Müsilaj nedir? Prof. Dr. Neslihan Özdelice yanıtladı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=QMGzfX4rRWc.
Müslüaj aslında yeni değil. 17. yüzyıldan beri Adriyatik Denizi’nden bildiriliyor. Şu an gözlemlemiş olabiliriz ama daha önce de bizim sularımızda gözlemlenmişti. Vardı. Bu tek yüceli canlılar her zaman müslüaj da yapabilir. Kimisinin doğal bir yaşam ortamında aynı zamanda tatlı sular da özellikle. Tatlı sular da müslüaj olur mu? Görsel açıdan böyle değil ama onlar bazı türler ortamdaki şartlara kendini korumak için müslüajlı kitle içerisinde kümeli olarak yaşayan türler de vardır. Yine başladık müslüaj ne? Peki müslüaj şöyle söyleyelim. Dünya denizlerinde her yerde görülebilen besin ağı üzerinde etkileri olabilen, bakterilerle birlikte fitopilankton dediğimiz tek yüceli canlıların değişen ortam şartlarına verdikleri yanıt aslında ve bir nevi hücre içi salgılarını dışarı salma hali.
Bunlar plankton mu yoksa planktonlar mı müslüajla sebebiyetli yoksa planktonlarla bakterilerin bir araya gelmesi müslüaj yaratıyor. Şimdi normalde bakteriler daha fazla müslüaj salma yetenekleri var. Hem hücre içinden dışarı salabilir hem de hücre zarında da müslüaj oluşumları gözlenebilir.
Ama şu an tek yüceli canlardan başta diatom dediğimiz bu fitopilankton grubu içerisinde üretici olan halka da diatomlar müslüaj üretebiliyorlar. Müslüaj nasıl söyleyeyim? Rıza bunun bir salgısı mı yani? Evet, stoprazmik bir salgı, glikos, polisik, evet polis halk kalit. Bu nedenle de yapışıcı olduğu için bu kümelenmeyi meydana getiriyor.
Aynı zamanda içerisinde bir miktar protein ve yağ da var. Protein de suyla birleşince köpüklenmeye sebep oluyor. Ortam aslında kozmik bir yapı. Sudaki organik madde, askıda katı madde, değişik partiküller var. Bunlar da bu yapı içerisine geliyor. Bu mukoza gibi yapıya dahil oluyorlar. Dahil oluyor ve büyük bir kitle haline geliyor. Aslında normalde baktığımız zaman biz hiçbir zaman sonbahar dönemlerinde evet, fütopilankton patlardı, ikinci pik derdik biz ona. Daha küçük bir pik olurdu. Ama bu iklimsel değişikliklerin etkisiyle birlikte suların da ısınması sonbaharda da yüksek seviyede bir pikle gözlemliyoruz. Ama ilkbahardaki pik… Şu anda görmekte olduğumuz? Evet, aynen. Bu normalde Marmara Denizi için özellikle sikletonama costatum dediğimiz bir türümüz var. Onun aşırı artışıyla bu normalde olurdu. Bu kadar uzun sürmezdi. Beni soracağım ama şimdi ben çocukken de biz sandalıya gezerken veya işte Marmara Denizi’nde, denizde dolaşırken, yelkenliğiyle şununla bununla hep görürdük. Yani Kadıköy sahinde olurdu, daha açıklarda da olurdu. Ne bileyim Florya sahilinde de olurdu ama bu denli yoğun olmazdı ve çok ender görülürdü. Şimdi ise daha kalıcı mı oldu bunlar yani? Daha uzun bir süre. Esler birkaç gün içinde dağılır giderdi sanki. Bunlar dağılır mı yoksa bize mi öyle gelirdi o zamanlar? Şöyle şimdi bu canlar çok küçük canlılar ve yaşam ömürleri çok kısa. Yani 2-3 hafta gibi bir yaşam ömürleri var.
Hayatta kalabilmek için de çok hızlı bir şekilde üreme yeteneği kazandırmışlar. HMeşe ile HMeşe’siz her yönlü üremeye sahipler ve sayıca çoğalma içgüdüsündeler. Öyle dış faktörler var ki aslında bu yapıyı bu ortamda uzun süre kalmasına sebep olan
bir şey değil ama başta bunların besinini oluşturan azot, fosfor gibi besin, besi celemet dediğimiz maddelerin ortamda miktarları çok önemli. Bunların birbirlerine oranları çok önemli. İşlerinden bir tanesinin limitleyici olmasıyla bu olay müsülaj salma olayı artabiliyor da. Sıcaklık çok çok önemli.
Sıcaklık arttıkça da artıyor ki Marmara denizinden eskilere göre baktığımızda 2-3 derecelik bir artışımız var. Evet bu da bu türlerin üremesini sağlıyor. pH da değişiklikler var çünkü karbondiyoksit miktarı arttıkça pH azalıyor. pH’ın düşmesi hem… Asidikten baza mı dönüyor su? Asidikleşiyor. Asidikleşiyor.
Ve bu da kalsiyon karbonatlı bünyesinde kalsiyon karbonatı olan canlılarında kavkılarının erimesine sebep oluyor. Süreç aslında çok kompleks bir süreç. Belki çöl tozları bile bu süreçte etken oldu çünkü içindeki demir oranı var, demir ve fosfor var. Demir bu canlıların nütrient devri dediğimiz azot devrinde özellikle katalizasyon, azot
devri katalizasyon rol alıyor. Yani tek yüceli suyun içinde bu azot döngüsünü yaparken, örneğin suda azot var, diatomlar asla azotu direkt olarak öyle almazlar. Nitit olacak bakterilerin etkisiyle, sonra tekrar bakterilerin etkisiyle nitrata dönecek, nitrat olduktan sonra alacak. O evrede demirde katalizasyon olarak işin içine giriyor.
Belki sahra tozları etkileri bu süreci biraz daha uzaklaştırılabilir. Sahra tozları bu çamur yağmurları aslında. Aynen. Hepimiz biliyorsunuz uzun bir süredir evlerimizdeyiz, yoğun deterjan kullanımımızda oldu. Evsel atıkların, fosfor yükle atıkların bu alana girişi de söz konusu ama Marmara Denizi şöyle baktığımız zaman büyük bir yüzey alanına sahip bir deniz ve atmosferik çökelmelere de savunmasız bir durumda. Karadeniz ile Akdeniz arasında bir deniz, Karadeniz’den yoğun Tuna nehrinin etkileri ile birlikte gelen bir azot fosfor yükü de var. O da uzun bir süre burada. Tuna’nın kirliliği geliyor. Aynı şekilde aslında bu canlılar için ortam sağlanmış durumda. Besinli oluşturan azot fosfor var. Işık yeterli seviyede. Kış dönemi yoğun yağışlarla birlikte tarımsal alanlardan gübreler geldi azot aşısından o. Işık da ikbarla birlikte onlara eşlik etti. Bu canlılar da bu şekilde bulüm dediğimiz patlama olaylarını meydana getiriyor. Peki hocam şimdi bir şey mi merak ettim. Bu boğazda senede birkaç kere boğazın hangi değişir böyle? Tulkazımsı, mavim, siyeşnimiz çok güzel bir renk alır. Ve biz de ona ne güzel oldu boğaz Fandris.
Aslında o marmar için kötü bir şey değil mi yani o buradaki o plankton artışını göstermiyor mu? Aslında şöyle şimdi kamuoyunda şöyle bir yanlış algıda oluşsun istemem. Bu tek hüceli canlılar suya oksijen verdiği gibi çünkü sudaki karbondioksit alarak fotosentezi yaparak oksijen üretir. Bunlar bitki özelliğindeler. Evet tabii.
Bitkisel organizmalar kloroplastlarında fotosentezi yaparlar, organik madde hem oluştururlar, üretirler. Böylece diğer canlılar içinde besin kaynağı olurlar. Hem üretici besin piramidinin en altında bulunurlar hem de oksijen vererek hem suya hem de şu an soluduğumuz havadaki oksijenin belki de yarısının üretici olmaları açısından çok önemli.
Bizim boğazda gördüğümüz kokolitofor dediğimiz bir grubun artışıyla olan bir renklenme durumu. O da o canlının o dönem belki uygun kendisi için uygun ortam şartlarında ürettiği bir durum. Yani bu zarar verici bir şey değil. Hayır yani şöyle her şeyin aşırısı zarar. Bu canlılar yürüyecek ki oksijen meydana gelecek. Daha sonra solunum da yapacak bunlar.
Karanlık reaksyonda solunum döneminde de organik madde parçalanıyor. Karbondiyoksit çıkıyor ve aynı süreçte bakteriler de işin içine girerek karbondiyoksit açığa çıkartacak. Bu dengede ne zaman oksijen üretimi daha fazla olursa bu her zaman için bizim için tabii ki iyi denge halinde. Ama aşırısı olduğu takdirde şu aşamada sorun olur.
Mesela misilajın ilk gözlemlendiği anda eminim ki ortamda çok yüksek oksijen vardı. Çünkü bu canlılar aşırı çoğaldığında ortama oksijen verdi. Biz belki o an ölçüm yaptığımızda çok güzel satürre oksijen bayağı su temiz de diyebilirdik. Ama ilerleyen aşamalarında bu canlıların ölüp iki üç hafta dibe inmeleri bakteriyel
ayrışma, orta ortamdan oksijenin çekilmesi, değişik aerobik bakterilerin işte işleyen selleriyle açığa çıkan değişik gazlar, hepsi sürece tabii kötüleştirme. Yani şunu anlayabilir miyiz? Yüzeyde bir oksijen üretimi ve yüzeyde bir canlılık sağlıyorlar. Ama ölüp dibe çöktükten sonra denizin dibinde yaşamı aslında yok ediyorlar. Yani Karadeniz’in dibi de bu şekilde yok oldu aslında. Marmuranın dibi de bu şekilde yok olmaya doğru gidiyor bir yandan da.
Evet, şöyle de düşünebiliriz. Benthik bölgede yani deniz diblerinde bu organik maddeler oradaki canlılar içinde
kesin kaynağıdır aynı zamanda.
İlk Yorumu Siz Yapın