Cennetteki Köşkünü Kaptıran Hacının Hikayesi – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=L-qg3vmwlho.
Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler. Ve dahi bizim Yunus’un bir hastaya vardın ise, bir yudum su verdin ise, yarın anda karşı gele hak şarabın içmiş gibi dörtlüğüne iman edenler. Ne demek bu? Yunus Emre’miz Türkçenin süt dişleriyle o kadar güzel söylüyor ki,
bu dünyada birisine yaptığın bir iyilik ahirette dönüp sana misliyle karşı gelecek olandır. Buna sadece iman etmek yetmez. Pek çok şeyde olduğu gibi bunun hakkını da vermeye gayret etmek lazımdır. Çünkü bilmek yetmez, bir de olmak lazım. Çok sevdiğim bir hocamın ifadesiyle söyleyeyim, neleri yapmamız gerektiğini biliyoruz. Peki, aramızda ben bildiğim her şeyi yapabiliyorum, yapıyorum diyen var mı?
Pek çıkmaz. Neleri yapmamamız gerektiğini de biliyoruz. Peki, aramızda ben yapmamam gerektiğini bildiğim her şeyden uzak duruyorum diyebilen var mı? E o da pek çıkmaz. O zaman bilmek ne işe yarıyor? Bilmek seni olmaya götürdüğü vakit bir mana ifade eder. Değilse bilme hocam, kitap yüklü. Dedirtmeyin bana öyle şeyler. Vaktiyle Hacı Hüseyin Ağa isminde bir adam yaşamış. Hacı Hüseyin Ağa zengin bir zat. Malı mülki var. Fukaranın birisi de bir aşr-ı Muharrem’de, yani 10 Muharrem günü ihtiyaç sahibi yüzünü dökmüş, boynunu bükmüş, demiş ki Hacı Hüseyin Ağa’nın bir kapsını çalayım, o beni geri çevirmez. İhtiyaç var. İstemek zordur. İstemek kolay bir şey değildir. Her birimiz hani gün gelip de böyle birinden bir şey istemek durumunda kaldıysak, onun ne kadar zor olduğunu biliriz.
Onun için istemek zorunda kalan birisine zor da bırakmamak lazım. Yani onun böyle boyn bükmesine, mahzun olmasına, yakarmasına falan gerek kalmadan, istedi ya tak diye hemen pat veri vereceksin. İşte bir aşr-ı Muharrem günü, 10 Muharrem’de, o gün geri çevrilmeyeceğini de umarak bir fakir
yüzünü dökmüş, na çağır, Hacı Hüseyin Efendinin kapsını çalmış. Açılmış kapı. Selamun aleyküm Erenler. Oo aleyküm selam Erenlere gönül verenler. Demiş ki Hacı’m bak 10 Muharrem’deyiz, rahmet fevc fevc inmekte. Cenab-ı Hak bu zamanları şöyle met-i Hüsena etti, böyle övdü, şöyle güzel zamanlar,
bu vakitte verilen şöyle kıymetlidir, sen de bir Hacı’sın falan deyince adam keşke Hacı olmayaydım demiş, o kadar kızmış. Yok demiş, ben de bir şey yok hadi bakayım. Göndermiş. Bu burası dönemdir. Hani birisi size gelip bir şey ister, onun isteğini yapabilecek durumunuz olmayabilir. Ama gönlünü alın hiç olmazsa. Yahu gönlünü alacak halde de olmayabilirsiniz ama gönlünü kırmayın hiç olmazsa.
O gönüller kıymetli. Orada kırmamaya gayret etmek lazım. Bir büyüğüm demişti ki insan dostunun yüzünü güldüremeyebilir ama dostuyla ağlamayı başarabilmeli hiç olmazsa. Bu dönemdir. Herkesin derdine derman olamazsın da derdiyle dertlenebilirsin hiç olmazsa. O insan senden razı bir şekilde gider. Hani bazen duruyoruz böyle kırmızı ışıkta duruyorsun, bir tane ihtiyar teyze, hanım teyze hava soğuk filan elinde kağıt mendil onları satıyor.
İnsan hali bazen bu kredi kartı çıktı mertlik bozuldu zaten. Değil mi? Yok para yok üstünde. Şimdi kafayı çevirsen teyze camdan böyle bakıyor sana. Cama açsan verecek para yok filan. Şu açıyorsun camı anne hakkını helal et diyorsun ya. Yani maalesef üstümde yok. Bunu demek durumunda kaldığımda o isteyenlerin pek çoğunun şöyle mukabele ettiğini gördüm. Gözlerinin içi gülerek Allah razı olsun evladım. Teşekkür ederim. Çünkü terslemedik. Hadi oradan başkası versin demedik. Kafamızı çevirip kibirle onu görmezden gelmedik. Cama açtık ve halimizi arz ettik. E böyle olunca neyse. Hacı Hüseyin Efendi böyle biraz da kalayı basınca o Müslüman çok mahzun bir şekilde çıkmış dışarı gidiyor. Hacının da kapı komşusu bir Yahudi.
