"Enter"a basıp içeriğe geçin

Sedat Peker: Eşkıyanın Kahramana Mitik Dönüşümü – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B11

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/7cd7Q2DQAok?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Sedat Peker: Eşkıyanın Kahramana Mitik Dönüşümü – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B11

Hocam merhaba tekrar. Merhaba. Efe’ydir görüşemedik nasılsınız? İyiyim teşekkürler sizler nasılsınız? Bomba gibiyiz. Bugünkü konumuz eşkıyanın kahramanlaşma süreci. Hocam eşkıya nedir? Eşkıya çok ilginç bir figürdür. Eşkıyan eğer ilgili devlet kurumlarıyla, Sırnak şimdi söylüyorum bütün bunları, halkın çoğunluğu uyum içerisindeyse eşkıya hem devlet hem kurum tarafından ötekileştirilir. Bu devletle halkın birlikteliği, harmonisi genelde yükseliş dönemlerine tekabül eder. Yani klasikist dönemleri tekabül eder. Büyük zenginlik, keşif, bilimsel icatlar dönemlerine tekabül eder ve halka anında inmesini temsil eder değil mi? Robin Hood eşkıya mıdır mesela hocam? Şimdi Robin Hood tırnak içinde eşkiyadır ama bambaşka bir konutasyonla eşkiyadır. Şöyle ki orada Robin Hood’da yönetilenlerle yönetenler arasında çok bariz bir uçurum var. Bir fark var. Yani örtüşme yok. Kongruensleriz biz. Örtüşme yok. Dolayısıyla halk ya da o kavim devletin ötekileştirdiği eşkıya ile ne yapar? Kendisini özdeş tutar değil mi? O da bizden birisidir der. Dolayısıyla mitik açıdan eşkıya ne anlama geliyor? Halk babacı iken devletle birlikte eşkiyayı ötekileştiriyor. Halk devletçi değilken devlete güvenmediği zamanlar eşkiya ile birlikte modası geçmiş ve yaşlanmış ve kötücülleşmiş, bunamış devlet babaya karşı çıkıyor. Onunla bir koalisyona giriyor değil mi? Bugün bizim ülkemizde bu durumun benzeri yaşanıyor ya.

21. yüzyılda bu normal mi hala? Tabii ki hiç normal değil. Kültür tarihi açısından bütün bu kadim destanların, mitlerin, aventürlerin elementleri olan eşkıya, devlet, insanlara kötü davranan devlet, eşkıya onları koruyor vesaire bunların çoktan geçmiş olması gerekiyordu. Ama burada çok çarpıcı bir motif var. Sedat Peker örneğinde olduğu gibi her pazar günü insanların onun merakla beklemesi neyi gösteriyor biliyor musunuz? Kültürel bağlamda her şeyin nasıl çivisinin çıktığının göstergisi, her şey birbirine karışmış. Yani biz 21. yüzyılda neyi yaşıyoruz? Destan gibi bir şey yaşıyoruz değil mi? Bir zümre var, sürekli başkalarına ait olan bir şeylere çöküyorlar. Kahraman da, kahramana evrilen eşkıya da ne yapıyor? Bütün bunların kim tarafından nasıl işin en ilginç tarafı son model teknolojik vasıtalarla insanlara bunu ne yapıyor? Belirtiyor değil mi? YouTube’da mesela Sedat Peker’in bu kadar seyredilmesi anında yani 7 milyon oluyor. İnanılır gibi değil. Trending Topping oluyor. 100 milyon kişi seyretmişim diye kadar. Tabii ki istatistik açıdan çok tatsız bir belgedir, bilgidir. Neden tatsız bir belgedir, bilgidir. O 100 milyonluk sayılar neyi gösteriyor? Aynen hamlette, başlar ya hamlette tragediyası. Danimarka devletinde bir şeyler çürüyor, bir şeyler yolunda gitmiyor. O kötü hissiyattan kaynaklanıyor. İnsanlar kendilerini kendi ülkelerinde, kendi resmi kurumlarıyla bir arada iyi hissetmiyorlar. Onlar tarafından kendilerini anlaşılmış hissetmiyorlar. Ne açılıyor? Bir gap açılıyor değil mi? Gid gide büyük bir uçurum açılıyor. Şimdi Türkiye’de bunun bu kadar aleni olmasının sebebi. Bakınız bütün postmodernizm kuramlarının Türkiye’de çok hızlı bir biçimde aleni eksemplifiye edildiklerini görüyoruz. Devlet, biliyorsunuz biz Türkler devletimize korkunç düşkünüzdür. Devlet, vatan, bayrak. Devlet bu süreçte korkunç bir biçimde dındızlak ortada kaldı. Bir hayali meta öykü. Devlet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün kurumlarıyla gördük ki bizim on yıllarca, 70 yıldır gözümüz gibi baktığımız devletimiz bizden çoktan kopmuş ve kelimenin tam anlamıyla bambaşka bir ajandaya sahip olduğunu görüyoruz. Başka bir ajandaya sahip olduğunu görünce bize has olan devletçilik, devlete olan düşkündüğümüz gayet tabii ki korkunç bir yara alıyor. Devlet bu bağlamda bizim için bir meta öykü, bir üst anlatı olarak geçerliliğini kaybediyor.

