Fakirlik Psikolojik mi? – Olmaz Öyle Saçma Ekonomi – Hakan Özerol – B18
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=QBryv7DJVN4.
Türkiye’nin en sevilen ekonomi programına hoş geldin. Hocam hoş bulduk. Ne var ne yok görüşemiyoruz. Hocam hoş geldiniz. Hocam kitap yazmışsınız. Ekonomiste güvenmiyorum, inanmıyorum. Hep sizi suçluyorum falan deriz. Son için ekonomi dışı kitap yazdım hocam. Yalnız hocam gezemiyorum diyordunuz. Gezi kitabı yazmışsınız. Hocam bu kurlar düşükken oluşturulmuş bir kitap. Avrupa’daki değişik yerlerdeki minik minik hikayeler ama aslında felsefe gezik kitabı bu. Güzel bir kitap. Zenginsiniz yalnız ki gezmişsiniz. Hocam şöyle ilk aşama finansı öğrendim.
Finansı öğrendikten sonra oradan kazandığım parayla Avrupa’yı gezdim. Evet bugünkü konumuz enflasyon ve fakrı zaruret. Fakirlik yani kökü fak olan kelimeleri irdeleyeceğiz. Ya bir şey soracağım. Ben tersten gireyim hemen. Muhalif kanallar var bir de yandaş kanallar var ya. Şimdi muhaliflere bakınca da şöyle bir durum var. Öldük bittik mahvolduk açlıktan artık kursağımızdan ekmek geçmiyoruz.
Bu var mı hakikaten Türkiye’de Türkiye o kadar fakir mi yani? Bunu en uçtaki iki gazetede de fark edebiliyorsun yani. Bir tarafta şey diyor çünkü o Mars’a gitmiş. En objektif bizim kendi yaşadığımız değil mi? Muhalif yada yandaş medyadan öğrenmiyoruz ki durumu sayısal olarak yani fakir mi Türkiye şu anda? Fakir. Hocam nasıl olur? Daha önce öyle dememiştiniz ya. Bir dakika ben Türkiye batar mı sorusunda verdiğim cevaptan devam ediyoruz. Hala batmaz diyorum. Biz ilk 20’deydik ya şimdi 21 olmuşuz galiba. Evet 21 22 olacak herhalde. Fakirlik nedir?
Bütün dünyada 200 ülke var. 20’ler’deyiz ya biz. E fena değil ya. Yani fakir demem ben bu ülkeye diyorum. Yanlış mı bu? Gayri safi hazlası ülkenin toplam üretimi en çok olan 17. 19. 20. Ama şunu atlamamak lazım. Mesela biz örnek veriyorum 80 milyon insanla bir şey üretip 20’yiz diyelim ki. Demin ki verdiğim örnekle Hollanda mesela 15 milyon insanla aynı üretimi yapıyor. Yani senin 20. Olamaz zengin olan ama gelmez. Öbür skala da biz neredeyiz?
Öbür tarafta şu olması lazım o toplam rakam yani toplam ülkenin 700 milyar dolar gayri safi hazlası var diyelim ki onu kafa sayısında bölüyoruz. Yani kişi başına düşen milli geliri buluyoruz bu seferde. Anlatabildim mi? Yani 800 milyar dolar 80 milyon kişi demek ki kişi başı milli gelir 10 bin dolar diyoruz. Gayri safi milli hazıla mı bu? Kafa sayısında bölünmüş hali yani kişi başına düşen milli gelir. Şimdi bu biraz daha anlamlı çünkü denin dediğim gibi 800 milyar ben de öğrettim. 800 Hollanda da üretti. Kardeşim benim nüfusum 80 adamın 14.
O zaman orada toplam üretimin kafa sayısına düşen bölümü benimkinin 5 katı. Çin Hindistan çok zengin gibi görünüyor. Bravo çok üretim var gibi ama kişi başı zayıf. O zaman kişi başı milli gelir alıp dese ki 10 bin dolar aşağı yukarı bunları kıyaslayabiliriz. O zaman biz o skala da mesela Rusya grubundayız. Fena değil hocam. Rusya grubundayız yani bütün Afrika’ya baktığınızda istisnan ülkeler hariç onlardan daha iyiyiz. Latin Amerika’daki ülkelerin büyük bölümünden daha iyiyiz. Ama zaten biz ligimiz orası mı o zaman onun altını çizelim.
Kuzey yarım küreden daha iyi olmamız Avustrali hariç bize yeterli mi? Yoksa kuzey yarım küreyi konuştuğumuzda Avrupa’nın tamamından kötü olmamız mesela. Kuzey Amerika’daki hem Amerika hem Kanada’dan kötü olmamız. Asya’daki işte Japonya falan gibi Güney Kore gibi sağlam gruptan kötü olmamız. Onun için arada bir yerdeyiz aslında. Yani dünyanın en fakirlerinden biri tabii ki değiliz. Ama iyilerden biri de değiliz. O açıdan adını tam koyalım. Hani bir taraftan göklerde uçağımız var bir taraftan yok abi aslanıyız. Tamam yani orta şeker yani ligi orta sıralarda bir tren.
Şube düşmeyeceğiz şampiyonla oynamıyoruz abi. Evet böyle bakabiliyorsun. O zaman bu biraz sübjektif mi kaldı? Bir adım daha atayım. Şu anda ölçtüğümüz ne abi? Ülkenin toplam üretimini kafe sayısında bölünmüş hali. Bu tamam. Bir de bunun üstüne şimdi de demin söylediğin Cinnikatt sayısını getirelim. Yani 800 milyarı adam sayısında böldük 10 bin doları bulduk. Ama millet nasıl 8 bin ile 12 bin arasında mı? 500 ile 50 bin arasında mı değişiyor? Bizimki bu ikinci gruba giriyor. Bir de üstüne dağılım çok bozuk olunca bu sefer halkın bir bölümü çok fakir olmuş oluyor. Fakir miyiz sorusunun cevabı şu bu.
Bu da ben değil. Mustafa belki problemli. Herkes tabii ki değil ama bu duruma düşenlerin sayısı ortalamanın çok müzelerinin altında mı ona bakmak gerekiyor. Birkaç şey birden girmiş oluyor devreye aslında bakarsan. Yani çoğunluk aslında hayatını rahat rahat idame ettirebiliyor mu? Temel düzey. Peki Türkiye fakirleşti mi birden bire? Bunlar birbiriyle çok yakın gibi görünüyor ama ayrı şeyler. Birincisi şu daha önce konuştuk gayri sahifi yurt içi hasılı ekonominin toplam büyüklüğü. Türk ekonomisinin toplamı diyelim ki 100 dolar. Daha sonra olursa 110 dolar. Bu bizim zenginleştiğimiz anında gelmeyebilir. Türk ekonomisi daha çok şey üretiyor demek. 110’dan 120’ye çıkarsak büyüdük diyoruz. O rakamın büyüklüğü yani ülkenin toplam üretim miktarı gayri sahifi hasılının sıralaması yapılıyor. İlk 20’dekilere G20 deniyor. Şimdi senin üretim miktarını azalmışsa ya da aynı kalmış ama 22. çok hızlı büyümüş ve üstüne geçmişse o zaman sen o ilk 20 dediğisin 23.sün. Şimdi bu fakirleştiği anında gelmeyebilir. Bu senin toplam üretim miktarının geldiği nokta sıralamada daha aşağıda daha yukarıda demektir. Peki sen fakiriz derken neyi kasteliyordun? Ben şunu söylüyorum insanların ortalamada cebine giren parayla o mazlum ihtiyaçlar hiyerarşisinin en altındaki satırı karşılayamıyor olmasını söylüyorum. Örnek veriyorum Avrupa içerisinde Hollanda’da kişi başına düşen milli gelir, Luxemburg’un altında olabilir. Ama siz kalkıp Hollandalıların durumu Luxemburg’ların daha kötü mü dersiniz? Ya da yok ya Hollanda’da yaşanmaz abi. Luxemburg’u geçmek lazım mı dersiniz?
Benim burada söylediğim şey sen burada askeri ücret çarp 1.5 ile bile aslında en temel ihtiyaçlarını zar zor karşılıyorsun ya da karşılayamıyorsun. Bu bireysel bir fakirlik. Ama ülkenin durumuna baktığımız zaman kişi başına düşen milli gelire bakılabilir ya da ülkenin toplam üretim rakamına bakılabilir filan. Yani evet biz bu anlamda ligde gerilere doğru gidiyoruz. Toplam üretim miktarı anlamında konuşuyorum. Ama bundan bağımsız zaten bizim bireysel olarak gelirimiz temel ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak kadar düşük. Oradan dolayı biz fakiriz.
Gayrisafi milliye asla dedin böldün ettin ya. Ama mesela 6 ay önce dolar 8 iken atıyorum. Farklıydı bu. Kesin. Ne oldu yani çok ani bir düşüş mü yaşandı? Bravo ondan düştük zaten. Yoksa normalde o rakam TL hesaplanıyor. Hani bir araba ürettik 100 liraydı. Şimdi bir araba ürettik 120 oldu demek ki yalandan büyümemi göründüğü gelmesin akıllarına. Öyle yapılmıyor. Bir araba ürettik 100 liraydı. Yine bir araba ürettik. Fiyatını boş ver yine 100 sayıyoruz biz. Dolayısıyla gerçekten üretimi TL takip ediyoruz. Fakat TL giderken bir ara dünyadaki durumumuz ne dene ölçmek için mecburen bu rakamı dolara bölüyoruz. Kaç dolar diye. İşte o gün doların 8 olmasıyla dediğin gibi 13 olması arasında muazzam bir fark var. Zaten Türkiye TL ve üretim bazında küçülmedi. Ama kur arttığı için sen birdenbire 18’cilikten örnek veriyorum 22’ciye düşmüş oluyorsun. O zaman bu düşüş de mi gerçekçi değil aslında? E dolar bazında düştük ama doğru değil mi? Yani senin de mal varlığın dolar bazında eridi gibi düşün. O açıdan doğru. Dolar bazında düştük. Ama toplam üretim bazında düşmedik. Bazen gayklar yapılıyor ya et.
Avrupa’daki en ucuz benzin bizde falan. Kardeşim Avrupa’daki en ucuz benzin bizde de. Asgari ücretle kaç litre alabiliyorsun? Alman kaç litre alabiliyor dediğin zaman fakir olduğumuz ortaya çıkıyor zaten. Bunun teknik bir tanım var mı? Cini kat sayısı dedi ya Ali babacan. Cini kat sayısı evet eşitsizliği gösteriyor. Ne kadar gelir adaletsizliği var onu gösteriyor. Bizde bunun bozuk olduğunu söyler. Ama hani kişi başı ne kadar fakirize diye baktığında o muhtemelen sepet karşılaştırmasıyla yapmak daha mantıklı olabilir. Yani yaşamak için gereken sepeti ne kadar alıyoruz ve insanların ne kadar en az bu kadar gelir elde ediyor falan gibi.
Başka bir yerden bakmak lazım. Hocam safsatı yapabilir miyim? Arkadaşım fakiriz diyorsun ama Amerika’da sokakta yatıyor insanlar. Sokakta yatan sayısı ne kadar çoksa o kadar fakiriz bu mu kriter yani? Aynı ülkede adamın bir tanesinde de roketi var yani uzaya gidiyor falan. Sürpjektif bir konu bu. Hani sokakta yatan üzerinden gitsek evet bizim durumumuz bu anlamda daha iyi görünebilir. Ama sokakta yatmamasına rağmen faturasını ödeyemeyen ya da şu an itibariyle ne kadar borcum var diye çıksak vatandaş en borçlu ülkelerden birisi olmuş olacağız. Yani ölçmesi biraz bu açıdan zor ve süpjektif. Ama ben kendi adımı hayatta kalmamızı sağlayabilecek olanı. Peynir, zeytin, kira, aydat düzeyindeki bir sepeti asgari ücretle karşılayabiliyor muyuz? Ya da işte dört kişilik bir ailenin minimum ihtiyaçlarını karşılayan rakamlar ya da işte açlık sınırı, fakirlik sınırı gibi sepet rakamlarına baktığımızda bunlar üzerinden fakiriz. Bunlar ekonomide tanımlı mıdır? Çünkü insanlar anladığım kadarıyla maaşlar iki katı artsa fakat hayat üç katı pahalansa aaa param iki kat arttı diye seviniyorlar. Dolayısıyla bunun bir tanımı var mı?
Orada bir illüzyon var tabi haklısın var hatta hem sendikalar yapar hem bazen belediyeler filan da hesaplar. Dört kişilik bir ailenin fakirlik sınırı diye bir rakam çıkıyor. Bir kişinin açlık sınırı diye bir rakam çıkıyor. Bu rakamların üzerinden zaten asgari ücreti ya da toplu iş görüşmelerine gidiyor sendikalar çoğunlukla. Tabii ki o rakam olmuyor. Olmalı da olmuyor. Bunun altında bir yerde oluyor fakat yine de biz bunu hesaplayabiliyoruz. Ve dediğin gibi yani en bilimseli bunun kaloru üzerine yapar hatta. Yani şu yaştaki insanın şu kadar kalor alması lazım. Aslında tuike getirecektim lafı.
Şu doğru bir soru tamam fakiriz, zenginiz boşver bunu. Bir insan doymak, barınmak, ısınmak, ulaşım, eğitim olabilir çocuğun varsa. Bu ihtiyaçları karşılamak için minimum gereklilik belli mi Türkiye’de? Belli. Benim söylediğim gibi gruplara hesaplıyor. Diyor ki dört kişilik bir aile için bu rakam örnek veriyorum 6000 liradır diyor. O zaman biz diyoruz ki bir ailenin cebine gelen 6000 liranın altındaysa bu insanlar fakir diyoruz. 6000’in üstündeyse fakir değil diyoruz ve zengin demiyoruz. Bunu tuik mi yayınlıyor? Dedim ya aslında sendikaların yayınladığı biraz daha kıymetli oluyor. Çünkü sendikalar bu anlamda karşı tarafta. Daha yüksek zam almak için biraz daha makul bir sepet oluşturuyorlar diyelim. Tuik de yayınlıyor ama sendikalar da yayınlıyor. Yani kopukluk var ama 3 katı filanda değil kopukluk aslında. %15-20 civarında fark olduğunu söylüyoruz. Peki mesela Amerika’da da var mı bu? Hesaplanıyor hatta mesela şu rakam çok vardır. Günlük 1 doların altında yaşamak zorunda kalan grup diye bir şey takip edilir. Tüm dünyada o artık açlığın temeli gibi kabul ediyor.
Afrika’da 1 doların altında günlük gelirle yaşamak durumunda kalan şu kadar insan var filan diye bakılan kriterler var. Yani 1 dolar tartışılabilir. Afrika’daki her ülke aynı zenginlikte değil mesela. Amerika’da Los Angeles’da yaşamakla işte Ohio’da yaşamakla, İstanbul’da yaşamakla, Yozgat’ta yaşamakla nasıl? Kesinlikle haklısın. Siyasiyet oyuncular biraz daha müdahale edince bozuldu ama normalde mesela açıklanırdı bu tip rakamlar. Sonra hemen İstanbul Ticaret Odası açıklama yapardı. Bir dakika kardeşim Türkiye bu da İTO’da durum farklı, İstanbul’da farklı derdi.
Sonradan tabi siyaset kurumu her tarafa nüfuse deyince İstanbul Ticaret Odası da evet falan demeye başladı bir dönem hatırladığım kadarıyla. Ama normalde kesinlikle öyle. Hatta insan kayaktı, profesyonelleri benden daha iyi bilir. Hani yurt içinde bile katsayılar vardır. Yani aynı kurumsal firmanın hem İstanbul şubesi hem Ankara şubesi varsa aynı iş yapan İstanbul’dakine daha fazla maaş vermen lazım, daha fazla yemek fişi vermen lazım. İlbazında bu takip edilen bir şeydir. Maaş da yapılır. Bunun makrosu da zaten işte Amerikaların yaptığı expatlar da ülke farkına bakar. Tamam abi expatsın ama yani New York’tan seni biz İstanbul’a mı yolladık, züriye mi yolladık yani şimdi sana aynı maaşı vermeyeceğimiz kesin. Dolayısıyla orada o farklılıklar da yapılıyor ama bizde ülke içinde de yapılıyor. Genelde de Ticaret Odaları filan bunu yayınlayıp şu şehir bu kadar daha pahalı filan gibi adımlar atıyor. Ama tabi abi tabi ki birebir tutmayacak bu iş çünkü aynı mesele yani İstanbul’da bir kişi kaç paraya doyar sorusunu ne üzerinden hesaplayacağız? Yani sadece en düşük fiyatlı zincir markete gidip sadece minimum peynir, zeytin, ekmek alarak üzerinden mi gideceğiz? Yoksa işte abi insanın hayatında haftada bir kere tiyatroya gitmesi lazımdır gibi bir yerden mi dalacağız? Tüm maaşı yok onlar yok zaten. Yani vallahi biz geçen işte Ege ile gittik yani 100 liraydı kişi başı bilet ve öyle hani meşhur bir oyuncunun filan değil ama amatörlerin bir oyunudur. Onları eklediği zaman insanların yaşaması çok zor. Sen kendini fakir hissediyor musun Mustafa? Evet. Şunlar bana çok koyuyor. Bir medeni insan gibi haftanın belli zamanlarında belli sosyal aktiviteler yapamamak, dünyayı dolaşamamak, yılda üç kere beş kere yurt dışına çıkamamak beni fakir hissettiriyor. Yoksa evet kahvaltı yapacak param var, çocuğumu okutuyorum, sigortası, bilmem nesi sorumluluklarımı yerine getiriyorum ama geriye sana ne kalıyor dersen boncuk. Demin söylemiş olduğumuz şey aslında bir matematik olarak hani bir toplumu ölçmekte kullanılan kriterler. Yani fakirlik sınırı, açlık sınırı filan. Şimdi bunu alırken zaten diyor ki işte açlık sınırını gıda üzerinden gidelim. Fakirlik sınırını işte kira, aidat, şubu falan üzerinden gidelim. Ama şimdi sen daha farklı bir yere geldin. Bence biraz daha insani yaşam sınırı falan gibi bir şey yakalamaya çalışıyoruz. Ben soruyu tersten soracağım. Biz Mustafa’nın hayalindeki yaşam standardını bütün vatandaşlarımız için ön görsek, yani desek ki bütün Türk vatandaşları yılda iki kere Avrupa’ya gidebilsinler, işte efendim kitap alabilsinler, işte sinemaya gidebilsinler desek bu mümkün mü? Abi şöyle mümkün. Şimdi Merkez Bankası, Katar Merkez Bankası swap falan yapıyor ya, ülkeyi komple Luxemburg’la swap yapacaksın. Bence yapılabilir. Yoksa abi anlattığın rakam. Hakikaten bunun olur yok mu Türkiye’de? Bence kısa vadede yok. Hani uzun vadede de biz her zaman aynı yere geleceğiz abi. O kadar emek gerekiyor ki yani eğitimle başlayacağız, yine aynı noktaya döneceğiz, ondan sonra yatırımla devam edeceğiz, üretime geleceğiz filan ve gerçekten bence 10 yıllar alabilecek ve 10 yıllar sonunda bile gelemeyebileceğimiz bir yer. Çünkü şunu da atlamayalım. Böyle yaşayan ülkelere bakalım dediğinizde bunlar arasında 80 milyon nüfusu olanla o kadar da yok yani. Bu satı yapabilir miyim hocam? Kore var ya, Kore gerçeği var ya, Çin var ya, Çin. Abi işte biliyorsun Kore’yi daha önce konuştuk zaten. Hani Kore bütün Amerika’nın Avrupa’nın yıllarca desteğini almış ve Kuzey Kore’ye karşı desteklenmiş bir oyuncu. Bunu kenara koyuyorum. Çin’de de aslında bakarsan her yere gezen Çinliler sanıyorum 1.5 milyarlık Çin’in ne bileyim abi 50 milyonluk bölümü falan ya kalan bölümü abi orada köle gibi çalışıyor. Yani aslında bir ülkenin topyekün tüm vatandaşlarının aynı düzeye getirilmesi gerçekten çok da zor bir şey. Ben iç içeriye gittim. Gayet öyleydi herkese.
Hocam işte yani İsviçre işte verdiğimiz örnekler bunlar. Yani Avrupa’da bile sanıyorum 6-7 tane zor sayarız. Yine yıllarda yine değil. İsviçre de enteresan değil mi? O da mesela kanton-manton yani. Yine aslında full vahşi kapitalizmin olduğu ülkelerde de pek yok aslında. Verdiğin Kuzey’in örneklerine bakınca değil mi? Sosyal devlet kahramı var. Mesela bir Danimarka filmi seyrettim şu sıralar çok meşhur. Drunk diye. Yurt dışına satarken ismini değiştirmişler. Bir tur daha gibi bir şey yapmışlar. Şimdi abi bir grup lise öğretmenin hayatı var. Adamların evleri, arabaları, takıldıkları meseleler, yemek yedikleri yerler falan yani. Hopu kare. Öyle bir fark var ki arada. Mümkün değil yani. Kilometrelerce önde herif. Abi zaten ortalama bir Amerikan filminde böyle. Hani akşam polis ya da ne bileyim itfaiye memuru eve gelir. Dört çeken bir arabayla garaja gelir. Garajda bir araba daha vardır zaten. Aynen öyle. Kapının önünde çocuklar köpekli oynar, fris bir atar falan. Tattım ne haber diye girer. İşte çocuklar üst katta falan. Ulan diyorsun nereye geldik yani? Gündelik hayattaki zorluklarımızı anlatıp buna dalga geçiyorsunuz. Çözümle ilgili bir yönteminiz var mı? Ne yapalım? Var. Hocaya sordum. Swap dedi adam. Ne yapayım? Be. Be. Beş yılda bir oy veriyorum. Çözümle ilgili önerim benim bu. Aslında Mustafa güzel noktada indi. Ben de bunu soracaktım. Ta başta da onu demek istedim. Muhalefet falan işte. Yanıyoruz, tutuşuyoruz, mahvolduk, açız.
Bir de pazar muhabbeti var. Mesela pazara gittik, efendim domates alamıyoruz falan. Yurttaş perspektifine indirdiğin zaman ben bir insanım pazara gidiyorum, domates alamıyorum diyelim ki. Ne yapsın bu adam veya bu kadın ya? Yani kişisel düzeyde bir kurtuluş umudu var mı? Bize oy verirseniz altı ayda… Ya bir yere hatırlıyor musun? Tansiçiller zamanıydı. Üç anahtar. Tabii tabii. Üç anahtar ya. O üç anahtar nerede?
Üç anahtar bir de şeydi mesela Elazığ’da sevgili Bitlisliler. Konya’da sevgili Trabzonlular şeklindeydi. Politikacılar bunu hep kullanır ya. Ömrü hayatımız boyunca bunu duyduk. Çok iyi olacak her şey. Onu geçelim. Bunun hiçbir şekilde olmayacağını kabul ettik diyelim ki. Kişisel düzeyde Mertcan ne yapsın? Zorluk şurada. Aslında genç bir arkadaşım okulunu bitirdi. Ekmeğinin peşinde bir işe girdi, çalışmaya başladı falan.
Mesela ben şuna çok katılmıyorum aslında. Çok fazla genç var, işsizlik çok yüksek falan. Birinci kriter o değil. Şöyle bakabiliriz. Seviye öyle bir yerde oluşturulmuş ki zaten. Yani Mertcan’ın girdiği oyun alanında zaten bu işi yapanlar bu kadar para alır. Şimdi bunun yakalanma sebebi de şu. Zaten onun patronu da şu kadar para alıyor. Bu işin emek karşılığı zaten bu kadar. Mertcan iyi bir adam ama hani Hakan da gelse iyi kötü o iş yapar abi. Hakan’a da bu kadar yaptırdığımızda göre Mertcan’a bunu iki katı vermemize gerek yok aslında.
Ama zaten yani iki katını versek bu sefer de ilkerciye gir lan ben bu kadar alıyorum zaten. Ondan sonra Mustafa var adam sürekli pek az sus kovalayıp Avrupa’da gezmem lazım diyor. Yani aslında bizim zaten uzayın içindeki konumlanmamız daha düşük bir seviyedeyiz biz tüm ekonomik yapılarak. Şimdi bunun yukarı çekilmesi mümkün ama o zaman da şu girdi devreye. Hani diğerleri nasıl geçeceğiz değil mi? Verdiğimiz örnekler. Abi işte Güney Kore dedik sen mesela Danimarka diyorsun. Şimdi bu adamları yakalamamız ve geçmemiz için fantastik bir şey yapmamız lazım abi.
Bu adamların yapmadığı bizim yaptığımız bir şey. Ama şunu anlamıyorum hep nüfus mesela bir artı olarak söylenir politikacılar tarafından. Yani genç nüfusumuz biz 80 milyonu sanki nüfus iyi bir şey gibi ya. E değil mi o zaman abi? Doğurganlık oranında düşüş var aslında bakarsan. Tarihimizin en düşüğünde yani aslında bizim nüfusumuz da yaşlanmaya başlıyor. Şimdi bu da farklı bir sorun. Biz bütün modelimizi şunun üzerine koyduk abi. Babalar emekli olacak ama onların aslında köşeye attığı para onları çevirmeyecek. Siz biz çalışacağız.
Biz onların emekli maaşını ödeyeceğiz. Ödeyemeden biz emekli olduk abi. Mertcan bizim emekli maaşımızı ödeyecek durumu vardı. Şimdi onların sayısı o kadar da hızlı artmıyorsa o zaman aslında başka bir sorunumuz var. Yani bizim emeklimize de bakamıyoruz. Yaşlımıza da bakamıyor hale geleceğiz. Şimdi konu konuyu açtı ama bu yapı o kadar geniş alandan bozulmuş o kadar çok yerden su alıyor ki. Hani nereden düzelten dediğin zaman yeni başlayan bir gence benim tek önerebileceğim şey şu.
Gerçekken kendini çok yetiştir. Şans faktörünün olumlu ya da olumsuz yansıtılığı çok örnek gördüm. Sizin hayatınızda da vardır. Şu çok gerçekçi değil abi. Bilgey’sin. Ben zaten lise 2’deyken bunu düşünmüştüm. Üniversite işte bitirdim. Sonra da 37 milyar dolarım oldu falan. Şimdi bu bir Türkiye’de olacak bir şey değil abi. Olamaz böyle bir şey. Bir de annesinin IBM yönetim kurulunda olduğunu pek tövbe. Bir de teyitler kimlikte fayda. Böyle bir şey yok abi. O zaman şu var. Yani sen onu yapıyorsun ve zaten o gün Bilgey’sle tanışıyorsun.
Ya da ben bunu yaparken Mustafa’yla tanışıyorum. Mustafa diyor ki abi çekim yapıyorsunuz. İyi ben buraya geliyorum. Ama ben de o gün eğer dolanılıyorsam sen de beni seviyorsun. İyimiş bu herif bir daha gelsin diyorsun. Yani aslında bu bence ayarlanamaz ama öncesinde ben hazır olabilirim. Gençlere de bunu söyleyebilirim. Yani biz bunu ayarlayamayız ama sen bunu hazır olabilirsin. Çünkü buna benzer bir şey hayatında karşısında 2-3 kere çıkacak. Çok şanssız olabilirsin ama muhtemelen çıkacak. Ama o gün senin hazır olmandan bahsediyoruz. Küçük bir hikayem var. Beraber iş yerine başladığım genç bir arkadaşımız vardı ve aracı kurumdayız. Ya haftaya 3 gün tatil ya müdürün pazartesi arabanın izin verirsen ben 5 gün kaçayım. Bugün bayramın bayramın son günü abi yarım gün kaçsam falan. O da gelip şey diyordu. O yarım gün ben çalışabilir miyim? Biz de Allah razı olsun. Sen kalk koçum biz kaçıyoruz falan havasında. Sonra bir gün dedim ki sen niye böyle millet yarım gün bir gün bir buçuk gün kaçarken sen burada geleyim diyorsun. Abi hiç kimse olmuyor. Jilop gibi ben burada oturuyorum. Bilgisayar, bilgisayar. O zamanlar bilgisayar da az var. Evde bilgisayarımız da yok. Müşteri falan da gelmiyor. Ben takılıyorum. Ve sonra bu çocuk çok kısa süre sonra her şeyi bilen bir adam oldu.
Yani iş yerinde en çömez adam. Hep onu soruyoruz lan benim makine açılmıyor baksana. Bilmem ne çıkmıyor. Hatta şunu bile hatırlıyorum. O zamanlar Reuters, Moiters çanak antenle alıyor. Ve Ankara’da çok kar yağınca hala olur. Çanak datayı vermez. Cızırtılı geçiyor. Kapıcıyı arıyoruz. Çanağı temizliyor. Bu dünya da ki abi ben çıkabilir miyim tepeye? Oğlum manyak mısın? Düşeceksin düşeceksin. Abi ben de bakayım nereye kar yağınca acaba yayın gelmiyor falan. Allah cezan versin diye hala gülüyoruz. Bir gün geldi dedi ki İngilizce biliyor. İkinci dil açılacak okulda. Part time gelip gidiyor. Hangi dili alayım abi? İspanyolca ve Japonca galiba. Ben de dedim ki oğlum Japonca’yı al. Niye dedi? Ben dedim bir tane İspanyolca bilgi lazım olsa her ilimizde bunun kursu musu var. Japonca enteresanmış. Bundan 25 yıl önce söylüyorum. Öğrenemezsin başka türlü. Adam Japonca kursuna gitti. Biz gülüyoruz. Hafta sonu biz içmeye gitmişiz. Gezmeye. Adam hafta sonu Japonca çalışıyor. Sabah gelip dükkan açıyor. Akşam çatıyı temizliyor falan. Oturuyoruz abi bir gün. O adam Bill Gates miydi hocam? Az kaldı az kaldı. Abi bir gün The Economist dergisi okuyayım. The Economist hala baba bir dergidir ve bir ya da iki sayfa iş ilanı olur bütün globalde. İş ilanı şöyle. Asya’da açılacak olan yeni şubemiz için yeni şube açma tecrübesi olan, gelişmekte olan ülke piyasalarında çalışmış olan Türkiye. Tercihan bölge dillerinden birini bilen. Abi yeni şube açma tecrübesi herif. Hat geçirmiş oradan. Badana yapmış herif falan filan. Abi o kadar adam var. Senior, Junior bilmem ne. Abi bir tek bu herif tutuyor. Herif başvurdu ve ondan sonra bizim kurum da bunu fark etti. Abi adamı alacaklardı. Bizim kurumun New York şubesi açılıyordu. 150 kişilik şirketin içindeki en çömez arkadaş New York şubesini açmaya gitti. Çünkü aramızda Çanak anteninden anlayan. İşte Japonca bilen, İngilizce bilen ve bilmem ne yapan tek adam oydu. Bu planlanmış olabilir mi? Olamaz. Ama abi o gün geldiğinin hazır olmak. Gençlere sadece bunu tavsiye edebilirim çünkü onun dışında çok yapacak bir şey. Harika bir hikaye olmakla birlikte bu hikayeler ben de severim bunları. Komünist arkadaşları çok kızdırıyor. Çünkü aslında şunu diyorlar yani onlara da söz hakkı vermiş olalım. Bireysel kurtuluş hikayesi olarak anlattığın çok doğru tabii ki ama o tarafında şöyle bir iddiası var. Bu tür hikayeler örnek olamaz. Yani evet bir tanesi yapmış olabilir ama 150 tanesi de yapmamış ya da 105 bin tanesi yapmamış. Yani sistemsel olarak çözülebilir mi? Sorusuna sen hayır diyorsun. O zaman bütün sistemi değiştirmekten bahsedebiliriz. Yani sistemsel çözülebilir ama o zaman da bu arkadaşların oluşan insanların ülkeyi yönetmesi lazım. Sistemin töpik’in değişmesi için. Yani sistemdeki şu arkadaş, abi ben bilmem nere belediye başkanı olacağım. Oradan da büfelere bizi miyeyene vereceğim diyen arkadaş. Daha sonra ülkeyi yönetmeye geldiğinde bu öylesi bir kadro gelirse. E bu kadronun bir sonraki vizyonu da şu ihaleyi kime veririz? Bunu kimden alırız olur? Yani bu adamların bu anlattığımız vizyona gelmesi imkansız. Benim disturumla ilgili ne söylersiniz? Yani ben de genel yapı olarak tasarruf yapmak için harcayacağım enerji ve konsantrasyonu daha çok para kazanmak için harcanması gerektiğine inanan birisiyim. Kapitalistim. Kapitalizm serbest piyasa filan varsa tek yapacağın şey kendi kurtarılır. Fakirler ve zenginler diye bir ayrım yapıldığı zaman aslında senin baştan beri dediğin gibi o ayrımın nereye konacağı da çok belli değil. Yani ben de fakirim. Bir takım insanlara göre çok zenginim. Bir takım insanlara göre übert fakirim. Ama hep şöyle bir şey var. Zenginleri sevmemek. Zengin olan herkesin bir şekilde üç kağıt yaptığı inancı var. Türkiye’de bu çok var özellikle.
Bir adam veya bir kadın zenginse tamamdır. Yapmıştır. Arabasını da çizebiliriz herif. Yandan kaçar anahtarlıkla. Bu ne derece doğru? Fikren ve yaklaşım olarak doğru değil zaten. Bir kere ben şuna inanıyorum. Gerçekten diğer tüm faktörler sabitken daha çok çalışanın daha çok zengin olduğu bir sürü örnek var ya. İkincisi şimdi yani bazı insanların şanslı olduğunu kabul etmek lazım. Bir gençle beraber çalışırsan annen IBM yönetim kuruluyu birisi ise falan bu da var. Evet ama tabii. Suçlamalı mıyız bilmiyorum yani. Şunu da unutmamak lazım IBM yönetim kurulunda o dönemde olan diğerlerinin çocukları bilgisayar olmadılar. Tabii tabii işte bir sürü faktör bir arada. Yani adam çalışıyor ve şanslı ve bir şey ve bir şey. Yani bütün zenginler üç kağıtçıdır. Çok gerçekçi değil ama bir de nasıl bir zengin olduğuna da alakalı herhalde. Yani ülkemizin en zengin ailenine baktığınızda işte ne bileyim bir tanesi zaten bilmem kaç kuşaktır zengin.
Ama bir tanesi de bakıp da yani son 15 yılda zengin olmuşsa ya da işte bir siyah seçiden dolayı bir şey olmuşsa ya da hani aynı şeyi sadece ben seni tanıyorum diye ben sana ihale vererek olmuşsam evet. Bazı zenginleri suçlama hakkımız olur. Bu nasıl oldu da bir şekilde bazıları için belli zaten. Şimdi ama Amerika’daki high tech yüksek teknoloji örneklerine bakınca herif de onu bulmuş be kardeşim yani. Oradan da bir fark olsun bence de yani hakikaten de arada bir saygı duruşunda bulunalım yani.
Tam bu noktada bugünlerde bir tartışma var. Bu kuriyelerin maaşları kuriyeler Türk standartlarına göre yüksek sayılabilecek bir maaş aldıklarıyla suçlanıyorlar. Ne düşünüyorsun o konuda? Kuriyeler çok yüksek para almıyorlar. Siz az para alıyorsun şeklinde bir yorum belki burada yapılabilir. Dolayısıyla onlar ne güzel insani düzeyde bir şey almaya başlamışlarsa ne kadar güzel olmuş yani. Keşke diğer insanlar da hani o düzeyde daha yukarıda para alsa ve hep beraber yukarı gelsek yani. Ekonomik olarak fikrimi merak ediyorum. Yani kuriyeler şimdi anladığım kadarıyla 12-15 bin lira gibi bir para kazanıyorlar. Daha çok kazananları ve daha az kazananları da varmış. Şimdi doktorlar mesela diyorlar ki ya biz o kadar okuduk 5 bin lira alıyoruz. Bu yaklaşıma ne diyorsun ekonomik olarak? Adalet ya da gerekli ya da kıymet açısından baktığın zaman böyle aklımıza yatmıyor tabi değil mi? Diyorsun ki yani doktor adam bilmem ne yapıyor daha önemli eğitim almış falan filan. Fakat bu da yine aslında ars talep ve kapitalizm yani niye bundan 4 sene önce kuriyeler böyle para almıyordu?
Çünkü böyle bir şey yoktu elimizde yani getir götür falan filan böyle bir sektör yoktu elimizde. Şimdi bu sektör devreye girince bu insanlar olan talep artmış durumda. O kriteri uygun insan sayısı talebin altındaysa o zaman fiyat yukarı doğru geliyor. Ne olur ben sana söyleyeyim gördüğümüz bütün gençler motor eleti almaya başlar, bu işi bulaşmaya başlar. Bunun sonucunda bundan 1.5 sene sonra bu fiyatlar düşer. Türkiye’de beklenti hep şu gördüğüm kadarıyla insanlarda. Bir otorite çıksın ve desin ki efendim kuriyeler bu kadar maaş alamaz terbiyesiz herifler. Doktorlara daha çok vermişler. Doktor maaşının yarısını geçemez falan. Yani bir otorite çıksın ve düzenlesin isteniyor ama kapitalist teoride diyor ki piyasa kendini bulur. Hangisi doğru? Abi şimdi mesela onu devlet tarafında yapıyorsun ve ok yani diyorsun ki müsteşar maaşının şu kadarını geçemez. Devletin kendi içinde bunu yapıyorsun zaten. Bu tamam çünkü devlet de şudur kardeşim benim toplam bütçem bu bana göre bu adam bu adama göre şu kadar değerlidir. Bu adamın işte ne bileyim verdiği emeğe karşılık budur. Bunun işte yılı şu kadardır falan filan mekanizma kurarsın. Bunu dışarıya çektiğimizde ben bunun yapılabilmesine çok garipsiyorum. Eğer modelimiz buysa serbest piyasadaysak emek de serbest piyasa. Çünkü o zaman her şeye birden karışmak gerekecek. Mesela ekmek fiyatı hariç diğer karışılanları da ben biraz Allah Allah diye bakıyorum. Simide bile karışmamalıyız bence. Asıl bir liberal ile karşılaştık.
Ya değil aslında bu arada değil yani öyle gibi geldi ama değil çünkü ben tam aksine vahşi kapitalizmin tümünü yanlış bir mekanizm olduğunu bunun dışında olmamız gerektiğini düşünen taraftayım. Serbest piyasanın çok adil ve ahlaklı olmadığını düşünen taraftayım. Bu piyasanın iyi bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Ama şimdi kendinle çelişiyorsun o zaman. Çelişmiyorum ama bu durumdaysa diyorum yani modelimiz buysa bizim tercih ettiğimiz model buysa o zaman burada mesela ücretteye karışmayı şöyle de zorlarım. Bana da mı karışacaklar?
Diyecekler ki mesela ben geliyorum burada çekim yapıyorum 100 lira para alıyorum. Abi çok para ya 100 lira her gün çeksen ayda şu kadar yapar 50 lira vermesi lazım sana İlker’e. İlker ben çalışmıyorum o zaman yani. Nasıl olacak o iş ben bunu anlayamadım. Futbolcu bu kadar alır mı kardeşim top oynuyor. Yani evet çok da yani o zaman oynamıyor herif. Nasıl yapacağız o işi yani. Peki piyasa regüle edilmeli mi edilmemeli mi? Edilmeli ama yani burada emeğin kaç para ettiğini bulmak devlette birisinin eline verilirse arkadaş şöyle yapabilir. Ben 10.000 lira alıyorum zaten benden daha fazla almaması lazım onları filan der yani. Onun için bunu devlette birine vermememiz gerekiyor. Kime vereceğiz? Öbür tarafta ne kalıyor elimizde biriyle gületmiyorsa kendi kendine. Ortaya çıkılır. Nasıl çıkacak abi memlekette yazılımcı yoktu. Hiçbir okul üniversite okumuna gerek olmadan kendi kendine kotarmış bir sürü genç arkadaşım var. Çok da güzel yazdılar çizdiler. İyi de maaşlarla girdiler.
Hatta benim arkadaşlarım gülüyordu abicim ben buradan mezunum patronum şu eleman benden fazla kazanıyor ya da bugün ortalama da İstanbul’daki herhangi bir sağlam dönercinin döner ustası patronla fazla kazanır. Ne diyeceğiz şimdi ben patronum oğlum. Çık da sen pek edecek herif. Lan sen kes o zaman döneri yani. Anlatabiliyor musun şimdi buradaki mesele arz talep ve emeğin getirdiği bir yer var. Ha zaten buradaki sorun ne? Devlet hastanesindeki doktorun maaşını devlet belirliyor. Öbür taraftaki arz taleple ortaya çıkıyor. O arkadaş devlette olmayıp da dışarıda kendi muayene annesi olsa o da zaten muayene ayna başında 500 kağıt çakacak.
Şimdi dolayısıyla aslında bakarsan devletteki bir şeyle dışarıdaki bir şeyi karşılaştırdığımız için şu anda bir acayiplik var. Bence kesinlikle doktorlarımız öğretmenlerimiz çok az maaş alıyorlar. Daha fazla almalı. Tarşma dışı. Fiyatlamaların bir bölümü bana çok garip geliyor yani. Bu arkadaşım almaması lazım. Futbolcunun almaması lazım bence hala. Ama diyorum ki model buysa ben buna karışılabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Onu söylemeye çalışıyorum. Yani karışsan da şöyle olur sen bana 50 lira verip kalan 50 lirayı zarf içinde verirsin abi. Yani böyle çalışır bu işi yani. Bunu engellemek çok zor. Kiralarda böyle olmuyor mu? Kiralara sınırlama getirir. E vermiyorum kardeşim evimi kiraya o zaman diyecek adam yani. Hayır o zaman da vermek zorundasın diye bir kanun çıkıyor. Sen böyle kedi gibi kalıyorsun. Tamam o zaman yavaş yavaş öbür arkadaşların haklı olduğu ortaya çıkıyor. Model yanlış. Evinde senin olmaması gerekiyor zaten bu durumda. Senin niye evin var ki? İş veren devlet olsun zaten. Bütün bu dediklerinden şöyle ilginç bir şey çıkıyor Türkiye için. Türk halkı aslında sosyalist olmak istiyor. Hep şu var. Adalet efendim zenginler sahtekarlık yapıyorlar bize az para veriliyor bize daha çok para verilsin. Abi şu çok ilginç ama böyle bir halk hep sağa oy veriyor. Bu nasıl oluyor abi onu anlamıyorum. Abi bir kere sağa soldan ziyade sanıyorum dindar kavramı burada devreye giriyor. Yani bu insanların büyük bölümünün ne bileyim sağ ideolojiyi çok daha beğendiğini ve sosyal demokrasiyeye karşı olduğunu filan değil. Taraflardan birinin dinsiz diğerinin dindar olduğunu varsayarak oy veren bir kitle var. Yani dolayısıyla bir kere bu buradan geliyor bence bir bölümü ülkedeki oy meselesinin. Diğer tarafta da aslında meşhur eski meclis açılışında böyle en yaşlı milletvekili meclis başkanı olurdu. O dönemin eski vekillerinden birinin lafıdır. 40 yaşına kadar komünist olmayan eşek 40’ından sonra olan ise onun babasıdır falan gibi bir lafı vardı. Bu da onun gibi aslında yani şu an herkes niye abi cebinde param yok kızıyorsun ya zengini kızıyorsun bunu yapıyorsun haksızlık diyorsun. Sonra evin bir barkın olduktan sonra tabii tabii ya gençler de çalışsın zaten falan gibi moda geçer. Aslında bu bile yaşam döngüsü ile ilişkili olabilir o sebepten dolayı ben ve benden daha yaşı ileri olan arkadaşlardan sosyalist ve komünist olanlara biraz daha böyle eski tüfek filan gibi bakıyorlar. Artık bunlar sabit fikirli filan muamelesi görüyor bir kısmı zaten belki de bundan geliyor. Aman bak sonunda linç yemeyelim baştan söylerim ben bu modelin sağlıklı olmadığını düşünen taraftayım. Sadece dünyada bu modele geçildiyse buradan itibaren özellikle emek fiyatlamasına karışılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ben de sana şöyle tek yapmak istiyorum.
Yani halk tırmak içinde çok söyleniyor ama aslında Danimarka olmak istemiyor. O da yırtmak istiyor. Anlatabiliyor muyum? Fırsatını bulduğun anda sende birisinin ümüğüne basıyorsan sen Danimarka olmak istemiyorsun aslında sen yine Türkiye olmak istiyorsun. Abi ya da o kadar ileri göremiyor diyelim. Yani böyle bir planlama yok aslında abi. Yani bir yere geliyorsun bunlar zaten böyle böyle yap işte bunlar da böyle e bunlar bizden diyor bunlar da bizden diyor.
Zaten işte partiler de söylüyor diyor ki bir tanesi eğitim düzeyi çok artınca bizim oy olanımız da zırlıyor diyor bir tanesi. Öbürü diyor ki şu grup benim zaten her durumda lamba koysam oy verecek diyor filan. Yani siyaset aslında belki de insanların gönlünden ve ufkundan geçeni tam karşılamıyor da kısa vadede bir oyun gibi yani bir maç gibi. Yani şu anda Fener Galatasaray muhabbeti gibi. Yarın ne olursa olsun sen yine o takımı tutuyorsun o da oraya oy veriyor. Her gün benzine, petrole zam geliyor. Çok bir olay olmadı işte dolar yükseliyor çok bir ses çıkmamıştı.
Bir hafta sonra sigara yüzde 25 zam geldi ülke yerinden oynadı. Çünkü o anda hissedildi. O ana kadar benim arabam yok ki zaten zam geldi işte. En fakirleri alalım yani bir çocuk düşün doğuyor ve gerçekten kötü şartlarda doğuyor. Okula gidemiyor veya doğru düzgün gidemiyor. Kötü bir okula gidiyor vs. Yani bütün şartlar aleyhine alt kesimlerin. Fakat yine de Türkiye’de aslında sınıf geçişkenliği yüksek.
Çok fakir doğup baya üst sınıf olabiliyorsun. Özellikle de son 20 yılda daha da arttı bu. Mesela Belçika’da, Luxemburg’da, Danimarka’da böyle bir şey pek olmaz. Yani zaten çok fakir de de olmazsın ama sınıf geçişleri çok daha Avrupa’da keskindir. Mesela Amerika’da biraz bizim gibi. Yani aslında bizim modelimiz yine Amerikan modeline benziyor. Yani aşağıdan gelip dolayısıyla dikey geçişkenlik fazla. Ama sence tamamen umutsuzluk var mı Türkiye’de? Yani hiçbir şekilde şansı yok mu alttakileri?
Vallahi demin söylediğini şöyle söndürelim aslında. Bu anlamdaki en ahlaksız sistemler Türkiye’deki ve Amerika’daki. Evet. Yani çünkü senin bu verdiğin grupta, mesela ben devletin özel sektördeki maaşlara karışmasının ya da serbest çalışanların maaşla karışmasının yanlış olduğunu söyledim. Ama burada senin mesela devlet olarak zaten bu insanların minum eğitimi almasını, o sütünü içebilmesini sağlaman gerekiyor. Derdin bunları yapması gerek. Esas uğraşması gerekiyor ama… Yapması gerekir. Devletin kesin yapması gereken şey buydu. Şimdi bunların bile yapılmadığı ya da bunların bile belki en ahlakıyla yapılmadığı bir ülkede yaşıyoruz biz. Öyle olduğu için de çok kısıtlı bir grubun başına gelebilecek. Yani milyon ne biri olacak bir şeyi kalkıp da başarı öksüz olarak anlatamayız İbrahim Tatlıses gibi. Buradaki şeyin normalinde bu çocukların çok büyük bölümünün daha yukarılara bir yerlere gelmesi hayatları boyunca çok çok çok zor olacak. Umutsuzluk demeyelim ama yine aynı şey. Ben bu çocuklara tabi tabi kendinizi yetiştirin dediğim zaman da bana kızma hakları var artık. Çünkü onu sağlayacak okulu bile vermiyoruz. Onu da vermezsek, o interneti de vermezsek, o en temel şartları da sağlamazsak ama sen de hayata hazır değilsin dediğimizde evet değildim. Çünkü devlet onları bana vermedi diyecek.
Dolayısıyla maalesef bu demin anlattığın grupta Amerika ve Türkiye tarzındaki ekonomilerde biraz belki bu Latin Amerika’da düşündüğünüz Brezilya gibi ülkelerde böyle bir şansı var ama bu çok küçük bir grubun aslında şansı olacak. Hele ki bu anlattığın hızlı çıkan büyük başarı öyküllerine baktığın da bunların bir bölümü de taş topraktır yani. Müteahhitir. Anlatabiliyor muyum? Ya da üç kağıt yapmıştır. Ya da üç kağıt yapmıştır. Şimdi siz bunu yüksek teknolojinin ya da informatik bunların olduğu bir dünyada en alttaki grubun yukarıya hızlı çıkması artık neredeyse imkansız hale gelecek.
Çünkü o eğitimi vermiyorsun. Bu ülkede bazı kolejlerde ilkokulda kodlama dersi veriyorsun. İlkokul 2D çocukları İngilizce veriyorsun. Başka bazı okullarda çocuk matematik öğretmeni yok. Şimdi dolayısıyla o farkı kapatamayacaklar. Bence o geçişkenlik de bozulabilir aslında zaman içerisinde. Çünkü geçişkenliği sağlayan şey ticareti. Küçükken ben geldim, çarşıda işe başladım, 12 yaşında su sattım, sonra dükkanı büyüttüm, bilmem ne. Artık bu da mümkün değil. 15 yaşında geldim yazılımcı oldum. Olamaz. Sektör ekibi giremezsin artık. Giremeyeceksin ya. Dili yok, yazın yok. Dolayısıyla…
İçimizi açtınız hocam. Daha kötü bir şey. Bence daha zor olacak. Ben good kapitalizm diye bir şeyle ilgileniyorum. Yani aslında Flu TV’de de onu yapmaya çalışıyorum. Aslında kapitalizmde bir noktada bunu yapmak zorunda kalamaz mı? İyi kapitalizm diye bir şey olabilir mi? Cümlelerinden çıkardığımı söyleyeyim. Şunu anlıyorum. Yapmak zorunda kalacak. Çünkü zaten sistem o kadar çok dağılacak ki kendisine zarar görecek aslında kapitalizm. Yani örnekten gidersek, sen Mertcan’ı öldürürsen biter ya… Ve benim müşterim olamaz bir daha. Hayatta kalması lazım. Cebinde para olması lazım. Onun duruşmasını sağlaması gerekiyor. Doğru söylüyorsun. Ama burada da yine birilerinin devreye girmesi değil, yine görünmez eli düşüneceğiz herhalde. Bunu kendisi yapıyor buna. Senle ben bunu fark edeceğiz. Ama bunu fark ettik artık. Seneye yani doğayı çok önemsiyoruz. Bilmem ne gazlarını salınmını engelliyoruz da karar veremedi. Yine devretler devreye girip bunu böyle yapmamak lazım noktasına gelmeye çalışıyor. Evet. Tek tüy otorite gerekiyor. Onun için burada bütün bu yapının kendi kendine eğitip bunu kabullenmesi mümkün ama zaman alacak bir şey geliyor bana. Yani kısa vadede o hala minimumdaki en kısa vadeli çıkarını ön plana çıkaracak.
20 liralık yemek verebilirsin. 40 liralık, 60 liralık, 100 liralık. Bu kapitalizmin sorunu şurada. Kapitalizm sana 20 ver diyor herif. Hesap bunu söylüyor. Diyor ki 20 ver çünkü 20 verdiğin zaman daha çok para kazanacaksın. Fakat bu doğru değil. Bu ahlaki olarak doğru değil kenara bırakılır. Ahlaktan bahsetmiyorum. O zaman sen şunu tercih edebilirsin. Ben burada 70 lira veririm ve ekibim burada çalışmaktan çok mutlu olur. Ben de bu ekibi yıllarca tutarım. Bu senin kararınır ya da yani kurumun kararıdır. Yine bir otoriteden bağımsız sen bu kararı verdin. Aslında dünyadaki en büyük firmaların bir bölümü de bunu tercih ediyor. Şu anda ülkemizde kurum bağlı, yüksek olan bazı büyük holdingler var. En büyük holdinglerden birinde bunu sağlayabilmişsin. Adam bu konuşmanın beşinci dakikasında lafı kendi patronuna getiriyor. Hiç görmediği patronuna getiriyor. Bunu sağlayan kurumlar Türkiye’de de var. Arkasında da şu var işte girdim, bilmem kaç yıldır bu gruptayım her yerde kaldım ve işte en son da emekli oldum diyen insanlar var. Bu bir tercih meselesi ama yine vizyon. Yani en köşedeki kebapçı bunu tercih etmeyecek.
Çünkü derdi adamın zaten 55 yıllı kebapçı olmak değil. Bu sezon Bodrum’da kalalım ve parayı vuralım ve dönelim. Bu arkadaş bunu yapmayacak abi. Ama sen ben yıllarca burada kalacağım, ben de başka bir şey oluyuz diyorum deyip bunu yapacaksın. Yine aslında kapitalizmin kendi kararı gibi oluyor değil mi? Ahlakı kenara bırakırsak yine kendi iyiliğin için yapıyorsun. Optimizasyondan vazgeçin abi. Siz ekonomistlerin bu suçu, suçluyorum buradasınız. En ucuz en iyi değildir her zaman. Tabii ki değildir. Buradaki optimizasyon ne yaptın? Cebinden fazla para çıktı en iyi elemanı tuttun. Ya da bunu yaptın ve uzun süre vakitte kalmayı sağlamış oldun. Bak ona bile öyle bakıyorsun ama o da ilginç. Neyse iyi tarafından bakalım. Belki de 10 sene sonra akan çalışma diye bir şey kalmayacak. Herkes çalışmayı bırakacak ve biz belki de dünyanın süper gücü olacağız. Biz değil mi? Türkiye olarak. Çok mu mantıklı bence? Hatta bunu geriye götürsek biliyorsun yani Çalışmak Yorar diye bir seri var değil mi? Öbür seride Tembellik Hakkı. Değil mi? Meşhur kitap. Aslında mesela 1600 liraya, 1700 liraya, 1800 liraya böyle Fransa Marası’ya baktığın zaman millet çalışmak ayıp bir şey zaten. Yani sadece düşkünler çalışıyor. Büyük böyle bu toprak ağası zaten yani. Bir düşkünler, mevru anlar çalışıyor. Oraya gelsek bence bir sıkıntı olmaz. Ama bizim süper güç olduğumuz konusu tabii bu. Onu ben şey yapamadım. İnşallah. İnşallah hocam inşallah diyeyim ben sana. Peki hocam fakirsek ne yapalım? Hocam fakirin adı yok ya. Fakirin sesi de yok yani. Sonuçta hayatta kalacağız yani. Hayatta kalmaya çalışacağız. Burada sadece kritik olan Allah’tan gelen bir şey falan gibi bakmayıp hani sistemde bir yerlerde hata varsa sonra değiştirmek istiyoruz. Elimizden geldiğince bulunduğunuz yerdeki siyaset hatalıysa onu değiştireceksiniz. Sizin kendi yaşamınızda bir hata varsa onu değiştireceksiniz. Tarzınızda bir hata varsa çalışma anlamında onu değiştireceksiniz. Bunların sonucunda bir şey olmuyorsa da o zaman tekrar birinci kareye geri dönüyoruz. Allah’ın işi diyeceksiniz. Ya hocam bu bölüm benim için çok önemli. Çocukluğumuz bizim bence Mustafa’da öyledir. Biz 70’lerde doğanlar fakirlik edebiyatıyla büyüdük ya. Fakirlik çok fazla konuşulan bir şey Türkiye’de. Şimdi yine başladı mesela. Yani geçen 20 yıl bütün dünya zenginleştiği için Türkiye’de biraz daha zenginleşmişti ama şimdi bakıyorum yine o geri geldi. Fakirlik biraz da psikolojik geliyor bana. Kendini değer görmemekle de ilgisi var. Böyle teoriler de var. Programlıyorsun kendini fakir olmaya. Neurolingüistik programing diye biraz dümen bir şey vardır bilirsin. Ben onu alamam. Çok pahalı diyerek aslında kendini onu almamaya programlıyorsun. Sorun sende. Tabii ki sistemde de sorun var ama fakirlik bir seçim de olabilir diyorum. Hocam şimdi senin verdiğin yıllar örneklerinin tabii şöyle avantajları var. Biz bunu yaşamıştık. Arada bir refah dönemi yaşadık. Yaşarken de abi bir saçmalık var ama yani bunu almazak mı lan ne oluyor falan. Ben kimim ki? Venedi’ye geldim falan gibi bir dönem de yaşadık. Bugün geldiğimiz noktada da tamam abi işte o ünlü bir komedyenin esprisi gibi yani dünkü yediğin hurmalar bugün tırmalar noktasında evet abi normal dedik.
Ama problem şu ki zaten bugün yirmi yaşında olan ya da yirmi üç yaşında olan ya da on yedi yaşında olan bir arkadaş hep o aradaki bizim şaşkınlık dönemimizi normal hayat olarak yaşadı. Periyodik olarak bir bozulma geldiğinde bundan asla çıkamayacağını düşünüyor. Dünyanın sonu abi bitti artık yani. Acayipti ben bir daha hayatım boyunca seyahate gidemiyor. Hayatım boyunca Eras Pusat’a gidemeyeceğim. Hayatım boyunca ben bir de iPhone bilmem kaç alamayacağım falan gibi görüyor.
Onu mesela stand up’çılarda görüyorsun yani Cem Yılmaz kuşağı stand up’çılar var zengin oldular onlar ama yeni jenerasyon stand up’çılar hep fakirlikten bahsediyor yani tam dediğin gibi. Sadece onu gördük. Sadece onu gördük. Bitti herhalde bundan sonra sonsuza kadar mahvolacağız gibi görmeye başlıyor. Şimdi bu kendisi açısından doğru çünkü kendi yirmi yıllık datasının en kötü gününde. Peki sence düzelir mi Türkiye? Abi elbette aslında şöyle bak 94’te de biz çok fena yıkıldık. 2001’de yıkıldık toparladık ama en sonki 2001 olduğu için 25 yaş altı hatta 30 yaş altı. 30 yaş altının 20 yılı iyi geçmiş 10 yaşında hatırlamıyorum zaten. 30 yaş altındaki insanlar için bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük krizi çünkü onların gördüğü tek kriz bu. Bundan dolayı biz bundan tabi ki çıkarız ama şurada tabi problemler var.
Bizim o zamanki hayatımızda ben kendi adıma söyleyeyim rahmetli babam devlet memuruydu ve haftada bir kez biz mahallemizdeki böyle önemli bir kebapçıya giderdi. Bizde de vardı. Haftada bir kez gidip geldiğimizde o bizim için bir mevzuydu. Bu da çılışan bir arkadaşımız. Zaten örnek vereyim. Her gün öğlen döner yiyor mesela. Döner ne ki abi zaten fast food yani yuh o da mı lüks diyeceksen hocam diyebilir bana. O zaman lüks. Lüksdü. Dolayısıyla böyle bir modelin bugün geldiği noktadan ben yarın tekrar ayda bir kere sadece döner yemek çalışırsa, hatta genel olarak çıkmasam dışarı çok da bende sıkıntı olmaz.
Ama bu adamlar için, bu kadınlar için, bu gençler için bir problem. Bundan çıkış olacak mutlaka ama madem zamanlamayı da söyleyelim haftaya falan toparlamaz bu iş. 2-3 yıl. Geçen bölümde çok güzel demiştiniz. Ne kadar zamanda batırdıysan o kadar zamanda çıkacak. Tabii tabii öyle. En son bir şey soracağım. Sence bir ekonomist olarak zenginlik sınırı nedir keş para olarak? Kaç parası olan biri zengindir Türkiye’de?
Valla Türkiye’de her mahallede bir milyoner yaratacağız kampanyası vardı bizden de önceki dönem o. O zamanki milyonerin hani TL bazında milyondan bugün bahsediyorsak zengin değilsiniz. Bugün 1 milyon TL Türkiye’de zenginlik ölçüde değil. Değil. Çünkü bir tane eviniz olsa makul bir mahallede, zengin mahallede bile değil ev 1 milyon lira zaten. Ama işte paramız dolarla eşlenek olduğu için aslında 1 milyon doları olan birisi Türkiye’de zengin sayılabilir o zaman.
Sayılabilir ama zengin olunca ne yapacaksın diyor soğanın cücüğünü yiyeceğim diyor ya bulunduğun yere göre zenginlik kavramı da değişiyor. Zenginliğin ne kadar çok şey alabildiğinle değil, ne kadar az şeye ihtiyacın olduğunla ölçütür. Geç arkadaşlarımıza bunu bir tavsiye olarak söyleyelim. Hele ki bu dünyada zenginlik gerçekten sınırı yok. Yani ne kadar çok şeye sahip olmaktan gidersek iPhone binlerim kaça aldığında bir sene sonra yenis çıkacak abi. Yani onu yakalaman da mümkün değil.
Lazım da değil belki de. Ani itibariyle lazım olan bir şey alabiliyorsan bu zenginiktir diye bakan birisi de olacak. İstediğim anda Paris’e gidebiliyorsam zenginim diyen de olacak. Ama 1 milyon beni mutlu eder yani sana katılırım. Daha aşağısında da bir sürü insan kendini çok zengin hissedecektir diye düşünüyorum. 500 bin dolar o zaman bugün hayatım boyunca çalışmayabilirsin abi Türkiye’de. Bence biraz relatif bir şey ama 1 milyon evet dünyada da böyle düz rakam etkisi daronis alfinas’tan makul bir parametre. 1 milyon dolara dünyadaki bir sürü yerde seni kabul ederler.
Hani geleceğim dediğin zaman gel abi bankaya getir burada biz sana uzun vadeli oturum iznide veririz derler adama. Peki o zaman Flu TV’den büyük hizmet fakirlikten kurtulmak istiyorsanız bütün yapmanız gereken 1 milyon dolara sahip olmak. Bu kadarcık. Bütün vatandaşlarımıza 1’er milyon dolar dağıtalım hocam. Bu nasıl bir şey? Bence çok mantıklı. Allah korusun hükümet duymasın. Basıp basıp millete 1’er milyon TL para verirler sonra hiper enflasyon olur yani. Aman bunu lütfen kayıtlardan çıkaralım Allah muhafaza. Çok iyi fikir falan derse birisi. Hayvayı yeriz hocam.
Peki hocam. Çok teşekkür ediyoruz. Zengin kalın. Hocam çok teşekkürler. Ben teşekkür ediyorum.
Herkes 1 milyon dolara ulaşsın. Saygılar.
İlk Yorumu Siz Yapın