Yahudi Hacı’nın kapısından dönen adamın böyle mahzun, mükedder halini görünce dikkatini çekmiş. Kardeşim bakar mısın demiş. Buyur diyor. Hayırdır diyor sen böyle bir hüznün var bir bir şey vardı onu halletmeye geldin de sanki halledemedin bunun mahzunluğuyla gider gibisin ne oldu filan deyince adam demiş bana ilişme demiş. Bana karışma. Ben bir Müslümanım. Bir Müslüman kardeşime bir iş için geldim. O da işimi görmedi ama onu sana şikayet edecek değilim. Onun vermediğini senden isteyecek değilim. Ben bir Muhammediyyim. Sana derdimi açmam. Adam demiş ya kardeşim bak seni böyle gördüm ben mahzun oldum nedir mesela bir söylesem belki ben yardımcı olurum. Olmaz demiş. Gerek yok demiş. Bir şey istemiyorum falan. Adam ısrar etmiş samimi bir şekilde. Olur böyle bazen.
Allah birisine bir şey vermeyi murad etti mi onun vesilelerini yaratır halk eder. Yani bir Yahudiye iman nasip edecekse dükkanının önünde otururken mazlum ve mahzun Müslümanın yüzü o Yahudinin dikkatini çeker. Orada dikkatini çektiren kim? Allah ona bir şey bir şey verecek.
Israr edince biraz demiş bir ihtiyacımız vardı onu söyledik de imkanı yokmuş kardeşim veremedi. Ben vereyim demiş. Yok demiş istemem. Ya ben vereyim ne senin ihtiyacın ne? Bugünün parasıyla olsun da bin lira olsun demiş ki bin lira ihtiyacıma ben vereyim demiş sana bin lirayı. İstemem demiş almam. Yahu al bunu demiş bir borç kabul et. Madem bu şekilde almak istemiyorsun.
Ben sana bir borç verdim. Bunun faizinde değilim fazla kazanmasında değilim derdinde değilim hiçbir şey istemiyorum. Ne zaman imkanın olursa getir ve bunu bana ver. Yeter ki böyle mahzun olma. Adam çaresiz istemese de içinden gelmese de Yahudiden bin liraya almış gitmiş. Tabi o gece Allah bazen işleri böyle görür. Rüyalarda acayip şeyler olur. Biz hani bakmayın bilinçaltı, Freudiyen psikoloji, psikanalitik o bu falan böyle değişik şeylerin içinde boğulmuşuz da oralardan bir bir şey çıkarmaya çalışıyoruz rüyalarımız filan. Bir de zaten nefsi mülhimmelere erişemeyenin derler. Gördüğü rüyalar da gün içinde etkilendiği şeylerdir şudur budur filan. Bazen Allah rüyayı sadıka ile bir takım güzellikleri, bir takım halleri, bir takım ikazları vesaire neyse muradı onu bildirir. Hacı Hüseyin Ağa yapmış gece bir rüya görmüş. Rüyasında mahşer günü hesabı kitabı görülmüş Hacı Hüseyin Ağanın cennetliklerden olduğu anlaşılmış. Cennet-i alâya almışlar. İçeride sallanarak yürüyor bir köşk görmüş. Hacı Hüseyin Efendinin köşkü. Bu laf da ne güzeldir ya. Bizim oğlan küçükken soruyordum. Oğlum cennete gidersen Allah’tan ne isteyeceksin? Dondurmadan ev isteyeceğim diyordu. Ne yapacaksın oğlum evi? Yalayarak bitireceğim diyordu filan. Çocuklar istekleri öyle. Allah’u Teala orada verecek. Düşünsene gitmişsin orada yazıyor işte Serdar Tuncer’in köşkü filan. Süzüyorsun ne diyorsun? Bela versin inşallah. Bana seni gerek seni. Niye yazdığımız odur.
Rahat cennetine bizi kabul buyursun. Cemaliyle müşerref eylesin. Niyazımız budur ama biz öyle Yunus’layın erkek değiliz. Bana seni gerek seni. İsteyene ver anları. Ya o bizim haddimiz değil. Yunus olduktan sonra cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç vur isteyene ver anları. Bana seni gerek seni dememek. Ne kadar edebe mugayirse. Yunus olmadan evvel bu ifadeleri bu şekilde söylemek.
Biraz o nisbette edebe aykırıdır. Haddi aşmaktır. Haddi bilmek lazım. Neyse. Hacı Hüseyin köşk yazıyor. Allah bir sevinmiş böyle. Lan düşünsene dünyaya gelişinden gaye bu. Hani uğraşacaksın gayret edeceksin.
Hacı Hüseyin ağı sallanarak köşke girecek olmuş. Biri demiş ki o bir dakika. Hayır olsun demiş. Benim adım yazıyor Hacı Hüseyin benim falan.
Bura demiş dünye kadar senindi. Şimdi demiş burdan senin adını sileceğiz. Bir Yahudi’nin adını yazacağız. Bu köşk onun oldu. Allah uyanmış böyle bir korkuyla. Oradan köşk gitti. Orada bir başkasının oldu. Falan bunda bir iş var. Dünkü olay aklına gelmiş. Aşr-ı Muharrem adam geldi kapıyı çaldı. Benden çıktı benden çıkarken o bizim. Ah buldum demiş.
Banmış Yahudi’ye. Kardeş merhaba merhaba. Dün demiş birisi gelip senden bir şey istedi mi? İstedi demiş ne olacak? Kim demiş geldi ne istedi ne verdin sen ona? Ya işte birisi senin evden çıktı. Bana uğradı. Sordum. Söylemek istemedi. Çok ısrar ettim. Söyledi. İhtiyacı da bin liraymış. Ben de onu verdim. Hemen Hacı Hüseyin ağı cebinden çıkarmış. Al demiş sana bin lira.
Bana borcun falan. Demiş Yahudi. Nasıl demiş bin lira vermedin mi? Ben de bin lira veriyorum. Vermem demiş. Almaz öyle bin lirayla. On bin lira vereyim. Yüz bin lira vereyim. Beş yüz bin lira vereyim. Allah’tan kork. Bin lira verdim ben sana onun karşılığında beş yüz bin lira veriyorum. Vermiyorsun filan diye Hacı debelenirken. Yahudi demiş ki Hacı.
Senin gördüğün rüyayı ben de gördüm. O köşk demiş öyle beş yüz bin lira filan verilecek bir köşk değil. Hiç uğraşma. Şöyle dedin ya Hacı Hüseyin ağabey kalakalmış öyle. Allah demiş beni imanla müşerref kıldı. Ben o rüyayı görünce kalktım ve iman edenlerden oldum. Ben de bir Müslümanım artık. Var git yoluna.
Bak şimdi. Erenler, Erenlere gönül verenler yarın anda karşı gele. Sırrını bilip o sırrın gereğince. Eskiler muqtazasınca derdi ne güzel ifadedir ya. Muqtazasınca, gereğince muqtazasınca. Muqtaza da böyle fonatik bir keyifli bir şey. Muqtazasınca bir güzellik var değil mi? Gereğince. Neyse gereği düşünüldü. O ayrı bir şey ama bunun muqtazasınca hareketi bu başka bir şey. Hayır neyse.
A benim canım. Kıssadan size her birinizin kalbine emanet edeyim ama belki şöylece bağlamak mümkündür. Gönül kırmamak lazım. Gönül yapmaya gayret etmek lazım. Geleni geri çevirmemek lazım. İsteyeni minnet altında bırakmamak lazım. Verirken verdiğimizin bizim olmadığını, onda bizde emanet olarak bulunanın, onun muradı ile bizim elimizle ihsan edilen bir şey olduğunu fark etmek lazım. Ve ahirette her ne işte olacakse orada güzellik manasına, onu biz daha gitmeden buradan gönderdiğimizin farkında olarak bir hayat yaşamak lazım. Ama burada ince bir çizgi var. İhlas hani bir şeyi sadece Allah’a hasrederek yapmaktır derler. Hakkın rızası için yapmak.
Onun yanında herhangi bir yan sebep, başka bir arzu, çok rahmani olduğu düşünülse bile başka bir şey girdiği vakit ihlas zedelenir. Mesela neyi kastediyorum? Şöyle düşünün, Allah yüzünü ahirete dönenlere dünyayı ihsan eder. Ama bunu bildiği için amelle taatle meşgul olmak, ihlasa manidir.
Yani ahirete çalışayım ki dünyam güzelleşsin, iyidir ama eksiktir. İhlası zedeler. Yahut kişinin anne babasına ihsan etmesi, onun üzerindeki rızkın nimetin artmasına vesile olur. Ama anne babama ihsan edeyim ki Allah’ım benim üzerimdeki rızkı artsın düşüncesi, ihlasa manidir.
Yahut bir verirsen diyor işte on, yüz, bin, bire bin, on bin, yüz bin, hadsiz, sınırsız gider. Bir vereyim ki bana da bin gelsin. Ya biz yapsak olur da, azıcık böyle bu işin sırrına agah olanlar yapsalar, hakka ayıp etmiş olurlar. İhlasa manidir. Sadece Allah rızası için güzel bir söz var. Cemil Meriç Atfed diyor herhalde. Diyor ki yaptığı iyiliğe karşı iyilik beklemek tefeciliktir diyor. Tatlı sözdür. İnşallah Mevla bizi de öyle yandan eylesin.
Hani önce yapabilenlerden sonra da yaptığını sadece hakkın rızası için yapabilenlerden eylesin. Niyazımız olur mu?
Allah’ıma eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın