"Enter"a basıp içeriğe geçin

GENÇLİK – Olmaz Öyle Saçma Felsefe – Ömer Aygün – B14

GENÇLİK – Olmaz Öyle Saçma Felsefe – Ömer Aygün – B14

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=bxR3fcYx9u8.

Hocam merhaba. Merhaba İlker. Merhaba. Merhaba Mina. Özlemiştik Ömer Bey. Ben çok özledim. Esas önermesi seyircilerimiz özlemişti. Nasılsınız hocam? Bomba gibi misiniz? Bomba gibiyim. Yok çok iyiyiz. Mecburen de iyiyiz. Hocam sözünüz bitti diye gitmiştiniz. Sözünüz geri geldi mi? Hayır geri gelmedi. Tekrar düşmeye geldim. Atırlatma dozu. Bugün gençlikten bahsedelim diyorum. Olur. Gençlikten söz edelim. Artık genç olmayanlar olarak yanımızda bir genç yadayıp ondan da teyit alırız.
Okey boomer sözü hakkında ne düşünüyorsun hocam? Çok doğru buluyorum. Çok güzel bir söz. Görür görmez böyle anladığın laflar vardır ya. Onlardan biri. Yani yeri geldi bu lafın. Şey var. Yaşlıların daha haklı olduğu inancı. Haa gerontokrasi. Gerontokrasi. Gerontokrasi. Yani aslında Türkiye çok büyük bir gerontokrasi. Çünkü bakıyorsun politikada falan. Ali Babacan 67’li mesela. Ona genç mi diyorlar? Genç diyorlar. Ki baktığın zaman genç kalıyor. Türkiye’deki politikacılar açısından tabii ki genç. Akademide de 67’li birisi görece genç diye düşünülebilir. Filozoflar arasında 67’li birisi epey genç. O zaman hocam şöyle diyebilir miyiz filozof olmak için en az 60 yaşına gelmiş olmak mı gerek? Öyle laflar vardır ama tam tersi. 24 yaşında Hume’lı çok büyük eserlerde yazmıştır. Bu ilginç bir konu çünkü Aristoteles diyor ki bir çocuk metafizik konusunda matematik konusunda daha iyi olabilir.
Müthiş bir eser yazabilir ama bir çocuk hiçbir şart altında dahi bir yasa koyucu olamaz. Yasa koyabilmek için, etik yapabilmek için, politika yapabilmek için deneyim şarttır gibi bir şeyi var. Yeterli midir? Hayır. İşte burada çok önemli bir soruya geliyoruz. Çok gecen mi? Hisslerim karışık bu konuda. Biliyorsun bütün kalbimde gençlerden yan olmama rağmen. Tabii deneyim diye de bir şey var. Ne yapacağız şimdi hocam? Ne yapalım? Ben de yani felsefederse verdiğimde bazı konuları benim öğrenci kitlem olan 18 ila 22, 18 ila 30, bazen 18 ila 35 yaş aralığındaki insanlara bazı konuları çok kolay anlatıyorum. Ve çok kolay hemen cevap alabiliyorum. Bazı konuları anlatmakla gerçekten zorlanıyorum. Ve sıklıkla da deneyim isteyen daha varoluşsal meselelerde bir temassızlık yaşadığım oluyor açıkçası. Burada bir genç de var bana da söylemelidir. Gençler neyi anlamıyor?
Şu benim biraz ilgimi çeken bir konum. Dedenin oğluna anlattığı şeyi oğul anlıyor ama sıkıcı buluyor. Torun tatava diye düşünüyor. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum. Dil sayesinde biz başka kuşaklara bilgiyi aktardığımızı düşünüyoruz ki doğru ve kavramsal içeriği aktarabiliyoruz. Ama o deneyimin kendisinin ciddiyetini, önemini, hissiyatını vs. aktaramıyoruz. Dolayısıyla büyük bir ilüzyon oluyor.
Ben sırf oğluma bir şey anlatabiliyorum diye ama oğluma anlamıyor. Ben de bunun üzerine dertleniyorum diyorum ki bugünkü gençler işte anlamıyorlar ne olduğunu vs. Sonraki kuşağa geçince benim değerlerim onlara hiç aksetmemiş oluyor. Bu da şu anlama geliyor esasında. Eğer bu değerlere yeniden erişim olacaksa her kuşağın ya da her iki kuşaktan bir tanesinin mutlaka o eski değerleri yeniden keşfetmesi lazım aslında bakacak olursa. Bu bir din içinde geçerli olabilir, atatürk içinde geçerli olabilir, marksizm içinde geçerli olabilir.
Her şeyin klişeye dönüşme eğilimi var aslında insanlıkta. Bu da dilin yapısından biraz kaynaklanıyor. Yani gelenekten mi bahsediyorsun? Gelenekten söz ediyor. Küçük kuş türleri şarkı gelenekleri yaşatırlar. Onlarca yüzlerce yıl süren kuş şarkısı gelenekleri olduğu biliniyor. Torpun çalışmalarında bu vardır. Yani bu aktarımı yapabiliyorlar. İnsanın yaptığı aktarımlar yani insanın yarattığı geleneklerde kuşlarınkinden farklı olarak yalnızca ses değil aynı zamanda anlam aktarımı da var.
Ama bu anlam aktarımı demin dediğim gibi bir ilüzyon esasında. Çünkü ben sana bir anlamı aktardım diye sana deneyimin tamamını yaşatmış değilim. Bir simülasyonun bir versiyonunu sana veriyorum ve o yüzden de gençler laftan anlamaz. Kimse laftan anlamaz zaten. Yaşlılar da laftan anlamaz ama laf diye bir şey var bizim elimizde ve laf sanki söylenirse anlaşılacakmış. Vadenli ilüzyonunu bizde yaratıyor. Bu benim flu tilde çok yaşadığım bir problem. Aynen aynen. Sen diyorsun ki erken gelin diyorsun ya da sorguluyorsun rasyonel bir şeymiş gibi.
Peki ne yapalım? Ceza mı verelim? Para mı vesaire mi? Olmuyor. Olmuyor. Soralım şimdi neden olmuyor mu yine? Yani lafta kalıyor. O söylenen şey anladığım kadarıyla deneyimi kişi yaşamayınca o içinde yer etmiyor. Dolayısıyla çok önemde arz etmiyor. Bu bana çok enayice geliyor işte insanlık tarihinde. Yani aynı şeyler hep tekrar ediyor. Aynen öyle. Korkunç. Korkunç bir şey. Hele ki bizim gibi öncekinin yani sırf bir şey lafta rasyonel olarak aktarmanın yeterli olacağına ilişkin tam da rasyonel olmayan bir inançla büyümüş insanlar için. Yani dolayısıyla bizim beklentimiz yahu anlattım, gerekçelerini gösterdim. Haklıyım. Daha ne olması lazım? Ve şimdi sırası geldi. Bunu anlatan bir bilim var. Tarih. Evet tabii. Ya benim bir süredir düşündüğüm bir fikir var. O da şu.
Demin söylediğim sebeplerden dolayı bir insan ömrünün süresi diyelim ki 70 sene, 60 ya da 80 sene çok önemli bir birim bu. Çünkü bu birim dolduktan sonra sonraki kuşağa aktarım demin söylediğim gibi zayıf bir aktarım oluyor. Dolayısıyla o 80 sene içerisinde yaptınız, yaptınız yapamadınız o değeri sonraki kuşağa aktardınız mı aynı gücü taşımıyor. Sonraki kuşağın o aynı deneyimi bir daha risetlemesi gerekiyor. O yüzden o 80 sene acayip kilit bir şey. O 80 sene it tutturabilirseniz ne hala ama her türlü insan dili ve insan kurumları öyle yapılanmış ki bir tarafta biçim bir tarafta öz gibi bir ikilik var sonuçta. Ses ve anlam dilde tabi bu. Anlamın içi boşalmasa bile ses kalabiliyor. Yani ben bir dua da okuyabiliyorum. Yok işte Atatürk’ün bir sözünü de söyleyebiliyorum ya da bir solcu marşı da söyleyebiliyorum. Ama onun içerisindeki anlamın itme ihtimali var. Siz de kuş gibi çipetpet gibi siz de tekrar edebilirsiniz. Yani Ömer hocayı çok seviyoruz. Aynen.
Peki hocam ilerleme yok mu o zaman? Yani hep başa dönüyoruz ve hep bir adım mı atıyoruz? Bence çok zigzaglı bir ilerleme var gibi gözüküyor. O inişlerin sebebi de bu söylediğim şey aslında. Yani hiçbir kalıntısı olmuyor mu? Yani sıfır mı aktarım? Sonraki kuşağın açlığına ve tuttuğunu koparma becerisi sebatına bakıyor esasında. Benim örneğimi vereyim. 1930’larda dillevrimiyle ilgili ben çok araştırdım çalıştım. Benim babamın dedemin kuşağının heyecanı onların değeri o.
Diyorlar ki halkın dili ayrı yöneticilerin dili ayrı olmasın. Yöneticiler halkın diliyle konuşsunlar ve yönetsinler ve yasayasınlar ve eğitim yapsınlar. Ben tabii bunu bir duydum. Aa ne güzel falan bu ama ben iki kuşak ötede olduğum için bir tatava olarak duymayı bırakmışım ve ondan sonra kaynaklara dönüp kendim baştan yarattım o olgunun anlamını. Dolayısıyla hep bu mini arkeolojiler gerekiyor ve tabii ki hiç ilgilenme edebilirsiniz.
Bir gencin geçmişle ilgilenme zorunluluğu zaten yok da olur da ilgilenirse kazmayı alıp o kazıyı kendisi yapması da şart oluyor. Çünkü bize anlatılan diyelim ki dildevrimi tepeden inmece işte toplum mühendisliği falan yani içi boş bir söylem olarak bize bırakılmış durumda. Biz geri dönersek ondan bir şey çıkartırız. Her şey içinde bu geçerli sonuçta. Fransızlar bunu çok iyi yaparlar. Fransızların kendi mesela geçmişleriyle ilişkilenmelerinde müthiş bir geriye baka
baka hep ilerlerler hatta biraz da hayandırlar da kendi geçmişlerini. Onu hikaye etmeyi ama çok iyi bilirler ve onu yenilemeyi ve çerçevelemeyi çok iyi bilirler. Sen Bordas okumuşsundur mutlaka Bordas ciltleri 17. yüzyıl, 18. yüzyıl, 19. yüzyıl edebiyatı bir anlatıyor adamlar. Resimler, sorular, vokabüler bir üst anlatı var falan. Lise edebiyat kitabı. Lise edebiyat kitabı. Fransızca bir lise edebiyat kitabı ve Fransızlar o yüzden hep çerçeveyi değiştire değiştire mesela atıyorum. Henri Matisse mi anlatıyor Fransızlar? Bir onu izleyiciler üzerinden anlatırlar, bir kuşak geçer onu Bizans üzerinden anlatırlar, bir kuşak geçer Osmanlı minyatürü üzerinden acaba bir etkilenme oldu mu diye o minyatürdeki desenlerle onu karşılaştırır. Aslında tarihi yeniden okuyor sürekli. Tarihi yeniden okuyor ve değerleri yeni bir spin atıyor esasında. Onlar yeni bir soru soruyor yeniden rahatsız ediyor o eski olan şeyleri. Çok severim. Çok severim rahatsız etmeyi. Evet evet yani böyle ezber bozma deneyen şey var ya. Oynuyor yani. Evet evet. Oradan hayat çıkıyor esas.
Yani insan yaratıcılığı öyle bir şey ki yeter ki kurcalar yani bir şeyi sinir et gıdıkla gıdıkla gıdıkla insan oradan hayat üretmeyi beceriyor. Yeter ki o sürekli iyi göstersin. Ezberden çıkma niyetiyle hareket etsin. Şeyden çok sıkılıyorum ya. Mesela bugün şu muhabbet var ya abi sosyal medya çok kötü işte telefonlar geldi. Yok işte internete giriyorlar falan. Bu geyik değil mi? Yani genelde bunu yaşlılar yapıyor. Yaşlıların gençleri anlamaması bir evet bir kural gibi bir şey birini.
Ama sadece anlamamak da değil öyle bir resim çiziliyor ki yaşlılar tarafından. Bunun içinde ben de yani yaşlı derken kendimi de kapatıyorum. Yaşlı demeyelim kırkını geçmiş insanlar tarafından öyle bir şey var. Yani dünya çok kötü oldu abi. Var mı abi böyle bir şey? Bazen sen de yapıyorsun. Öyle mi? Dünya çok garip bir yerde onu soruyorsan evet dünya çok tuhaf bir yerde ama bu senin söylediğin şey sanki bu değil. Bu gençlerde iş yok. Şöyle yani dünya tuhaf bir yerde ama işte gençlerde efendim okumuyorlar atıyorum işte cep telefonuna bakıyorlar.
Bu enayice geliyor bana. Senin bir özelliğin sen kendi geçmişinde sanki senden büyüklerin sizin kuşağa yönelik olarak yaptıkları yakınmalardan o zamanlar baya sıkılmışsın ve kafana da yazmışsın. Demişsin ki ben büyüyünce bunu yapmayacağım ve ben bu gençlere yardımcı olacağım çünkü bana belki kimse yardım etmedi gibi bir tür bence kompansasyon var orada. Bende de o var. Çünkü ben de gençliğimde yani o yaşlıların bize yolladığı o klişelerden sıkıldığımı
yapmamak ve büyüyünce bunları yapmamaya kendi kendime söz verdiğimi hatırlıyorum. Dolayısıyla çok iyi anlıyorum ne demek istediğini ve yani doğruluk payı var ama daha derinde gidersek aslında bizim seninle kabaca aynı kuşaktayız ikimizin ofsitede düştüğü çok daha derin şeyler bence olabilir. Daha önce konuştuğumuz bir mesele yani sosyal medyayı ikimiz de tasvip etsek de ya da cep telefonlarına işte müsamaha etsek de çok daha derinde ofsitede düştüğümüz bazı konular var. Özellikle kendimden söz ediyorum.
Bende karşısında mesela benim kasılımamın bir sebebi ben TRT kuşağının televizyon kuşağının insanıyım. Benim default settinglerim o bakış açısına şu anda ben Ankara stüdyolarındayım ve canlı yayındayız. Birazdan Harit Kıvanç gelecek ya da işte Gülgün Fehman gelecek ve haberleri okuyacak. Yani bütün. Hocam o bitti ben size söylüyorum. Evet evet biliyorum ama benim ayarlar öyle onu demeye çalışıyorum. Hala geriliyorum. Hala bütün Türkiye her an beni izliyor ve her an beni konuşacaklar ve benden başka hiçbir şey konuşulamayacak. Dolayısıyla rezil olmamam lazım. Hazırlanıp gelmem lazım. Mesela demin dedim ya ben hazırlıksız geldim. Sözlüğe çıkıyorum sanki o psikoloji var. Bunu şunun için söylüyorum. Senin z kuşağıyla anlaşamamanın bence temel sebebi görece yüzeydeki kanaatlerin değil. Kanaat üsleminde sen onlara anlayış gösterme şeyindesin ama çok daha derinde farklar var. Aslında ben de mi TRT mantığındayım? Bence çok derinlerde bazı yerlerde ne kadar iyi niyetli olsak da istekli olsak da ofsitede düşüyoruz.
Neyle ilgili olabilir? Zamanla ilgili bir alıp veremediğiniz var z kuşağıyla şimdi. Belki parayla ilgili var çünkü diyorsun ki parayı şey yapıyorum gene ikna edemiyorum onları. Tehdit var bilmem ne var şantaj var. İşe yaramıyor. Lisede yediğimiz o goller diyelim o bilinçaltımıza giren o şeyler. Baksana kaç yıl oldu hala o goller tam çıkmıyor. Bunu şunun için söylüyorum bize fransız hocalar gelirdi işte. Kralitasar Lisesi’ndeyken tabi hemen çocuk dediğin şey haindir bir kere yani yaşlıya
karşı geliyor falan kim lan bu falan diye bakardık. Neden bu önemli? Çünkü bir kim olarak bakardık ona bize ne anlatacak Moliye’mi anlatacak ya boşver Moliye’ri falan demiyorduk. Bu kim karısı bunu aldatıyor mu diye bakıyorduk yani bu ne biçim giysi ya da tersinden oha bu kadının ne kadar harbi falan çıktı vesaire gibi yani bir insan görüyorduk. Bunu şunun için söylüyorum gençlerle kurulan ilişkide söylem üzerinden göğe aktardığın
şeylerin çok altındaki esas iletişim kanalı örnek olmadır. Bir kişi var karşında o kişi sende bir şey uyandırıyor ağzından çıkan laflar değil. Erken gelen işte gene saçını uzattın kulağını çekeceğim ağzından çıkan şeyler değil. Öğrenciye gence şunu gösteriyor bir yetişkin böyle olmak ister misin? Bunlar opsiyonlardan biri iyi bir opsiyon mu yoksa aman bu ne be bilmem ne mi yoksa dalga mı geçecek ama esas iletişim kanalı dediğim gibi örnek olma üzerinden geliyor.
Çünkü ben şey hatırlıyorum hocalarımız birer opsiyon du hayat opsiyonu diyor. Ben bu adamın bu arabasına bakardım adamın arabası bana bir şey söylerdi. Volvo yıpsa başka Anadolsa başka otobüse biniyorsa aaa bir şey iner orada. Seni kolaç çocuğu seni. Öğretmenler odasına girersin meridyen geçmiş gibi olmaz mısın yani bütün o büyüğü bir bakarsın böyle dinle hocası sigara içiyor falan böyle sen girince böyle onlar da bir yamulurlar. O ojeler o kadınlar o muhabbetler bir büyülü bir sınır geçmiyor çünkü bir aktör aktris kadar şey var orada inandırıcılığı var hocanın yetişkinin var mı seni etkileyen hocaların var tabii Tahsin Yücel var Tahsin Yücel ben çok severim onu ya Orhan Pong tartışmalarında da aramızda şöyle geldi nasıl bir adamdı Tahsin Yücel olağanüstü mütevazim insandı. Benim ondan öğrendiğim neredeyse bir iki şey vardı tek şey neredeyse şuydu bize o kadar saygılı davranırdı ki öğrenciler şok olur biz şok olurduk insana insan gibi davranarak insanı aptala döndürürdü ve şunu hatırlatırdı. Oha ben saygıdeğer biri olabilirim aslında yani öyle bir opsiyon var. O opsiyonu hatırlatması çok bu bile yeterli yani eğitim biraz böyle şeylere yoğunlaşmamız lazım yani öz saygı meselesi öz yeterlilik gibi şeylere geri dönmemiz lazım Türkiye’de maalesef hep içerik konuşuluyor. Okutacağız ne okutmayacağız Orhan Pamuk işletmeyeceğiz iyi mi kötü mü falan iyi tamam ama çok daha derin değerler var bence. Bu arada bilmeyenler için çok sert bir yazısı var Kara kitapla ilgili hala internette var bulunabilir. Evet ve Kara kitabın Türkçesinin kötülüğü meselesi üzerinden gidiyor ki bir dil bilimci Tahsin Yücel esasında bir çok çok iyi bilinen zamanında 60’larda 70’lerde dünya çapında değilse bile mesela Fransa’da bayağı tanınan bir gösterge bilimci esasında bu gösterge bilimi getirmeye çalıştılar. Senin de ilgilendiğin bir şey sonuç olarak çünkü sinema okumaları işte bütün görseli onu taşıdılar. Sinema da gösterge bilim biraz önemini kaybetti. Önemini kaybetti 90’larda Türkiye’de modaydı. Biz tam okurken çok modaydı. Evet yani Roland Barthes okunurdu işte onun Tahsin Yücel’in çevirisidir zaten onun şeyleri değil mi? Çağdaş söyleyenler galiba. Dünyada da gösterge bilimci kalmış mıdır çok şüpheliyim. Evet neye doğru evrildi ne oluyormuş mesela gösterge bilimci. Semioloji mi? Semioloji diniolojik. Bu kadar uzaklaşmışlar. Yani evet demek ki bir şey geçmiş işte bir 30 yıl geçmiş şimdi. Bak güzel tema yani bizim ana tema muza bağlanıyor şimdi kız Tahsin Yücel’i bilmiyor bizim zamanımızda Tahsin Yücel peygamber gibiydi yani Türkiye’de çeviri edebiyat dil dil bilim gösterge bilimde dediğin zaman Tahsin Yücel’dir. Mina için yok öyle biri mesela bu cahillik değil ama işte ondan bahsediyorum. Aynen öyle kuşak değişmesi bir ikincisi o yıllarda Türkiye’de olan entelektüel insanların beslenebileceği alanlar çok kısıtlı ve çok Türkiye içiyle sınırlıydı. Çünkü internet yoktu. İnternete geçtiğiniz anda ve yabancı dil bildiğiniz anda erişebileceğiniz kaynak sonsuz olduğu için sıra gelecek de Tahsin Yücel’i ya da işte ne bileyim ben Umberto Ekoy’u bile okumayabilir bir insan sıra gelmemiş olabilir. Daha diyelim yaşı 20 daha yaşı diyelim ki 35 ömür boyu da geldi. Ya da üzücü bir ihtimal daha var hocam. Belki de Tahsin Yücel balondu. Düzelteyim balon derken espri size söyledim ama ya bu Woody Allen’ın bir söyletisi var çok seviyorum. Yüzyılda bir sifon çekiliyor ve herkes gidiyor diyor. Çok da güzel ifade ediyor yani yaklaşık 100 yıl ortalama 100 yılda bir herkes ölüyor ve yeni insanlar geliyor ya bir defa bunu kabul etmek lazım. Bazı şeyler unutulacak. Bunların arasında Tahsin Yücel de olabilir veya olmayabilir ama bunların arasında Orhan Pamuk da olabilir daha düşük ihtimal olmasına rağmen. Yok bence çok daha düşük değil yani Nobel alanları geçmişteki listeye bir açın. Bakın bir tarafta muhalisler pust var ondan sonraki sene olanıyor da olmayabilirsiniz yani. O en başında söylediğimiz şeye geliyor. Bir sonraki kuşaktan nasıl algılanacağınız ya da algılanıp algılanmayacağınızı bir kere temin etme yolunuz. Kontrol edemiyoruz biz onu. Ve çok büyük bir ihtimalle de çarpık bir imajınız geçecek çünkü onlar sizi kullanıyor olacaklar neye ihtiyaç varsa. Ben mesela Tahsin Yücel ile ilişkilenme biçimi tamamen etik bir şey üzerinden size anlattım. Dedim ki bende bir etkisi var. Ben saygılı davranırdı sizli konuşurdu bütün öğrencilerine. Ben birinci sınıf öğrencilerine sizli konuşurum aynı sebepten dolayı çünkü çocuklara sizli konuşmanın neredeyse tek fırsatı var. Bundan sonra herkes sen sen git getir sen nesin ve o da gerçekten aynı ekoloz bende bilgi de siz derdim. Sonra daha sonra masterda falan sene geçerdi. Sonra haftalıkta geçti. Ama bak aslında Tahsin Yücel de çünkü benim de bir hocam vardı İsmail Tunalı.
O da Tahsin Yücel ekoloz hatta bir kuşak daha eski galiba. Ekolodin ama kuşak. O da mesela siz der ama aslında aptal herifler diyor yani yani o siz değişir. Tahsin Bey de demez aptal herifler demezdi. Onun çok güzel ilginç bir şekilde salaklık üzerine deneme diye bir kitabı vardı. Öyle bir denemesi vardı ve onu sonra bir kitap haline getirdiler. Salaklık meselesi üzerine düşünmüş çok çok muzip bir kişiydi Tahsin Yücel ve geri döner geri dönebilir. Geleceğe doğru gittikçe bir kuşağı kaydırdıkça ayarlarımızı bütün görüntüler renk değiştirmeye başlıyor. Ama bu kadarı olan şey pes pembe gözüküyor mas mavi gözüküyor o ışık altında. Flu TV tarihinde sorulmuş en önemli soruyu soracağım. Bugün geleceği kontrol edemiyorsak yani geleceği bağlam olarak kontrol edemiyorsak, argüman olarak kontrol edemiyorsak, söylem olarak kontrol edemiyorsak ve yarın da bugün söylediğimiz şeyler saçma görülebilecekse ve biz de geçmişi okuyamıyorsak o zaman ne yapalım? Bence geçmişe erişebiliyoruz ama kazımamız lazım. Ama geçmişi de abi şimdi son 10 yılın tartışması Abdülhamid diye bir şey çıktı.
Enver Paşa diye bir şey çıktı ya. Damat Ferit’e kadar gittik abi. Nasıl olacak abi şimdi sürekli geçmişi yeniden okursak yeni kurallarla nasıl olacak o zaman? Ben şey demek istemedim her seferinde bambaşka şeyler göreceğizden ziyade ben aslında aynı şeyi keşfedebileceğimizi düşünüyorum ama bunun için emek göstermemiz lazım yalnız. Yani gündemdeki söylemlerle bu iş olmuyor. Her zaman ezber çıkıyor oradan. Her zaman doksa çıkıyor oradan. Her zaman bir kanaat çıkıyor. Bir kanaat benim gözümde peşine böyle şeye benzetiyor. Börek ya börek. Uçurtmaya benzetiyorum. Yani bir fikir var, bir önerme var. Arkasından bir duygusal bir kuyruğu var. O duygusal kuyruk her zaman oluyor. Bakın mesela Twitter’ı açın. Her tweetin arkasında bir his var. Çok yorucu bir şey bu esasında. Hisler iyi şeyler ama hislerin sürekliliği ve durdurak bilmemesi ve bu kadar otomatize olmaları bence bayırcı ve zaten hiç de iyi de bir şey değil. Hiçbir açıdan iyi bir şey değil. O hissede saygı duymamış oluyoruz aslında bakacak olursun. Orada yaşanan öfke de gerçek bir öfke değil. Oradaki kin tam bir kin değil. Çözülebilen bir kin değil. Neye kinlendiği belli olmayan bir kin var vesaire vesaire. Peki bir şey soracağım diyelim ki 30 yıl geçti. Mina orada oturuyor. Mina’ya da başka birisi soruyor. Nasıl hatırlanmak istersin? Ben mi? Bize hep siz derdi. Oksijen. Oksijenle ben. Yani o oksijensiz zamanda o adımın ağzından o ikiler çıkardı diye bir şey yapmak isterim.
Bir tür öz saygı meselesini hatırlatıcı birisi olarak yani. Uyuyorduk ve bir an için bu kişiye bakıp işte hani öz saygı meselesi kendimize değer vermememiz halinde Türkiye’de kimsenin bize değer vermeyeceğine ilişkin acı bir hatırlatma yapmış birisi olarak hatırlanmak isterim. Ama şöyle bir şey kurmayı ben istiyorum ve seviyorum. Benim gibi düşünen birkaç kişi var. Filozoflarda da bunu çok yapanlar var. Sanatçılarda da bunu yapanlar var. Bir tür katmanlılık. Yine böreğe geldik. Yine böreğe geldik. Börekten kaçış yok. Karnımız açıktı bir börek mi söylesek.
Bu katmanlılık üretilen şeyin derinliğinden ziyade algılayan tarafa inisiyatif veren bir yapı olduğu için ben katmanlı yapıları seviyorum. Yani bir şeyi algılamak ve ondan zevk almak için bol bol zamanın var ve bol bol inisiyatifin var. Mesajını veren eserleri kişileri çok seviyor. Yani adamını açıyorsun açıyorsun çözünürlü bir türlü piksellenmiyor. Peki deminki konuya döneceğim. Hatırlanmamak yani şimdi bu videolar kalacak ya YouTube batmazsa 30 yıl geçti. Kimse izlemiyor. O sana bir şey hissettirir mi? Ömer Aygün mü efendim? Ben zaten bilinmiyordum ki yani. Ben zaten yokluktan geldiğim için orayı iyi tanıyorum. Bu da bizim 80’ler 90’lara bizi götürüyor. Benim bir şiir kitabım 250 basılmıştı. Sana daha önce hep söylediğim bir şey ve o 250’nin belki 200 tanesi zaten elde kalıyor. Sonra çünkü ben onları gidiyorum yayın evinden alıyorum böyle kolu kolu veriyorlar. Yani onlara da yazık bana da yazık o kağıda da belki yazık. Bunu şunun için söylüyorum. Hani başka türlü bir söyleyeceğimiz şeyin işitilmeyeceğine ilişkin inancımız o kadar
yüksek değil ki şu anda 100 kişiye 2 kişiye ya da 100 bin kişiye sesleniyor olmak benim için o yüzden çok ve hakikaten büyük bir onur ya gerçekten ben bunu derslerin sonunda da öğrencileri biraz söylerim. Bu da bir tahsin yücel onun etkisinden gelen bir şey. Beni dinlediğiniz için size teşekkür ederim. Ben gerçekten onur duyarım. Bunun da sebebi gençlikle çok bağlantılı bir şey. Aristo Teres der ki gençler mutlu olamazlar çünkü mutluluk bir ömre yayılan bir şeydir. Gençler ise bir ömür içinde değildirler. Bir ömürün potansiyeli içindedirler.
Ben yaşayacağım daha dur diyorsun. Düşündüğün zaman genç ölen birisi ne baktığımızda hissettiğimiz yazıklanma esasında bu çünkü ne olduğunu biz bilmiyoruz. Bu kişi bir potansiyel gitmiş olarak düşünüyoruz ve o ekstra bir üzüntü yaşatıyor ya insana böyle bir kafa. Aristo Teres mutluluk anlayışı bir ömürle ilgili bir şeydir. Bütün bir hayatta dönüp baktığımızda bazı insanlar için ne mutlu deriz yani öldüğünde evine gidersin böyle bakarsın fotoğraflar vardır işte giysileri vardır bir dünyası vardır politik mücadelelere girmiştir başarısız olmuştur acılar yaşamıştır. Dönüp baktığınızda bu bir ömür dersiniz ve ona mutlu denebildiğini söylüyor Aristo Teres. O yüzden de bir genç evet mutlu olamaz bir çocuk hiç mutlu olamaz. Çünkü mutluluk bir duygu değil Aristo Teres’e göre ve bu çok ilginç bir fikir. Bir tamamlanış. Evet. Bir geçmişe sahip olmayı galiba gerektiriyor. Yani gençlerin de geçmişi yok gibi aslında. Gelecekleri var yani geçmiş olduğunu zannettikleri şey de aslında bir tür gelecek.
Çünkü ne anlama geldiği belli değil geçmişte yaşamış olduğu. Veya geçmiş anları hep böyle ilkokul lise gerçekten de öyle çünkü oraya gidiyoruz ve oradanlar oluyor. Ve insan ortaokuldayken ilkokulunu düşünmüyor ama insan mezun olduktan sonra liseyi düşünüyor. Baksana hala İlker’in lisedeki hayatını hala yaşadığını ben biliyorum ben de kendim. Kabuslarımda görüyorum. Kabuslar da oluyor. İnsanda eli böyle. Geçen gün gördüm yine 70 yıl sonra bu videoya birileri bakıp ne diyor lan bu herifler mı diyecek. Hiç bakmayacaklar mı. O yüzden ben o katmanlılığı önemsiyorum. Yani öyle bir konuş ki tekrar tekrar uğranabilsin. 70 yıl sonra da hala manidar olabilecek şekilde gömebilirsen o şeyleri çok iddialı bir şeyden söz ediyorum ama biz iddialı bir kuşa az zaten. Zor ya olmasaydı. Zor yani de neye benziyor bu ne bileyim standal okuduğunuz zaman ya da platon okuduğunuz zaman hakikaten insan o çözünürlük şeyleri de dolaşabiliyor ve o bir tür ömür katıyor.
Ve oradaki en önemli şey bir dinleyici ya da bir okuyucuya bol bol inisiyatif vermek lazım. En basitinden söylediğin şeyi çok açık anlatma ve mesela zamana yay. Hatta mesela flu bırak hocam. Flu bırak. Şahan seni flu yaptı. Doğru söylüyorsun. Biraz daha flulaştırırsam böyle bir harf çıkarmış falan. Oooo. Flu TV’ye hoş geldin.
Seninle konuşmalarımızda sık sık gelen bir olay eğer rasyonel olarak bu mutluluğu hemen temin edemiyorsak ve rasyonel olarak geleceğimizi mükemmel bir şekilde planlama gibi bir opsiyonumuz eğer yoksa ki yok gibi gözüküyor gelecekle kurulacak ilişki esasında bir tür surf ilişkisi. Ve senin yaptığın şey yani kaos yönetimi diyorsun ya flu’nun yönetimi için ne yaptığımı bilmiyorum ama bir becerim var ve sürekli mukavemetlere bakarak neresi yumuşak neresi
sert yoklaya yoklaya ilerliyorum diyorsun ya bence oradaki şey o. Yani belirsizlik karşısında hala görece rasyonel olmayı sürdürmek ama bir tür zevk alabilmek üretici olabilmenin bir tür formülü olarak ben görüyorum. Surf ilginç bir metafor. Peki Mina ne yapalım? Biz yaşlandık ya şimdi bize bir önerim var mı? Evet sen ne düşünüyorsun gençlik hakkında yani? Bilmiyorum şu anı çok unutuyoruz gibi geliyor bana.
Bu da bir zamanın geleceği idi ya işte şu anla yaşayalım yani hani kim yaşlıysa o yaşlıca yaşasın. Genç genç yaşasın. Evet ama ben hicap duyuyorum ya tamam anlıyorum söylediğini de ne bileyim ben 70’lerin sonunu ve 80’leri ve 90’ları atıyorum. Turgut Özal’ı biliyorum mesela örnek olarak söylüyor. O bilmiyor ya bunu şey anlamda söylemiyorum. Turgut Özal çok önemliydi onu bilmek lazım anlamda söylemiyorum. Yitiyor gidiyor ya deneyimler yani ülke tarihinde de ona çok üzülüyorum.
Bir sürü şey olmuş ama jenerasyonlar geldikçe onlar unutuluyor ve benzer şeyler başka türlü. Aynı hatalar sürekli tekrar yapılıyor ya. Bence Türkiye biraz özgü bir tarafı var ve bunun sebebi inkâr kültürü çok güçlü bizde. Doğru. Gönme var ve konuşmayalım konuşulmaması lazım. Bence problem o dünyaya ya da insana özgü bir şey değil biraz maalesef Türkiye’de bizim yeniden ürettiğimiz bir kültür. Bazı kötü yaşantılarda üzücü olaylarda diyelim ne yapılması gerektiğine ilişkin
bence hiçbir cevap verilemez ama ne yapılmaması gerektiğine ilişkin çok iyi bir cevap verilebilir. İnkar edilmemesi lazım. Bizde sanırım o hatayı yapıyoruz gibi geliyor. Çünkü geçmişteki acılarla üzüntülerle ne yapacağız biz? O kadar büyük acılar ki bunları unutamıyoruz diyelim. Oldu ya yani hiç olmaz tabii de peki ne yapacağız hocam sorusun cevabı yok. Peki ne yapmayalım sorusun cevabı var. O da o inkâr kültürü. İnkar etmeyelim. O inkarın altında çünkü gene Tahsin Yücel’den ben bugün nedense Tahsin Yücel’den gidiyoruz.
Bir tür özgüvensizliğimiz var aslında. Bence şöyle bir özgüven yakalayalım kendimizde. Biz problemlerimizi çözeriz. Acılı, üzüntülü olaylarımızı aşma gücümüz var. Millet olarak, kültür olarak, ülke olarak korkmayalım. Becerebiliriz. Sence yakın Türkiye tarihini bilmeden bir gelecek kurabilir mi Türkiye’deki jenerasyonlar? Minalar meseleleri. Benim tek hissiyatım şu.
Aşisel hayatlarındaki duygusal meseleler, varoluşsal meselelerle Türkiye tarihindeki daha makro meseleler arasındaki paralelliği görmeleri çok işe yarayacaktır. Ve burada da o inkâr kültürü bence önemli olacak. Bizim duygularımıza karşı ilişkilerimizin biraz neredeyse sebebi bir tür söylem üzerinden geçmişteki olaylara karşı ilişkilenmemiz. Ben bunu ta 40 yaşımda falan ayabildim böyle şeyleri. O zaman minanın da 40 yaşına gelmesini 20 yıl sonra. Ama ben çok geciktim benim aptallığım. Ben mesela bazı öğrencilerimle konuştuğumda öğrencilerim bana şey diye baktı. Ben biliyorum bunu. Ben hasbel kadar 40 yaşına kadar daha çocuksu bir şekilde yaşama lüksüne sahipti. 40 yaşımda babamı kaybettim ve herkesin hikayesi bir zaman başlıyor. 40 olması hiç şart değil. Hiçbir zamanı da olmayabilir. Nevzat Hoca gelir şimdi. Babaaan! Bir şey sorabilir miyim? Türkiye kültürüne dair kol kırılır yer içinde kalır bence. Yen. Yer içinde kalır. Kol yerin içinde kalıyor gibi. Harika bir an yaşıyoruz şu an. Kol kırılıyor ama yerin içinde kalıyor. Sormuyorum. İşte babayı yıkmamaya çok odaklanmışız gibi geliyor bana. Kol kırılır yer içinde kalır derken de benim kastettiğim şey geçmişte bir şey yapıldıysa o kesinlikle ellenmesin. Geliştirilmesin de ve dursun. İşte inkarla bağlayışın da onu öyle susup kimse birbirine bakmıyor. Kimse birbirine bir şey söylemiyor. Hiçbir şey de olmuyor.
Nevzat Hoca’nın da söylediği bir şey o yani Türkiye ilişkin olarak büyük bir ihtimalle doğru ve o büyükler için esasında mini bir utanç oluşturuyor. Çünkü sen baskı yoluyla sorgulanmazlığını kazanmış durumdasın. Dolayısıyla baskıya devam etmen lazım. Dolayısıyla bunu ancak baskıyla becerebilecek bir sefil varlık olduğunu baştan kabul etmişsin falan. Nereden kendini soktun bu saçma pozisyona? Çok daha kolay yollar var mıydı? Bu seçenekler nelerdi? Bunlar eski içinmiş.
Boşuna gaz vermek istemem ama bütün bu mekanizmanın altında kendimize ilişkin bir özgüvensizliğimiz var. Yani ben baskı yapmadan beceremem. O yüzden baskıyı da yapabilirim. Bir deneyelim bakalım baskısız ne gibi opsiyonlar var? Hiç denedik mi o baskısız opsiyonları? Sorgulanırsam işte bilmem ne oldu diyelim iktidarım sarsılır. Bilmem sarsılsın acaba olabilir mi sarsılması? Bir de böyle deneyelim gibilerinden bir hareket kabiliyetine izin verecek mini ilk özgüven lazım. Türk öğün çalış güveni ben. Biraz böyle bir şey olarak düşünüyorum. O yıllar aynı zamanda bugünkü de benzer bir şekilde insanların kendilerine güvenmedikleri bir şey. Biz başka ırklardan üstünüz anlamına döndürülüyor Olaf. Biliyorum onu belki de öyledir gerçekten. Bir tür güven duyumazsak eğer bu sefer baskıcılık, zorlama ondan sonra da bundan mini bir utanç duyuyoruz. Ve hiç kimse birbirine göz göze bakamıyor herkes yere bakmaya başladı. Korkudan dolayı neden? Utançtan dolayı neden utanç duyuyoruz?
Çünkü ilişkilenmemizin tek yolunun bu olduğuna ilişkin saçma bir yere girmişiz. Manevrada yapamıyoruz yani. Peki hocam harikaydı. Ne yapalım demiyorum artık o zaman. Ne yapmayalım? Kanalıma abone ol. Hakikaten Ömer hocanın kendi kanalı var. Ona da abone olabilirsiniz. Ayrılmayın. Olmayın. Olmak zorunda değilseniz isterseniz. Zorunda değiller zaten. Ne yapalım sorusunda bir cevabım var. Öyle mi? Ne yapalım hocam? Çocuklarınız konuşurken onları sabırlı dinleyin. O konuda ben de geçerim. Acele etmeyin.
Çocuğum yok ama minal konuşurken böyle vurmak istiyorum. Aceleciliğinize o gıdıklayan şeyi, o kaşındıran şeyi biliyorum. Hepimizde bu var. Ama bunu tutmayı becerin. Susmayı becerin biraz. Birazcık susmak çalış. Dinlemek değil mi? Dinlemek çok önemli. Evet dinleyebilmek için susmak ve özellikle de çocuklarda. Çünkü daha ses ekipmanını ayarlamaya çalışıyor ve o bir 15 saniye alıyor çocuklarda. Düşüncelerini bir sıraya koyup onları teker teker ifade etmek kolay bir şey değil.
Bayağı ağır çalışıyor çocuklar bunu yapmakta ve hiçbir takdir almıyorlar bunu yaptıkları için. Fark edilmiyor bile ne kadar çok emek verdikleri. Çok benzer bir şey çocukların yemek yemesiyle de bağlantılı. Çocukların yemeklerinde de birazdan bulaşığı yıkayacağı için, birazdan işe gitmesi gerektiği için. Çocuğu acele ettirme alışkanlığından artık kurtulmamız lazım. Bunu bir fark etmemiz lazım gibi tamamen. Haricinden gazel okumuş oldum ama.
Fiyo TV’den büyük hizmet çocuklarınızı dinleyin aptal herifler. Peki hocam görüşmek üzere diyeceğiz. Görüşmek üzere İlker görüşmek üzere, Mina. Belirsiz bir süre sonra görüşmek üzere.
Görüşürüz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir