Hz. Süleyman ve Belkıs’ın Muhteşem Kıssası – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=F0S7goSH46s.
Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler ve dahi Allah-u Teâlâ’nın işlerinin hep bir cilvey rabbani içre olduğunu bilenler. Bu ne demek şimdi Serdar Bey? Bilmem ki. Allah bilir. Bir de Allah’ın bildirdikleri bilir. E bilmediğin şeyi niye bildirmeye çalışıyorsun diyenler de olabilir. Allah nasıl bildiriyor? Kur’ân-ı Kerim’de peygamber kısalları üzerinden Allah-u Teâlâ bize incecik incecik incecik birtakım şeyler anlatır. İnsanlar o da o da bir hisse alırlar, bir nasip alırlar. Ne kadar? Sadrı kadar, miktarı kadar, tefekkürünün ufku kadar, nasibi kadar alır. Ve o aldığıyla, almak da tek başına yetmez, aldığıyla amel etmek de kıymetli bir şey haline gelir. Sözü uzatmayayım. Süleyman aleyhisselamdan bahsedeceğim size bugün.
Süleyman aleyhisselam rivayet o ki Mescid-i Aksan’ın inşasını bitirdiği vakit yanına o hayvanlardan, cinlerden, insanlardan oluşan ordusunu alarak Mekke’yi mükerremeye doğru bir yolculuğa çıkmış. Bir şükür nişanesi olsun için. Hatta Resul-i Ekrem Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin o diyarda geleceğini de orada ashabına haber verdiği rivayet ediliyor.
Bu yolculukta çok güzel bir vadiye gelmişler. Hazreti Süleyman bir namaz kılmak istemiş. Hazırlıklar yapılırken Süleyman aleyhisselamın ordusundaki kuşlardan birisi, Hüdhüd kaybolmuş. Hani onlar namaz kılana kadar ben biraz şöyle uçayım, dolaşayım. Mevzu o. Gitmiş diğer Hüdhüd kuşlarının arasına karışmış.
Şimdi insan böyle kendi türünün arasına karışır. Çeker çünkü. Güzeller güzelleri çeker. Çirkinler çirkinleri çeker. Güzel ameller güzel insanları çeker. Çirkin insanlar çirkin amelleri çeker. Amel, insan, güzellik ve diğer insan. Arasında böyle enteresan bir bağ var. Bak hayvanda bile o var. Her şey kendi cinsinin yanına varmak ister.
Öbür Hüdhüdlerle beraber dolaşmış, bir yerlere gelmiş filan geziyor. Süleyman aleyhisselam sormuş. Hüdhüd nerede? Bir aramışlar bakmışlar filan. Yok ya Süleyman demişler. Hazreti Süleyman soruyor çünkü sebebi şu. Hüdhüdün vazifesi Süleyman aleyhisselam namaz kılacağı vakit abdest alınacak temiz suların yerini tespit etmek. Uçuyor ve diyor ki bak burada işte bir şey var. Güzel su var. Oraya gidip namaz için hazırlıklar yapılmış. Hazreti Süleyman aleyhisselam abdest alacak, suyun yeri sorulacak ama hüdhüd ortalıkta yok. Hazreti Süleyman kızıyor ve diyor ki kızıyor da da bak burada çok güzel bir nüans var. Onu söyleyelim. Bana ne oluyor ki kuşlar arasında hüdhüdü göremiyorum? Nezakete bakar mısınız? Zarafete bakar mısınız? Hani şunu demiyor. Hüdhüde ne oluyor ki bize sormadan danışmadan alıp başını buradan gidiyor? Demiyor.
Bana ne oluyor ki kuşlar arasında hüdhüdü göremiyorum? Bu aynı üsluğu bu. Efendimiz aleyhisselatü vesselamın femi güherinden de zaman zaman işitiriz. Mesela birisine kızdığı vakit falanca ne oluyor ki böyle yapıyor demiyor. Bu insanlara ne oluyor ki? Şöyle şöyle yapıyorlar diyor. Genel. Zaten şöyle derler. Bir kişiyi yaptığı bir hatadan dolayı kalabalığın içerisinde uyarmak.
Yani ona zulümdür. İki şey önemli burada. Birisi bir yanlış yapabilir. İnsanız biz de bir yanlış yapabiliriz. Yanlış yapanı birincisi herkesin içinde uyarma. İkincisi yaptığı yanlıştan hemen sonra uyarma. Hata yaptı. Hemen hımm sen böyle faydası olmaz. Hatta tam tersi bir netice bile doğurabilir. Ne zaman? Üç gün sonra. Sabah bir şey yaptı. Akşam. Bir yerine getirip bir cümleyle söyle ve geç. Çok daha tesirli oluyor derler.
Bana ne oluyor ki hütüdü göremiyorum deyip böyle şefkatle aramış. Fakat kendinden izin almadan oradan ayrıldığını öğrenince kızıyor bu defa. Ayet-i Celle’de Neml suresinde anlatıyor Cenab-ı Hak bunu bize diyor ki ya bana açık bir delil getirecek niye gittiğine dair ya da onu şiddetli bir azaba uğratacağım. Ya bu azlayacağım. Kızmış. Az sonra hütüt gelmiş. Bakın kuvvetli delille beraber geliyor.
Diyor ki ya Süleyman senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Durmuş bir Hazreti Süleyman. Ne öğrendim bakayım? Sebe’den. Sebe Yemen’de oradaki yaşayan insanların dedelerinin ismiyle anılan bir kabile. Sebe şehri de Belkıs’ın hükmettiği ülkenin başkenti.
Hütüd meğer o arada Sebe şehrine gidiyor. Oradan birtakım şeyler öğreniyor ve Hazreti Süleyman diyor ki sana önemli bir şeyler söyleyeceğim senin bilmedin. Orada diyor bir hükümdar var bir kadın. Kendilerine her şey verilmiş. Büyük bir tahta oturmuş. Böyle birisiyle karşılaştım diyor. Yine Neml suresinde bize haber verler. Fakat ya Süleyman o ve kavmi Allah’ı bırakıp güneşe secde ediyorlar.
Şeytan kendilerine yaptıkları şeyi süslü göstermiş, doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayet bulamıyorlar. Şimdi bu da enteresandır. Şeytanın insana yaptığı şeyi süslü göstermesi. Yaptığı şeyi çirkin gören insan insansa o şeyi yapmaktan imtina eder. Ama şeytan o çirkinliğine ona öyle bir süslüler ki yapıverir. Dikkat. Hazreti Süleyman diyor ki doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın bakacağız. Süleyman aleyhisselam bir mührü varmış. Hani diyoruz ya mühür kimdeyse Süleyman odur. Bu mühür. Hazreti Süleyman’ın yüzük taşı şeklinde yüzüğünde taşıyor. Parmağına geçirdiği anda o yüzüğü rivayet o ki bütün mahlukat ona itaat edermiş. Hani mühür kimdeyse Süleyman odur bu demek. Parmağına o yüzüğü takıyor ve karşılaştığı bütün mahlukat, hayvanı, insanı, cinni, şusu, bu su itaat ediyor. Rüzgarı, tabiatı itaat ediyor. Bak bende de bir yüzük var. Yakından görebiliyor musun Emre hanım bunu? Bunda da yazıyor böyle bir sevdiğim güzel bir zatı ne diye. Serdar yazıyor. Bu da mühür şeklinde yani muma bastığın vakit bu da mühür ama bir işe yaramıyor. Benim bile bana itaat etmemiz sağlamıyor. Yani yüzükten yüzeye de fark var.
Ha şunu da söyleyelim bir rivayete göre doğrusunu Allah bilir ama Hazreti Süleyman’ın mühründe La ilaha illallah Muhammedun Rasulullah yazıldı. Rivayet edilir. Allah bilir doğrusu. Süleyman aleyhisselam oturur sebe melikesi Belkıs’a Bismillahirrahmanirrahim diye başlayan bir mektup yazar. Üzerine de meşhur o mührü vurur, hütü de verir ve arkasından kuşa tembihliyor. Mektubu götür kendilerine ver sonra onlardan biraz çekil kenara ne diyecekler ne yapacaklar gel bana haber ver.
Hütü mektubu alıyor götürüp Belkıs’ın meşhur tahtının üzerine bırakıyor. Belkıs odasına girip tahtına yöneldiğinde orada mektubu görüyor. Almış mektubu değişik bir şey. Adamlarına soruyor bunu kim bıraktı buraya? Efendim diyorlar kapıdayız içeri giren olmadı. Biz görmeden birisinin girme imkanı da yoktur. Bu başka bir şekilde gelmiş. Hütü şöyle bir köşeden olacakları konuşulacakları seyrediyor.
Şaşkınlıkta mektubu açıyor bu mektup nasıl geldi falan. Açıyor ve okuyor. Kavminin ileri gelenlerini topluyor bir defa. Mektubu görünce diyor ki beyler, ulular bana çok şerefli bir mektup bırakıldı. Bu mektuba olan hürmeti bunu açacağız birazdan bir pencere halinde çok önemli. Bana şerefli bir mektup bırakıldı. Mektup Süleyman’dandır ve Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla diye başlıyor. Bana bir akıl verin diyor.
Şimdi o istişarenin neticesinde kavminin, uluların ve beylerinin ne dediğine geleceğiz. Burada belki şunu da söylemek lazım istişarenin kıymeti. Hani ben hükümdarım, istediğimi yaparım, melikeyim demiyor. Beylerim, ulularım bana bir akıl verin. Ne yapacağız biz şimdi? Orada nüans olan hadise şudur.
Belkıs’ın Hz. Süleyman’ın mektubuna bir hürmet gösterdiği aşikar. Ayetin bize haber verdiğine göre diyor ki bana çok şerefli bir mektup bırakıldı. Mektup Süleyman’da bir hürmet, tazim gösteriyor. Şimdi biri bir günün sonunda anlayacağız ki sebeb melikesi Hz. Süleyman’a Ram olacak. Davetine icabet edecek. Müslüman olacak. Onun Müslüman oluş sebebini bazı müfessirler buna yormuş. Diyorlar ki gönderdiği mektuba hürmet ettiğinden dolayı Allah-u Teala da ona imanı nasip etti. Ne gibi? Bunun bir takım başka örnekleri de var. Mesela Musa aleyhisselam Firavun’un huzuruna çıkar hani. Firavun’un sihirbazları Hz. Musa ile bir cedele tutuşurlar.
Firavun da der ki atın bakalım asalarınızı. Hani kim haklı çıkacak görelim. O anda Firavun’un sihirbazları Hz. Musa’ya derler ki ya Musa önce sen mi atacaksın biz mi atalım. Bak burada da bir hürmet vardır. Tak atıp hadi göster gücünü falan demiyorlar. Sen mi atarsın önce ben mi atarım? Diyor ki müfessirler işte bunun hatırına Allah-u Teala o sihirbazlara iman nasip etmiştir. Ha mesela tam aksi istikamette bir örnek. İran kisrası Peygamber Efendimiz aleyhisselatü vesselamın mektubunu aldığında hakaretler ederek yırtıp atmış filan. O gösterdiği hürmetsizliğin, edepsizliğin yüzünden de hem saltanatı yerle bir olmuş hem de imanla nasiplenemeden geçip gitmiş dünyadan. Yahu daha evvel anlattık. Bişri Hâfi Hazretlerini hatırlayın. Eğiliyor kağıdı alıyor. Üstünde Allah yazılan bir kağıdın yerde durmasına gönlüm razı olmaz diye.
İşte Sebe Melikesi de böyle bir hürmetle değerlendirdiği için ona iman nasip olacak. Mektup da Hz. Süleyman diyor ki bana baş kaldırmayın. Teslimiyet gösterip gelin. Oradaki ulular Sebe Melikesi Belkıs’a dönüp şöyle diyeceklerdir. Biz güçlü kuvvetli kimseleriz. Savaşı biliriz, anlarız ama bu hususta bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok. Buyruk senindir.
Ne yapacağını sen düşün. Sebe Melikesi diyecektir ki hükümdarlar bir yere girdilerdi orayı perişan ederler vesaire. Gelmesin, hani bizim üstümüze gelmesin biz buna bir çare düşünelim. Bu defa oranın ileri gelen başka insanlarıyla istişare edecektir. Allah Sebe Melikesinin üstünden ikinci bir şey daha üretiyor belki bize. Diyor ki istişareyi yaptın, yeterli sonucu alamadın.
Dön, bir istişare daha yap. Bu da önemli. İstişarenin kiminle yapıldığı çok mühimdir. Yani bir tababetin konusu olan hastalıkla alakalı. Hastasın. Gidip kebapçı ile istişare edilmez mesela. Ya da kebabı güzel yapmak istiyorsun gidip bir tarihçı ile istişare edilmez. Yaptığın şey istişaredir ama doğru bir istişare değildir. Var mı? Liyakat sahibi ile istişare etmek.
Dış politikayı oturup buradan anlayan biriyle istişare ediyorsan bak bu doğru bir istişaredir ama ekonomist ile bile istişare etsen velev ki bürokrat olsa dış politika konusunda yanlış bir istişare yapmış olursun. Sebe Melikesi ulularından beylerinden istediğini bulamayınca diyor ki bu defa halkın ileri gelenlerini toplayalım onlara bir tanışalım. Onlara şöyle bir akıl vermişler. Efendim demişler bir takım güzel hediyelerle gönderelim. Bu güzel hediyeler iyi niyetimizin nişanesi olsun.
Böylece Süleyman yüzünü bizden öbür tarafa çevirsin. Hani gelmesin üstümüze gelmesin. Aklına yatmış. Melikesin çok güzel hediyeler hazırlanmış falan onlar gönderilmiş Hazreti Süleyman’a. Şimdi hediyeler geldiği vakit Hazreti Süleyman’ın tavrı yine bize bir şey öğretecek. Diyecektir ki siz bana malla mı yardım ediyorsunuz?
Allah’ın bana verdiği size verdiğinden çok daha hayırlıdır ama siz hediyenize güveniyorsunuz. Bir nevi rüşvet gibi görecektir onu Hazreti Süleyman. Üstümüze gelme diye bana bir şey veriyorsunuz sizin verdiğiniz ne ki? Ben Süleyman’ım diyor. Allah bana neler verdi? Peygamberlik verdi, hükümranlık verdi, izzet verdi, ikbal verdi. Onu verdi, bunu verdi. Sizin nedir yani gönderdiğiniz hediye de ne olacak? Kızmış. Elçilere diyor ki onlara dön. İyi bilsinler. Kendilerine asla karşı koyamayacaklar ordularla gelirim. Onları hor ve hakir bir şekilde oradan çıkartırım. Ayaklarından kalsınlar. Elçiler Melike’ye varıp da Süleyman aleyhisselamın tavrını anlattıkları vakit diyor ki herhalde niyetimizi anladı. Vallahi diyor bu sadece bir Melik değildir. Burada neyi anlıyoruz? Demek ki Sebe Melike’si Hazreti Süleyman’ın peygamberliğinden o taraftan haberdar değil, krallardan bir kral olarak biliyor. Rüşveti kabul etmeyip bu şekilde mukabele edince irfan sahibi kadın diyor ki bu sadece bir Melik değil, bunun karşısında duramayız. Hemen elçilere diyor ki kavmimin beylerini de alıp huzuruna geliyorum. Buyrunu ve davet ettiğin dini görmek istiyorum.
Giriyorum demiyor dine, görmek istiyorum. Burada da bir incelik var. Hani direkt giriyorum dese bilmediği bir dine girmiş olacak belki ama görmek istiyorum diyor. Bir Allah dostumun huzurunda denk gelmiştim. Bir zat iman etmek istiyor, Hristiyan. Getirdiler imanecek. Kalbi kanaat etsin ondan sonra gelsin. Kalbin tamam diyor mu? Aslında tamam diyor. Yani ne diyeyim bir kelime-i şahadet getirelim falan. O durumda yok dedi.
Bir bilenin yanına verdi onu. Üç gün sen ona anlat dedi. İman ne demek, İslam ne demek, şartları nedir, farkı nedir, tevhid ne demek, ibadetler nasıldır? Anlattı anlattı anlattı anlattı. Çünkü sonra geldi. Kalbin kanaat ediyor mu? Ediyor. Hadi o zaman kelime-i şahadet getirelim. Mühim. Şimdi Belkıs’ın Sebe Melikesinin çok büyük bir tahtı var. Hani Hütüt’te ilk gördüğünde Hz. Süleyman’a dedi ya, ayette öyle geçecektir, büyükçe bir tahtı olan bir melikenin yanından geliyorum diye anlatacak. O tahtın mahiyeti nedir bilmiyoruz ama Belkıs için kıymetli olacak ki, Hz. Süleyman’ın yanına gelirken o tahtı özel odasına bıraktırıyor, kapısını kilitlettiriyor, üstüne kilitler kapısına nöbetçiler bırakarak öyle yola çıkıyor. Taht sağlam muhafaza altında. Hz. Süleyman diyor ki, ayet-i cerrelerin haber verdiği gibi söyleyelim, onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir? Yani istiyor ki peygamberliğinin bir delili olarak bir mucize ortaya konusun ki imanı kolaylaşsın Sebe Melikesinin. Yoksa mesele güç kuvvet ortaya koymak, bak biz bunları da yapabiliyoruz demek değil. Derdi o ve onun iman etmesi. Hanginiz bunu yapabilir deyince cinlerden bir ifrit Hz. Süleyman’a söyle demiş, ya Süleyman sen tahtından kalkmadan ben onu sana getiririm. Şimdi o tahtından kalkmadan ifadesi hakkında fiih-i kavlân, iki kavili var.
Birincisi şudur diyorlar. Hani insan oturduğu yerden şöyle bir kaykıldı, kalktı. Bu aradan geçen zaman içinde onu sana getirebilirim. İkincisi ve daha kuvvetli olan rivayet Hz. Süleyman sabah olunca tahtına otururmuş, öğlen vaktine kadar devlet işleriyle ilgilenir,
öğlen vakti de oradan kalkar işine bakarmış. İfritin ifadesi diyor, tahtından kalkmadan derken hani sabahla öğle arasında, sabahla öğle arası kadar bir vakitte ben o Melike’nin tahtını sana getiririm diyor. Tabi bu arada Sebe Melikesi adamlarıyla beraber geliyor. Hz. Süleyman diyor ki daha hızlı getirebilecek kimse var mı? Deyince Kuran-ı Kerim şöyle diyor, kitaptan kendisine ilim verilmiş bir kimse dedi ki gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm. Bu gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm diyen kişinin Süleyman aleyhisselamın veziri Asaf bin Berhiyâ olduğu rivayet ediliyor.
Ayşe validemizin de bir ifadesinden hareketle onun Asaf bin Berhiyâ olduğuna itimat güçleniyor. Ayşe annemiz diyor ki Asaf bin Berhiyâ’nın Sebe Melikesinin tahtını getirirken ettiği dua Allah’ın en büyük ismi, ismi azam, ya hay, ya kayyum duasıdır diyor.
Orada Asaf bin Berhiyâ ismi geçtiği için evet odur demişler. Mesela Fahrettin Razi rahmetullah aleyhâle’h demiş ki Süleyman aleyhisselamın bizzat kendisidir ama bu düşük bir görüş. Süleyman aleyhisselamın kendisini getirmez çünkü kendisine kitaptan ilim verilen birisi yanında bulunanlardan diyor ayette yanında bulunanlar o zaman o değildir diyorlar ve ittifakla o kişinin Asaf bin Berhiyâ yani Süleyman aleyhisselamın veziri olduğu rivayet ediliyor.
Göz açıp kapayı inceye kadar getirip diyor hakikaten Hz. Süleyman’ın yanında buluyor Belkıs’ın tahtını. Şimdi Belkıs adamlarıyla beraber Süleyman aleyhisselamın huzuruna Filistin’e geldiği vakit Süleyman aleyhisselamın bulunduğu yer sarayı çok haşmetli bir saraymış. Yani şöyle düşününüz oradaki bir rivayet anlattığım vakit ne demek istediğim anlaşılacak. Sarayın girişine bir havuz yapılmış uzunca bir kanal şeklinde o havuzun içine türlü deniz hayvanları suyun içine bırakılmış. Onun üstüne kristalden bir zemin yapılmış.
O zeminin üstünde yürüyor insanlar ve o kadar gerçekçi o kadar haşmetli ki sabah melikesinin Belkıs’ın oraya girerken üstüm ıslanmasın diye eteklerini topladığı rivayet ediliyor. Böyle haşmetli bir yere geliyor. Bunları görünce Süleyman aleyhisselam tanıyınca anlattığını duyunca sabah melikesi Belkıs Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle diyecektir ki Rabbi inni zalemtu nefsi ve eslemtu mea Süleymane lillahi rabbil alemi.
Rabbi ben kendime zulmetmişim. Bu kendime zulmetmişim Kur’an-ı Kerim’de peygamber dualarının da arasında çok olan bir şey. Mesela Adem aleyhisselam o zelleyi içleyip yasaktaneyi yediği vakit zalemna enfüsena biz nefsimize zulmettik diyor. Ya da bir başka yerde la ilahe illa entesuhaneke inni kuntumine zalimiyyin. Yunus aleyhisselam böyle bir dua ediyor. Bak burada da sabah melikesi aynı şeyi söylüyor. Ya Rabbi ben nefsime zulmetmişim artık Süleyman ile birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.
Evlat gel gel gel. Gene geldin beni buldun gel bakayım yanına. Bugün beraber bitirelim programı mikrofon sus. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Süleyman aleyhisselam Belkıs ile evlenmiş ve onu mülkünde melike olarak bırakmış.
Burada da pek çok Menkübe’de pek çok kısada olduğu gibi Cenab-ı Hak bize inceden inceye bir şeyler anlatıyor. Mesela o mühre gösterdiği hürmet, mesela istişare meselesi, mesela Hz. Süleyman’ın bana ne oluyor ki demesi inceliklerden incelikler. Ama şu da bir inceliktir. Aklınızda kalsın Asaf bin Berhiyâ Süleyman aleyhisselamın veziri kendisine kitaptan bir ilim verilmiş. Nasıl bir ilim verildi? Neydi bilmiyoruz. Fakat bu ilmin neticesinde olan şeyi biliyoruz. Göz açıp kapayıncaya kadar kilometrelerce ötedeki bir tahtı alıp buraya getiriyor. Işınlanma.
Demek ki bu yapılabilir bir şey. Bunun nasıl yapıldığını bizim bugün bilmiyor oluşumuz bunun yapılabilir bir şey olmadığı manasına gelmez.
Ama Müslüman da Allah’ın Süleyman aleyhisselam hakkında anlattığı bu kısaya ve bu ifadeye ve o tahtın getirilişine iman etmek için bilimin bunu ispat etmesini beklemez.
Mevla kısadan hisse alanlardan eylesin hepimiz. Allah’a emanet olunca eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın