"Enter"a basıp içeriğe geçin

Bu Yaşıma Kadar Kimse Bana Öğretmemişti | Kişisel Gelişim

Bu Yaşıma Kadar Kimse Bana Öğretmemişti | Kişisel Gelişim

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=yvCUQfhCpZU.

Merhabalar. Bugün sizlere bu yaşıma kadar kendime öğrettiklerimi anlatmak istiyorum. Bir çoğumuzu, evet, aileden, okuldan bir takım eğitimler alıyoruz ama kendimize kattığımız şeyler aslında bizi daha değerli ve daha farklı kılan şeyler. Dolayısıyla ben de bu yaşıma kadar kendime bazı şeyler öğrettim. Sizlerle bunları paylaşmak istiyorum. Videoya geçmeden önce kanala abone olmayı, videoyu arkadaşlarınızla paylaşmayı ve beğenmeyi lütfen unutmayın. Hazırsanız, çayınızı, kahvenizi alın, dilerseniz başlayalım. Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki arkadaşlar, birçok video gördüm 18 yaşımdaki bana neler söylerdim diye. Ben bu maddeyle başlamak istedim. Ben 18 yaşımdaki bana şunu söylerdim. Ezgiciğim 18 yaşındasın ve ne yapmak istiyorsan onu yap. Ne yaptıysam şu an hala arkasındayım 18 yaşında çünkü zaten çok bilinçli bir çocuk olarak büyüdüm. Birazdan bahsedeceğim size çocukluğundan.
Çok olgun bir çocuk olarak büyüdüm. Dolayısıyla 18’li 20’li yaşlarımda da zaten çok olgun bir çocuktum. Çok olgun bir gençtim. Dolayısıyla 18 yaşında ne yaptıysam hala arkasındayım. İyi ki de yapmışım diyorum. İyi ki de o günleri yaşamışım ki bugünkü ezgiyi yaratabilmek adına, bugünkü ezgiyi oluşturabilmek adına belki de doğru cümle bu. En güzel adımları ben o yaşlarda attım. Benim en güzel yıllarım 18-19’lu yaşlarımdı.
Kendime en güzel şeyler öğrettiğim yaşlardı. Kendimi yeniden keşfettiğim yaşlardı. Dolayısıyla o yaşları çok seviyorum ve her zaman altını çizerek diyorum ki iyi ki yapmışım. O yüzden 18 yaşıma söyleyecek çok da bir şeyim yok ama 8 yaşına söyleyecek çok şeyim var. Çok olgun bir çocuk olarak büyüdüğümü söylemiştim size. Dolayısıyla çocukluk yıllarım dedim çocuktan ziyade 18’li 20’li yaşlarındaki bir genç edasıyla oldu. Ailenin çok korunan çocuğuydu. Dolayısıyla hayatta çok şey öğrenmem üniversite yıllarında oldu. Çok korunduğum için her şeyimi annem veya babam ya da abim üstlendiği için ben o yaşlara çok şey sığdıramadım. Bizim ailenin yaramaz çocuğu şımarık büyümeme rağmen ben değildim yani çok korunmama rağmen ben değildim abimdi. Dolayısıyla bana artı kalan şey olgun çocuk olmaktı.
Ben zannedersem 16-17 yaşına kadar da çok eğlenceli bir çocuk olamadım ya da hatırlamıyorum. Çünkü hep abim çok yaramaz eğlenen çocuktu. Ben anne babayı üzmeyen bunu yaparsam şimdi annem babam üzülen diyen bir çocuktum. Dolayısıyla üstüme çok yük yüklediğini bu yaşta fark ediyorum. Bunu annem babam yapmadı asla onların hakkını yiyemem. Zaten onlar bizi yetiştirebilmek için de çok çabaladı.
Çok teşekkür ederim buradan çok videolarımı izliyorlar. İyi insan olarak yetiştirdiler bizi. Mizzacımız benim hala çok sakin ve olgundur. Abim daha uçarık açarıdır. O mizzacımız çocukluk yıllarında bana fazlasıyla yüklenmiş. 16-17 yaşıma kadar çok çocuk gibi değildim aslında. Daha genç, daha olgun, daha sanki hayatın sillesini yemiş bir çocuktum.
