Gerçeği, Yalnızca Gerçeği – Olmaz Öyle Saçma Felsefe – Ömer Aygün – B11
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=EzjONTDslik.
Hocam merhaba. Merhaba İlker. Epeydir görüşemiyoruz. Özlemişiz sizi. Evet özleştik. Bugünkü konumuz çok özel bir konu. Felsefede özel olmayan konu var mı acaba? Var var var ama biz girmiyoruz. Gerçek. Gerçek nedir? Bunu sormaya utanıyorum artık. Direkt şununla başlayayım. Yatırım tavsiyesi değildir. Birazdan anlatacaklarım. O kadar büyük konular ki birazcık anlayışla dinlenmeyi hak ediyorum diye düşünüyorum.
Gerçek zihnin dışında zihninden bağımsız olarak var olduğu düşünülen her ne ise buna gerçek denebilir. Gerçeklerden söz edilebilir. Gerçeklerin toplamı içinde gerçeklikten söz edilebilir. İngilizcesi reality ya da Fransızcası reality olarak düşünülebilir bunun. Gerçek diye bir sözcük var. Doğruluk diye bir sözcük var. Bir de hakikat diye bir sözcük var Türkçe’de. Tertemiz bunları ayıklayamayacağız. Şu sınırlarını belki bir yere kadar çizebiliriz.
Bu sefer her seferin en temel ve en basit kavramları her zaman meşe ağacının boğumları gibi iç içe geçmeye başlar ve aslında çözülemez bir yere kadar. Türkçesi kafa karıştırırız. Kesinlikle anlatmayızdı gerçeği diyor. Çalışıyorum çalışıyorum olmuyor. Ne yapayım? Yani bir tarafta bir gerçek olduğu düşünülüyor. Buna olgu da denebiliyor. Vakıa eski. Fenomena mı? Fenomen başka bir şey. Fenomen onun görünüşü. Olgu diye de çevriliyor ya orada da bir karışıklık var. Orada da feci bir şey. Görüngü diye çeviriyorlar. Bu sefer herkes dalga geçiyor. Eğer gerçek bizim dışımızda, zihnin dışında, zihninden bağımsız olarak var olan şeyse, doğruluk ne? Doğruluk gerçeğe uygunluk olarak tanımlanıyor. Konform Konform mitel sözcüğü olabilir. Latincesi adequatio var. Doğruluk bizim önermelerimizin dış dünyada var olan olgulara uygunluğu onlarla örtüşmesi. Yani gerçeğe uygunluk olarak tarif edilebilir, tanımlanabilir.
Bunun esasında Arapça’da bir karşılığı var. Sadakat. Gerçeğe sadık olmak. Aslına sadık. Aslına sadık olmak. Dolayısıyla bu sadakat meselesi insanın arkadaşına sadık olması gibi bir ilişki var burada. Hepimizin de günlülük hayatında aslında varsaydığı tanım bu. Elimde para var dediğim zaman bu bir önerme. Önerme nedir? Doğru ya da yanlış olabilecek bir cümle. Her cümle doğru ya da yanlış olabilir mi? Ayrı olamaz. Emir cümleleri, soru cümleleri, dilek, istek gibi doğru ya da yanlış olamaz.
Haber kipi yani bildiri kipinde, elimde bir para var dediğimde kafamdaki önerme ile dış dünyadaki olgu arasında örtüşme olduğunda ortaya doğruluğun çıktığını düşünüyoruz gündelik hayatımızda. Doğruluk demek ki aradaki ilişki yani zihnimdeki ile dünyanın uyuşması hali. Bu dışımdaki şey ise gerçeklik. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi bu para gerçek olmayabilir. Hatta sizde gerçek olmayabilir. Hayır sayın Morpheus ondan söz etmedim.
Sahte para olabilir bu yani. Kimse sahte 1 lira basmaz bence. Bu emelinizden azmış. Metal 1 lira bastık battık diyen bir adam. Yani yanlışlıkla sahtelik arasında bir fark var demeye çalışıyorum. Yani söylediğim şeyin dış dünyaya tekabül etmesi meselesi ile dış dünyadaki şeyin kendi özüne, aslına, tadık olması gibi bir karı mesela. Otantisite mi yok sadece? Buradan da gidiyoruz otantik sözcüğüne, otantik içerikler olduğu için. O kelime de çok bu arada yanlış anlaşılıyor. Evet. Osmanlı yemekleri veriyorum gibi oluyor. Evet. O ismi sen mi buldun? Ben buldum. Ne kast ettin onunla? Kendine münhasır. Kendine münhasır. Kendine sadık demek aslında kendi özüne sadık. Demin söylediğim şey nasıl olgulara bir sadakat iyiyse. Şimdi de olguların kendilerine adeta sadık olması, onların kendi özlerine sadık olmasından da söz edebiliriz.
Dolayısıyla bu paraya biz de gerçek bir lira, vallahi gerçek bir 1 lira diyebiliriz hangi şartla paranın olması gereken özüne, biçmine uygunsa. Dolayısıyla iki tane ilişki var. Hocam güzel söylüyorsun da 1 lira ile anlatmak kolay. Aşk var mı dediğim zaman ******. Niye? Görülmüyor, tutulmuyor. Ha tabii ki. Zaten bu doğruluğun gerçeğe uygunluk ya da gerçeğe sadakat olarak tanımlanmasında büyük zorluklar var.
Birinci zorluk senin sözüne ettiğin soyut şeylere doğru gidildikçe bu ikisinin arasındaki uygunluğun nasıl saplanacağı meselesi zora giriyor. En büyük zorluk aslında şu doğruluğu gerçeğe sadakat olarak tanımlamıştık ya. Esasında sadakat sözcüğün bir formu sadaka aslında. Çünkü doğru olanı yapmak, iyilik yapmak daha çok ilgi gibi bir anlamı var. Ve sadık dost da tabii ki sana verdiği sözcüğünde duran dost demek. Aynı kökenden gelen bir sözcük daha var. Ama bence post truth’un Türkçelerinden bir tanesi sıtkı sıyrılmak demek. Artık şeylerin birbirine karşılık gelmesi, beklentisinin ortadan kalkması. Sıtk yani sdk gibi düşün sadaka sadakat. Tastik etmek de sadakatini doğrulamak demek bu anlam. O zaman post truth diyeceğimize sıtkı sıyrılanlar da bu. Sıtkı sıyrılanlar diyelim ben. Yalnız çok doğru oldu çünkü gerçekten sıtkım sıyrıldı. Post truth meselesinde geçenlerde baktım. Frankfurt diye birisinin çok meşhur bir kitabı vardı. On Bullshit diye. Kolpa üzerine diye çevrildi. Olmadı. Çünkü işin ilginç tarafı Bullshit’in tam Türkçesi tabii ki yok. Frankfurt’un orada söylediği şey Bullshit’in birkaç anlamı var. Yalancı bir insandan farklı olarak bir Bullshit’in gerçeğin üstünü örtmek üzere gerçeği önemseyen birisi olmaktan çıkıyor artık. Yani gerçeği bile önemsemeyen bir tür yalancı gibi düşünmek lazım. Yani ben geliyorum sana atıp tutuyorum işte ben abi Christopher Nolan’dan iyiyim diyorum mesela.
Evet ama Christopher Nolan’dan iyi olduğunu ya da olmamanı önemsememen lazım Bullshit’in olabilmen için. O yüzden birazcık trolle benziyor esasında. Yani bu da görece yeni bir insan formu. Yani ben seni rahatsız ediyorum. Rahatsız ettiğim konuyla ben ilgilenmiyorum aslında. İlkçi çocukta gördüm şöyle mesela başlıklar ortaya atarlardı. Bütün kemalistlerin Coca Cola içmesi. Yani anladın mı? Doğru olmaması bir yana deli edici bir tarafı var. Bu çok sevilen başlıktır bu yalnız.
Evet evet yeni bir form ortaya çıktı gerçekten. Ancak ben yine de bu post-truth meselesinin 2006’ya kadar Harry Frankfort’un Bullshit kitabına da geri götürülebileceğini hatta tamamen geriye götürülebileceğini düşünüyorum. Hiç yeni bir fenomen olduğu görüşünde değilim. İnsanlar ne zaman hakikate çok önem verdiler ki belli bir noktada hakikat önemsizleşti ya da insanların sıtıkları hakikaten sıyrıldı. Bence her zaman sıyrıktı. Umursamama olgusu yani umurunda değil zaten. Yalancının umurundadır tebrikler. Ama umarsız değil değil mi hocam?
Ama umarsız değil eyvahlar olsun. Umar sözcüğü çarenin östürkçüsü olarak uydurulmuştu. Tutsu mu çok tutmadı. Umarsız şimdi umursamaz için kullanılıyor. Bu da esasında dil devrimi ve uydurulan sözcüklerle ilgili önemli bir özelliği karşımıza getiriyor. Sözcükler uyduruluyor tepeden bile indiriliyor olsalar ki genellikle böyle olmuyor. Son kararı gene de kullanıcılar veriyor. Bu anlamda ben dilin acayip demokratik bir şey olduğunu düşünüyorum.
Dayatmaya, tepeden inmeciliğe hakikaten gelmeyen çok çılgın bir tarafı var. Güzel anlattınız hocam. Teşekkür ederiz. Ama elinizdeki paranın varlığı yokluğuna dönersek tekrar onu da siz duyu verileriyle algılıyorsunuz. O zaman orada da bir problem oluyor. O duyu verilerinin gerçek olduğunu nereden bileceğiz? Yok. Bu da önce konuştuğumuz bir konu görece olduğu için. Onun için hızlıca geçelim onu. Sen kuşkucu bir damardan tabii gitmek istiyorsun. Çünkü soru soran pozisyonundasın zaten. Ve burada ilginç şeyler var. Doğruluk eğer gerçeğe sadakat ya da gerçeğe uygunluksa burada ki en büyük problem…
…bu uygunluğun neyin netsi olduğunun bir türlü açıklanamaması. Çünkü dışarıdaki iki olgu diyelim ki iki para birbirine uyuyor olabilir. Şu ya da bu açıdan. Bu açıdan birbirlerine sadık olabilir. İki arkadaş birbirine sadık olabilir. Ama kafamdaki bir fikirle kafamın dışındaki bir gerçek arasındaki uygunluğun neye benzeyeceği konusunu dozorlar çözemiyorlar. Bu en büyük problem. Çünkü bu bilinç problemine bizi götürüyor. Ve işte yönelimsellik problemine falan götürüyor.
Yani dış dünyadaki bir şeyi benim kafamda tasarımlamam nasıl gerçekleşiyor ve o tasarımla dış dünyadaki gerçek arasındaki ilişki ne? Şunu düşünüyorum kediler evde ilker ve ebru var ya biz hep aramızda şakası yaparız yani bu öbürü hangisi ilker hangisi ebru. İlker ve ebru değil onlar için. Ama ne? Adam hayır kadın değil bu değil öbürü değil adlandırılmamış. Şimdi adlandırıldığı zaman mı gerçek oluyor aslında?
Yok ama kedi için sen ve eşin arasında bir ayrım var. Siz bir gerçekliksiniz onun için. Ayrım yok her şey bir gibi geliyor bana. Ama ilkerle ebruyu ayırt etmiyor mu? Mesela birinizi daha çok seviyor olabilir mi? Kesinlikle ediyor. Çok ciddi şekilde ebruyu seçiyor da iki şeyi birbirinden ayırmak için biz adlandırıyoruz. Kadın diyoruz erkek diyoruz işte adam diyoruz şişman diyoruz sıfat buluyoruz. Kedi de yok bu nasıl ayırıyor?
Bence arzuları var, duyuları var. Duyularla birlikte hafızası var, hafızalarla birlikte geleceği öngörmesi var. E bunun arzularıyla ihtiyaçları ile birleştirdikleri zaman genellikle şöyle bir şurada böyle garip bir karaltı oluyor ama o genellikle yemek vermiyor. Onun etrafından ben dolaşıyordum evet iyi. Dilin varlığı büyük bir problem yaratmıyor mu? Çünkü ebru ben ilker öbürü diye bir şey bir ayrım koyuyor ya. Biliyorum ama bunun dile bağımlı olduğunu ben düşünmüyorum. Dil olmasaydı da bu ayrımları yapabiliyor. Hem hayvanlar yapabiliyor hem dil öncesindeki çocuklar yapabiliyor. Ben dil belirlenimciliğine yani dilin bizi çok belirlediği düşünceyi çok belirlediği görüşüne inanmıyorum. Dil’i çok sevmeme ve çok önemli olduğuna. Aramızdaki en büyük tartışmalardan biri budur evet. Evet evet sıklıkla. Aristoteles’in söylediği şöyle bir laf var diyor ki çocuklar ilk doğduklarında bütün adamlara baba der zamanla bu tümelden tikele doğru gider ve kendi babasına bir tek baba der. İlk başta bir tümelle başlıyoruz yani ayrımsızlıkla başlıyoruz. Dolayısıyla bir tür karaltı olarak bence sana bakıyor. Bakıyor bile değil çünkü algıladığı her şey arzularıyla ve ihtiyaçlarıyla yüklü. Dolayısıyla onlar da ayrı şeyler değil.
Biz insan olduğumuz için çıkarsız bir şekilde bir şeylere bakabildiğimizi düşündüğümüz için beş duyumuz var falan diyoruz. Hayvanlar beş duyumuz var diye bakmıyorlar. Beş duyunun beşi de duyular dışındaki bir şeyle yüklü. Neyle yüklü? Karnım aç. Sevişelim mi? Yani sürekli bunlarla iç içe olan bir beş duyuyu düşünmemiz lazım. Ne zaman bu beş duyuyu bu yükü taşımıyor tatmin oldukları zaman. Karnım doydu tamam. O zaman bizim sarı dediğimiz şey onun için belki sarı olarak düşünülür.
Çok güzel açıkladı. Esas soru şu dil olmasaydı biz konuşamıyor olsaydık kedi gibi olsaydık yani. Gerçeklik diye bir şeyden bahsedecek miydik yine? Bahsetmek zaten dili gerek. İşte evet yurma bir şey değil mi gerçeklik? Bir yorum değil mi yani? İşte esasla konu birazcık oraya geliyor. Çünkü zihnimizdeki önermelerle dışımızdaki olguların hangi anlamda birbirine nasıl uygun olacaklarının problem teşkil ettiğine gelmiştik.
Bu problem karşısında bazı filozoflar klasik doğruluk tanımını bırakıp doğruluğu gerçeğe uygunluk olarak tanımlamaktan vazgeçiyorlar ve diyorlar ki bu dışarıdaki gerçek meselesini paranteze alalım ya da böyle bir şey yokmuş farz edelim. Senin yaşadığın kuşkuculuğu yaşıyorlar. O yüzden zaten buraya geldik ve diyorlar ki benim kafamda elimde para olduğu fikri var. Elimde de para var. Bu ikisi birbirine uyuyor. Demek ki doğru.
İyi güzel de ben elimde para var. Önermesinin doğru olup olmadığını öğrenebilmek için elimde para var. Önermesiyle dışımdaki elimde para olduğu olgusunun birbirine uyduğunu nereden uyduruyorsun? Nereden biliyorum yani? İlkini bilemiyorsam ikincisini bilmem haydi haydi daha zor değil mi? Başka bir deyişle elinde para olup olmadığını bilmeyen adam kafasındaki fikirle ya da önermeyle dış dünyadaki olguların birbirine örtüştüğünü ha evet örtüşüyormuş mu diyecek. Başka bir deyişle biz kendi kafamızdan çıkıp başka bir yerden bakıp burada örtüşme vardır, burada uygunluk salakat vardır deyip bu bir doğru önermedir mi diyeceğiz? Gibi dev problemler var ve tabii en önemli. Dev ve aslında hiçbir öneme olmayan problemler değil mi bunlar? Onu da düşünenler var. Onlara da deflationary teoriler deniyor. Yani minimalistik daha asgari çalışan bu kadar kavramlar işin içine sokmayalım. Doğruluk denen şey aslında elimde para olduğu önermesi doğrudur cümlesi. Elimde para vardır cümlesinin tıp atıp aynısındır.
Kaldır doğru lafını diyenler var. Bunlar da bu problemlerden korkanlar. Ama kuşkucular dış gerçekliğe hiç referansı biz kaldıralım diyenler tutarlılığa doğruluk ediyorlar. Yani diyorlar ki Iker ile Ömer arasında görece bir söylem var. Bu söylemle tutarlı olan şeylere doğru diyeceğiz, tutarlı olmayan şeylere yanlış diyeceğiz.
Bu buradan da çok büyük problemler çıkıyor. İşte Amerikalılar Aya gitmedi ya da dünya düz söyleminin ne kadar tutarlı olabileceği ne kadar ya da Sientology kilisesinin doktrinlerini düşünün. Bizim tutarlılık örgümüze hiç benzemeyen bir tutarlılık örgüleri var. Onun da doğru olduğunu söylemek kolay olmayacak. Yani birbiriyle çatışan örgüler karşı karşıya geldiği zaman ikisinin de doğru olduğunu söylemek kolay olmayacak.
Sormak istediğim yere geldin hocam. Sen bir felsefeci olarak dünya düz mü veya Amerika Aya gitmiş miydi gibi sorular karşısında ne hissediyorsun? Ne yapıyorsun? Şunu hissediyorum. Uzun süredir insanların felsefi problemlerin içerikleriyle ilgilenmelerinden ziyade felsefi problemlerin kendilerine geri dönüşleri, duygusal psikolojik gıdıklamaları üzerine düşünmeyi adet edindim.
Yani şunu söylemeye çalışıyorum. Bir insan Amerikalılar Aya gitmedi ki dediği zaman benim orada gördüğüm şey pek çoğumuzun gördüğü gibi kendini ayrıştırmak isteyen, belirsizlik karşısında kalmış, o belirsizliği kontrol etmeye çalışan, daha önce o belirsizliği kendisi için kontrol eden otoritelerin ortadan kalktığını gördükten sonra kaygıya düşen bir insan görüyorum aslında. Ve dolayısıyla bunu söyleyen kişiler komplo teorilerinin pek çokları ya da büyük resmi görmeye çalışan insanlar için de zaten bu geçerlidir. Bir mutluluk vardır. Yani o sırattaki o şeyi ben yakalıyorum.
Bu hatmin oluyor ya. Bana yutturamazsınız. Ben kül yutmam diyen bir hoca var. Ben kül yutmam aynen. Kül yutmaz. Sıraların üzerinde gezer. Aynen o işte. Bu demek değil ki Amerika Aya gitti. Bu demek değil ki bu kişi yanlış.
Ama bizim tabii ki bilgi içerikleriyle duygusal bir ilişkimiz var. Onu anlatmaya çalışıyorum. Çoğu insanın var zaten. Ve özellikle bugün geldiğimiz noktada daha önce yazma ya da kendi sesini duyurma şansı olmayan kişilerin en seçkinler kadar çok sesini duyurabildiği yeni bir dünya içerisindeydi.
Ben buna işte halk yazısı dönemi diyorum yani. Böyle bir zamanda tabii ki daha önce sözü alamayan kişiler sözü aldıkları anda seçkinlerin kendilerine anlattıkları bütün hikayelerin aslında foyasını ortaya çıkarttıklarını söyleme ihtiyacını duyuyorlar. Çünkü 100 yıllardır, 1000 yıllardır dolmuş durumdalar ve tepkisel olmak durumdalar. Biraz ergen tepkiselliğine benziyorlar.
Sizin silahlarınızı kullanıyorlar yalnız. Amerika Aya gitti mi sorusu aslında cevaplanamayacak bir soru. Nereden biliyorsun diyor. Aslında felsefenin en temel numarasına dönüyor. Nereden biliyorsun sen bunu? Şimdi nereden biliyoruz? Evet çünkü fotoğraflar var diyorsun. İşte o fotoğraflar sahteydi diyor. Binlerce şey söylüyorsun o da karşılığında söylüyor. Dolayısıyla yenemiyorsun aslında.
Tabii ki. Bu çok önemli bir şey. Sonuna kadar giden kuşkucuyu kulaklarını kapatıp la la la diyen bir insana ikna edemezsin gibi gözüküyor dediğin de bu. O yüzden de ben bunu zaten pes ettim ya da artık bununla ilgilenmiyorum. Sinir bozucu çünkü. Sürekli kulaklarını kapatmış bir insanla konuşmaya çalışmak valla vagina. O da sana diyor. O da sana kulaklarını kapatmış. Tabii tabii. Orada sıkıntım zaten yok. Ben onu kabul ettim olduğu gibi ve söyleyeceği her şeyi de kabul etti.
Ben burada bir adıma iler giderim diyorum. Evet evet. Tut ki gitmedik. Sana ne? Sana ne be adam? Tabii tabii tabii. Ya burada şey meselesi var. Amerikalılar şöyle böyle ve Aya gitmek çok önemli. Aya gitmeye büyük para. Yatırmış birisi ancak hayır gitmediler diyebilir. Yani şuraya füze koysak o kişi binecek ve hemen gidecek belli yani. Hayali o. Bu arada Rusya’da kimse demiyor böyle bir şey farkında. Olayın en rakibi olan halk demiyor böyle bir şey. Türkler diyor hiç. Yani çok enteresan değil mi bu ya?
Bana şey gibi geliyor. Bir tür mini rövanj da değil. Yalnızca bence bu insanların bir yere kadar haklı olarak kendi özgürlüklerini, kendi özgür iradelerini ifade ediş biçimleri. Ergenler için olduğu gibi. Yani bu kişiler artık ben özgürüm, benim fikirlerim sizinkilerle uyuşmayabilir hatta uyuşmayacaktır ve ben sizin dediklerinizi kabul etmiyorum diyerekten esasında saygı bekliyorlar bir açıda. Ve bunu da görmek lazım. Ben de çok daha ileriye gitmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yani karşılıklı kulaklarımızı kapatıp birbirimize bağıracağımıza. Aslında incelemeye devam ederim bu insan tipini ve neye ihtiyacı olduğunu. Peki o zaman bir soru da diyelim ki yarın nasıl açıktı dedi ki ya gerçekten arkadaşlar özür dileriz. Biz 60 yıldır yalan söylüyoruz gitmedik. Ne hissedersin? Dünyan yıkılır mı? Tamam hayır bilmiyorum hiç ilgilenmediğim bir konu ya evet yani. Daha da ileri gideyim hocam. Tamamen egzersiz olarak. Dünya düzdür dese yarın NASA. So what diye bir laf vardır yani ne olacak abi onu anlamıyorum. Daha da ileriye gidilebilir. Şöyle gidebiliriz yani NASA dünya düzdür dediğinde elindeki bir düzeni düğmesine basıp dünyayı düzleştirmiş de olabilir. O da ilginç olabilir. Bu sefer de şey çıkar değil mi? Dünya yuvarlaktır.
Aslında yuvarlak ama. Yiceri iken mortuya bağladık bu hafta. Baştan beri gösterdin ki bir sürü felsefede düşünce var. Kimisi bu soru hiç olmasın diyor kimisi işte şöyle cevaplanır diyor kimisi böyle cevaplanır diyor ama ortada duran bir şey var. Sonuçta yine de şu soru bizi bekliyor abi Amerika gerçekten ayak gitti mi gitmedi mi? Bunu bilmenin imkanı var mı? Yani herhangi bir şeyin gerçekliğini bilebilir miyiz? Bence bilebiliriz burada senin beklentin şu gerçek konusunda bir kalibrasyon yapalım.
Evet abi tekrar bir rengilaş lazım. Yani hangi konuda ne kadar sıkı bir kesinlik dozu aramamız gerektiğine ilişkin bir anlaşmaya varalım değil mi? Aslında bir saatleri ayarlamaya istihditsiz peşindeyim. Matematiksel bir gerçeklik üçgenlerin iç açıların toplamının 180 olduğu cümlesinin kesinliğiyle Amerikalılar Aya Gitti cümlesinin kesinliği farklı kesinlik düzeyleri gerektiriyor.
Eğer hepsinden beklenen kesinlik düzeyi bizim epistemik kesinlik dediğimiz yani başka türlü olması düşünülemezlik aksinin düşünülmesi doğrudan doraya bize çelişki veriyor diyebileceğimiz tarz bir kesinlik olduğu zaman hiçbir şey kesin değil gibi gözüküyor. Hiçbir şey kesin olmadığında da tipik olarak şu oluyor saçma gerçekten saçma sapan şeylerle gayet makul olan şeyler aynı kefeye konmuş oluyor. Hepsi griye boyanmış. Bu da bizi bu programı yapmaya sevk eden olaya geliyor. Amerika’daki bu baskından yola çıkmıştık. Seyrederken herhalde herkes aynı şeyi hissetmiştir. Bir tür şov sahnelenmiş bir gösteri izliyor gibiydik o kafasında garip garip başlıklar olan adamlar falan ama bir yandan da gerçeği izliyor gibiyiz. Gerçeklik hissi kayboldu gibi geliyor bana. Şöyle gözüküyor bu esasında tutarlılığa dayanan doğurluk tanımını birazcık sanki kuvvetlendiren bir örnek vermiş oldum. Ben bunu İkiz Kuleleri izlerken hissetmiştim. Gözlerime inanamıyorum. Gözlerimize inanamamamızın bir sebebi beklentilerimizin tamamen dışında bir şey olması bizi şaşırtıyor ve diyoruz ki bu gerçek olamaz. Çünkü gerçek beklentilerimizle tutarlı şeylere ancak biz gerçek ya da doğru dediğimiz için bunun doğru olmasına ihtimal vermiyorum gibi bir problem de o. Gidecek’in söylediği bir şey var. İkiz Kulelilerin yıkılışında insan Amerikalılar özellikle bu olayın travmatik gelmesinin asıl sebebi böyle bir şeyi hiç beklememeleri değil böyle bir şeyi her zaman beklemiş olmalarıydı diyor. Güzel analizmiş. Bu da ikinci bir şok biçimi diyelim. Bir tanesi hiç beklemiyordum öbürü en başından beri zaten bunun olacağını bekliyordum. Bütün filmlerle antıltlarla paranoyalarla. Zaten başlıklar şeydi ya Amerika Under Attack Amerika’ya saldıracaklar.
Evet ve yani bunun provası adeta binlerce defa yapıldı. Senin sözüne ettiğin olayda da böyle bir benzer bir şey var. Yani filmlerde ben bunu görmüştüm. Dolayısıyla bana zaten tasallut eden bir fikirdi. Sürekli bana dadanan bir kabustu ve şimdi gerçek oldu. Bu da bizi David Lynch’in en meşhur sahnesine getiriyor yani. Köşeyi döndüğün zaman bir adam var çok korkunç vesaire deyip göstermişsinin çok parlaklığı çok müthiş. Kendini doğurlayan kâhane gibi oluyor aslında.
Evet dolayısıyla onun verdiği şok tadı ile hiç beklenmedik bir şeyin bize verdiği şok tadı aslında aynı değil. Bana kalırsa iki farklı dolayısıyla tat birbirine karışmış durumda. Beklentilerimin tamamen dışında bir şey olduğu için gözlerime inanamıyorum. Ama aslında beklentilerimin içerisinde de olan bir şey olduğu için daha da tekinsiz bir his yaratıyor. Yani ne bileyim ben birden bire kapıdan içeriye ne bileyim ben Erol Büyükburski girebilir aslında. Öldü hocam. Öyle mi? Aaa! Girerse ben pencereme atayım.
O zaman gerçekten beklentilerimizin ötesinde. Dün kendisini düşündüm ya. Şey diye bir lafı vardı ya öyle bir insan düşünün ki o benim. Dünyanın en güzel lafı değilse bu nedir yani? Çok güzel ama soruyu ben tekrar başa döndüreceğim. Kedi hiç şeyi düşünmüyor. Dünya yuvarlak mı? İşte Amerikalılar ayağa gitti mi? Hocam kediler bizden daha mı akıllı? Ya gene bir kalibrasyon meselesi yani ya da evrimsel olarak konuşacaksak evrimsel niş açısından tabii ki bakmamız lazım.
Yani hangi aralıkta kim ne kadar akıllı da önce konuşmuştuk. Merle Ponti’nin bir lafı vardı. Eğer bir köpeğin zeki olup olmamasını anahtarla bir kapıyı açıp açmamasına göre ölçüyorsanız siz gerizekalısınız. Siz! Evrimsel olarak tabii ki hangi niş içerisine yerleşmişse oradaki aklının son derece parlak olacağını beklememiz lazım. Ki baktığımızda zaten gayet de akıllılar.
Ancak bizim bugün teknolojiyle, uygarlıkla vesaire çok hızlı çevremizi değiştirebilmemiz, evrimden daha hızlı bir şekilde çevremizi değiştirmemiz sonucuna ulaşıyor. Eğer olunca da tabii ki çevreye uymayan vücutlar, adapte olamamış durumlar falan filan olabiliyor. Ve o noktalarda tabii ki aptal görünüyoruz. Ben Alexander Platz’a gittiğimde hani benim tekerleklerim demiştim. Koskocaman dünüz bir ortam, tekerleksiz. Ya tekerleksiz olunca aptal oldum ben orada. Ben aptalım burada yani.
İnsan çok kopmuş gerçekten geliyor. Gerçek meseleleri aslında çok temel ya. Doymak, sevişmek, sevilmek, takdir edilmek, oynamak böyle şeyler. Fakat gidiyor işte NASA var mı NASA gitti mi, Amerika var mı yani sana ne? Ama hala o takdirin bir parçası. Yani ıssız bir adada o kişi bütün bunların peşini bırakacaktır mesela.
Issız bir adada bir komplo teorisi seni hala komplo teorisi kuruyor ise hakikaten ileri yani beni aşırı olabilir. Yani şey demeye çalışıyorum başka insanlarla bir rekabet içerisinde ve bir takdir kazanma çalışması içerisinde bir manası var. Çok açık bir şekilde bizim politik varlıklar olduğumuzu, hep dipdibe olduğumuzu ve birbirimize muhtaç olduğumuzun bir göstergesi aslında.
Ve yani senin dediğin şey doğru ben de işte bunun mekanizması olarak insan dilinin diğer hayvanların iletişiminden fersah fersah farklı olması gerektiğini düşünmemin sebebi buydu. Ve insan dilinin diğer hayvanların iletişim biçimlerinden birinci elden olmayan deneyimlerin anlaşılması ve aktarılması yedisi olduğunu söylememin sebebi de buydu. Yani birinci elden deneyimlememişsin, Amerika’nın Ay’a gitmesi de gitmemiş olması da bunların hepsi kedilerin hiçbir alakası olmayan insan forkleru bunlar işte.
Yani insanlar bu halk dansı, insanlar bunu yapıyorlar. Senin pozisyonda şöyle bir şey var, ah sanki datçaya gidebilsek der gibi yani bir tür nostaljik bir, bir tür romantik bir şeyle de söyler gibisin yani hayvanlara gıpte eder gibi bir halin var sorun gereği. Biraz öyle aslında yani Kuzey Amerika’da galiba 50 milyon kedi varmış, evde tutulan kedi varmış. Şimdi kedileri bir şey olarak düşünsek diyelim ki onlar akıllıymış hani tırnak içinde. Aslında baktığın zaman insan ırkını şey altına almış oluyorlar. Bize sürekli mama getirip kürekle boklarımızı temizleyen bir aynı komplo teorisini buna da kurarsın yani kediler aslında insanları. Doğru o zaman çok şahane bir şey yapıyorlar çünkü insan kedilerden farklı olarak çok karmaşık bir iletişim sistemi içerisinde. Cep telefonlarıyla falan yapıyorlar bunu. Bayağı delice bir. Kendinden daha üst bir uygarlığı.
Yapabilir yapabilir imkansız değil niye yapmasın yani bakteri ileri şey olduğu için ya da virüs ileri teknolojide olduğu için mi bizi kullanıyor? Hayır gördük yani alt tarafı diyeceğimiz bir virüs neler yapabiliyor yani bunun şeyle hiçbir alakası yok. Tabii o da yok biliyorsun. Olabilir. Ona da yok diyen var ya. Ben buna kuşkuculuk diyorum ve şey bir kuşkuculuk. Tam buna gelecektim. Sizin felsefe olarak büyük günahınız yok mu bunda? Hayır insan doğası böyle bir şey. Niye?
Bu tür kuşkuculukları söylemle de aslında doğruladınız ya. Çok ilginç bir şey keşfettim bu düz dünyacılarla ilgili bazen bana küfrediyorlar. Beni tamamen bilim dışı olmakla gözlerin kör diyor herifler. Yani şimdi hayatını gözü kör olmasın diye harcamış bir insana diyorsun ki aynı nedenlerle sen tamamen körsün. Bu acayip bir çatışma var. Evet gerçekten dilden ileri geliyor ve kulaklarını kapatıp bu kişiler istediklerini lalala söyleyebilirler. Ve senin için de bu geçerli.
G致 yㅎㅎ hoorow Quickly bro immediately o bir bypass Now I am told Now I am told Schange Inanla Sange sange likely likely likely likely
Bu ikramlılığı güzel bir hareket olmuş oluyor. Bunları nasıl yapacağımı bilmiyorum ama. Güzel sığındın ama işte şimdi soru geliyor hocam. Eyvah var mı? Hazır mı sende? Ben ne yapalım o zaman? Ne yapalım? Neye inanalım? Yani aslında şey şaka bir yana. Neye inanalım abi o zaman? Şimdi çok garip bir durumda kalıyoruz. Soruyu soracağından emindim İlkerciğim. Tahmin etmiştim. Alçak İlker her zaman. Neye inanalım sorusu çıkıyor hakikaten. Yani felsefe, bilim bunlar bize yol gösterecek ya güya. Asife bence birazcık yolu dinamitleyen bir şey olarak niye düşünmüyor? Ya da dinamitleyerek de olsa sonuçta bir yöntem gösteriyor olması lazım. Elindeki para var mı sorusu gibi düşün. Bunu bugün artık başka şekillerde de kanıtlamak mümkün yani. Sen artık sadece şeye güvenmek zorunda değiliz. Ömer’in beyanına güvenmek zorunda değiliz. Detektör var, kamera var, skaner var. Yani bir sürü şey var orada o paranın gerçekten olup olmadığını anlayabiliriz. Doğru ama düşün ki yani yeni bir normale doğru gidiyoruz. Yani şu anda normal dışı bir durumdayız.
Eski normale dönmeyeceğimiz belli yeni bir normal olacak. Yeni bir normal de şu anda bizim hayatımızı yönlendiren var sayımların dışında var sayımlar altında yaşıyor olabiliriz. Yolculuk etmek, flört etmek, vücutların sınırları, hayvanlarla ilişkiler, para. Tüm bunlar yeniden tanımlanacak olabilir. Tüm bunlar yeniden tanımlanacaksa ya bilim felsefe bize gerçekleri göstersin, halkı aydınlatsın. Beklentisi aslında demode bir beklentiye benziyor. Tam burada işte korkunç kopuyoruz.
Yani şunu diyorsun bir saatleri ayarlamaya istihdisi kurulamaz diyorsun. Bir sürü fetret devri bu. Eski normal bitmiş, eski normale dönülemeyeceği epey belli. Yeni bir normal çıkacak ufukta pek yok. Zor bir dönem, kaotik bir dönem. Düzenin değiştiği ve yeni bir düzenin gelip gelmeyeceği de belli olmayan bir dönem. Bu kaosun zaten tanımında olan bir şey. Bu dönemde ben birazcık korkmamayı salık verme taraftarıyım. Yani sende gördüğüm şey haklı olarak eyvahlar olsun. Yani düzen yıkıldı ve ne yapacağız?
Ama ben bu eyvahlar olsun bizi kurtarın, bize yol gösterin, bize kılavuzluk edin. Bakış açısının dışında da bakış açıları olabilir demeye çalışıyorum. Diyelim ki Kant’ın aydınlanma nedir yazısının başında söylediği şey aydınlanma insanın kendi kendisini maruz bıraktığı bir tergen olmama halinden çıkıştır. Bu iki anlama geliyor. Birincisi anne baba biz ne yapacağız? Bana yön verin sayın din lideri, bana yön ver sayın bilim insanı filozof ya da bilim insanı deme halinden çıkıp
anlama ve bilme projesinin sorumluluğunu tamamen üstüne almaktır aydınlanma demeye çalışıyorum. Vay hocam sizi tebrik ediyorum. İlk defa doğru cevabı verdim size. Yani aslında dedi ki seyirciler için çevireyim bu soruyu sormayın artık. Tarihi bir ana şahitlik ediyoruz. Ne yapalım sorusu kendi içinde her zaman kandırılmaya mabar. Ne yapalım sorusu daha önce de demiştim yani ne yapalım sorusunu bırakın belki de bir şey yapmamak bunun üzerinde düşünün. Ne yapalım sorusunun kendisi bana sahip çıkın bakış açısı var.
Oysa bilim insanı filozof hepimiz aynı gemideyiz bir. İkincisi benim görevliliğim kadarıyla hakikatler, gerçekler, doğrular belli bir son kullanım tarihi değil ama belli bir mihatları var. Belli bir iç ömürleri var. O ömürleri dolduğunda ölmüyorlar yeniden keşfedilmeleri gerekiyor. Örnek veriyorum aydınlanma da olabilir. Atatürkçülük de olabilir. Dinler de olabilir.
Pythagoras’ın teoremleri de olabilir. Pythagoras teoremi sırf biz biliyoruz akare artı bekare işte de cekare kardeşim. Deyip geçirebilecek bir şey değil. O bir fikir ve sen onun künhüne varmadıkça bana a’lar b’ler yazmanın hiçbir faydası yok. Senin oraya geri dönüp Pythagoras teoremini baştan keşfetmen lazım. Künhüne varmak zaten. Künhüne varman lazım ve bu künhüne varmak insanoğlu gözüne varmak demek yani anlamak demek.
Fensefede bilmek kadar anlamak meselesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum ve genel olarak eğitimde de biz bilgi bilgi bilgiden söz ediyoruz ama anlamak bence çok daha güçlü bir proje ve dediğim gibi gerçeklerin kendilerinin içerikleri değil de biz tarihsel olduğumuz için biz zamanla doğruları duyuyoruz duyuyoruz sonra sıkılıyoruz. Tezber haline geliyor ve bir kulağımızdan girip bir kulağımızdan çıkıyor ya da içimize işliyor ve zaten gene onu göremez hale gidiyor.
Yani bizim kalkıp bugün en varsaydığımız şeyi bir de baştan keşfetmemiz gerekecek. Dünyanın düzlüğü buna neden dahil olmaz? Hocam az önce açıklandın Asa’dan dünya düzmüş. Öyle mi? İnanmıyorum oğlum kahretsin. Sahte ile gerçek olan arasında bir koku farkı yok mu? Benim üçkağıtçı olduğumu düşün. Ben aslında kötü biriymişim burada tezgah yapıyorum veya sana sahte para veriyorum. Benim iddiam o mutlaka belli eder kendini diyorum. Sen etmez mi diyorsun?
Baya gidilmeseydi bu bilinirdi bu hissedilirdi. Bu kadar iyi kopyalayabileceğini düşünmüyorum insanların. Gerçek kendini haykırmaz mı? Dünya yuvarlak abi yani kusura bakmayın ama yani. Kendi içinde gerçeğe baktığınızda gerçeğin evet kendini sürekli ele vermek gibi bir tür huyu varmış gibi gözüküyor. Işıldar yani o an. Işıldar gibi ama biri yandan demin söylediğim şeye de inanıyorum nasıl oluyorsa.
Bu gerçek denen şeyler her nelerse bunları her kuşağın, her 80 yılda bir, her 100 yılda bir, her 20 yılda bir yeniden keşfetmesi lazım. Yani insan ömrünün uzunluğundan ileri gelen garip bir körleşme ve körelme oluyor gerçeklere karşı. Ben bunu ne zaman anladım biliyor musun? İnsan ömrünün uzunluğunun esasında epistemolojik meselelerde ya da genel bütün sosyolojide, psikolojide çok önemli olduğunu şeyde anladım.
Ben gençliğimden çıktım, yaşlandım. Hala korku filmi yapılıyordu. Nasıl oluyor yani? Hala boy bandler çıkıyordu yeni. Ben zannediyordum ki benim kuşağımla özgür. Yani belli bir saykılda tekrar onun aynısını yapıyorlar tabii ki. Başka bir değişle her gerçek yeniden keşfedilmeye muhtaç aslında. Dediğim gibi 1 artı 1 eşitrik 2 içinde bu geçerli. Pythagoras teorimi içinde bu geçerli. Ideoloji içinde bu geçerli. En son bir Aristoteles üzerine işte zizek okumayıp bunları kıyarak yapmış olduğum şey 15 sene boyunca bunları soni teneffüsle biraz yaşar hale getiriyorum. Ve o zaman anlıyorum ki oha buradan bir gerçek çıkıyor esasında. Bir ışık çıkıyor, bir canlılık çıkıyor. 15 sene çalışınca önce biraz çıktı. Bu esasında mesele aynı şeyi Wittgenstein içinde zizek içinde yapmamız lazım.
Bir tür zizek okuru olabilir. Bir tanesi kulaktan dolma zizek okuru olabilir. Diğeri zizeğin hegelle olan tartışmasını çok iyi bilen, lakanı zaten yalayıp yutmuş olan ve lakanın nereden geldiğini zaten kendi psikolojisinde hisseden. O yüzden de zizeki özümsemiş olan bir kişiden de söz edebilir. Dolayısıyla zizek de yeniden keşfedilmeyi icap ettiriyor. Her şey yeniden keşfedilir. Her şey Aristoteles de böyle. Karajoğulan, Baht’a böyle. Hepsi böyle yani.
Peki şimdi seyircilerimize ufak bir oyun yapalım. Size desem ki hocam aslında siz burada değilsiniz başka bir yerdesiniz. İnanır mıydınız? Ay korktum. Hocam siz şu anda bir uzay gemisindesiniz. Say what? Şu an seni başka bir yere koyduk. Bunun gerçek olmadığı anlaşılır diyorum. Yani bunu niye diyebilir misin abi? Bir deneyelim bakalım.
Ben küçükken bu ay fotoğraflarına ilk baktığımda hiç şeyi düşünmemiştim ya. Bu yalan olabilir mi? Yani sen düşünmüş müydün? Hayır düşünmemiştim. Neden düşünmemiştim biliyor musun? Çünkü insanlar doğdukları zaman çok zayıf, hayvanlar oldukları için ebeveynlerine, yetişkinlere çok bağımlılar. O yüzden güvenme çipi açık olarak doğuyoruz biz. Güvenmeme çok sonradan gerçekleşen bir şey. O yüzden bizde bir by default avanaklık var. Bu da olabilir. Ben daha çok şey diye düşünüyordum. Sahteyi anlar çocuk bence.
Bir psikolog şey demişti mesela ebeveyn ilişkilerindeki tiyatroyu çocuklar hemen anlar. Çocuklarda inanılmaz bir sezgi var. Tabii ama buna dikkat etmek lazım çünkü kötüye de kullanılabilecek kişi olabilir sonuç olarak. Rasyonel bir şey olmadığı için kontrol mekanizmalarının çok ötesine geçiyor ve paranoyak olman takip edilmediğin anlamına gelmez. Görüşmek üzere.
Ömer? Ömer? Abi koltuk…
İlk Yorumu Siz Yapın