"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ekonomideki büyüme raf fiyatlarına neden yansımadı? | Teke Tek Bilim

Ekonomideki büyüme raf fiyatlarına neden yansımadı? | Teke Tek Bilim

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=czeMRGhMnII.

Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! Tekir Tek! İyi akşamlar derizler. Tekir Tek Bilimi’ne hoş geldiniz. Bu akşam ekonomi konacağız. Niye? Hem global hem Türkiye ekonomisinde ciddi problemi de var.
Tabii ki Türkiye ekonomisi ile dış ülkeler, yabancı ülkeler ya da Avrupa, Batı karşılaşacak gibi değil. Onlar da enflasyon 8 oldu diye panikteler. Bizde 180 mi oldu, 108 mi oldu, 8 mi oldu? Onu bile çok doğru bilemiyoruz ama ciddi sıkıntılar var. Arapada bir yandan enerji krizi var. Almanya’da dediler ki hastaneler kapanabilir, bu enerji fiyatlarıyla hastaneler baş edemez dediler.
Çünkü bizde gibi değil, bizde hastane zarar ediyorsa aktar. Orada öyle şeyler çok kolay değil. O yüzden Almanya’da böyle bir sıkıntı var. Fransa’da grevler var. Grevlerden dolayı petrol sıkıntısı yaşanıyor pek çok yerde. İngiltere’ye ilgili söylenirler. Büyük olanı gerçeği yansıtıyor. İngiltere kötü durumda. Bizim kadar değil elbette. Amerika’da bir resesyon tehlikesi var. Pfizer arttıkça resesyon tehlikesinin de söyleniyor.
Bütün bunları bu akşam konuşacağız. Çok değerli konuklarım var. Profesör Doktor Ege Yazgan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü. Profesör Doktor Kamil Yılmaz, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Bilim Akademisi üyesi. Bilimler Akademisi değil, Bilim Akademisi. Ve Profesör Doktor Erhan Aslanoğlu, Piri Reis Üniversitesi Öğretim Üyesi. Hoş geldiniz hocam. Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Siz de ilk defa değil mi? Galiba. Telefonla bağlamıştık. Telefona bağlamıştık. Pandemi zamandı galiba değil mi? Epey oldu. Evet, hocalarla idi.
Hoş geldiniz. Hemen başlayalım. Nereden başladınız? Yeni geldiniz, siz de başladınız. Bakalım ne diyecek. Bakalım ne diyecek. Şuradan başlayayım isterseniz. Türkiye’nin büyümesi ilgili beklentiler biraz yavaş yavaş revize edilmeye başlandı. Son olarak galiba FİÇ böyle bir… Bugün bir açıklama yaptı.
Türkiye de durum ne? Türkiye büyüyecek mi, büyümeyecek mi? Bu büyüme reel mi olacak, reel olmayacak mı? Doğru hesaplayabilecek miyiz büyümeyi ve ne bekliyoruz? Türkiye ekonomisi geçen sene yüzde 11 büyüdü. Bu sene ilk 6 ayda yüzde 7.5 civarı büyümüş görünüyor. Ama hani teknik olarak biz enflasyonu doğru ölçmüyorsak büyümeyi de doğru ölçmüyoruz. Evet öyle bir sorunumuz var. Ama rakam 11 mi 10 mu 9 mu tartışılabilir ama büyüdü. Çünkü ciddi bir ihracatta artış oldu. Dış talepte canlanma oldu. Turizmde bir artış oldu. Turizmde bir artış oldu. Negatif reel faizin getirdiği hani enflasyon ortamında hani tasarruf edeceğime tüketeyim diyenlerin tüketimi oldu. Gelir dağılımından kaynaklanan sorunlarla zaten tüketim gücü yüksek olanların tüketime yönelmesi oldu.
Yani dolayısıyla iç talep ama daha çok dış talep kaynaklı bir büyüme yaşadık. Ama 3. çeyreğe ilişkin öncü göstergeler önemli bir yavaşlama olduğunu gösteriyor. Mesela sanayi üretimi. Yani sanayi üretimi rakamına baktığımızda yüzde 3’ler civarında bir büyümeye gerilediğimiz gözüküyor. OECD’nin haftalık yayınladığı böyle biraz da artık yapay zekayı falan kullanarak Google hareketlilik haritalarından falan yüzde 2.5 3’lere doğru indiğini görüyoruz. Satın almaya eneksi öyle. Yani özetle bu 7.5’lardan 3 civarlarına inmiş gibi gözüküyoruz. Bizim en büyük büyümemizin motoru olan Avrupa, İracat’ta olan Avrupa’daki yavaşlama da hızlanıyor. Yani yılın en sert düşüşüne bu çeyrek de giriyorlar. Geçen yıl yüzde 5 büyüyen Avrupa, gelecek yıl yüzde yarım büyümesi öngörülüyor IMF’in geçen haftaki tahminine göre.
Yani çok sert bir düşüş ve biz bunu henüz hissetmedik, yeni yeni hissediyoruz. Yani gidişat Türkiye ekonomisinde yavaşlamanın daha da hızlanacağı yönünde. Ama bir taraftan da ekonomi politikasında atılan adımlara baktığımızda faiz indirimi, olası KGF yani bu kredi garanti fonunun inen faizle beraber kredileri destekleme amacı, ücretlerde olacak iyileşmelerin yaratacağı talep ve bence en önemlisi maliye politikası. OVP’de de gördük, bugün gelen rakamlarda da görüyoruz. Türkiye’de maliye politikası ben biraz bazuka etkisi de diyorum ciddi biçimde seçime kadar büyümede önemli bir rol oynayacak. Yalnız zamanla çıktı aslında, saldırı ucunu gibi görünüyor.
Yani sıfıra, bire doğru giden büyüme tekrar dörde beşe doğru döndürüleme çabası olacak. Bu kısmen olacak, ne boyutta olacağında dünyadaki gelişmeler ve bizdeki gidişat dinamikler bilecek. Ama büyümeyi yukarı çeviren bir dinamik en azından ilk 6 ayda görüyoruz. Şu anda yani gelecek yılın ilk yarısı ve ikinci yarısı çok farklı olacak bence ama ilk yarıda büyüme… İlk yarıda büyüme olacak, seçime kadar Türkiye büyümeyi devam ettirebilir. Politiğe çerçevesi öyle geliyor görünüyor şu an. Sonrası bir kere para politikasının ne olacağı ile çok alakalı. Yani benim gördüğüm bir iktisatçı olarak para politikasının sürdürülmesi çok zor. Tam onu soracaktım. Bu sürdü demin para politikası. Değil yani dünyada böyle bir para politikasıyla enflasyonla mücadele örneği yok. Ve enflasyon zamana yayılarak da çok zarar veren bir unsur ekonomiyi her anlamda. Yani uzun süre.
Yani anında görmüyorsunuz onu görüyorsunuz ama işte alım gücümüz düşüyor, refahımız kayboluyor ama… Orta ve uzun vadede büyümenizi, istihdamınızı, sosyal dengenizi, ahlakınızı, kayıt dışılığın her şeyi etkiliyor. Dolayısıyla çok sürdürülmesi pek mümkün olmayan bir politika. Ve bunun reçetesinin en önemli ilacı da para politikası. Ne zaman olur bilmiyorum. Seçim sonucu ne olur ama…
Mevcut hükümet de olsa, başka bir hükümet de gelse bence sürdürülemez olan bir şeyi sürdüremez. Ve bir şekilde burada bir dönüş olur. Ama tek başına o da yeterli olmayacak enflasyonla mücadele. Mutlaka bir başarısı olacak. Ama çok kapsamlı bir dezinflasyon programına, bir yapısal dönüşüme. Sadece ekonomik değil, ekonomi dışı birçok unsura da ihtiyacımız var. O yüzden ikinci yarın hikayesi farklı olacak. Ama ilk yarıyı biraz böyle görüyoruz. Türkiye 70’li yıllardan sonra, özellikle 80’li yıllar ortasından itibaren… Hep şeyde enflasyonla büyümek diye bir ilaç vardı. Enflasyonumuz var ama bu enflasyon bizim büyümemizi sağlıyor. Bu aslında emekçilerin üzerinden kazanılan bir paranın… Sermaya birikimine ve yatırıma dönmesini sağlıyor. Enflasyonla büyüme diye bir şey vardır dendi. Var mıdır yok mudur böyle bir şey? Bu bir daha denilebilir mi?
Yoktur. Çünkü ben bir iktisatçı olarak orta ve uzun vadeli bakmaya çalışıyorum. Baktığımızda yüksek enflasyon Türkiye’yi A noktasından B noktasından 5 yılda ya da 10 yılda nereye getir dediğimizde… pek bir yere gitmediğini görüyoruz. Kısa vadede büyütür. Öne alınan talep olur, kamu çok harcar. Bugün olduğu gibi. Bugün olduğu gibi. Büyüme olur ama siz mesela o 20 yılda genelde büyürsünüz ama…
1-5 kere bir daralırsınız, 3-5 puan ortalamayı pek bir şekilde götürür. Ortalama gelin 3 bin dolardan 4 bin dolar çıkar ama sizin muadili ülkeleriniz 3 binden 9 binden 10 bine çıkmıştır. Dolayısıyla kısa vadede evet ama o büyüme değildir. Sürdürülebilir olmayan ya da toplumun refahına hele hele nüfusu erten genç nüfusu olan bir ülkede yansımıyorsa…
enflasyonla büyüme, refah, kalkınma yok. Öyle bir örnek yok. Öyle olsa zaten dünya bugün panik halinde enflasyonla mücadele gitmez. O yüzden öyle bir yöntem yok. Biz onu başarabilsek enflasyonu düşürmeyiz ama düşürme tek hane falan da değil. Yani biz diyoruz ki 9 mesela çok yüksek şu anda dünya 9 enflasyonla mücadele etmek çalışıyor. Yani biz hani tek hane diyoruz ya onlar felaket diyorlar 9’a 10’a. Çünkü onlar 1’e 2’ye alışmışlar. 2. Hedefleri 2. Yani bunun bizim bildiğimiz 1.5’ın altına giderse deflasyon dediğimiz başka sorunlu bir tarafa götürüyor. 2.5’u 3’ün üstüne giden enflasyon ve onun sorunları geliyor. Bu işin ideali 2 civarı. Yani Amerika’nın 2008’de yaşadığı deflasyon gibi. Evet yani Avrupa sonra yaşadığı o eksik yani 1.5’ın altı.
Dolayısıyla hani biz de dünyanın dünya liginde bir ülke olacaksak. Yani bizimki 2’ler civarında olmalı. Evet yani hemen gitmeyecek ama önce hani şu 5 hedefini bir tuttursak orada da kalmamamız gerekiyor. Neyse dünyanın bu işteki referansı biz de oraya gelmeliyiz. Yoksa başka bir ligde olacağız. Peki bizim kendimizi ait hissettiğimiz gelişmekte olan ülkeler liginde bu nevi bir enflasyona sahip olan kimler var? Bizim üzerimizde Venezuela var, Arjantin bizim altın.
Peki 2 enflasyona tutturanlar var mı gelişmekte olan ülkede arasında? Gelişmekte olan ülkeler arasında mesela Güney Kore falan yaklaşan yani Asya örnekleri. Artık o Güney Kore gelişmekte olan değil miydi? Evet ama hani belki artık oraya geçmiş ama Endonezya mı hocam bırak ama şöyle söyleyeyim mi 4’ler 5’ler çok var. Artık mesela Brezilyası, Meksikası falan 6, 5, 4 falan. Ha 2 evet belki çok az örnek var şu anda aklıma gelen hocam söyledi Endonezya belki ama.
Yok 2 değil o da yüksek daha yüksek. Müsaadenizle bir şey yani bu son enflasyon dalgasından sonra tekrar 2’lere Amerika’nın Avrupa’nın bile dönmesi kolay olmayacak. Bir de uzun dönemli küresel boyutta, küresel ticaretteki son gelişmeler bir ölçüde Çin’den çok daha ucuz malları satın almak alışkanlığı ciddi bir ölçüde bağımlılık yarattı.
Şimdi önümüzdeki dönemde daha yakın ve dostlara üretimi taşımak demek daha maliyetli üretimler olacak. Yani o anlamda biraz daha 3-5 arasına gidecek şu anda görünen bence önümüzdeki 10 yıl için o kadar ikiler kolay. İkiler zor görünüyor. Olabilir o tarz ama hani ben bilmiyorum bana 5’e falan çok mesela Powell çıkıyor diyor ki yani 2 yani biz oraya gidene kadar yani. Ama belki zaman içinde belki FET de 3 diyecek hedefimiz olabilir. Ama dünya 3 diyorsa bizim de 3. 4 ise 4 ama bu hani 3’ü 5’i geçmeyecek yani. Yani 50 olmayacak. 9 da olmayacak. Olmayacak bence asla yani. Sonunda 2’ye yine gitmesi için de bir çaba olur ama hani 2 olması 3 olur yani ben çok da fazla gideceğini zannetmiyorum. Peki Ege Hoca şimdi biz size şunu sormak istiyoruz.
Şimdi faiz arttıkları Türkiye bütün dünyanın ve ekonomi tarihini tersine çalışan bir model deniyor. Bu modelde faizi düşürerek enfesyonu düşürme çabası. Şimdiden bir işe yaradığını görmedik. Uzun havada yarar mı yaramaz mı onu da bilmiyoruz. Pahalı bir deney üzerimizde yapılıyor. Göreceğiz sonuçlarını.
Ancak şunu da Amerika tarafından izliyoruz ki yükselen faizler Amerika’da şimdi başka bir tehlike başlattı. Gerçi yükselen dediğimiz Türkiye gibi değil tabii ki şu. Şu anda Amerika’da 3’ler civarında bir faizden bahsediyoruz. Buna rağmen bu faiz bile Amerika’da eğer 1 veya 2 arttırın daha olursa ciddi bir resesyon, bir durgunluk, bir gerileme tehlike başlayacak.
Bu nasıl etkiler dünyayı ve acaba faiz arttırmamak doğru bir politika olabilir mi bu resesyon tehlikesinden ötürü? Evet şimdi böyle bir tehlike var. Şimdi iki nedeni de var tabii. Birincisi bu bizden bahsetmiyoruz tabii ki yine Amerika ve tabii bir ölçüde de Avrupa aslında. Bir enflasyonun bir karakteri burada talep enflasyonu değil maliyet enflasyonu olarak geliyor. Enerji fiyatlarındaki yükselme ya da pandemiden sonra üretim pahalarından, üretimin pahalaşmasından kaynaklanıyor. Tabii burada böyle durumlarda zaten ders kitabına da baksanız hani enflasyon tamamen maliyet enflasyonu ise buna faizle müdahale etmek pahalı bir müdahale yöntemi oluyor.
Çünkü evet enflasyonu yine ortadan kaldırırsınız ama öyle bir maliyetle kaldırırsınız ki bunu yapmaya değmez. Değmez yani çünkü zaten de maliyet enflasyonu olduğu için de çok da fazla bunu yapmanıza gerek yok. Biraz daha bekleyip enflasyonu normal bir hale gelmesine faizi çok fazla yukarıya çekmeden ya da belki de hiç dokunmadan bununla mücadele etmek ders kitabında da 3 aşağı 5 yukarı duruma göre böyle anlatılır.
Şimdi ama burada biraz iş tabii FET bunu bilmez olur mu biliyor tabii ki ama o da beklentilerin çok fazla işin çığrından çıktığını düşündük ki muhtemelen böyle müdahale etmek gereğini duydu. Yani faize aslında talebi aşağıya doğru çekip bunu yapmaktan çok kararlılığını belirtip beklentileri yönetip işte insanları ya da fiyat yapıcıları o yönde ikna etmeye yönelik bir adım olarak bunu yaptı. Şimdi yanlış karar olabilir tabii yani bu şey bir tanesi bir nokta daha var tabii burada klasik bizim ders kitabına baktığımız zaman hani görmediğimiz bir taraf. Bir de Amerika’da büyük bir borç yükü var bütün dünyada özellikle pandemi sonrasında da 2009 krizinden sonra da da artmış olan büyük borç yükü var.
Şimdi bu borç yükü bir anlamda aslında negatif real faizle bir süre yani çok uzunca bir süredir negatif real faizle yaşadılar ama böyle değil yani bizdeki gibi böyle 60 70’ler gibi bir şey değil. Yani birkaç puanlık negatif ve bir iki puanlık negatif real faizlerden bahsediyoruz.
O bir şekilde bu borcun bir şekilde değil çok açık bir şekilde aslında alacaklıdan alıp bir şekilde real bir gelir transferi yapıyor borçluya doğru borçluyor. Dolayısıyla borçluğunun borç yükünü biraz aşağıya doğru indirip. Aslında parası olanlar ekstra bir vergi kesiyormuş gibi değil yani. Aynen öyle aynen öyle dolayısıyla da borçluları da biraz rahatlatıyor ve daha az kırılgan hale getirebildi bir süre.
Şimdi ama bu yetti mi bu şu anda geldiğimiz dönemde onları tam olarak bilmiyoruz. Böyle bir durumda da bu kadar büyük bir ağır borç yükü varken de faiz de yukarıya doğru çektiğiniz zaman onların borçlarını tekrar yenilemeleri söz konusu olduğu zaman daha büyük bir maliyetle artan faizlerle yenilecekler. Dolayısıyla burada da bir takım iflaslar vesaireler olup tekrar bu zincirleme böyle bir resesiyona doğru gidebilecek bir yere doğru götürebilir.
Şimdi birinci nokta bence burası. En önemli benim gördüğüm yani daha maliyet enflasyonu tarafından ziyade bu borç tarafından oluşabilecek yük bence daha riskli gibi gözüküyor. Dolayısıyla bunların sonucunda da bir resesyon tehlikesi bence var. İkincisi şimdi Kamil hocama söylediği nokta var.
Aslında baktığınız zaman bu yapı aslında bu maliyetlerdeki bu değişim bir seferlik değil belki de kalıcı oldu. Tam da dediği gibi işte Kamil hocanın orada belki artık yeniden şekillenen dünyada eskiden olduğu gibi ucuza malları, ara mallarını şunları bunları ya da kullandığı bazı yine tüketim mallarını Çin’den vesaire üretilecek daha yüksek bir maliyet yapısıyla gelecek. O zaman aslında bizdeki enflasyona da biraz benziyor bu açıdan. Bizde de baktığınız zaman ithal malları sürekli olarak kurda var. Aynı zamanda gerçekten onların dolar cinsinden artışları da var. Dolayısıyla yani bizdeki enflasyonu da böyle hani beşlerin altıların altına falan çekmek yani keşke bunları konuşabilecek bir lüks daha gelsek.
Ama yine de öyle kolay bir iş değil bu nedenle dolayı. Dolayısıyla orada ısrar da edilirse hani iki hedefi çünkü bu iki rakamı nereden çıkıyor? İşte sıfır olmasın, pozitif bir şey olsun. Bir de çok az iki olsun. Yani bence gerçekten ama yani ben bunun daha farklı bir açıklamasına bulmadım yani.
Çünkü böyle hani böyle bir model çalıştıralım. Bunun sonucunda da işte bize böyle 1.98 enflasyon en iyisidir, veren diye bir şey yok. Dolayısıyla iki rakamı buradan geliyor. Belki o iki rakamı hani şu anda bu yeni yapıdan dolayı dört olmuştur. Eğer dörde geldiğinde bir enflasyon gelirse ki oraya da gelmesi daha da indireyim derseniz o zaman işte prezesyonu daha da azdırabilirsiniz.
Bütün bunlar bir araya geldiği zaman böyle bir tehlike bizde var, dünyada var. Dolayısıyla böyle bir şey olursa şimdi böyle bir şey olmasına da çok fazla da gerek yok aslında. Şu anda girilen enerji kriziyle bizim ana pazarımız olan Avrupa’da zaten talep düşüyor. Erhan Hoca da bahsetti.
Dolayısıyla böyle zaten bu var. Bir de üzerine bir rezesyon eklenirse. Dolayısıyla bizim şu son yıl ihracatla büyüdük dış taleple diyelim. Daha ağırlıklı olarak iş talepten ziyade. O zaman bizim tabi bu sene tekrar aynısını inileme bizim mümkün olmayacak. O net zaten gidiyoruz.
Avrupa’daki ve Amerika’daki rezesyonun en büyük ticari partnerleri olması, en büyük ihracat ülkeleri olması için Türkiye’ye de üretim düşüşüyle yansıması ve döviz açısını arttırması çok kabiliyorsun. Bence çok net. O zaman eğer biz bu seçim ortamında böyle bir yerde biz talebi pompalamaya devam edersek, hem dış talep azalırken iç talebi pompalamaya devam edersek zaten enflasyonumuz var.
Daha da fazla arttıracağız. Dolayısıyla zaten enflasyonun üzerinde bir maliyet baskısı da var zaten ama burada artık onun dışına çıkmış durumda zaten. Sağlı sola tokat edecek millet o zaman yani hem enflasyon hem maliyet enflasyonu hem kişilerin patlamasıyla. Tabii öyle olur. Yani en büyük sorunumuz burada bizim döviz sorunumuz. Aslında net olarak bu meydanda. Yani bizim problemimiz şu anda bu düzeni devam ettirecek olsak bile, yani diyelim ki bu faizlerle böyle gidiyoruz, büyümeyi de bu şekilde istihdamı vesaireyi düzülmeye gidiyoruz. Bunun önündeki tek engel, yani bu anlamda bunu yapmazsanız,
tabii enflasyonu bir tarafa bıraktım yani enflasyon gidiyor, ücret artışlarını da veriyorsunuz. İşte o da onu takip ediyor vesaire ama döviz bulmazsanız bunu çevirmeniz mümkün değil. Çünkü ithalat yapmak zorundasınız. Yani büyüyebilmeniz için ithalat yapmanız lazım bu büyümeyi olması. Onun için de size döviz lazım. Sürekli olarak hem akım yani cari işlemler açından dış ticaret açından gelen akım bir dövize ihtiyacınız var. Bir de tabii şeyleri borç yükünüz var. O borcu tekrar çevirmeniz lazım. O çevirmeniz için de öyle bir şey var. Orada bir problem yani olmaz diye düşünüyoruz net olarak ama şu oluyor, orada bir problem gerçekten olmuyor. Bankalar bir şekilde senikasyonları tercih ederlerse şimdi tercih ediyorlar. Tercih etmemeye başlıyorlar. Başlıyorlar o ayrı. Ama bunları tekrar çevirebiliyor.
Diyeslerin yüksekliği ötürü tercih etmemeye başlamalar kaçınılmaz. Evet yani kaçınılma. İçeriye yönerecekler içerideki vatandaşların dövizlerini almaya çalışacaklar. %5’ten 4,5’den bankaların öyle şeyleri var. Şu anda öyle değil şu anda 1’leri 2’ler seviyesinden var. Bazı yapan bankalar var. Var ufak tefek yapmaya başladılar. Bunu engellemek için de hazine bence yanlış bir kararla döviz cinsi hesaplara şey koydu. Ekstra stopaj getirdi. O da yastık altındaki dövizin çıkıp ekonomiye girmesi engelleyen başka bir unsuru oldu. Bankalar… Tabii o da oluyor. Rektem arası tamam vereceğim. Tamam. Hocam özür dilerim. Lütfen cümleyi bitirin. Şunu söyleyecektim yani böyle bir yerde böyle bir durumdayken döviz sizin en problem… Şu anda Türkiye en temel problemi döviz.
Olacak yani olacak şu anda da öyle gibi görünüyor. Ve turizm sizsiz onun kavamlı sebebi döviz ihtiyacı da döviz talebeliğinde Türkiye’de artması kaçınılmaz. Rektem kısa.
Kamil Hocam Avrupa ve Amerika Gerisselişi’nin Türkiye’yi de etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu siz de kabul ediyorsunuz herhalde ama bir yandan da Türkiye’nin kendi iç meseleleri de var.
Bunlardan bir tanesi Kur. Türkiye uzun süredir geçen sene ocak ayından bu yana kuru bir şekilde basklamaya çalışıyor. Bunda bir nebze başardılar kur artışı, döviz satışı. Nereden geldiği belli olmayan bir kısmı mutlaka ki işte bavul ticareti gibi Rusya’da yapılan ticarete bağlı olarak bulunan ama bir kısmı da nereden geldiği çok da karalamamız kaynaklardan gelen bir…
net hata 90 payı var ama bunun dışında da Türkiye’nin üstünde başka yükler de var. Bundan birincisi o geçen sene ocak ayında yani senenin başında ocak ayında kurun hızlı artışına girmek için uydurulan, icat edilen KKM Kur Koruma Mevduat.
Bunun şu anki bütçemize 7 aylık yükü 90 milyar TL’ye yakın bir miktar oldu deniyor. Ne kadardır tam o kadar mıdır onu da bilemiyoruz ama aylık 78 milyar TL civarında bir yükü var. Bu ciddi bir para mı değil mi? Bu sürdülebilir mi sürdülemez mi? Bununla kuru doğa ne kadar baskı altı tutabilir Türkiye? KKM ile ilgili sizin öngörünüz nedir? Özellikle bu Türkiye’ye de aksetmesi muhtemel görünen Amerika ve Avrupa’daki reseksiyon sonrasında. Şimdi yani KKM sürdürülebilirliği sağlamak içindi biliyorsunuz. Yani başlangıçta faizler indirilmeye başladıktan sonra Eylül’den itibaren kurudaki hızlı artışı TL’deki hızlı düşüşü… 2 ayda %150’lik bir artış oldu. Yani 8-9, 8,5’lardan bir anda 18 TL’ye kadar geldi. KUR korumalı mevlat o anlamda bir hizmet yaptı. Hükümetin istediği yönde bir etki yaptı. Bunun sizin de söylediğiniz gibi maliyeti şu anda bütçeye 86 milyar lira. Ama tabii ki bütçeye. Bunun yaklaşık diyelim %40’ı maliyenin üstündeyse Merkez Bankası da %60’tan. Bilmiyoruz.
Burası gripti yani artık yani meclise bir şekilde bilgi verilmesi gerekiyor bu konuda. Bugün de bilgi verilmemiş örneğin. Yani biz vatandaş olarak da bunu bilmek hakkımız. Bizi yönetenler tarafından bu bilginin verilmesi lazım. Yani bir onun üzerine eklersek bir 190-200 milyara yakın bir yükten bahsediyoruz.
Para basarak Merkez Bankası bunu ödedi ama o da biliyorsunuz bizim cebimizden enflasyon olarak çıkıyor. Yani enflasyonu biraz daha köyüklemek anlamına geliyor. O da mutlaka bir gelir transferi var. Bu transferde ortalama bir vatandaştan mevduat sahibine.
Parası olmayandan parası olanı. Yani aslında tam tersi yönde bizim bir gelir transferi yapmamız gerekirken, toplumun önemli bir kesimi ciddi gelir yetersizliği yaşarken biz tam tersini yapıyoruz. Elimizdeki kıt kaynakları bu gelir transferinde kullanıyoruz. Bütçeden eğitime ayrılan yaklaşık 300 milyar civarında diye düşünürseniz,
gelecek yıl için 450 milyar bütçede yani 300 biraz üzerinde yani 200 milyar oldukça milli eğitimin bütçesinin üçte ikisine yakın düşündüğünüzde bu yani o anlamda çok ciddi bir kaynak aktarımı. Hükümetin bunu halka tam olarak anlattığını ya da hesap verdiğini bilmiyoruz o anlamda. Ama şunu sağlıyor.
Yani bu ultra gevşek para politikası ne yapıyor? Doğrudan dövizin üzerindeki baskıyı bir ölçüde alabiliyor. Geçici olarak programın sürdürülebilirliğini, program dediğimiz de yeni ekonomi modeli denen modelin sürdürülebilirliğini sağlıyor. Ama burada yine geçerli olan nedir? Arka kapıdan da yani sadece KKM’den gelen döviz yeterli değil, bir de Merkez Bankası döviz satmaya devam ediyor.
Yani günlük yaklaşık 500 milyon dolar civarı tahmin ediliyor. Burada yıllık 160 milyar dolar eder. Çok ciddi bir parça. 180 milyar dolar eder. Yani yılbaşından beri 110-120 civarı diyebiliyorum ben. Ama tabii tahmin yani bakın bilmiyoruz. Çünkü Merkez Bankası diyor ben satmıyorum diyor. Arka kapıdan kamu bankaları satıyor. O anlamda Merkez Bankası’nın rezervleri tabii ki ben öğrencilerime diyorum neyi takip edeceksiniz? Merkez Bankası’nın haftalık rezervleri ne kadar değişmiş bu hafta? Eğer artış varsa o zaman bir yerden bir kaynak geliyor. Bir dost ülke. İşte Kuzey’de ya da Güney’de bir dostumuz bize kaynak göndermiş, bir kaynak gelmiş. Çünkü biliyoruz ki yabancı yatırımcı, doğrudan kar sahibiyle bu ülkeye gelen, kar amacıyla gelen, bu ülkede yatırım yapıp uzun vadeli yatırımlar yapıp bu ülkede kalıcı olacak yatırımcı şu anda Türkiye’ye gelmiyor.
Neden? Çünkü çok riskli bir ülke. Neden? Çünkü ekonom politikalarından dolayı 3 ay, 6 ay, 9 ay önünüzü göremiyorsunuz. Bırakın siz birkaç yıl çünkü hükümetin ana temeli biz faizi düşüreceğiz. Faizler düşünce yatırım artacak. Yatırım artınca da kapasite büyüyecek, üretim artacak, enflasyon artacak. Şimdi bu kanal çalışamaz. Çünkü buradaki asıl önemli olan iktisatçı olanların bildiği nedir? Beklenti. Öngörülebilir beklenti. Faizi düşürdüğünüz zaman, enflasyon kontrolden çıkmaya başladığı zaman vadeler iyice kısalıyor. Ve kimse, sizin bankadan aldığınız krediyle kimse yatırım yapmıyor. Tamamen işletme sermayesi. Yani nedir? Benim ödemem gelecek ay başında gelecek ama şimdi bu ay başında ne yapmam lazım?
Benim işçilerime maaşları ödemek için kredi alayım. Onu almak için bankadan kredi kullanıyorum. Bunlar gerçek ana yatırım kredisi değil. Tabii ki bunun birçok şirket de alabildiği krediyi dövize de yatırıyor. Şimdi o biliyorsunuz Zapturat altında bankalar o açıdan. Yani sürdürülebilirlik tamamen bizim bu kaynağa bulabilmemize bağlı.
Merkez Bankası rezervlerini destekleyecek yeni kaynaklar gelir mi? İşte Temmuz sonunda Rusya’dan gelen 12-13 milyar dolar. Geçen hafta geldiği söylenen 5-6 milyar dolar. Ama bunların kaynakları bazen belirsiz. Birçok noktada da bir de bilmediğimiz kaynaklardan gelenler var. Onlar da doğrudan nerede görüyoruz? Ödemeler bilançosunda net hata 90 kaleminde görüyoruz. Mesela bugün de bir haber vardı Dünya Gazetesi’ne. Rusya’dan gelen şirketler Rus şirketleri Türkiye’de dörde katlanmış. Yani şuan birinci İran ise şirket kurumunda ikinci Rusya olmuş. Bu da daha çok toptan ve perakende ticarette yapıyor. Yani kalıcı bir yatırım da değil. Rusya’ya mal gönderecek maksatı kurulmuş şirketler aslında. Aynen. O şirket ihracat yapıp ithalat yapan. Ama bir de kara para da geldi. Açık ki net hata 90 dediğimiz 30 milyar dolar. Yani 28 milyar dolar. Bunun yarısı bavul ticareti şubu falan filan olabilir.
Ama 40 milyar dolar sizin cari açığınız var. 28 milyar dolar net hata 90. Yani nerede baksanız 3’te 2, %70’i. Bugüne kadar hiçbir dönemde biz cari açım bu kadar büyük kısmını net hata… Peki hocam şimdi bazıları da diyor ki bazı ekonomi bilenler diyor ki, bütçe açığı ne kadarsa net hata 90’da mecburen ona yakın olmak zorunda. O da ne kadarsa zaten içinden çıkılamaz belgeler, ülke ekonomisi. O para bir yerde bulunuyor ki net hata 90’ı atlıyor. Cari açık ne kadar seviyor. Evet, cari açık ne kadar seviyor. Ama geçmişte buna böyle ihtiyaç yoktu. Geçmişte biz 2007, 2005, 2006 bu dönemde 60-80 milyar dolar finans hesabından para giriyordu. Cari açığımız ondan daha düşük kalıyor. 2008’den beri Türkiye’de hep bir ne kadar açık varsa o kadar gelen bir şey var. Net hata 90 var. Zaten 2016’da arttı daha çok. Evet, 2012’den sonra artmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı döneminde. Cumhurbaşkanı sınırından sonra iyice arttı ama hep vardı bu yani. Ama hükümet ona göz yumuyor. Hata değil bakın. Hata kısmı hatadır. Hata değil.
Hata kısman dediğin yani bir kara para aklama bir şekilde aktiviteler var. Hükümetin bunları belirleyip bunun üzerine gidip bunu minima indirmesi ama gördüğümüz kadarıyla indirmiyor ki bu maksimuma doğru gidiyor. Ben tam olarak değilim. Maksima çıkarma çalışan gibi bir hal var aslında. Ama yani çünkü bu var olan… Karapara lafı çok doğru olmayabilir belki. Belki gri para diyebiliriz belki kayıt dışı para diyebiliriz. Kayıt dışı evet kayıt dışı. Kara para demeyelim. Tabi kayıt dışı demek daha doğru.
Ama yani bunu en azla indirememek devletin çıkarına olan bir şey. Çünkü kayıt dışı vergilendiremediğimiz bir şey. Bunun bir kısmı kara parada olabilir yani onu bilmiyoruz. Ama yani sonuç itibarıyla sürdürülebilir konusu bizim bu hem kayıt dışından gelen bu kaynağın ne kadar önümüzdeki dönemde büyüyeceği ve daha da önemlisi işte dostlarımızın ki Putin sinyaller veriyor son konuşmalarda. Yani bizi belki önümüzdeki haftalarda yeni Rusya’da… Ki netekim galiba Botaş’ın doğal gazı vadeli almaya başladığına dair bazı indikasyonlar var. Şimdi alalım bir yıl sonra ödeyelim. Ama şimdi başlanmış bile yani şu anda ödemelerde Botaş’ın ödemeleri çok gözükmüyor gibi bilgiler okudum. Botaş zaten bir Almanya’dan 700 milyon dolarlık galiba bir sendikasyon yapmış.
Ama yani o bile yeterli olmayabilir. Şimdi önümüzdeki aylarda daha da büyük. Ve şimdiden başlarsa en azından gaza ödemesi bir ölçüde gelecek seneye ertelencek. Ama gaz dışında bizim yine cari açığımız çok yüksek hala hazır. Tabii bütçede de bir… Bütçe açığında da hızlı bir artış var. Ağustos’ta 3,5 milyar TL fazla veren bütçe. Bu ay 78,6 milyar TL. Açık verdiğimiz Cumhuriyet Hali rekoru zaten bu kadar açık bütçe. Hocam bu neye dereyet eder? Artmaya devam edeceğini dereyet eder. Sonuçlar açısından da önemli ama çok da sürpriz değil. Çünkü Orta Badeli programda zaten birkaç hafta önce açıklanan 460 milyar liralık bir bütçe açığı öngörüsü vardı. Bugün gelen rakam da aslında gelecek yıl ve bu yıl için ona işaret ediyor. Haziran sonunda bir ek bütçe yapmıştık. 278 milyar bütçe açığı öngörülüyordu.
Eğer o dursaydı bu 73 milyarlık açık yani zaten bu aşacak diyecektik ama zaten OVP’de 460 milyara gideceğinin olması zaten kalan 4 sade. Bedenmeyen bir açık değil mi? Yani bundan sonra matematiğe olarak daha da yüksek açıklar. Daha da yüksek açık. Özellikle Kasım ve Aralık’ta çok daha yüksek açık beklememiz gerekiyor. Peki bu yüksek açıkların faturası nedir? Bu yüksek açıklar ne anlama geliyor ülke için ve halk için?
Şimdi bunun aslında yani bütçe açığının artması, devletin artık daha az tasarruf etmesi, devletin açıkların yani tasarruf açığının artması. Daha fazla paraya ihtiyaç duyması. Daha fazla paraya ihtiyaç duyması, daha fazla borçlanma ihtiyacı. Borçlanma ihtiyacı mı? Bunun 3-4 tane makroekonomik sonucu vardır. Aslında o faiz dışı fazladan faiz dışı açığa doğru da gitmemiz anlamına gelir. Yani devletin daha az tasarruf etmesi.
Bir, borçlanma ihtiyacı artar. Toplam kamunun borçluğu yükselir. Devletin kamunun paraya talebi arttıkça normal koşullarda faizler yükselir. Ama şu anda Türkiye’de artık biz devlet iş borçlanma senetlerinde yabancı da olmadığı için çok dar bir piyasada biraz da o kontrollü bir şekilde faizleri belirliyoruz. İşte Merkez Bankası’nın faizleri referanslı olarak oluşuyor. Üçüncüsü devlet daha çok borçlandıkça dışlama etkisi dediğimiz bir etki olur. Yani işte şu anda kredilere ulaşmak zorlaşıyor vesaire. O dışlama etkisi kamu kaynakları daha çok alır. Özel sektöre gidecek kredi kaynakları azalır. Dördüncüsü de aslında enflasyon kamu bu açıkları kapatmak için daha fazla para basmaya ihtiyacı duyacak.
Kamu daha çok harcama yapacak. Vergilerin bir kısmından belki vazgeçecek. Vergi indirimleri gelecek. Bu da talep canlanması anlamına geliyor. Hem parasal genişleme hem de talep canlanmasıyla enflasyon. Yani aslında özel sektörün kaynak bulmada zorlanması, enflasyonun hızlanması, kamu borcunu artması ve faizlerin yukarı yönünü gitmesi yönünde bir ortam yaratır.
Bunların hepsi anında gerçekleşecek anlamına gelmiyor. Ama oluşturacağı makroekonomik konjonktür bu. Peki bunun vadesi ne kadar sürede bunlar yavaş yavaş kendini göstermeye başlar? Yani aslında 6 ay, 9 ay, 1 yıl hani birkaç ay değil para politikası da malum. Para politikası aslında yavaş yavaş daha hızlı da gösterir. Ama o etkiyi mesela faiz etkisini en azından para politikası bu formatta bu çerçeveyle devam ettiği müddetçe yansımaları çok sınırlı olacaktır. Kurda bir şok yaşamazsak arada. Büyüme tarafı maliye politikası hani o büyümeyi kamu desteklediği için özel sektörün yatırım yapamaması, oradan gelecek talebin büyümeye yansıması seçim sonrası 9 ay 1 yıl yansıyacaktır.
Enflasyon konusunda biz tam baz etkisiyle enflasyonun düşüşünü gördüğümüz bir dönemde o düşüşü frenleyecek. Yani atıyorum 85’ten 70’lere düşecek oradan belki 60-55 gidecekken 60’larda takılıp yukarı doğru gitmek üzere. Yani biz o enflasyona 80’li 60’a inmiş, bütçe açığı da veriyoruz. Buradan kötü bir sonuç çıkmıyor diyemeyiz.
Çünkü bunun sonucu yani 9 ay 1 yıl zamanı yayılarak gelmeye adaydır. Ama yılın ikinci yarısındaki politika çerçevesi değişir ve beklentileri olumlu etkileyecek bir çerçeve olursa, seçimden sonra yani, o zaman buradaki olumsuzluğu da kısmen bastırır. Türkiye’nin belki bir artısı burada. Bütçede genelde yani kamu borcunun yurti çağıslığı oranı, bütçe açığının yurti çağıslığı oranı bugüne kadar
genelde en çok kontrol edilen bir, hani bizden çok daha yüksek açığı olan ülkeler, kamu borcu olan ülkeler var. O yüzden hani böyle bir dönemde biraz böyle pandemi gibi savaş gibi dönemden çıkılıyor, dünya krize gidiyor. Hani bütçe açıklarının piyasa üzerindeki doğrudan etkisi, ah Türkiye’nin bütçe açığı artıyor, bu yüzden CDS’i artsın falan bunlar biraz zamanda yenilir. Peki önemli, kamu borcuna hesaplarken Türkiye işine, kamu borcu dediğiniz devletin bile bir borçtu.
Ama Türkiye’de kontrol dışı başka bir şey var. Hazine garantili özel sektör borçları. Şimdi bunu da kattığımız zaman Türkiye yine de o olumlu tabloyu koruyabiliyor mu? Şimdi hazine garantili borçlar eğer garanti verilen kurumlar ödeyemezse hazinenin üzerine kalıyor. Şu anda 2-3 milyar dolar hazinenin üzerine yıkılmış. 5-6-7 milyar dolar da daha çok belediyelerden gelendi. Kısmen kapalı. Evet, ama şimdi oralar eğer o kurumlar ödeyemezse herhangi bir nedenle o zaman o verilen 10 milyar 8 milyar neyse hazinenin üzerine kalır ve arttırır. Ama zaten biz işte geçiş garantisi, hasta garantisi falan verdiğimiz için hani bu krediyi kullanan, dış krediyi kullanan ve bu büyük projeleri yapan firmalar o kredileri gelden çok sorun. O zaten bir süre sonra kamu borcuna dönüşüyor.
Yani biz o garanti verdiğimizi peşin peşin ödüyoruz gibi aslında. Zaten öyle bir geçiş garantisi vermesek krediyi ödeyemez o firmalar. Bu sefer de öbür taraftan bize bir yükümlük de var. Her erkek yerde doğmuş oluyor. Yani biz onu zaten ödüyoruz bir şekilde. Evet ödüyoruz, peşin ödüyoruz aslında. Peki bütün bu tanışma içerisinde Ege Hoca’m başka bir şey gündeme geliyor. Askeri ücret tanışmaları. Şimdi birkaç gündür çok gündemde gerek ilgili bakanı sayın Bilgin, gerekse Cumhurbaşkanı veya hükümet sözcülere peş peşe askeri ücreti ilgili beklentilerin gereğinden fazla yükseldiğini, önce dediler ki daha doğrusu askeri ücretliyi enflasyona ezilmeyeceğiz. Askeri ücret enflasyon artı payı olacak. Bir refah payı içerecek falan dediler ama şimdi son açıklamalar biraz daha temkinli olmaya başladı. Askeri ücretin bir yandan da, bunu Özgür Demirtaş da yazmıştı sosyal medyasında, bir yandan da enflasyon küllükleyici tarafı da var. Yani aslında askeri ücreti verdiğiniz her şey askeri ücretin daha hızlı erimesine sebep oluyor bir yandan da. Böyle bir kötü sarmal tarafı da var bu işin. Askeri ücret ve ücret aracını siz nasıl belirlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz.
Türkiye’nin bütün bu ekonomik koşullarda hükümetin tedbirli olacağız, daha o kadar da değil falan demesi doğru bir yaklaşım gibi görünüyor. Ama yarattığı beklentisinden de seçim döneminde uygulanabilir mi? Para politikası böyle devam ederken zaten o zaman enflasyon da böyle devam ediyor ve dolayısıyla da askeri ücret artışını yapmak zorundasınız. Başka çaresi yok.
Sarmala girmişsiniz bir kere. Aslında hatta tam dediğiniz gibi işte şimdi yaptığı zam eriyor, eriyor, eriyor, eriyor. Ondan sonra artık dayanılmaz hale geldiği zaman bir daha zam yapıyor. Ondan sonra da yavaş yavaş eriyor, eriyor, eriyor, gidiyor. Ve bu arada tabii real gelir kaybı olarak bakarsanız tabii toplamda kaybediyor tabii. Yani çok net olarak dolayısıyla ücretli kaybediyor.
Zaten bütün bu politika aslında baktığınız zaman sadece bir yeniden dağılım yapıyor. Şimdi Erhan Hoca dedi geçen sene yüzde 11 büyüdük değil mi? Yüzde 11 büyürken biz daha da büyüyelim istedik. Çünkü zaten yüzde 11 büyüdüğümüz için faizleri düşürdük daha da büyüyelim. Çünkü Kamil Hoca da anlattı işte oradan umudumuz faizler daha da düşerse üretim kapasitemiz daha da yukarıya doğru çıkacak.
Ama zaten siz yüzde 11 büyüdüğünüz zaman bayağı zaten aslında üretim kapasitenizin üzerinde bir yerdesiniz zaten. Dolayısıyla bunu yaptığınız zaman ne oluyor? O üretim kapasitesi öyle faiz artırmakla olmuyor tabii. Çünkü onun kapasitenin artması için bambaşka şeyler lazım. Dolayısıyla faizler de düştü diye insanlarda yatırım yapmıyorlar. Çünkü zaten faizler düştüğü zaman zaten iyice ne artık.
Belirsizlik ortamına girmiş oluyor. Zaten şöyle düşünürseniz büyük bir yatırım yapacak olsanız getirisini bir yıl sonra alacaksınız. Yani şu anda onu finanse edeceğiniz faizin çok fazla bir şeyi yok sizin için. Yani önünüzü göremezsiniz bir yıl sonrasını istikrarlı olarak göremezsiniz. Şu an faiz hiçbiri mağazaymış. Evet değil mi? Yani sonuçta belki de bir yıl sonra işler bambaşka olacak. Faizler bilmem nereye çıkacak vesaire.
Dolayısıyla şu anda buna bakıp karar almanız mümkün değil. Dolayısıyla öyle olmuyor. Öyle olmadığı için de enflasyon artıyor. Açıkladık biraz önce de dış talepte azalınca vesaire büyüme de düşüyor. Geldiğimiz yer itibariyle bütün mekanizma aslında bir kaynak transferi yapmış oluyor. Yani bir yerden alıyor başka bir yere veriyor. Dolayısıyla da yaptığı kaynak transferi de işte şimdi biraz önce Kamil şey için söyledi.
Kur korumalı mevduatın yaptığı transferi söyledi. Ama bütün mekanizma yani aslında bunu yapıyor. Fakir de alın zengini falan mekanizma koruluyor. Evet yani parasını koruyamayan dola olarak ücretli fakirden aldığı sabit gelirli’den. Ve veya küçük tasarruf sahibinden. Çünkü yine büyük tasarruf sahibi bir şekilde parasını buna karşı koruyabiliyor. Mekanizmalardan bir tanesi de işte kur korumalı mevduat diyelim. O da işte aynı zamanda maliyetinde öbür tarafa. Dolayısıyla böyle bir yeniden dağılım yapan ama toplamı genişletmeyen bir mekanizma söz konusu. Asgari ücret artışında yapmak zorundasınız bunun içerisinde. Çünkü neden? Zaten yapmazsanız zaten insanlar ondan sonra yeni yılda seçime girmeyi bırakın. Seçim de olmayacak olsaydı belli bir yöranda bunu yapmak zorundasınız. Başka şansınız yok. Çünkü o zaman insanlar aç kalacaklar. Dolayısıyla onu yapma o nedenle dolayı. Yani bu yapılacak mı? Yapılacak. Belki temkinli konuşmalarının sebebi bir miktar ekonomi zayıflamaya başladı. Yani biraz önce hızını kaybediyor. Hızını kaybederken iş dünyası belki buna bu kadar yüksek bir asgari ücret artışına biraz daha zayıflayan bir ekonomi de kaldıramayacak duruma gelmiş olabilir.
Enflasyon rakamları gerçek. Enflasyon rakamlarında olduğu için iş dünyası bundan çok etkilenmez gibi geliyor. Çünkü onlar üretimlerine zambi olabiliyor. Ücret zambi no. Hakiki evlasyonu her zaman gerisi kalacak için aslında bundan çok şikayetçi olmayabilir özel sektör. Özellikle ihracatçı sektörler. 1 liraya kadar. Çünkü 19.000 olursa o %60-70.000 olur. Çünkü önünü göremiyordur. Yani önümüzdeki sene belki daha resesyonist bir ortama gireceğini düşünüyor. Bütün bu dış talep vesaire bütün bunlarla beraber olarak belki fiyatlarını o kadar artıramayacak. Artıramayacak. O zaman o ücret artışlarıyla baş başa kalırsa o zaman daha da bu sefer resesyona doğru gidecek bir şeye doğru. Peki hocam bir yandan da baktığımız zaman ortada bir de acayip bir durum da var. Yani ben bir yanılıyorum şimdi. Baktığımız zaman da sanki geçen sene enerji fiyatındaki artıştan bütün kış boyunca bütün millet ağladı. Elektrik, doğal gaz faturaları bilmem ne. Kıyametler koptu.
Bakkallar, çakallar, manavlar, raflar, maflar falan büyük bir gürültü vardı ve herkes acayip kızgındı, öfkeniydi. Sanki bugün herkes bir dakika üçleri iyi galiba falan havasına gelmiş gibi bir şey var. Bu izlenim mi? Oluşturulmaya çalışılan bir şey mi? Medyaydı. Yoksa gerçekten durumu mu? Çünkü soğuklarda baktığı zaman bir kalabalık bir canlılık var. Tabii ayet ekonomi canlı hala canlı. Zaten daha önce çok daha canlıydı.
Şimdi bakıyoruz biraz da turizmle gelen de bir canlılık var. Onu görüyoruz yani. Parakende de aslında yabancıların baya bir etkisi var. Şimdi bir şey ekleyeyim tabii. Mesela bu kadar turist sayısı girerken tabi net hatanı okusanın bir bölümü de oradan geliyor. Ama bu tabi ki on meblağı açıklayacak bir şey kesinlikle değil tabi ki. Bakıyorum mesela şu anda Türkiye’de iki milyon civarı Rus oldu söylüyor. İki milyon Rus ciddi para da harcayanlar bakıyorsunuz. Bunların harcamaları falan bir kaç milyar dolar tutmaz mı? Tutabilir tabi elbette. 28 milyar dolar. 28 tutmaz. Ama 5 tutar diye düşünüyorum. Olabilir tabi. Tabi oradan bir eksik vardır öbür tarafta. Bu işte tam net hata 90. Çünkü anketle yapıyor ama bu gerçek net hata 90. Diğeri değil. Değil tabi. Çünkü zaten net hata 90 dediğiniz şeyler öyle şey olmaz. Yani sürekli olarak bir tarafa yönelik olmaz yani. Hep bize fazla çünkü. Hep fazla. Hep fazla. Dolayısıyla o demek ki orada bir sistematik bir hata var. Yani yanlış ölçülüyor falan şu var bu var onlar var. Onların dışında da belli dönemlerde de böyle demek ki gelen bir kayıttı şu para söz konusu. O net. Şimdi sizin dediğiniz şey önemliydi. Ben bunu bir grup iş adamıyla konuşurken de aynı şeyi söylediler. Ben de böyle birazcık bu manzarayı böyle anlattım da hani bizim bir bu noktada.
Çünkü faiz bu para politikasında değişiklik olacak mı? Olmayacak. O net. Onu görüyoruz. O zaman bizi tökezletecek olan burada ne olabilir? Bir döviz problemi olabilir. Şimdi mesela iş adamları diyor şimdi yani ne var bunda döviz zaten her zaman nasıl bulduysak şimdi de buluruz. Şimdi bu işte yani biraz önce dediğimiz hani şey sizin de dediğiniz ecari açık varsa tabi ki finans edildiği için vardır. Yani bu para bulunmuş ki harcanmış.
Şimdi ama böyle bulunduğu zaman mesela ya da bu size bir güven telkin etmiyor. Devamının geleceğine ilişkisi. E dolayısıyla yani biz bunu bu şekilde finans etmeye devam ederiz diye. Ve sonsuza kadar ederiz. Sonsuza kadar ederiz. Yani mümkün değil zaten yani hani kesinlikle olmaması gerekir yani. Çünkü yani eğer öyle bir şey olamayacağına göre demek ki bir yerde tökezleyecek. Ama esas nerede tökezleyecek ve ne zaman tökezleyecek? İşte zannediyorum biraz da bu birazcık galiba iş hayatında da birazcık bu fikirler oluşmaya başladı ki biraz hani o ben o tonlamanın biraz değişmiş olmasını biraz buna bağlıyorum. Yani biraz öyle gibi yani belki de o fazla gelmesin yani bu kadar da fazla artmasın diye iş hayatından bir tepki gelince. O zaman da tamam demek ki biraz daha az yapalım falan gibi bir düşünce oluşmuş olabilir.
Ama yani hiçbiri tabii ki ne ücret artışı bir çare enflasyon için ne bunların hiçbiri şey değil yani mekanizma belli. Bunu normalde ne yapmamız lazım? Soğutmamız lazım ekonomiyi yavaş yavaş ve kontrollü olarak. Sesi belirge nasıl soğutabilirler ki? Böyle olmaz tabii. Yani dolayısıyla yani normal şöyle düşünün bakın mesela soğutmaktan kastımız nedir? İşte bu kadar yüksek yani birdenbire bazen onu da söylüyorlar ne yapalım yani faizi yüzde yüz mü arttıralım? Hayır öyle değil ama burada yani yüzde yüz arttırılmasına falan gerek yok. Çok kademeli yavaş yavaş bir normalleşme de öngörülebilir. Ve dolayısıyla bu biraz ekonomiyi biraz soğutursa biraz enflasyonu aşağıya doğru şeker. Kaldıracağınız risk ne? Abi yani şu olur yani politika faizleri, real faizleri biraz daha yakın çünkü hani 12’ye düşürdüğünde faizi hiçbir iş adamı da 12’den boşlanır mı yani 30’larda hala kredi faizleri. Evet de dolayısıyla bir o anlamda ama çünkü burada alınan risk ne? Risk şu bunu yapmadığınız zaman aldığınız risk bir döviz kuru şokuyla bunun olması. Çünkü bunun anil bir şok. Olabilir mi? Olabileceğini gördük. Ne zaman oluyor? Mesela şimdi bu para bulunmaması da değil aslında mesela yani cari işlemler açığı zaten olduğu zaman görüyoruz onu finanse edilmiş. Şimdi nerede oluyor? Vatandaş aslında bir paniğe doğru gittiği zaman oluyor. Aralıkta olan olay da oydu aslında. Yani vatandaş kur korumalı mevduatta aslında bunun olmamasını sağlayan mekanizma. Bizim zaten sorunumuz orada. Öyle çıkacak ortaya. Olur mu seçime kadar? Olmayabilir. Olmayabilir tabii ki yani seçime kadar. Ama bir vadede kaçınılmaz. Yani bu politika böyle devam edecek olursa eninde sonunda olacak olan budur. Başka bir şey olamaz. Seçimden sonra olsun diye erteiniyor herhalde o durum.
Kamil hocam krediler. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan her çıktığında krediyi ucuzlattık. Sanayicimiz kredi alsın, kredilerle yatırım yapsın diye teşvik ediyor. Eğer bankalar size kredi vermiyor, bana şikayet edin noktasında da bir güvenle konuşuyor. Ancak sanayicilere baktığımız zaman da tamamı kredi bulamamaktan, krediye ulaşamamaktan, gerçek yatırımları kredilendirememekten şikayetçi.
Bunların hangisi doğru? Sanayici krediye ulaşabiliyor mu? Krediler gerçekten daralıyor mu? Genişliyor mu? Krediyi siz eğer bırakırsanız kredi arzunun artması, bunu kontrol edemiyorsunuz. Nereye gideceğini kontrol edemiyorsunuz. Çünkü o zaman dövize gitme ihtimali çok yüksek. O zaman ne yapmanız lazım? Krediyi genişlemesini kısa yavaş tutacaksınız.
Aynı zamanda da bir tayinlama dediğimiz rasyoning, her isteğini vermiyorsunuz. Ve alana da fatura karşılığı bankalar. Yani aslında tam bir yukardan kontrol edip sisteme girdik. Ve tamamen oyunun kuralları değişti. Bakın mesela Aralık’ta olan, biraz Ege hocamın da anlattığı Aralık’ta olan o zamana kadar piyasa biraz çalışıyordu döviz piyasası. Şu anda döviz piyasası tamamen bir hükümet istediği gibi döviz piyasasının merkez bankası yön veriyor.
Mesela sürdürülebilirdik konusu. Çok kolay sürdürdü artık. Ben çünkü eskiden kasıma kadar, kasımda seçim olsun diye çok sefa söyledim farklı ortamlarda. Nedeni de çünkü sürdürülemezdik. Ama hükümetin yaklaşımıyla sürdürebilirsiniz. Her konuda. Şimdi şu anda nedir? İhracatçıya %40’ını bana verir. %60’ı çıkartırım. Bu kadar.
Yani ondan sonra turizmci, size de daha da fazlasını. Her kredi verdiğimin karşılığında döviz getirmeniz lazım. Ama sonuçta biz buna serbest kambiyö rejimi diyebilir miyiz? Değil. Artık serbest kambiyö rejimi. Özel olarak size yavaş yavaş dönüyoruz. Bunun limiti nedir? Tamamen kapatmaktır kambiyö rejimini. Oraya kadar gitmeden bu işi götürmeye çalışıyor hükümet. Oraya kadar gidebilir mi? Benim gördüğüm her dışarıdan dost ülkelerden gelecek bu kaynaklarla bir de bu içeride gerektiğinde işte verin bakalım elinizdeki %20’yi daha ihracatçı bana diyerekten bu tür el koymalarla bana bu tamamen oyunun kuralı. Piyasa ekonomisi çalışmıyor şu anda. Fiyat nedir? Kredinin fiyatı nedir şu anda? Bilmiyorsun. Şu anda bakın. Bir transfer var. Sürekli bir transfer var. Şimdi evet KKM bir gelir transferi. Öbür taraftan bankalar diyor çok kâr ediyor. Herkesin gözü bankalarda. Ama bankalarda gelecekle ilgili çok ciddi ciddi yüz kalıyor çünkü kamu kağıtlarını 5 yıllık 10 yıllık kağıtları %10 ile 13-14 mensupları alıyor. Şimdi bunlar ileride nasıl fonda yapar? Ya %70 olur sonra ne olacak? Evet o banka batma durumu. Öbür tarafta sanayici düşük kredi kullanıyor. Düşük bir kısmı kullanabiliyor hepsi ulaşamıyor. Ama getir ihracat gelirini bana diyor. O ihracatla geliriyle dövizle gidip ithalat yapacak. Hiç her şey benim kontrolümde olacak. Ki iracatın %80 olan ithalete bağlı olduğu bir ülkede. Evet yani bu durumda biz bir kontrol ekonomisinde yaşıyoruz. Biz bir piyasa ekonomisinde yaşamıyoruz. Yani o yüzden Türkiye’nin aslında… Onun için sürdürebiliyor. Şangaya 5’ine girme niyeti aslında ekonomik açısından daha gerçek gibiydi herhalde. Yani bir ölçüde biz de facto oradayız yani o mantalite ile yönetiliyoruz. Çünkü seçime kadar bu güzel. Ama ben mesela… Biraz önce Ege Hoca’m dedi faizi arttırmak. Siz de dediniz işte reel faiz… Yani reel faiz artı olmasa bile politika faizi yükselsin. Ama Sayın Cumhurbaşkanı direkt kendisini bağlayınca diyor… Bu cam bu bedelde olduktan sonra diyor faiz yükselmeyecek diyor. Şimdi ben önümüzdeki 3 ayda %9’a inecek Aralık’ta. %9’a indikten sonra da oyun planı bakmamız lazım. Seçime giderken ne olacak? Hükümet şu anda geçtiğimiz hafta ne açıkladı? Doğrudan esnafa 100 milyarlık kredi. Neden şimdi erken açıkladı? Bence daha erken açıklandı. Aralık, Ocak gibi açıkladı. Çünkü piyasada ödemeler sorunu var. Ödemenizi alamıyorsunuz, tahsin sorunu var. Dünya gazetesi birçok gazete bunu yazıyor. Direkt mikro olarak sahada çalışanlar bunu görüyor. E o zaman esnaf da sıkıntıda. Ödeyemiyor. Borcunu ödeyemiyor. Ödenmeyen kekler senetlerde büyük kardeş var. Onun için öne çektiler. Bence onun için şu anda çünkü seçime yönelik yaptığınız zaman daha 6-7 ay var. Şu anda 4 ay kala yapmak en mantıklısıdır. Ve sonuçta sosyal konut projesi de baktığınızda eskiden kredi veriyordunuz. İnşaat sektörü üzerinden bu kredi ne oluyordu? Ciddi bir bütün ekonomiyi etkileyebiliyordu. Şimdi krediyi vermek için bir inşaat sektörü, konut çok pahalı. Orta direkt diye bir şey kalmadı. Alım gücü kalmadı. Onu veremiyorsunuz ama sosyal konut, devletin arazisi ve böylece bir umut veriyorsunuz. 8 milyon başvurdu. Bunun 1 milyonu alıyor. Yani rakamlar o kadar büyük ki. Yani hepsi tamamen seçime giderken benim yanımda olun, ben de sizi destekleyeceğim. Seçimde bana oy verin mantığının. Peki bir yandan da 250 bin konut vereceğiniz yerde 8 milyon terap aldığınız zaman da 7 milyon 750 bin kişiyi de kızdırmış ve küstürmüş olmuyor musunuz? Onlara işte bir arsa veriyorsunuz. 1 milyon arsa. Onun için o arsa sonradan daha da ön plana çıktı ilk başta. Sonuçta 500 bindi ve önümüzdeki 5 yıl seçim yetişmeyecek bunların üstüne. Ama arsa da yetişebilir. Yani arazi burada. Kura’yı çektim sana çıktı seçim öncesinde. Diyebilirsiniz ve bunun lansmanını yapabilirsiniz. Şu anda hatta VR şeylerle baya bir ülke çapında bir şey kamuoyu da bir etki şey yaptırıyor. Bir de kamu spotu var ya bir şey dolaşıyor. Evet dolaşıyor. Yani her durumda seçime gidiyoruz. Bizim Türkiye 90’lı yıllarda gördüğümüz, AKP’nin ilk başta biz bunu yapmayız, biz popülist politikalar izlemeyiz diye AKP’nin geldik. Kim izlemedi derdi yıllarda? Bana göre popülist politikaların anası yani en şey zamanı. Devam Demir’i aşan bir popülist politikalar. Popülist politikalar en derinini yapacak. Ve bizi aslında mesela hocam bahsetti bütçe açığı ve borç yükümüz o kadar yüksek değil. Ama devlet çok da düşük borçlanıyor. Her ne kadar 2018-2019’da bu değişken faizli ve dövize çok yüklensek de %48 borcumuzun merkez yönetim borcunun %48 buçuğu döviz ve değişken faizli. Ama %13-14’de borçlanıyor devlet. Şu anda. Onun için çok düşük. Ama seçim sonrası ne olacak? Yani faizler yükselmek durumunda. Siz bunu sonsuza kadar sürdüremezsiniz. Bu kaynak yok. Yani o anlamda hükümet tekrar seçilirse nasıl sürdürecek ben bunu bilemiyorum. Muhalefet en azından sürdürmü o yolda gitmeyeceğini söylüyor. Detayları konusunda belki konuşuruz onu da. Orada da detaylar eksik. Çünkü şimdi asgari ücret konusunda… Büyük bir mert detaylar açıklar. Ve detaylar açıklarınızla seçimi kazanamaz diye korkuyorlar. Ama bunu anlatmak zorundasınız. Bu enflasyonun müsebbibi kimdir? Ama hocam hiç kimse de acele etse seçim kazanmamış. Halk o rçd’ye falan doğru. Halk memuruna bakıyor. Ve büyüme… Biliyorsunuz bu hem Harvard dengdimi diye bir dengdiden vardır böyle hem de bizim… Yaşadık ismini unuttum. Bir hocamız şey diyor, büyüme ile seçim sonuçları çok böyle yani.
Büyüme ne kadar yüksekse son 20 yılda AK Parti’nin oranı o kadar yüksek. O yüzden AK Parti her nüfas olsun büyüyelim. Gerisine sonra bakarız. Seçimi kazanan bir. Ama işte o başka da işkenler de var. Enflasyon geçmişte hiçbir zaman hayat pahalılığı. Enflasyon bu kadar kontrolden çıkmamıştı. AK Parti o kredi genişlemesiyle büyümeyi yaratmıştı geçmişte. Ama hiçbir zaman… Enflasyon bir hale gelmemiş. Geçen sene erken başlattılar. Çok erken.
Yani ben her zaman diyorum bunu son bir yıldır. Naci Abal görevde kalsaydı AKP’nin bence seçimi kazanma ihtimali bugün çok daha yüksek. Yani büyüme olmadan enflasyon en azından %30’ları geçmemiş olacaktı büyük borçta dünyadaki enflasyonla. Ve biz de diğer ülkeler gibi olacaktık. Ve AKP de çok rahat kredi genişlemesiyle gidebilecekti. Normal bir ekonomi. Çünkü yabancı yatırımcı içeride sizi finanse etmek için uğraşıyor.
20 yıldır Türkiye’de para kazanıyorlar. En azından 18 yıldır diyelim son 2-3 yıldır kazanmıyorlar. Onlar sizi finanse ediyor. Para da kazanıyorlar. Kaldı mı Türkiye’de yabancı yatırımcı? Efendim? Çok az geldi. Bir milyar dolar civarında bu borsaya bir girdi ama çıktılar şimdi. O da Merkez Bankası’nın düşkünün sattığı para. Tarihsel olarak en düşük seviyesinde. FEMES borçlanma senedirinde %1’e düşmüş. Yani %20’di. Dün baktığım rakam %1. Yani %99 yerleşik.
Borsada %35-40’lara indi. Peki hocam. Madem oradan gittiniz ben de oradan devam edeyim. Şimdi Türkiye’nin borçlanma unsuruna bir tanesi de Türkiye Eurobond ilac ediyor. Birinciden borçlanabilmek için. Ve bu Eurobond’larda baktığımız zaman şunu görmeye başladık. Yakın vadeli yani 350 gün galiba vadeli Eurobond’larda faiz %6’lar civarında olurken. Daha 440 gün galiba vadeli Eurobond’larda faizler 7’lerde 8’lere doğru ilerliyor.
Mesela sürekli kağıtlar iskontolu birinde. Biri mi diğerinde iskontolu olaydı. Bu uzun vadede Türkiye’nin bir sıkıntısına işaret ediyor mu? Bu nereye doğru tırmanılır bunlar? Çünkü real faiz aslında orada. Siz ihrac ettiniz kağıtta. Yani Eurobond faizini belirleyen aslında temelde hani daha çok 10 yıllık göstergilere falan bakacak olursak. Ya da şu anda hazinenin, Türk şirketlerinin borçlanma maliyetlerine %10, 11, 12’lere falan gidiyor. Bizim CDS’miz yani bu işte bir Kasko primi dediğimiz krediliş primis 700-800’lerde dolaşacaksa. Amerika’nın faizleri şu anda 3-4 bir süre sonra 4-5 arası olacaksa. Bizim 10-12.
11-12 yani bizim CDS’miz artmaya devam ederse Amerika’nın tahvil faizleri artmaya devam edecek muhtemelen. Bizim borçlanma maliyetimiz de artar. Burada temelde yani… Amerika’nın CDS’i kaç şu anda? Valla 40-50 falan galiba yani Almanya’nın 10 yani tekhaneli çok rakam, tekhaneli çifthaneli ama 50-40 falan civarlarında. Şimdi 60’dan 90’a yükselmişti çok yükselmişti.
Bizim para politikamız şu anda ortodoks yapıda olsaydı hani o… Oydum hocam. Yani Kamil Hoca’cımın biraz önce anlattığı yani sıkı para politikası diyelim enflasyonunu buraya getirmeyecek bir para politikamız olsaydı 200-300’lerde olacaktı. Borçlanma maliyetlerimiz şu anda 11-12 değil 5-6 olacaktı şirketler, hazinelerin borçlanma maliyeti. Amerika’nın CDS’i 21,5 hocam şu anda.
Evet o civarlarda tahmin ettiğimiz gibi. Yani bu şu anda borçlanma maliyetlerimiz ekonomi büyümediği, büyümekte zorlanırsa ki biz enflasyonla mücadelede yeterince güçlü gidemezsek, enflasyon mücadelesinde ne kadar gecikirsek, büyüme ile ilgili sorunumuzu o kadar artırırız. Büyüme ile ilgili sorun artınca da bugün o yüksek maliyetlerle borçlandığımız borçları geri ödemekte zorlanırız.
Bu bizim bu tür risk firmimizi daha da arttırır, sermaye çekmemizi daha da zorlaştırır, orta ve uzun mali. Yani bunları şu anda sonuçlarını görmediğimiz riskler. Ya da aslında biraz önce hani konuştuğumuz konuyla belki bir parantez açıp söylemek gerekirse Kamil hocam da söyledi. KKM’de şu anda hazine 85-90 milyar, Merkez Bankası’ya belki 190 milyar 200 milyarlık bir maliyetimiz var.
250-300 milyara belki bu sene sonunda gidecek ya da önümüzdeki aylarda gidecek. Bugün açıklanan rakamlara baktığımda bizim tarıma desteğimiz 145 milyar. Sanayiye, real sektöre desteğimiz 154 milyar. Yani bahsettiğimiz 300 milyar bizim şu tarım ve reform yapalım, gıda fiyatı niye artıyor, niye verimsiz tarımımız var, şu sanayide yüksek teknolojiye nasıl geçeceğiz, nasıl destekleriz dediğimiz rakamların toplamı.
Sadece hani bu kuru buralarda tutmak için uyguladığımız boyutgalardan birisi. O yüzden bunlar zamana yayılarak aslında maliyetlerini gördüğümüz unsurlar. Ne yazık yani Eurobond faizi de öyle, Eurobond’un maliyetinin yüksek olması da öyle, bütçede gelen yükler de öyle. Önümüzdeki dönem mutlaka düzeltmemiz gereken. Yani siz Eurobond faizin daha da artacağını düşünüyorsunuz. Yani mevcut gidişatta evet artmaya devam edebilir.
Çünkü yani en azından bizim para politikamızda, bugünkü yapıda bu CDS’lerin düşmesi değil, artma ihtimali olabilir. Amerika’da da bence, yurt dışarıda da, dünyada da faizler en azından önümüzdeki aylarda artmaya devam edecek. Dolayısıyla yukarı yön aşağı yönler daha fazla gözüküyor, kısa vadede ama çok sürdürülebilir değil. Yani Türk şirketleri, Türk hazinesi %10’un üzerinde dolar, Euro bazlı borçlanarak yani büyük yatırımlar yapamaz. Bunları ödemekte çok zorlanır ve bu krediyi kullanmak istemez zaten, istemeyecektir. Şu anda sadece işletme sermayesi olarak kullanmaya çalışacağı bir kaynak gibi düşünmemiz lazım galiba.
Vallahi bazen düşününce içim sıkılıyor yani siz o anlattığınızdan sonra. Yok, çözümleri var. Her şeyin çözüm var da, zaten Türkiye’nin sorunu var. Çözüm arayışı var mı? Yani Türkiye onu bir türlü halledemedi. Yoksa çözüm her zaman var. Çözüm isteği var mı? Çözüm isteği var mı? Türkiye her zaman kriz yaşar. Kriz yaşar ama bilirsiniz ki birisi krizin farkına varır, kriz yok demez. Bununla ilgili önlemler alınır ve toparlanabilir. Şimdi kriz var mı yok mu? O konuda bile karar verilemediği için bir önlem almak konusunda bir karar veriliyor. Evet, yani şeyde mesela ihracat arttı diyoruz. Yani çok şanslı olduğumuz yönler de var. Avrupa gibi çok yüksek standartlı ürün isteyen bir piyasaya tamam, yüksek teknolojide olmasa bile orta ve düşük teknolojide ürün satabilen bir ekonomiz var. Bu artı. Yani mesela bunu Doğu Avrupa’da birçok ülke yapamıyor. Kuzey Avrupa yapamıyor, Kuzey Afrika yapamıyor, Afrika hiç yapamıyor, Ortadoğu yapamıyor. Yani bir potansiyeli var. Büyük potansiyeli. Evet, yani bu artılar var. Peki dünyanın da bu konjonktürünün getirdiği bir şey var ve sanayicimiz onu o noktada başardı. Ama işte biraz önce diyoruz, %150 üfedeki artış. Yani maliyetleri çok ciddi arttı.
Evet, mühtemelen daha yüksek fiyatlar. Ciro’lardan görüyoruz, defiletörden görüyoruz muhtemelen ama üfe çok daha yüksek gitmiş durumda. Maliyetleri döviz cinsinden cidden yani bence çalışanlar zor durumda ama bence gittikçe yani en azından bugün birikimler anlamında, stok anlamında söylemiyorum, servet anlamında söylemiyorum ama bugünkü işi yürütmek anlamında sanayici de zorlanmaya başlayacak.
Evet. Hocam sanayi zorlanmaya başlayacak dediğimiz anda hemen aklıma şu geliyor. Cumhurbaşkanı yardımcısı Sayın Fuat Oktay, Fuat Bey dedi ki bugün ödenen her 100 TL’lik doğal gaz faturasının 80 TL’sini devlet olarak, hükümet olarak bizden üstleniyoruz. Bu şu mu demek? Hükümet üyeleri maaşlarından kesinti yaparak bizim etrik ve doğal gaz faturalarımızı ödüyorlar demek.
Bu ne mali ayırıyor? Şimdi biz gidip kendine teşekkür mü ederim yoksa nasıl bir şey bu? Nereden ödeniyor bu para? Ne demek biz bu… Neyse sanatla ya. Yok hayır. Yoksa gidip yani abi benimkini öde ve ben bir 80 TL fatura vereyim mi diyeyim mi yani? Kimseye borç almak istemem. Yok tabii yani. Şimdi nasıl tam mekanizma, nasıl çalışacak 80 TL’sini biz veriyoruz falan dediği zaman herhalde onu sürmansiyondan bahsediyor tabii doğal olarak yani aynı şeyde.
Sırf yani bu para nereden çıkıyor? Tabii ki işte bütçeden çıkacak tabii. Bütçede bir karşılığı var mı yoksa o zaman borçlanma yoluyla kapatılacak. İşte borçlanmaların da sonuçları belli çok fazla borçlandığınız zaman işte bu faiz vesaire veya enflasyon yani ikisi birden olarak maliyetini ileride ödeyeceğiniz şeyler bunlar. Bunlar yapılabilir ama yani hani bunlar böyle zor dönemlerde yapılmayacak şeyler değil elbette. Hatta tercihen bence mesela enflasyonla mücadele konusunda yapılabilecek eğer böyle bir maliyet enflasyonuyla karşı karşıyasınız aslında uygulanabilecek mantıklı politikalardan da bir tanesi olduğunu düşünüyorum tabii ki.
Ama şu anda neden yapılıyor? Çünkü bütçeye yükleyip buradaki şeyin üzerindeki tıpkı asgari ücret artışı yapmak gibi bir şey zaten o anlamda ücretlinin üzerindeki ya da sanayicinin üzerindeki sıkışmayı oradan telafi etmeye yönelik yapılmış olan bir politika. Şimdi sanayi dediğiniz zaman ama o da o taraf ilginç tabii orası şimdi biz bu ihracat yapıyoruz doğru tamam yüksek teknolojide üründe aslında bence zaten yüksek teknolojide ürün yapmayalım zaten yapamayız. Zaten Türkiye’de %2 buçuğa gerilmiş %1.000.
Doğru ama yine de 6-7 milyar dolarlık bir ihracat yapıyor aslında yani ve de Türkiye için tabi böyle şeyleri bugünden yarına beklemek de doğru değil yani belki baktığınız zaman yine oradaki teknolojik şeylerine baktığınız zaman işte orta teknolojilerde bir ihracat artışı yani meblağ olarak da biraz pay olarak da var.
Ve dolayısıyla böyle şeyler yapabildiğiniz zaman bu başarılı bir sonuç verebiliyor. Şimdi biz bunu ama nasıl yapıyoruz uzun bir zamandır. Şimdi baktığınız zaman şimdi ithal fiyatları çok hızlı artmış durumda. İracatçılar o kadar dolar bazında fiyatlarını arttıramıyorlar dolayısıyla oradan kaybediyorlar bir kere çünkü ithal girdiği onlar da kullanıyor zaten.
Dolayısıyla oradan bir maliyet artışları var o maliyet artışlarını dolar cinsinden fiyatlara yansıtamıyorlar o zaman ne yardımlarına gelecek onların? Tabii ki nominal kurun TL’nin orada değer kaybetmesi o ne demek o değer kaybettikçe bu sefer onlar bir şekilde oradan gelen karlılıktaki şeyi oradan karşılayabiliyorlar. Şimdi uzun zamandır kur sabit gibi yani sabit değil de ufak bir yukarıya doğru son zamanlarda yukarıda ama yani real bazıda yani hani enflasyon oranında değil kurdaki artışla. Reğer olarak değer kazanıyor. Evet tabii değer kazanıyor dolayısıyla bu da sanayiciye bu anlamda iracat yapan sanayiciye yardım ediyor.
Ama şimdi onu devam ettirmek şimdi şu anda sıkıştıkları zaman bu mekanizmayla onlara yardım etmek şu anda da enflasyonist. Enflasyonun da sorunu var zaten enflasyonun bir tek aslında dizgin diyebilecek mekanizma onlar da o yüzden kurun artışını istemiyorlar zaten. Şimdi bunlar çelişmeye başladı birbiriyle dolayısıyla biraz oradan iracatçıyı rahatlatalım biraz kuru yukarıya doğru bırakalım gitsin dediği zaman acaba enflasyon tarafında ijen eme şeyi kaybedeceğiz kontrolü kaybedeceğiz. Aynı zamanda kur artışlarının toplumsal moral etkisi var seçim döneminde o moral etkiyi kaybetmek istemiyorlar.
Bu taraftan da bu yani iracatçılar daha fazla dayanamayacak duruma geldiler ve dolayısıyla buna da ihtiyaçları var. Bir de üzerine biraz önce konuşuyorduk oradan da bağlayayım askeri ücretler. Çünkü o taraftan kazanıyor bir de orası zaten iyice enflasyonun altında artışı. Bir de deviz gelirini iracatçının el koyuyor daha başından. Tabii bir de o var yani onun şey yapmasına izin vermiyor. Önce alıyor ve sonra tekrar şeyler yapıyor falan ama o arada kaybediyor tabii iracatçı belli bir miktarda.
Şimdi çoğu zaten belli bir oranda hamadeye yatırım yaptılar. Çünkü yatırım yapmıyorlar yatırım yapmadıkları zaman ne yapacaklar? Mesela onlar da bir anda baktığınız zaman çift fatura, yurtdışında şirket, aracı şirket falan filan gibi şeylerle kendini birbirine korumaya alıyorlar. Bu da iracat rakamları düşecek aslında Türkiye’ye. O da doğru evet. Dolayısıyla orada bir açmaz var. Yani bizim bunu böyle devam ettiremeyeceğimiz konusunda daha da fazla kur riskinin var.
Neden bahsetsizlik böyle devam ettiremeyiz dediğimiz noktaya gelmişlerdur. Ama başka aslında neden? Çünkü 11 büyüyorsunuz değil mi? Yani ne kadar doğru ne kadar yanlış değil ama ciddi bir büyüme var Türkiye’de. Yani evet onun yanlış ölçüye olabiliriz ama yani çok da yani burada meydanda ortada ciddi bir büyüme var. Şimdi nereye kadar bunu sürtüyor? Türkiye %11 büyüme potansiyeline sahip bir yer mi? Reel bazıları diyorum. Dünyada en çok büyüğü gibi. Dünyada böyle bir yer yok zaten. Çin ne kadar büyüyo mesela bu arada? Tamam ama yine de potansiyelin… Çin mesela dünyada en çok büyüğü ülkesidir. En hızlı ülkesidir. Çin de büyüdü bu arada. Çin’de büyüme oranları çok eskilerden buralardaydı. Şimdi daha aşağıdaki. Çin nereye indi işte onu merak ettim. 3’lere mı? Çin 7’ler 8’ler büyürdü. 10-0 Covid politikasının etkisi var. Bir de konut sektöründeki sorunların yani servet etkisi yaratıyor. O en çok büyüğü yana battı. O eski Çin’di. Biz yeni Çin’di. Şunu demek istiyorum ama demek istediğim bunu sürdürmeyeceğiniz oradan belli zaten. Hani daha makul bir yere doğru çekmeniz gerektiği zaten oradan belli. Evet pandemi etkisi var pandemiyle. Belki bunlar kalıcı olarak da değişmiş olabilir pandemiyle. Yani dış talebin yapısı vs. sürebilecek olsa belki Türkiye bu iracatı hatta enflasyonu biraz makul bir düzeye indirip bir öngörülebilirlik sağlasa
belki Türkiye oradan çok daha farklı yerlere doğru gidebilir. Ama işte bu durumda bunu yapamıyor. Dolayısıyla böyle bir yerde sürdürülemez dememizin sebebi bu. En önemli sorun kurma Türkiye’nin ekonomisinin şu andaki. Bir tane seçmek gerekirse. Şu anda uygulanmakta olan politika. Poetika. Başından sonunda bu politika. Bu politika değil. Yani diğer bütün sorunlar bunun.
Her bir politika değil hiçbir şekilde. O değiştiği zaman sorunlar tek tek bir kaşık. Bir şey söyleyeceğim. Oraya geçeyim. Bu nasıl değişir? Ne yapmak lazım? Şimdi iktidar bu politikayı sürdüreceğini ve hatta bunu arttıracağını da söylüyor. Yani faizleri daha da düşüreceğini söylüyor. Ne sonuç vermelerini beklettiğini bilmiyoruz. Yani aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemek biraz garip bir şeydir baktığınız zaman ama
bazen de inatla sürdürürseniz bazen bir şey olabilir diye böyle bir şey de vardır, tez de vardır. Çok emin değilim ekonomik alışverişler. Muharefet ise bu politikayı uygulamayacağını ve daha rasyonel daha real bir politikaya geçeceğini söylüyor. Ama detayları da bilmiyoruz. Sizce ne yapması lazım muhalefetin bu politika sürdürülemez diyoruz eminden beri. Nasıl bir politika sürdürülebilir? Şimdi tabii iktidar bu politikayı sürdürüyor yani sürdürecek çünkü seçim için yapıyor. Bu politikanın tek amacı seçimi kazanmak.
Ama ilk defa bu popülist bir son 6-7 yılda uyguladıkları popülist kredi genişlemesi ve politikaların en aşırısı oldu ve kontrolden çıkmak üzeredi ki bu kur korumalı mevduatla biraz toparladılar. Ama yani söylediğim gibi diş kaynak bularak sürdürebilecekler seçime kadar belki. Yani ya körfeze yan uçadan para almak zorunda olacak. Onu bulamazlarsa ben kesinlikle çok daha işimizin zor olacağını söylüyorum.
Muhalefetin yaptığı bence durumun yani muhalefet tabii ki adayını belirleyip ekonomi takımını belirleyip halkın önüne yani birçok parti olarak şu anda konuşuyorlar, birçok ekonomist olarak konuşuyorlar. Öyle olunca biraz daha böyle mesaj biraz netleşmiyor. Ama çok net mesajda çıkması lazım. Galiba bu ay ekonomi grupları toplanmaya başladı. Yani her partinin ekonomiyi kurmayları 6 parti bir araya geldiler.
Yani buradan çıkması gereken bu enplasyon mutlaka seçim sonrası dönemdeki ilk birinci sorun. Ama bu enplasyonu ben 6 ayda indireceğim. 100’de 10’a derseniz bunun maliyeti çok yüksek. Yani demeyecekler ama burada asıl vermeleri gereken nokta bu enplasyonu düşüreceğiz. Merkez Bankası’nın başına gelecek liyakat sahibi kişiler ne yapacak? Bir anda faizi %80’e mi çıkaracak? Hayır. Oradaki not bu politikalar değişecek ve
diyelim ilk toplantıda %10, %15’lik bir artış oldu diyelim. Oradan gelecek mesaj da bunun arkası gelecek. Bütün önlemlerinizi ona göre alın. Bu belki gelecek ayda aynı montanda gelecek. Belki daha düşük gelecek ama önemli olan beklentileri kontrol altına alabilmek. Enflasyon beklentilerini aşağıya çekebilmek. Yani siz faizliği kademeli olarak artırırken enflasyonun da kademeli olarak aşağı gelmesi bir noktada 80’lerin şu anda.
Tabii ki daha aşağıda buluşabilmesi. Önemli olan nokta bu. Ama tabii ki burada şu var. Nez enflasyonun bir maliyeti var. Toplumsal maliyeti var. Şimdi şöyle düşünün. Bugün enflasyon %40, 6 aylık enflasyon %40. Siz geldiniz dediniz ki ben %40 işçiye zam vereceğim. Aynı zamanda da enflasyonla mücadele edeceğim. Bunu yapamazsınız. Neden? Çünkü böyle bir asimetri var burada.
Bunu anlatmak açısın. Emekle sermayenin bir asimetrisi var. Çünkü işçi maliyetleri arttığı zaman üretim maliyetlerinde şirketler çok kolay fiyatlarına yansıtıp ne yapacaklar? Bu durumda yine enflasyonist momentum devam edecek. Onun için her seferinde en çok etkilenen ücretlerde bir real olarak kesinti olması.
Ama bizim anti enflasyonist dönemlerinde, dezenflasyonu, Tansuççilerin yarattığı enflasyon 94, %35 real ücretlerde düşüş. 94 krizinden sonra. Dünyada başka hiçbir ülke yok ki 1 yıl içinde %35 düşsün. Çünkü o düşmeseydi real ücretler, enflasyonu Tansuççiler aşağı getiremez. Hiper enflasyona gitmiyorsak biz bizim sendikalarımızın 12 Eylül sayesinde. Sendikalar, çalışma yasaları, bütün bunlara baktığınızda bunların güçsüzlüğü bir ölçüde siyasetçinin enflasyonu 3 hanelere çıkarıp hiper enflasyona gitmesini de engelleyebiliyor hala. Ama her seferinde de yük çalışanın… 2001 krizin sonrası çalışana bineyen yük neydi? Orada da %15 civarında ama daha makullü %15 derdi. Ama sonrası zaten enflasyon müjadelere kazanırken o yerine fazlasını kondu zaten. Evet, en azından ama orada deniz bitti artık. Gidecek başka bir yer yoktu. Yoksa bizim siyasi editlerimize kalsak onlar yine aynı eski tas, eski hamam devam edip yine enflasyonu yaratırlardı. Yani burada anlayamadığım nokta benim 2002 sonrasında iktidara gelmiş bir partinin başı ve o partinin tamamı şu anda aynı enflasyonu %10’ların altına indiren parti. Şimdi tekrar enflasyonu 3 hanelere çıkarıyor. Çünkü o derviş politikasını uyguladılar. Ama bununla övündüler.
Başarı da bence ben orada Sayın Babacan’ın öncülüğünde çok ciddi bir çalışmalar yapıldı ve %7.2 büyüdü. 5 yılda 2002-2007 arasında bütün hedefler tutturuldu ve enflasyon da tek hanelere indi. Şimdi bu başarı varken bunu görmüşken bu milletin 25 yılı bakın dünyada başka hiç bir ülke yok. Hocam o zamanın mucizesini biliyorsunuz değil mi? 1. Hakiki serbest ekonomi. 2. Uluslararası güvenirlik. 3. Özgürleşme ve hukukun üstünlüğü olacağına dair oluşturulan inanç. 2009’a kadar bu sürdü. 2009’da özgürlükler kısıtlanmaya başladı. 2013 sonrası iyice arttı. Gelinen nokta. Evet. Ama makro kurumsal reformlar yapıldı. Merkez Bankası bağımsızdı.
Bankacılık sektörü kontrol altında alındı ve doğrudan mali konsolidasyon sağlandı. Ama aynı şekilde de AB üyeliği için ciddi bir adım atıldı. İki adım atıldı. Ve o 2004’den sonra 2004’de yeşil ışık yandıktan sonra Aralık’ta, 2005’te bize 20 milyar dolar geldi yani. Düşündüğünüzde doğrudan yabancı yatırım olarak. Ama şimdi geldiğimiz noktada baktığımızda muhalefetin demek ki şu anda vermesi gereken mesaj, bu sefer de mi işçinin sırtına binecek bu enflasyon? Bunun böyle olmayacağını anlatabilmek gerekiyor. Ama bunu yapmak kolay mı? Bence çok zor. Gene zor. Ve buradaki konu şuna geliyor. Mesela bir, en alt gelir gruplarında yani real ücretlerdeki düşüşü kompans edeceğini söyleyebilirim. Doğrudan gelir desteği ver mesela. Yani AKP hükümetin 2020’de pandemi sonrası dönemde yapmayı reddettiği doğrudan gelir desteği var ya, doğrudan gelir ne yaptı? Krediyi genişlemesi yaptı hükümet.
Ve tamamen krediye ihtiyacı olmayana gitti. Gitti adam 100 bin liradık kredi aldı, dolar aldı. Ondan 6’lardan 8-9’lara çıktı. Oradan para kazandı. Asıl ihtiyaç sahibi kazanmadı. Şimdi o zaman bu dönemde ne olmasın? Herkes bu dönemde artık kayıt dışında çalışanlar harici ama çoğu kayıt içinde herkesi bile biliyorsunuz. Kimler real gelir kaygını oraya. O zaman direkt o gelir kaygını telafi edebilecek önlemler almasın. O da enflasyon seviyede olmaz mı? Hayır.
O da şu, yani olabilir ama şimdi bunu bütçeye yükü nedir? Eğer şu andaki bütçemiz, şu andaki borç yükümüzü düşünürseniz aslında şu anda yapabilecek durumdayız. Ama bu gelen popülist politikanın yükü bütçe üzerine öyle binecek ki seçim sonrasında faizler yükseldiği zaman da bütçe çok ciddi baskı altında kalacak.
Bunu yapabilir mi? O zaman işte bir IMF ya da başka bir destek bulmak ama popülist politika değil bakın bu söylediğim. Yani enflasyonun yükünü doğrudan sabit gelirliğinin üzerine bindirmemek ve bir ölçüde bunu tabii şirketlere ve bir ölçüde mevduat sahibine, tasarruf sahibi, real faiz alan tasarruf sahibine de kaydırabilmek. Onun bir yolu mesela geçmişte bu heterodoks konusu hep açılıyor değil mi? Heterodoks politikalar aslında makroekonomik stabilizasyon yani dezenflasyon anlamında Arjantin, Brezilya ve İsrail doğrudan hiper enflasyon döneminde konuşulan şey. Yani sadece faiz arttırmakla yetinmeyeceksiniz ama aynı zamanda da gelirler politikası dediğimiz bütün gelirlerin yani fiyat dondurma olayı.
Fiyatlarda ama bütün kesimler anlaşabilmesi lazım. İşçi kesimi, sanayici, işveren kesimi üç aydına, altı aydına fiyat don. Bugün bunu uygulayabilir miyiz Türkiye’de? Çok emin değilim. Ama ciddi anlamda bir hükümet, bir devlet başkanı olursa ve kamuoyunu… Peki bu da serbest piyasaya müdahale değil mi fiyat dondurma? O gönüllü, bakın İsrail’de hiper enflasyon, Michael Bruno Merkez Bankası başkanı, 1983-84’te bu heterodoks politikayı uyguladılar. Neydi? Orada üç güç var. Hizdadrut bir sendika, bütün işçiler orada, bütün çalışan. İşveren kesimi devlet. Şimdi işveren kesimi dondurmayı kabul etti, ücretler donacak, devlet de kamu harcamalarını kontrol altına alacak.
Ama devlet ilk randa buradan harcamalarını kontrol edemedi. Ne oldu? Sendikalar genel greve gitti, bir anda tekrar güçlerini geri kazandılar, devlet tekrar geri geldi bir yıl sonra. 1984’ün sonunda, 1985’in başında hiper enflasyonu %300-400’lerden aşağı çekmeyi kademeli olarak aşağı indirebildi. Ama demek ki burada fiyat dondurmak, ücretleri… Konsensüsle fiyat dondurmak, uzlaşıyla…
Uzlaşı ve güç yani karşılıklı güç. Türkiye’de ne yazık ki çalışan kesim, sendikalar güçlü değil. Çünkü her partinin bir sendikası var bir ölçüde şu anda giderek ona döndü. Çünkü bizim geçmişten gelen 40 yıllık bir çalışma yasalarına baktığımızda ciddi bir dengesizlik var burada. Bunu nasıl uygulanabilir böyle bir ortamda bunu bilemiyorum.
Ama mutlaka bu yükün paylaşılması, vergi yoluyla vergilerini arttırarak en azından bu dezenflasyon sürecinin arkasından getirilecek kar ve real faize getirecek vergilerle bir ölçüde bu yükü biraz daha onlara kaydırmak olabilir. Ama sonuç itibariyle yine üstçinin üzerine binecekse yük, o zaman yeni gelen hükümet bir çok başka şey var, hedefi var. Daha da önemlisi parlamenter rejime geçmek güçlüsünü. Bunu istediği kadar yapamayacak. Çünkü o zaman ne olacak referandumu kaybetme ihtimali var düşündüğünüz anda. Yani çok güçlü bir dezenflasyon yaparsanız referandumu kaybet. Gerçi referanduma kalmadan Beyazis’te bir çoğunlukla da geçirebilir. Evet, onu da yapabilir ama yani sonuçta bence… Çünkü o zaman AK Parti’de büyük ihtimalle ki terk kaybettiyse böyle bir şey istiyor.
Yani AK Parti şu anda izlediği politikalarla bizim geleceğimizi ciddi boyutta bir torpidolar gönderiyor geleceğimizi. Onu görmesine. Peki başka bir yere geçmek istiyorum. Şimdi Nobel ekonomi ödeli verildi hocam biliyorsunuz. Berlanki. İlginç bir şekilde Berlanki’ye verdiler. İkiye bölündü, biri Berlanki’ye gitti ama aslında diğeri de Berlanki’ye benzer bir fikri ekonomi fikrine gitti. Bu dünya ekonomisi başka yeni bir bakış açısı mı getiriyor? Ya da dünyada ekonomiye yeni bir bakış mı demek? Çünkü Berlanki’nin geçmiş performansına baktığımız zaman, Merkez Bankası başkanlığı dönemine baktığımız zaman ve ondan önceki yazdık nesnede baktığımız zaman, hem bir tutarsızlık var aslında Berlanki’nin yaptıklarıyla süreç içerisinde hem de bir gelişme veya bir başka sonucu ulaşma açısından önemli şeyler var.
Ne manaya geliyor Berlanki’ye bu nominin verilmesi? Ne yaptı da verildiği ya da? Ben şöyle okuyorum. Berlanki aslında büyük buhran konusu da uzman. Doktora tezi, çalışmaları ve 2008 krizinde de uygulamaya çalıştığı politikalar aslında… Helikopter mi? Evet yani o dönemdeki hataları yapmayalım. Niye dünya büyük buhrana gitti veya çıkıyor zannederken,
daha bu iş bitti deyip hemen sıkılaşmaya gidildi de ondan sonra ne sonuçlar? Bunu çok iyi bilen bir iktisatçı. Bir bu boyutu var diye düşünüyorum ama asıl aslında uyguladığı galiba noktalardan birisi şu. Biz kriz dediğimiz zaman, hani dünyada iktisatten ne zaman kriz oldu? Aslında işimi kaybettiysem, iş yerimi kaybettiysem benim için krizdir o. Ama iktisat kitaplarına, tarih kitaplarına geçen kriz finansal krizlerdir. Bankacılık krizleridir. Yani eğer finans sektöründe bir sorun yaşanırsa o ülke veya dünya o dönem kriz yaşamış diyoruz. Aslında Bernanke’nin ve aslında bu son Nobel ödülünün geldiği nokta şu anda dünyada böyle bir riski de dikkat çekmeye çalışıldığını düşünüyorum.
İki tane risk var finans sektörü açısından. Bir tanesi kredi riski. Dünya büyüme konusunda sorunlu bir döneme gidiyor olabilir. Ve dünya tarihinin en borçlu döneminde. 300 trilyon doların üzerinde bir borç var. Böyle baktığınız zaman size bir yandan da dünya tarihinin en alacak dönemindeyiz diyebiliriz. Öyle diyebiliriz ama alacaklar borçlu ödeyemezse alacaklar. Alacaklı bankalar işte zaten sorun o. Bunu ödeyemeyecek olan şirketler, haneler, diğer şirketler falan dolayısıyla sorun alacaklı olan o bankalar. Merkez bankaları parayı bastı. Açık piyasa işlemleriyle bankalara verdi. Onlar da krediye dönüştürdü. Sonuçta bu krediler ödenemezse bu sorun bankaların sorunu olur. Real sektörün bugün yaşanan sorunu finans sektörüne yansıtır. Buraya yansıtmayalım çabası var bir.
İkincisi de bugün biz kapitalizm tarihinin en düşük faiz ortamından geçtik. Çıkmaya, 500 yıllık kapitalizm tarihinin. Ve bankaların varlıklarında bono tahviller, menkul kıymetlerin fiyatıyla faizi ters hareket eder. Yani bugün dünyada enflasyonun kontrolsüz bir şekilde yükselmesi, faizlerin yükselmesinin en büyük sonuçlarından birisi bankalara çıkar.
Finans sektörüne çıkar. Bunların tahribatı batmasıyla sonuçlanabilir bütün dünyada. O açıdan bugün dünyada enflasyonun çok artmaması, enflasyonla mücadelenin önemi göründüğünden çok daha fazla. Mesela bence İngiltere’de yaşananlar, hani bugün U dönüşü yapıyor falan, böyle ileride tarih kitapları yazacak. Yani dünya büyük bir krizin eşiğinden döndü muhtemelen.
Eğer İngiltere Merkez Bankası hemen o kararı verip tahvil alımına başlamasaydı, İngiltere’de faizler 7-8-9’a doğru gitseydi 1-2 günde, İngiltere 1-2 banka batardı. Avrupa’ya sıçardı ve böyle bir şey… Ne yaptı İngiltere buraya gelmek için? Buraya gelebilmek için Merkez Bankası bir U dönüşü yaptı. Yani tam tersi, tahvilleri satın almaya başladı. Fiyatını arttırıp faizleri indirmeye çalıştı. O tek başına dedi 15 gün yapacağım dedi, 13 gün yapacağım dedi.
Şeye vakit bıraktı yani. Ahan siyaset. Siyasete U dönüşü için biraz vakit bıraktı. İşte Allah’tan diyelim orası da yapıyor, yaptı. Yoksa aksi takdirde çok büyük bir risk. Bugün Fed’in, Bernanke, işte Paul’ın, hani veya Paul Walker, işte bunu örnek alıyorlar, Bernanke’ye örnek alıyorlar. Bu enflasyon kontrol edilemez.
Faizleri Merkez Bankası değil de piyasalar belirlerse, tahvil faizleri Amerika’da 4 değil 8’e 9’a çıkarsa bütün dünyada peşinden giderse dünya finansal krizden kaçamaz. Bence bu Nobel ödülü ve şey, yani finans sektörünün önemini vurgulamak ve bir bankacılık krizinin ne demek olduğunu belki bir daha hatırlatmak açısından da bunun önemi var diye düşünüyorum.
O açıdan yani dünyanın şu anda en büyük riski uzun süreli bir yavaşlama, o borçların ödenememi riskidir ve enflasyonun kontrolsüzce artması ve risklerin artması. O da faizi arttırır. Bir kredi riski var, iki faiz riski var. Faiz riski enflasyondan kaynaklanır, kredi riski de büyüme sorunundan. Yavaşlayan büyüme ve artan enflasyona staklasyon diyoruz. Dünya tam o civarlarda dolanıyor.
Buraya gelmesi illa kriz çıkacak demek değil ama buraya gelir de uzun süre kalırsa çıkar o kriz. Ve bu kadar düşük bir faiz ortamından sonra çok feci bir kriz olur. Ve biz böyle bir kriz değil mi? İngiltere örneği de bunun bir örneği diye düşünüyorum. O açıdan dünyada riskler büyük. Yani bir bono piyasasının toptan çöküşü hiç yaşanmış bir şey değil. Borsalar çöktü, konut fiyatı çöktü, altın fiyatı, petrol fiyatı bunlardan krizler çıktı. Ama bono piyasalarından çıkmadı. En büyük risklerden biri orada Avrupa’da bir iki bankayı konuşuyoruz. Niye konuşuluyor? Çünkü bu riskler yüzünden. İsviçre, Alman bankaları. Çünkü faizler yükseliyor. İkisi de o ülkenin önemli bankaları üstündür. Bu ülkenin adını taşıyan bankaları.
O yüzden böyle bir risk olduğunu düşünüyorum. Biraz önceki konu ile ilgili bir iki bir şey ekleyebilir miyim? Ben de bu konuda ekleyeceğim. Ben bunu devredeyim. Kamil hocamdan da bir şeyle ilgili. Yani biz ne yapmalıyız konusunda? Bizim hani kur en önemli sorunumuz değil ama uyguladığımız politika birçok sorunu yaratıyor gözüküyor. Türkiye’nin enflasyonun bir numaralı nedeni kursa kurla ilgili riskleri azaltmamız lazım.
Bu döviz satarak KKM ile falan olacak bir şey değil. Sürdürülemez. Bu Türkiye’ye ödemeler dengesinde bizim izleyebildiğimiz finansman hesabından sermaye girişidir. Doğrudan yatırımdır. Portföy yatırımı da olabilir. Bu sene 6.8 milyar dolar doğrudan yatırım almışız. 8 ayda. 4.3 milyar doları gayrimenkule. Sadece 1 milyar doları imalat sanayi. Ne kalan? İşte Rusların ticaret şirketleri, konaklama otel yatırımları falan.
Yani 4.3 milyar dolar gayrimenkule gelmiş. Yani böyle bir yatırım tarzı zaten gelenin de şey bu boyutu. Ama rasyonel politikalar uygulanırsa zaten yani orta vaat uzun vadeli yabancı yatırımcı gelmesi… Ben de onu söylüyorum. Yani biz bunu başarmalıyız. Yani o güvendir. O orta ve uzun vadeli yatırım çekmedir. Yani yerli yatırımcı Türkiye’deki yatırımlarını büyütmezken yabancı gelir mi?
İkisi de gelmez. Şu anda gelmiyor. Ama biz eğer enflasyonu nasıl iner? Bildiğim para politikası ile iner. Enflasyonun diğer nedenleriyle uğraşırsanız iner. Yatırım için yatırıma ihtiyacımız var. Yatırım için o güven ortamı, ekonomi dışı hukuk reformu, işte demokratikleşme, özgürleşme her neyse…
Eğitim reformu, eleman eğitim, bu tür bir reform sürecine girersek o zaman faiz 70 de olsa 60 de olsa Türkiye yatırımcı. Doğrudan yatırım gelir. Sıfırdan yatırım gelir. Borsoya gelen para hemen gitmek için gelmez. Zaten yabancı öyle pek gelmiyor. Yani öyle üç günde beş günde gelmiyor. Bono’ya tahvile daha uzun vadeli gelir. Orada da bir risk var. O riski alır. Ve Türkiye öyle bir tabloyu sağlayabilirse muhalefet partilerini düşünmesi gereken o bence…
O zaman kur olduğu yerden aşağı gitmeye çalışacak. Onun da bu saatten sonra gitmesi en azından bugünkü tabloda ne ihracatçının ne ekonomin kaldıramayacağı bir şey. Gitmesin diye Merkez Bankası döviz alıp onu bir yerlerde tutmaya çalışır. Biz o zaman kuru kontrol etmeye başlarsak enflasyonu kontrol etmekte önemli bir adımı atarız. Bunu yapmak için para politikası mutlaka ayılamamız lazım. Reformları yapmamız lazım. Ama bence şeyin konusu çok önemli bu ücret meselesi. Dünya çok değişiyor. Artık borçla talep yaratma dönemi geride kalacak. Gerçek gelirle yaratacağız. Gelir dağılımın sonunu dünyada çok büyük. Yani biz ücreti bastıralım falan diyerek öyle bir dünya yok. Z kuşağı zaten bu konuda çalışma saati, ücreti çok farklı. Biz o dünyanın o birincilikte olacaksak, o iş gücünü istihdam edeceksek…
bizim gençlerimiz dışarıdan gelecekler… Zaten giderler de değil mi? Evet giderler. Yani bu ücret falan dünyada artık öyle düşük ücret dönemleri değil, daha makul bir seviyelere çıkması gereken bir noktadır. Gerçek gelirle talep yaratmamız gereken bir durumdayız. Evet doğrudan gelirler, vatandaşlık geliri, bu gelir dağılımı sonunu nasıl çözeceksek bunları atmamız gerekiyor. Ama ücretle bu enflasyonla mücadele dönemi bence geride kalıyor. Biz mesela, hocam dedi fiyat kontrolleri yapalım, önce devletin yapması gerekiyor. Yönetilen yönlendirilen fiyatlar diyoruz. Mesela %5 hedef koyuyoruz her sene, yıl 10 senedir öyle. Ama köprüye %25 zam yapıyoruz, vergi %20 arttırıyoruz, sonra hedef 5 diyoruz. Önce tamam bütçe açığı pahasına da olsun. Yani biz köprüye bu yıl %2 zam yapıyoruz, atıyorum. Vergi %5 arttırıyoruz, biz böyle başlıyoruz deyip ondan sonra… Daha da fahiş artışlar bekleniyor. Evet, yani dolayısıyla bunları yapmamız lazım. Yani kamunun bu anlamda yönlendirdiği fiyatlarda öncü olması lazım. Piyasada eksik rekabet koşulları var, rekabeti sağlamamız lazım. Rekabet kurulu hiçbir işe yaramıyor ki. Zamanlar yarıyordu. Zamanlar bayağı yarıyordu. Şimdi mesela hocam, siz bir şey söylemek istiyorsanız, ben size bir şey söylemek istiyorum. Yok yani bu, dediğim gibi bu yapısal tarafta bunu çözmemiz. Tarımda, gıda da sorunumuz var. Tarımla ilgili çok ciddi bir planlama yapmamız, tarım reformu yapmamız ve enflasyonla mücadele için. Çünkü o gıda hep bize sorun, dünyada olmayan sorun bizde hep oldu. Bundan sonra dünyada o sorun daha çok olacak. Demek ki bizim… Bize daha da çok olacak. Evet, yani bu ikisi. Tarıma çok özel bir alan açmamız lazım. Yani muhalifet partilerinin ya da ne yapmalı sorusuna, şu tarıma ne yapacağız sorusuna iyi cevap gerekiyor galiba. Buyur hocam. Bernanke konusunda çok eleştiriciler bir soru sordunuz da. Önce sormadım ya, meraklı sordum. Hayır, hayır. Niye Bernanke almamalıydı gibi. Yani o krizin sorumlusu Bernanke değil. İyi diyor, ben öyle şey demedim. Öyle bir aldım oldu. Hayır, onu savunmak anlamında değil ama. Yani aslında o krize yol açan, Amerikan krizine yol açan deregülasyon. Yani tamamen piyasaları reguler etmemek. Mesela Larry Summers derseniz bana, Larry Summers o da şu anda… Eski Hazine Bakanı değil mi? Evet, eski Hazine Bakanı. Eski Hazine Bakanı ve o zaman Hazine Bakan yardımcısı iken bu piyasalar derivatif, türev piyasaları bizim altın yumurtlayan tavuğumuz. Bunu kestirmem sana diye CFD’sinin başına baya sert cevaplar veriyor. Yani o regüle etmek isteyen.
Ama Bernanke geldiği zaman hala hazırda ciddi boyutta bir bu subprime dediğimiz eşikaltı krediler patlamış ve bankaların bilançoların içine girmiş durumda. Ve aslında sorunun büyüklüğünü Amerikan hazinesi ve Merkez Bankası da Lehman’ın battığı hafta sonu anlıyor biliyor musun? Lehman’ı kurtarmıyorlar. Lehman’ı kurtarsalar 40-50 milyar dolara mı atlayacak?
Ama Lehman’ın borçlarını, ya da CDS’de sigorta eden AIG’yi kurtarıyorlar. Toplam 200 milyar dolara patlıyor. Yani o anlamda Bernanke’nin en büyük konusu 2008’in sonunda tamamen faizi sıfıra çektikten sonra helikopter ben o. Para dağıtı.
Yani kapitalist sistemin 1930’larda yaşadığı, binlerce bankanın battığı, bu paranın iyice daraldığı, para arzını daraldığı bir ortamla karşı karşılaştık. Çünkü güven kalmadı işte. Bankalar birbirine güvendi. Bankalar, şirketlere. O zaman kimse kredi kanalları kapandığı zaman kapitalist sistem çökecek. Yani onun yaptığı o helikopter ben mantıyla ne olursan ol para veriyorum.
İstersen bana hiç değersiz şey getir, bu MBS dedikleri ipoteye dayalı kağıtları getir. Hatır sayıda getir razıyım. Tabii ki. Çünkü normalde Merkez Bankası sadece kamu kağıtlarını veriyor. Collateral 10 olması lazım. Ama ne getir olursa, ve onun arkasından bence bir ölçüde Amerika kurtardı. Topu Avrupalılara attı. Avrupalıların elinde ondan sonra iki üç dakika… Ya tekriz Avrupa’dan başladı sonra. Evet ondan sonra. Yani onu sadece o noktayı verdim. Hocam bir şey merak ettim ben. Bunu kim cevap verir tam bilemezsiniz.
Yabancı sermaye girişinden bahsedip hakiki sermaye girişe medyada. Mesela E.T. cahiyet yasası. Bunlardan bir örnek. Şimdi Türkiye’nin kurallarla ilgili tutarsızlığı da bir yandan bu yabancı sermaye de engelleymiş. Diyoruz ki Türkiye’ye yabancı sermaye girsin. E.T. cahiyet yasası diye bir yasa çıkartıldı. Biliyorsunuz. Geçen sene Türkiye’ye giren yabancı sermaye bir tek orada vardı. Yani işte birisi Amerika’da halka açıldı.
Diğerine önce Çin sonra Arap ve Avrupa yatırımcılar geldi. Tam onlar geldiler. Küt. Yasa gibi. Yasa değişti. Ve yani hiç daha önce açıklanmamış bir biçimdi. Üstelik çok sert regulasyonlarla ve büyüyene ceza verecek bir şekilde. Bu başka alanlara da aktarabilen. Pek çok alanda bizde oyunun kuralları maç esnası değişiyor. Bu da bir yandan şey değil mi Türkiye yabancı sermaye girişinden geldi değil mi?
Öyledir tabi ki. Elbette ama bu uyan Türkiye aslında… Bu kriz zamanları da kabul edebilir mi şey bilir yoksa bu iç sorun olmasıyla gelmiş mi şey bilir? Gerçekten aslında çok zorunlu değilse tabi böyle şeyler yapmamak lazım. Tabi bir öngörülebilirlik yabancı sermaye açısından son derece önemli. Ama bu makro ve finansal öngörülebilirliğin o kadar kötü bir halde olduğu zaman bunun zaten pek bir kıymeti halbüresi de kalmıyor zaten.
Bütün oyunların kuralları değiştiği için… Yani level playing field denen herkes aynı seviyede bir oyunu oynayacak. Asıl yabancı da yerli de aynı seviyede olacak. Ama siz yabancı girmeden bu kuralı değiştirseniz girmeyecek adam. Ama girdikten sonra değiştirdiğiniz zaman artık başka alanlara yabancıyı çekerken… Dicek yeni açılan yani daha dinamik alanlara yabancı diyor ki ben Türkiye’ye gelmiyorum. Ben girdikten sonra oyunun kuralları değişip benim aleyhime olabilir.
Çünkü ben artık onlara şeyim yani captive, yakalamak, kaptırdım ama yaparım. Yani rekabet, hani piyasada rekabeti engelleyen unsurlar o her zaman olabilir. O rekabet kuruluya çözülür. Evet, evet, rekabet ama bankacılık sektörüne bildiğim son bir yılda iki yüz tane yeni düzenleme gelmiş. Ne yanlıştı, ne düzeltmeye çalışıyoruz gibi bir soru geliyor insanların. O yüzden çok sayıda yani yönetmek de zor böyle bir şey. Yani yabancı yatırımcı için çok daha da zor olmaya başlıyor. Adam da ne uğrayacağım diyor. Yabancı bankalar da var. En kötü süslük Türkiye’deki yatıramını write off ediyor ve geliyor bir daha gelmiyor yani. Yani satabilen satıp satıyor. Bu tür şeylere çok dikkatli yapman gerekiyor. Minimum zararla çıkmaya çalışıyor bir daha da gelmiyor. Yani o beklentiyi iyi yönetmek gerekiyor evet. Aslında bir yani tabii bu yabancı sermaye konusu önemli tabii. Yani bu hatta şey açısından da önemli.
Mesela bu şeyden Kamil bahsediyordu ya işte bu şey 2009 krizinden sonra çok ciddi bir para değil mi dünyada? Biz de 2010’da 2011’de rekor seviyede cari işlemler açıyor verdik. Ama yani giren sermaye o kadar fazlaydı ki yabancı sermaye. O çok önemsenmedi birini. Önce hiç önemsenmediği gibi işte daha da fazla aslında rezerv birikti falan o zamanda. Şimdi bu hikaye aslında baktığınız zaman şu anda tam rakamları bilmiyorum kabaca değilim. Şu anda Türkiye’nin dış borcu aslında tüm yükü yüklülüklerinde göstermiyor ama 460 değil mi? 460. 460 milyar 10 bunun galiba 300 milyar doları veya daha fazla. En az. Tamam onun dışında ama 2009 krizinden sonra olan bir rakam. Yani bu 300 milyar dolardan daha fazla yani ondan önce çünkü ya 120 ile ya 100 dolu belki de 100’dü.
Tam hatırlamıyorum ama. 140′ dedik abi yaşlılar. Yani galiba öyle yani 300 milyar dolar en az bir para girdi. Yani yüzde 200 arttı. Evet yani yabancı sermaye. Tamam yani bunun çok belki ne kadarı doğrudan yabancı sermaye çok az muhtemelen. Çoğu portfolio yatırımı ama bunun küçümsemek anlamında söylemiyorum. Evet yani ama bu kalıcı da oluyor bunlar. Yani hani portfolio yatırımı diye sıcak para diye o kadar da kolay çıkışı da o kadar kolay değil.
Ama şimdi şöyle bakalım biz bu parayı mesela Türkiye’de ne yaptık bu parayla? Hani şimdi normalde bu kadar borç almışız ve hükümlülük biriktirmişiz karşı tarafı. Türkiye’de neler yapıldı? Uçak fabrikası mı yapıldı işte bilmem ağır sanayi tesis mi kuruldu? Yüksek teknoloji fabrikaları mı kuruldu? Kabaca diyelim ki döviz kazandıracak yerlere yatırdık mı yatırmadık mı? Hayır. Hayır net. Hatta TL kadar bir kerelik basık şeyleri harcandı. Tam ters inşaat gibi. Yol vesaire falan tamam bunları küçümsemiyoruz ama yani o kadar yüksek miktarlarda buralara harcanmış oldu ki ve öbür tarafa da bir şey harcanmadı. Yani size döviz getirecek olan bunları bir yerde göre ödemeniz lazım. İşte aslında en büyük problemimiz döviz diyoruz ya yani o anlamda şey yapılmadı. Şimdi geldiğimiz yerde ondan sonra da geldiğimiz yerde tabii bir dizi başka para politikasıyla ilgili bir seri hata yani bu son şeyleri katmıyorum yani daha öncesinden de başlayarak bizi buraya getirdi ama yani biz ekonomimizi dönüştürmek anlamında bu anlamda çok uzun zamandır hiçbir şey yapmadık.
Bu arada bütün dünyada da olmak üzere bizde de bu kadar büyük bir kredi genişlemesi 2009’dan sonra olan tabii doğal olarak verimliliği de çok düşürdü. Yani aslında şu anda dünyada çok ciddi bir verimlilik krizi içerisinde 2009’dan sonra zaten olan. Zaten krizi çözen de biraz bu tabii muhtemelen yani krizi çok sert bir şekilde bu birtakım firmaları falan batırsaydı muhtemelen orada bir temizlik olacaktı.
Büyük bir bedel ödenirdi tabii o çok önemli yani o yapılmamış olması çok doğru ama bu verimsizlik durumunda ondan sonra geldi. Bizde de bütün dünyadan farklı olmayarak bizde böyle bir durumdayız yani verimlilik de yok vesaire ve o şeyde size döviz getirmeyecek olan faaliyetler harcanmış durumda. Mesela bir enerji yatırımı yapılabilirdi değil mi pekala yani hani o zamanlarca.
Aslında enerji yatırımı çok yapıldı da ne kadar doğru yapılıyor tartışılıyor hep. Elbette mesela ama mesela diyelim ki neyse tam detaylarına da girmeyelim yani sonuçta baktığımız zaman böyle bir manzara var hani bakıldığı zaman aslında yani biz şu anda mesela heterodoks politika diyoruz vesaire diyoruz bilmem ne diyoruz aslında ama gerçekten bir bilmiyorum tam karşılığını bulur mu ama an ortodoks.
Ortodoks olmayan bir politika izleyecek olsaydık eğer böyle bir anlamda ekonomiyi bir transformasyona dönüştürecek olan bir politika izleyecek olsaydık o zamanlardan aslında bunların başlaması lazımdı. Çünkü böyle politikalar ancak ve ancak böyle uzun sürede kendileri gösterir. Yani ben bugün faizleri sıfıra indirip böyle bir şey yapamam.
Yani mümkün değil yani bunun yani böyle oluyor onun sonucu böyle bir arz patlaması bir ekonomik transformasyon falan filan olmuyor tabi. Yani bizim yani bu anlamda bizim tekrar bu işleri tekrar yeniden yapacaksak eğer tekrar bir daha oyunu tekrar oynayacaksak o zaman bunlara birazcık dikkat ederek yapmamız gerekiyor.
Çünkü işte böyle harcamalar yapmak siyasi iktidar için çok güzel tabi onlar çok kolay yapıyorlar o kadar para geldiği zaman çünkü hem enflasyon kontrol altında çünkü içeriye para yağıyor döviz kuru artmıyor hem de böyle iç piyasaya yönelik bu yatırımları yaptığımız zaman. Üretime dayalı olan bir enflasyon düşüşü aslında üretim arasında dayalı oluyor ve enflasyon düşüyor tehlikeli olarak uzun zuhalede karşılıyor. Aynen öyle içeride de refah böyle yapay olarak artmış oluyor borçlanma üzerinden refah olarak artmış oluyor. Şimdi bu ailelerde doğru zaman zaman ama sonunda ailenin kızı kötü yola üşeniyor böyle durumlarda. Onun sonucu budur yani kazanmanız parayı harcarsanız. Biraz böyle yani biz aslında 20 yılda bir aslında Mark Twain’in dediğini yapıyoruz. Mark Twain demiş sigarayı bırakmak çok kolay yani bırakıyorum arada bir bırakıyorum.
Sonuçta biz de baktığımız zaman enflasyonu düşürüyoruz stabiliteyi sağlıyoruz 20 yılda bir. Ama önce her şeyi kontrolden çıkarıyoruz sonra toparlayacağız diye. Önce batırıyoruz. Bakın şu anda 2001 sonrası uyguladığımız reformların hepsi gitti. Şimdi tekrar hepsini yeniden yapacağız. Yani ve biz ne konuşuyorduk 2006-2007’de yapısal reformları konuşuyorduk.
İkinci nesil reformları yapmaya, ikinci nesil reformlar mikro reformlar diyorduk. Ne zaman ben bugün söylemiyorum yapısal reform bu hükümetin yapabileceğini inanmıyorum. Yeni gelecek hükümetin de gündeminde olmaması gerek çünkü yapısal reform uzun vadeli. Çünkü kısa vadede beni bana zarar verecek. Ben biraz gelir kaybını hocam vergi artışı olacak belki ama uzun vadede bütün herkes için olacak. Ama Türk halkının uzun vadede reformlar destek verdiğini 2002-2009 arasında gördük ve hala onun etkisiyle hala destek sürüyor. Yani ya düzeltirse onlar düzeltir diyen bir kesim var çünkü bütün bolandım bir tanem. Ama işte makro reformlar yapısal reform değil. Makro reformları eğer siz enplasyonu kontrol altına aldığınız zaman ve doğrudan bütün piyasalara doğru mesajları verdiğiniz zaman uygulamada da
o zaman ne oluyor yabancı sermaye geliyor TL değer kazanıyor enflasyon baskısı aşağı iniyor ve ekonomi büyümeye başlıyor. Yani o dönemde yapılan biz yine bunu yapınca yine büyüyeceğiz ama o zaman makro yapısal reformları yani iş piyasasında iş piyasasının kıdem tazminatı konusu mesela bunu açtığınız zaman YT hassas bir konudur kıdem tazminatı diğer bir. Ama ben bir iktisatçı olarak kıdem tazminatının bir anlamda sorun olabileceğini iş piyasasında giriş çıkış açısından
çünkü yeni şirket girmiyor baktım birçok açıdan. Yani o iş piyasası diz dinamizmini sağlamak açısından kıdem tazminatının bir şekilde fona kaydırılması şirketlerin üzerinden zombi şirketleri artık kaldırmamız gerekiyor. Ama şu Türkiye’de fona kaydırmalarla ilgili geçmişte kötü dereyimler var. Diyor ama bugün gün konusu değil bir onun için diyorum biz anca enflasyonu kontrol altına alacağız makro stabiliteyi sağlayacağız uzun vadeli bakmaya başlayacağız o zaman bu reformları yapalım.
Hocam şimdi program bittiğini uyarıyor Derya ama reklam mı vereyim bitmediyse reklam vereyim sonra mı devam edeyim? Peki bir reklam arası vereyim sonra devam edeyim başka bir şey soracağım size. Bugün kafama takılan bir konu çünkü kısa reklam kısaktan. Hocam bir yere takıldım ben bugün siz de muhakkak görmüşsünüz
Almanya’da sağlık bakanı dedi ki enerji fiyatları bu dispetle atmaya devam ederse Almanya’da hastaneler kapanabilir hastaneler batmıyor. Bugün dikkat edecektiğimi bilmiyorum. Şimdi Almanya cari fazlası olan bir ülke. İhracatında fazla veriyor, bütçesinde fazla veriyor. Her alanda dünyanın en zengin ülkesi. Bugün Amerika’daki sorunlar yok mesela borçluk sorunları Amerika gibi yok. İhracatı her zaman büyük oranda Türkiye’nin toplum ilerceden daha fazla almalarının ihracat fazlası vardır. Buna rağmen bu kadar para için bir ülke sağlık sisteminde enerji fiyatlarına bağlı olarak hastaneler kapanabilir mi? Ne demek yani Almanya’nın bu hastaneler için Türkiye en pahalı sağlık sistemini finansya edebiliyorsa Almanya’yı edemiyor mu? Ne demek bu? Ne anlama geliyor bu?
Ben onu şöyle anladım ama bütün hastaneler kapalıcak anlamda değil. En enerji inefisyon etki verimli enerjiyi verimsiz kullananlar ve ihtiyaç olmayabilecek olanları kapatıp bir bölgede iki tane olacağı yerine bir yerde toplamak bir tasarruf. Ama yani bunu devlet buna gerek kalmadan sübvanse edebilir. Bizim yöneticilerimiz sübvanse edebilirse onlar da ediyor. Enerji maliyetlerin ciddi boyutta devlet üstleniyor şu aşamada. Ama burada hastaneler için bunu söylemiş olması çok aşırı geldi bana da. Yani sadece benim anladığım, yani diyelim bir bölgede üç hastane var. Bunun birini kapatıp ikisi yeterli olabilir. Bir ölçüde daha şey, kaynakları daha etkin kullanma mantığı. Çünkü kıt kaynat enerji. Yani bunu bu seneyi atlattıktan sonra Rusya’nın bir daha Avrupa’nın üzerine bir gölge yaratmasına izin vermeyecekler.
Bu sene yakalanmış durumdalar belki. Ama ondan sonra Rusya bunun maliyetini ödeyecek. Yani Putin ve onun getirdiği maliyeti ödeyecek. Ama ben Almanya’nın bunu atlatabileceğini düşünüyorum. Asıl sorun bence Almanya’dan çok Avrupa genelinde. Çünkü Avrupa’nın en büyük sorunu Avrupa birleşiyor değil mi? Birleşik Avrupa ama hala birleşmiyor. Maliyet bütünlüğü yok. Hala siyasi birliğe de hiç bir hevesleri yok.
Genişleyeceğim diye uğraşıyor. Ama zayıf halkalar var. İtalya, işte baktığınız anda Yunanistan, %177 borç yükük, %135 İtalya’nın ve faizlerin yükselmesi hocam şirketlerden bahsettiği, kamu borçta ciddi boyutta bir sorun. Yani dedi bono piyasasında olmadı, bono piyasasında oldu. Latin Amerika krizi bir bono. Borç krizi. Dünya genelinde olmadı. Yoksa Mürferit’si veya bölgesel oldu. Ama İtalya’da olursa o zaman çok daha büyük etkileri olabilir. Onun için Birlişmeyi, bence Avrupa daha gündemine, daha hızlı bir birlişmeyi, mali birleşmeyi gündemine alması lazım. Çünkü Avrupa biliyoruz biz, optimal bir para alanı değil Avrupa. Yani şimdi baktık normalde Kuzey ve Güney çok farklı.
Farklı asimetrik şoklar oluyor. Ama şimdi ne oldu? Bir de Doğu-Batı oldu. Doğu bütün enerji şokunu en çok Doğu yedi. Batı biraz daha rahat konumda. Ve Doğu’daki ülkelerde hem enflasyon çok yüksek hem ekonomi daralıyor. Batı’daki de diyor ki ya enflasyon yüksek olabilir ama faizleri çok yükseltme. İtalya onu dedi. Haziran’da engelledi ilk faiz artışını. Temmuz’da engelleyemedi çünkü enflasyon gümbür gümbür geliyor.
Yani o anlamda artık Avrupa’nın kendi içinde mali destekle nasıl bugün Florida’da kasırga oldu. Merkez ücreti gönderiyor kaynakları. Aynı şekilde olabilmeli ve bu ülke içinde kalabilmeli. Yani hemen bugünden yarına olmaz ama uzun vadede Avrupa her zaman dünya çapındaki şokları en çok yaşayan bölge olmak durumunda kalacak bence. Bir Amerika gibi kolay şokları absorb edemeyecek. Çünkü ortak hareket edemiyor. Ortak hareket edemiyor. Her bir hükümet farklı politika belirleyebiliyor ve borçlulukları yapısal olarak farklılıklar var. Bunu gideremediğiniz ölçüde o zaman mali birleşmeyi daha hızlı yapmanız lazım. Bir noktada siyasi birleşmeye gitmesi lazım. Peki hocam şimdi biraz da buradan içeri dönmek gerekirse Türkiye’nin bir siyasi birleşme sorunu yok Allah’a şükür de tam haksızlığından korkuluyor.
Ama bir yandan da şuna bakmıyorum. Şuna dikkat çekmek için sordum biraz daha sonra. Bütün dünya artan enerji fiyatları, artan kredi faizleri nedeniyle bütün dünyada hükümetler kemer sıkmaya doğru gidiyorlar. Hepsi para politikalarını sıkılaştırıyor. Tasarruf tasarruf tasarruf. Makron çıkıyor. Dikkatli Kazak’ta poz veriyor. Diyor ki evlerinizde kaloriferlerin derecesini iki derece ıs azaltırsanız, milli ekonomimize üç milyar euro katkıda bulunursunuz.
Diyor ki gaza en az bağımlı ülkeye nükleer enerjiden büyük oranda enerjisi ürettiği halde ve bu yüzden de evlilasyonu Avrupa ortalamasına göre bir tık daha aşağıda olduğu halde ilk yakalı Kazak’la tasarruf öğrendiriyor. Keza Almanya diyor ki haftada bir yıkanın, yıkandığınız suyun derecesi. Bizde ise hiç böyle bir şey yok. Tasarruf etmek ayıp bir şey midir? Biz niye böyle bir şey düşünmüyoruz yoksa ihtiyacımız yok mu buna? Kesinlikle ihtiyacımız. En çok ihtiyacı olan ülkeyiz ama ülkeyi yönetenlerin anlayışı bence ne yazık ki bir iktisadi anlayış olarak ortaya çıkmıyor. Daha çok siyasi ve siyasi nedir? Biz ülkeyi temsil ediyoruz her ortamda. Gittiğimiz yerde varlığımız belli olacak. Konvoyda kaç araba olduğu önemli. Bence o büyük, ne kadar büyük bir devlet büyüğü olduğunu gösteriyor. Küçük uçak diye bir uçak geçeceğiz. Bu tasarrufların mutlaka yapılması lazım. Hadi o yapmıyor ama en azından kamu’nun diğer alanları yapması gerekmez mi? Ama yukarıdan yapılmazsa aşağıda kontrol edemezsiniz bunu. Yani yukarıdan aşağı doğru iniyor politikalar. Aynı şekilde bakış açısı aynı. Bunların hepsi aslında bizim işte bu kamu harcamaların artışı ve borç yükünün artışı.
Borç yükümüz hala düşük deyip biz bununla avunamayız. Yani %40’ları da bir kamu borcu stov var baktığınızda. Ama diyelim Japonya’nın %227 ya da %225 batmışlar. Ama adamlar 15-20 yıl vadeyle borçlanmış. Kendi parasından borçlanmış.
Yani uzun vadeli pension fundlar işte emeklik fondları vermek zorunda. Ona vermek zorunda. Yani bir noktada onlar da bir duvar adı tost diyebilir ama bizim gibi biz 2-3 yıl vade ile borçlanabiliyoruz. Ve biz kur riski taşıyoruz. O zaman taşımadık kur riski. Tabii ki. Ve biz 1 yıl vade ile bile borçlanamayacak duruma gelebiliriz. 2001 krizi öncesinde olduğu için.
Ve bu durumda bizim ne yapmamız lazım? Bütçemizi çok daha dikkatli kontrol etmemiz lazım. Açığımızı aynı zamanda borç stovumuzu da düşürmek için elimizden geleni yapmamız lazım. Ama şu andaki borç stov, seçim sonraki borç stovunun bir şey değil. Bize o konuda bilgi vermiyor. O zaman patlama olacak. Yani faizler de arttıktan sonra bu harcamalarla bütün bu kredi genişlemeleriyle baktığınız anda çok ciddi bir yük bekliyor. Ama yani hükümet bu konuda seçim, teke amaç seçim kazanmak olunca gerisi teferruat. Seçimden sonrası tuval. Evet gerisi teferruat. Zaten biz cari hani fazla verme hedefi istiyoruz. Yani dünyada bunu başaran ülkeler. Ama veriyoruz hocam enerji dışı cari fazla veriyoruz.
Bunu başaran ülkeler işte Almanya, Güney Kore, Çin, Norveç bilinen yani hepsi tasarrufu yüksek olan ülkeler. Yani iyi verdiğimiz örneklerin hepsi tasarruf yapmayı bilen ülkeler. Almanya’da dünyanın tasarrufu rekortmini değil mi? En yüksek tasarruf olarak olan Almanya’da. Tişi başı aylık 625 euro yanlış hatırlamıyorsam bir tasarruf da var. Şafonlar, Asya toplumlarının çoğu öyledir. Asya toplum zaten.
Yani dolayısıyla gerçekten tasarruf edebilen ülkeler o hani cariyi fazla yetiştiren rekabetçi kurula değil tasarruf etmeye bildikleri için çıkıyorlar. Sorunuzun cevabı aslında önemli bir soru gerçekten. Hani Almanya yüzde 35, yüzde 40’a yakın bağımlı Rus gazına işte İtalya. 45’ten oraya çekti. Oraya çekti. Ve şu anda bildiğim kadarıyla yüzde 80 bir kesse bile Rus’u idare edecek kapasite ama yüzde 100 keserse gerçekten işte hastane çalışmayacak.
Yani dolayısıyla şu anda tüketimi teşvik etmenin bir anlamı yok. Yapmaları gereken hani parayı verelim de alın, elektriği kullanın hastaneye de. Altyapı yok. Yok. Yani parası olsa verip alacak da yok. Yok. Parayla bile alamıyor yani. Parayla bile alamıyor. O yüzden tasarrufu teşvik etmesi gerekiyor. Yani Avrupa’nın sorunu parasızlık değil, parasıyla bile bulamamak. Evet parasıyla bile bulamamak ve şu anda yapmaları gereken de tasarrufu teşvik etmek.
Yani boşuna hastaneye gitmeyene ya da elektriği işte yakmayana, kaloriferini yakmayana destek olacağım demeye çalışıyor. Yoksa zaten hani tüketin ben size enerji desteği veririm demek onu tüketeceksiniz yine bulamayacaksınız. O açıdan biraz da bulamayacaksınız. Almanya derdi parasızlık değil paraya rağmen parasıyla bile olamaz. Yok şu anda ama çok hızlı da bu onları hani İngiltere’de yangınlar olmuş artık her yangından yani öyle önlemler alıyorlar ki hani nasıl burada yangın olur falan diyorsunuz. Avrupa’da bundan öyle bir ders çıkarır ki bence yani bir daha hayat boyu pozifle değil. Kimseye enerji bağımlı olmaz. Yani hiç olmayacak o yenilmidir enerji. Öyle bir kuracaklar ki yani bir daha böyle artık Rusya düşünsün veya işte bunu üretenler düşünsün. Buna bağlı olacağını düşünenler düşünsün diyecekler. Artı bir şey daha diyecekler bize bunlarla ürettiğiniz ürünlerle gelmeyecek. Bu da bize ve bize benzer birçok ürünler geliyor.
Bakıyorsunuz mesela yeşil şirketlere krediler daha ucuza verilmeye başlandı. Dünyanın her yerinde. Yani o karbon ayak izi falan öyle önemli olacak ki. Yani bizim şirketlerimizin bizim ekonomi politikanın hep bunların tartışması lazım. Biz günlük tartışıyoruz. Yarın ne olacak falan. Hocam daha oraya çok var yani. Ama onlar çok hızlı oraya gidiyor. 2030’de çok farklı bir dünya olacak muhtemelen.
Onların tartışmasına bir tartışmadığımızda baya bir fark var. Henüz daha baya bir fark var. Ege hocam kaldı mı söyleyeceğim bir şey? Yok kaldı bence. Her şeyi söyledik. Artık kapatalım biz bunu. Bundan sonra başa bela. Çok teşekkür ediyorum. Yarın sabah dersleriniz var biliyorum. Size kolay gelsin. Ben de gerçeği erken kalkıyorum sabahları ama en azından öğrenci karşısında çıkıyorum. Çok teşekkür ederim hocam. İyi ki geldiniz. Ege hocam, bu konuyu da bir daha konuştuk. Derdciler bir kez daha ekonomiyi konuştuk. Dünya ve Türkiye ekonomisinin. Şunu öğrendik ki Avrupa ve Amerika’daki reseksiyon Türkiye’de ciddi bir tehdit oluşturuyor. Çünkü oradaki reseksiyon Türkiye’nin özellikle dış kaynağı bağlı ekonomisinde, ilacaata dayalı ekonomisinde gidip sıkıntı olacak.
Ve bugün Türkiye 2022 yılında hala büyüyorsa, büyümesi belli oranın üzerindeyse, rekor büyüme kendi ölçüleri içerisinde yapıyorsa, eğer burada dış pazara bağlı büyümenin önemli bir fonksiyonu olduğunu Avrupa’da ve Avrupa’da belamette olacak bir reseksiyon sonrasında Türkiye’nin büyümesine de çok ciddi bir içinde duracağını biliyoruz. Yine şunu anlıyoruz ki, bir kez daha anlıyoruz ki, Türkiye’nin uygulamakta olduğu ekonomik politikanın seçimlerden sonra sürdürebilmesi, seçimleri kazanan kim olursa olsun çok mümkün görünmüyor. İster mevcut iktidar devam etsin, ister iktidar değişikliği olsun. Bu politikayla Türkiye’nin gidebileceği pek bir yer kalmış değil. Hiçbir unsur ile bu politika uzun vadede sürdürebilir değil. Tam aksine bu politikayı ne kadar uzatırsanız arkasından yaşanacak sıkıntılar o denliyle büyüyecek. O yüzden keşke bir önce seçim olsa da, ne olacaksa olsun sonrasında da akılcı, reel bir politikaya geçilsin demek belki daha doğru ama görünür ki Haziran’da öyle bir seçim olmayacak gibi duruyor.
Haziran’a kadar öyle taranarak gideceğiz. Köyün yandığını Haziran’dan sonra hep beraber söndürmeye kalkıştığımızda anlayacağız.
Eğer ortada bir köy kaldıysa görüşmek üzere hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir