Deniz salyaları neden Marmara Denizi’ne akın etti? | Teke Tek Bilim – 23 Mayıs 2021
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=_OB-0WbnUYA.
Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek Tek İyi akşamlar, iyi geceler değerli izleyiciler. Tek Tek Bilim’e hoş geldiniz. Tek Tek Bilim’de bu akşam ne konuşacağız derseniz Marmara Denizi’nin kirliliği konuşacağız. Kirlilik mi değil miyim? Belki takip ediyorsunuz.
Son günlerde medyada bazı haberler yalılıyor. Marmara Denizi’nde müslüaj oluşumlarıyla ilgili olarak müslüaj nedir? Birazdan anlatacağız. Bunlar aslında ben çocukken de vardı, yıllardan beri var. Ama bu kez yoğunluğunda ve derinliğinde bir artış var. Bu neye değer ediliyor? Marmara Denizi’nin direkt kirleniyor mu, yaşanmaz hâlemi geliyor? Pek yakında Marmara Denizi’ni kaybedecek miyiz? Bütün bunlar bu sorular kafaları meşgul ediyor.
Ve o yüzden de bu akşam Marmara Denizi’ndeki bu müslüajı ve tabi çevremizdeki bütün denizlerdeki kirlilik meselesini ele alacağız. Bu kirete asılmaya bağlı, bizim kiretmemizden bağlı, neye bağlı? Bütün bunlardan bahsedeceğiz. Çok değerli konuklarım var. Profesör Doktor Mustafa Sarı Bandırma 17 Yüzyıl Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim üyesi. Doçen Doktor Çolpan Polat Bekend, çevre ve deniz bilimci ve profesör doktor Neslihan Özderece, İstanbul Üniversitesi FEM Fakültesi Hidriyobiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı. Hoş geldiniz hocam. Sağ olun. İyi ki geldiniz. Teşekkür ediyoruz geldiğiniz için. Bu arada birazdan mail atmaya başlarsanız ben size atmadan söyleyeyim. Maske takmıyorum bugün. Evet takmıyorum. Tehlike geçtiği için değil. Aşılıyım. Sürdeki konuklarım da aşılı. Arada yeterince de mesaj var. O yüzden takmıyorum. Yoksa maske takmanın gereksiz olduğu yolunda bir saçma inancı kapılmadın. Tehlikinin geçtiği yolundaki
ahmakça inancı da kapılmadım. Bu hastalığın hala çok önemli ve çok bulaşıcı ve toplum sağlığı çok tehditci olduğu konusunda fikrimde en ufak bir değişiklik yok. Bütün dezenfektanlarım da salgın ilk gününden beri olduğu gibi burada sadece akıllı olduğum için korunuyorum. Ahmak olanlar korunmamaya devam edebilirler. Ama yakınlarını kaybettikleri zaman veya hastaneye yattıkları zaman veya boğazından içeri bir boru sokularak entüve ettikleri zaman ya bu Fatih haklıymış. Keşke dinleseydik demek zorunda kalmazlar diye düşünerek hemen başlayalım. Nereden başladım hocam? Sizden başlayalım. Müsilaj nedir bize bir anlatınmasın? Yani çok herkes bütün internette, gazetelerde eee müsilaj, müsilaj, müsilaj ama vatandaş müsilajın ne olduğunu tam olarak bilmiyor olabilir. Bunun bilimsel açıdan müsilaj nedir bize bir özetler misiniz? Tabii ki eee müsilaj aslında yeni değil. 17. yüzyıldan beri
Müsliyetik Denizi’nden bildiriliyor. Şu an gözlemlemiş olabiliriz ama daha önce de bizim sularımızda gözlemlenmişti. Vardı. Bu tek yüceli canlılar her zaman müsilaj da yapabilir. Kimisinin doğal bir yaşam ortamı da aynı zamanda tatlı sularda özellikle. Tatlı sularda da müsilaj olur mu? Görsel açıdan böyle değil ama onlar bazı türler ortamdaki şartlara kendini korumak için müsilajlı kitle içerisinde kümeli olarak yaşayan türler de vardır. Yine başladık müsilaj ne? Peki müsilaj şöyle söyleyelim eee dünya denizlerinde her yerde görülebilen besin ağı üzerinde etkileri olabilen bakterilerle birlikte fitopilankton dediğimiz tek yüceli canlıların değişen ortam şartlarına verdikleri yanıt aslında ve bir nevi hüce içi salgılarını dışarı salma hali. Bunlar
mı yoksa planktonlar mı müsilajla sebebiyetli? Yoksa planktonlarla bakterilerin bir araya gelmesini müsilaj yaratıyor. Şimdi normalde bakteriler daha fazla müsilaj salma yetenekleri var. Hem hüce içinden dışarı salabilir hem de hüce zarında da müsilaj oluşumları gözlenebilir. Ama şu an tek yüceli canlılardan başta diatom dediğimiz bu fitopilankton grubu içerisinde
üretici olan halka da diatomlar müsilaj üretebiliyorlar. Müsilaj nasıl Müsilaj bunun bir salgısı mı yani? Evet stokrazmik bir salgı, glikoz polisi evet polis akgari. Bu nedenle de yapışıcı olduğu için bu kümelenmeyi meydana getiriyor. Aynı zamanda içerisinde bir miktar protein ve yağ da var. Protein de su ile birleşince köpüklenmeye sebep oluyor. Ortam aslında kozmik bir yapı. Sudaki organik madde, askıda katı madde, değişik partiküller var. Bunlar da bu yapı içerisine geliyor. Bu mukoza gibi yapıya dahil oluyorlar? Dahil oluyor ve büyük bir kitle haline geliyor. Aslında normalde baktığımız zaman biz hiçbir zaman sonbahar dönemlerinde evet fitopilankton patlardı. İkinci pik derdik biz ona. Daha küçük bir pik olurdu. Ama bu iklimsel değişikliklerin etkisiyle birlikte suların da ısınması sonbaharda da yüksek sevedi bir pikle gözlemliyoruz. Ama ilk bahardaki pik şu anda görmekte olduğumuz evet aynen. Bu normalde marmara denizi için özellikle sikletonama costatum dediğimiz bir türümüz var. Onun aşırı artışıyla bu normalde olurdu. Bu kadar uzun sürmezdi. Beni soracağım bu şimdi ben çocukken sandalıda gezerken veya işte marmara denizinde denizde dolaşırken yelkenliğiyle şunla bununla hep görürdük. Yani Kadıköy sahinde olurdu daha açıklarda da olurdu ne bileyim Florya sahilinin tarafında da olurdu ama bu denli yoğun olmazdı ve çok ender görülürdü. Şimdi ise daha kalıcı mı oldu bunlar yani daha uzun mu sürüyor? E ister birkaç gün içinde dağılır giderdi sanki. Bunlar dağılır mı yoksa bize mi öyle gelirdi o zamanlar? Şöyle şimdi bu canlılar çok küçük canlılar ve yaşam ömürleri çok kısa. Yani iki üç hafta gibi bir yaşam ömürleri var. Hayatta kalabilmek için de çok hızlı bir şekilde üretim yeteneği kazandırmışlar. Hemeşeyle, hemeşeysiz her yönlü üremeye sahipler ve sayıca çoğalma içgüdüsündeler. Öyle dış faktörler var ki aslında bu da
bu ortamda uzun süre kalmasına sebep olan başta bunların besinini oluşturan azot, fosfor gibi besin, besiyecelemet dediğimiz maddelerin ortamda miktarları çok önemli. Bunların birbirlerine oranları çok önemli. İşlerinden bir tanesinin limitleyici olmasıyla bu olay müsülaj salma olayı çok önemli.
Müsülaj salma olayı artabiliyor da. Sıcaklık çok çok önemli. Sıcaklık arttıkça da artıyor ki Marmara Denizi’nden eskilere göre baktığımızda bir iki üç derecelik bir artışımız var. Bu da bu türlerin üremesini sağlıyor. pH’da değişiklikler var. Çünkü karbondiyoksit miktarı arttıkça pH azalıyor. pH’ın düşmesi hem… Asidikten baza mı dönüyor su?
Asidikleşiyor. Asidikleşiyor ve bu da kalsiyum karbonatlı, bünyesinde kalsiyum karbonatı olan canlılarında kavkılarının erimesine sebep oluyor. Süreç aslında çok kompleks bir süreç. Belki çöl tozları bile bu süreçte etken oldu. Çünkü içindeki demir oranı var. Demir ve fosfor var. Demir bu canlıların nütrient devri
dediğimiz azot devrinde özellikle katalizör rol alıyor. Yani tek yüceli suyun içinde bu azot döngüsünü yaparken, örneğin suda azot var. Diatomlar asla azotu direkt olarak öyle almazlar. Nitit olacak bakterilerin etkisiyle. Sonra o tekrar bakterilerin etkisiyle nitrata dönecek. Nitrat olduktan sonra alacak. O evrede demir de
katalizör olarak işin içine giriyor. Belki sahra tozları da bu nefis. Etkileri bu süreci belki biraz daha uzak olacak olabilir. Ve son aylarda şu sahrada bu çamur yağmurları aslında. Aynen. Hepimiz biliyorsunuz uzun bir süredir evlerimizdeyiz. Yoğun deterjan kullanımımızda oldu. Evsel atıkların, fosfor yükle atıkların bu alana girişi de söz konusu. Ama Marmara Denizi şöyle baktığımız zaman büyük bir yüzey alanına sahip bir deniz ve atmosferik çökelmelere de savunmasız bir durumda. Karadeniz’de Akdeniz arasında bir deniz Karadeniz’den yoğun Tuna nehrinin etkileriyle birlikte gelen bir azot fosfor yükü de var. O da uzun bir süre. Ya turanın kirliliği geliyor. Aynı şekilde. Aslında bu canlılar için ortam sağlanmış durumda. Besinini oluşturan azot fosfor var. Işık yeterli seviyede. Kış dönemi yoğun yağışlarla birlikte tarımsal alanlardan gübreler geldi. Azot açısından yoğun. Işık da ikbarla birlikte onlara eşlik etti. Bu canlılar da bu şekilde bulüm dediğimiz patlama olaylarını meydana girerler. Peki hocam şimdi bir şey mi merak ettim. Bu boğaz da senede birkaç kere boğazın hangi değişir böyle? Turquazımsı, mavim, siyeşli, çok güzel bir renk kadar. Ve biz de ona aa ne güzel oldu boğaz Fandiriz. Aslında o Marmara için kötü bir şey değil mi? O buradaki bu plankton artışını göstermiyor mu? Aslında şöyle şimdi kamuoyunda şöyle bir yanlış algıda oluşsun istemem. Bu tek yüceli canlılar suya oksijen verdiği gibi çünkü sudaki karbondioksitini alarak fotosentezi yaparak oksijen üretir. Ya bunlar bitki özelliğindeler. Evet tabi. Bitkisel organizmalar kloroplastlarında fotosentezi yaparlar. Organik madde hem oluştururlar, üretirler. Böylece diğer canlılar içinde besin kaynağı olurlar. Hem üretici besin piramidinin en altında bulunurlar hem de oksijen vererek hem suya hem de şu an soluduğumuz, havadaki oksijenin belki de yarısının üretici olmaları açısından çok önemli. Bizim boğazda gördüğümüz kokolitofor dediğimiz bir grubun artışıyla olan bir renklenme durumu. O da o canlının o dönem belki kendisi için uygun ortam şartlarında ürettiği bir durum. Ya bu zarar verici bir şey değil. Hayır yani şöyle her şeyin aşırısı zarar. Bu canlılar yürüyecek ki oksijen meydana gelecek. Daha sonra solunum da yapacak bunlar. Karanlık reaksyonda solunum döneminde de organik madde parçalanıyor, karbondioksit çıkıyor ve aynı süreçte bakteriler de işin içine girerek karbondioksit açığa çıkartacak. Bu dengede ne zaman oksijen üretimi daha fazla olursa bu her zaman için bizim için tabii ki iyi denge halinde. Ama aşırısı olduğu takdirde şu aşamada sorun olur. Mesela müsilejin ilk gözlemlendiği anda emin eminim ki ortamda çok yüksek oksijen vardı. Çünkü bu canlılar aşırı çoğaldığında ortama
oksijen verdi. Biz belki o an ölçüm yaptığımızda aaa çok güzel saturi oksijen baya su temiz de diyebilirdik. Ama ilerleyen aşamalarında bu canlıların ölüp iki üç hafta dibe inmeleri, bakteriyel ayrışma, oradan oksijenin çekilmesi değişik aerobik bakterilerin işte işleyen celleriyle açığa çıkan değişik gazlar hepsi sürece
tabii kötüleştirmeyi. Yani şunu anlayabilir miyiz? Yüzeyde bir oksijen üretimi ve yüzeyde bir canlılık sağlıyorlar. Ama ölüp çöktükten sonra denizin dibinde yaşamı aslında yok ediyorlar. Yani Karadeniz’in dibi de bu şekilde yok oldu aslında marmuranın dibi de bu şekilde yok olmaya doğru gidiyor bir yandan da. Evet, şöyle de düşünebiliriz. Benthik bölgede yani deniz diplerinde bu organik maddeler oradaki canlılar içinde besin kaynağıdır aynı zamanda. Ve
karbon döngüsü dediğimiz ya da azot döngüsü fosfor döngüsüyle bu su içerisinde yenilenir. Yani tekrar tekrar kullanılabilir durumda. Yani olması gerekiyor hatta belli dönemlerde mesela Marmara Denizi’nde yaz dönemi bir ara tabakalaşma olur, karışımlar olmaz. Aslında kış dönemi karışımlarının olduğu dönem o dipteki nutriyankça zengin suların yukarı gelmesi de iyi. Çünkü o dönem bakteriler orada artık ayrıştılar. Yukarıda bulunan tek yüceli fitopilantronik organizmaların dipten gelen ayrışmış olan tekrar inorganik Peki hocam, şimdi o zaman ben bir şey soracağım. Benim bildiğim kadarıyla yanlış bir yola alabilirim düzeltebilirsiniz. Ancak uzmanlarla konuşmadan bildiğim kadarıyla Marmara Denizi’nde o dikine döngü çok fazla yok. Marmara’nın yüzeyinde 50 metreye
kadar bildiğim kadarıyla bir döngü var ama onun dibine çöken dönmüyor. O yüzden de dipteki yaşamın yenilenme ve dediğiniz olma olasılığı çok zayıf hatta yok. Aynen. Daha derin tabakalar için evet öyle. Benim de kastledim o yani derin tabakalarda yaşam sunuyor. Yoksa yüzeyde evet bu döngü var. Lodos’ta bu biraz daha artıyor bildiğim kadarıyla yine Lodos dönemlerinde ama yine de o kadar ok aşağıya kadar gitmiyor. Çok nadir evet. Mustafa hocam siz daha araziyi de
arazilerken deniz arazisinden başladınız. Daha sahayı da biliyorsunuz. Şu andaki Marmara’daki durum ne? Görüntü bize ne veriyor? Ne anlatıyor? Bu hocamın dediği gibi normale yakın bir durum mu yoksa bir alarm zili çalmak zorunda mı? Yani hemen en son söyleyeceğimizi en başta söyleyerek başlayalım. Şu anda müsilaj oranı çok yüksek. Yani Marmara Denizi’nin her tarafında ortalarında. Ben şimdi
Bandırma’dan geldim. Osman Gazi Köprüsü’nden geçerken İzmit Körfezi’nin üzeri neredeyse tamamen kaplı. Erdek Körfezi tamamen kaplanmış vaziyette. Bandırma’dan şeyye kadar Bayramdere Boğaz’a yani Mudanya Körfezi’nin yakınlarına kadar kaplı. Mudanya Körfezi kaplı. Adalar bölgesi Marmara Adalar Takımı’nın etrafı yine İstanbul Boğazının çıkışında Prens Adaları’nın etrafında
ve açıklarda da çok yoğun şekilde müsilaj var. Ama esas tehlike bu görünen değil. Bu görünen olayın en son aşaması. Üst tabakası. Üst tabaka. Yani bunlar hocam ne güzel anlattılar. Yani parçalandı. Şey yaptı bunlar. Çoğaldılar, ürediler. Sonra bunların içerisinde bakteriler ve diğer organizmalar kümelendi. Ve bunların bir kısmı öldü.
Bu ölüp parçalananlar yukarı çıktılar. Yüzde bizim gördüğümüz köpük halinde birikmiş olan şeyler bunlar. Bu parçalanmış en son aşamaya gelmiş olanlar. Ama esasında denizin altında faaliyet devam ediyor. Geçen hafta dört gün yoğun şekilde bir Poyraz oldu. Fırtınaya dönüşmedi ama iyi Poyraz este. Sahillerdeki etrafta gördüğümüz bütün müsilaj da tertemiz oldu. Parçalandı ve
kayboldu. Yani bu dalgalı denizde parçalanan bir şey aslında. Tabii. Köpük gibi düşünelim bunu. Ama yani öbür rüzgar durdu, Poyraz durdu. Sadece Poyraz’ın durmasından 8 saat sonra kıyılarda yukarı doğru çıkmalar başladı. Şu anda gördüğümüz manzarası çıktı. Neden? Çünkü aşağıda üretim devam ediyor. Şimdi biz
müsilaj… Hocam bu görüntüleri kullanacak mısınız? Bize güzel görüntü yapayım müsilajleri. Evet orada arkadaşlar zaman zaman veriyorlar. Bunu anlatabilir misin mesela? Şimdi efendim suyun altı üstünden daha felaket durumda. Sıfırdan 30 metreye kadarki durum bu. Suyun içinde böyle kümeler halinde. Sümükçi dokular var. Bunların bazıları şurada gördüğümüz gibi kümeleniyorlar. Kümelenenler ağırlaşıyor. Ağırlaşanlar dibe çöküyor. Bakın burada şu anda bir sarı mercan üzerine çökmüş olan müsilajı görüyoruz. Normalde Çöktüğü zaman mercini öldürüyor mu orada? Şu andaki durum henüz ölme yok. Ama bu devam ederse, bu süreç devam ederse ölmeler görülebilir. Bu çok tehlikeli olur. Dolayısıyla suyun altı üstünden berbat durumda Fatih Bey. Biz Kasım ayında bundan
haberdar olduk. Çünkü ben sürekli balıkçılarla birlikteyim. Balıkçılar ağalarını attıklarında eğer müsilaj oluşumu başladıysa o ağaların gözleri müsilajda kaplanıyor. Müsilajda kaplandığı için ağa çekemiyorlar. Ağır bir de o kadar yani. Tabii tabii. Ağanın içinden eriyip gitmiyor. Su şey yapmıyor. Gözlerden su geçip gidemiyor. Gözleri kapatıyor. Dolayısıyla ağınızın büyüklüğü ne kadar? O kadar da yoğun bir şey aslında bu. Yoğunluğu az ama suyu suyun geçmesini ağanın içinden engellediği için su dolu ağınızın içine ve kaldıramıyorsunuz. Çekemiyorsunuz, kaldıramıyorsunuz. Kasım ayından beri balıkçılar bundan şikayetçiler. Ocak ayında Neslihan hocamla konuşmuştuk. Dedik ki Şubat ayının başında bir çalıştığı yapıp da bunu ele alalım. Fakat bir takım pandemi koşulları nedeniyle gerçekleştiremedik bunu. Lakin bu yeni değil. Biz şu anda en sonunu görüyoruz. Neden bu kadar yoğun? Yani doğal mı? Evet. Bu ilk baharda parlayan güreş ışığından ve yağmurlardan şundan bundan değil, bu Kasım’dan beri var bu. Kasım’dan beri var. Ocak ayının sonundan itibaren yoğunlaştı ve Marmara denizindeki balıkçıların büyük bir kısmı paydos etti. Adamlar hep zarar ettiler. Ocak ayından beri balıkçıların sayısını unuttuğum kadar çok bununla ilgili konuştum. Yani bu balıkçılara bir çare bulalım. Bu adamlar iflas edecekler. Çünkü adam ona göre bir hazırlık yaptı. Çalışamadı ocak ayından beri. Marmara’da balıkçılığı bitirdi bu iş. Şu an bu sene için aynen yüzeydeki balıkçılar değil ama daha böyle küçük balıkçılık yapanlar büyük oranda neredeyse iflas edecek noktaya geldiler. Şimdi peki bu doğal mı? Bu kadar yoğun olması doğal mı? Müslüman, hocam çok güzel ifade ettiler, müslüman bir doğal süreç. Ama bu kadar yoğun olması doğal değil. Neden? Kaç metreye kadar iner bu müslüman? 30 metreye kadar şu anda. Dalgıç arkadaşlarımız şu anda görüntüleri Serjo Ekşihan çekiyor Büyükada’da. Fotoğrafları Ateş Evirgen, Tarım Bakanlığından izin aldık bir izleme çalışması kapsamında. Bu sabah yine daldı arkadaşlarım. Durumu aynı, hiç değişiklik yok.
Evet bakın göz gözü görmüyor burada. Yani 30 metreye kadar şimdi bu ilk oluştuğunda 5 metreden 15 metreye kadarlık bir arada oluşmuştu. Kasım, Aralık ayında böyleydi. Gittikçe genişledi. Gittikçe genişledi. Şu anda sıfırdan başlıyor, yüzeyden başlıyor. 30 metreye kadar çok yoğun şekilde şey devam ediyor. Müsilaj oluşumu devam ediyor. Ve büyük kümeler oluşmaya başladı. Burada da görüyoruz bazı büyük kümeleri.
Bu kümeler… Büyük kümelerken mesela boyut ne? 1 kilometre, 1 kilometre. Yani insan boyu kadar. Tek bir tanesinin boyu. Kümelenmiş şekilde bir dalgıçsınız aşağıda. Ne kadar bir alana yayılıyor bunlar? Şu anda Marmara Denizi’nin her tarafında, yüzeyde 0.30 metre aralığında, yani 1000 metre derinliğin ilk 30 metresinde de var. Yoğunlukları farklı olmak koşuluyla. Ama kıyısal bölgelerde daha fazla. Neden?
Bir sürü faktör, bir sürü etken sayabiliriz. Bunu tetikleyen faktörler olarak. Ama 3 tane başlık halkında toplarsak, anlamamız kolaylaşacak. Birincisi müsilajın oluşabilmesi için, bu yoğunlukta oluşabilmesi için sıcaklıkların, ortalama sıcaklığın üstünde olması gerekiyor. Deniz suyu sıcaklıklarına. Bu deniz suyu sıcaklıkları uydularla sürekli takip ediliyor. NOAA verileri var. Ve İspanya’da bir merkez var. Bunlar sürekli Akdeniz Havzası’nın günlük olarak yüzey sıcaklığı haritalarını üretiyorlar. Elimizde bin dokuz yüz seksen iki yılından bugüne kadarki olan günlük sıcaklık verileri var. Ortalama verileri. Onu Çopan hocamdan alırız birazdan hepsini. Evet. Bunları verdiğimiz zaman, bu sıcaklık verilerini dikkate aldığımız zaman Akdeniz Havzası’nın iki buçuk derece civarında o kırk yıllık veriye göre sıcaklığının yüksek olduğunu görüyoruz. SSD dediğimiz. Bu iklim değişikliği mi yoksa dönemsel bir değişikliği? Iklim değişikliğinin işareti neden? Çünkü günlük sıcaklık anomallarına baktığımızda bin dokuz yüz doksan dokuzdan beri hep artış trendinde olduğunu görüyoruz. Trend bin dokuz yüz seksen üçten iki bin yirmi bire kadarki verilere baktığımızda trend hep yükselen durumda devam ediyor. Bazı yıllar düşer, bazı yıllar yükselir. Ama trend yükseliyor. Demek ki ortalama sıcaklık yüksek. Iki iki buçuk derece yüksek.
Marmara Denizi bu şeyden en çok etkilenen. Neden? Orijinal yapısı gereği olarak. Hocam biraz sonra Çolpan Hoca daha ayrıntılı anlatır. Marmara Denizi aslında bizim bu denizleri anlatırken Cemal Saydam hocamız çok güzel ifade ederdi. Aslımlı bir çocuk gibi değerlendirirdi Marmara Denizi’ni. Çünkü Marmara Denizi, Karadeniz’de Akdeniz’in arasına sıkışmış vaziyette. İki tane
dar boğazda nefes almaya çalışıyor. Evet. İki tane dar boğazda nefes almaya çalışıyor. Yüzeyden 25 metrelik derinlikte Karadeniz’den gelen sular var. Az yoğun, tuzluluğu az, soğuk ama besince zengin, organik maddeci zengin. 25 metrenin altında ortalama rakamlar söylüyoruz. Bunlar mesimlere göre değişir. 25 metrenin altında Akdeniz’in bin de otuz sekiz tuzluluktaki sıcak, yoğun, ağır ama besince
fakir suları var. Ve bu iki tabaka karışmıyor birbirine. Bu ikisinin arasında bir, yine balıkçıların tabiriyle söyleyeyim. Yani kanal suyu var hocam burada der balıkçılar. Kanal suyu dedikleri su Akdeniz’in suları. Kristal tabaka var dedikleri yerde. Pikniklin tabakası. Yani bu iki katmanı birbirinden ayıran bir şey var. Ara bölge var. Bu ara bölge ikisinin birbiriyle sürekli şeyini engelliyor. Dikey karışımları engelliyor. Artı normal denizlerde kış aylarında yüzeyde Marmara denizinde sıcaklık on derece ise on sekiz yirmi metreye indiğiniz zaman sıcaklık birden on dört, on dört buçuk dereceye çıkar. Neden? Çünkü aşağıda Akdeniz suyu var. Peki bu durum bütün denizlerde aynı mı? Hayır. Diğer denizlerde dört dereceye düşer. Artı dört santigrat derece dört buçuk santigrat dereceye düşer. Bu yüzden
Marmara deniz aslında çift taraflı biz şimdi yüzeydeki sıcaklıktan bahsediyoruz. Ama Atlas okyanusu ile bağlantılı Akdeniz bütün okyanuslarda bu yükselme söz konusu. Sadece Akdeniz havzasında değil bu kadar yüksek değil belki ama Akdeniz havzasında çok yüksek şu anda. Anomali çok yüksek iki buçuk derecelik bir farklılık var. Bu farklılık iklimsel bir değişiklik. Dolayısıyla iklim değişikliği
müsilaj oluşumunun arkasındaki ana motor güçlerden birisi diye değerlendirebiliriz. Sirkülasyonlar, karışımlar yüzeyle dip arasındaki karışımlar, yatay efendim akıntılar bunların da iklimsel değişimden etkilendiğini görüyoruz. İkinci faktör de okey. Üçüncü olarak da ortamda besin tuzları gerekiyor. Hocam biraz önce ifade ettiler azot,
soru başta olmak üzere. Besin tuzları gerekiyor. Bu besin tuzları besin nereden gelecek? Marmara Denizi’nin çevresinde 25 milyon insan yaşıyor. Sabahleyin hepimiz kalktık sifonu çektik. Nereye gitti? Marmara Denizi’ne gitti. Ama efendim bunlar arıtılıyor. Üzgünüm arıtılmıyor. Doğru düzgün arıtılmıyor. Marmara’nın tamatı için söylüyoruz. Şimdi hani dinleyen, izleyen belediye başkanlarımız diyecek ki benim arıtma tesisim saat gibi çalışıyor. Kağıt üstünde saat gibi çalışıyordur sevgili başkanım. Ama deniz öyle söylemiyor. Bir de kaldı ki bazı yerlerde biz çok ciddi şekilde arıtma, hiç arıtmadan denize veriyoruz. Ben bandırmada yaşıyorum. Bandırmanın bir arıtma tesisi yok. Erdek bir turizm bölgesi, arıtma tesisi yok. Bütün adıkları topluyoruz. Bir yerde sıvılaştırıyoruz. Bir pompeyle iki kilometre ileriye denizin dibine basıyoruz. Adı derin deniz deşarjı. Efendim derin deniz deşarjı bir çaresizliğin sonucunda yapılan bir şey. Eğer gerçekten derin deniz deşarjı yapacaksak bu adıkları önce artacağız. Sonra seyrelmiş olarak deşarj edilecek noktaya kadar getireceğiz su kirliliği direktiflerine göre. Ondan sonra denize derin deşarja vereceğiz ki o bölgeyi çok fazla etkilemesin. İşte 25 milyon insanın adıkları
bu buraya gidiyor. Peki endüstri? Türkiye’nin endüstrisinin yarısı Marmara Denizi’nin çevresinde. Onların adıkları nereye gidiyor? Efendim hepsinin paket arıtması var. Kutsal dosyalarımız var bizim Fatih Bey. Yani bugün bir kamu kurumuna gider, siz şunu denetlediniz mi diye sorarsanız size şöyle bir dosya çıkarırlar. Yıl 365 gün 700 günlük denetleme belgesi gösterirler size. Deniz öyle söylemiyor. Ben kutsal dosyalardan bahsetmiyorum. Yani bu sanayi tesislerinin adıkları derelere geliyor. Yüreğiniz yetiyorsa gelin bir tane dereye birlikte gidelim. Tersini iddia eden varsa birlikte yüzümüzü yıkayalım. Benim böyle bir cesaretim yok. O kadar gözümü karartmadım. Akılsız değilim o kadar. Zehir akıyor derece. Yani sıcaklık yüksek, dikey ve yatay karışımlarda sorun var.
Üçüncü olarak da bütün bu bölgedeki tarımsal faaliyetler sonucu bir sürü başka şeyleri sayabiliriz. Balıkçılığı etkisini sayabiliriz. Bir sürü şeyler sayabiliriz ama bunların hepsinin toplam etkisi olarak atı yukarı artıyor. Bunun sonucunda da dışarıya fazla bağımlısı olmayan bir denizin içerisine biz her türlü atığı atıyoruz. Tabii. Ve o denizde aşağı yukarı bir hareketlenme de olmadığı için attığımız atığın 25 metrenin altında kalan tamamı orada yığılıp kalıyor. Aynen efendim. Şimdi
covid süreci bize bir buçuk yıldır aslında çok şey öğretti. Hocam o reklamdan sonra anlatabilir miyiz? Covid süreci bize öğrettiklerini bir reklam rastgelemem lazım. Kısa. Hocam sizin detaylara geçmeyin. İşte siz bu iklim değişikliğiyle ilgili Çapur Hocamla
bir konuşalım. Hocam hoş geldiniz. Bu genel iklim değişikliğinden hepimiz haberdarız zaten. Sıcaklarının ortalama olarak 1 derece civarıda artır deniz suyu sıcaklığının. Buna bağlı olarak işte kutuplarda ve Grönlant’ta çok ciddi erimeler olduğunu, deniz suyu seviyelerinin yükselmeye başladığını hepimiz zaten biliyoruz. Aşağı beş kere kolye ilgilenenler. Ama Marmara’da ve Akdeniz’de bahseden artış dünya genelinde söylenen artışının, sıcak artışının üzerinde bir artış. Bu gerçekten iklim
değişiğine bağlı mı, dönemsel bir değiştik mi? Biz ne gözlüyoruz bu denizlerde Karadeniz, Marmara ve Ege’de? Çünkü bunlar bizi ilgilendiriyor. Bir başka söylem de şu, daha önce burada konuştuğu bir konu. Mesela Asuhan Barajı’nın yapımının bile Akdeniz’deki su rejimini değiştirdiğini ve Asuhan Barajı’ndan gelen tatlı suyun azalmasıyla Marmara’da kirliliğin arttığını duyunca ben çok şaşırmıştım yani. Çölünün ortasında bir baraj Marmara’yı kirletiyor
diye. Nedir şu anda tablo ve bizdeki etkisi nedir bunun? Fatih Bey, çok teşekkürler. Öncelikle ben bir deniz bilimciyim. İklim bilimci değilim. Fakat bu müsilaj olgusu aslında aynen bu dönemde olduğu gibi yaklaşık 10 sene önce, 10-12 sene önce, 2007 gene bahsedilen mevsimde Ekim-Kasım’da başladı. Çok hazırlıksız bir dönemdi. Buna rağmen biz
detaylı bir proje tasarladık. Ve geniş bir ekip ve bu projeyi yaptık. Amacı şuydu, bu müsilaj denen daha aslında o zaman adını bile bilmiyorduk. Tahminlerimiz vardı ama bu oluşum diyelim, bu oluşumu tetikleyen şey ne? Nasıl olur? Ciddi bir literatür taraması yaptık. Hocalarımın bahsettiği gibi temelde fitöplankton, buna makroalkleri yani bitki kökenli organizmaları koyabiliriz. Bunların belirli koşullarda artarak ortaya bıraktıkları hücre içi sıvıları, ki bunlar sadece şeker yapısında değiller. Bahsedildi polis akgaritler, karbon hidratlar ve proteinler ve lipitler olmak üzere ortaması aldıkları madde. Ama belirli ortamda bu maddeyi çok fazla
salgılıyorlar ya da salgılamak zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla biz laboratuvarda bu koşulları oluşturmaya çalıştık. Epeyce uğraştık, yapay yollarla bu maddeleri oluşturduk ve bunu nasıl oluşturduk? Kontrollü ışık, kontrollü sıcaklık ve kontrollü besin elementleri ekleyerek maddeleri oluşturduk ve bu oluşan maddelerin tekavül eden
değerleri de kimyasal olarak analiz ettik. Ve en nihayetinde hedeftür olarak seçtiğimiz 4 fitopilanton türü ki bunlardan farklı gruplara ait 2 şart türü seçmiştik. Hepsi belirli koşullarda yani azotun ve fosfor, neden azot ve fosfor diyorum hocalarım da bahsetti, bunlar fitopilantonlar için besin maddesi niteliği taşıyorlar. Zaten gübre zaten onlar. Ya da bizim tarımda kullandığımız, kabaca bahçelerinde kullandığımız gübre. Deniz ortamında bunlar zaten doğal olarak var. Hiçbir atık da olmasa, hiçbir baskı unsuru da olmasa zaten var. Yaşamın temeli yani o olmadan olmaz. Dolayısıyla biz bunları kontrollü olarak ortama verdik. Önce organizmaları aç bıraktık, tekrar verdik vs. ve bir seri sonuç elde ettik. Şunu gördük ki, özellikle bizim bu karbon hidrat vs. dediğimiz şeyin tüm havuzuna biz çözülmüş organik madde ya da partikül organik madde
diyebiliriz. Kabaca. Dolayısıyla bu maddeler özellikle fosforun limitleyici yani sınırlayıcı olduğu ortamlarda belirli organizma grubunun çok hızlı bir şekilde ortama salgı vermesine sebep oluyor. Yani aslında onu normal süreçte işte bir haftanın sonunda vermesi gerekirken bekliyor, iki haftanın sonunda çok kütlesel olarak veriyor. Bu mesela
fosforun sınırlayıcı olduğu. Yavaş yavaş vereceğine bir anda geçiyor. Yani şöyle söyleyeyim, deniz ortamında bu bahsettiğim çözülmüş organik maddenin, marmara denizi üst suyunda konsantrasyonu 1-2 miligramken bizim bunu ölçtüğümüz değerler 40’ları 50’lere çıkıyor labotan koşunda. Evet, yani çok büyük rakamlar ya da partikül organik karbonu süzdüğünüzde denizin normal halinde. Bu %1-2 civarındayken
biz bunu müsülaj olduğu zaman sahadan topladığımız örneklerde ve labotarda elde ettiğimiz örneklerde %30-20 civarında bulabiliyoruz. Müsülajda karbon sebebiyet veriyor, karbon çokluğu müsülaja mı sebebiyet veriyor? Aslında müsülaj öyle hani salgılanan şeyin adı değil. Yüce içi sıvılar, extra cellular product dediğimiz yüce içi sıvılar salgılandıktan sonra müsülaj oluşumu denizde oluşuyor ve bunun oluşmasının tek sebebi de yüce içi
sıvılar değil. Dolayısıyla yani Marmara Denizi gerçekten bahtsız bir deniz bu anlamda ve müsülaja çok yatkın bir deniz sebebi bahsettiğiniz bu interface yani iki tabakalı yapı. Çünkü müsülajı aslında adriyatik, biz kendi denizlerimizde daha çok adriyatik denizinli çalışan uzmanların yayınlarını okumuşuzdur. Onların yayınlarında 2000’li yılların başında hep şu üç unsurun altı çiziliyor. Evet, bu plantton originidir doğru. Ancak fiziksel koşullar ve meteorolojik koşullar kesinlikle tetikleyici ve akümüle olmasını ve çoğalmasını neden olur. Dolayısıyla yani bu bir doğal süreç olabilir fakat Marmara Denizi hem iklimsel değişimin yani sıcaklıkların atması hem iki tabakalı yapısı hem nehir girdilerinin az tuzlu suyun çok tuzlu suyla buluştuğu kıyı bölgeler veya derin bölgeler işte
kabaca 30 metrelerdeki interfez tabakası bu sebeplerle müsülajın oluşumu çok yoğun bir şekilde tetikleniyor ama bunun ana sebebi de aslında yani bu fiziksel koşulların dışında organizmaların değişen besin dengesine verdikleri tepkiler beklemediğimiz zamansız ve miktarını tahmin edemediğimiz tepkiler. Peki niye besin dengesi birden bire değişiyor Marmara’da? Değişiyor çünkü bazen yani Marmara’nın şimdi hiçbir belediye bir şey arıtmıyor diyemeyiz yani biz yıllarca belediyelerle birlikte çalıştık. Özellikle ilk bu oluşum olduğunda 2008-2007’de biz Kocaeli Belediyesi ile o zaman çalıştığımız Tübitak Marmara Arşitemme Merkezi BİFİL yani halen de çalışıyorlar ciddi bir çalışma dolayısıyla nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Çok ciddi bir arıtma ve çok ciddi bir çaba var yani arıtılmıyor diyemeyiz fakat
sadece 25 milyon insanın atıyla bu sistem kendini şey yapmıyor, kötüleştirmiyor. Bu bir etken. Ama bunların düzensizliği zaman zaman arıtımın çalışıyor olması bahsetti Mustafa Hoca’mız özellikle bandırma civarında vs. yani hani arıtma tesisleri olmayan yerlerde. Dolayısıyla bu düzensizlik pulsların yani nutrient girişlerini dengesiz hale getiriyor. muhtemelen. Çünkü biz bunları lavrotarda şöyle test ettik. Mesela marmara denizin geneli azot açısından limitleyici, sınırlayıcıdır. Yani ortamda azot düşüktür üst suda, ışıklı tabakada. Buraya böyle bir ortam oluşturduk ve amonyak şırınga ettik. Yani direkt amonyak aslında bir evsel atığın göstergesidir aynı zamanda.
Çok ciddi bir selüler yani hücre dışı sıvısı ortaya çıkıyor. Birden bire olunca. Dolayısıyla azota aç olduğu halde siz o azotu organizmaya birden bire verdiğinizde ki bu bir kaçakta şarj bile olabilir birden hücresini patlatıyor. Yani bunun gibi oldukça karışık bir mekanizma var. Bunun dışında iki tabakalı yapı, evet üst su, alt su karışımı
oldukça düşük derin denizde marmaranın derin bölgesinde. Ancak kıyı bölgelerde de özellikle Sediman’da çok ciddi bir fosfor birikimi var. Ve siz her ne kadar arıtımla fosforu atık sudan çekseniz bile yani iyi arıttığınız bir suda bile bu durumda Sediman’daki fosfor devreye giriyor ve tekrar suya karışarak… İğrenmen dibe çöken çöken. Evet, Sediman’ın içerisindeki yani tekrar bir fosfor pompası denir buna eski literatürde
ve muhtemelen şu anda Marmara Denizi’nde oluyor olabilir. Yani belediyeler ne kadar onu çekseler de sistemlerinden zaten zenginleşmiş dip yapısı bunu suya pompalamaya devam edecek. Ama bu kaçınılmaz. Tuna hazlasında, Tuna Deltasında da aynı şey oldu. Yani Karadeniz’in kuzey batı şerfinde. Fakat bu bir süreç hep telkinimiz şu yönde olmuştur. Belediyede bu işi iyi yapan kişilere de sabredin
ve önlemlerinizi sonuna kadar uygun et. Sabırın sonu ne? Yirmi yıl gibi bir şey. Ne olacak sabredince? Yani sadece bu durumda sadece sabretmek yetmez. Ek önlemler şartı. Çünkü şu durum doğal bir durum değil. Evet, sandım ben sana bunu sormak için bu. Aksine çok vahim bir durum. Peki niye şimdi? Niye üç sene önce değil? Niye on sene önce değil? Aslında bunlar dediğiniz gibi oluyor. On sene önce de olmuştu. Oluyor ama bu kadar değildi galiba. Bu kadardı. Bu kadar mıydı?
Bu kadar yok. Şimdi su altını ben aslında şurada slide’lara erişebilirsem bir iki tane on sene öncesinden göstermem ister misiniz? Video değil ama slide. Örneğin grafik 2’yi açabiliriz. 1992’de kütlesel bir kayıt yapılmış fakat herhangi bir çalışma yapılmamış. Ondan sonraki 2007 ve 2008 ve 2009 ve 2010’da da. Yani bu iş başladı mı?
Ayrıca bu olarak maalesef 3-4 sene, Adriatik’te de böyle olmuş, 3-4 sene devam ediyor. Şimdi iklimle ilişkili olarak hocalarım da bahsettiler. Evet bir deniz suyunda bir ısınma var vs. Bu bir iklimsel şey mi yoksa daha güncel bir şey mi diye baktığınızda. Bu alttakiler bizim laboratuvarda hedeftir olarak kullandıklarımız. Şimdi beyaz karan içerisini unutun o teorik bir şey. Aynen Mustafa hocamın gösterdiği görüntülerin aynısı bu. Onların kaç metre oldukları, ne oldukları literatürden aldığımız bir bilgi. O zaman 30 metreye kadar var. Bu beyaz karanın içerisindekiler literatür bilgisi. Bizimkiler bakın solda bu tabi bizim o kadar teferruatlı videoya getirmedim ben. Tübitaka sunmuştuk o zaman proje kapsamında büyük bir video. Alttaki sol iki kare gördüğünüz gibi bu Erdek körfezinin altı. Bunlar videodan ben kesit almıştım sadece fotoğraf olsun diye. Üst tarafta İzmit körfezi.
İzmit körfezenin yüzey suları. Gene kütlesel. Suyun altı aynen böyleydi. Soldaki ocak 2008 deniyor yanılmıyorsam. Kış döneminde. Üst tarafta Eylül Ekim döneminde. Yani en az bu kadar yoğun bir müsülaj oldu ve 4 sene devam etti aşağı yukarı. Şimdi bunların tetiklenmesinin sebebi kısmen meteorolojik.
Biz o zaman devlet meteoroloji işleri genel müdürlüğünün arşivinden veri arşivinden edindiğimiz 29 yıllık veriyi değerlendirmiştik. O veride de gene mesela ilklimsel parametreler olarak işte hava sıcaklığı, deniz suyu sıcaklığı, rüzgar ve yağmur durumlarında bu konuda çalışan arkadaşımız analizler yapmıştı. Şimdi onlardan da örnek sunabiliriz isterseniz. Ancak bu çalışmanın bu günü de içerecek. Yani üstüne bir 10 yıl daha konmuş vaziyette. Yani bir yaklaşık 40 yıllık verinin analiz edilmesi bu konuda yol gösterici olacaktır. Gene o dönemde eğer ikinci grafiği görebilirsek bu ben bulabilecek miyiz bilmiyorum ama. Hangi ikinci?
Rüzgar durumu mesela. Arkadaşlar rüzgar durumundaki ikinci ilkbahar ortalama rüzgar grafini alabilir miyiz? Evet. Onların hepsi ilkbahar ortalama diye şey yapıyor. Şimdi mesela kış ortalama rüzgar durumu, kış ortalama rüzgar durumu 1985 ve 2008. Kış ortalama rüzgar durumu 1985-2008 arasında bakıldığında rüzgar azalıyor. Yani durgun hava zaten bunu literatür de söylüyor.
Durgun hava bu iş tetikliyor ve çoğaltıyor. Şimdi bunun Ocak ve Şubat aylarına küçük grafikler var. Kışın, Ocak ve Şubat gene aynı dönemde baktığımızda iki tane yan yana küçük grafik olacak. Ondan bir önce gel arkadaşlar bundan bir önce grafik. Orada da benzer bir eğilim var. Şimdi ilkbahar durumuna baktığımızda mesela burası. Bunlar da Ocak ve Şubat ayları.
Yani bizim bir sürecin oldukça fazla olduğu dönem. Şimdi bu ne zaman bitiyor? 2008. Bizim proje çünkü o zaman bitmişti ama şimdi bunu… Yani 13 sene önce durum aynıydı. Evet ama bunu uzatmak mümkün. Bu veri erişilebilir. Bu konunun uzmanları bu veriyi birleştirerek rahatlıkla çok daha sağlıklı iklimsel bir değerlendirme yapabilirler. Sıcaklıklar ne alemdeydi o zaman peki? Sıcaklığa da bakalım.
Şimdi şey bakalım Eylül-Ekim deniz suyu sıcaklıkları iki tane yan yana grafik olması lazım. Eylül-Ekim. Evet deniz suyu sıcaklıklarında da şöyle bir artış var. Bakın Eylül ayında 1985’de yaklaşık 20 derece ortalama ölçülmüş. Bu 2008’de yani müslüajın olduğu 2007 ve 2008’de 23 derecelere kadar yükselmiş. Yani Eylül ayı böyle, Ekim ayı keza böyle yağma… Yani rüzgar azalıp sıcaklık arttıkça müslüaj da ister istemez artıyor. Evet çünkü zaten Kasım’da gördük diyor hocamız. Aslında o zamanki de Ekim Kasım’da başlamıştı.
Gene böyle bir sıcak dönemde ki şu anda o kadar sıcak mıydı burada verisi yok bilmiyorum ama o dönemde öyleydi. Böyle sıcak bir dönemde tetiklenip ondan sonra rüzgarın kısmen düşük olduğu aslında epeyce düşük olduğu 2 metre bölü saniyenin altında olduğu kış dönemlerinde de ortamı iyice kaplamış oluyor. Yani dolayısıyla bu kütleselliğin doğallıkla nasıl bir ilgisi var? Evet rüzgar böyle esti doğal. İşte bu fitopilantonlarda bunları salgılıyor. E bu da doğal. E o zaman bu beklenen durum da doğal demememiz lazım. Çünkü azot ve fosfor yani besin dengesi aslında bu hücrelere şok etkisi yapan şey besin dengesinin de değişmiş olması. E şu anda o zaman kaygılacak bir şey yok mu? Kaygılanacak çok şey var. Kaygılanacak çok şey var yani şöyle evet ama iklimi bu şekilde yapan da sonuçta insan aktiviteleri. Yani havanın ısınması deniz sürtücü… Ama doğrudan dolayı bize bağlı bir şey değil bu anlıkla. Bütün dünyaya bağlı. Doğrudan dolayı bize bağlı bir şey değil. Fakat sonuç olarak ortama verilen azot ve fosforun ve ortamdaki azot ve fosfor oranlarının değişkenliği ki bunun iklimle vesaireyle ilgisi yok.
Bu tamamen insan baskıları ki arıtım olduğu halde yer yer olduğu yer yer olmadığı halde çok ciddi bir handikap aslında. Çünkü şok etkisi yaratıyor. Özellikle ikinci haftadan sonra üremelerindeki ikinci haftadan sonra çok ciddi bir salgılama başlıyor. Peki sonra ikinci haftan sonra ne oluyor? Şimdi ikinci hafta anlık edip bu kick oluyor yani çok şok etkisiyle fazla bir üretim oluyor ve bir süreci arttırıyor.
Peki sonra ne olacak? Bir sonraki atı bu sıcaklık ve bu durgunluk sürerse bu artarak devam edecek mi? Bir yerden sonra bu çökecek mi? Evet. Şimdi aslında pek çok senaryo yazmak mümkün. Yani şu anda bence denizlerin karşılaşabileceği en kompleks durumdan bahsediyoruz. Yani çok basit bir açıklaması yok açıkçası. Neslen hocam dedi ki işte bu organizmalar çok fazla yani bulum dediğimiz bizim patlama dediğimiz milyonlar seviyesine çıktığı durumda.
Aslında benim 10-12 sene önceki durumda milyonlar seviyesine çıkan bir organizma da yoktu. Biz çünkü sürekli haftalık ölçüm yaptık bu misilajın öncesi ve anında. Yani illa sayının artması gerekmiyor. Tür çeşitliğinin değişmiş olması, farklı türlerin ortamda bulunması ve bunların hücre içi sıvılarını daha fazla tutan veya daha hızlı salgılayan organizmaların baskın duruma geçmesi sayın.
Sayıları az bile olsa. Yani marmarada gibi fitopilanton çeşitliği mi veya cinsi mi arttı? Evet yani değişen ekosistem dengesinin yani dengesizliği diyelim aslında bunlara sebebiyet veriyor. Evet bu arada havanın ısınıyor olması, rüzgarın az esiyor olması bunların birikmesine ve kütleselleşmesine sebep oluyor.
Ancak yani bu besin zincirini evet fitopilantondan başlatıyoruz ama fitopilanton tür komposyonunun değişmesi de azot fosfor yüklerinin değişmesiyle ya da insan baskılarının değişmesiyle neye sebebiyet veriyor? Bütün ekosistemdeki zincirin etkilenmesine sebep veriyor. Tabi bu aşağıdan yukarı kontrol diyoruz ekosistem açısından. Biz bunu tek başımıza marmara çevresinde yaşayanlar yapmıyoruz aslında. Hayır.
Bir sürü etki var biz de o etkiden bir tanesiyiz ama içinde olduğu için en yoğun etki var. Bütün baskılar insan etkisiyle oluyor yani iklim baskısı da öyle aslında. Bir doğal süreçler var bir de doğal olmayan süreçler var. Biz şu anda herhalde doğal olmayan süreçlerden bahsediyoruz. Bu süreç artışındaki doğal olmayan etki oranı nedir? Mesela bu normal şartlarda bu kadar olmazdı insanlardan ötürü %80 mi arttı %100 mi arttı hiç mi olmazdı olur muydu?
Yani dediğim gibi ilk kayıt 1992’de kütleselliğini bilmiyorum. Bunu ben bir referansta 10 sene önce fark etmiştim. Üzerinde çalışma yok. Ondan sonra 2007 ve 2008’de var. 2010’a kadar sıkça oldu. O zamandan bugüne hemen hemen her yaz ya da işte her sonbahar bir şekilde tetikleniyor ama bu şekilde olmuyor. 12 sene sonra tekrar bu kadar kütlesel oldu. Yani kötüleşmenin şeydi şu… Ama yoksa evde önceden önceye ilişki elimizde pek bir referans yok anladın mı Kadı Erdal?
Yok yok. Yani işte çocukluğumuzda gördüğümüz, siz de bahsettiniz ya öyle şeyler var. Yani bunların kütlesel oluşlarının sıklaşması. Yani bu sıklık da önemli sadece miktar değil. Yani 20 sene de bir kere olur, deniz bunu bir şekilde halledebilir. Sonra 6 aylık olmaya başlarsa başka bir şey.
Yani o kadar üst üste olması durumunda ya da uzun sürmesi durumunda o zaman maalesef Marmara denizinin esas yani kıyı tahribatı, bir o çeşitliliğin çok olduğu kıyı tahribatının yanı sıra aynı zamanda oksijenin neredeyse 0.5 yani neredeyse 0 seviyesine yaklaştığı alt suları içinde çok büyük bir tehdit. Çünkü çok ciddi bir organik madde yükü en nihayetinde dip sulara çökecek. Yani bu aradaki tabaka onu tutmaz. Belli bir süre orada askıda bırakır. Sonra küçüldükçe madde aşağı çökecek ve oradaki oksijeni daha da fazla tükenmesine sebep olacak. Peki hocam, bir reklam arasını söyleyeyim sonra devam edeceğiz. Hocamla çünkü başka yerlerde de var. Bu bize has değil, bize benzeyen başka denizler var mı? Niye başka yerde olmuyor? Niye başka yerde oluyor? Onlara da bir konuşalım ve tabi dip yaşamına nasıl bir etkisi var?
Balıkçıları nasıl etkiliyor? Diğer canlıları öldürüyor mu yoksa diğer canlılar bunu besliyor? Ne oluyor? Reklamdan sonra konuşalım.
Evet Esra Hocam, bu deniz canlını nasıl etkileyecek? Yani Marmara Denizi’ndeki balık türlerini nasıl etkileyecek? Zaten giderek azaldığını biliyoruz Marmara Denizi’ndeki türlerin pek çok yok olma teklisi karşı karşıya. Zaman zaman aaa şu da bulundu tekrar çıkıyor falan gibi laflar duyuyoruz ama bu müslüman deniz altı ve deniz içi yaşamı nasıl etkiler?
Şimdi öncelikle bir görüntü kirliliğinden başlayalım ki aşağıya kadar inelim. Gördüğünüz gibi bir kitle var şu an ve ışık geçirgenliğini etkileyecek. Bu ışık geçirgenliğini etkilemesiyle derinizin dibinde ışığa bağımlı olan canlılar başta etkilenecek. Bizim burada ilk etapta turizmimiz etkilenecek. Böyle bir denizde kimse denize girmek istemeyecek. Şu an yüzeyde yoğun bir müsülaj kitle var hala bu canlılar sürekli sular da var. Yani bir an müsülaj kalktığı bu canlı yok değil bu canlı var. Ama müsülaj oluşturmuyor. Siz o etkenleri devam ettirdiğiniz takdirde yine üremeye devam edecek.
Az önce Çolpan Hocam dedi ki hiçbir zaman bulüm seviyesinde olmadan da biz bu müsülajı gördük. Çünkü müsülajı sebep olan canlılardan izniniz olursa şu grafik 3 olanı koyarsak belki… Bu sol tarafta müsülaj kitleden bir grubu görüyoruz. Sağ tarafta da bizim gözlemlerimizde rastladığımız ilk 4 tür diatome dediğimiz grup. En sağdaki de dinofile gelatlardan bir tür. Yani müsülaj bunların aslında atığı.
Evet bir nevi atı diyebiliriz. Şimdi çok enteresan bir durum şu 2007-2008 yılında ilk gözlendiğinde ben 95 yılından beri planton çalışıyorum, fitopilanton çalışıyorum. En sağdaki gonjolaks fragilis dediğimiz dinofile gelatı biz hiç sularımızda görmedik. Adiyatik denizin de yoğun bildirimleri vardı. 2007 yılında başlayan müsülaj evresinde bu türü görmeye başladık.
O zaman hep adiyatik dibini bunlar sardı, adiyatik diye yaşam ölüyor falan dediği gibi bu muydu o zaman? Ağırlıklı olarak bu tür ama yanında yine diatomların da artışı söz konusu. Bunlar çünkü birlikteler. Yani fitosu, fitonun içerisinde diatomu, dinofile gelatı, övdenaları bir sürü grup. Farklı planton türleri.
Bir sürü çeşitlilik çok fazla. Ne zaman müsülaj kalktı? Bu türü bir daha ortamda göremedik. Gemi balaz sularıyla da gelmiş olabilir. Evet Akdeniz alt akıntılarıyla da gelmiş olabilir. Hiç yaslamamak lazım.
Yapılan çalışmalar deneylerde bu türün milyon seviyesinde olması gerekmiyor. Binlerce seviyede bir gonulax fragilis’in ürettiği müsülaj oranı milyonlarca bir diatomdan silindro teka klosteriumun ürettiğide neredeyse denk diyebiliriz. Aynı zamanda şimdi azot. Peki buna istirahatçi tür demek mümkün mü?
Hayır yok bunlar dediğim gibi normal şartlarda olması gereken türler. Bazı türleri vardır mesela toksin salabilirler ancak o toksini bile rekabet anında salarlar. Yani normal şartlarda salmaz tür. Kendisi için olumsuz bir şart olduğu zaman bir tepki olarak salar.
Şimdi azot evet fosfor etken besinini oluşturuyor ama bu döngülerde bu canlılar gerek bakteri gerek plakton alışık zaten azotofosfora ama dışarıda eğer bir pestisit girdisi varsa bir kurşun bir bakır yüklemesi ağır metalce eğer marmada denize bu yönde de zenginse o zaman bu döngü sekteye uğruyor ve yabancı bir madde olarak algıladığı için de yine tepkisini ortaya koyuyor.
Yani bizim bu müsilajcı kitlede de ağırlıklı olarak ağır metal bir kiminize bakmak lazım. Deniz kirliliğini kendini tehdit olarak algılıyor ve bu tehdit algısına karşıladık o da bir salgı yapıyor ve bu savunma ekonizması bize bu müsilaj olarak geri dönüyor. Aynen aynen öyle diyebiliriz. Bu süreçte görüntü kirliliği dedik ışık geçirgenliği azalılacak dedik. Üst tabakada oluşan müsilaj kitle aşağıya indiğinde bakteriyel ayrışma süreciyle ortamdan oksijen çekilecek ki 2 miligramın altında artık canlı yaşamaz deriz. Hele siz bir de orada hidrojen sülfür, metan gazı gibi ölçümler yaparsanız oksijeni zaten ölçmeyin oksijen yok demektir. Çünkü anaerobik bakteriler artık devreye girmiş demektir. Az önce hocam herhalde gösterecekler.
Mercanların öldüğü ile ilgili haberler geldi. Bütün zemini kaplayacak, oradaki canlıları etkileyecek. Balıklar solungaçlarıyla solunum yaparlar aynı zamanda. Küçük larval aşamalarından itibaren de o düzenekleri tıkayacağı için canlı yaşamını yine yitirecek.
Bu olaylarda… Yani balıklara da zarar veriyor. Bu her şeye zarar veriyor. Aynen. Bu olaylar ilk başta aslında bazen olayın ilk üreme aşamasında ne dedik? Karbondioksit alacak, oksijen verecek bol oksijen. Bazen o oksijen bile balıkların sersemlemesine sebep olabilir.
Çünkü her canlının bir optimum yaşam koşulu vardır. Azaldığı zamanda işte oksijensizlik nedeniyle de yaşamlarını yitirmiş olacaklar. Peki bu başka denizlerde de rastlanan bir şey mi? Çünkü daha çok bunu adiyatikte duyardık. Marmara’da. Bu ikiniz bile çok benziyor.
Başka yerde de oluyor mu? Karadeniz’de de oluyor mu? Çünkü Karadeniz’de de biliyoruz ki canlılık yüksek. Mesela İzmir körfezinde oluyor mu? İzmir körfezinde oluyor mu? İzmir körfezinin de kirlilik gibi sorunu olduğunu biliyoruz. Nerelerde oluyor başka bu ve Akdeniz’in hangi havzalarında rastlıyoruz buna?
Şimdi şöyle, ben ilk bu 2007-2008 yılındaki müsülajlığa uğraşırken literatürleri hep okuduğumuzda adriyatik deyince ben neden adriyatik sorusunu yönelttiğimde aynı bizim gibi iki tabakalı bir sistemi var. Poğ nehri onları besliyor. Bizde de bir nevi Karadeniz’den gelen, Tuna nehrinden gelen bir su akıntısı var. Aynı zamanda da Marmara denizine akan bir sürü nehirlerimiz var.
Susurluk havzası, gönen, biga gibi. Bunların da etkisi aynı adriyatik denizinde olduğu gibi tabakalaşma. Türlerimiz, tür kompozisyonlarımız birbirine benziyor.
Egede bile, Egede Yunanistan sahillerinde de gözlendi. Gene gonjolaks fragilisinin aşırı artışlarıyla müsülaj olduğu gözlendi. Ama her zaman ortama müsülajca tepki vermeyebilir. Bu durumun ilerleyen aşamalarında fırsatçı türler devreye girecek.
Yani şöyle, az oksijenle ortamda diyelim ya da besini azken daha rahat üreyebilen türler ortaya çıkacak. Dinofile gelatlar mesela bunlardan bazıları.
İzmir körfezinde görürüz. Su kıpkırmızı olabilir. Red Tide dediğimiz bir olaydır. Bunun gibi olayları da yazın havaların ısınmasıyla birlikte. Marmara’da da biz kırmızı bir marmara görebiliyoruz yani. Evet zaten daha önce de gördük. Zaman zaman ki ben epey bir süredir çalışıyorum. Hiç son dönemlerde bu kadar Red Tide olayını da görmemiştim.
Müsülajdan önceki evrelerde de daha sıklıkla Red Tide olayını da gördük. Yani kızaran bir marmaraya hazır olalım. Daha da gidip kızaran bir marmaraya hazır olalım. Maalesef. Eğer önlemlerimizi almazsak. Ne alınabilir buna önlem?
Şimdi besin ağı çok önemli dedik. Çünkü bu canlılarla beslenen bir grup var. Besin alanın ilk halkası üretici bir grup. Bununla beslenen de zooplantor. Ama besin halkasını kısaltan bir grup daha var. Hocam sizin şahane grafikler var. Onları hiç niye kullanmıyorsunuz? Kullanalım. 4 ve 7 benim çok ilgimi çekti. Mesela 6 da öyle.
4’ü koyabiliriz. Adriyetik denizi ile ilgili olabilir. 4 evet adriyetik. Bu fitokulantorun görüldüğü yerler mi? Evet. Ok ile gösterdiğimiz en soldaki adriyetik denizi, en sağdaki de bizim marmara denizi ve balıkçı ağlarına verdiği zarar. Çok yoğun olduğu için ağı kaldıramıyor balıkçı. Keserek bırakmak zorunda kalıyor.
7 ve 6 ne? Hemen bakalım. 7 kıyısal alanlar. Onu gösterebiliriz. 7 arkadaşlar. Şimdi besin alanı da hamsi dediğimiz çaça, sardalye gibi balıklar. Bu bizim plankton grubuyla beslenirler. İki şey balıkları. Evet pelajik balıklar. Eğer biz bu balıkları çok avladıysak, yani avcılığını aşırı yaptıysak, bu halkayı ortadan kaldırdığımız için çoğalmaya başlıyor. Çünkü onunla beslenen halkayı biz yok etmiş oluyoruz. Bizin hüncünü bozuyoruz. Evet. Bu sebeplerden bir değeri. Hocalarımın sahi de sebeplerden bir değeri. Aynı zamanda kıyı tahribatımız var. Bu ilk 30 metre kıyı sahilden itibaren ilk 30 metre ışıklı alan.
50 metreye kadar da iner. Dur böyle bulanık olmayan, havanın bulanık olmadığı, suyun bulanık olmadığı dönemlerde güneş ışınları dik geldiğinde de 200 metreye kadar inebilir. Işığın etkili olduğu o alanlarda fotosentez yapan bu üretici canlılar hem tek yüceleri hem makroat dediğimiz daha kıyılarda görüyorsunuzdur.
Büyük bir kaşık, yeşil, yapraklı aynı bizim kıvırcık salataya benzeyen ulve lakta dediğimiz esmer alpler, kırmızı alpler bunlar da oldukça boldur. Balıkların larvaları, yumurtaları, çoğu balıklar gelir kıyısal alanlarda yumurtalarını bırakırlar. Biz maalesef yürüme yolları, yat limanları yapmak için de kıyısal alanlarımızı tahrip ettik ve o canlı çeşitliliği bozduk. Şimdi orada biz o canlıların üzerine böyle kapladığımız zaman canlının yumurtası larvası kalmıyor ki bireyi yetişkini oluşabilse.
Bu da bizim etkenlerden bir tanesi. Bir de kıyısal alanları şimdi yükselttik oldukça normalde bir sahil düşünün, denizde de siz bir plastik pet şişeyi bırakın. Ne yapar? Dalgasal hareketle gelir, kumsala vurur, kendini bir nevi temizlemiş olur. Ama bu yürüme yolları ve yaptığımız limanlarla birlikte maalesef dalga geliyor, duvara çarpıyor ve geri gidiyor.
Ay fenalık geldi içime hocam sağ olsun. Vallahi fenalık geldi. Dünyayı mahvediyoruz, sonunda da kendimizi mahvediyoruz. Kötü bir iş yani kendimizi yok edeceğiz. Hocam şimdi size bir haber geldi. Olup, şirketlerini fazlasıyla görüyoruz. Nedir son durum, gelen bilgiler?
Son durum, müsilaj oluşumu aynen devam ediyor aşağıda. Yüzeyde rüzgar dağılsa bile aşağıda müsilaj oluşumu devam ediyor. 30 metreye kadar göz gözü görmemeye devam ediyor. Sabah daldı arkadaşlar, sabahki veriler. Bugün 42 metreye kadar inip kırmızı mercanlara baktılar. Arkadaşa görüntüleri var mı kırmızı mercanların ölüm görüntüleri? Ne yazık ki kırmızı mercanların, müsilajın çöktüğü bölgelerde… Hocamı mı?
Evet, evet. Öldüğünü… Normalde bunun kırmızı olması lazım. Normalde bunun böyle kırmızı, mor renkte olması gerekiyor. Paramurisya Kılavata. Yani bu bakın üzerinde çökmüş müsilaj. Müsilajın çökmesiyle birlikte mercan ölmüş. Bunlar… Işık alamadığı için mi müsilaj çöktüğü için mi? Müsilaj çöktüğü için. Bunlar 40 metre, 42 metre de çok fazla ışığın indiğini düşünemeyiz. Bunlar zaten onu istemezler. Canlı bunlar. Bitki gibi gözüktüğüne bakmayalım. Dolayısıyla bunun ölmesinin nedeni orada şu anda müsilaj. Yani beslenmesini, nefes almasını engelledi. Dolayısıyla buna bağlı olarak da ne yazık ki ölmeler… En azı bir yaşında ölmeye başladı. Evet, ölmeye başladı. Müsilaj ortam kalkınca bu kendi kendini düzelir mi? Yoksa müsilaj ortam kalkmaz mı artık o seviyelerde? Çok uzun yıllar alır efendim. Bir tane şu gördüğünüz mercan dalının oluşması, bu hale gelmesi… Onlarca yıl alabilen süreçler. Bu yüzden de çok uzun zaman alır. Zaten çok hassas şeyler bunlar, organizmalar. Bu hassasiyetlerine bağlı olarak da müsilajdan hemen etkilenildiğini görüyoruz. 30 metrelerdeki sarı mercan dallarında görmemiştik şimdiye kadar ölümü. Ama bu yeni bilgi şu anda. Arkadaşlarımızın bana ilettiği bilgi. Sevgili Serco Ekşihan’ın çektiği görüntüler bunlar. Büyükadağ açıklarında? Adalar açıklarında? Evet, büyükadağ açıklarında. Şimdi efendim, biraz önce hocalarımız doğal süreci anlattılar. Bu doğal sürecinin içerisinde acaba bizim payımız ne kadar diye de siz çok güzel bir soru sordunuz. Yani insanın payı ne kadar acaba? Zaten Tuna Nehri’nden buraya bir atık geliyor. Karadeniz’den zaten yük geliyor. Zaten Marmara denize aslımlı bir çocuk gibi. Zaten iklim değişikliği de var. Oh çok şükür biz insanlar olarak temize çıktık. Hocalar vurguladılar öyle olmadığını ama insanın suçunun büyük olduğunu vurguladılar ama ben iyice anlaşılsın diye bir altını kalın kalın çizmek istiyorum. Bugün Marmara’da müsilaj yaşıyorsak bizim yanlış atık yönetim politikamızın sonuçları bunlar. Yani Marmara denize çok hassas bir deniz.
Nefes almakta güçlük çeken bir deniz. Zaten ölmesi kaçınılmaz bir deniz. Kaçınılmaz yani bir doğal süreç işliyor zaten doğal saat işliyor. Yani biz bu kaçınılmaz süreci yanlış atık yönetim politikalarımızla bu hale getirmiş olduk. Pay bizim sorunumuz yönetim sorunu yani atığı yönetme politikası ile ilgili.
Bunu efendim işte X Belediyesi mi saldı, İstanbul’un suçu mu, Bandırma’nın suçu mu bu değil mesele. Biraz önce tam ben bıraktığım yerden şimdi devam etmek istiyorum. Yani bu Covid süreci bize çok şey öğretti aslında. Bir şey özür dilerim lafıza geldim. Covid sürecinin başlangıcında medyaya fotoğraflar yansıyordu. Yunuslar geldi, deniz canlandı, hayat güzeli için insan elini çekince işler iyiye gitti falan diye öyle olmadı mı? Görünüşü öyle. İlk etapta siz denizdeki gemileri, insanları, faaliyeti, balıkçıyı kıyıya çekerseniz zaten orada olması gereken türler gözükmüyordu o insan faaliyeti yüzünden. Ortaya çıkmış oldular. Yani deniz birden iyileşmedi bu görüntüye aldanmayalım diye de o zamanın altını çizmiştik tekrar. Yani evet şu anda bu iyi bir şey. Yunus’un gelmesi, büyük balıkların gelmesi iyi bir şey. Ama bu kalıcı bir etki bırakmayacak. Kalıcı etkiye bakmamız lazım. Yeni normal diye bir kavram çıktı hayatımıza girdi. Ne kadar becerdik, ne kadar uyguladık tartışma konusu. Fakat bu kavramı önemsiyorum. Bu yeni normal kavramı gibi bizim Marmara Denizi için yeni bir atık yönetim politikası geliştirme mecburiyetimiz var. Neden böyle bir şeye ihtiyacımız var?
Şu andaki elimizde uyguladığımız politikalar, su kirliliği, kontrolü yönetmelikleri evet güncelleniyor zaman zaman ama bunların hepsi şu andaki aktif yaşadığımız iklim değişimini dikkate almayan yaklaşımlarda. Statik yaklaşımlarda. Bu statik yaklaşımlara göre biz limit değerler belirledik. Onlara da uymadık çoğu zaman ama o belirlediğimiz limit değerler de zaten Marmara Denizi… Aslında yüksek. Marmara için yüksek.
Yani Akdeniz için onu yüksek bulmayabilirsiniz. Atlantik için yüksek olmayabilir. Ama Marmara için o değerler yüksek. Bizim yapmamız gereken şimdi oturup Marmara Denizi’nin çevresinde kim varsa Marmara Belediyeler Birliği, Valilikler, Kaymakamlıklar, Çevreşehircilik Bakanlığı, Tarımoruman Bakanlığı, Üniversiteler, Sivil Toplum Kuruluşları hepimiz oturup
adam gibi bu değişen şartlara uygun yeniden güncel veriyi toplayıp bir acil eylem planı yapmamız gerekiyor. Aksi takdirde biz kriz yönetimini çok seviyoruz. Bu yöntem böyle gidersek Marmara kaç yıllık ömrü var size göre? Eko sistemlerle pazarlık olmaz Fatih Bey. Yani pazarlıkla hani şu kadar ömür biçemezsiniz. Çünkü ekosistem sürekli yaşayan bir şeydir. Sizin öngörünüzün dışında sisteme bir şey dahil olur.
Lehte ya da aleyhte sonuçlar çıkabilir. Onun için bir ömür biçemez. Kanal İstanbul açılması bu nasıl etkiler? Kanal İstanbul meselesini de hep yanlış tartışıyoruz. E kimsenin elinde veri yok, kimse bir modelleme, bir simülasyon yapmıyor. Herkes duygusunu, düşüncesini aktarıyor. Kanal İstanbul ile ilgili bir şey söyleyebilmemiz için elimizdeki chat raporundaki verilerin bir kere güncel olması gerekiyor. Şu açıdan mesela, Kanal İstanbul açılınca Karadeniz’den gelen su miktarı artacağı için ve Kanal İstanbul’un ucunun olacağı bölgeye doğrudan doğruya, Tuna’dan gelen suyu buraya aktaracağı için sıkıntı olabilir diyorlar. Tek boyutlu bir yaklaşım oluyor. Sadece buradan bakarsak. Bilim veri ile çalışır. Yani Karadeniz’den gelecek suyun kanalın ebatları belli. Debisi belli ise sıcaklığı belli, organik yükü belli ise.
Buna göre hesap yapacağız, model yapacağız. Bu model bize ne söylüyorsa da ona uyacağız. Yani duygu ile hareket edemeyiz burada. Çok önemli bir konuşuruz. Evet. Buyrun siz devam edin. Dolayısıyla efendim yani bu Marmara Denizi’nin çevresindeki bütün insanlar, birimler bir araya gelip bu acil eylem planda yapmamız gerekiyor. Ne olur yapmazsak ne olur? Ocaktan beri balıkçı perişan durumda.
Balıkçı kan ağlıyor. Şimdi eğer müsilaj Haziran’ın başı gibi çözülecek diye umut ediyoruz. Niye çözülecek? Niye ümit ediyoruz? Çünkü Karadeniz ile Ege arasını düşünecek olursak Karadeniz’in ortalama olarak Ege Denizi’nden 40-45 derece bazı yıllara göre, mevsime göre değişir. 55 santime kadar derece dedim yanlış oldu. Santimetreye kadar yüksektir seviyesi.
Bu yüzden de İstanbul Boğazı Aracı’nı ile sürekli Karadeniz yukarıda da kar. Maksimum akışın olduğu ay Haziran ayıdır. Karadeniz’den bolca su geldiğinde yüzeydeki karışım artar. Evet organik yük gelir ama Karadeniz soğuk sudur aynı zamanda. Bu organik yükle beraber soğuk su geldiğinde karışım artar. Karışım arttığı için de müsilaj Haziran’ın başı itibariyle mesela 2007-2008’de hocalar teyit ederler bunu. Haziran mayıs sonu Haziran başı gibi çözülmüş durumda. Lakin şu andaki suyun altındaki gidişatı görüyoruz. Su sıcaklıklarına bakıyoruz. Karadeniz’deki sıcaklıklara bakıyoruz. Haziran başı gibi çözülme ihtimali çok zayıf gözüküyor. Eğer böyle olursa bu covid sürecinde sıkılmış bunalmış insanlar adalara gittiğinde sahil yerlerine gittiğinde plaja gittiğinde şu manzarayla karşılaştığında ne olacak?
Turizm sektörünü vurmak üzere. İnsana zararlı mıdır bu? Hocalarımız yine ifade ettiler ben de tekrar altını çizeyim. Müsilajın kendisi bir organik madde. Bunun kendisinin bir zararı yok. Ama denizin içerisindeki organizmalar için çoğu patojen de olabilir. Çok uygun bir ortam. Organik madde çünkü. Yani bakteri, virüs bunların hepsi için çok uygun ortam. Nitekim yapılmış araştırmalar var.
Deniz suyundan 2-3 kata kadar daha fazla patojen organizma yaraslanmış müsilaj kümelerinin içerisinde. Bu yüzden de diyoruz ki zorunlu olmadıkça müsilajla temas edilmemesi gerekiyor. Çünkü başka şeyler olabilir. Şimdi turizm sektörü şu anda tehdit altında. Arkasından başka sektörler gelecek. Mesela marinalar. Ege’ye doğru yayılır mı yoksa bölgesel midir?
Ege’de var efendim şu anda. Saros Körfezi’nde çok yoğun şekilde var. Oradaki balıkçılar da Şubat sonu itibariyle beni aramaya başladılar. Şubat’tan itibaren orada da var. Ege’ye doğru var ama yoğunluk az. Bu kadar değil yoğunluk. Çok daha düşük. Yani hayatı, günlük hayatı, balıkçılık hayatını etkilecek düzeyde değil. Hocam size son bir şey soracağım konuya alakasınız. İzleyiciler de merak ediyor, ben de merak ediyorum. Üniversitenizin adı. 17 Eylül Üniversitesi.
Efendim Bandırma 17 Eylül Üniversitesi, Bandırma’da kurulmuş Balıkesir’in ikinci üniversitesidir. Neden adı 17 Eylül’dür? Çünkü resmi tarihe göre 17 Eylül Kurtuluş Savaşı’nın bittiği tarihtir. Son kurşun anıtı diye Bandırma’da bir anıtımız var bizim. Son kurşunun orada atıldığı kabul edilir.
Biliyorsunuz Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı Bandırma vapuruyla Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla başlıyor. Adı Bandırma vapurun. Son kurşunda Bandırma’da atılıyor. Son kurşunda Bandırma’da atılmıştır. Böylece Bandırma Kurtuluş Savaşı’nın başında ve sonunda çok kıymetli bir yere sahiptir. O yüzden Bandırma sürekli bir vilayet olmak isteriz. Evet, hep öyle talebidir. Bence de doğru düşünüyoruz.
Bu arada siz İnci Kefali’ye gidip çalışmalarınız vardı o zaman. O türün korunmasında çok ciddi emeklideniz var. Onun için de ayrıca teşekkür ederiz size. Balığın Çin’e gitmesini siz engellemişsiniz o zaman. 1997 yılı. 1997. 1997’i galiba değil mi? Yani müslüacın arasına İnci Kefalı katmasak olmazdı zaten. Türkiye’den kaçıracaklardı bir endemik türü Çinliler. O zaman ben yazmıştım. Siz de Yüzüncü Üniversitesi’de öğretim görevlisiydiniz değil mi? Evet. Yeni araştırma görevlisiydim. Yeni doktoramı bitirmiştim. Çinli gelmişti balıkları götürecekti. Siz İmran Hanım hırsız var diye yazdığınızda vanlik gerekli izinleri iptal ettiği için Çinli balıkları götüremedi. Balık şimdi bizim artık dünya çapında bir markamız haline geliverdi. Van Gölü’nde. Ben bir şey yapmadım. Siz yaptınız. Tabi bu arada ben o zaman da gazeteciyim. O zaman yeni bir asistanken siz profesör oldunuz. Ben hala gazeteciyim.
Ben de tereke 0. Bir reklam arası sonra Çolpan Hocam’a devam edeceğiz. Evet Çolpan Hocam. İçinde çıkılmaz bir durum gibi durmakla beraber, görünmekle beraber
hem doğal tarafı var hem de insanlar tarafından körüklenen tarafı var. İnsanlar tarafından körüklenen çevresel sorunları bir günde ortadan kaldıramayacağımız ortada. Çünkü arıtmaya rağmen oluyor diyorsunuz siz. Hocam diyor ki arıtma evet bazı yerde var ama tamamında olmadığı zaman bir şey ifade etmiyor. Ayrıca arıtılamayan kontrol dışı atıklarda var diyor. Gerçekten tarlaya gübre yatıyorsunuz. O gübre sonuçta tarladan yağmurla beraber dereye karışıyor
ve sonuçta doğal bir şekilde denize de gidiyor. Burada ne yapılabilir? Bu giderek büyüyen bir sorun belli. 92’de siz görüyorsunuz. 1700’lerde Adriyatik’te var. Belli ki Marmara’da da aslında çok uzun zamandır bu yoğunluğun olması da var ve giderek artıyor. Ve sonunda Marmara’yı öldürecek. Marmara’daki ekonomik faiyeti en azından çok kötü bir noktaya doğru götürüyor. Ne yapılabilir? Nasıl engellenebilir bu iş?
Evet. Öncelikle Adriyatik, Marmara denizi benzeşmesine kısa bir şey eklemek istiyorum. Biz daha iyisini yaptık mı? Şu ana kadar yapmadık. Adriyatik denizini çevreleyen ülkelerin tümü birlikte aynı masaya oturdular. Defalarca oturdular. Çok fazla çalıştan yaptılar. Bunları nereden biliyorum? Ben Akdeniz Birleşim üretler çevre programı, Akdeniz eylem planı koordinasyon biriminde 6 yıl görev yaptım. Dolayısıyla Akdeniz’de hangi ülkenin ne için ne yaptığını bir fil takip etme sorumluluğuna sahiptim orada. Ve bu ülkeler çok uzun yıllardır çaba sarf ediyorlar. Sadece İtalya Poğ nehrini denile, poğ nehrini iyileştirmedi.
Çok ciddi bilimsel bir altyapı oluşturdular sadece Adriyatik için. Adriyatik’te bir gözlem sistemi oluşturdular. Ciddi finansal yatırım yaptılar. Hem izleme ve gözlemlerini ilerlettiler hem de hükümetler yapması gerekenleri yavaş yavaş yaptılar.
Ve en nihayetinde zaten Marmara Denizi gibi yarı kapalı ve küçük bir ortam da değil, ana denizde olan su iletişimi daha yoğun ve açık böyle bir avantaj da var. Dolayısıyla şu anda Adriyatik’teki durum eskiye nazaran çok daha iyi. Şimdi biz Marmara Denizi için… Yani orada kaç, 1, 2, 3, 4, 5, 6 ülke bir araya geldi ve bir çözüm buldu.
Evet yani… Şu anda hocam hızlıca özür diliyorum kesmeyi için ama şu anda orada da var. Tamam, bunun ısınmayla, bunu hocam zaten konuştuk bunun ısınmayla ve yani şimdi gidin Ege Denizi’nin ortasındaki bir adada da ki Atina’da çalışırken ben bu görev nedeniyle bir yazın ortasında İtalyan bir uzman arayıp
Çoluklan bizi Yunanistan’daki İnglendi Adası’ndan arıyorlar, ciddi misilaj var dedi mesela. Şimdi bunları zaten olabileceğini biliyoruz ama… Dino ağızları genelde temizdir yani baktığınız zaman. Evet yani Pristin dediğimiz ortamlar oralar. Yani çok çok temiz, Ege Denizi’nin ortası.
Yani olabiliyor şu anda yani bunlar işte sıcaklıkla tatlı su tuzlu su karışımlarıyla yani orada bir derenin birdenbire taşması birazcık tatlı suyun fazla girmesi oradaki mikroorganizmaları daha fazla coşturuyor. Daha farklı bir hücre içi sıvı salgılama potansiyeline sahip oluyor vesaire yani şimdi bu ayrı bir konu.
Ancak Adriyatik ülkelerinin İtalya, Slovenya, Hırvatistan özellikle ve tabi güneyde Yunanistan ve Arnavutlu’yu da dahil ettiler buna çok ciddi bir birlik oluşturdular.
Ve bugün Akdeniz’de Adriyatik denizinin ayrı bir alt deniz olarak söylenmesi ve kabulü hem sistemin farklı olmasından kaynaklanıyor hem de oradaki gücün yani hem maddi olarak hem bilimsel altyapı olarak hem de bilim insanlarının uğraşması olarak çok üst düzeyde olduğunun bir göstergesi. Yani Adriyatik ile Marmara denizinin şu anki halini karşılaştırmamız… Adriyatik önlem aldığı Marmara henüz almadı. Evet şimdi biz ne yapabiliriz Marmara denizi aslında tek bir ülkenin. Peki hocam, ben özür dilerim lafınızı geçmem ama mesela Liguria denizi de benzer bir şekilde kapalı bir deniz sayısı. Orada da var mı böyle bir sıkıntı yoksa orada yok mu? Evet evet, ara ara kayıtlar var mesela Batı Akdeniz’den bahsediyoruz değil mi? Evet evet, İtalya’nın öbür tarafından bahsediyoruz. Evet evet aynen. Orada da var. İspanya tarafına doğru gittiğinizde orada da var. Aslında orada da bir daha tuzlu suyla daha az tuzlu suyun karşılaştığı frontlar var. Yani bu fiziksel etkiler, fiziksel ojynografların işi daha çok ama tamamen multidisipliner yani çok disiplinli bir konudan bahsediyoruz. Şimdi Marmara için aslında avantajlıyız. Neden? Bizim içtiklerimiz. Tek mühsiyet, tek yönetmeniz, tek yönetmeniz. Evet burada birleştirmemiz gereken şey aslında hocamın da dediği gibi illa bir çatı altına gelmeleri gerekmez.
Fakat herkesin, her sektörün yani bakanlıklar vesaire, belediyeler sadece atıkla sınırlamayıp olayı bütün insan yani deniz odaklı insan aktiviteleri olarak bakmamız ve o aktörlerin bir araya gelmesi ve bu bir araya gelişle samimi olmaları gerekiyor öncelikle. Yani bir şeyin sorunun kabulü çözmek için önemli bir adım. Bu sorunun kabulünde eğer her aktör birbirine sorumluluk esas sende gibi bir yaklaşımla girerse ki biz bunlara çok şahit olduk bilim insanları olarak o zaman sorun çözülmüyor. Ve şu anda bu kadar kompleks bir şeydeyiz. Şimdi hocalarımız bahsettiler. Ben de çok hızlıca buraya not almıştım. Evet iyi bir atık yönetimi ama atık yönetimi derken evsel, endüstriyel atıkların yanı sıra katı atıklar.
Yani örneğin tarama ve boşaltma faaliyetleri. Tarama faaliyetleri kaçınılmaz ama boşaltma faaliyetlerinin Marmara Denizi’nde kesinlikle yasaklanmış olduklar. Boksal afiyatın kasıt nedir? E taradığınız malzemenin tekrar denize dönüşü. Deniz içinden taradığınız malzemenin? Evet. Deniz içindeki atı yer değişir. Yani liman ağzı açıyorsunuz, önü geçip açıp döküyorsunuz. Bununla ilgili yeni yönetmelikler çıktı. Bu iyi birer adım fakat sonuçta bu yönetmeliklerin çıkması için pek çok proje yapılıyor ve bilimsel öneriler getiriliyor. Fakat yönetmelikler her zaman birebir tabi bu doğal dünyanın her yerinde böyle oluyor. O yönetmelikler o bilimsel sonuçlara dayandırılmıyor. Yani normalde Marmara Denizi’nde herhangi bir dökü faaliyetinin olmaması gerekir.
Yine 2007’deki olaya döneceğim. 2007’de yani biz bunu tabi ispatlayamadık o dönemde fakat yanılmıyorsam Marmara kazılarının olup boşaltımın olduğu bir döneme denk düşüyordu. Burada Marmara olduğu için ben çok mutluyum bir İstanbullu olarak. Sıkıntı yok. Fakat Deniz’e böyle bir etki yapmış olabilir.
Fakat Marmara, özür dilerim, arasını getirdim. Marmara bir Japon projesi biliyorsunuz. Japonlar tarafından kredilendirdi. 1990’larda bu proje yapılırken ben Hassberg’a kadar gazeteci olarak bu konuyla ilgilendiğim için biliyorum. Japonlar çevre duyarlılığı çok yüksek bir şekilde yapılmak koşuluyla bu projeye, zaten onlar yapmışlar projeyi, destedi de öyle verdi. Ama göç zamanında dahi projenin durdurulması gibi koşulları vardı. Evet evet, çok detaylı ve düzgün çalıştıklarına eminim ama ben bu bilgiyi gene o dönemde, çünkü biz bu projeyi yazarken her türlü veriyi taradık ve esas hedefimiz zaten yönetildi. Bütün o dikkate rağmen yine de oldu diyorsun. Evet, yani bunu ben internetten bulduğum ya da bazı kaynaklar yani sözle değil, yazılı olarak gördüğüm.
Marmara’yı geçelim ama bildiğimiz zaten Marmara Denizi’nde dökü faaliyetleri şu anki yönetmelikle de belirli derinliklere yapılabilir olarak izin çıktı. Mesela kataotik yönetiminde buna da dikkat etmek gerekiyor. Sadece evsel ve endüstriyel atıklar değil yani söz konusu olan.
Hocam mercanları gösterdi. O mercanları tahrip eden en büyük etken yakın bir adadaki yapılan hafriyat çalışması. Yani bunu zaten araştırmacılar biliyorlar. Biz bunu değişik toplantılarda konuşuyoruz ve görsel olarak gösteriyoruz. Yani bunların farkındayız. Dolayısıyla sadece belediyeler ileri arıtım yapsınlar, fosforu da gidersinler, azotu da tamam gidersinler. Ama işte fosforu oradan giderdiğinde bu sefer sediment devreye giriyor. Azot fosfor dengesini değiştirecek kadar siz arıtım yapsanız bile ya da dengesini tekrar sağlayacak kadar diyelim. O kadar bilimsel bir çalışma yapıyorsunuz ki atık yönetiminde yani azot fosfor kontrolünde. Siz o dengeyi tekrar sağladınız.
Ama diğer taraftan sizin tarama ve boşaltma faaliyetleriniz devam ediyor. Yani siz sedimenti alıyorsunuz. Azot ve fosforca zaten zengin olan bir şeyi. Işıkça zengin olan bir ortama tekrar bırakıyorsunuz. Ve o zaman gonyalax fragilisin belki sedimentin içerisinde uyuyan sisleri mi diyorsunuz? Kisleri diyorsunuz. Belki o vesileyle orada uyanmış oluyor. Yani siz ne kadar çok müdahale yaparsanız ve bu müdahaleleri de ne kadar bilimsel temere dayandırmazsanız o zaman işte bu tabloyla karşılaşma riskini göz göre göre alıyorsunuz. Yani marmarayı fazla kurcalamak lazım. Kazmamak lazım, kazdığınız yerine çıkardığınız yerine… Yani kazmak kaçınılmaz çünkü bir sürü liman var, bir sürü sanayi faaliyeti var. Mesela limandan çıkan atığı ne yapacaksın o zaman? Çok derin denizliğe boşaltmak lazım.
Bunlarla ilgili aslında değişik projeler yapıldı. Bakanlıklara da sunuldu. Geri kullanımları mümkün. Yani bunların susuzlaştırılması vesaire. Tabii ki bunlar zor işler ve pahalı işler. Ama bir aktivite de bulunuyorsanız ve insan bundan bir fayda sağlıyorsa ekonomik anlamda bedelini ödemek zorunda. Yani mesela bunu arıtıp kurutup karaya almak lazım. Denizi boşaltmak lazım.
Mesela neyse sanayicinin omuzuna her şeyi yüklemek gerekmez. Yani ben ekonomiden anlamam, devlet yönetiminden hiç anlamam ama sonuçta bunu iyi bilenler bu işi başarıyorlar. Şimdi bir konu bu. Atık yönetiminde eksik kalmaması gereken bir şey. Evet, ESL, endüstriyel, örneğin bandırma körfezi. Çok maalesef kanayan yarası Marmara Denizi’nin. Yıllardır proje yapıyoruz. Hocam da gayet iyi bilir.
Oraya müdahale etmek aslında çok kolay. Tamamen inisiyatif meselesi. Çünkü ağzı açık bir körfez. Yani İzmit körfezi gibi böyle o Marmara suyunun çok az girdiği ya da işte dar bir körfez değil. Ağzı açık bir körfezi. Rahatlıkla hızlı bir şekilde kurtarılabilir. Yeralde önlemlerin alınması ve yerelinin doğru bilgilendirilmesi gerekiyor. Yerel belediyeler. Yerel belediyeler.
Sadece belediyle sınırlamıyorum. Yani ben belediyeleri her zaman takdir etmiyorum ama bazen de takdir ediyorum. Sadece belediyelerle sınırlamak mümkün değil. Sanayiciyi de o masaya oturtmak gerekiyor. Şimdi bu. Tarıma gelelim. Yani tarım yayılı kaynak diyebiliyoruz. Gerçekten Güney Marmara özellikle havzalar nedeniyle bir tarım alanı. Yani Kuzey Marmara’da da var ama daha çok Güney Marmara tarım bölgesi, bahçeler vesaire.
Dolayısıyla burada iyi tarım uygulamalarına yani ne düzeyde var bilmiyorum ama yeterli olmadığını biliyorum. İyi tarım uygulamalarına yani gübre… Kontrolü gübre kullanımı. Evet. Kontrolü gübre kullanımı vesaire. Bunlara kesinlikle geçilmesi gerek. Yani Türkiye’nin böyle bir kapasitesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani bakanlıklarla yaklaşık 20 yıldır aynı toplantılara giriyoruz. Bu kapasite mevcut. Bu inisiyatifin alınması gerekiyor.
Gelelim balıkçılık faaliyetlerine. Balıkçılık faaliyetleri evet balıkçılar bu durumdan çok kötü bir şekilde etkileniyorlar. Ama acaba bu durumun bir sorumlusu da onlar olabilir mi? Hocam da eşyüz edelim. Evet söyledi Neslihan Hoca. Yani bunu kimse kimseyi suçlamadan, eğer bu sorumlulukları… Çünkü neden? Biz aslında insanın da çok fazla bir kendini parçası zannettiği ama çok da parçası olmadığı bir ekosistemden bahsediyoruz. O da deniz. Yani insan bir deniz canlısı değil. Denizi kullanan bir canlı. Dolayısıyla biz kullanan olarak öncelikle kullanıcıları kimler? A’dan Z’ye. İşte kullanıcıları bunlar. Peki buradaki tek sorum plantonun çoğalması ya da bu hücreye çıtırlılığının yani doğal bir şey neden bu kadar zararlı bir hale getirsin ki o mikroorganizmalar? Belli ki ters giden bir şey var. Dolayısıyla biz insanlar olarak seyrettiğimiz ve hep kullanma gözüyle baktığımız bu ortamı sadece kullanma gözüyle değil saygıyla anlayarak ve kabullenerek bakmamız gerekiyor.
O zaman onun doğal kaynağı bize en iyi şekilde dönecektir. Balığı da turizmi de her şey yani oradaki mercanı o şekilde görmek sadece beni değil konuyu bilen birisi olarak. Yani herhangi bir vatandaşı üzmeli aslında. Gerçekten bunlardan sorumluluğuz.
Şimdi bir de yabancı türler dediniz siz Fatih Bey. Yabancı türler yani çok gene benim alanım değil fakat bu balaz suyu yönetimi balaz suyu yönetimiyle ilgili herhalde bir yönetmelik çıkması bekleniyordu. Çıktı mı çıkmadı mı onu da tam olarak bilmiyorum. Ama sonuç olarak aslında balaz suyu değişiminin Türk Boğazlar Sistemi’nde yapılmaması gerekiyor bildiğim kadarıyla.
Ancak bu yapılıyor. Şimdi bunların hepsini birleştirirsek bizim en iyi yönetimimiz yerinde. Yani balaz suyu geminin dengesini sağlamak için altındaki depoları aldığı suyu boşaltması. Atlantik’ten geliyor. Atlantik’te aldığı suyu burada boşaltınca Akdeniz’de yetişen bir canlı buraya geliyor. Ya da Kızıldeniz’de aldığı bir suyu buraya boşaltınca bilmenle balığı buraya girip isyacı türahaneye geliyor.
Akdeniz bütün olarak baktığınızda Barselona Sözleşmesi ve protokolleriyle çerçevelenmiş bir denizde bütün herhangi bir cezai mühendisi olmamakla beraber ülkelerin gerçekten iyi uygulamalar yapması gerekiyor. Yani kontrollü bir deniz. Yani Akdeniz’de balaz suyu boşaltımı ile ilgili kuralları net bilmiyorum İMO bunları ayarlıyor Uluslararası Denizcilik Örgütü.
Ve o gemiler buna uyuyorlar. Ama Marmara Denizi’ne geldiklerinde acaba uyuyorlar mı? Aynı gemilerin mi? Aynı ya da işte Karadeniz’e geçecek olan gemiler. Acaba buna uyuyorlar mı? Yani bunların hepsi, bu da mesela Ulaştırma Bakanlığının ve Çevre Bakanlığının sorumlu olması gereken şeyler. Dolayısıyla bütün bu insan aktivitelerinin denizi kullanma adına yapılan bu insan aktivitelerinin önce kabullenilmesi,
sonra paylaşılması ve bilinen yöntemlerle önlemlerinin alınması gerekiyor. Burada şimdi bir tane eksik halka var. O da denetim. Yani evet şimdi ben çok küçük bir Akdeniz ülkesi ismini vermeyerek bahsedeceğim. Denetimin nasıl yapıldığını gördüm 6 senelik şey boyunca, hizmetim boyunca.
Saha denetçiyle dolu. Bunların bir kısmı sivil, bir kısmı resmi ve çok ciddi cezalar uyguluyorlar. Yani eğer siz denetimi yerelde ve merkezi anlayışta yeterince aktif yapmazsanız ki herhalde önce denet… Biz duyuyoruz mesela uçak pilotu işte atır kafa, herkes görüyor, haber veriyor. Evet, tabi kocayı büyük şehir verirken uçaktan denetleme yapıyor. Biz bunun çok iyi örneklerini gördük.
Bizzat gördük çünkü kurumumuz orada olduğu için. Ayrıca bize anlatıldı gördük. Yani o denetlemeyi değişik şekilde yapmak mümkün. Cezaları bence acımasızca uygulamak gerekir. Çünkü en nihayetinde sadece seyircisi ve kullanıcısı olduğumuz bir ekosisteme bu denli bir nasıl diyeyim ihanet insana yakışmıyor diyorum Fatih Bey.
Sağ olun hocam. Neslihan hocam sizin de gideceğiniz bir şey kaldı mı? Ben hocalarıma sonuna kadar katılıyorum. Halkı bilinçlendirme yönüne de gitmemiz gerekiyor. Halk ne yapacak burada? En azından halk da atığına dikkat edecek. Geri dönüşümü ona göre katkı sağlayacak. Onları da bilinçlendirmeniz gerekiyor. Hocam nasıl sağlayacak geri dönüşümü? Şimdi mesela bütün bedeni ülkelerinde çöpler daha evde ayrıştırılmaya başlıyor. Aynen bunu yapabiliriz. Şimdi biz mesela evde çöpü ayrıştırıyoruz veriyoruz. Çöp arabası geliyor. Ayrı bir yeri olmadığı için hepsini tekrar bir ele veriyor. Ben boşu boşuna uğraşmıyorum. Ben dedim bana ne? Uğraşmıyorum diyorsunuz sonunda. Koca mesela İstanbul Belediyesi modernizasyondan bahsediyor işte çağa atladık bilmeden falan filan. Sayın İmamozis üretmiyorum bunu. Kırk yıldır böyle yani o çok övülen AK Parti belediyeci dediğinden belediyelik dönemindedir. Bu yapılmadı. Hala gidiyoruz işte belli havzalarda çöpleri yiyoruz yiyoruz yiyoruz. Rezilli kaynında hemen onun yanında su kaynakları var İstanbul’un önemli. Oraları kilitliyoruz falan. Yani halk ne yapsın? Devlet hiçbir şey yapmayınca halkla aynı umursamazlığın içerisine giriyor. Tabii orada haklısınız ama eminim evlerimizde çok küçük önlemlerimiz olabilir. Ben halkı bilinçlendirmek adına şu açıdan dedim hani uyarı lehvaları koyarak ya da işte midyelerle beslenmede şu aşamada belki biraz azaltarak hani onları bilinçlendirelim uyaralım uyarı lehvaları koyalım o bölgelere o anlamda söylemiştim. Onun dışında hocalarım çok güzel her şeyi izah ettiler. Aslında insanoğlu olarak bu yapıya biz fazla müdahale etmezsek doğa kendini yenilecektir. Efendim şimdi üç tane parametreden bahsettik yani sıcaklıklar artıyor deniz şartları duran bunlara müdahale şansımız yok. Atık yükünü azaltma yani tarımsal atıkları da kastederek bahsediyorum. Bundan başka çaremiz yok.
Bunun için de mecburen tabii ki çok iyi uygulaması olan belediyelerimiz var ama belediyeler olarak bir araya gelmemiz lazım. Biz Marmara Belediyeler Birliği’ni ocak ayından beri bunun için toplantıya çağırıyoruz. Nihayet birkaç gün önce Marmara Belediyeler Birliği’ni üniversite olarak mı yapıyoruz bunu? Tabii ki üniversite olarak ve ben bireysel olarak sürekli böyle açıklamalar yapıyorum.
Birkaç gün önce Marmara Belediyeler Birliği’nde müsilaj konulu bir toplantı yaptık. Onlarda Marmara Belediyeler Birliği Başkanı, Koceli Büyükşehir Belediye Başkanımız Tahir Bey çevre şehircilik bakanlığına konunun intikal ettirdiğini söyledi. Ve yakın zamanda bir eylem planı oluşturmak üzere harekete geçtiklerini söyledi. Bunu biz bir tahit olarak alıyoruz. Yani iyi niyetli bir tahit olarak alıyoruz.
Ama takip etmemiz lazım. Biz takibindeyiz. Yani ben bireysel olarak ve akademik olarak bunun takibindeyim. Fakat biraz önce balıkçılardan da bahsettik. Evet balıkçılar bunun nedenlerinden bir tanesi. Ama şu anda en büyük zararı da onlar ettiler. Bunu görmemiz lazım. Bu adamlara bir çare düşünmemiz gerekiyor. Balıkçıların bunu ön görmesi lazımdı. Bizim de şimdi balıkçıların ne halde olduğunu görmemiz lazımdı.
Tabii ki tabii ki tabii ki balıkçı binli dalı kesti. Tamam kesti. Git kardeşim ne halin varsa gör diyebilir. Yani onların durumunu görmemiz gerekiyor. Diğer bir hususta yani bu yeni normal şartlara uygun bir atık yönetim politikasından bahsederken tamamen bu iklim değişikliğini dikkate alan bir yaklaşımı benimsememiz gerekiyor.
İklim bizim zannettiğimizden daha fazla hayatımızı bundan sonra etkileyecek. Çok daha fazla etkileyecek. Hayal ettiğimizden daha fazla şekilde geliyor. Bu etkileri dikkate alarak her attığımız adımda denizin iklimin habercisi olduğunu unutmayarak hareket etmemiz gerekiyor. Marmara Denizi bizim iç denizimiz. Yani şu anda balıkçılık sektörü zarar etti. Turizm arkasından geliyor. Şu anda başlamak üzere. Denizcilik sektörü hemen gelecek.
Marina var balıkçı barınağı var. Şu anda oraları kan ağlıyorlar. Yani böyle ya işte deniz süpürgeleriyle buraları temizleyelim. Aman şöyle yapalım. Aman böyle yapalım. Tabii ki eğer limanın içinde can çekişiyorsa balıklar tabii kardeşim kaldıralım oradaki müsilice alalım. Ama açık denizdeki müsilice deniz süpürgesiyle falan alamadığımızı. Toplamaya kalkarsak dağıtırız bilakis parçalanır.
Parçalandığı için rüzgar o sporları alır etrafa da saçar. Dolayısıyla etkisi büyümüş olur. Dolayısıyla bunun hani yüzeydeki çok kalın tabakaları belki almak mümkün olabilir ama sürdürülebilir bir çözüm olmadığını bilelim. Sürdürülebilir çözüm iklim değişikliğini dikkate alarak atık yönetim politikasını değiştirmemiz gerekiyor. Tek elden yönetim derken de sevgili hocam yani bütün birimlerin aynı doğruyu kabul ettiği yönetimden bahsediyorum. Bizim çok güzel kanunlarımız var, çok kötü uygulamalarımız var. Kanun varsa uygulayalım. Atık yönetiminde dereler şu anda zehir akıyor balık kalmadı. Nilüfer çayı yani şeyden doğuyor. Uludağın eteklerinden gürül gürül içtiğiniz su Karaca Bey’den denize dökülürken zehir olarak dökülüyor.
Aynı şey Gönül çayı için geçerli, Biga çayı için geçerli. Ben kendi bölgem için yakından bildiğim yerleri söylüyorum. Dolayısıyla yani bir bütün olarak kanunları, mevzuatı uygulamakta artık gecikmemeliyiz. Yani Marmara Denizi’nin zamanı kalmıyor. Yasalarda sorun yok, uygulamada sorun var. Yeni normale göre yasaları da tabii ki güzel dememiz gerekiyor ama esas sorunumuz uygulama, uygulama, uygulama. Yasalar güçlerine yazıldıkları metinlerden, kağıtlardan değil uygulamadan alınmaları. Uygulamak zorundayız efendim. Peki çok teşekkür ediyorum. Sağ olun hocam, hocam. Çok teşekkürler. Teşekkürler. Teşekkürler. Değerli izliler Marmara Deniz’deki müslüman sorununu konuştuk. Müslüman dediğiniz aslında bir canlı organizmanın atı. Yani kendine bir problem değil sadece bunun miktarı ve deniz üzerinde bulunma süresi ve denizin derinine ne kadar nüfuz ettiği önemli.
Çevresel koşullarla yani çevredeki ısınma, deniz suyunun ısınması, hava sıcaklığının bekleyenin üzerinde gitmesi bunun artışına sebep oluyor. Ama asıl önemli olan çevre kirliliği, bunların daha fazla atık salgılamasına ve bu atığında daha fazla müslüaca dönüşmesine sevgiyet veriyor.
Bu da kısa vade ekonomik olarak bir kere balıkçılığı ortam kaldırıyor. Uzun vade ise balık tüneli ve denizli bir yaşamını ortam kaldırıyor. Marmara’da ise daha da uzun vadede ama zannettiğiniz kadar da uzun vade değil belki bir iki kuşak içerisinde Marmara Denizi’nin tamamen ölümüne yol açacak. Yani bir Marmara Denizi’miz kalmayacak. İçine giremeyeceğimiz, uzaktan bakacağımız, hatta büyük ihtimalle metan gazı salarak çevresini zehirleyebilecek bir deniz haline gelecek Marmara.
Çok değil belki sizin torunlarınız zamanında durumun bu olması çok muhtemel görünüyor. O yüzden yasal düzenlemeler yapmak lazım diyor değerli konukların konunun hepsi uzmanı. Atık yönetimini düzeltmek lazım. Bütün beyazların, Marmara Çeviri’nin bütün beyazların bir araya gelmesi ve merkezi ideayede yanlarına alarak bu soruna ortak bir çözüm araması gerekiyor. Çözüm bulunuyor, biliyor çünkü Adriyetik kıyısındaki 6 ülkenin bir araya gelerek oluşturduğu bir konsorsiyum ortak çözüm arkaodusuyla anlaşınca Marmaralar’la çok daha büyük risk içeren ve çok daha önce bu sorunla yüzleşen Adriyetik sorunu şimdi makul seviyede çekme başarısını gösterdi.
Marmara ise ne yazık ki henüz o düzeyi değil üstelik de tek bir ülkenin bizim alacağımız kararlara bağlı olması rağmen. Hepinize iyi geceler diliyorum. Yarın akşam tekrar görüşüşe kadar hoşçakalın.
İlk Yorumu Siz Yapın