısı, onları himaye edişi, adaleti ve iyi yönetimi hem kendi döneminde……hem de sonraki dönemlerde edip ve şairler tarafından övülür. Fars edebiyatında adaletin ve insafın timsali olarak gösterilir. Hindistan’a 17 sefer düzenleyerek, Hint yarımadasıyla İslam dünyası arasındaki…
…kültür ve ticaret hayatını canlandırır. Birçok Müslüman âlim, edip ve şair Hindistan’a yerleşmesiyle……İslam kültürünün bu bölgeye ulaşmasını sağlar. Kazandığı zaferlerle ünü İslam dünyasında yayılır ve bir kahraman olarak tanınır. İşte Ayaz, meşhur Gazneli Mahmud’un sadık kulunun adıdır.
Ayaz, zekâsı, sadakati Sultan Mahmud’a bağlılığı ile birçok hikaye konu olur. Peki Ayaz’ın saraya geliş macerası nasıl oldu dersiniz? Anlatalım efendim.
Bir gün Gazneli Mahmud ava çıkar. Bir ceylan peşinde koşarken yanındakilerden ayrılır ve adamlarından kimse kalmaz yanında. Nihayet birkaç Türkmen evi görür, yorgun, terlemiş, susamış bir halde evlerden birine yaklaşır……ve su ister. Karşısına genç Ayaz çıkar.
Sultan Mahmud’un kıyafetinden, halinden önemli birisi olduğunu anlar ve hürmetle onu selamlar. Sultanım biraz israat buyurun. Civarda suyu çok latif bir çeşme var. Babam az evvel oraya gitti su getirecek. Size takdim ederim. Bunun üzerine Sultan Mahmud atından aşağı iner, Ayaz konuşkan, tatlı dilli, hürmetkar bir gençtir. Bir müddet padişahı oyalar. Etrafın güzelliklerinden, kendi yaşayışlarından bahseder. Sultan bu gencin davranışlarından, konuşmalarından pek hoşlanır. Ayaz bir sıra eve girer, güzel temiz bir kase içinde su getirir ve sultana takdim eder. Sultan suyu içer, sudan pek hoşlandığını söyler. Ardından, sen bana babam civardaki suyu latif çeşmeden su getirecek dedin. Sonra tuttun, evden getirdin. Bunun sebebi nedir diye sorar.
Ayaz, padişahım, yorgun ve terli olarak buraya geldiğiniz zaman, bendenizden su istediniz. O halde size soğuk suyu takdim etseydim, o size dokunurdu. Sizi konuşmaya tutarak terinizin kurumasını bekledim der. İnceliği görüyor musunuz? Sultan Mahmud, çocuk yaştaki Ayaz’ın aklını, zekâsını, ferahsetini çok beğenir. Ailesini memnun ederek, bu Türkmen çocuğunu saraya getirir. Ayağındaki çarığı, sırtındaki postu çıkarıp, ona ipekli elbiseler giydirir, hizmetine alır. Ayaz, sultana öyle bir bende olur ki, bundan gayrı kul dendi mi, akla Ayaz gelir. Kulluğun hikmeti, Ayaz’ın güzel istidadında ve ahlakında cisimleşir. Nihayet Sultan Mahmud, bir ceylanın peşine koşup geldiği bu illerde, Ayaz’a avlanmış. Ona has kulları arasında yer açmış, bir daha da onu yanından hiç ayırmamıştır. Efendim, bugün biraz uzattık hikayelerimizi. Hikayelerimizin yorumunu da dilerseniz, ehline bırakalım. Ne dersiniz? Hadi o zaman.
Ayaz, hiçbir şeyini unutmamış. Daha doğrusu köyden geldiğini, yani bir köylü çocuğu olduğunu unutmamış ve bir asalet örneği göstermiş. Burada da şunu görüyoruz, kişinin kendi kabiliyetiyle, iyi şekilde yetiştirebileceğini, iyi yönde başar elde edebileceğini göstermektedir. Nitekim Kuran-ı Kerim’de de, din suresinde, Allah-u Teala zeytine, incire, sinadağına ve kutsal beldeye yemin ettikten sonra biz insanı en güzel şekilde yarattık ve arkasına da aşağılarını aşağısına indirdik şeklinde buyurmaktadır. Bizde düşen şudur günlük hayatımızda da, güzel ahlaklı olacağız, çalışacağız, işimizi çok iyi öğrenmeye çalışacağız ve işimizi iyi yapmaya gayret göstereceğiz. Ve bu şekilde de hem insanlığa hem kendimize faydamız dokunacak diye hikayemizi alacağımız derslerimiz gözükmektedir. Efendim, ne kadar güzel, ne kadar anlamlı, insanı yücelten, muhabbetini arttıran, insan olmanın verdiği lezzeti tattıran hikayeler. Evet, ruha şifa mesneviden bugünlük de bu kadar. Sağlıkla ve muhabbetle kalın.
Hep söylüyorum, sakın darlanmayın. Bahar çok yakın.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir