"Enter"a basıp içeriğe geçin

Efsanenin Ardındaki Gerçek Hikaye – William Wallace

Efsanenin Ardındaki Gerçek Hikaye – William Wallace

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=PGyqfVIVeIE.

Zor zamanlar, güçlü insanlar yaratır. Daha zor zamanlardaysa uluslar onlara ilham kaynağı olacak kahramanlara ihtiyaç duyar. 13. yüzyıl İskoçya’sı işte böylesine zor zamanlardan geçiyordu. Uzun süredir ülkeyi barış ve refah içinde yöneten kral
Alexander ölmüş bundan sonra yaşanan veliaht krizi ise İngilizlerin ülkeyi işgal etmesiyle neticelenmişti. Kısa süre içerisinde koşullar kötüleşmeye başladı. İskoç halkı işgalcilerin kötü muamelesiyle karşı karşıyaydı. Öyle ki İngiliz kibri ve şiddeti ülkenin her yerinde hissediliyor, yerli halk en temel ihtiyaçlarını karşılamakta
dahi zorlanıyordu. Ancak fırtına kısa süre içinde yön değiştirdi. William Wallace adında bir adam etrafındaki az sayıda destekçisiyle İskoçya’nın güneyini işgalcilerin kanıyla yıkamaya başladı. Wallace İskoç halkına ihtiyaç duyduğu şeyi
bir şey söylemişti. Bağımsızlık ruhu mücadelelerinin temelini inşa etti. Yine de en nihayetinde onun bu destansı hikayesi ihanet, ölüm, işkence ve kanla kirletilerek sona erdi. Ancak ölümü de tıpkı yaşamın eylemleri ve düşünceleri gibi İskoçya bağımsızlığının sembolü haline gelecek William’ın ateşlediği küçük kıvılcım çok geçmeden bütün Kuzey ve İtanya’yı saran dev bir alev çemberine dönüşecekti. William Wallace’ın hikayesinin ilk yılları orta çağın puslu karanlığının ardına gömülmüş durumdadır. Ailesi hakkında bilinenler oldukça sınırlıdır. Çeşitli kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre babasının adı Malcolm ya da Ellen’dır. Doğum yeri ya Glasgow yakınlarındaki Elderslie ya da daha güneyde bulunan Arry şairdaki farklı bir yerleşim yeri olarak kayıtlara geçmiştir. Yine de bu puslu görüntünün ardından Wallace’ın ilk yıllarını resmeden belli belirsiz bir hikayeye ulaşmak mümkündür. İskoç halk şairi Cur Harry’nin satırlarından anlaşıldığı kadarıyla William, soylu ancak ekonomik durumu pek de iyi olmayan bir aileden geliyordu. 1270 yılı civarında doğmuştu. Hayatının ilk yıllarını Malcolm ya da John adındaki kardeşleriyle birlikte edindiği temel dini bilgileri tekrar etmekle ve nasıl savaşılacağını öğrenmekle geçiriyordu. Eğitiminin büyük bir bölümünü Stirling yakınlarındaki Duny Pace kasabasında bir rahip olan amcasının gözetimi altında almıştı. Böylece birkaç yıl içerisinde ailesinin hayalini kurduğu dindar ve cesur adama dönüşebilecekti. William’ın yetiştiği yıllar İskoçya kralı 3. Alexander’ın hükme altında yaşanan uzun soluklu barış ve ekonomik istikrar dönemine denk gelmişti. Wallace’ın doğumundan iki yıl sonra 1272’de İngiltere tahtına çıkan 1. Edward, İskoç tahtı üzerinde hak sahibi olduğunu iddia etmiş fakat bu girişimin kral Alexander üzerinde pek bir etkisi olmamıştı. Buna rağmen İskoçya’nın iyi talihinin tersine dönmesi uzun sürmeyecekti. William’ın gelecekte ki hayatını şekillendirecek olan olaylar dizisinin ilki, İskoçya’nın Doğu kıyılarında yer alan King Horn’da yaşanmak üzereydi. 19 Mart 1286 tarihinde 3. Alexander bu kasaba civarında bir yolculuğa çıktı.
