Helvacı Çocuk | Mesnevi’den Hikayeler 4. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=8YL6XYu4X0Q.
Evet sevgili dostlar, bizi sağlıkla bir araya getiren Allah’a şükürler olsun.
Bir aradayız. Lakin sağlık, sıhhat önemli de şu ruhun hastalığını ne yapacağız? İşte o mevzud derin. Ruhunun en derinine öldürücü bir diken saplanmış da haberin yok. Görünür de sağlıklısın, yerinde duramıyorsun. Her şeye aşırı derecede ilgilisin hatta.
Daldan dala çekiyor, hiçbir şeyden geri kalmıyorsun. Gecelerin ışıl ışıl, gündüzlerin yoğun. Senin devrin olduğunu söylüyor alkışçılar. Üstesinden gelemeyeceği yok diyorlar senin için. Yani her şey yolunda. Öyle görünüyor sonuç olarak. Fakat nadiren de olsa tuhaf bir haller oluyor sana. Kimselere açamadığın bir sır. Aynaya baktığında ifaden yabancı.
O zaman kalıyorsun bir an. Gözlerinin ardından bakanı tanımadığını fark ediyorsun ya. İşte öyle bir şey. Kelimelerle tarifi tam da mümkün değil aslında bunun. İşte o kısacık anda ucunu gösteri veriyor diken. Hemen ardından bir mesaj sesi duyuyorsun içinden cızz eden. Kaygıdan kurtulmanın en kolay yolu çağırıyor seni o zaman. Her şey yok sayış başlıyor. Daha da erteleniyor yüzleşme vaktin. Zaten bir süre sonra basiretinde kaybolacak ne acı. Yine de ben demeye devam edeceksin. Kendinden ve dertlerinden habersiz. Ah şu benlik yok mu? Yalancı limanı insanın.
Dönüp dolaşıp oraya sığınacak çaresiz. Aynadaki soru cevapsız kalmış kimin umudunda? Sen kimsin? Nasıl yumuşayacak bu kaskatı kesilmiş halin? Nasıl bulacaksın ne aradığını bilmeden? Kirlendiğini fark etmeden nasıl temizleneceksin? Biz yalnız sormakla yetiniriz ama mevzu çok tez.
Madem öyle cevabını cömertliğiyle namsalmış Şeyh Ahmet efendi versin ne dersiniz?
Cömert dedik Şeyh efendi için. Zengin değil hatta borç için de kazanmış bu sıfatını. Yok mu güzel borç verecek olan Allah’a? Büyüklerden varlık sahiplerinden borç alarak fakirlere dağıtırmış efendi. Öyle ki yaptırdığı bu tekke bile borç parayla. Nasıl ödenir bunca borç diye dertlenirken ahali Şeyhin içi rahat. Dalı veriyor uykuya başını koyuyor yastağa. İşin aslı şöyle. Halil İbrahim hazretlerinin çölden sırtlandığı kum nasıl dönüştüyse bir çuval ona.
O da borcunu öder dururmuş gelen armağanlarda. Şeyh efendi hasbi adam ne derse eyvallah.
Çünkü biliriz aşikar. Tekkesi de malı da canı da fi sebilillah.
İnsan her zaman peşin olana meyaldir derler. Verdikçe eksildiğini düşünür zahire bakan. Oysa hadise şerifte şöyle buyruluyor. Dua eden melekler vardır çarşıda, pasarda. Fazlasıyla ver derler yoksulu kollayıp ihsanda bulunanlara.
Cimrilerin malını ise yok et. İman ettik deyip inanmazlar verdikçe artacağına. Kimin malından kimi de canından.
Hz. İsmail misali tereddüt etmeden uzattı bıçağın altına boğazını. Allah nasıl kestirmediyse o boğazı Ahmet kulunu da mahcup etmez alacaklıların karşısında. Yıllarca gayret etti Şeyh efendi. Asıl vazifesiymiş gibi zenginden alıp halka verdi daima. Tohum orman demektir bilene.