Demek istediğim şu, bu Sedat Peker olayları sayesinde sadece mesele AKP meselesi değil, genel olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları devletin bu açıdan nelere neleri muktedir olabileceğini görüyor, bütün o repertuvarı görüyor ve bana kalırsa geri dönüşü olmayan bir mesafe kazanmaya yüz tutmuş durumda. Ama aynı olaylar, benzer olaylar 20 yıl önce susurlukta da olmuştu. Devlet bir bedense susurlukta bacak kırılmıştı ya da ne bileyim sihil çıkmıştı, onu kozmatik bir ameliyatla düzeltmeye çalıştı Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Şimdi günümüzde görüyoruz çok kötü bir imgi olacak ama baştan aşağı devleti bu 20 yıl öncesinin susurluk meselesi gibi olan şey, kanser gibi sardığını görüyoruz yani insanlar şunu görüyor, bizim devlet artık tüm organlarıyla, kelimenin tam anlamıyla yani beden metaforunda kalmamız gerekiyorsa bütün organları iflas etmiş. Yani bu devlet zaten kendileri de diyor çöktü, bu devlet git gide vatandaşların nezdinde de yaşayan bir ölüye dönüşüyor değil mi? Zombie. Zombie, neyin hevesi? Ne dolmasına vesile oluyor bu zombie imgesi? Gayet tabii ki Ajda Pekka’nın şarkısı var ya, yeniden başlasın aşk ateşim yapsın. Yani yeniden başlamak gerek, yeniden dünyada ülkemizin devletimizin eskiden olduğu gibi herkesin dünya ulusları masasında saygın bir ferdi gibi, ona alışkın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, NATO’nun soft power ülkesi. AB’ye sürekli girmek istiyor, AB’ye almıyor ama yine de saygın bir konumu var. Yani Yunanistan mesela eskiden 90’lı 80’li yıllarda günümüzde olduğu gibi ne yapamıyordu Türkiye’ye karşı? Car-car tırnak için de söylüyorum bunu. Ötemiyordu değil mi? Ama şimdi bakın, sadece biz bunu hissetmiyoruz. Bütün dünya da artık Türkiye Cumhuriyeti devletinin eski dirliğinde bir konumunda olmadığını görüp bir nevi bundan fayda sağlama dinamine kapılıyorlar değil mi? İnsanlar da bunları gayet tabii ki algılıyor ve tabii ki başka metaforlar da işin içinde. Şöyle ki inanılmaz eski ayitteki yeni ayitteki kıyametlere benzetiyorum ben bunu. Sadece gerçekten devlet felce uğramamış, bütün devlet kurumları birbirinden bağımsız, bakın bunlar postmodernizm imtihanı mı? Birbirinden bağımsız devlet kurumları kendi ajandalarını işliyor. Dolayısıyla bütünsel olarak mekanizma ne olmuş? Diğerli biri olmuş. Bunu neyle takip ediyor günlük yaşam? Marmara’daki misilaş yani Aleni’yi yeryüzündeki lanetlilere dönüşmüşüz gibi bir apokaliptik, bir kıyametvari duygu da hakim değil mi? Yani devletimiz de yok, Marmara’da şu olmuş, İkizdere’de bu oluyor, Kanal İstanbul yani insanlara her cepheden saldırı niteliğinde bir haleti ruhiye sahipler her taraftan saldırıya uğruyor. Tam ben de bunu soracaktım, çok mitolojik bir öykü bu aslında farkında. Tabii, tabii çok arkayı. Evet, şimdi genelde arkayı köyüklerde aslında en karanlık an yine doğuşa en yakın olan andır ya, Dolayısıyla bir yeniden doğuş, hani resurrection ama o tabii öyküsel bir şey, mecbur değil böyle bir şey olmaya değil mi? Ne düşünüyorsunuz? Evet, mecbur değil işte o yüzden insanlar en küçük ışık kıvılcımında ona yapışıyorlar. Bakınız Sedat Peker bu açıdan topluma tedavi uygulayan birisi, mitolojik açıdan iki hafta evvel pazar günü kaybolduğunda insanların düştüğü panik, Allah yakaladılar, eyvah gitti öldürdüler, Allah korusun filan bunu gösteriyor. Neyi gösteriyor bu bize? Mitoloji açıdan konuşacağım. Toplumların reflekslerinin istediğiniz kadar gelişin, 21. yüzyıl olun, istediğiniz kadar milattan önce 10.000 olun, kollektif refleksler haşa ve asla değişmezler. Dolayısıyla biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları şu günlerde atıyorum İlyada’yı yaşıyor. Kollektif açıdan ve psikohistorik açıdan çok çok çok önemli. Zaman, zamanın aksesuarları, siteguise, teknoloji bunların hepsi modernleşebilir ama insanın bilişsel sistemi, insanın narasyon şemaları haşa ve asla değişmez. Çünkü bunun temelinde ne var? Bizim bilişsel yapımız, bizim beynimizin yapısı ve bizim düşünme biçimimiz. Mesela dün Twitter’da çok ilgimi çeken bir şey okudum.

Sedat Peker tweetlemiş. Birisi diyor ki orada, sizin iki sene evvel bir sene evvel sokakta görseydim yolumu değiştirirdim. Şimdi sizin başınıza bir şey gelecek diye inanılmaz korkuyorum. Ben de gördüm onu. Bu çok samimi ve insani bir düşavurun. Ve de acı tabi. Ve de acı tabi ki. Düşünün tabi ki Sedat Peker’e bu kadar düşkün olmamızdan utansın insanlık yani. Bunu Sedat Peker’e kötülemek için söylemiyorum. Düşünün ki o kadar sahipsiz hissediyorlar ki kendilerini. O kadar rüzgarda uçuşan herhangi bir nesne gibi amaçsız, sedefsiz hissediyorlar ki kendilerini. Müsilaj dolu okyanusta güvenilecek tek bir kaya olarak görüyorlar Sedat Peker’i. Korkutmuş. Peki Hitler’in meşhur lafı vardı. Alman ulusu yenildiyse yok olmayı da hak etmiştir diye. Biz hak ettik mi bunu? Hayır, hayır. Biz buna hak etmedik. Ben bizim Alman ulusu kadar yok olmaya hak edeceğimiz bir günah sahibi olduğumuzu düşünmüyorum. Ben bunu büyük bir samimiyetle söylüyorum. Yani ama biraz da şunu demek istedim. Bu sonuçta bunu biz yaratmadık mı? Biz derken hepimiz yani. Gayet tabi ki. Gayet tabi ki biz yarattık. Zaten işin içine sadomasoşist unsurların girmesinin sebebi biz yaptık. Ama bu insanlar böyle olsun diye yapmadılar ki. Böyle tasarlandığını haşa ve asla düşünmediler ki. Arkadaşlar samimi söyleyelim. Yani 2002’den itibaren 2006’larda, 2007’lerde, 2009’larda herkes gayet mutlu mesuttu. Bunu kimse reddetmesin yani. Şimdiki yönetimi seçmeyenler de mutlu mesut bir hayat sürdürüyordu. Biz bu hayatı nasıl sağlandığını bilmiyormuşuz. O günlerde harcadık harcadık kredi kartı gibi. Şimdi kredi kartımıza bir bakıyoruz. Aman Allah’ım. Eksi 10 milyon eurodan başlıyor. O 10 milyon euro da kesinlikle tesadüfi bir benzerlik sayın seyircilerim. Yani bunların nasıl sağlandığını biz şimdi görünce insanlar da… Bu çok önemli. Bunu böyle Aleni’yi söylemek istiyorum. Kolay değil yiğitliğini bok sürdürmek. Kolay değil. Kimse için kolay değil. Ama uyanış var diyebilirim. Ve her uyanış böyle bir korkunç durumdan sonra yine beraberlik ruhu içinde bir yeniden renesans var ya bir yeniden kuruluş dönemine geçmek günümüz şartlarında, 21. yüzyıl şartlarında, dünya konjunktürü bağlamında nasıl olabilir bir kuruluş miti olarak onu çok merak ediyorum. Ama MR’leri var. Yani şöyle diyorlar ya şimdi bu partide etrafındaki bu kitle çözülmeye başladı. İşte şuraya geçiyor. Bakınız kültürde olduğu gibi herhangi bir düstur ilk önce yumuşamaya başlar. Sonra sıvılaşır. Sonra gaz şekline bürünür. Hatta atomlar evrenin muhtelif yerlerini yok olup giderler. Bu dinamikleri aleni görüyoruz. Ancak bizim çıkmazımız şu. O çözülürken başka bir yerde katılaşmaya sevk edecek bir ışık yok. O yüzden sağcısı solcusu. Bakın bunu samimi söylüyorum. Enteli danteli, delisi akıllısı büyük bir merakla Sedat Peker ne yapacak onu seyrediyor. Yani şöyle bir mismatch var. Bir şeyin etrafında toplanılmaya çalışılıyor ama o etrafında toplanılmaya çalışılan bir kişi de diyor ki ben kurtaracağınız değilim. Çok güzel bir şey söylüyor ve çok akıllı bir şey söylüyor. Ben diyor bir dahaki kurulmaya gittiğinizde hangi hataları yapmamanız gerektiğini sizin söylüyorum diyor. Şimdi bu hem iyi bir şey Sedat Peker açısından bu samimiyet gerçekten yani samimi bir ifade bu. Hem muhalefet açısından çok kötü bir şey. Evet. Şunu görüyoruz ki tabii bunu söylemek lazım. Ben bilmiyor onlar da bilmiyor. Ne yapmaları gerekir ki o yeniden katılaşma atıyorum. Cumhur İttifakı’nın değil Millet İttifakı’nın etrafında olsun. Orada dönüp düşünmek lazım.

Acaba insanların hakikaten artık bu tarz politikacılardan klasik Türk politikacılarından bahsediyorum. Bıkkınlık mı geldi? Gak mı geldi? Yani belli başlı bir görüntüye sahip olunduğu zaman artık bizim insanımız otomatikman güvenmemeye mi başlıyor? Ağzı 10 yıllarca yandı. 70’li yıllar 80’li yıllar 90’lı yıllar hep aynı şeyleri oldu ama hiç böyle makro ölçülerde olmadı. Günümüzde olduğu gibi. Dolayısıyla ben burada psikohistorik açıdan şöyle bir hayal kırıklığı görüyorum. Devlet adamına devlete artık biz nasıl güveneceğiz dehşeti yani baba öldü. Bakınız biz Avrupa’nın Nietzsche Tanrı öldü diyor ya. Biz onu şu günlerde yaşıyoruz. O da bizim kıyametimiz. Biz çok çabuk postmodern olduk ama biz modernizmi doğru düzgün yaşamadık. Mustafa Kemal’in yapmaya çalıştığı şey modernist bir hareket değil miydi? Modernist bir hareketti ama düzgün modernleşme nasıl yaşanır biliyor musunuz? Büyük facialarla yaşanır. Burnunun sürtülmesiyle yaşanır. Türkiye Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal adı Türk. Allah razı olsun diyeceğim. Türkiye’ye asla böyle bir modernizm yaşatmadılar. Modernizm dediğiniz Almanya’daki gibi olur. Belki de Belonya’daki gibi olur. Sovyetler Birliği’ndeki gibi olur. Böyle işte devletler gelmiş bizi işgal etmişler. İstanbul’u işgal etmişler. Hadi şimdi gidelim. Bakınız lükse bakın kendi ülkemizi kurtarmak için bağımsızlık savaşı yapalım. Bu o bağlamda son derece heroik ve arkayık ve klasik bir şey. Biz daha o zaman bir İlyada’yı kazandık. Modernist bağlamda dünyanın efendisi olmaya giderken dünyanın lağımı olma tecrübesi. Bu dünyanın hala günümüzde kualitei made in Germany’ni. Why? Çünkü onlar biliyorlar. İğne kötüde. Onlar gerçekten iğne kötüde biliyorlar. Onlar hem krallığa havalanmanın hem cehennemin dibine iktirilmenin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar. Biz öyle bir şey yaşamadık. Zaten modernleşme son derece yavaş yavaş sukcesyona meyilli bir süreçtir. Yavrum bizimkisi öyle değil ki bizimkisi kat bitti Anadolu atıyorum şapka Latin harfleri. Anlıyor musun? Biz bütün Avrupa’nın 14. yüzyıldan Renesans’tan Bocaccio’dan 19. yüzyıl sonuna kadar yaptığını bizim insanlarımız. Pardon 10 seneye sıkıştırmak zorunda kaldılar. Kolay mı bu? Kolay mı bunun sindirilmesi? Peki bu karar doğru muydu? Hangi karar? Oraya yönelme yani batıyı referans almak. Çünkü geçenlerde öyle bir kitap gördüm batıcılık ihaneti diye bir kitap var. İslami cenahta çok yaygın.

Makul bir soru. Niye batı? Tabii ki batı. Yani bu İslami cenahta şöyle bir şey var. Batılılar istedi o yüzden biz batıllaştık. Öyle bir şey yok ki. Baştan sonuna kadar modernleşmeyi, insanı odağa koyma düşüncesi bir tık batı düşüncesinde var. Bunu beğenin beğenmeyin. Hangi Hint düşüncesi buna sahip? Hangi Güneydoğu Asya kültürü buna sahip? Güneydoğu Asya kültürü budizm diyor ki. Dünya büyük bir kandırıkçılık. Var mıydı böyle yekpare, doğu kültürü de? Biz mi ona yönelmedik? Ya da başımızda İran, orada Araplar, öbür tarafta Hindistan. Yani öyle bir batıya alternatif olacak bir doğu yok ki. İslam’ı da sayamazsınız. İslam da korkunç şekilde fraksiyonlara bölünmüş durumda. Bakınız Irak’a bakınız yani. Dolayısıyla Atatürk veya batıllaşan bütün, modernleşen bütün devletler niye batıya hedefimiz burasıdır dedi. Ay batı çok şık olduğu için değil. Ay batılılar çok zengin olduğu için değil. İnsanı merkeze, düşüncenin merkezini koydukları için ve bu düşünce sisteminden kaynaklanan olumlu sonuçlar olduğu için batı seçildi. Yoksa oh biz batıyı seçiyoruz. Tahrolsun doğu kültürleri. Nispet nispet kıskanın. Öyle bir şey değil ki son derece çocukça. Çok sevdikleri bir laf var hocam. Batı’nın ahlaksızlığı. Batı’nın ahlaksızlığı pardon modernleşiyorsanız ahlaksız olacaksınız. Bana hiç kimse batı’nın ahlaksızlığı diyenler, jet telefonlarında porno seyrettirmediklerini inandıramaz. Ayy hepsi sütten çıkmış ak kaşık. Filme öpüştükleri zaman diyor ki onlar. A a ne yapıyor bunlar? İki insan dudak dudağa nasıl değbilir? Oldu canım oldu. Biz de inandık. Batı da bunu da öğretiyor bize. Böyle masumluk taslayanları kesinlikle ciddiye almamayı öğretiyor. Al-Ka’yık baktığımız zaman şöyle bir şey olması beklenir hikayenin burasında. Tam çöküşteyiz. Bir kahraman çıkması lazım. Ama o kahraman eşkiyadan olur mu? Olur. Öyle mi?

Kahraman eşkiyadan olur. Bakınız bu çok önemli bir konu. Batı kültüründe yine batı kültürü diyeceğim. En büyük yüksekliğe erenlerin hepsi en aşağılıklardır. Bu çok önemlidir. Çünkü bu onlara inanılmaz bir holistiklik sağlar. Bir bütünsellik. En korkuncu da bilme. Cehennemin dibini de bilmek. Bakınız en önemli hikayelerden bir tanesi seçilen batı kültüründe ve Tomas Manon’da bir roman yaptığı seçilmiş diye bir roman vardır. Orada meşhur Kayalıktaki Gregorios adlı kutsalın hikayesi anlatılır. Bu Gregorios o kadar garip bir kişidir ki annesi babası kardeştir. Yani Ödipos’un devamında. Gregorios o kadar günahlar işlemiştir ki her şey ve herkes onu terk etmiştir. Tanrı onu seçer ve ilk papalardan bir tanesi olur Gregorios. Çünkü önemli olan nedir biliyor musunuz? Burada çok önemli monoteist tövbe etme düşüncesi saklı. Ancak korkunçlukta ve kötülükte dibine kadar tüketmiş birisi pişmanlık duyup tövbe edip öbür tarafa geçebilir. Sırf iyi olan birisi bunun nasıl bir acı olduğunu, korkunçluğun nasıl bir pişmanlığa sevk ettiğini sadece teorik düzlemde bilir. Aynı hikaye Ödipos için de geçer. Ödipos’u biz hala niye bugün hatırlıyoruz? Korkunç şeyler yapmış bilmeden olsa bile ama en sonunda en etkili bir biçimde o affediliyor. Anlatabildim mi? Dolayısıyla şu motif akademisyenlerin kanıyla duş etme isteğinden arkadaşlar kendinizi kurtarın provokasyonlara gelmeyine giden bir yol. Neden biz inanıyoruz ona? Çünkü kendisi böyle birisi olmuş olmasına rağmen öylesine bir bok çukuruyla karşılaşmış ki kendisi bile dayanamamış. Devede kulak kalmış bunu görmüş. Çok opsiyon bir şey. Şunu demek istiyor bize, abiler beyler ben sizin kanınızla duş almak istiyordum ama inanın ki o hiçbir şey değilmiş yani. O zaman korku gerekiyordu işte ben de biraz yani korkutayım diye. Anlatabildim mi? Bakınız bunlar psikomitik unsurlardır. Bunlar doğrudan bilinçaltından işler çıkar. Bütün bunlar neyi gösteriyor? Bu şemalarla hala düşündüğümüzü gösteriyor. Bunu Sedat Peker’in böyle değişik bir biçimde alımlanmasından yani bu resmen theory of reception’a giriyor. Alımlama estetiğine, alımlama kuramına giriyor. Burada biz bunu görüyoruz. Sorsan Ali’nin insanlara niye Sedat Peker için iki hafta evvel bu kadar üzüldünüz derler ki hayır bilmiyorum. Bilmez tabii ki çünkü bilinçaltında bütün Lego taşları uyumlu bir biçimde oturuyor yani ve bir anlamlı bir bütün çıkıyor.

Bir nevi ejderhaayı evcilleştirmek gibi değil mi aslında yani? Hatta ejderhaayı evcilleştirip, evcilleştirilmiş ejderhaayı kendisini devlet baba diye sunanları kül etmek. Şimdi bakın ejderhaayı kendi tarafına çekip savaştırmak. O kadar güzel bir şey söylüyorsun ki İlker Hoca. Senden bile gümbür gümbür Niagara şelalisi gibi mithik şemalar akıyor. Ejderha kim biliyor musunuz? Kültürü inşa edebilmemiz için öldürmemiz gereken eskinin ana tanrıçası. Korkunç versiyon. Ama eğer kahramanlar engelliyorsa tırnak içinde kahramanlar o devleti inşa etmek için. İnsanlar kendi manevi güçlerine sarılıyorlar ve o ejderha ile saldırıyorlar o kende. Bakınız nereden tanıyoruz biz bunu? Game of Thrones. Deneris ve ejderhalarının o artık çoktan çökmüş Kings Landing’i yerli bir etmesini de görüyorum. Bunlar hep aynı şemalar. Dolayısıyla yine nereye geliyoruz dolayısıyla bir üst katmanda. Babayı terk ediyoruz ve anneye gidiyoruz ve bu bile saklı. Sedat Peker diyor ki ben babamın oğlu değilim ben annemin oğluyum. Sedat Peker diyor ki ben Gregorius’um ben Oedipus’um ben Orestes değilim. Ben anneyi öldüren kesinlikle değilim. Bunu bile söylüyor. Yani Game of Thrones’da seyretseydik Sedat Peker’i. Kesinlikle Deneris’in grubunda olurdu belki de onun çocuğu olurdu yani. Şöyle bir sorun yok mu burada? Hani meşhur İngilizce laf vardır sleep with the devil and devil will take you away. Şeytanla yatağa girersen şeytan seni alır götürür diye çevirilir. Şimdi doğru şeytanla yatağa girersen o senin canına okur. Her halükarda seni kandırır. Ama şimdi Sedat Peker’de boynuzları çekilmiş bir şeytan. Yani etrafında kutsanmış su var. Anlatabildim mi? Onun da başka çaresi yok. Düşünün ki o şeytanı bile domestike edebilmek nasıl bir şeyle karşı karşıya kalmış ki inançlı birisi olmuş şeytanın kendisi. Yakında çıkacak misyonerliğe. Peki bundan sonrası kıyamet mi o zaman hocam ne olacak? Hayır hayır olur mu kıyamet? Çünkü bir de yasak geldi biliyorsunuz artık video yapamayacak. Onlar önemli değil. Onlar aslında hiç önemli değil. Bir daha video yapacak mı bir daha video yapmayacak mı? Yani o zaten şey olacaktı artık foto roman’a dönüşecekti. Yani neyi öğrenecektik? Ankara’da bilmem hangi bakanlıkta şöyle bir adam vardı. Düşünün arabasına almış. Bunun pansiyonuna çökmüş. Hikaye şemaları hep aynı ki. Birileri birisinin malına çöküyor. İnanılır gibi değil. Yani hikayenin özü bu. Tüpünden diş macunu çıktı. Arkadaşlar onu kimse geriye koyamaz. Artık yani şu çok kötü. Tamam biz kendi içimize kol kırılır yen içinde kalır meselesi de artık yani yurtdışı ile ilişkilerimiz, Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, Amerika Birliği ile ilişkilerimiz. Nasıl olacak ki böyle göz göre göre? Düşünsenize Fransız büyükelçiliğinde bir kokteyldeyim ben ve birden beri pantolonum düşüyor. Fek aşağı ki yere mi yok? Anlatabildim mi? Bu çok tatsız bir şey. Bunun düzelmesi lazım. Bu tabii ki düzelecek. Tabii ki düzelecek. Çünkü hiç kimse unutmasın.

Devlet dediğimiz şey sadece şey değil ki işte o büyük bakanlıklar. Hakikaten devlette hali hazırda o kadar çok düzgün biçimde işini yapan insanlar var ki. Zaten onların suy hürmeti de zaten bütün bunlar dönüyor. Herkes çalışıyor gayet eskisi eskiden olduğu gibi. Benim en tedirgin olduğum şey insanların ciddi biçimde devletten soğumaları. Bu çok saçma olur. Çünkü devlet kendinden menkul bağımsız bir varlık değil. Onu espri ile, tin ile, zeka ile dolduranlar bizleriz. Devlet onu ne yaparsan o olur. İyi bir devlet olursa sevilir. Bu kadar basit. Bir şey soracağım. Oedipus annesiyle birlikte olduğunu ve işte babasını öldürdüğünü anladıktan sonra kendini kör ediyordu değil mi? Evet. Niye kör ediyor? Bunları ben görmemiş olsaydım. Ben gözlerimi inanan zeki insan neyi görmemişim? Geçen hafta bir ikinci cumhuriyetçiyle konuştum da biraz da sinirlendi bana. Bu yetmez ama evet. Bu ülkede de çok tartışılan bir şey. Bir kesim diyordu ki bu insanlara güvenilmez. Bir kasım da diyordu ki yok işte demokrat olalım falan. Genellikle de aslında böyle bir posmodern modern ayrımı gibi görürüm ben onu bilmiyorum doğru mu? Hayır doğru söylüyorsun. Merak ediyordum ne diyorlar şimdi diye. İşte bu yetmez ama evetçiler yani diyorlar ki efendim biz kandırıldık işte yanlış oldu. Fakat Hındır’ın meşhur romanında vardır hani işte Ödipus kendini kör ediyor. E onun da suçu yok yani o da kandırılmıştı ama kendini kör etmiş.

Yani bir özür veya bir af dileme gerekmiyor mu? Çünkü mesela ben biliyordum böyle olacağını demek çok kötü ama gerçekten ben ve benim gibiler herhalde siz de biliyordunuz öyle olacağını. Evet şimdi tabii ki olay olduktan sonra bir özür beklemek falan bekleyemeyiz. Özür dilemezler. Dilemezler. Dilemelerine de gerek yok. Çünkü bakın ben 10 dakikaya ben ne anlattım size? Türkiye dedim 600 yıllık modernizmi 10-15 yıla sıkıştırdı. O yetmez ama evetçilerde geri kalan bütün modern politika felsefesinin en ince ayrıntılarına falan inmesi, işlemesi, kurumlarda içselleştirilmesi en azından 150 yıllık bir süreç. Yetmez ama eveti evet bu bağlamda ne anlama geliyor? Kazın önüne doğranan bilmem neler gibi geliyor anlatabildim mi? İnanılmaz hızlı oldu. Ve bazı kişiler bunu bu yetmez ama evetin sonucunda doğan şeyi deliler bayramıyla cadılar bayramıyla Halloween ile karıştırdılar. Herkes yani istediğini yapabilir hürriyetine sadece Türkiye ebedi bir karnavala girmiş oldu. Türkiye’de ebedi bir karnaval var evet diyorlar ya ay batı batı. Vardı bir ara evet. En batı ülke şu an serenin 365 günü Halloween cadılar bayramı olan bir ülke Türkiye. Yetmez ama evetçiler Türkiye’nin tarihini geçmişini nelerden geçtiğini başka ülkelerden farkı nedir bunu hiçbir suretle göz önünde bulundurmadılar. Bu şuna benziyor. Bushman’ın önüne tabletle gitmek gibi. Şimdi Danimarka başka Danimarka da yetmez ama evet dersin kardeşim. Sen git ama Papua Yenik’ine de yetmez ama evet de hemen senin kelleni kaynatırlar yerler yani. Bu işte böyle tatlı su enteli oldun mu Nişantaşı’nda pipo olan püf püf püf bak bakalım onlar kim. Onlar kimleri okumuş bak bakalım bir. Olursun sonra hayır özür dilemeyeceğim. Fuku da Tunus’a gitti özür dilemedi. Aklıma öyle güzel isimler geliyor ki ama söylemeyin. Ben de söylemeyelim boş ver. Yani bir yandan da üzülüyorum tabii ama. Üzülüyorum tabii ki onlar da arkadaşlar onlar da böyle olacağını hayal etmemişlerdir emin olabiliriz bundan. Cehenneme giden yolun taşları iyi niyetle döşenmiştir. İyi niyetle dört şeritli iki gidiş iki geliş pardon dört gidiş hiç geliş yok. Yine de umutlusunuz ama bu sevindirici. Ben umutluyum. Umutluyum çünkü dünya edebiyatı tarihi ve dünya mitoloji tarihi kesinlikle kime haklı kılıyor biliyor musun? Ajra Pekkan’ı. Yeniden başlasın. Yeniden başlasın burada kalmasın kesinlikle. O yüzden umutlu olun. Peki harika bir konuşmayı da her zamanki gibi hocam bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Görüşürüz sağ ol hocam.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir