Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/eZ-9WefVCKQ?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Homeros, İlyada, Odyssea – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B12 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.
Hocam merhaba. Merhaba. Bugünkü konumuz bu topraklarda geçen müthiş bir hikaye. İlyada. Evet. Bu herhalde mitolojinin artık ne denir? Dallası gibi bir şey. Öyle mi? Çok güzel. Homeros’un İlyadasıyla insanoğlunun neye karşı zaafı olduğu daha o zamandan belli ediyor kendisini. İlyada nedirle başlayalım o zaman. Evet İlyada nedir? Truva’nın hikayesi ama İlyada adı nereden geliyor onu belki seyircilerimiz bilmek ister. İlyada çünkü aslında Truva, İlyon diye geçer. Kentin adı İlyon. İlyada da İlyon’un destanı şarkısı. Rapsotların tıngırtatarak anlattıkları değil mi? En önemli unsur nedir? Sözlü. Sözlü. Yani birisi atıyorum Ionia’da anlatıyor. Bambaşka elementler var. Birisi Yunanistan’da, Atika’da anlatıyor. Yine bambaşka. Yerel renkler var. İlyada aslında herkesin kendi perspektifinden çok iyi bildiği eski bir hikaye. Homeros bunu 7. yüzyılda yazmış. Dolayısıyla ne oluyor? Biz aslında İlyada’yı Homeros versiyonundan biliyoruz. Ne oluyor dolayısıyla? Kanonik oluyor. İlyada sözlüden yazıya geçmiş oluyor. Sözlüden yazıya geçtiği zaman bir şey eski ahitte böyle. Kaskatı kesiliyor, donuyor, kanonik metin oluyor ve batı edebiyatı tarihinin başlangıcı oluyor değil mi? Evet onu soracaktım. Edebiyatın başı sayılıyor. Evet. Fakat adam kör. Tabii yani şöyle Homeros’un kendisi de aslında son derece mitik bir figür. Homeros aslında tek bir kişi değildi. Birkaç rapsottu. Aynısı Shakespeare için de söyleniyordu. Öyle, öyle çünkü elimizde belge yok. Mitik bir figür. Mesela körlüğü de bunun altını çiziyor. Yani niye kör? Normal görmüyor. Tanrıların ona gösterdiğini, Musaların ona gösterdiğini aktarıyor zaten. İlyada öyle başlar. Anlat ey Musa, Peleos oğlu, Aşil’in öfkesini. Böyle başlıyor Truva Savaşı. Aslında Truva Savaşı çok ilginç bir destan. 10 yıllık bir savaşın son 40 gününü anlatıyor. Yani artık zarlar, Romalılar’ın değişiğiyle Aleya iactes çoktan atılmış. Ama bir atmosferik bozukluk var. İlyada batılı özne olma durumunu anlatıyor ve batı edebiyat tarihi için çok önemli. Çünkü çok ilginç bir şey var.
Düşünün şimdi, bütün kahramanlar, bütün askerler düşmanı yerle bir etmek için gitmişsiniz. Küçük Asya’nın Troas bölgesindeki Truva kentine mutlaka zafer elde etmek zorundasınız. Akalar denilen kişiler için bir namus meselesi. Ama gelin görün ki destan nasıl başlıyor? Aga Memnon, en üst düzeydeki komutan, Brizese. Apollon’un rahibinin kızı olan Brizese, savaş ganimeti olarak kendisini alıyor, köle olarak. Aşil buna korkunç kızıyor ve o kadar nefretli doluyor ki diyor ki, göreceksiniz ulan artık ne haliniz varsa görün. Hepiniz geberin. Ben artık savaştan elime eteğimi çekiyorum ve mirmidonlarımı da geri çağırıyorum kendi adamları. Şimdi burada diyorsun ki hoppala bunlar oraya kahraman olmaya gitti, destan yazmaya gitti ama gel gör ki konu ne? Karı kız meselesi. Zaten savaşın çıkışı da öyle. Helena, büyük uğursuzluk getiren Helena. Hem Truva’ya hem Yunanlılara. Siz şeyi beğeniyor musunuz Wolfgang Peters’ın meşhur Troy filmini? Ben öyle filmleri sevmem. Wolfgang Peters’in ne yapmış biliyor musun? Son derece mitik ve yoğun metni, Aleni’yi leştirmiş, naturalistleştirmiş. Evet, Tanrıları çıkarmış. Korkunç şekilde hadım ediyor. Hangi açıdan hadım ediyor? Bak bu çok güzel bir başlangıç teşkil edebilir. Biz baktığımız zaman Homeros’un Iliadas’ına oradaki kahramanların hepsinin 11-12 yaşında bir çocuk mantalitesine sahip olduğunu görüyoruz. Dediğim gibi, Aşil diyor ki hayır ben Briseis’i istiyorum o benim hakkımdı. Sen şimdi ineklik yapma diyor Aga Memnol. Aga Memnol diyor ben en üst komutanım. Sen ne biçim konuşuyorsun? O da diyor bana ne bana ne. Gidiyor deniz kenarına hüngür hüngür ağlıyor. Öylesine ağlıyor ki annesi tetis denizden çıkıyor ve resmen onu çocuk gibi avutuyor. Çocuğum canım yapma etme. Öyle öfkeleniyor ki Aga Memnol’u tam böyle öldürmek üzere kılıcına yapışıyor. Öldürecek onu. Yanında hemen Ateni biti veriyor diyor ki yapma yapma siz burada bir birlik beraberlik göstermek zorundasınız filan falan. Tanrılar da ikiye bölünmüş durumda. Tanrılar da ikiye bölünmüş durumda ve çok ilginç ikiye bölündükleri gibi Truva’yı tutan tanrılar sürekli Truvalı’ların kulaklarına bir şey söylüyor. Akalılar da Akalılar’ı tutan tanrılar sürekli kulaklarına bir şey söylüyor.
Mesela birisi birisini öldürmeye çalışıyor. Apollon adamına doğru gittiği için ok oku yönünü değiştiriyor. Burada niye görüyoruz biliyor musunuz? Kahramanların tam bizim anladığımız şekilde özne olmadıklarını görüyoruz. Bu çok önemli. Çocuk mu kalmışlar diyoruz? Çocuk kalmışlar değil beyin bir kamera. Kendilerini yekpare bir bütün algılamadıkları için mesela çok ilginç diskru analizi yapmış müthiş filologlar eski Yunan dili ve edebiyat uzmanların. Hiçbir surette İlyada’da böyle bir şey geçmez. Üzgündü böyle bir şey geçmez. Şöyle geçiyor safrası bollaşmıştı kanı kaynamıştı. Yani neyi görüyoruz burada? Yekpare olması gereken zübyek özne bedenin belli başlığı özellikler atfedilen organlara bölünmüş durumda. Yani bu neyi gösteriyor? Anti yekpare bir entitilen karşı karşıyayız. O yüzden dir ki kahraman olması gereken aşinin garip davranışlarda bulunabildiğini düşünebiliyor musunuz? Bir askerin savaşın ortasında ya komutanı kızdın biz artık savaştan gidiyoruz diye bildiğini. Ama tabi aralarında bir iktidar savaşı var. İktidar savaşı var ama Agamemnon bütün hepsinin lideri çünkü bu bir namus meselesi. Agamemnon’un kardeşi Menelaos’un karısı kaçırılmış Helena kim tarafından Paris tarafından neden? Çünkü dünyanın ilk güzellik yarışması bakın tam Brezilya dizisi. Ama Wolfgang Petersen orada ilginç bir şey yapıyordu. Aslında saldırının ve bütün o savaşın nedeninin kadın olmadığını. Ve işte naturalistleştirirsen, arasyonize etmeye çalışırsan hikayeyi hadım edersin. Wolfgang Petersen aslında o hikayeyi hiç trova diye değil ne bileyim bir orta çağ destanı gibi ya da Kudüs’ün kurtuluşu gibi, haçlı seferleri gibi çekebilirdi. Ne yapmış Wolfgang Petersen dolayısıyla? Iliada’yı sinemaya aktarırken Iliada’nın son derece mitik bir destan olduğunu şeytan çıkartma hainini yapmış. O yüzden tanrılar da yok. Yani ne yapmış Wolfgang Petersen? Sondurucu seküler bir Iliada çekmiş. Peki bir şey soracağım trova meselesiyle Almanlar çok mu ilgili? Çünkü kazıları yapan da Almanya. Niye bir Alman yönetmen yapmış olabilir? Yani Almanlarda özel bir ilgi mi var buna? Şöyle Almanlarda klasik Yunan’a, antik Yunan’a özel bir ilgi var. Şöyle ki Avrupa’da iki tane kol vardır. Birisi Fransız İngiliz kendisini Roma’nın devamı görürler. Fransa Latin kökeninde kökeni itibarı ile. İngiltere ise dünyaya hükümdar olması itibarı. Almanya çok garip bir oluşum. Fransa’nın bittiği yerde Almanca konuşan insanlar başlıyor.
Ta Slav sınırlarına kadar, Polonya’ya kadar. Orada hiçbir surette teritorial bir devlet yok. Küçük küçük kompluklar şu bu. Almanya ezelden beri kıta Avrupa’sında kendisini Roma’nın devamı değil. Özellikle 18. yüzyıldan itibara Yunanistan’ın devamı olarak görürüz. Çünkü Yunan’da şehir devletlerine bölünmüş durumda hepsi birbiriyle kavga ediyor. O yüzden Alman ezelden beri daha ziyade Yunan’a meyillidir. Almanlar Winclemandan itibaren klasik arkeolojinin icadına sebebiyet veriyorlar. Yani o yüzden eski Yunan dili, Yunan kültürü ve edebiyatı, klasik arkeolojik bir şeyler kesinlikle hep Alman disiplinleri, Almanya’da ortaya çıkmış disiplinler. İnsanoğlunun bireyselleşme sürecini anlatıyor hem İliya’da hem daha sonra daha çarpıcı bir biçimde Odise’ye. Bir gün Zeus diyor ki, acıyorum diyor şu toprak anaya, Cugaya’ya acıyorum diyor. Bu insanlar nasıl çoğaldı, nasıl yük teşkil ediyorlar. Ve yaptıkları sırf gürültü patırtı. Burada aslında Babil’deki tanrıların insanlardan şikayet etmesi motifi var. Sırf gürültü yapıyorlar, sırf kavgas, pislik, sırf ölüm kalım filan bunlar ne işe yarıyor. Yani insanlar daha net tanrılar nezdinde barbar, yani bunlar ne işe yarıyor. Diyor ki ben bir kavga çıkarayım bunlar azalsın. Bir düğünde ortaya bir elma atıyor, Zeus en güzelin olsun diye. Orada da hemen Hera, Athene ve Aphrodite bitiyorlar. Hepsi tam onu alacakken başlıyor kavga Zeus. Ama aman durun başkası karar versin buradan çıksın gitsin bu. Hemen Paris’i hakem olarak seçiyorlar. Bu arada Paris’te çoban aslında değil mi? Paris’te çoban, prens. Ama o da aslında bu arada prens olduğunu bilmiyor değil mi? Bilmiyor, bilmiyor çok farklı versiyonlar var. Hep felakete ya da kurtuluşa sebebiyet veren ilginç çocuk. Buraya geliyor üç tanrıca. Hera diyor ki beni seçersen çok mutlu ve Bilge bir kral olacaksın. Şu olacaksın blabla, iyiyim. Athene diyor ki bana verirsen elmayı yenilmez bir kahraman olacaksın blabla, iyiyim. Aphrodite diyor ki bana diyor verirsen diyor elmayı dünyanın en güzel kadını ile seni evlendireceğim diyor. Aşkını vereceğim diyor. Aşkını vereceğim diyor. İşte bakın burada çok ilginç bir şey görüyoruz. Aslında destanda en baş telos hedef olması gereken Bilge Krallık, Hera ya da yenilmez savaşçı. Athene ne kurban gidiyor? Uçkura kurban gidiyor. Organ üstünlüğü kazanıyorsa onun peşinden gidiyor insan. Burada neyi görüyoruz? Subjektivity, öznelliğin telosa götürecek bir ütopya vardıracak kahramanlık kıvamına ulaşmadığını görüyoruz. İnsanlar kendilerini arkayık resim sanatında da görüyoruz bunu. Bütünsel olarak algılamıyorlar. Bir üçgen torzo var. O üçgen torzodan yapıştırılmış bacaklar fırlıyor. Kafa böyle garip bir biçimde büyük. Çocuklar iki üç dört yaşında ilk önce kendilerini çiz dediğin zaman ilk etapta sırf bir kafa. O kafa hep kocaman kalır çünkü kendisini nasıl algılıyorsan öyle çiziyorsun. Dolayısıyla Aşile’nin o öfkesinde neyi görüyoruz? Aynen, aslında Paris’in derdini görüyoruz. Korkunç öfke, hiç ileri görüşlülük yok ve Aşile Alman edebiyat geleneğinde kelebenin tam anlamıyla, Türkçe anlamında hayvan denilir. Hiçbir şeye saygısı yoktur. Her şeyi mahveder, kökünü kurutur, zalimdir. Neden zalimdir? Kütü kötü bir insan olduğu için mi?
Hayır, korkunç derecede o an hangi organda üstünlük varsa, bu Julian Haynes’in bir kameral düşünce kitabının özü aslında bu, şimdi söyleyeceklerim, hangi organın önceliği varsa ona geri davranan sıkı tutunun güvenilmez birisidir. Aslında hiç kahraman olacak birisi değildir. Bunu nerede görüyoruz? Bunu Odisea destanında görüyoruz. Odisoys vatanına dönebilmesi için sadece gidip Tiresias’ın gölgesiyle ve annesinin söyleyecekleriyle o bilgiye edinip dönüş yolunu bulabileceği söyleniyor ona. O da tesadüfen orada işte bir keçiyi kesiyor, ölüler keçinin kanını içince vampirizm, büyük unutmadan sığırılıyorlar ve hatırlıyorlar. Oraya Aşile de geliyor. Aşile de kandan içiyor. Bakın çok ilginç bir şey söylüyor Aşile. Allah beni kahretmesin. Keşke kahraman olmasaydım ismimi bütün dünya bilmeseydi de ben yukarıda olsaydım mutlu mesut bir çoban olsaydım diyor. Mutlu mesut bir köylü olsaydım diyor. İlk başta Paris’e soruluyor ya bilge bir kral süper bir kahraman en güzel kadın. Hayvan Aşile, Aşile Das Fi. Neyi seçiyor? Sandırıca sıradanlığı, isimsizliği seçiyor değil mi? Neyi seçiyor? To be nobody, hiç kimse olmayı seçiyor. Yani pişman aslında. Pişman tabii ki. Bu da neyi gösteriyor bize? Aşilin hiçbir surette, klasik anlamda, Orestes gibi, Herkül gibi bir kahraman olmadığını, en küçük sıkıntıda sinirlerinin bozulduğunu, hemen küçük bir çocuk gibi annesine gidip benim oncağımı aldılar tadında, ağlamasını filan gösteriyor değil mi? Zaten Truva Savaşı ne dedi Yunan kültürü ve edebiyatı içerisinde ve dolayısıyla Batı edebiyatı tarihindir. Kahramanların piştikleri fırındır. Çünkü Truva Savaşı’ndan dönen hiç kimse mutluluğa eremiyor. Bir nevi tanrılar Truva’da yapılanların intikamını alır gibiler. Agamemnon döner dönmez kendi karısı tarafından katlediliyor. Bir versiyon da Agamemnon kendi kızını rüzgar çıksın diye feda ediyor. Tabi, Ifigeny’e o Truva Savaşı’na gitmeden başlıyor zaten uğursuzluklar. Bu arada o da Game of Thrones’ta Stannis Baratheon kızını yakıyordu. Yakıyor he, o şey cadıya.
Tabi tabi, hep aynı motifle. Zaten uğursuzluk öyle başlıyor. Yani savaşa gidecekler, Artemis’in kutsal geyiğinin ölümü. Öldürmüş Agamemnon bilmeden onun kutsal geyiğini. Tanrıça diyor ki rüzgar yok, yani bana istediğimi vereceksin. Ne istiyorsun? Kızını kurban edeceksin bana. Agamemnon’un tavrı nasıl biliyor musunuz? Aman bu mu? Anlatabildin mi? Ama karısı affetmiyor. Ama işte bakın burada yine ne var? Ana erki ata erki var. Ana erki de bakınız, Clitemnestra anneliği konusunda yekpare bir monat. İnanılmaz bir özne. Agamemnon diyor ki bu işin olması için bu mu gerek? İnanılmaz oportunist ve pragmatist. Kesin diyor, kalkesi diyor kesin. Versiyonu biliyorsun yani bazılarına göre kesiliyor, bazılarına göre Artemis kaçıyor. Neyi görüyoruz? Bir insanlık tarzını, mantalitesinin nasıl burunlar sürtüle sürtüle olması gereken kıvama getirildiğini görüyoruz. İlyada bu açıdan bakıldığında Batı edebiyatı tarihinin ilk gelişim hikayesidir. Hiçbir suretle gelişimle sonuçlanmaya. Adamlar da Batı edebiyatı tarihinin beşiğine nihilizmi koyuyorlar. Bir gelişim hikayesi ve hepsi geberip gidiyor yani. Tam bunu soracaktım. Korkunç bir hikaye çünkü inanılmaz derecede mutsuz bitiyor. Truva yok oluyor, Akileus ölüyor. Kazananlar, muzaffer olanlar hepsi dağılıyor, ölüyor, öldürülüyorlar. Herkes oluyor falan. Neyi görüyoruz burada? Niye Batı’nın ilk metni? İşte aynaya bakıp kendinle hesaplaşmayı görüyoruz.
Kendine dışardan yaklaşabilme yetisini görüyoruz. Ve Truva Savaşı’ndaki kahramanlarda işte bu beceri yok. Truva Savaşı’ndaki kahramanlar nasıl biliyor musunuz? Devlet millet için gidin istediğinizi yapın. Hiç ama aynaya bakmayın. Siz istediğiniz gibi esin gürleyin. Dışarıdan birisi bir şey dedi mi heee bizi sevmiyoruz diye ağlaşın. Bunu gösteriyor işte. Bakınız burada ne başlıyor biliyor musunuz? Burada işte Evropa düşüncesi başlıyor. Evropa ile oryent arasındaki fark burada ortaya konulmuş oluyor. Bu topraklarda geçmesi de tesadüf değil yani aslında. Değil tabii ki. Değil tabii ki. Tam fay hattı çünkü. Bakınız bunun Sophocles çok çok daha mükemmel bir biçimde yapıyor. Persliler adlı tragediyasında, düşünebiliyor musun bir tragediyada milattan önce 5. yüzyılda E bitin dünya Yunan ayranı. Niye acaba? Niye acaba? Cermenler hazreti Öküz. Söytüburg ormanlarında Germania dolaşıyor insan beyni ziyerek. Adam yazmış en baş düşmanı. Perslerin mağlubiyetinden sonra onların yerine koyuyor kendisini. Bakınız empatiğe bakınız. Ve onları hiç kötülemeksizin onların kendi hesaplaşmalarını yazıyor. Bu boru değil. Bu boru değil. Bu milattan önce 5. yüzyılda boru değil. Adamlarda ne var? Aynaya bak. Kendini gör. Ve kendinle hesaplaş. Ve aynaya baktığında neyi görüyorsun? Onu da bir öz eleştiri getir. Yani senin yaptığın en kötü şey bile her zaman ay altın yumurta olamaz yani. Olamaz. Büyüklük burada saklı. Bir destan. Eğer bir facia ile başlayıp daha büyük bir facia ile bitiyorsa. Ve bu tırnak içinde söylüyorum. Milli destan olabiliyorsa ve bütün bir batı kültür tarihinin edebiyatını etkiliyorsa bunun sebebi vardır. Bizim insanlarımızda şöyle bir şey var. Bütün Avrupa zaten Yunan’ı tapıyor. O yüzden Homeros’u seviyorlar. Hayır. Homeros bunu 7. yüzyılda böyle kaleme aldığı için, öz be öz kahramanını bir Hazreti Öküz olarak gösterebildiği için adamlar diyor ki vay be self esteeme bak, öz eleştiriye. Yani batıyı batı yapan bütün unsurlara daha o zaman açıklar. Çok ilginç.
O yüzden Ilyada batılı bilincin nasıl karanlıktan son derece refleksif bir kıvama geldiğini anlatıyor. Bunun da muhteşem dışa vurumu 2. destandı. Odysseus’un Homeros tarafından yazıldığı çok çok daha tartışmalı Ilyada’dan. En azından Ilyada’da şöyle bir şey var. Başı sonu ortası bir ortak söylem var. Çok bölük pörçük Odysseya. Hani bazen usluk değişiyor. Anekdotlar şeklinde değil mi? Anekdotlar şeklinde yine tekrarlanıyor bir şey. O oluyor filan. Dikiş izleri belli oluyor. Odysseus çok ilginç bir adam. Kurnas Odysseus geliyorlar onu da almaya askeri çağırcasına Ilyada’da. Odysseus deli numarasını yapıyor gitmemek için askeri. İşte tarlaya atıyor kendisini. Onu yapıyor bunu yapıyor. Sabanı bağlıyor başlıyor tarlayı sürmeye. Agamemnon sürdüğü yerin tam oraya kendi oğlu Telemah’ı koyuyor. Deli ya. Tabii Odysseus tam onu görünce duruyor diyor tamam alıyorum belaları. Kazandınız geliyorum. Bakınız niye görüyoruz? Hiç kahraman olmak istemiyor. Bana karışmasınlar bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın misali. Avrupalı işte diyor ki akıllı bir biçimde. Bana ne ulan sizin yani Helena’yı kaçırmışsa sizin Helena fahişenin tekiyse Menelaos boynuzlu inek arabasının tekiyse. Bana ne yani bana giren çıkan ne diyor Odysseus. Bu işe şey destanı değil bir doğu destanı değil ya da cermen destanı değil. Halbuki Agamemnon kendi kızını hemen feda ediyor. Tabii ki çünkü umrunda değil. 10 sene boyunca artık gına geliyor Odysseus. Odysseus ne yapıyor en sonunda? Truva atı. Dünya kültür tarihinin sinsiliğin en müthiş konstruksiyonudur Truva atı. Bakınız hala bilgisayarda da Betray and Horse diyoruz. Sinsi insanlar masum masum alıyorlar. 10 sene savaşmışlar aslında yenememişler Truvalıları. Atı alıyorlar büyük balosunda dini istismar var burada. At Hint Avrupalı bir kutsal hayvan bereket sembolü böyle bir şey var. Tanrılar bize hediye verdi diyorlar. Tabii ki mit bunu çok sembolik şey yapıyor. Onlar da giriyorlar içine çıkıyorlar ve içten şehri mahvediyorlar. Tabii ki hiç kahraman var bir şey değil.
O yüzden dönüşte herkes ölüp geberirken kaderi sonuçlanırken iyi veya kötü. Odysseus’u adam etme projesidir Odyssea. Sen bir savaşa zaten gitmek istemiyordun. Sen çok kurnazdın. Sen çok akıllıydın. Deliyi oynadın. O kadar 10 sene kaldınız. Utanmadan hileyle kandırdınız zavallı insanları. Köklerini kazıdınız. Şimdi sen gel bakalım sen bunu niye yaptın? Sen hep eve dönmek istiyordun. Şimdi 10 sene Truva Savaşı’nın üstünde seni 10 sene denizlerde oradan oraya atacağız. Coğrafya olarak bir sorun var orada. Sonuçta bu savaş Senakkale’de olduysa eğer evine 10 yıl dönememesi için yeteri kadar deniz yok orada. İlla bir şekilde dönememesi lazım. Deniz yok. Çok haklısın deniz yok. Ama Tarnılar o kadar işin içine karışıyorlar ki ilk günlerde Itaka’ya çok yaklaşıyor. Poseidon bir fırtına gönderiyor. Oho Zicili’ye uçuyor. Kuzey Afrika’ya varıyor. İtalyanın güney kıyılarına varıyor. Akdeniz’de dolaşıyor. Aslında tabi ki etnolojik bir perspektifi de var. Bu hikayeler milattan önce 7. yüzyılda kaleme alınmış ama bunlar çok eski hikayeler. Bronze şahını götüren, Miken dönemine götüren hikayeler. Onu soracaktım. Bu savaş aslında Senakkale’de bulunan Truva şehri hikayenin kökeni değil mi daha mı gerekli? Hikayenin kökeni o. Truva’nın yanılmıyorsam 7. katmanı ona tarihleniyor. Ama yalnız bu çok önemli bir bilgi. Demek istediğim şu Homeros neyi kaleme alıyor? Kendisinden 500 sene evvel olmuş olayları. Miken, saray kültürü böyle Atina gibi demokrasiler onlar bunlar yok. Milattan önce 5. yüzyıldaki gibi. Bronze şahına atif ediliyor. Bronze şahında hakikaten Akdeniz mitik bir kavramla ifade edilen deniz kavimleri tarafından kültür bütün her yerde inanılmaz bir sekteye uğruyor. Miken yok oluyor. Titliler çöküyor. Ugarit yok oluyor. Mısır firavunu onlarla baş ediyor.
Kenan ülkesi, Levant, Hıbrıs korkunç bir regresyon yaşanıyor. Yani Homeros’un anlattığı dönemlerde de hakikaten bir sorun var. Ama bilim bunu hala çözebilmiş değil. Nedir bu olan olay? Simultane bir biçimde, özellikle Doğu Akdeniz havzasında ve Anadolu’da bütün kültürleri sekteye uğratan. Ne yapıyor biliyor musunuz? Homeros, Odiseya’da. Artık tanrılara ses olarak güvenmemeye her türlü beladan insanın ancak kendisinin çıkabileceği düsturu. Odiseya’da altını çiziyor. Aslında yani bir nevi akılcılığın başı mı diyoruz? Hatta akılcılığın başından ötesi Adorno ve Horkheim’a aydınlanmanın diyalekliğinde Odisoys’un bu gelişimi için ne derler biliyor musunuz? Dünya tarihinin ilk burjuvası derler. Mutlaka o karısına dönmeli. Çok özlediği oğlunu görmeli. Bakınız nasıl bir ilişki geliştiriliyor. Agamemnon hemen kızını kesiyor. Aşil hemen kılıcını alıp Agamemnon’u boğmak istiyor. Odisoys, Kalipsoy ile Kyrkeye ile ölümsüzlük ve sonsuz aşk vaadi veriyor bu iki tanrı çoğuna. Hayır diyor Odisoys almayın. Benim bir derdim var. İçim hicranla dolu. Evime dönmem lazım. Bakınız Odisoys dünya edebiyat tarihinin batı perspektifinden ilk karısını özleyen koca. Çocuğunu 20 sene boyunca kokusu burnunda tütüyor. İlk baba aile kavramı, zübyek özne kavramı ben İtakalı Odisoys. Evet ben Truva’da büyük günahlar işledim. Tanrılar beni cezalandırdı. Bak öteki konuya geliyor.
Ben çok kötü şeyler yaptım. Ama tanrılar bana şans verdi beni denediler ve ben rüştümü ispatladı. Ben nelerin daha değerli olduğunu, hangi teloslara yelken açılması gerektiğini, burnum sürtüle sürtüle öğrendim. Ben artık uçkurumla düşünmüyorum. Ben artık başka kavimler hakkında atıp tutmuyorum. Onlar yarı hayvandır demiyorum. Ben kendimi dünyanın merkezine koymuyorum. Ne başlıyor biliyor musun? Avrupa başlıyor işte. Avrupa başlıyor. İşte Agamemnonun korkunç krallığından, Aşil’in hayvan iyiliğinden ince kıyılmış stratejist Odisoysa ve en nihayetinde karısına ve oğluna ve vatanına, aile, toplum, devlet, aslında Odisoys’un gelişiminde ne saklı? Meşhur mitostan logosa geçiş, zaten mitosta saklı arkadaşlar. Yani o presokretik felsefeye ihtiyacımız yok yani. Logos’a geçtik, kafamız gökyüzüne değiyor. Mitos zaten bunu söylüyor. Mitos çok çok daha gözü kapalı, elinde terazi olan ve hakikaten elinde feci bir kılıcı olan Justitia’dır daha. Mitos da inanılmaz derin bir adalet anlayışı var. Diy ki Zeus’un bile üstesinde hak, hakikat ve adalet tanırçası. Adaletten tanrılar bile kaçamaz. Bakınız Avrupa, başka dinlerde adaleti tanrılar inşa ediyor. Bu arada tanrılar da ölüyor mu aslında? Yani bir daha da tanrılar sanki görünmüyor öykülerde öyle mi? Çok güzel bir şey. Iliada’da hepsi savaş alanında koşturuyor. Afrodit birisini tutuyor, ötekini koruyor. Atene, Afrodit’e bir tokat atıyor. Yani yukarsıyla aşağısı paralel. Odiseya’dan sonra tanrıların etkisi gitgide azalıyor. Eskiden o tanrılar, Iliada da kulaklarına diyordu kahramanların yapma etme. Şimdi Hermes’le Odisoys için Kyrke’ye mesaj gönderiyorlar diyor ki. Hermes Kyrke’ye diyor. Şu adamı rahat bırak, bırak vatanına dönmek istiyor. Bak çok ilginç. Odisoys’un kulağına artık Odisoys tanrıların mesajlarıyla, e-mailleriyle, WhatsApp’larıyla muhatap olmuyor.
WhatsApp menajeri Kyrke. Niye? Çünkü artık bir tanrı tarafından şöyle yap, böyle yap denilmesine ihtiyaç yok. Dolayısıyla eve dönen ve karısına kavuşan ve oğluna kavuşan ve vatanına kavuşan ve bütün düşmanlarına orada yine karısıyla evlenmek isteyen, asilzadeleri katlederek, yüzeni yine inşa eden Batı edebiyatı tarihinin ilk gelişim kahramanı. Aşil’in yapamadığını Odisoys yapıyor. Şimdi özetliyorum sevgili İlker hocam. Demek ki Aşil çok demode bir şey yaşasın Odisoys’la. İnanılmaz seviyorum bu hikayeyi. Bu topraklarda geçiyor olması ama bu toprakların bir türlü akileus olmaktan kurtulamaması üzerine bir şeyler demek ister misin? Şimdi şöyle demek isterim. Bu topraklar sadece jeoloji tarihi açısından fay hattı değil, dünya kültür tarihi açısından da fay hattı. Bu toprakların Batı tarafında Aşil’den Odisoys’a geçiş macerasına kalkışan bir kültür var. Günümüz Türkiye’sinde mesela hiç beğenilmeyen Batı kültürü, yüzleşme kültürü. Doğusunda ne var? Biz hep buradaydık, ah işte Heditlilerden evvel Hedit kasısı yapılmasın. Çünkü bu bizim tarihimizi salla, sallantı yaşı ve anlatabildim mi? Yani şunun farkındalar mı? Doğu tarafında kalanlar. Biz çok yeniyiz ya. Çok yeniyiz ve hiçbir türlü aşamıyoruz. Efsanedir belki ama Mustafa Kemal’in Çanakkale Zaferi’nden sonra Hector’un hücünü aldık dediği söylenir. Şey içinde denilir Fatih Sultan Mehmet için. Yani herhalde yakıştırma bunlar gerçek değil ama bir yandan… Şey yakıştırma çünkü yanlış, yanlış. Çünkü Hector da o tarafa ait. Hector da battal gazi değil. Hani ben buna bayılıyorum. Sanki Trulalı olunca Türk oluyor yani. Veleyim ki Türk olsa veya Yunanlar Türk olsa bunlar hiç önemli değil ki. Bunlar önemli değil. Hala bizim insanlarımız futbol maçı amigoluğunun peşindeler yani. Bu futbol maça değil. Yunanistan daha kötü oynuyor, Türkiye daha iyi oynuyor diyebilirsiniz. Kitaplar orada, dünya klasikleri orada. Gidin okuyun. Çoktan söylenmiş bununla. Çoktan. Bronze çağından bahsediyorum. Bronze çağından. Bu böyle. Ama tabi dramatik olarak Truva’nın çok hakkı yeniyor ya. Yani sen dinleyici olarak hep Hector’un yanında oluyorsun. Ama neden? Bak işte mükemmellik burada saklı. İlker hocam zaten bak kendin söylüyorsun. Sanıyor musun Hazreti Homeros bunun farkında değil? Tabii ki. Zaten herkesin Truva’nın yanında olmayı salık verdiği için böyle anlatıyor. O diğer Allah’ın belaları. Yani biz diyor ki Homeros ilk Yunan Destanında 3000 sene sonra nasıl Almanya’sı gibiydik diyor. Bunu da söyleyebilmek için manevi açıdan çok çok gelişmiş olmak gerekir. Güçlü bir öz bilinç kendine saygı ve kendinin ne mal olduğunu bilmeyi gerektirir. Yani başkalarına atıp tutmadan evvel bir dakika ilk önce biz kendimizi tartalım diye. Ondan sonra dışa doğru kelami yetiştirmek. Büyüklüğü de burada saklı.
Bakın ben Türk’üm. Ben ülkemi çok seviyorum. Ama Sezar’ın hakkını herkes Sezar’a versin. Eğer Sezar’ın hakkını öyle globalleşmiş bir dünyada Sezar’a vermezseniz komik duruma düşersiniz. Peki biz bu toprakları sahiplendiğimizde aslında bütün o kültürü de sahiplenebiliriz. Boş ver Türk, Yunan bilmem ne. Aslında şunu diyorsunuz siz kültür burada doğdu. Dünya kültürünün merkezi neyiz? Dünya kültürü. Yani burası şey değil Minneapolis’de değil yani burası. Değil tabii ki bakınız. Yani Almanlar ders. Dünya kültürünün beşiği Mekke’si Egedir’de. Ve Ionia’yı bizim buraya kasteda. Ben 2009 yılında Zafrakül Üniversitesi’nde bir sene Avrupa kürsüsünde bu konular açısından çok biberlidir bu kürsü. Türkiye yılıydı. Ben de Avrupa kürsüsünün hocasıydım. Bir gün bir konferans veriyorum Yunan tragedyaları hakkında. Birisi üniversiteden Fransız dili ve edebiyeti hocamız. Nevzat Bey dedi çok ilginç Türkiye’den geliyorsunuz bize Yunan tragedyalarını anlatıyorsunuz. Bu nasıl oluyor dedi. Ha dedim sizin hoşunuza gitmeyecek bir şey söyleyeceğim şimdi dedim. Bütün salon dolu. Dedim Yunan tragedyaları ne zamandan beri sırf Yunanlara ait oluyor? Bakın dedim ben dedim Türk’üm. Bütün olaylar dedim burada Türkiye’de geçiyor. Ben dedim hak iddia ediyorum. Siz dedim Ataylı, Apollon gördüğünüz her şey Yunanlı diyorsunuz. Hristiyanlara Norveçli diyor musunuz siz dedim. İsrail dini, Ortadoğu Semitik dini dedim diyor musunuz? Ben dedim sahipleniyorum. Orası dedim bizim. Biz dedim 1071’de gelmiş olabiliriz. Ama orası dünyanın merkeziydi ezelden beri. Bakın dedim benim yüzüme. Bakın dedim o başka Türk arkadaşımın yüzüne. Biz dedim bütün o kültürleri içselleştirmiş durumdayız. Hem genetik açıdan hem manevi açıdan. Anadolu, Günümüz Türkiye’si başka bir şey söylese bile. Diversity’nin çeşitliliğin, renkliliğin ve bundan kaynaklanan kültürlerin beşiği olma vasfının ta kendisidir dedim. Ay inanmazsın bak çok iyi. Ne dedi çok merak ettim. Bunu kimseye de anlatmadım. Nasıl bir alkış koptu biliyor musun? Nasıl bir alkış koptu? Evet dedim siz dedim yapıyorsunuz bunu. Ay Yunan trakisi ne demek dedim. Dedim o insanlar Yunanistan’daki kardeşlerimizin içinde yaşıyorsa bizim de dedim içimizde yaşıyor. Demiyor musunuz siz dünya kültür mirası? O yüzden dedim yani ay Türk hoca Yunan trakisyası anlatıyor. Ay Hintli hoca İsveç romanını anlatıyor. Dedim geçin bununla. Türkiye bunu bir kültür politikası olarak kendisi benimseyemediği için adam hiçbir zaman benimseyemedi. Tam tersine bunu kültür politikası olarak benimseyen Avrupa’yı bu yüzden aşağıladı. Yunan sevicileri Fil Heleniz’in Lord Byron’dan bir gelenek var. Yunan seviciye otomatikman Türk düşmanı oluyor. E tabii ki Avrupa perspektifinden baktığında Yunanistan Osmanlı hektörleri odisoyusları kurtarmak istiyorlar. Kimden? Perslerden. Çünkü dünyanın ilk manevi savaşı da budur. Truva, Akalar, Mitos’ta ve işte maratondaki Yunan-Pers savaşı.
Bu Avrupa Asya’ya karşı. Bu demokrasi despotizme karşı. Bu dinamizmin durağımlığa karşı olarak savaşı binlerce yıl boyunca kendisini yeniliğe yeniliğe, sürekli farklı şekilleri bürüne bürüne Avrupa’da Batı’da yeniden üretiyor. Dolayısıyla mesela 11 Eylül olaylarında kesinlikle Almanya’da çok ben ajansları onu bunu takip ettim. Tabii ki Perslerin postmodern bir saldırısa olarak alımlan. Son soru Homeros bütün bunlara hakim miydi? Çünkü şöyle garip bir durum var. Hem gerçek temeli var hem içine bir sürü tabi nefsaneler karışmış bir çorba var ya ortada bütün bu anlattığınız analize derleyici olarak Homeros hakim midir? Homeros şöyle hakimdir. Beni bir psikiyatrist olarak al. Homeros’u bir danışanım olarak al. Anlattığı hikaye İliada. Peki Homeros’a bak senin asıl derdin bu. Sen Achilles sevmiyorsun. Benim yorumum bu. Homeros bunun aleni farkında olmayabilir. Ama onu rahatsız eden bir dert var ki edebi açıdan destanın içinde bir leit motif gibi baştan sona kadar buna sadık kalanıyor. Evet ama şey ilginç gerçekle kurmaca iç içe geçiyor ya yani bir kısmı gerçek bir kısmı kurmaca. Tabii. Bütün o kaos içinde kim neyi ne kadar etkiledi. Nasıl evrildi çok güzel. Edebiyatın mekanizması bu. Bu mükemmel bir şey. Kim bilir nasıl bir şey oldu ki böyle bir hikaye sıkıştırıldı. Bir kadınla başlıyor bir kadınla bitiyor. Yani Truva Çanakkale Boğazında bak strateji. Çünkü Karadeniz kıyıları kesinlikle antik dünyanın Levant bölgesinin buğday ambarı. Çanakkale Boğazında olan aynen Amerika Birleşik Devletleri ya da Cebeli Tarık Boğazında duran İngilizler gibi öyle bir öneme sahip. Yani o kadın o Helena neyi temsil ediyor. Neler neler nasıl işte metaforlaşmış ve Yunanlıların bu sorunu bertaraf etmek için nasıl canileştiğinin destanıdır. İlyada. Müthiş ya ama yetmedi hocam. Devam ederiz. Sonra tekrar konuşalım. Devam ederiz. Bitmez. Bu konular sıkıcı konular filan değil Avrupa’da Almanya’da bu konular yani her sene yeni bir paragraf ekleniyor. Öyle ele alınıyor yani öyle ele alınıyor. O yüzden çok önemli konular ve çok eğlenceli konular ve şunu da söyleyeyim. Tüm bu bilginin özü 19. yüzyıldan hatta 18. yüzyıldan günümüze kadar özü dolaylı dolayısız mit kuramlarını sosyal antropolojiyi korkunç çarpıcı bir biçimde etkilemiştir. Yani bu sonuçlardan başka kültürlere de paralellikler, farklılıklar ölçüt olarak kullanabiliyoruz. 8 yaşında tabi çocuk versiyonunu okumuştum. O zaman bile çarpılmıştım. Ne garip öykü diye ama tabi anasıl metin çok zor. Asıl metin tabi ki çeksem etrelerle yazılmış. Biz Almanca çevirisinden mi okudunuz mesela? Ben Almanca çevirisinden okudum ama korkunç versiyonla okudum kafili versiyonlu. Film versiyonların dizi versiyonlarını da çok yapıyorlar. BBC yaptı en son onu seyretmiştim falan. O da ilgimi çekiyor. Yani Wolfgang Petersen bambaşka yapıyor. BBC bambaşka yapıyor falan. Tabii tabii. Alımlama yorumlama biçimi. Çünkü bu artık öyle bir şey olmuş ki. Kelimenin tam anlamıyla türkü. Herkes şarkıyı farklı söylüyor yani farklı yorumluyor. Çok küçük farklar ama çok kritik farklar. Tabii kritik farkla. Harika hocam. Yeni mitlerde görüşmek üzere. Görüşürüz hocam.
İlk Yorumu Siz Yapın