Dolayısıyla ben 8 yaşıma şunu söylerim keşke daha çok çocuk olsaydın, keşke daha çok şımarsaydın, keşke daha çok eğlenseydin eski. O yüzden burada anne babalara sesleniyorum. Çocuğunuz olgun diye lütfen övünmeyin. Çocuğunuzun çocuk olması gerekiyor. Ben 8 yaşıma daha çok çocuk ol derim. 18 yaşıma da iyi ki bunları yapmışsın derim. Dolayısıyla kendime öğrettiğim ilk şey buydu. Her yaşın en güzel zamanıdır ve asla pişmanlık yaşama Ezgi. Bu yaşıma kadar pişmanlığım, çocukluk yıllarım, o da fark etmediğim yıllarım. Ama onlar bile iyi ki olmuş çünkü yine olgun eziği oluşturan şeyler, belki de ilerleyen yaşlarımda beni yeniden o günlere döndürecek olan şeyleri ben o yaşlarda öğrenmiş olabilirim. Kendime değer vermeyi öğrendim. Evet ben yine söylüyorum. Bu anlamda çok zor bir ailede büyümedim ama kendimize değer verebilmeyi öğrenmek kolay bir şey değil arkadaşlar.
Çünkü Türk toplumu olarak genelimize baktığımızda kendimize değer vermiyoruz. Önceliklerimiz hep başkaların. Benim de yani anaç, duygum o 8’li 10’lu yaşlarımda bile vardı. Ve hep benden önce bakın anne baba üzülmesin diye çocuk olmayı reddetmiş bir karakterden bahsediyorum. Ya da reddetmiş demin daha az çocuk olmuş, daha az şımarmış, daha az hareket etmiş bir çocukluktan bahsediyorum.
Dolayısıyla kendime değer vermek önce bana değer vermenin ayıp olduğunu düşündüğüm bir toplumda büyüdüm. Annem babam bana bunu enpoze etmedi ama çevrem etti. Annemden duyduğum laflar çocuklarım için, önce çocukları, önce ben değil kendine değer vermediği cümle kalıklarını aldığım için. Ben de tabii ki onun bir versiyonu olarak büyüdüm, yetiştim. Çünkü duyduğum ve gördüklerim bunlardı.
Ama ben baktım ki kendime değer vermediğim zaman çevreme de aslında düşündüğüm kadar değer vermiyorum. Tabii ki bunu fark etmek çok kolay olmadı ve kendime değer vermeyi öğreniyorum arkadaşlar. Hala çabalıyorum, bugün söylediğim her şey üzerine hala çabalıyorum. Hala %100 öğrenmiş değilim. Ve buna ek olarak şunu da söyleyebilirim. Kendinize verdiğiniz değerlerin, kendinize önce ben dediğiniz değerlerin bencilik olmadığını anlamak gerekiyor başta. Çünkü bencilikle kendine ya da çevrene verdiğin değer başka bir şey. Ben deyip herkesi yok saymak, ben deyip herkesi silmek değil, ben de varım diyebilmeyi öğrenmek. Benim de fikrim var, ben de anlatabilirim diyebilmeyi öğrenmek çok önemli. Ben bunu üniversitede öğrendim. Üniversiteye gidene kadar ben de varım diyemedim. Çünkü büyüdüğüm evde biraz biz böyle geniş bir aileydik, amcalar, halalar hep beraber aynı apartmanda büyüdük. Dolayısıyla zaten aile o kadar zeki ki bizim, ben aralarındaki en salak zannettiğim, kendimi gerçekten çok salak zannediyordum. Çünkü çok canım kuzenlerim ve abim gerçekten zekilerdi. Ben onlara göre daha geç öğrenen, daha geç yapan, daha geri planda kalan biri olduğum için kendime verdiğim değer çok daha gerideydi. Bunları yıllar sonra fark ettim arkadaşlar. Orada bunu fark edip üzülüp ağlayıp isyan eden bir çocuk da değil. Dolayısıyla kendime değer vermeyi de öğrendim, çok uzattım bir kısmı. Ve bunun için yaptığım ilk şey de yapabilirim. Ben de deneyebilirim, ben de varım, ben de söyleyebilirim. Ama kimseyi üzmeden, ama kimseyi kırmadan, ama kimseyi incitmeden kendi sınırlarımda kendi varlığımı kabul ederek işe başladım. Kendi ayaklar üzerinde durmayı öğrendim. Yine 18 yaşımdan sonra öğrendim bunları. Biraz önce de söyleyeyim gibi aslında ben çok korumacı büyüyen bir çocuktum. Ve hani annem babam kırkımda zatürü olmuşum, kırkım çıkmadan zatürü olmuşum.
Tabii 10’lu yaşlarıma kadar bunun eziyetini çektim. Çünkü aman terlemişsin, aman koşmasın, aman oynamasın. Dolayısıyla da kendi başınıza bir şey yapamamaya başlıyorsunuz. Anne baba çok korumacı olunca. Yine söylüyorum bu bir hata değil, çok seviyorum onları. Beni yaşatabilmek için yaptıkları bir şeydi. Tabii oradan öğrendiğiniz kalıplar yine sizi başka bir şehre tek başınıza yaşamaya gittiğinizi zorluyor. Yani anne babadan ayrı geçirdiğim bir gecem yok. 18 yaşına kadar. Arkadaşlarımda gidip kalmışlığım yok. Genelde onlar gelir bizde kalırdı. Öyle bir yerden hiç tanımadığınız bir şehre, hiç tanımadığınız insanların içerisine girip tek başınıza yaşam sürebilmek zor. Ama çok şey öğretiyor. Kadının da erkeğinde tek başına ayaklarının üstünde başka şehirde ailesi yokken yaşayabilmesi önemli.
Kendi parasını kazanırsa çok daha iyi ama kazanamıyorsa bile ailenin gönderdiği o parayla bir hafta boyunca, bir ay boyunca, 15 gün boyunca nasıl yaşayabileceğini, nelere para harcayabileceğini, nerelere gidebileceğini, kimlerin dost kimlerin düşman olabileceğini görebiliyor olması çok önemli. Kendi ayaklarınızın üzerinde durursanız kendinize güveniniz artar, kendinize saygınız artar, yapabildiğinizi görüyor olursunuz.
Başarabilme arzunuz artar ve başardığınızı fark ettikçe daha çok kendi ayakları üzerinize durmak isteyeceksiniz. Çok daha kararlı birer oluyorsunuz, hayatta ne yapmak istediğinizi fark ediyorsunuz ve başkasına muhtaç olmamanın verdiği o mutluluğu inanın ben başka hiçbir şey de almadım. Henüz çocuğum yok, belki çocuğum olduğunda olabilir. Ama muhtaçlık psikolojisinin sanırım bu hayatta insan için en kötü şey olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmek her bireyin bence haklı. O yüzden Avrupa’dakiler çok doğru yapıyor ve çocuklarını belli bir yaştan sonra bırakıyorlar. Onlar hayatı öğrensin istiyorlar. Bence bunu da yapmak gerek arkadaşlar. Öğrenmeyi öğrendim ben, yine 18 yaşına kadar bunu. Üniversiteye kadar bunu fark etmemiştim. Dedim ya aile çok zeki, herkes çok başarılı. Ben zaten kendimi aptal gibi hissediyorum ailenin içerisinde. Her şeyi en geriden öğrenen kişi bendim. Okumayı tamam hızlı öğrendim ama atıyorum sınavlarda onlar kadar başarılı değildim. O istenilen sonuç bende yoktu. Dolayısıyla kendimi aptal gibi hissettiğim yıllardan üniversiteye geldiğimde ya ben neden yapamıyorum, neden öğrenemiyorumu sorgulamaya başladım. Belki de sorgulamak buradaki en doğru cümle. Sorgulamayı öğrendim ve bir şeyler ters gidiyor, bir şeylerin değişmesi gerekiyor dediğimde.
Nasıl çalışabileceğimi, nasıl başarabileceğimi, nasıl öğrenebileceğimi, en başarılı olabileceğimi. Çünkü orada en duyguları kabarmaya başlıyor, başardıkça başardıkça en iyi olma arzusu. Gibi gibi şeyleri öğrendim. Öğrenebilirsiniz. Ortaokul yıllarınızda, lise yıllarınızda, ilkokul yıllarınızda çok başarılı olmayabilirsiniz. Çevrenize baktığınızda o, herkesin başarılı olduğunda geri çekilme durumunu varsa kimisi geri çekilir, kimisi daha başarılı olmak için kendini yırtar.
Ben geri çekilen çocuklar kısmındaydım yani geri çekilen, kaçan, pasif öğrencilerdendim. Üniversitede şunu dedim kendime, ben bunu başarmak istiyorum ki kardeşim, istiyorum. Ne yapabilirim? Daha önceki videolarımda anlatmışımdır diye hatırlıyorum. 500 kişinin karşısına çıkıp, hocam ben geri zekalıyım, çok affedersiniz. Böyle dediğimi hatırlıyorum. Bana geri zekalıyı anlatır gibi anlatır mısınız bu dersi deyip, o dersten geçen 3-5 öğrenciden biri olmuştum. Üzerine gitmenin ne demek olduğunu, rezil olmanın o kadar da kötü bir şey olmadığını öğrendim aslında. Çünkü rezil olursam en kötü ne olur? Yani rezil olurum. İnsanlar bunu bir gün iki gün konuşur, üçüncü gün unutur. Dolayısıyla önce ben dedim ya kendime güvenmekten bahsediyoruz. Ben demeyi öğrendiğim günden beri, kendime verdiğim değeri öğrendiğimden beri rezil olmaktan da korkuyorum açıkçası.
Kızım, annem, insanların benim hakkımda söylediklerinin ya da insanların bana karşı söylediklerinin benimle ilgili olmadığını öğrendim arkadaşlar. Davranış kalıpları var aslında. Yani bir durum olduğunda diyelim ki bu düştü ve bu düşünce yaptığım şey benim davranış kalıbım. Yani benim öğrenmişliğim. Dolayısıyla biri benim hakkımda bir şey söylediğinde, biri benim hakkımda yorum yaptığında
benim verdiğim tepki davranış kalıbı. Bunu aldım kabul ettim. Ve dedim ki aynı şekilde onun için geçerli. Onun bana bir durum karşısında verdiği tepki, söylediği söz benimle ilgili değil, onun davranış kalıbıyla ilgili. Bu fikir o kadar iyi geliyor ki arkadaşlar. Biri size küfrettinde, biri size bağırdığında, biri sizi hakaret ettiğinde.
Bu sizinle alakalı değil. Bu onun davranış kalıbı. Bu çünkü o olay karşısında o davranış kalıbını sergilemeyi biliyor. Dolayısıyla da onun sergilediği davranış kalıbı beni hiç ilgilendirmiyor. Beni beni ilgilendiriyor. Beni iyi insan olmak ilgilendiriyor. E ben ne yapıyorum bu sefer? O davranış kalıbını beni rahatsız eden davranışı gördüğümde diyorum ki bir dakika.
Bu benimle alakalı mı? Hayır bu onun davranış kalıbı. Hadi o zaman buradan uzaklaşalım. Çok iyi geliyor arkadaşlar. Dualite’yi öğrendim. Bunu öğreneli iki yıl oldu. Dualite demek, ikillilik demek. Yani bir şeyin artısı varsa eksisi vardır. Yani doğru varsa yanlış vardır. Her şey ikilliliğiyle birdir, vardır hayat. Bir şey kötü gidiyorsa iyi de gidecektir. Kalemin bir ucuyla bir ucu gibi. Bu varsa bu da vardır. Bu yoksa bu olmaz.
Bu fikri nerede kullanıyorum? Her şey kötü gittiğinde kendime diyorum ki Dualite var Ezgi’ye. Yani her şey kötü gidiyor. Demek ki her şey iyi de gidebilir ve hatta iyi de gidecek. Bu ikilliliği kabul etmek benim olayla bakış açımı değiştirdi. Çok kötü giden her şeyde duruyorum, düşünüyorum, sakinleşiyorum, meditasyon yapıyorum. O an ne iyi geliyorsa gidip belaya sarılıyorum. Diyor ki Dualite var. Bu da geçecek. Bunun da bir Dualite’si olacak.
Bunun da bir zıttı olacak diyorum ve sakinleşiyorum. Ağzımdan çıkan sözün sihir olduğunu öğrendim. Daha önceki videomuzda bundan bahsetmiştik. Hatırlıyor musunuz? Söz sihirdir demiştim. Evet. Aynı şey geçerli. Ağzımdan çıkan her söz sihir ve hayatımı gerçekleştirdiğim, yaşamak istediğim hayatı gerçekleştirirken ağzımdan çıkan her lafın bu kadar kıymetli olduğunu çocukken bilmiyordum. Ama şunu biliyordum. O videoda da söylemiştim.
Bettua etme. Döner dolaşır sana gelir rezil. O yüzden ağzımdan çıkan her lafa dikkat ederdim. Ama bu kadar etkili olduğumu, hayatımı nasıl yaşamak istediğimi tasarlarken, tasarlamak çok iddialı olabilir, bunu düşünürken ağzımdan çıkan sözlerin ne kadar kıymetli olduğunu fark ettikten sonra gerçekten hayatım değişti. Bazı arkadaşlar çok iddialı şeyler söylediğimi söylüyorlar.
Bence böyle değil. Bence içimizden geçen, ruhumuzdan geçen her şey aslında bize pozitif anlamda etki ediyor ya da negatif anlamda etki ediyor. Ve hayatımızın geri kalan kısmını oluştururken de bizim karşımıza çıkıyor. Sen bunu söylemiştin. Sen böyle olsun istemiştin. Diyor mu hani Allah’tan iste, o senin karşına istediklerini çıkaracak. Sen kötü şeyler istersen, kötü şeyleri hayatına çekersen kötü şeyler tabii ki olacak. Yaşadığımız bazı durumlar da olacak. Burada hemen açmak istiyorum. Hep iyi şeyler olacak değil. Yaşadığımız olumsuz durumları fark edip, o iyi duruma adım atabilmek adına da bazı şeylerin yaşanması lazım. Dolayısıyla hani hep iyi düşün, hep iyi olsun gibi değil. Ama ağzımdan çıkan sözün kıymetini bil ve ağzımdan kötü bir şey çıkarma.
Hayatına gelen herhangi bir olumsuz durum da o kötü sözler senin önüne serilmesin, iyi sözler serilsin, olumsuz durumdan daha kolay çıkabil. Bu benim hayat felsefem, hayata bakışım. Sizinki böyle olmak zorunda değil. Çok keşke demeyi sevmem. Keşkelerle yaşamayı da sevmem. Çocukken de sevmezdim. Ama geç kaldığımı hissettiğim zamanlarım çok oldu. Yani ona geç kaldım, herkes yaptı, ben yapamadım. Yine söylüyorum aile çok zeki, ben salam.
Geç kaldım, yapamadım, olmadı. Bu olumsuz durum. Geç kalmışlık duygusu. Hala zaman zaman yaşadığım ve durup bir dakika üzerine bir düşüneyim deyip orayı dönüştürmeye çalıştığım bir şey. Geç kalmadığımı artık kabul ediyorum. Geç kalmadım. Bu benim için en iyi zaman. Demek ki benim için bu olay şu an olmalı. Onun için o zaman olmalıydı ve oldu.
Onun için en doğru zaman o zamandı. Benim için en doğru zaman bu zaman. Sizin bu videoyu izlediğiniz zaman da muhtemelen en doğru zaman arkadaşlar. Ve farkındalık. Benim bu kanalı açtığımdan beri anlatmaya çalıştığım, hayatınıza dahil etmeye çalıştığım, kendi hayatıma dahil edip sizin hayatınıza dahil etmeye çalıştığım şey farkındalık aslında.
Fark etmek. Benim de hayatımın kara bir dönemi oldu. Çok farkındalı, yüksek bir çocuktan ya da çok olgun bir çocukluktan olgunlukla uçarıldık, kaçırılık arasındaki bir gençlik yıl oldu. Ardından karanlık bir döneme girdim ve bu dönemde aslında kendimin en kötü versiyonunu, en azından şimdiye kadarki en kötü versiyonunu gördüm.
Bu versiyon da arkadaşlar bencil ezgiyi gördüm, mutsuz ezgiyi gördüm, depresyoma girmiş ezgiyi gördüm. Hayatımda ilk defa birilerini kıskandığımı fark ettim. Ne kıskançlık duygusunun ne olduğunu öğrendim. Ve bunların her birini yaşadığımda fark etmiyorsun yani bu duyguların içinde olduğunu fark etmiyorsunuz. Fakat içeriden bir şey, ezgi, ezgi uyan artık, bu sen değilsin, kalk uyan, kendine gel demeye başladı ve ben ya bir şeyleri değiştirmem gerekiyor galiba dedim. Farkındalık sürecim başladı ve bugünkü versiyonum en iyi versiyonum değil, geliştirmeye çalıştım versiyonum ama en kötü versiyonumu fark edip ayağa kalkmak bana çok iyi geldi. Çoğu zaman yaşadığınız duygunun içerisindeyken ne yaşadığınızı fark edemiyorsunuz. O farkındalık sürecinin tam olarak işe yaradığı yer burası. Ben bu yaşıma kadar kendime bunları öğrettim. Okuldan öğrendiklerimi değil, ailemden öğrendiklerimi değil, çevremden öğrendiklerimi değil. Fark edip kendimde geliştirmeye çalıştığım ve geliştirdikçe kendimi daha iyi hissettiğim maddelerim. Tabii ki bundan çok daha fazladır eminim ama bu videoyu çekme kararı aldığımda aklıma gelenler bunlardı ve tık tık tık hemen bunları yazdım. Belki üzerine düşününce çok daha fazla şey çıkabilir. Eminim ki bundan sonraki yaşamımda kendimi öğreteceğim, fark edip geliştireceğim çok şey olacak.
Peki sizin bu yaşınıza kadar kendinize öğrettikleriniz neler? Aşağıya yorumları bekliyorum. Bir sonraki videoda görüşürüz. Kendinize iyi bakın, hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir