“Kur’an Okuduğum için 2 Defa Tutuklandım” – Hayati İnanç | Derdini Söyle
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=elZuMe1PCG4.
Zehra grubun katkıları ile hazırlanan derdini söyle başlıyor. Eskiler bir de Türkiye’de bir gelenek vardır biliyor musun? Allah bugünümüzü aratmasın. Burada da nasılsın diyorlar. Gözyaşı dökertken bile im diye yanıtlıyorum.
Yani ben senin karşında sözleri söylerken mahcubum aslında. Merhaba Şudem’de şu anda May Mecrayı izleyen, bizi seyretmek için vakit ayıran muhteremler, azizler, size sağlıklar, sıhhatlar diliyorum.
Şu an Hayati Hoca ile beraber yapacağımız sohbetin ilk sunucusu olmanın bir sevinç içindeyim. Anlatılmaz derece bir sevinç içindeyim. Şimdi aklınıza gelen sen kimsin sorusuna siz bana sormadan cevap vereyim. Ben İmran Sadai, Doğu Türkistanlıyım. 4-5 senedir Türkiye’deyim. Türkçeyde okuldayken bir Türk dil edebiyat öğretmenim vardı.
Gökhan Güneş diye buradan selamlar olsun kendisine daima minnettarım. Çanakkale programından önce bana bir Çanakkale şiiri okuyacaksın dedi ve şu adamdan öğrenebilirsin şiir okumanı. Baktım güzel bir sima çok güzel okuyordu şiiri. Dedim bu adam çok güzel okuyormuş ben bunu bir örnek alayım dedim. İşte o günden sonra Serdar abiyi dinliyorum. Git gide Uğur İşrak abileri dinledim. Türkçeyi de böyle öğrendim.
Bugün ilk defa May Mecrada beraber olmak hemhal olmak yüzünü görmek didara nasip oldu yani. Ve burada büyük üstadın karşısında üstada soru sormakta soru sorma şerefini Allah nasip etti. Bizde bir atasöz var ustanın önünde elini çek üstadın önünde dilini çek diyorlar. Şimdi ben derdiğimi anlatarak dilimi çekeceğim. Hocam hoş geldiniz teşekkür ederim.
Yok Allah razı olsun. Alimin yanında dilini Arif’in yanında kalbini tut derler bir de. Bir de o var yani. Sen nasılsın? Hamdolsun hocam ben iyiyim diyebilirim. Güzel öğrenmişsin Türkçeyi aferin. Zaten Türkçe konuşuyorsun hocam Uygur Türkçesi ile. Uygur Türkçesi Türkçe Türkiye Türkçesi için biraz eğitime ihtiyaç varmış ama doğru bir üstad bulmuşsun. İyi yapmışsın. Allah razı olsun. Şiirleri de okuyor musun? Okuyorum hocam hem dinliyorum sizi daha çok dinliyorum yani. Eksik olma. Ne soracaksın? Hocam az önce nasılsın filan iyi dedik yani. Dedi geçtik de evet. Şuna merak ediyorum yani memlekette de nasılsın sorusuyla karşılaşıyordun böyle hep. İyiyim diyorduk orada da kendi dilimiz diye. Yakşı diyoruz biz. Yakşı. Burada da nasılsın diyorlar.
Göz yaşı dökerken bile iyiyim diye yanıtlıyorum. Orada iki kere yakalanmış oldum. Bir kere Kur’an ezberlerken komşu duyucu Çin’e polislere haber verdi. İkinci defada aynı bir usulle aynı şekilde yakalanmış oldum. Ellerim kelepçeli oldu. Kur’an-ı Kerim öğrenirken okurken. Evet. Ağır bir suç oluyor Doğu Türkistan’da. Kelepçe vuruluyor üstelik ödemek.
Evet hocam. Şu anda da orada çok ciddi sıkıntılar var değil mi halen? Var hocam. Allah kolaylıklar versin. Zulüm evet. İşte hocam kelepçe çıktı elimizden. Allah hayırlıla güzel bir şekilde kelepçeler çıkarttı. Ama o günden sonra ruhumun içine bir kelepçe takıldı. Gözlem bir ıstırap var. Göz yaşı dökerken bile nasılsın sorusuna iyiyim cevabını veriyoruz.
Şimdi size şunu soracağım hocam. İnsan nasıl olunca iyi olmuş oluyor. Şimdi hüzünlü iken bile iyiyim desek yalan söylemiş olmuyor muyuz? Ve bu kelepçeyi nasıl çıkartabiliriz hocam ruhumda? Anlamaz ruhuma geçti bilekçem. Biliyor musun o Mısra’ı? Yok hocam siz söyleyin hocam. Ruh’a geçen kelepçe ifadesini senden duyunca acaba dedim şair Necip Fazıl Kısa Kürek merhumun zindandan Mehmed’e mektup isimli şiirinde geçen Mısra’dan mı etkilendin?
Ama görüyorum ki onu bilmiyorsun. Sen kendi duygunu samimi bir biçimde içinden geçtiği gibi ifade ediyorsun. Ruhuma geçti bilekçem. O bilekçe diyor kelepçe manasına. Şimdi iyiyim. Daha güzel söylenişi Elhamdülillah’dır. Yani onun daha güzel söylenişi. Çünkü hamd etmek Allah’a hamd etmek hem üzüntüde hem sevinçte hem belada hem nimette olur. Şükür nimette olur. Yani çok şükür yerine şükürler olsun Rabbime yerine daha üstün daha kıymetli. Elhamdülillah. En güzel cevap şöyle bildirilir.
Elhamdülillahi ala küllihal. Re’udhu billahi min hâli ehlin nâr. Her hale hamd ediyorum. Elhamdülillahi ala küllihal. Sivel küfrü ve dalâle. Küfr ve dalâle tarih her hale hamd olsun. Diye cevap verilir en doğrusu. Yani kısaca Elhamdülillah denilir.
Yani hocam hadise uy gerisini boş ver. Gerisini boş ver. Sen detayını soruyorsun. İyi de yapıyorsun tabi. Ağlıyorum derdim var ama diyorum ki iyiyim. Ben yalan söylemiş oluyor muyum filan. E günahtan korkarız hocam yani. Dünyada iyilik bu kadar oluyor zaten. Yani la râhata fi d-dunya. Dünya denen yerde rahat yok. Yeri burası değil. Öyle bir şey var ama rahat huzur, saadet, mutluluk. Yani diyorsunuz huzuru burada aramayacaksın. Yanlış yerden huzur arıyorsun diyorsun. Yok çünkü yani. Olmayan bir şey ararsan başın ağrır. Üzülürsün yok yere. Hacet yok burada. Huzur ancak güzel insan güzel kul olmakla tadılır. Bütün bunlarla birlikte yine de yeryüzünün en huzurlu insanları iman sahipleridir. İmanı vardır. Rabbini bilir. Gelenin nereden geldiğini bilir. İtiraza lüzum yoktur. Hacet yoktur. Veren bilmektedir. Bize kendimizden bile daha çok merhamet etmektedir. En merhametlidir.
Merhametlilerin en merhametlisidir. Elhamdülillah. Erhamurrahimimidir yani. Bunu bilir. Gözünde yaş da olsa yüzünde tebessüm eksik olmaz. Güzel insan böyle anlatılmış zaten. Sordular güzel insan nasıl olur? Gözünde yaş yüzünde tebessüm. İkisi bir arada olur ya. İkisi bir arada. Gönlünde hüzün yüzünde tebessüm.
Zor değil mi hocam yani? Zor ve güzel. Gece ağlar gündüz güler. Rabbine ağlar, halka güler. Halika ağlar, halka güler. Tebessüm eder güzel insan. Ona bakan ferahlar. Onunla oturup kalkan, onunla vakit geçiren rahatlar.
Huzur bulur. Nefes alır. Özler. Yani ondan ayrı kaldığı zaman güzel insan bir de öyle tarif edilmiş. Özlenir, aranır. Ah nerede denir. Şikayet edersen ne olacak? Yani diyelim sızlandı şikayet ettin olur ya. Bunun neticesi ne?
Düşmanı sevindirmekten başka hiçbir neticesi yok. Düşman dediğim şeytan, nefis. Sadece düşmanı sevindirmiş olursun. O yüzden sorulduğu zaman, daha kötü durumda olanları da düşünerek ve hatırlayarak, değil mi? Şu anda senin bulunduğun durumda olmak isteyen milyarlar var yeryüzünde.
Belki üzüntülerin var. Olabilir, her insanın var. Ama senin gibi olmak isteyen, senin bulunduğun pozisyonda olmak isteyen, milyarlarca insan var. O bakımdan her hale hamdolsun. Elhamdülillahi ala küllihal. İstisnası süvel küfrü ve dalal. Küfrü ve dalale tarih. Bunun dışında her hale hamdolsun. Cenab-ı Peygamber, mümine şaşıdır buyurdular, aleyhisselatü vesselam. Ayağına diken batsa, sabreder, sevap kazanır. Gül koklasa, şükreder, sevap kazanır. Bela gelse de, nimet gelse de o hep kazanır. Ya sabrederek ya şükrederek hep kazanır. Tamamı da hamd etmektir. Zaten öyle başlamıyor mu? Elhamdülillahi rabbil ala külliyah. Oradan başlıyor. Hamd ile başlıyor. O yüzden samimi bir biçimde, gönül huzuruyla, elhamdülillah efendim, iyiyim. Eskilerde Türkiye’de bir gelenek vardır. Nasılsın sualine? Şöyle bir cevap verilir. Gelenekten gelir. Tabii İslam terbiyesi altında gelişmiş bir gelenektir bu. Allah bu günümüzü aratmasın.
Olur ki, Allah göstermesin insan bu günü arar. Ebubekir Sıddık hazretleri ne diyor? Çok günlerim oldu, ağladım. Sonra ağladığım ağladım. Ağladığımı ağladın. Muhtemelen. O gün ağladığına üzülüp ağlıyorsun. Meğer sana acı gelen bir nimetmiş, bir güzellikmiş, bir müjdeymiş. Ama imtihan sırrına binaen, senin yaşındaki Anadolu’da, Türkiye’deki gençlerimize imtihan dersek, ağır gelebilir, sınav yani. Sınav sebebiyle bir acıyla geliyor. Acı gibi geliyor. Böyle bir kekre. Ama nimet aslında. Gelen bela nimetin habercisi, müjdecisi, ambalajı. Onu öyle anlamak lazım. O takdirde insan mutlu olur, huzurlu olur. Rabbiyle arası iyi olur. Mesele de odur. Önemli olan o. Allah ilahayı rüzelt kardeşim ya. Boş ver. İnsanlar sana ne yapacak, ne kâr, ne zarar, hiçbir şey yapamazlar. Cenab-ı Hak dilemedikçe, sana kimsene bir iyilik yapabilir,
ne bir kötülük yapabilir. O halde sen Allah ilahayı rüzelt. Şimdi bir soru vardı. Şimdi bunu dinlerken, şimdi yine şimdi kadar bunu yine sormak istiyorum. Sormak istiyorum. Şimdi bir soru sorayım da sizdeki hazineleri merak ediyorum. Bir aşk acısı var yani bir insan bir aşk acısı çeker mesele. Ona şairler işte Mecnun çöle düştü diye Mecnun’un çöle düştüğünü anlatmış. Ferhat’ın dağları kazıdığını anlatmış. Şimdi bir de hocam bizim çektiğimiz bir vatan acısı var yani. Şimdi bana soruyorlar bazen. Memleketinde neler oluyor? Nasıl bir zulümler var? Neler çektiğimi diye soruyorlar. Şimdi böyle bir soruyla karşılaşınca, hikaye nereden başlayacağını, hangi olaydan bahsetmem gerektiğini, nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
Ama bu konuların işte tam bu anda bir yerde tükeneceği ve tükeneceği bir yerin var olduğunu anlıyorum. Böyle bir anda hocam hangi lisanla derdimizi anlatacağız hocam? Ah, ah. Elbette gönül diliyle yani insanın derdini anlatabileceği birilerinin olması büyük nimet, büyük fırsat, dost olması, içini dökebileceği, onu anlayacak birilerinin olması. Çekmeyen bilmez. Yani ben senin karşında bu sözleri söylerken mahcubum aslında. Estağfurullah. Yaşadıklarımızı yaşamadık. Uzaktan duyduk. Halbuki yeryüzündeki belki acıların en büyüklerinden biri bu yani.
Vatan acısı, hürriyet acısı. Bak biraz önce ne güzel işareti de verdin bize aslında. Cenab-ı Hak hepimizi anlamayı nasip etsin. Kur’an-ı Kerim okuyorsun diye takip oluyor, kelepçe oluyor bilmem ne.
Hürriyet içinde yaşadığımız ülkemizde ise dinini öğrenmekte bir gevşeklik var. Her nimet gibi bu da elden çıkmayınca kıymeti bilinmiyor. Allah göstermesin. Allah bizi rahmetiyle terbiye etsin. Sen anlatmaya, göstermeye, işaret vermeye devam et. Hocam… Güzel söylüyorsun yani sızlanmadan, şikayet etmeden söylüyorsun. Anlayan olur, nasibi olan olur. Anlatmaya devam et. Hocam, aşk gazetesi çekenlere şairler işte şeyden aşk, yaramdan hoşem, yaramdan el çek tabip filan demiş. Tam söyleyelim şunu.
Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip kılma derman kim, helâ kim, zehri dermanındadır. Evet, onu diyorsun. O zaman biz böyle diyemezsek işte, Niyazi Müsri gibi biz de bir devasız derde düştüm, ah ki lokman bir haber diye… Allah Allah….öyle mi geçeceğiz yani bize atan hasreti yaşayanlara şairler ne demiş, bize bir şey dememiş mi hocam?
Edemez olurlar mı hiç? Yani yine Osmanlı hudutları içinde kalmış olmasına rağmen gurbette olan bir şairimiz aklıma ilk o geldiği için söylüyorum. İzzet Molla Merhum 19. yüzyıl başları. Keşan’a gidiyor. Yani çektiği gurbet İstanbul’dan şöyle 250-300 km kadar uzak bir yerde.
Öyle bir gurbet. Vatandan kalmadı Ahmet Şüt Eyler Ah’dan gayrı ne ol mehru’dan aldım bir haber hâlâ ne gönlümden. Vatandan diyor, gelen giden kalmadı diyor, Ah’dan başka. Vatanı özlüyorum ama oradan sadece Ah geliyor. O ay yüzlüden, o sevgiliden de bir haber almadım, gönlümden de. Tabii demin dediğim gibi tatmayanın bilmediği bir şey bu vatan hasreti. Senin gibi çok daha çetin bir şekilde bu hasreti yaşayan vatanı elinden alınan büyük şair Bahtiyar ve Hapzade’yi herhalde bilirsin. Şair nasıl yetişir dediler de ona, en sevdiğini elinden alacaksın. Benim vatanımı aldılar dedi. Allah vermesin. Çok zor bir durum inşallah. Tabii bizim teselliğimiz var, Rabbimiz var. İmtihan sırrıdır, zalim zulmü ile, mazlum çektiği zulüm ile imtihan edilir. Perde indiği zaman herkes neyin ne ettiğini görür. Zalimlere mehlul olması matlubu ilahi, bir demde yıkar alemi mazlumların ahı. Diyor bir şairimizde, sırrı paşa, giritli sırrı paşa. Yani ne diyor?
Bir mazlumun ahıyla yer yerinden oynar da, gök kubbe çöker de, imtihan sırrına binaen zalimlere bir süre verilmiştir. İlahi irade bu yöndedir de ondan zalimlere mehlul olmasa matlubu ilahi,
onlara süre verilmezse eğer irade edilmiş olmasa, bir demde yıkar alemi mazlumların ahı. Mazlumun ahı, alemi yıkardı. Dünyanın hali bu fakat her şeyin bir hesabı var. Herkes aslında kendi yuvasını yapıyor, kendi makamını inşa ediyor.
Mahcup çıkmayız inşallah. Allah’ın sebebini olsun hocam. Mahcup çıkmayız inşallah. Korktuğum o. Birkaç gün önce hocam sizin bir sohbetinizi dinledim, YouTube’dan. Orada dediniz ki, o cümle kurduktan sonra biraz üzüldüm. Dedim mutlaka bir gün nasip olursa, bir gün May Mecray geleceğimi bilmiyordum. Siten soru sorma fırsatın nasip olacağından bir haber dedim. Dedim ki Hayati Hoca’ya bunu soracağım dedim. Aşkta kavuşma yoktur dediniz hocam. Evet.
Şimdi bir vatan aşkımız var. Orada kalan akrabalarımıza doğuştan aşığız, dedem, nenem, gülen hepsi orada. Şimdi aşkta kavuşma yoktan yola çıkarak sen kavuşamazsın mı diyorsun? Oraya gidilmez, yok. Kavuşma yoktur aşkta dediğimiz. Sultan Fatih Merhum’un bir şiirinin izahıydı o ki sadece o değil bütün şairlerimiz aşağı yukarı aynı şeyi söylemişlerdir. İlahi aşktır bahis mevzu olan Allah aşkıdır. Ve Allah-u Teala’ya ait olan, dair olan her şey gibi bu da insanı aşar. Yani ona kavuşmak değil, ona yönelmek, ona kavuşmaya çalışmak, o yolda gitmektir bize düşen. Yani mahluk hâlıkâ nasıl kavuşabilir öyle bir şey yok. Ama budur yani o yolda olmaktır, onun rızasına talip olmaktır, onun sevgisine kavuşmaktır mesela. Yani en ileri seviyede, en üst makamda, bu mecazi aşkların hepsinin üstünde olan ilahi aşk anlatılırken söylenmiş bir şeydir. Aşk imkânsız derler ya hani aşk imkânsız denilen şeydir o. Aşk bir vasıtadır, bir binittir, bizi götürür. Kendisi değil maksat kulluktur, maksat kulluktur. Aşk bizi kulluğa, abdiyete götürmek için var.
Bizi pişirmek, olgunlaştırmak, yetiştirmek, kirden pastan arındırmak, bizi temizlemek için var. Aşkın kıymeti o. Yani onda orada boğulup kalmamak lazım. Geçilecek bir yerdir, o sayede hani derler ya odun yanar kül olur, adam yanar kul olur. Yani aşk bizi kul etmek için. Yani diyorsun bir ateşin var, yan temizden diyorsun.
Yan temizden yani yanmak iyidir. Yanıp yakılmak kavuşmanın müjdecisidir. Ağlamak, göz yaşı, hasret çekmek müjdedir. Evet doğru güzel ama burada hocam şimdi bir de beşerilere olan bir aşkımız var. Bak onu bilmem. Umut bunun neresinde hocam? Bak işte onu bilmem. O zaman senin işin zor. Teorik bir şey mi soruyorsun, başında böyle bir iş mi var? Nasıl yani? Başında bir beşeri aşk var da onu mu soruyorsun? Yok hocam şöyle mesela 21 Aralık dünyanın en uzun gecesi diyor. Evet. 21 Aralığı bitirdikten sonra yaşadığımız, geçirdiğimiz geceler de bazen öyle bir özürüz ki vatanımız, çocukluğumuzun geçtiği yerleri, akrabalarımızı, mesela dedemi, nenemi. Ayrıca geçirdiğim 21 Aralığın sonurasındaki gecelerin herhangi bir tanesi öyle 21 Aralıktan 21 bin taneye denk geliyor. Öyledir. Şairimiz öyle demiş. Şebyelda derler değil mi buna? Şebyelda ne demek? En uzun gece. Evet.
Şebyelda’yı müneccimle muvakkıt ne bilir? Müptelayı gama sor kim, geceler kaç saat? Uzun gecenin ne demek olduğunu müneccimlere sorma sen. Astronomlara falan sorma onlar bilmez diyor. Vakit alimlerine sorma bilmezler diyor. Dert ehline sor, gam ehline sor, hasret çekene sor ki geceler kaç saat?
Tabii bunu yaşayanlarsınız sizler. Bütün aile, efrada orada mı? Anne babam burada, akrabalarım memleket. Memleketteler. Yine o 4-5 sene oldu geleli siz. Evet bir haber falan iletişim yok yani. Sen bize dua et ya. Sen bize dua et. Garibin duası. Garip olan garip olur. Duymuş muydun? Yok. Garip.
Tefsirini sizden dinlemek güzeldir hocam. Gaynla yazılıyor. Duymuş olsam da evet demem yani. Garip, garip, gayn harfiyle. Garip kafla yazılıyor. Garip olan yani gurbetli olan, garip olan, kimsesiz olan, boynu bükük olan, gözü yaşlı olan. Garip olur, yakın olur. Yakın olur. Garip olan Allah’a yakın olur.
Bak yine biraz önce bana hatırlattığın Necip Fazıl Kısa Kürak merhumun şehrinde, aynı şehrinde, garip pencere küçük daracık, dünyaya kapalı Allah’a açık diyerek anlatıyor. Dediği ne peki ne anlamamız lazım. Garip olanın duası kabul’e yakındır. Herkes tarafından belki, belki acınıyordur kim bilir, acıyan vardır.
Izdırab içindedir. Vatandan ayrı, sevdiklerinden ayrı. Ama o bir şey istese, ellerini açıp bir şey istese, çevrilmez öyle geri, kolay kolay geri çevrilmez. Zaten hadisi şerifte yine Efendimiz aleyhisselam, dünyada garip gibi ol, yolcu gibi ol veya yolcu gibi ol ve kendini kabir ehlinden say buyurmaktadır mealen.
كُنْ فِي الدُّنْيَا كَ اَنَّكَ غَرِيبٌ اَوْ عَوَبِرِ سَبِيلٍ وَعُدَّ نَفْسَكَ مِنْ اَسْحَابِ الْقُبُورِ Büyük bir imkandır yani. İnsanoğlu neyi istiyorsa aslında ondan mahrum olması kendisine nimet de çoğu kere farkına varmıyor. Gurbete düşmeyi istemez belki insan değil mi? Kimse istemez yani. Beşer olduğumuz içindir.
Fakir olmayı istemez. Hani illet küllet zillet dediğimiz şey bunları istemez. Ama böyle kavuşur aslında. Bunlar ona ilaçtır, şifadır, nimettir. Hastalıkta şifa vardır buyruluyor Hz. Peygamber. Hastalığı kim ister? Ama şifa vardır onda. Dert, derdine derman vardır. Duaları kabul olur, güzel kul olur, kalbi incelir, gözü yaşarır.
İnsanoğlu enteresan bir mahluk. İhtiyaçsızlık, azgınlığa sebep olur. Siz o bakımdan çok kritik bir durumdasınız. Büyük imkan sahibisiniz. Büyük imtihandasınız. Maşallah diyorum ya sen bize dua et yani. Sen bize dua et. Bu işler göründüğü gibi değil.
Adamı iyi görüyorsun, mutlu görüyorsun ama hadd-i zatında makbul değil. Puan-ı rüşük yani. Öbür taraftan boynu mükük gör. Saçı sakalı dağılmış çok kimse var. Kapılardan kovulurlar. Bir şey için yemin etseler Allah onların yeminini boşa çıkarmaz. İstediğini verir diyor başka hadisi şerifte. Yani işte durumunuz odur.
Üzüldüğün, kırıldığın, illet, kıllet ve zilletten birine ya da birkaçına maruz kaldığın durumda bilmelisin ki kapı açıktır. Sen ellerini aç ya Rabbi de. Garipleştikçe Allah’a garipleşiyorsun. Gecelerin uzun olunca gündüzlerin daha parlak olur diyorsunuz. Sen şimdi anlamıyor gibi yapıyorsun ama aslında bunlar… Yok hocam buradan çıkartıyorum. Arapça’yla şey ne kadar ünsiyetin?
Öğrenmedin özel olarak öğrenmedin ama tanıdık. Evet bir abir öğrenmiştim diyelim Dursul Logat filan. Efendim? Arapça’nın abir seviyesini öğrenmiştim. Öyle mi? Nerede öğrendin orada burada mı? Orada memleket hafızlık yaparken öğrendim. Hafızlığı bitirdin mi? Evet hocam. Ne kadar zamanda? 6 senedir bitirdim hocam. Maşallah. Bildiğin diller neler? Türkiye Türkçesi 1. Uygur Türkçesi 1. Uygur Türkçesi 2. Arapça’yı bir Yolcu Sövyede. Evet.
Orada Çince ile karşılaşır mısınız? Çince ile karşılaşıyorduk. Anlar mısın mesela konuşursa? Yok hocam anlamıyorum. Onları nefret eden o dönemlerde memleketteyken Çince’yi kavramamıştım. Çince’ye edinmemiştim yani. Zorlu hayat yaşayanların çok şey öğrenebildiklerini görüyoruz. Sana benzer bir durumu. Özbekistan’dan gelen senden 15-20 yaş daha büyük, hikayesiz sana benzeyen bir dostum. 5 dil biliyordu. Çok merak ettim. Sebebi bu. Yani zor şartlar altında oluyor ne oluyorsa. Çocuk İngilizce biliyor, Farsça biliyor, ne bileyim efendim, Özbekçe biliyor, Türkiye Türkçesi, Sularsaliler gibi. İşte o sürünme vaziyeti var. Hocam bazen düşünüyorum.
Senden ibret azım. Bizdeki Türkiye’deki Akra’nın gençler. Buraya gelirken çektiğim zorluklardan biri de dil konusu oldu. Şimdi Uygur Türkçesi ile konuşuyor musun? Birbirine yakın Türkçe ama tarihi bir dönemde bir yakınlığı var. Ama yeni bir yerlerden ayrı bir dil gibi davranmamız lazım. Biraz klasik, edibiyat etsizi dinlerken sizin okuduğunuz gazellere… Sen beni ne zaman dinlemeye başladın? Sorma sahip.
Dönlere sahip hocam. Türkiye’ye geldikten bir sene sonra… Yani aşağı yukarı üç dört yıldır biliyoruz. O da sizinle şöyle tanıştım YouTube’da. Önce Serdar abinin şiirleriyle tanıştım. Sonra Serdar abinin şiirlerini izlerken, Hayati İnanç ile Şiir Muhabbeti dedi. Ben adınıza merak ettim. Yoksa bir sürü şiir muhabbetler var diye üstü dedim. Hayati İnanç. Şimdi de Hayati kelimesinde başka bir lezzet var bir kelime. Kelimeye bakınca bir tadı var.
Bir de İnanç. Merak ettiğim yeri. Kimdir dedim. Açtım. Acayip bir muhabbet oldu hocam. Aslında benim derdim de bir anlık o şiirin, sizin okuduğunuz şiirlerde, o muhabbette bir tecelli etti. İşte o günden sonra dinliyorum, dinliyorum yani. Anlıyorsun das belli. Öğrenmek için gerekirse lugat karıştırıyorsun herhalde. Ama diyorum yani, keşke diyorum dillerimiz bu kadar değişmemiş olsaydı. Mesela sizin de Doğu Türkistan’da yetişen aydınların, şairlerin gazellerini sizin dilinizden keşke duyabilseydim diye. İşte lisan meselesi o kadar önemli işte. O yüzden yani bu ortak dil ortadan kalkınca, sanki ayrı dillermiş gibi, apayrı alemlere mensupmuş gibi, aitmiş gibi hissedince, ortak değerler kayboluyor. Tanışmak zaman alıyor.
Yani kapı bir Azerbaycan’daki akrabamızla, dostlarımızla, kardeşlerimizle tanışmamız 80 yıla mal oldu yani. Zannettik ki, apayrı bir şeydir, hiç ilgisi yoktur. Halbuki bir fırsat hasıl oldu da işte sınırlar açıldı, duvarlar yıkıldı. Karşı karşıya geldik. Meğer kardeş, akraba…
Şimdi özel bir soru da olmak istiyorum, merak ettim. Doğu Türkistan’ın şu şehrine bir gitseydim, gezseydim dediğiniz oldu mu? Erdoğu Türkistan’a gideceksiniz hangi… Baştan başa gezmek isterim, gidebilmek isterim. Bilmiyorum bu yaştan sonra öyle bir fırsatım olur mu, imkan olur mu bilmiyorum ama çok arzu ederim doğrusu. Senin tavsiyen ne olacak? Bilhassa nereye gideyim ilk seferinde, bulduğum ilk fırsatta. Dileğim şu hocam, siz gezerken beraber yolcunuz olacak.
Tamam, neresinde ilk olarak? Kaşgar’da. Kaşgar’da, evet. Medeniyetin beşerinden. Ben de Kaşgar’da onluyum. Ondan diyorum. Hocam, şimdi insanın… Kaşgarlı Mahmut değil mi o divan-ı lukat-ı tutuş. Evet. İnsanın insana çare olamadığı, insanlarla beraber olup da kendine bir şifap olamadığı, şifa bulamadığı, dermanını bulamadığı bir dönemde adam olmak gerçekten zor bir şeymiş. Birazcık da hissettim ya yaşın pek ileri olmasa da, adam olmanın ne kadar güç, özellikle bu dönemde öyle bir şey olduğunu. Peki hangi yol bizi hocam gerçek adamla götürecek? Hangi yoldan gitsek? Doğru yoldasın.
Bana öyle zor sorular sorma ya. Doğru yoldasın. Sen benim vasiyet ettiğim kitapları duydun gördün mü? Evet hocam. Gördün mü? Web sayfamda. Evet, evet hocam. Yani başlangıç noktası olarak orada bir iki temel eser var, temel klasik eserler var. Zaten uzak olmadığını görüyorum, hissediyorum ama şöyle bir gözden geçirmek,
bu hayati inanç meseleleri anlatan, hayati inançın vasiyeti neymiş gözüyle bir bakmak, sana da akranına da, sevdiklerimize de dinleyenlerimize de tavsiye edeceğim, vasiyet edeceğim bir şey. Arasalara bizim aramızda konuşulan bir kelime var yani kendi arkadaşlarımız, aynı durumu, aynı acıyı yaşayan arkadaşlar diyoruz yani, senin derdin ne? Yani ortak dertten ayrı bir derdin var mı? Maksimum şeyiyle soruyoruz yani.
Aşağı yukarı, sen sorunu unutma, seninle akran biriyle fakültede karşılaştım, hukuk tahsil yaptım ben, 77-84 arası İstanbul’daydım. Yemek kuyruğundayız, böyle gençler yemeğe giderken hani bir yarım saat filan kuyrukta vakit geçirmeniz gerekiyor,
her türlü laf havalarda uçuşuyor tabi sohbet ortamı artık o, can sıkıntısını gidermek için herkes konuşuyor. Dedim ya senin yaşında biriydi, ben de aynı yaştaydım aşağı yukarı, çok neşeli göründü, kıpır kıpır, böyle yerinde duramıyor çocuk. Birisi ona sokuldu, pırılda pırılda bir Türkçesi var,
ben de kadar Türkiye Türkçesi hiç anlamamıştım öyle dışarıdan gelmiş olabileceğini. Maşallah çok neşelisin dedi ona, o da Arapça bir beytle cevap verdi. Hayret ettim, Türkçesi bu kadar temiz ama Arapçası da öyle, şıkır şıkır bir de Arapçası var. Okuduğu beyt şu idi, sonradan öğrendim, Mütenebbi isimli bir Arap şairinin çok meşhur bir beytiymiş.
Beyt şu, la tehsebu raksi beynekum taraban, fettayru yarkosunet buham minel elemi. Tabi dikkat kesildim, hemen yanına sokuldum, defterimi çıkardım, şunu bir daha söyle dedim, yazmaya çalıştım pek de beceremedim, ona yazdırdım Arapça orijinalini, kendinize kendim yazdım, manasını sordum, meğer dediği şuymuş, hani dediler ya çok neşelisin falan, şiirde şöyle diyor, beni aranızda oynuyor görünce neşeli zannetmeyin, keyfimden oynamıyorum, kafası kesilen kuş gibi elemden çırpınıyor. Allah Allah, şaire bakar mısın?
Yani hakikaten bir kuşun kafasını kessen, bir de uzaktan baksan, böyle oynuyor falan, ne kadar keyifli dersin, benim oynayışım kafası kesilen kuşun çırpınışı gibidir diyor. Yani tabaçta sorduğun soru neydi? Üzüntülü olduğum halde, gözlerim yaşlı olduğu halde, iyiyim diyorum hocam, de iyi mi demeyim? Yani de tabi canım, de.
Çünkü hakikaten iyiyiz yani. Neden biliyor musun? Dert çekenler, zulme uğrayanlar, hastalık çekenler, bunun karşılığında mahşerde öyle şeylere kavuşurlar ki, Allah indinde öyle şeylere kavuşurlar ki,
haber verdiler, birçokları mahşer yerinde özürlü olanlara imrenerek bakar, ah dünyada keşke benim de böyle bir derdim olsaydı der. Çünkü Allah-u Teala böyle dertler verdiği mümin kuluna orada hesapta, yani tabir çok kritik ama adeta özür diler gibi davranır. Onu sorguya özür diler gibi çeker.
Seyredenler de derler ki mutluluk zannettiğidik dünyada, para kazanmayı, başarılı olmayı, ne bileyim mutlu olmayı, ah biz de keşke öyle olsaydık, ızdırap çekmiş olsaydık da burada bu muamele bize de nasip olsaydı derler diyor. Bir başka şair de Farsça olarak, ”Berkıra der hırmanım merdüm temâşâ kârda est, anki pin dâretki hâli merdümü dünya hoş est.” diyor, sahip, Tebrizli. Şu coğrafyaya bak ya, İstanbul’dayız, şöyle bir bakıyorsun, Tebriz orada, Kaşgar orada, buhara Semerkand. Sana tepeden baktım İstanbul demiş, şair bizi burada tepeden Kaşgar’a bir taraftan Tebriz’e. Böyle bir coğrafyada da bölük pörçük birbirimizden habersiz, kardeşlerinden uzak mahrum, hatta senin gibi daha da akrabasına bile kavuşamayan biçimde. Allah Allah, okuduğum şiirinde, Farsça şiirinde sahip diyor ki, ”Uzaktan bakarsın birilerini görürsün, ateşin etrafında dönüp duruyorlar, ne keyif adamlar kamp yapıyor.” dersin. Yaklaşınca anlarsın ki, harmanı yanmış da adam söndürmek için dönüyor, mahcup olursun, teşhid hükümlü olma diyor. Biraz önceki Arap şairinin dediği gibi, ”Kafası kesilen kuş gibi şırpınıyorum, sen de bana diyorsun ki ne güzel oynadı.” falan. Yani hocam buradan sen çok kritik bir yerdesin, şikayet edersen, kaybedersin. Allah göstermesin, tabi. En azından kazanmazsın, kazançtan kaybedersin.
Yani bu çok güzel bir durum. Allah’tan istemeli, dua ederek istemeli, ne kapılar açar, bin kapıyı kapar, bin kapıyı açar. O bakımdan sabırlı olmalı, mütevekkil olmalı, tevekkülü yar etmek mi demiştin demin? Tevekkülü kendime yar etmem demiştim. İzah et bakayım. Dost ettin de mütevekkülü kendine etmelisin yani. Evet en güzelliğini yar ettim diye düşünüyorum. Güzel yok, güzel söz. Bugün hocam sizinle sohbet ederken ben istediğimden, düşündüğümden daha fazlasını aldım. Allah razı olsun, teşekkür ediyorum. Soruna mani olmuştum. Aklımda ise sor. Varsa soracağım bir şey sor. Hocam cevabını aldım, çok teşekkür ediyorum. İyi tamam. Fazlasıyla aldım. Buradan ekranın karşısından seyircilerle beraber şunu diyorum. Sizinle ikinci defa tekrar bir sohbet etmek, sohbet etmeye Allah nasip etsin. Amin inşallah.
Allah razı olsun hocam. Sen de bizi duada unutma olmaz mı? Bak şimdi… Ustanın çırağına duası makbul derler. Sizin duanıza daha muhtacım hocam. Tamam da şimdi sen dua et, peki de bakayım. Nasıl dua edeceğini ben sana peşin söyleyeyim de. Buyurun hocam. Bilhassa iki şey. İman selameti ve şehitlik. İkisinin özeti pratik, ölürken gülsün.
O o demek yani. Tamam mı? Çok teşekkür ederim. Bir muhabbeti de… Senle sohbet güzeldi. Allah razı olsun. ZEHRA GURUBUN KADKILARIYLA HAZIRLANAN DERDİNİ SÖYLE SONA ERDİ
İlk Yorumu Siz Yapın