Efendi de iyilik tohumları ekti ecel gelene kadar. Günün birinde uzun uzun aynaya baktı efendi. Nihayet dedi. Yaklaştı göç vakti.
Anladı ömürsel mayesini tükettiğini. Ağırlıklardan kurtulup vermek istiyordu son nefesini. Parmak uçlarında yaşayanlara böylece örmek yalaşırdı.
Kurumuş bir yaprağın düşmesi gibi.
Dışarıdan kesik kesik gürültüler doluyordu odaya. Alacaklılar toplandılar hastanın başına. Şeyh efendinin rengi soldukça umutları kesildi alacaklıların.
Suratlar asıldı, övgüler azaldı. Gönüllerindeki para derdi ise arttıkça arttı. Şu kötü zanlara kapılanlara bak. Benim borcumu ödemek için Allah’ın 400 dinar altını yok mudur diye geçirdi kalbinden Şeyh efendi.
Bir çocuk sesi duyuldu dışarıdan. Helva helva helvacı helvalarım var tezgahımda. Şeyh kendisine hizmet eden müridine işaret etti. Dışarı çık da alıver şu helvaların hepsini. Tevekkül edenlere has bir tebessüm belirdi dudaklarında. Mahsun oldu gönül. Tatlı yerken acı acı bakmazlardı belki ona.
Ey çocuk dedi mürid. Malının hepsine talibim. Erkenden eve gideceğine sevindi çocuk ve şükretti. Bugün de ne güzelmiş talihim dedi. Hepsine yarım küsur dinar dedi helvaların.
Cevap verdi mürid. Bugünlük işin tamam olacak. Fazla kar isteme sufilerden. Yarım dinar verebilirim sana ancak. Mürid kabı bıraktı.
Alacaklıların önüne şöyle bir. Şeyhinden emin geri çekildi yavaş yavaş teslimiyetle. Bu helvalar dedi sizlere ikramımızdır. Helal olsun yiyin afiyetle. Boş aldığı gibi kabını geri aldı çocuk. Yarım dinarını istedi. Şeyh umutsuzca iki yana salladı başını. Evlat nereden bulup da vereceğim sana paranı?
Ben borçluyum. Bu şekilde ahiret yolcusuyum. Çocuk önce şaşırdı. Sonra kızıp yere attı elindeki kabı. Aldatılmak ağır geldi küçücük kalbine.
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Keşke iki ayağım kırılsaydı. Keşke külhan çevresinde dolaşsaydım da tekkenin kapısından geçmeseydim. Nerede kaldı bu kapıdaki yücelik? Önce köpekler gibi pis boğazlık eder sonra kedi gibi yalanıp temiz görünürsünüz el aleme. Ne olsun böyle dervişlik? Çocuğun feryadı topladı bütün ahali başına. Alacaklılarda daha fazla sabredemediler bu rezalete. Döktüler içindekileri. Bizim malımızı yedin. Şimdi ahirete götürüyorsun yaptığın kötülükleri. Böyle şey olur mu? Sen nasıl dervişsin? Sen bu çocuğa zulmettin. Niye ona böyle davrandın? Bunlar sana vebal olarak yetmiyormuş gibi bir de o çocuğa mı eziyet ettin? Hiç kimseye cevap vermeden gözlerini kapadı Şeyh Efendi. Kendi alemine çekildi. Bana bak dedi çocuk.
Ey taş yürekli. Sen böyle umarsız dururken ustam senin yüzünden öldürecek beni. Efendi daha da yatağın içine gömüldü. Yorganın altına çekti ay gibi nurlu yüzünü.
Ne kınayıcılara aldırış etti ne de ekşi suratlılara. Bambaşka bir tatlılık bulmuştu gönül köşkünde. Ezerledi hoştu başı, ecelledi. Ruh bir adamın gözünden öperse o kişi gam yer mi felekten?
Kalbi mutmain olan dem vurur mu şüpheden? Hz. Peygamber selam olsun. Allah’ım sen de. Geceliğin ayı ikiye böldü. Apaçık şahit oldu da göremedi Ebu Lehe.
Çünkü bu başka bir körlüktü. İkindi namazına kadar ağladı Sabi. Onu böyle ağlatmaya değmezdi aslında. Koca koca adamlar toparlanıp veremediler yarım dinarı aralarında. Basiretleri bağlandı diye düşündü mührü. Ezan okunmaya başlarken sırlı bir tabak bırakıldı tekenin kapısına. Mürid elinde tabak içeriye girdi. Bıraktı tabağı şeyhinin önüne, huzurunda saygıyla eğildi. Hem mal hem de hal sahibi biri şeyhin sıkıntıda olduğunu duymuş, tabağı armağan olarak göndermişti. Üzerindeki örtü kaldırılınca halk şeyhin kerametine şahit oldu. Vay! Ey şeyhlerin şeyhi nasıl bir haldir bu böyle? Başka biri atıldı hayretle. Bu ne sırdır efendi? Bu ne sultanlıktır? Söyle bize.
Alacaklılar biz senin büyüklüğünü bilemedik demeye başladılar. Saçma sapan ulu orta sözler söyledik. Affet Allah aşkına bizi. Biz körcesine salladık elimizdeki değnekleri.
Bu sebepten kırdık gönül kandillerini demeye başladılar. Kulaktan kulağa yayıldı sokaklarda tekkeye gelen armağan. Bir büyük keramet kaldı şehre Şeyh Ahmet Efendi’den yadigar.
Gelen tabağın bir kenarında tam 400 dinar vardı. Diğer kenarında ise kağıda sarılmış halde yarım dinar. Hiçbirinize kırgın değilim dedi efendi. Affettim bütün kırıcı sözlerinizi. Helvacı çocuk ağlamasaydı şayet köpürmeyecekti rahmet denizi. Sizin borcunuz da ödenmeyecekti. Bu yüzden ağlattım garip oğlunu. Ve ölmeden yedirmiş oldum işte sizlere helvamı. Vay! Göz çocuğunu ağlatan muradına erdi der Hazreti Pir. Affedilmek isteyen gözyaşıyla giydi lütuf elbisesini ve ruha batan dikenler onun suyuyla yumuşayıp temizlendi.
Gönlü kararan kalbi katılaşan onunla çözdü düğümlerini. Göz yaşına hazırlamak için kalbini sadeleştir hayatını. Azalt çevrendeki gürültüyü. Sayılardan bir sayı olmadın sen hiçbir zaman. Kulağı kirişte olsun.
İçine dön fark et cevheri. İşte o vakit duyacaksın helvacı çocuğun sesini. Lahtah sen üzülme. İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme.
Rahman ben kırık kalplerdeyim buyurmadı mı? O halde ne diye üzülürsün ey can? Gündüz gibi ışıyıp durmak istiyorsan gece gibi kapkaranlık nefsini yang. Derdin var diyorsun. Dert insanı Hak’ka götüren Burak’tır. Sen bunu biliyorsun.
Sanma ki dert sadece sende var. Şunu bil ki sendeki derdi nimet sayanlar da var. Umudunu yıkma. Yusuf’u hatırla. Dert neredeyse deva oraya gider. Yoksulluk neredeyse nimet oraya gider. Soru neredeyse cevap oraya verilir.
Gemi neredeyse su oradadır. Suyu ara. Susuzluğu elde et de sular alttan da yerden de fışkırmaya başlasın. Dünya malı Allah’ın tebessümüdür. Ona bak ama sarhoş olma. Lahtah sen üzülme. Irmağa deniz denize okyanus sığmaz. Aşık olmayana anlatsan da ben sen anlamaz. Hak’ka ulaşmak için yoldur desen kimse inanmaz. Gönlünde zerre-i miskal şems olmayan yanmaz. Yanamaz. Ayağın kırdı diye üzülme. Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek. Kuyu dibinde kaldın diye üzülme. Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu. Unutma.
İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara. Geçmiş ve gelecek insana göredir. Yoksa hakikat alemi birdir. Bu alem bir rüyadır. Zanla kapılma ey can.
Rüyada elin kesilse de korkma elin yerindedir. Dünya bir rüya ise başına gelen felaketler de geçicidir. Neden çok üzülürsün ki? Her şey üstüne gelip de seni dayanamayacağın bir noktaya getirdiğinde sakın vazgeçme. Çünkü orası gidişatın değişeceği yerdir. Bu alemin, bu kainatın kitabı sensin. Aç da kendini oku ey can. Kainatın en uzak köşesi senin içinde ufak bir nokta. Ama sen bunun farkında bile değilsin.
Derdin ne olursa olsun korkma. Yeter ki umudun Allah olsun. Herkes bir şeye güvenirken senin güvencen de Allah olsun. Hiçbir günah Allah’ın yüce merhametinden büyük değildir. Ama sen yine de günah işlememeye bak.
La tahzen, üzülme. Derdin ne olursa olsun bir abdest al, nefes gibi ve bir secade ser odanın bir köşesine. Otur ve ağla. Dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi bilir. Unutma. Dua ederken ona kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı gönlü kırık kişiye doğru uçar. Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, tozu kovmaktır. Allah tozunu alıyor diye niye kederlenirsin ey can? La tahzen, üzülme. Bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur. Şu uçan kuşlara bak. Ne ekerler, ne biçerler. Onların rızkını düşünen Allah seni mi ihmal edecek sanırsın?
Yeter ki sen istemeyi bil. Belalar sağanak yağmurlar gibi yağar. Ancak başını onat tutabilenler aşk kaydına geçerler. Bela yolunda muayyen bir menzildir aşıklık. Her nereden gam kervanı gelse de aşk derdinde olan kişi baş derdinde değildir.
Evet sevgili dostlar ben diyeceğimi dedim. Bir de işi ehline soralım ne dersiniz? Hadi buyurun. Helvacı Çocuk hikayesindeki ana problem nedir? Yani bu hikaye neyi anlatıyor sorusunu sorduğumuzda şöyle bir cevap vermek mümkün.
Hikayede en can alıcı sahne çocuğun feryat-i figan ettiği sahne aslında. Yani büyük bir öfke, kızgınlık veya çığlıkla elindeki kabı yere atıp susturulamaz şekilde ağladığı sahne.
Hikayenin en böyle gözün gözümüzün içerisine sokarcasına maksadını anlattığı kısım bu gibi görünüyor. Hikayenin bütününü dikkate aldığımızda aslında hikaye tasavvuf gelininde çokça atıp yapılan bir hadisin şerhi olarak değerlendirilebilir.
Yani herkesin bildiği bir hadis-i şerif vardır. Bir hadisi kutsiyle Allah kulun bana en çok farz ibadetlerle yaklaşmasını severim ardından bana yaklaşmaya devam eder sonra nafilelerle yaklaşmaya devam eder ben onun nihayet gören gözü işiten kulağı tutan eli olurum der.
Tasavvuf geliniği açısından, mutasavvular açısından bu hadis son derece önemlidir. Bu hikayede şeyhin kişiliğinde biz bunu çok net bir şekilde görürüz. Demek istenen şey tam olarak şudur. Kişi bütünüyle Allah’a yöneldiğinde, sufiler buna teveccüh ile Allah diyorlar yani bütünüyle kendisini Allah’a verdiğinde Allah’ı hakiki anlamda vekil kılmış olur.
Yani Allah’ı vekil kılmak ne demektir? Allah’ı vekil kılmak işleri Allah’a haval etmek diye anlatılır bu anlatılırken ama kişinin kendisine düşen şey ile birlikte kendisine düşen şeyleri yapması fakat yapanın edenin, fainin Allah olduğuna ilişkin mutlak bir şura yani kaybolmaz bir şura sahip olması demektir.
Hikaye bize temelde Şeyh Efendi’nin şahsında bir kişinin aslında gayesi hak olduğu takdirde gayesi Allah olduğu takdirde hayattaki maksatlarını ve işlerini onun adına Allah’ın nasıl yaptığını anlatır.
Fakat dediğim gibi burada kulun gayesi ile hakkın gayesi özdeş hale geldiği takdirde sufiler böyle bir şey olduğundan söz ederler. Meşhur imamlardan Şatib’i ihlaslı tanımlarken der ki ihlas şahriyin yani Allah’ın maksadıyla bir amelde Allah’ın maksadıyla kulun maksadının örtüşmesi demektir. Şimdi maksatlar örtüşünce aslında fiiller de örtüşür. Ne zaman kulun fiili hakkın fiili haline gelir sorusunun cevabı burada ortaya çıkar. Yani iki maksat tam olarak örtüştüğünde kulun fiili de hakkın fiili haline gelir.
Ama hikayenin en can alıcı sahnesi olan çocuğun ağlama sahnesi yani ilk bakışta aslında hikayenin can alıcı sahnesi Şeyh Efendi’ne tepsi içinde altınlar geldikten sonra insanların tekrar Şeyh Efendi’nin özür dilemesi gibi görünebilir. Ama can alıcı sahne çocuğun ağlaması ve feryade figan ettiği sahnedir.
Sebebi de şu kul maksadını hakkın maksadıyla örtüştürse bile hakkın iradesini iradesi için tabiri caizse bir itki bir sahip görevi gören şey aslında kulun teslimiyetidir.
Bir hadiste Hz. Musa’ya Cenab-ı Hakk’ın ey Musa bana bende olmayanla gel buyurduğu söylenir. Hz. Musa cevaben ya Rabbi sende olan nedir olmayan nedir ki diye sorar. Bende olmayan teslimiyettir muhtaçlıktır fakirdir der Cenab-ı Hak. Bak şimdi fakir ve teslimiyet hakkın kula olan rahmetini yani kulun fiilini kendi fiilini haline getirmesini sağlayan ana sahip görevini görür. Bu manada hikayenin aslında en önemli kavramı hikayenin bütününü tavsif eden kavram fakir kavramıdır. Meşhur bir söz vardır fakir benim övüncümdür diye. Şeyh Efendi’nin övüncü bu fakirden kaynaklanır.
Yani insanların Şeyh Efendi’ye olan teveccühü de Şeyh Efendi’nin Allah karşısındaki fakrından kaynaklanır. Allah’a muhtaçlık arzından kaynaklanır. Fakat hikayenin bize sunduğu bir önemli parça daha var yani bütün bunu tamamlayan bir önemli parça daha var. O da şu aslında biz ekseriyetle birisinin fiillerini değerlendirirken buna en geniş anlamda Allah karşısındaki kulluk fiilleri diyebiliriz.
Yani o işin fiillerini değerlendirirken sanki bir olayda iki özne varmış gibi hareket ederiz. Yani Allah’ı bir tarafa kulu bir tarafa koyarız ve ikisi arasındaki ilişkiyi düşünürüz. Aslında bütün hikayelerde özne tektir, fail tektir, Allah’tır fail. Onun dışındaki her şey o failin fiillerinin ortaya çıkmasını sağlayan bir hikaye unsurları olarak gündeme gelir.
Şeyh Efendi’nin hikayesinde yani bu Helvacı Çocuk hikayesinde hikayenin anlatımı bizi sürekli Şeyh Efendi etrafında döndürür ama dikkatli olmak lazım. Şeyh Efendi ile birlikte kendisinden alacaklı olanların hazır bulunuşu hikayenin bir parçasıdır. Yani o ilahi fiilin bir parçasıdır. Helvacı Çocuk ilahi fiilin bir parçasıdır.
Aslında hikayede görünmeyen, adı geçmeyen veyahut da son adan hikaye en son dahil olan zengin hayırsever hikayenin bir parçasıdır. Her birinin fiili Şeyh Efendi’nin Allah ile ilişkisinde maksat uyumu ile anlam kazanıyor. Burayı gözden kaçırmadan daha dikkatli düşünmek gerekir işin doğrusu. Yani zenginin fiili de Helvacı Çocuk’un fiili de Şeyh Efendi’nin fiili de hayırsever zenginin fiili de.
Yani o alacaklılar ve hayırsever olanları ayrı ayrı düşünen hepsinin fiili veya orada hizmet eden dervişin fiili de ortada tek bir maksat var. O maksat Şeyh Efendi’nin zihniyle Allah’ın muradı arasındaki örtüşmeyi ifade ediyor. Bu maksat etrafında anlam kazanan bir fiiller topluluğu. Dolayısıyla aslında fiil tek. Fiil tek. O fiil kul Allah’a yöneldiği ve fakrını arz ettiği zaman Allah onun talebini o kul adına çeşitli vesilelerle kullanarak yerine getirir. Fiil bu. Ama o fiilen gerçekleşmesi için pek çok unsur devreye girer. O nedenle hikayenin en temel kavramı kulun Allah’a muhtaçlığını arz etmesi. Ama muhtaçlık arzı sadece niyet seviyesinde kalırsa netice alınmakta güçlük çekilebilir.
Muhtaçlık arzı ancak o muhtaçlığı fiillere dönüştürdüğümüz hak için ya da halk için görünür hale getirdiğimizde ilahi murada sevk eden ya da ilahi iradeyi tabiri caizse harekete geçiren bir anlama dönüşür.
Bu açıdan bakıldığında hikaye bütün de Allah’ın kulun fiillerini kulun fiillerinin hakiki faile olduğunu gözler önüne serer. Hikaye daha derinleştirildiğinde aslında Allah’ın kulun gören gözü tutan eli olmasını anlatan hadisin hadisi kutsinin el an fiilen yaşanan bir durumu farklı bir dille ifade etmek oluşunu anlatır.
Yani Allah zaten kulun gören gözüdür tutan elidir zaten böyledir bu durum. Sorun kulun buna dair idrake sahibi olması buna dair farkındalar ve ayıklığa sahip olmasıdır sorun budur.
Hikayenin sonunda da bundan dolayı zenginlerin helvacı çocuğun ve dışarıdan şey efendiye destek amacıyla altın gönderenin yahut hizmet eden dervişin şeyh ile birlikte bu ayıklığa ulaştığı ve bu ayıklığa sahip olduğu anlatılır. Hikaye bizi nihay talilde oradaki müridin zengin kişinin helvacı çocuğun ya da alacaklıların durumu değil şeyhin durumuna ulaşmaya teşvik eder çünkü sürekli ayıklık şey efendidir. Yani aslında onları hakka ilişkin bir maksat etrafında organize eden de şey efendidir.
Bu sebeple din daima nihayi amacın yani Allah’a kulluğun ya da marifetullahın ya da en yüce mutluluğun maksat olduğunu hakiki maksat olduğunu ona dair ona ulaşmak için yaptığımız bütün eylemlerin de birer vesile olduğunu anlatır.
Bu bakıma hikaye vesileler ile hakiki faal arasında kulun zihninde ayıklık farkındalık oluşturma ya amaçlar vesilelerin hakka götürdüğü ölçüde ilahi bir maksada vesile olduğunu aksi halde insan için ayak bağı olduğunu söyler.
Bu bizatihi bizim kuvvelerimiz yani kendi kabiliyetlerimiz olsa da durum böyle değerlenilmesi gerekir. Evet sevgili dostlar. Ruhashifa Mesnevi’den de bugünlük bu kadar. Kalın sağlıcakla.
Aman ha sakın unutmayın bahar çok yakında.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın