Çinli ve Rum Ressam | Mesnevi’den Hikayeler 8. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=OVX5c3zZ2bw.
… Evet sevgili dostlar. Sağlık ve muhabbet içerisinde yine bizi bir araya getiren Mevla’ya şükürler olsun.
Şu son zamanlarda yaşadığımız hadise aynen bir rüya gibi. Bir görünen yüzü var bir de görünmeyen. Dersler çıkarmak gerek. Bu gece uykuda gördüğüm bir mana. Ne ben yorabildim ne de yoran var. Erenler bir nişan dikmiş meydana. Ne ben vurabildim ne de yoran var. Yunus Emre Mevlana Şeyh Sadişi Razi Hacı Bayramı Veli gibi tasavvuf büyüklerinin mısralarında. Tıpkı biraz önce okuduğum aşık seyraninin beytinde olduğu gibi. Gördüğümüz ve anladığımız bir alem ile.
Görmediğimiz ve anlamadığımız bir alemden bahsedilir. Okuduğumuz ayetlerde, dinlediğimiz hikaye ve beytlerde birçok kez batıni ve zahiri. Yani açık ve gizli manalardan bahsedildiğini görüp duymuşsunuzdur. Peki nedir batıni ve zahiri manalar? Anlaması zor, Arapça iki kelime mi? Yahut inancın özü ve temeli iki kavram mı? Gelin bu konuda sözün ve mananın ustası Hz. Mevlana’ya ve bu konudaki hikayesine kulak verelim. Efendim eski zamanlarda Rum ve Çinli ressamlar
Çinli ressamlar zanaatlarıyla nam salmış ve kendi aralarında bir yarışa girmişlerdi. Çinli ressamlar en iyi resme ve nakışı biz yaparız iddiasında bulundular. Rum ressamlar da hayır bu konularda bizim üstümüze kimse yoktur. Ustalığımız da resmimiz de daha üstündür dediler. Bu konudaki manaların bu iddiaları kendi aralarında rekabete ve nihayetinde sözlü sataşmalara dönüştü. Her iki tarafında sanatının ünü ve iddiaları adaletiyle bilinen padişahın kulağına gitti. Padişah bir taraftan hangi tarafın daha iyi olduğunu merak ederken, diğer taraftan da tebası olan bu iki halkın birbiriyle sürtüşmesini istemiyordu.
Padişahın nedenle çözüm bulmak istedi. Nihayetinde iki tarafı da çağırdı. Her iki milletin zanaatkârlığını ve eserlerindeki zerafetini duydum. Hanginizin sanatının daha iyi olduğunu anlamak için sizleri imtihan etmek istiyorum. Bakalım hangi taraf iddiasında haklı çıkacak? Göreceğiz dedi. Resamlar, padişahın bu teklifini kabul ettiler ve yarışma için hazırlıklara başladılar. İki tarafta ne yapacağını kendi aralarında uzun uzun tartıştıktan sonra, nihayetinde padişahın huzuruna geldiler. Resamlar bize bir salon verin, her grup kendi bölmesinde sanatını ve hünerini göstersin.
Bunun da padişah gelip ortaya çıkan eseri değerlendirsin dediler. Ortadan perde ile ikiye ayrılmış kocaman bir salon tahsis edildi. Resamlar salonun bu ayrılmış bölümlerinde çalışmalarına devam ettiler. Salonun yarısında Çinli sanatkârlar, diğer yarısında da Rum sanatkârlar çalışacaktı.
Her iki milletin sanatçıları da hararetle resimlerini yapmaya başladılar.
Padişah da ülkenin geri kalanı da heyecan ve merakla ressamların ne yapacağını beklemeye başladı.
Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu kırgür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senin işte. Ne diye bu direnme böyle? Ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık? Ne diye? Hepimiz bir tek olgun kişiyiz, bir tek. Ne diye böyle şaşı olmuşuz? Ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikisi de. Peki kutlu ne, kutsuz ne? Hepimiz bir tek inciyiz, bir tek. Başımızda tek, aklımızda tek. Ne diye iki görür olup kalmışız?
İki büklüm gök kubbenin altında, ne diye? Çinli ve Rum sanatçılar, Padişah’ın sarayında özenle resimlerini çizmeye devam ediyorlardı.
Çinli ressamlar, Padişah’tan yüz çeşit boya istediler. Padişah hazinesini sanatkarların emrine verdi. Çinlilerin istediği boya malzemeleri her sabah kendilerine getirildi. Sanatkarlar da bütün titizlikleriyle bu boyalarla çeşitli resimler ve süsler yaptılar. Nakışlar işlediler.
Rum ülkesinin ressamları ise pas giderilmeden boya bir işe yaramaz, resim yapılmaz diyerek her tarafı güzelce cilaladılar, parlattılar. Bütün duvarlar gökyüzü gibi sade ve temiz oldu. Ressamlar resimlerini yapıp bitirdiler. Kendilerine çok güveniyorlardı.
Çinç ve neşeden eğlenceler düzenlediler. Ressamların resimlerinin bitirildiği Padişah’a haber verildi. Padişah önce Çinli ressamların çalışma yaptığı kısma geldi. Resim ve nakışlara baktı. Çinlilerin yaptığı resimler, harikulade bir sanatkârlığın eseriydi. Her bir nakış en ince detayına kadar güzeldi.
Padişah Çinli ressamların resimlerindeki incelik ve güzelliğe hayran oldu. Padişah onlara dönerek, hakikaten de insanların sanatınıza övgüleri yersiz değilmiş.
Yaptığınız her şey ayrı bir güzel ve bu güzellik karşısında hayran kalmamak mümkün değil dedi. Çinli ressamların yanından takdir hisleriyle ayrılan Padişah, Rum ressamların çalıştığı bölmeye geçti. Padişah odaya geçtiğinde, odanın duvarlarının tamamen boş olduğunu gördü.
Padişahın gördükleri karşısında hayreti sinire, siniri hiddetli bir sese dönüştü. Siz benimle alay mı ediyorsunuz? On gündür resim yapıyoruz diye odaya kapandınız. Ustalarımdan türlü türlü boyalar, aletler istediniz. Hani nerede yaptığınız resim diye köpürdü.
Rum ressamların ustası araya girdi. Hemen hiddetlenmeyin Padişah’ım. Bu evrende seni de beni de yaratan Allah’ın yarattığı nice bilinmez sırlar vardır. Bu sırları görmek ve bilmek için sabır gerekir. Az sabrederseniz biz de size yaptığımız eseri göstereceğiz dedi.
Ve Rum ressamlar iki bölme arasındaki perdeyi kaldırdılar. Çinli ressamların onca boya ile günlerce emek vererek yapmış olduğu resimler……salonun bu bölmesinin celalanarak parlatılmış duvarlarına yansıdı. Duvarlara yansıyan resimler izleyen de bir rüyanın içindeymiş gibi canlı ve güzel görünen bir his uyandırdı. Öyle ki Çinli ressamların odasındaki resimler bile bu kadar güzel görünmüyordu. Padişah tekrar ve tekrar her iki resme baktı. Rum ressamların çalışma yaptıkları oda Çinli ressamların odasından çok daha güzel görünüyor……ve insanı türlü hayallere sürüklüyordu.
Rum ressamlara dönerek eskiler zanaatkâr Allah’ın yarattığı âlemi……gönül gözüyle görüp onun işaretlerini simgelerle kalbimize ulaştıran kutlu kişiler demiş. Siz bana bu sözün ne kadar doğru ve anlamlı olduğunu öğrettiniz. Kesinlikle sizin sanatınızdaki incelik ve mana Çinli ressamların sanatından üstündür dedi.
Ve Rum ressamların daha iyi sanatçılar olduğunu cümle âleme ilan etti.
Böylece Rum ressamlar iddialarında haklı çıktılar ve imtihanı kazandılar.
Efendim büyük Üstad Hazreti Mevlana Mesnevî’sinde durumu bu şekilde anlatmış. Bu hikayenin anlam ve derinliğini ise ehlinden öğrenelim. Efendim Hazreti Mevlana’nın Mesnevî şerifindeki kısallardan nice hisseler çıkacağı malum.
Fakat bu meşhur Çinli ve Rumi yani Anadolu’lu nakkaşların önerlerini sergilemeleriyle ilgili……hikayenin ilk bakmakıştaki kısası kalp temizliği. Yani bir şahane nakış ama o nakışın çok cilalı her türlü kirden, girintiden ve çıkıntıdan temizlenmiş……ayna gibi olmuş bir satıhta aksetmesi çok daha yüksek yani.
Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini görmeye baş gözü yetmez. Baş gözü sadece manzara sevilir. Gönül gözünün açılması lazım. Gönül gözünün açılması kalp temizliği ile olur.
İşte Rum ustalar yani Anadolu’lu bugünkü Rum değil. Duvarın her türlü girinti ve çıkıntısını ve kirini pasını arındırdıkları için…
…Çinlilerin nakışları oraya daha parlak, daha yüksek, daha güzel bir şekilde aksetti. Bu daha güzel olduğu için değil, göze daha güzel gözüktüğü için. İşte bizim Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini, feyizlerini, norlarını gönlümüzden aksettirebilmek için……kalp temizliğine yani nefis terbiyesine ihtiyacımız var. Malum Mesnevi Şerif’in pek çok nüssaları vardır. Ve üstelik de birtakım memleketlere göre değişen haller de vardır. Mesela Hint Müslümanlarının bugün okumakta oldukları Mesnevi Şerif bizim bildiğimiz Mesnevi’den çok daha fazladır. Çünkü araya ve sonuna pek çok beytler ilave edilmiş.
Bizim Orta Asya’daki Manas Destanımızın devamlı ilave beytlerle büyümesi gibi. Ama Selçuklu dönemi nüssalarında rastlanmayan fakat daha sonra Osmanlı dönemi nüssalarında rastlanan bir beyt vardır Mesnevi Şerif’te.
Kabe, bünyadı Halili Azar’est. Dil, nazargâhı Celili Ekber’est. Kabe, Azer oğlu İbrahim Aleyhisselam’ın inşa ettiği bir binadır. Amin. Ama gönül celil olan Allah’ın nazar ettiği, tecelli ettiği yerdir. Gönül temizliği onun için böyledir.
Mesela nasıl buyruluyor Konyalı Şem’i Hazretleri, sürçükar ayarı dilden ta tecelli ede hak, Padişah Konmas Sarayı’ya hane mamur olmadan kalp evi temiz olmalı ki hak tecelli etsin.
Fakat bununla bitmiyor. Bir küçücük şey ilave edeyim müsaadenizle. Bu beytlerin olduğu bölümde Hazreti Mevlana, Rumi nakkaşların niçin temizlik yaptıklarını bir sembolü anlatıyor.
Padişah’a cevap verirlerken diyorlar ki, Rumi an sofiyanent ey peder, bi zı tekrarı kitabu bi öner. Onlar Padişah’a hitaben, peder diye hitap ettiler. Çünkü burada Hazreti Mevlana başka bir ders daha veriyor.
Ders içinde ders. Devlet başkanı baba gibidir. Hem korur hem her türlü ihtiyacık giderir. Ve şefkat gösterir. Onun için Padişah’a peder diye hitap ediyorlar.
Diyorlar ki, bir kısım insanlar vardır ki onlar sufidir ve o sufiler işittiklerini hıfz etmek, ezberlemek için tekrarlamaktan ve çok çok kitap okumaktan beridirler, müstakni deyirler.
Onlar görünüşte hünersiz ve marifetsizdirler. Ama kalp temizliği ile Cenab-ı Hakk’ın bütün feyizlerini elde ederler. Bir başka son söz. Allah insana kitaptan değil, insandan tecelli eder.
Hazreti Pir bunu söylüyor.
Burada bulduk.
Ne? Sen ne? Ne? Ne? Ne? Ne? Ne? Ne? Ne? Ne? Ne?
Evet sevgili dostlar, ruha şifa Mesnevi’den de bugünlük bu kadar. Aman ha, sağlıkla muhabbetle kalın.
Bahar çok yakında. www.feyyaz.tv
İlk Yorumu Siz Yapın