Bir süre sonra etraftaki yamaç ve uçurumların üzerini kaplayan amansız bir fırtına William’ın ve İskoçya’nın kaderini sonsuza dek değiştirecek trajik bir olaya neden oldu. Şiddetli yağış ve sert rüzgar sebebiyle kral Alexander atının kontrolünü kaybetti. Her şey bir anda olup bitmiş, göz açıp kapayıncaya kadar kral ve atı ortadan kaybolmuştu. Birkaç gün içerisinde cansız bedeni civardaki uçurumlardan birinde bulundu. Alexander’ın ölümünü takiben İskoçya’nın koruyucular adı verilen hükümeti toplanarak veraset için gerekli işlemleri başlattı. Kralın hayatta kalan bir erkek varisi yoktu. Bu yüzden merhum kralın Norveç’te bulunan kız Margaret, İskoçya kraliçesi seçildi. Ülkeye varana kadarsa krallığın yönetimi hükümet tarafından üstlenildi. Ancak bu yolculuk Margaret için sonun başlangıcı oldu.
Kader onun Büyük Britanya’ya ayak basmasına izin vermedi. Yeni kraliçe 1290 yılının Eylül ayının sonlarına doğru İskoçya’nın kuzeyinde bulunan Orkney adalarında rahatsızlanarak hayata gözlerini yundu. Alexander’ın ölümüyle başlayan felaketler dizisi henüz son bulmuş değildi. Eski kralın soyundan gelen açık bir varisin bulunmaması kısa süre içinde 13 farklı adayın taht üzerinde hak talep etmesine neden oldu. Bunların en göze çarpanları eski Huntington dükü David’in soyundan gelen John Beryl ve Robert Bruce’du. Güç kutuplarının gittikçe belirginleşmesi, her geçen gün artan iç savaşçı ırtkanlığı ve Alexander’ın ölümünden sonra ortaya çıkan belirsizliğin neden olduğu panik hali en nihayetinde koruyucu hükümetin İngiliz kralı 1. Edward’ı aracı olarak İskoçya’ya davet etmesine sebep oldu.
Ancak bu girişim İskoç tarihindeki en büyük hatalardan biriydi. İngiltere kralı Edward davetin üzerinden çok geçmeden büyük bir İngiliz ordusuyla İskoçya sınırında göründü. İyi teçhiz edilmiş ordusuyla ılımlı bir ara bulucudan ziyade açgözlü bir işgalciyi andırıyordu. Ancak ordusu savaşmak için değil, göz korkutmak için oradaydı.
En nihayetinde kısa süreli bir hazırlığın ardından 1292 yılı Kasım ayının başlarında İskoç temsilcileriyle Edward, İskoç sınırında yer alan Tvid Nehri kıyısındaki Berwick kalesinde bir araya geldi. Görüşmeler genel olarak Edward’ın arzuladığı şekilde ilerledi. Tüm adaylar onu İskoçya’nın yücel ordu olarak tanımışlardı. Seçim yapmak da aslında zor olmamıştı. Kan bakımından tahtı en çok hak eden aday John Ballyel’di. Ve Edward’ın yapması gereken tek şey onu İskoçya kralı olarak taçlandırmaktı. Ancak ona göre bu taç pek bir anlam ifade etmiyordu. Bu andan itibaren Edward, John’un otoritesini aşamalı olarak zayıflatmak için adımlar atmaya başladı. İskoçya’yı feodal vassal bir devlet olarak görüyor, kendisine saygı duyulmasını ve Fransa’ya karşı savaşında askeri destek sağlanmasını talep ediyordu. Bu yeni gelişmeler en sonunda İskoç aristokratların sabrını taşırdı. Temmuz 1295’te koruyucu meclis bir araya geldi ve John’u devre dışı bırakarak ülke yönetimini yeniden ele geçirdi.
Hükümet derhal İngilizler ile iletişimi kopararak Fransa’yla karşılıklı askeri yardımlaşmaya dayalı bir ittifak anlaşması imzaladı. Ancak çok geçmeden bu yeni durum bir süredir İskoçya üzerinde toplanan kara bulutların amansız bir fırtınaya dönüşmesine sebep olacaktı. İskoçların Fransızlarla yaptıkları anlaşmaya misilleme olarak Edward ordusunun başında kuzeye yöneldi ve Tivit Nehri sınırındaki Berwick’e saldırarak burayı işgal etti.
İskoçlar ilk direnişini Dunvard’a gösterdilerse de 27 Nisan 1296’da ağır bir yenilgiye uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun ardından Edward, İskoçya’da iktidarı temsil eden kader taşına el koydu ve John Bailey’li tahttan indirerek Londra Kulesine getirerek burada hapsetti. Bu andan itibaren İskoçlar için her şey değişmeye başladı.
Kısa süre içinde adanın kuzeyi İngiliz asker ve yetkililerle dolup taştı. Edward kendi hakimiyetini tesis etmek adına İngiliz idari sistemini İskoçya’ya taşıdı. Dunvard’aki İngiliz zaferi kesindi. Edward’ın seferi başarıya ulaşmıştı. Ancak bu başarı kalıcı olmayacaktı. İskoçya bu yıllarda İngilizler tarafından işgal edilmiş olmasının yanı sıra kendi iç çatışmalarıyla da kuşatılmış durumdaydı.
İskoç soylularının bir bölümü Edward’ın hakimiyetini tanımış değildi. Aynı zamanda İngiliz birlikleri İskoçya’daki kamp ve güçlendirilmiş garnizonlarında özgürce hareket ediyorlardı. Sivil yaşam tehdit altındaydı ve işgalcilerin sıradan halka yönelik tacizleri her geçen gün daha da yaygın hale geliyordu. Buna ek olarak İskoç soylular hukukun üstünlüğünü sürdürmek ve İskoçları İngiliz zulmünden korumak için çok az şey yapıyordu. İşte bu kanunsuzluk ve panik ortamında William Wallace’ın babası İngiliz birlikleriyle girdiği bir çatışmada öldürüldü. Bu olay şüphesiz ki Wallace’ın ömür boyu ulusunun bağımsızlığı için savaşma arzusuna katkıda bulunmuştu.
Bununla birlikte bu yıllarda William artık bir haydut gibi yaşıyor, İngilizlerden kaçmak için sürekli hareket ediyor ve ara sıra onlarla vahşi bir şekilde yüzleşmek zorunda kalıyordu. Tüm bu göstergeler William’ın bu dönemde İngilizlere karşı kişisel bir mücadele içinde olduğunu gösteriyor. Onun bizzat katıldığını bildiğimiz ilk olay İngilizler tarafından atanmış olan Lanark şerifinin Wallace tarafından öldürülmesini içeren bir arbededir.
Bazı kaynaklar bu arbedenin sebebini William Wallace’ın eşinin öldürülmesi olarak gösterse de Marion Bradford’un neden ve ne zaman öldüğü net değildir. Bu olayla birlikte William Wallace resmi olarak kanun kaçağı ilan edilmiş ve görüldüğü yerde yakalanmasını içeren bir emirname yayınlanmıştır.
Bundan sonra 1297 yılında Wallace, Edward’ın hakimiyetini tanımayan bir İskoç soylusu olan Lord William Douglas’a katılarak onunla birlikte İngiliz kamplarına baskınlar yapmaya başladı. Kısa süre içinde bu hareket büyük bir isyana dönüştü. Ancak İngilizler havadaki kötü kokuyu almışlardı. Temmuz ayı civarında güçlerini sergilemek adına tüm soyluları Güney İskoçya’da bulunan Irwin kasabasında toplayarak hepsine boyun eğdirdiler. Ancak William Wallace ve Stirling’de omuz omuza çarpışacağı yakın dostu Andre Morey toplantıya katılmamıştı. Onlar direnişlerine devam etmekte kararlıydı.
Bu dönemde Wallace İngiltere sınırına yakın bir bölgede bulunan Etrick ormanını İngiliz topraklarına yaptığı yağma akınlarında bir üs olarak kullanmaya başlamıştı. Bu sırada Morey, Urquhart, Inverness, Elgin, Banff ve Aberdon gibi İngiliz kontrolündeki kaleleri ele geçirmişti. Kısa süre sonra Wallace daha ciddi bir girişimde bulunması gerektiğine karar verdi. 1297 yılı yazının sonlarına doğru Andre Morey de birlikleriyle birlikte ona katıldı. Ve Eylül ayının başlarında ikili İngilizlerin kontrolündeki Dandy’yi kuşatmak için harekete geçerek İngilizlerin geleneksel olarak İskoçya’nın anahtarı olarak gördükleri Fort Nehri üzerindeki Stirling köprüsüne yöneldi. Ancak İngilizler bu girişime haber almışlardı. Böylece Surrey Comteau John Warren önderliğindeki İngiliz birlikleri de 9 Eylül 1297 tarihinde Nehrin diğer tarafına ulaştı. Bununla birlikte Wallace’ın etrafındaki destekçilerin sayısı her geçen gün artıyordu. İngiliz kaynaklarının bir kısmı Surrey Comteau John’un Stirling’de karşılaştığı İskoçların sayısı karşısında şaşkına uğradığını dile getirir.
Buna rağmen İngiliz tarihçilerinin İskoç bağımsızlık savaşı söz konusu olduğunda açıkça taraflı bir yaklaşım sergilediğini de unutmamak gerekir. Bazı kaynaklarsa İngilizlerin karşılaştıkları manzara karşısında hiç şaşırmadığını onları kolayca ezebilecek fareler olarak gördüklerini kaydetmiştir. Yine de modern kaynaklar iyi teçhiz edilmiş İngiliz ordusunun mevcudunun yaklaşık 15.000 ile 45.000 arasında olduğunu ileri sürdüğü gibi
İskoç ordusunun mevcudunun ise 15.000’den fazla olmadığını tespit etmiştir. Muharebenin başladığı 11 Eylül sabahı İngilizler Gallia okçularla birlikte Dar ve Eski Stirling köprüsünü geçerek saldırı için emir beklemeye başladılar. İskoçlarsa nehre yakın bir tepenin yamacında konuşlanmışlardı. Bu avantajlı konumu terk etmemek adına İngilizlerin saldırıya geçmesini bekliyorlardı.
Ancak tam da bu gergin bekleyişin ortasında tuhaf bir olay yaşandı. İngiliz piyadesi ve Gallia okçular nehrin diğer tarafına geri çağrıldı. İngiliz komutan John Varham uyuyakalmıştı ve nehrin geçilmesi emrini bizzat kendi vermek istiyordu. En nihayetinde isteği yerine getirildi, John emri verdi ve İngilizler yeniden köprüyü geçmeye başladı. Ancak bu geçiş esnasında İskoçların beklemeye niyeti yoktu.
Henüz 5000 civarında İngiliz askeri köprüyü geçmişti ki Wallace ve Moray önderliğindeki İskoçlar hızla nehri kıyısına inerek şiddetli bir saldırı başlattı. Karşı tarafın savaş naralarıyla neye uğradıklarını şaşıran İngilizler bir anlık panikle köprünün üzerinde birikmeye başladı. Ancak eski köprünün böylesine bir ağırlığı taşıyacak direnci yoktu. Çok geçmeden büyük bir gürültü duyuldu ve Stirling köprüsü Fort nehrinin dingin sularına gömüldü. Nehrin kuzeyinde kalan Hugh de Cressingham idaresindeki İngilizler kendilerine karşı öfke ve nefretle dolu taşmış olan İskoç ordusu tarafından hezimete uğratıldı. İngiliz komutan John Varham, Hugh ve emrindeki piyadelerin öldürülmesini nehrin diğer tarafından endişe dolu bakışlarla izlemiş ve en nihayetinde savaşı kaybettiğini anlayarak askerlerine Berwick’e doğru çekilme emri vermişti. İskoç tarafındaysa Andre Morey savaş esnasında aldığı ağır yaralar nedeniyle ölmüştü. Stirling köprüsü savaşı hem İskoçya hem de William için büyük bir önem taşıyordu. İskoçya’nın bağımsızlık mücadelesi resmen başlamış, yenilmez olduğu düşünülen İngilizler yenilgiye uğratılmıştı.
Öyle ki çok geçmeden Edward’ın temsilcileri William Wallace’dan barış talep etmek zorunda kaldı. Ancak William’un başladığı şeyi bitirmeden durmaya niyeti yoktu. Bu nedenle temsilcileri aşağıladığı barış teklifini reddetti ve Kuzey İngiltere’ye ilerleyerek York şehrini ele geçirdi. O artık Robert Bruce’un kendisine bahşettiği ünvanla İskoçya’nın koruyucu şövalyesiydi ve hakkında anlatılan hikayeler kısa süre içinde efsanelere dönüşmeye başlamıştı.
Birkaç ay içerisinde Britanya’nın en tanınan ve hakkında en çok konuşulan siyasi figürlerinden birine dönüştü. Wallace, Stirling Savaşı’nda elde ettiği başarının ardından İngiltere’nin kuzeyindeki North Humberland ve Cumberland gibi önemli konutlukları ele geçirdi. Yine de İskoç soylularının desteğini tam olarak alabilmiş değildi. Aristokratlar arasında hala düşmanları vardı.
Buna karşılık İskoç halkı Wallace nezdinde bağımsızlık ruhunu yakalamıştı. Yamancı bir krallığın hükmüne karşı bir bağımsızlık mücadelesinin fidile ateşlenmiş bulunuyordu. Tam da bu esnada Fransa’da bir sefer yürüten Edward’ın adaya geri dönmesiyle rüzgarın yönü değişmeye başladı. İngiltere kralı ordusunun başına geçerek Wallace önderliğindeki İskoçlarla yüzleşmek amacıyla kuzeye yöneldi.
Abartılı bulunan bazı kaynaklara göre İskoçya’ya girdiğinde gâl savaşçılarıyla desteklenmiş ordusunun mevcudu yaklaşık 90.000’i bulmuştu. Wallace’ın önderliğindeki mütevazi İskoç ordusuysa onun karşısında gerileyerek Edinburgh’un kuzeybatısında kalan Folkirk’e kadar çekildi. İskoçya’nın kaderi işte burada tayin edilecekti.
İskoç soylularının bir kısmı Wallace’ın yanında yer almış olsalar da içlerinden bir bölümü İngilizlerle savaşmak konusunda oldukça isteksizdi. İngilizler Lothian’ı yağmaladıktan ve birkaç kaleyi geri aldıktan sonra açık alanda çarpışmak amacıyla Folkirk’e yaklaştılar. İlk çarpışmalar başladığında İskoçların uzun mızraklı askerleri İngiliz fiyadesine karşı üstünlük kurmayı başardı.
Ancak büyük bir çoğunluğu gallerden oluşan okçuların devreye girmesiyle savaşın gidişatı değişmeye başladı. İskoç hatları kısa sürede dağıldı. John Graham gibi bazı İskoç soyluları İngiliz kılıçları altında doğrandı. Yaklaşık 10.000 civarında İskoç savaş alanında cansız yatıyordu. Artık William Wallace için pek bir seçenek kalmamıştı. Askeri itibarını tamamen kaybetmeyi göze alarak savaş alanını terk etti. Bunu İskoç ordusunun tamamen geri çekilmesi izledi. En nihayetinde 22 Temmuz 1298 akşam üstüne doğru İngilizlerin zaferi kesinleşti. Bu William’ın kariyeri için şüphesiz bir düşüş anlamına geliyordu. Robert Bruce tarafından kendisine verilen İskoçya’nın koruyucusu şövalyesi makamını John Comyn lehine terk ettikten sonra İskoçya’nın karanlık ormanlarının derinliklerine çekildi.
Wallace’ın 1299’dan 1303’e kadar geçen dönemdeki faaliyetleri belirsizdir. Bazı kaynaklar Kral 4. Philip’ten destek almak için Fransa’ya gittiğini belirtir. Buna göre Fransa Kralı Papa ve Norveç Kralı’ndan destek alması için ona çeşitli yardımlarda bulunmuştur. 7 Kasım 1300 tarihinde Roma’ya ulaşan Fransa elçisi Papa’ya William’ın isteklerini içeren bir dilekçe getirmiştir.
Ancak 1303 yılında Fransa ile İngiltere’nin barış yapması bu sürece ciddi zarar verir. Bu anlaşma ayrıca Edward’a İskoçya’ya yeniden bir istila seferi düzenlemek için fırsat tanıdı. 1304 yılında İngilizler Stirling’i geri aldı. Aynı yıl içerisinde Wallace, İskoçya’ya dönerek Heprib ve Irnsight’a gerçekleşen çatışmalara katıldı. Ancak İngiliz ilerlemesi durdurulamadı.
Sonunda birçok İskoç soylusu Edward’a boyun eğerek bağlılık yeminini yenilemek zorunda kaldı. Ancak bunların hiçbiri yeterli değildi. İngilizler İskoç halkına kanlı bir mesaj vermek istiyordu ve kısa süre içinde bununla ilgili olarak gizli bir plan hazırlandı. En nihayetinde 5 Ağustos 1305 tarihinde Edward’a sadık bir İskoç soylusu olan John Manteit
İngiliz komutan John Segreiville işbirliği yaparak Wallace’ı Glasgow yakınlarında pusuya düşürdü. Sonunda William Wallace, İskoçya’nın bağımsızlık savaşının fitilini ateşleyen adam yakalandı, zincire vuruldu ve yargılanması için Londra’ya getirildi. Westminister sarayında yapılan sorgulamalar esnasında kendisine İngiltere Kralı Edward’a neden ihanet ettiği sorusu yöneltildiğinde Ben Edward’a ihanet etmedim çünkü hiçbir zaman onun tebası değildim diye yanıt verdi. Ancak yargıçlar ona baktığında İngiliz kanına susamış bir hainden daha azını görmüyorlardı. Mahkemenin ardından Wallace İngiltere’ye ihanetten yargılananlar için oldukça popüler bir mekan olan Londra Kulesi’ne götürüldü. Burada birkaç saat kaldıktan sonra kıyafetleri çıkarılarak bir atın arkasına bağlandı
ve Smithfield’daki Elms Caddesi’ne kadar sürüklendi. William işinin ehli cellatlara emanet edilmişti. Ayrıca ölümünü görmek isteyen yüzlerce insan da bu işin bir şova dönüşmesinden oldukça memnundu. İlk olarak kalın bir ip ile boğazı sıkıldı. Ancak nefesi tam olarak kesilmeden ip gevşetildi. William Wallace’ın ölümü insanların zihninde ve yüreğinde iz bırakmalıydı. İnfazın her anı etkileyici olmalıydı.
İngilizler onunla savaşırken kendilerini aşağılanmış hissetmişlerdi. Öyleyse William da aşağılanmalıydı. Bu nedenle bedeni ölümcül bir yara almadan evvel hadım edildi. Bundan sonraysa bağırsakları çıkarılarak henüz hayattayken gözlerinin önünde yakıldı. Başı kesilerek Londra Kulesi’ne asıldı. Çok geçmeden ona John ve Simon Fraser kardeşlerin başları da eşlik edecekti. Vücudu dört ayrı parçaya bölündü. Her bir uzuvu Newcastle, Berwick, Stirling ve Perth gibi sınıra yakın bölgelerde sergilendi. İngilizler vermek istedikleri kanlı mesajı en nihayetinde vermişlerdi. Ancak Wallace yaşamıyla olduğu gibi ölümüyle de İskoç halkına ilham vermeye devam etti. 1306 yılında İskoçya kralı olan Robert Bruce onun tarafından başlatılan ulusal bağımsızlık mücadelesini yeniden canlandırdı. Edward ona karşılık vermek için yola koyulduysa da Carlyse yakınlarında rahatsızlanarak öldü. 1314’te yapılan Bannock-Burnes Savaşı’nda İngilizler tarihin en büyük yenilgilerinden birini aldılar. Muzaffer Robert İskoçya’nın bağımsızlığını ilan etti. Ancak bu bağımsızlık İngilizler tarafından hiçbir zaman tanınmadı. William Wallace hikayesi, hayatı, yaptıkları ve ölümüyle nesiller boyunca İskoç halkına ilham verdi.
1869 yılında Stirling yakınlarında bir heykeli dikildi. 8 Nisan 1956 tarihinde ise infaz edildiği Smithfield yakınlarına metal bir plak ayarlaydı. Üzerinde şöyle yazıyordu. Size gerçeği söylüyorum.
Özgürlük en iyisidir. Oğullarım, hayata asla bir köle gibi yaşamayın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir